RESİMLER
| |
GEREKLİ
LİNKLER
| |
|
|
|
|
| |
|
|
KARADENİZ'İN ATMACALARI: LAZLAR
Ömer Asan
"Pazar Hemşin, Çamli Hemşin, Ardeşen
Var mi benum gibi sevdaya duşen
Hayden hayden Hemşin yaylalarina
Koyun beni kızlarun mezarina"
Bir tulum sesi, beraberinde bir türkü, onları İstanbul'dan veya
bulundukları yerlerden yüzlerce kilometre uzakta olan
memleketlerine götürmeye yeter de artar bile. Hayır, hayır,
yetmiyor aslında. Yalnızca onların özlemini depreştirir bu
eylem. Ya orada, memleketlerinde olanlar? Onlar da yüzlerce
kilometre uzakta olan eşlerine, dostlarına, sevgililerine aynı
türkülerle seslenirler. Birbirlerini duymasalar da, görmeseler
de aynı duyguları yaşarlar.
Uzun ince burunları, yerinde durmayı beceremeyen rengarenk
gözleri, her an bir şey yapacakmışcasına sabırsız tavırları,
konuşmayı, gülmeyi ve güldürmeye sanki bir ibadetmişçesine
sevmelerinden başka kendi kendileriyle alay eden, yaşamı ti'ye
almayı sanat haline getiren, hüzünlerinde bile yaşama olan
tutkularını yitirmeyen ve başkalarını üzmeyi ayıp sayan ama
ciddiyetlerinin en uc noktada olduğu horonlarında en küçük bir
yanlışı affetmeyip oyuncuyu en sert biçimde uyaran bu insanlar,
gözünüzün içine baka baka muzip bir şekilde biz Lazız derken
hiçbir komplekse kapılmazlar.
Bundan üç-beş sene evveline kadar bir kişiye kimsin diye
sorulduğunda ad, soyad belirtilerek soru geçiştirilebilirdi. Ama
şu multiculturalism/çokkültürcülük kavramı ortaya atıldıktan ve
Orta Asya'dan, Kanada'ya kadar taraftar toplamaya başladığından
bu yana, soruya verilen yanıtlar çeşitlilik arz etmeye başladı.
İletişimin bulaşıcı etkisiyle Türkiye de bu sürecin içine ister
istemez girdi. Artık ad, soyad bilgilerinden başka, kimliklere
Türkmen, Yörük, Çerkez, Kürt, Gürcü, Laz gibi ifadeler
eklenmektedir. Bu yeni gelişme gelip geçici bir moda mıdır,
yoksa çağımızın çözülmesi gereken bir sorunu mudur bilinmez, ama
ister istemez bu süreci uzaktan/yakından izleyeceğiz.
Son yıllarda Lazlar'ın da bu süreçten paylarını aldıklarına
tanık oluyoruz; hatta aralarında Mohti Laz, Gerçek Laz, diye
ayırım yaptıklarına da.
Gezginciler, bir yeri ve halkını gözlemlemenin en iyi yolunun
onların arasında ve doğasında gezmek olduğunu söylerler. Öneriye
sahip çıkıyoruz.
Uçağın Trabzon havaalanı üzerinde tur atmasıyla birlikte
yukarıdan gözünüze yansıyan görüntüler, yani yeşil ve mavinin
uyumlu horonu bir gezgincinin kalp atışlarının ritmini tatlı bir
heyecan eşliğinde hızlandırıyor. Yere indiğinizde havaalanında
pasaport sorulmamasına şaşmayın; çünkü Sarp sınır kapısına kadar
hep misafir işlemiyle karşılaşacaksınız.
Otobüsle Lazların yaşadığı bölgenin başlangıcına, Rize'ye
gidiyoruz. Orada bize ilk önerilen şey, Rize Kale'sine çıkıp
kenti seyretmekti. 150 m. yüksekliğinde doğal bir yükselti
üzerinde kurulu olan bu kale (yapılış tarihi bilinmiyor), şehir
merkezinin güneybatısında yer almaktadır. Giriş kapısı doğudan
olan Kale içinde yapacağınız kısa bir turla bütün kenti ve
çevredeki dağların eteklerinde kurulu köyleri görebilirsiniz.
Yemyeşil bir kent olan Rize, çay tarlalarının kıskacı altında
doğal renginden daha yüzyıllarca ödün vermeyecekmiş görüntüsünü
sunuyor yabancı gözlere. Kale içinde mezarı bulunan eski
milletvekili ve belediye başkanı Ekrem Orhon, sahil şeridi
olmayan kente yaptırdığı dolgularla nefes aldırmış ve
hizmetleriyle Rizelilerin gönlünde saygın bir yer edinmiş.
Kale'de dinlenirken gezimizin programını gözden geçiriyoruz.
Tuttuğumuz notlarda, tarihi değeri olan eserlerin kıtlığı
nedeniyle, etrafımızı saran Rizelilerin önerilerini dikkate alıp
hedef belirliyoruz: Hayden, hayden, dağlara, yaylalara...
Yaylalara çıkacağız ama yağmur yakamızı bırakmıyor. Onu da
yanımıza alarak yörenin en ünlü yaylası ve turizm merkezi olan
Ayder'e doğru yola çıkıyoruz.
Yaylacılığın Karadeniz'de yüzyıllara hatta bin yıllara varan bir
geçmişi olduğunu, bu geleneğin azalan hayvancılığa rağmen hala
yaşatıldığını biliyoruz. Anadolu'nun diğer yörelerinden farklı
olarak buralarda yaylacılık, yapılan törenlerle kutsanır. O
nedenle şenliklerin denk düştüğü tarihlerde yöre insanları
nerede olurlarsa olsunlar, işlerini güçlerini bırakıp yaylalara
gelir, dağlarla ve sevdikleriyle kucaklaşırlar. Bugün öyle hale
gelmiş ki, neredeyse her yaylanın kendine özgü şenliği ve tarihi
var.
Ayder Yaylası, Çamlıhemşin ilçesine bağlı dört köyün ortak
yaylasıymış. Bu köyler; Güroluk, Kaplıca, Aşağı Şimşirli ve
Yukarı Şimşirli'dir. İlçenin l9 km. güney doğusunda l350 m.
rakımlı bir mezrada kurulu olan Ayder'e, Pazar ilçesinden
sürekli dolmuş kalkmakta. Aynı yolu izleyip Pazar üzerinden
Ayder'e varıyoruz. Sıcak kaplıcalarıyla ünlü olan bu yayla
oteller ve pansiyonlarla dolu olduğu için turist akınına
uğramış. Termal tedavi için gelenler çoğunluğu oluşturmakta.
Yaylada her türlü olanağı bulabilirsiniz; PTT, fırın, bakkallar,
kahvehaneler ve lokantalar modern bir turizm merkezi görüntüsü
veriyor. Ayrıca Kaçkarlara yapılabilecek bir tur için de en
uygun güzergah burasıdır. Bu güzergah üzerinde çeşitli
yaylalarla karşılaşıp kamp kurma olanağı bulabilirsiniz.
Geleneksel yayla evleri ahşaptır. İki katlı olanların alt kısmı
taştan yapılmış olup ahır olarak kullanılmaktadır. Çatıları
genellikle saçla örtülüdür. Doğal yapıyı koruma amacıyla beton
binalara izin verilmemekte, hatta mevcut evler yabancı
işletmecilere kiralanmamaktadır.
Rize'de görülmesi ve gezilmesi gereken onlarca yayla ve dağ
etekleri var. Ancak tesis ve konaklama olanaklarından yoksun
olan bu yerlerde yalnızca çadır kurabilir veya günübirlik turlar
atabilirsiniz. Örneğin; Çağırankaya Yaylası, Anzer Yaylası
(balıyla ünlüdür ve bu yılki kilo fiyatı 40 milyon liradır), Çat
ve Elevit Yaylaları, Aşağı Kavron ve Yukarı Kavron Yaylaları,
Avesor Yaylası mutlaka görülmesi gereken, eğer Kaçkarlara
çıkacaksanız zaten güzergahınızda olan yaylalardır.
Yürüyerek çıktığımız bu yaylalarda yüzlerce çeşit çiçek ve
bitkilere rastlıyoruz. Bu güzellik zor olan yürüyüş şartlarını
unutturuyor, belki daha da güzellerini görürüm umuduyla
direncinizi arttırıyor. Oturup düşününce, bölge insanlarının
mücadeleci ruhunun kaynağına indiğinizi anlıyorsunuz.
Coğrafyanın yarattığı zorluklar tarihe de yansımış, bu zor
koşullardan sıyrılabilmenin dayanağı yine aynı coğrafyanın
sunduğu güzellikler olmuş, her türlü olumsuzluklara karşın bölge
insanları bu güzelliklerin motivasyonuyla ayakta durmayı
becermişler.
Bundan iki bin yıl önce bugün Lazların yaşadığı bölge
Kolkhid/Kolhis olarak anılıyordu. Pontos Krallığı döneminde (M.Ö
298- M.S 63) Kolkhid satraplıktı (valilik) ve merkezi Phasis
(Çoruh) vadisiydi. Çoruh nehrine akan ırmaklarla dereler,
kumlarla karışık altın parçacıkları sürüklüyorlardı. Miletos
gemiciliğinin kahramanlık devrinde bunlar Kolkhid'e altın
memleketi şöhretini kazandırmıştı. O tarihlerde bütün Çoruh
vadisi iyi ekilip biçiliyordu. Moskhi dağlarının, nehrin
kenarında bulunan ön silsileleri, o zamanlar buğday tarlaları ve
bağlarla örtülüydü. Çeşitli nebatlar, sayısız arı kovanlarının
yanı sıra, nehrin yarattığı bataklıklarda kendir
yetiştiriliyordu.
Programımızın kılavuzluğunda Rize dağlarından ve yaylalarından
inip Artvin'e doğru yola çıkıyoruz. Kıyı şeridindeki Pazar,
Ardeşen, Fındıklı, Arhavi'yi geçip Hopa'dan içerlere dalıyoruz.
Dağların eteklerinden seyrine doyum olmaz bir yolculuğa
başlıyoruz. Bir süre sonra bütün ihtişamıyla Çoruh nehri
karşımıza çıkıyor. Baharın ilk günleri olduğu için çok hızlı
akıyor. Ormanların arasından bir yılan gibi kıvrılagelen nehir,
bize kendinin ve çevresinde bir zamanlar yaşamış olan kavimlerin
tarihini anımsatıyor.
Kolkhid'de zengin ormanlar, Kafkas'ın sırtlarına yaslanıyordu.
Pontos Kralı Mithridates Eupator, donanmasını yapmak için
reçineyi, zifti ve en iyi malzemeyi buradan getirtiyordu.
Ağaçlarla yüklü sallar Çoruh'tan aşağı iniyor, kesilmiş kütükler
başka ırmaklarla da denize indiriliyordu.
Kolkh adının, eskiden Phasis /Çoruh ovasında yaşamış olan
çalışkan bir kavme ait olduğu anlaşılıyor. Eski Yunanlı yazarlar
bu eski kavmin eşkalini bize soluk benizli, kıvırcık saçlı,
şişkin uzuvlu, sert sesli insanlar olarak tanıtmışlardır. Bu
insanların çoğu sahil bataklıkları ortasında, kazıklar üzerine
kurulmuş meskenlerde oturuyorlar, sünnet adetini uyguluyorlardı.
Arslanların taşıdığı bir taht üzerine oturmuş, elinde bir def
tutan bir kadın tanrıya tapıyorlardı. Başlıca zanaatları kendir
yetiştirmek ve işlemekti. Kendirden yaptıkları kumaşları ihraç
da ederlerdi.
Kolkhid'de, asıl Kolkh'lerden başka üç grup insan daha
bulunuyordu. Güney tepelerinde, Kolkhid ve İberia arasında
parçalanmış eski Meşek kavmininin artığı olan Mosk'lar
yaşıyordu. Bunların zenginliği ve gücü ile ünlü bir tapınakları
vardı. Burada koç kurban edilmesi yasaktı.
Çoruh/Fase sahillerinde, Kafkas eteklerinde ve ileri
silsileleriyle ayrılmış yüksek vadilerde birbirlerinden ayrı
olarak bir kısmı Sarmatlara mensup birçok kabileler
yaşıyorlardı. Bu kabilelerin bir çoğu güzellikleriyle ün
salmışlardı. Ahamaniş saraylarının haremleri bu kabilelerden
alınan kızlarla dolardı. Birbirleriyle temaslarının az olması
yüzünden lehçeleri farklıydı. Bu dağlıların tuzlarını
sağladıkları Dioskurias/ Sohum pazarında an az yetmiş dil
işitilirdi.
Laz'lar, Pontos Krallığı döneminde henüz Kafkas'lardan batıya
doğru inmemişlerdi. Lazların, bütün bu sahilde etnik bakımdan
köklü değişikliklere ve Kolkhid adının haritadan silinmesine
sebep olan göçleri, Roma imparatorlarından Augustus ile Neron'un
saltanatları arasında gerçekleşmiştir. O dönemde Laz'larla
birlikte Sanejler (Saneges) de Kolkhid'e gelmişler.
Kolkhid'deki üçüncü grup da sahilde Dioskurias ve Fasis
kolonilerini kurmuş olan İyonyalılardı. Bu kolonilerden
birincisi Kafkas kavimlerinin büyük pazar yeri olan Fase'nin
çevresinde, nehir, göl ve deniz arasında kurulmuştu. İkincisi
ise Kolkhid ürünlerinin ihraç limanı ve Hint ticaret yollarından
birinin son noktasında inşa edilmişti.
Laz'lar, Çoruh çevresinde yaşıyorlardı. Arrianus'un anlatımına
göre Trabzon'dan Dioskurias'a (Sohum) kadar olan alanlarda
yaşayan kavimler sırasıyla söyle: Tzan'lar, Makhelon'lar,
Heniok'lar, Zydrit'ler, Laz'lar, Apsil'ler, Abaj'ler (Abaskes),
Sanej'ler.
Tarihe yaptığımız gezintiden günümüze, Çoruh'u izleyip Artvin
iline geliyoruz. Bir dağın yamacında, neredeyse doksan derecelik
bir eğimde kurulu olan bu kent sanki kaçak bir kasaba
görünümünde. Kırk yıl düşünseniz böylesine dik bir yerde kent
kurulabileceğini aklınıza getiremezsiniz.
Otobüsle tırmanarak çıktığımız Artvin'de, önceden aldığımız
tavsiye üzerine çay içmek ve il hakkında bilgi almak için Cennet
Pastanesi'ne uğruyoruz. İçtiğimiz çay kadar sıcak bir ilgiyle
karşılanıyoruz. Bir Artvin gönüllüsü olan pastane sahibi Neşe
Karahan, bize günün konusu olan altın madenciliği hakkında
bilgilendirdi. Gördükki Altın Post diyarında, söz konusu maden
hala önemini korumakta, Artvin ve çevresinde önemli bir ekonomik
potansiyel yaratmaktadır. Ancak Bergama'daki gelişmeler yöre
halkını ürkütmüş. Üstelik bulunan altın damarı Hatila Vadisi
diye adlandırılan Milli Park alanında. Dolayısıyla olayı çevre
sorununa indirgeyip madenciliğe karşı muhalefet bayrağı
açmışlar. Kiminle konuştuysak hep aynı konuyla karşılaştık.
Artvinliler bu sefer altınlarını Argonatlara kaptırmayacaklar
gibi görünüyor.
Artvin'i gezerken yolumuz Kafkas Üniversitesi'ne düşüyor.
Belediye Başkanı Seracettin Yazgan'ı, Üniversite'nin Dekanı
Prof. Dr. Yılmaz Öztan'ın yanında buluyoruz. Hararetli bir
şekilde Üniversite'ye tahsis edilen yeni alanı ve ona ait
projeleri tartışıyorlar. Bugün yalnızca bir Orman Fakültesi olan
Kafkas Üniversitesi geleceğe umutla bakıyor. Bu arada Yılmaz Bey
eşliğinde fakülteyi gezerek bilgilendiriliyoruz. Kuruluş tarihi
l993 olan Üniversite, 96-97 eğitim sezonunda 103 öğrenciyi konuk
etmiş. 3 profesör ve 5 doçent kadrosuyla KTÜ'yle paslaşarak
eğitimini sürdürmekte. Ayrıca üniversite içinde öğrencilere yurt
olanağı şağlanmış. Karadenizin genelinde olduğu gibi burada da
tüm binalar ve donanımlar Artvinlilerin katkılarıyla
gerçekleştirilmiş.
Artvin'de dikkatimizi çeken bir konu da konuşulan dillerin
çeşitliliği. Türkçe'nin yanısıra, Gürcüce, Lazca, Hemşince olmak
üzere dört dilli bir kentte olduğumuzu anlıyoruz. Türkçe'yi de
herkes kendi aksanına göre konuşuyor ve kulağınıza başka
yerlerde rastlayamayacağınız kadar hoş sesler yansıyor. Bu
çeşitlilik halk oyunlarına da de yansımış. Sıkı durun: Bugün
Artvin'de tam yetmiş farklı oyun, yetmiş farklı isimle
oynanmaktadır. Bir zamanlar yetmiş dil ve lehçenin konuşulduğu
bölgede dil sayısı dörde inmiş, ama oyunlardaki zenginlik olduğu
gibi korunmuş.
Türkiye'de genel olarak Karadenizliler, Lazlar olarak
tanımlanırlar. Hatta mubadele sırasında Yunanistan'a göçen
Karadenizli Rumlar da uzun süre Yunanlılar tarafından -farklı
ırktan olduklarını vurgulamak için- aynı şekilde tanımlanmışlar.
Oysa Lazlar, Doğu Karadeniz'in küçük bir coğrafyasında dağınık
olarak bulunmakta ama kendilerine özgü dilleri ve kültürleriyle
varlıklarını sürdürmektedirler. Somutlarsak; Rize'nin Pazar,
Ardeşen, Fındıklı, Artvin'in Arhavi ve Hopa ilçelerinde
yaşadıklarını söyleyebiliriz. Rize ve Artvin illeri cumhuriyetin
ilk yıllarında bir ara Çoruh vilayeti olarak birleştirildi. Daha
sonra 20 Nisan l924'te ayrı birer il oldular.
Lazların yaşadığı ilçelerin hepsi deniz kıyısında kurulu
yerleşim merkezleridir. Dolayısıyla denizle sıcak bağlantıları
vardır. Ancak dağlarda yaşayan ve hayatında hiç deniz görmemiş
Lazlar da mevcuttur.. Onlar Kaçkarların eteklerindeki köylerde
yaşarlar, kıyılardakilerin aksine denizcilik değil, tarımla
uğraşır, yaylacılık yaparlar.
Lazların yoğunlukta olduğu Rize ve Artvin illerinin iklim
şartları yöre insanının yaşam tarzlarını belirleyen en önemli
etkendir. Kıyı şeridinde karasal iklim hakimdir. Bol yağış alan
bu bölge (Arhavi 2800 Kg/m2) zengin bir bitki örtüsüne sahiptir.
Bahar ve yaz aylarında sayısız bitki türüyle, renk
kataloglarında göremeyeceğiniz kadar çeşitli renkte çiçeklerin
süslediği dağlar ve yaylalar, insanlarını her zaman sevgiyle
kucaklamaya hazırdır.
Doğu Karadeniz Bölgesi, Doğal Yaşlı Ormanlar' ıyla ünlüdür. Bu
ormanlar, son buzul çağından beri varlıklarını devam ettiren,
her hangi bir müdahaleyle karşılaşmamış, doğal gelişim ve
olgunluğunu serbestçe yapmış yaşlı ve olgun ağaçların çoğunlukta
olduğu ormanlardır.
Ağaç türleriyse bir zenginliğin ifadesidir; ladin, kestane,
gürgen, akçaağaç, kızılağaç, karaağaç, kayın, göknar, sarıçam
yalnızca bildiklerimizdir.
Ağacın bol olması doğal olarak ağaç işçiliğine yol açar. Yöreyi
gezerken usta ellerden çıkmış birçok ahşap evin güzelliği ve
doğaya uyumluluğuna şaşmayın; çünkü Lazlara göre ustalık, doğayı
ve yaşamı güzelleştirmek demektir. Ayrıca belirtelim; bölgede
bitişik nizam evler göremezsiniz. Bunu birbirlerine olan
sevgisizliklerine değil, özgürlüklerine ve özel yaşamlarına olan
düşkünlüklerine verin.
Deniz kıyısına inin, belki eski (Kuvay-ı Milliye'ye silah
taşıyan) güzelim ahşap Laz takalarını, Arhavili İsmail'i
göremeyeceksiniz, ama hala hamsilerin yolunu gözlemekte olan,
gözleri çakmak çakmak, ağ örerken türkü söyleyen Temel Reis'leri
görebilirsiniz:
"Kayığı attım suya
Gideyi siya siya
İşler iyi gitmedi
Hasret kalduk hamsiya"
Bugün beş ayrı ilçede yaşayan Lazlar, aynı dili beş ayrı lehçede
konuşurlar. Rize'nin Pazar İlçesinde rastladığımız Papatya
köyünden Ahmet Atalay'la Lazlar üzerine yaptığımız sohbette
ilginç saptamalarımız oldu. Eski kemençecilerden -Lazlar
genellikle tulum çalar- Atalay, emekli olduktan sonra bugün
İstanbul'da emlak komisyonculuğu yapmaktadır. Lazlığı kabul
etmekle birlikte Gürcistan'da yaşayan ve Lazlarla benzer dili
konuşan -Sarp sınır kapısı açıldıktan sonra yüzleştikleri-
Hıristiyan Mengrellerle akrabalığı kabul etmemektedir.
Kendisine, Lazların buralara nasıl geldiklerini sorduğumuzda
yaşlılarından duyduğu şu kısa öyküyü aktarır:
Adamın biri yeni yerler görmek amacıyla yola çıkar. Sırtında
azığı ve katığı vardır. Yolculuğu esnasında güzergahındaki bir
eve su içmek amacıyla yanaşır ve evdekilerin daveti üzerine
içeri girer. Adam su içerken evdekiler torbasını boşaltıp içine
ne zamandır kurtulmak istedikleri kediyi koyarlar. Yeniden yola
çıkar ve bir dağ başına geldiğinde acıkır. Torbasını açtığında
kedi kurtulur ve kaçar.
Kedi yeni ortamına kolay alışır ve avcılıktaki hünerini
bölgesindeki hayvanlara hissettirir. Bölgedeki hayvanlardan
Tilki, Domuz ve Ayı aralarında sohbet etmektedirler. Tilki,
kendi av alanında daha önce hiç görmediği kediyi diğerlerine
şikayet eder. "Buralarda acayip bir hayvan türedi, avlarımı
benden önce yakalayıp yiyor", der. Ayı:"Nasıl bir şey", diye
sorar. Tilki de:" Ne bileyim, kamçı kuyruklu, mevlam bıyıklı bir
şey", der. Kediyi yakalamak amacıyla gece ateş yakarlar ve
çevredeki çalılıklara saklanarak beklemeye başlarlar.
Bekledikleri olur ve kedi ateşe yanaşarak etrafını dolaşmaya
başlar. Bu arada kediyi gözlemekte olan Ayı'nın heyecandan nefes
alışları sıklaşır ve çalılıkların kıpırdamasına neden olur.
Çıkan sesten yeni bir av anlamını çıkaran kedinin çalılıklara
saldırmasıyla Ayı ağaca, Domuz mağarasına, Tilki inine doğru
kaçar. Ondan sonra bu bölgenin hakimi kedi olur.
Lazları tasvir eden bu kısa öykü çok da abartılı değil. Halen
sürdürülen ve eylül/ekim aylarında bıldırcın akımıyla alevlenen
atmacacılık geleneği buna en canlı örnektir.
Hopa ile Pazar arasındaki alanda yapılan bu avcılık Laz'lar için
bir tutkudur. Özgürlüğüne olabildiğince düşkün avcı bir kuş olan
atmacayı yakalamak Lazlar'a müthiş zevk verir. Ayrıca, atmacalar
peygamber koltuğundan geçtiği için insana yakın kuşlar olarak
bilinir ve saygı görürler. O nedenle her yıl Arhavi'de atmaca
festivali düzenlenmektedir.
Atmacaların yuva kurup yavru yetiştirmesi, diğer kuşlar gibi
mart ayında başlar, Ağustos ayından itibaren de sıcak yörelere
göç ederler. Bir yıl sonra yine aynı aylarda geri dönerler. Yuva
yapılan yerler suya yakındır.
Atmacanın av yapanı, ava götürüleni dişisidir. Dişisi kuluçkaya
yattığı günlerde erkeği tarafından beslenir. Erkeği dişisine
oranla küçüktür ve avcılıkta dişisi kadar becerikli değildir.
Laz'lar atmacayı avlamak için ilk önce onu aldatabilen kuşu ğaço
(Ceceron) yu yakalarlar. Ğaço'yu yakalamak için de ğapa adlı
dışkı böceği kullanılır. Ğaço bir haftalık sürede ava hazırlanır
ve önceden hazırlanan tuzağın içine konur. Tuzağın içinde
bacağından bağlı olarak çırpınırken, yukarıdan gelecek tehlikeyi
görmemesi için gözlerinin üstüne deriden ya da ikiye bölünmüş
bir karayemiş çekirdeğinden kapak yapılır ve gözlerinin üstüne
sımsıkı yapıştırılır.
Atmacalar için geçiş yerlerine birbirini kesen iki çubuğun
arasına sarılan bir ağın yan tarafında yer alan ğaço'nun
çırpınışlarıyla oluşturulan bir tuzak hazırlanır. Atmacalar,
300-500 metre yüksekliklerden avını gözüne kestirdiğinde hiçbir
engeli düşünmeden yere pike yaparlar. Ağa takıldıklarında
avcılar tarafından zedelenmeden çıkarılırlar. Baş ve kuyruk
dışarda kalacak şekilde mendille bağlanıp kaçmamaları sağlanır.
Bir süre tuzsuz et ve tavuk yumurtası ile beslenir.
Yakalanan atmacalar tüylerinin renklerine göre yirmiden fazla ad
alırlar. Örneğin: İspiri, beyaz açık kara, büyük kara, ufak
kara, boz kara, kelboz kara, boz kızıl, pakboz kızıl, küllü boz
kızıl, çita kızıl, çam kızıl, uça çam kızıl, çita kara, sarı,
açık sarı, yanmış sarı v.b.'dir. Ama, Atmacaların piri, Sarı ile
İspiri'dir.
Atmacalar kolda taşınmaya alıştırılırken ayaklarına ve kuyruğuna
çıngıraklar takılır. Her avcının atmacasına taktığı çıngırağın
sesi farklıdır. Bazı avcılar çıngırağın kuyruğuna bağlanan meşin
parçasına adlarını yazarlar. Artık atmacalar bıldırcın avı için
hazırdır ve Laz'lar için keyifli günler başlamıştır.
Artvin ve özellikle yaban hayvanlarının at oynattığı Kaçkarlar
kara avcılığına çok uygundur. Ancak bu bölgelerde avlanmak izne
bağlıdır. Artvin'deki Milli Parklar Baş Mühendisliği'nde konuyla
ilgili Ercan Yeni'yle yaptığımız söyleşide, yapılan avcılığın,
türlerin korunmasına yönelik bilimsel çalışmalarla
yönlendirildiğini öğrendik. Örneğin 25.000 hektar avlak alanında
l996 yılı tesbitlerine göre 40 Dağ Keçisi ve 100 Ayı avlanmasına
izin verilmiş. Ayrıca av hayvanlarında gelir elde etmeye yönelik
fiyatlandırmalar yapılmış. Buna göre: Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi
için 1.000 $, vurulduğu köye 200 $, Ayı için 3.500 $, vurulduğu
köye 500 $, Yaban keçisi için l.650 $, Vaşak için 1.500 $, Kurt
için 250 $, Yaban Domuzu ücretsiz ancak günlük olarak 75 $
alınmış. Av Turizmi olarak değerlendirilen bu çalışmadan geçen
yıl yaklaşık 40.000$ gelir elde edilmiş ve 60 yerli/yabancı avcı
yöreye gelmiş.
Lazlar'ın arasında gezerken, yörelerindeki yüzyılların geleneği
olan kendir bezi dokumacılığının izlerini aradık. Gördük ki,
yalnızca yaşlıların anılarında kalan bir gelenek olarak kalmış.
Laz'lar, Kolkh'lardan devraldıkları bu geleneği otuz yıl
öncesine kadar sürdürmüşler, ama göçler ve farklı tarım
ürünlerine ağırlık verilmesi nedeniyle kendir üretimine son
vermişler. Yakın zaman kadar Rize Bezi adı altında ketenden
yapılan kumaşlar satılmaktaymış. Ama gelişen teknoloji, ilkel
yöntemlerle yapılan bu üretimi sona erdirmiş. Oysa bu gelenek
yine Karadeniz'in bir kıyı kasabasında ama onlardan çok uzakta
olan Şile'de, Şile Bezi adı altında sürdürülmekte, üstelik
azımsanmıyacak oranda gelir elde edilmektedir. İşsizliğin kol
gezdiği Karadeniz'de böyle bir olanağı yeniden elde etmek çok
zor olmasa gerek.
Karadeniz deyince akla ilk önce Lazlar geliyor demiştik.
Karadeniz'in Atmacaları'yla ilgili söylentiler, fıkralar,
yaşanmış öyküler -ki bunları onlar yayar- , anlatanın da
dinleyenin de yaşama sevincini artırır. Gezimizi yine onlarla
ilgili bir fıkrayla sona erdirelim:
Geminin kaptanı ölür. Karadenizlidir diye Hemşinliyi kaptan
yaparlar. Bir süre sonra gemi karaya oturur:
"Ne yaptın Kaptan?"
"Ne yapayım, deniz bitti!"
EK:
Lazlarda Kendir Etimolojisi
Kendir, buğday ve arpa kadar eskiden yetiştirilen bir bitkidir.
Taş devrine ait buluntuları ve M.Ö. 4000 yılında Mazopotamya'da
ziraatinin yapıldığı bilinmektedir. Eski Mısırlılar da
mumyalarını keten bezine sararlardı.
Kendirin Homeros'un, Odysseia destanında da saygın bir yeri
vardır:
" Götürdü Athena'yı bir tahta oturttu,
İşlemeli güzel bir keten örtü serilmişti üstüne"
mçepi : kendir
tipum : kendiri yapraklarından sıyırma işi
purki : çiçek, kendir çiçeği
suleri : kendir lifleri
klinckhi : liflerin dövülmüş ve kesilmiş hali
kopali : kendir tokmağı
pkheni : kendir ipliklerini saran fırıldak
uskuli : taranmaya hazır kendir lifleri
onskheci : tarak
stupa : bildiğimiz ustupi
anamidi : kesik koni şeklinde kendi ekseni etrafında dönebilen
bir araç
tsahra : iplik sarmaya yarayan bir araç
makoci : mekik
dihali : oturak
zemci : ipliklerin bağlı olduğu bez dokuma tezgahı
cebazginaşa : pedal
oberivurtsi : domuz kılından yapılan fırça
tsuristi : fırıldağın (pheni) altındaki ağırlık
roka : taranmış kendirin sarıldığı araç
masuli : mekiğin boyuna göre yapılan uzun çubuk
kasari : yıkama işi
tasi : tohum
pitemi : ağaçtan metre şeklinde bir araç (45 cm)
rokopoli : iplik eğirme işlerinde kullanılan şamdan benzeri bir
araç
Ayrıca Oku
LAZLARIN
GERÇEK TARİHİ
Arhavi
ilçesi halk oyunları
Arhavi ve Artvin
Halkoyunu kıyafetleri
LAZLAR, Laz
kültürü, laz halkı, laz tarihi
KARADENİZ
UŞAKLARI
Cinler ve
periler
Karakoncoloz
nedir
Arhavi ve Artvin
Halkoyunu kıyafetleri
Artvin halk oyunları
Artvin
Barı mı? Ata barı mı? Ermeni Barı mı?
Bar, Erzurum, Bayburt,
Gümüşhane, Artvin, Erzincan barları
Karadeniz
horonları , horan, horom ve hora kelimeleri
Lazlarda Evlilik
Gelenekleri, Evlilik, düğün, nişan
LAZİSTAN ETNOGRAFYASI,
Lazlar ve Laz kültürü
Karadenizin Atmacaları
Lazlar
Murgul Gürcülerinde
Halk İnanışları
Lazonada Bahar senligi:
Pagaralar
GELENEKSELLİK
VE MODERNLİK BAĞLAMINDA RİZE'DE DİNİ HAYAT
RİZE HALK OYUNLARI, Rize
horonları
Kolhis, Tanrılar diyarıTürk Halk Oyunları
A -
B -
C - Ç -
D -
E -
F - G - H -
I - İ -
K -
L -
M -
N -
O -
P -
R -
S -
Ş - T -
U -
V -
Y -
Z |
|
| |