GELENEKSELLİK VE MODERNLİK
BAĞLAMINDA RİZE'DE DİNİ HAYAT
Ali AKDOĞAN
Giriş
Geleneksellik ve modernlik
tartışmaları uzun bir süredir insanlığın gündeminde
bulunmaktadır. Aslında bu tartışma farklı şekillerde ve adlar
altında daha önceki dönemlerde de yapılmıştır. Ancak geleneksel
ve modern kavramları çerçevesinde yapılan tartışmalar, Batı
kaynaklı olup, Batı toplumlarında başlamış ve batı dışı
toplumlara da yansımıştır. Diğer alanlarda olduğu gibi bu konuda
da Batı, tartışmaların merkezi konumunda bulunmaktadır.
Gelenek kelimesi, sözlük anlamı
olarak, devretmek, teslim etmek anlamlarına gelmektedir.
Dolayısıyla gelenek, geçmişe ait olanların yaşanan çağa
aktarılması ve devam ettirilmesi anlamlarına gelmektedir. Bunun
nasıl devam ettirileceği, yaşanan hayata nasıl ve hangi
boyutlarda aktarılacağı ise ayrı bir inceleme konusudur. Ama
bilinen ve aşikâr olan husus, geleneğin geçmişe aitliği ve onun
bugün yeniden oluşturulması ve yaşam alanına katılması olarak
belirmektedir.
Modern kelimesi ise günümüze, çağa
ait olan, onu çağrıştıran gibi anlamlara gelmektedir. Bundan
dolayı modern kelimesi, eski ve geleneksel olana karşı yeni
olanı ifade etmektedir. Dolayısıyla modern kavramının referansı
içinde yaşanılan zamana bağlı olarak şimdiyedir.
Geleneksellik ve modernlik
kavramları farklı iki anlam dünyasını içermektedir. Bunlardan
birisinin referansı eskiye, geçmişe ve tarihe olurken, diğerinin
referansı yeni, çağdaş olan bugünedir. Dolayısıyla tartışma da
tam bu noktada başlamaktadır. Geleneği savunanlar, hayatın
anlamının geçmişi yaşatmakla, onu bir şekilde bugüne taşıyıp
devam ettirmekle elde edilebileceğini düşünürken, modernler ise,
geçmişin artık geçmiş ve eski olduğunu, bugüne ait olmadığını,
bugün yeni ve çağdaş olana yönelmenin gerekliliğini iddia
etmektedirler.
Geleneksellik ve modernlik
tartışması ekonomiden siyasete, kültürden sanata, aileden dine
hayatın hemen her alanında görülmektedir. Burada ortaya çıkan
sorun, bugünün hangi şartlarda ve nasıl yaşanacağı ve bunu
belirleyen paradigmanın neler olabileceği noktasında
düğümlenmektedir. Geleneği savunanlar, bir yandan geçmişi
yücelterek devamlılığını isterken, diğer yandan da bugünün
geçmişle daha anlamlı olacağı ve sorunların çözümü konusunda
geleneğin gücünden yararlanılmasının gerekliliğini
vurgulamaktadırlar. Hatta yaşanan sorunların geleneksizlikten
kaynaklandığını, geleneğe bağlanılması durumunda sorunların
üstesinden daha kolay gelinebileceğini düşünmektedirler.
Modernlik taraftarları ise, gelenek taraftarlarının aksine,
gelenekten kurtulmanın bir gereklilik olduğunu, bugünkü
sorunların da geleneğe bağlılıktan kaynaklandığını
düşünmektedirler. Dolayısıyla sorunlar karşısında yeni çözümler
üretmenin gerekliliğini, bunun da bugünkü çağdaş düşünceyle
ancak mümkün olabileceğini iddia etmektedirler. Bu düşünceler
çerçevesinde geleneksellik ve modernlik tartışmaları bitmeyecek
bir süreç olarak devam etmektedir. Bu tartışmalar din alanında
da kendisini göstermektedir. Bize öyle geliyor ki insanlık
hayatı devam ettiği sürece, eski ile yeni, gelenksel ile modern
arasındaki tartışma bitmeyecek, her dönem farklı şekil ve
boyutlarda devam edecektir.
Geleneksellik ve modernlik
tartışması ülkemizde de yaşanan, hâlâ da yaşanmakta olan bir
durumdur. Dini hayat da bu tartışmalar çerçevesinde bir şekilde
değerlendirilmektedir. Öyle ki dini inanç, ibadet ve dinin
sosyal boyutu geleneksellik ve modernlik çerçevesinde
tartışılmaktadır. Zira din, bir takım öğretilere sahip
olduğundan geçmişle ilişkili bir boyut taşımaktadır. Zaten dini
alanla ilgili yapılan tartışmalar da dinin nasıl ve hangi
boyutlarda devam ettirilmesi ya da ettirilmemesi noktasındadır.
Bir başka değişle din, geleneksellik ve modernlik bağlamında
hayatın neresinde durmakta ve nasıl bir anlam ifade etmektedir.
Bütün bunlar dini hayat söz konusu olduğunda gündeme gelen
tartışma konularıdır. Ama bilinen ve yaşanan bir olgu olarak
din, insanlık tarihinin her döneminde hatta insanların
yaşamlarında farklı biçim ve şekillerde de olsa varlığını devam
ettiren sosyal bir fenomendir. Burada tartışılması gereken
dinin, insan ve toplum hayatındaki anlamı ve yeri nedir? Eğer bu
bir ihtiyaçşa, nasıl ve hangi boyutlarda devam ettirilmelidir?
İnsan ve toplum açısından zorunlu bir ihtiyaç olarak beliren
din, insanın inanma ihtiyacına karşılık geldiğinden modernliği
de yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla din, bir yandan
geleneksel, diğer yandan da modernliği ilgilendiren bir anlama
sahiptir. Zaten yapılan tartışmalar da bu iki alanın kesiştiği
noktada ortaya çıkmaktadır.
Geleneksellik ve modernlik
bağlamında dini hayatta yaşanan değişimi görme açısından Rize
ili önemli bir örneklik teşkil etmektedir. Öyle ki Rize ilinin
ahlaki ve dini yapısı incelendiğinde, Osmanlı döneminden
günümüze ahlaki ve dini bir atmosferin bulunduğu görülmektedir.
Sosyal hayatın işleyişinde önceleri daha etkin olan dini
hayatın, özellikle modernleşme sürecine bağlı olarak, son
dönemlere doğru kısmen zayıfladığı ya da farklılaştığı
belirtilmektedir. Daha önceki dönemlerde bölgede geleneksel ve
dini değerlerin insanların yaşamı üzerinde doğrudan etkili
olduğu, sosyal işleyişi belirlediği, son dönemlerde ise
geleneksel yapıda kısmi kırılmaların ve farklılaşmaların
yaşandığı ifade edilmektedir.
Rize ili geleneksel ve modern
değerlerin bir arada yaşaması açısından da farklı bir örneklik
oluşturmaktadır. Öyle ki bir yandan geleneksel değerler
varlığını devam ettirip, insanların hayatlarında belirleyici bir
rol oynarken, diğer yandan da modern olarak tanımlanabilecek
faktörler yaşam alanına girmektedir. Bu faktörler aynı insanın
yaşamında da görülebilmektedir. Yani bir kişi hem geleneksel hem
de modern unsurları hayatına yansıtabilmektedir. Hatta bu iki
alanın uzlaştırılması şeklinde bir görünüm de ortaya
çıkabilmektedir. Aslında bu yapı toplumun geneli için de
söylenebilir. Bir yandan geleneksel değerler, diğer yandan da
modern unsurlar toplumsal hayatta varlığını devam ettirmektedir.
Gelenekselliğin ve modernliğin bir arada, uzlaşma içerisinde
yaşaması bakımından Rize ilinin sosyolojik görünümü ayrı ve
farklı bir anlam taşımaktadır.
Biz yukarıda tasvir etmeye
çalıştığımız Rize ili ile ilgili panoramayı, il merkezinde
toplumun farklı kesimlerinden seçtiğimiz örneklemle yaptığımız
mülakatlar çerçevesinde ortaya koymaya çalıştık.
a. İnanç açısından Rize
Dini değerlere inanma bakımından
Rize ilinde yaşayan insanların inançlı ve dini değerlere bağlı
olduğu görülmektedir. Özellikle Allah inancı söz konusu
olduğunda, toplumda güçlü bir dini inanç bulunmaktadır. Bununla
beraber dinin diğer kutsallarına da benzer şekilde inanç söz
konusudur. Fakat dini inancın içeriği ve nasıllığı farklı anlam
ve boyutlar taşımaktadır. Bilinen ve kabul edilen ortak değer,
kutsal fenomenlere inanma bakımından toplumda ortak bir duygu ve
düşüncenin olduğudur. Bu bağlamda Rize ili inançlı insanların
yaşadığı, muhafazakar bir görünüme sahiptir.
Dini inanç açısından söz konusu bu
görünümün önceleri daha belirgin olduğu söylenmektedir. Bu
kanaatte olanlar, daha çok toplumun orta ve üst yaş grubundan
oluşmaktadır. Onlar Rize ilinin geçmişte daha dindar olduğunu ve
her geçen gün bunun azaldığını ifade etmektedirler. Bununla
beraber, dış görünüşün dindar olduğunu düşünenler de
bulunmaktadır. Onlara göre ise bu dindarlık, görünüm dindarlığı
olarak ifade edilmektedir. Yani bilinçli, farkında olarak inanma
anlamında bir dindarlıktan söz etmenin zor olduğu
kanatindedirler. Toplumun diğer bir bölümü ise Rize'nin inançlı
ve dindar bir halkı bulunduğunu düşünmektedirler. Onlara göre
Rize, dini inanç ve değerlere bağlılık bakımından Türkiye'nin
önde gelen illerinden birisi hatta birincisi olarak
düşünülmektedir.
Sosyolojik açıdan bakıldığında da
Rize ilinin dini inanç değerlerine bağlı, en azından inanan bir
toplumsal dokuya sahip olduğu görülmektedir. Toplumun cinsiyet,
yaş, sosyo-kültürel ve ekonomik dağılımı açısından geneline
bakıldığında kutsal değerlere inandıkları hatta savundukları
açıkça görülmektedir. Bizim 1995-1998 tarihleri arasında Rize'de
yapmış olduğumuz çalışmanın
sonuçlarıyla bugünü mukayese ettiğimizde, kutsal ve değerlere
inanma bakımından ilde bir değişimin olduğu görülmemektedir.
Yani Rize insanı son on yıllarda dini değerlerine inanmada
herhangi bir dejenerasyona uğramamıştır. Özellikle gençler
arasında da bu dejenerasyonun yaşanmadığını söyleyebiliriz.
Ancak kutsala olan inançla onun hayata yansıması bakımından bir
değişimin yaşandığı açıktır. Söylemek istediğimiz, Allah'a,
Kur'an'ı Kerim'e ve peygamberlere olan inanç konusunda toplumda
bir sorunun olmadığıdır. Zaten sosyal hayata bakıldığında dış
görünüşün dindar olduğu açıkça görülmektedir. İnsanlarla
konuşulduğunda da bu duygu ve düşüncelere ulaşma imkanı vardır.
Fakat genel kanaat Rize'nin eski Rize olmadığı şeklindedir.
Rize'nin eski Rize olmaması
konusunda farklı kanaatler bulunmaktadır. Bu konuda en genel
anlamda iki yaklaşımdan söz edilebilir. Birincisi
önceleri Rize'nin daha dindar olduğu, ilerleyen süreçte toplumun
dindarlığının zayıfladığı, gelenksel ve dini değerlerde bir
azalmanın olduğu kanaatidir. Onlara göre toplum, bir değişim
süreci yaşamaktadır. Önceki dönemlerdeki dini ve ahlaki inanç
değerleri büyük oranda zayıflamıştır, hatta her geçen gün daha
da zayıflamaktadır. Sözgelimi bu konuda mülakaatta bulunduğumuz
bir kişi (Erkek yaş 54), "Önceden kocakarı imanı diye bir şey
vardı. Bugün o da kalmadı. Bugün bir kısmı araştırıyor, bir
kısmı boş hatta bazıları dini hiçbir şeye katmak istemiyor"
şeklinde düşünmektedir. Yine ona göre "sokaktaki kavgada gençler
Allah'a, Kitab'a küfrediyor. Önceden dine küfredilmezdi. Önceden
sarhoş bile dine küfretmezdi." Yine mülakatta bulunduğumuz bir
kişi inanç konusunda, (Erkek yaş 50), "Bugün iman noktasında bir
sıkıntı var" diyerek, duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.
Diğer düşüncede olanlar
ise, önceki dönemlerdeki dindarlığın
geleneksel ve yüzeysel bir dindarlık olduğu, bilinçli ve bilgiye
dayalı bir dindarlık olmadığı kanaatindedirler. Onlar, bugünkü
dindarlığın ve dini değerlere inancın daha bilinçli olduğunu,
doğru olanın ve olması gerekenin de bugünkü dindarlık olduğu
şeklindedir. Yine bu kanaatte olanlar, gençlerden dine
yönelenlerin bilinçli yöneldiğini, bilerek-öğrenerek dini inanca
sahip olduklarını ifade etmektedirler. Örneğin mülakaatta
bulunduğumuz insanlardan bazıları (Erkek yaş 50'nin üzeri üç
kişi), "Gençlerde dine yönelenler bilinçli yöneliyor. Bilinçli
bir dindarlaşma var. Önceden ataerkil. Bugün az da olsa bilerek
öğrenerek yaşamaya çalışıyorlar. Camide küpeli, top sakallı
insanlar-gençler var" diye dini inanç konusundaki bilinçlenmeden
söz etmektedirler. Aslında toplumun genel kanaati, daha önceki
dönemlerde geleneksel bir dindarlığın olduğu ve toplumun
genelinin bu yapıya uygun davranmak durumunda bulunduğu
şeklindedir. Bugüne gelindiğinde ise sosyal ve kültürel hayatta
meydana gelen değişime bağlı olarak dini inanç ve değerlerde de
buna bağlı bir değişim süreci yaşandığı, dinin adeta geleneksel
formundan farklılaşarak, bireysel bir anlam ve boyut kazandığı
görülmektedir.
b. İbadet açısından Rize
Rize toplum yapısına bakıldığında,
camiler, Kur'an Kursları itibariyle dindar ve ibadetine bağlı
bir kent görünümündedir. İbadet denilince ilk akla gelen ve
dinin de en önemli emirlerinden olan beş vakit namaz kılma oranı
oldukça yüksektir. Öyle ki cemaatle camilerde kılma özellikle
öğle, ikindi ve akşam namazlarında daha yoğundur. Söz konusu
vakitlerde camilere bakıldığında bu açıkça görülmektedir.
Özellikle haftada bir kez kılınan Cuma namazında camiler adeta
dolmakta, yer bulma sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu belki
Türkiye'nin genel yapısında görülen bir durumdur. Ancak Rize'de
cami ve yaşayan insan sayısı dikkate alındığında bu yoğunluk
açıkça görülebilir. Ramazan ayında kılınan teravih namazlarına
da önemli bir ilginin olduğu görülmektedir. Bu ilginin önceki
dönemlerde daha yoğun olduğu, öyle ki önceki dönemlerde
köylerden arabalarla kentteki büyük camilere namaz kılmak için
gelindiği söylenmektedir. Ancak son dönemlerde bunun oldukça
azaldığı hatta gelinmediği ifade edilmektedir. Bunun sosyal,
kültürel ve farklı sebepleri olabilir. Ayrıca, kadir gecelerinde
yine camilere büyük ilgi gösterilmektedir.
Beş vakit düzenli namaz
kılmayanların önemli bir bölümü Cuma ve bayram namazlarına
gittiklerini ifade etmektedirler. Bütün bunlarla beraber kentte
ara sıra namaz kılanlar olduğu gibi hiç kılmayanlar da
bulunmaktadır. Ancak genel olarak, beş vakit, Cuma, teravih,
bayram namazı kılma konusunda genel bir ilginin olduğu
söylenebilir. Bu konuda mülakaat yaptığımız bir kişi (Erkek yaş
60), "Rize'lilerin genelde ibadete bağlılıkları var" demektedir.
Yine bu konuda bir başka kişi (Erkek yaş 48), "1970'li yıllarda
insanlar daha dindardı. Ama içi pek dolu değildi. Fakat onlar
daha samimiydi. İhlas ve samimiyetleri fazlaydı. Bugün bilgi
çok, bağlılık az. Dini hassasiyetlerde bir kaygı yok" şeklinde
değerlendirmektedir. Bu bağlamda yine bir başka kişi (Erkek yaş
40), "İbadet, kuru bir ibadet var. Camiye gidenlerin %90'ı
sahtedir." Biz kendisine bunun büyük bir rakam olduğunu ifade
ettiğimizde, bize "Az bile dedim." diyerek düşüncesini
açıklamaktadır. Dolayısıyla söz konusu kişi toplumda yaşanan
dejenerasyonu ifade anlamında böyle bir tepkide bulunmaktadır.
Bu bağlamda bir başka kişi (Erkek yaş 41), "Camiler doluyor ama
bilinçli olduğunu düşünmüyorum. Hayat bütünlüğünde dinin etkisi
görülüyor. Olay menfaate intikal ettiğinde iş değişiyor"
şeklinde kanaatini belirtmektedir. Yine ibadetteki samimiyetin
azalması bağlamında bir başka kişi (Erkek yaş 43 esnaf)
"Gösteriş için ibadet, eller bağlı gözler radar" şeklinde bir
düşünceyi ifade etmektedir. Namaz ibadeti ile ilgili bir başka
kanaat ise (Erkek yaş 55 emekli), "Önceden bir mahallede sabah
namazına kalkanlar çoğunlukta, bugün azınlıkta" diyerek, namaz
ibadetindeki azalmaya dikkat çekmektedir.
Namaz ibadeti konusunda geçmiş
dönemle bugünü mukayese bağlamında Rize'nin dini hayatında
önemli yeri olan emekli ve halen din hizmeti gören bir kişi'nin
tespiti bu ibadet alanında yaşanan değişimin görülmesi açısından
önemlidir. O (Erkek Yaş 70 üzeri emekli), "Önceleri eşkıya bile
namazlıydı" diyerek, bu ibadete bağlılığı anlatmaktadır.
Namaz ibadeti konusunda Rize ilinde
genelde bir bağlılığın olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu
ibadetin yapılışında ihlas ve samimiyet konusunda bir azalma
olduğu düşünülmektedir. Bunun da sosyal, kültürel, ekonomik ve
benzeri pek çok nedenleri olabilir. Ancak düşünülen genel kanaat
ibadetlerde samimiyetin azaldığı şeklindedir. Bunu temellendirme
anlamında mülakaatta bulunduğumuz bir kişi (Bayan yaş 43 esnaf),
"camilere gidilir, gösteriş, desinler, halbuki din vicdanen de
yaşanmalıdır" diye düşünmektedir.
Yaptığımız mülakaatlar ve
gözlemlerimiz namaz ibadetine kentte büyük önem verildiği
doğrultusundadır. Öyle ki görünüş itibariyle namaz ibadeti hemen
herkesi yakından ilgilendiren bir anlam ve öneme sahip
görülmektedir. Ancak toplumun genel kanaati bu ibadetin diğer
alanlara da olumlu anlamda yansıması ve toplumu daha yaşanabilir
kılması, birey ve toplumun duygu, düşünce ve davranışlarını
olumlu yönde etkilemesi şeklindedir. Zaten bütün yakınmalar da
görünüşteki dindarlığın davranışlar üzerinde görülmesi
konusundaki eksiklikte yatmaktadır.
Namaz ibadetinin dışında, oruç,
zekat, fitre, kurban, sadaka vb. ibadetlere de toplumda önem
verildiği görülmektedir. Bu konuda beş vakit namaz kılmayanların
bile duyarlı oldukları söylenebilir. Özellikle oruç ibadeti
toplumun büyük bir bölümü tarafından yerine getirlmektedir.
Özellikle fakire-fukaraya yardım konusunda da toplumda önemli
bir duyarlılık bulunmaktadır. Bunun hayata geçirilmesinde
toplumda geçerli olan dini inanç ve duyguların büyük önemi
bulunmaktadır. Bu inanç ve duygu insanları başkalarına maddi ve
manevi anlamda yardımcı olmaya yöneltmektedir. Bu konuda geçmiş
dönemlerde daha hassas davranıldığı, son dönemlerde ise geçmişe
oranla bir azalmanın olduğu görülmektedir. Özellikle esnaf
ramazan ayında dükkanında pişirdiği yemekleri, dükkanının önüne
kurduğu iftar sofralarında başkalarıyla paylaşmakta ve dini
coşkuyu birlikte yaşamaktadır. Bu ve benzeri adetler kısmen de
olsa devam etmekle beraber, bu konularda bir azalmanın olduğu,
önceki tutum ve davranışların önemli ölçüde azalmaya başladığı
belirtilmektedir. Bu konuda bir kişi (Erkek yaş 60 emekli)
"Temel dayanışma zekat ama yeterli verilmiyor" diye şikayetini
dile getirmektedir. Ancak bazı esnaflar yıllık zekatlarını
hesaplayarak, özellikle ramazan ayında fakir-fukaraya dağıtmakta
ve onların ihtiyaçlarını gidermektedirler. Bütün bunlara rağmen
biz hem insanlarla yaptığımız mülakaatlardan hem de genel
gözlemlerimizden edindiğimiz verilere göre, toplumun yine de
zekat, fitre, yardım konularında önemli bir duyarlılığa sahip
olduğunu görmekteyiz.
Yardımlaşma konularında azalma
olduğunu düşünenler, geçmişle mukayesede bulunarak, bunların
geçmişte daha yaygın olduğunu, insanların biribirlerinden
haberdar yaşadıklarını, fakir-fukaranın yoksulluk çekmediğini,
bugün ise aynı duyarlılığın olmadığını belirtmektedirler. Tabii
bunda yaşanan sosyal, ekonomik ve benzeri faktörlerin de etkisi
bulunmaktadır. Ama yaşanan ve bilinen bir olgu, günümüzde
bireyselleşme, gelecekten endişe etme, imkanları paylaşmama
duygusunun her geçen gün arttığı, bunun Rize insanı üzerinde de
etkili olduğu görülmektedir. Bu bağlamda dini ve ahlaki
değerlerin canlı tutulması, insanlara yardımcı olma duygusunun
geliştirilmesi ihtiyacı da aynı oranda artmaktadır. Yani
yardımlaşma duygusunun azalması, bireyselleşmenin artmasına
karşıt olarak yardımlaşma ve paylaşma duygu ve düşüncesinin
arttırılması bir sorun olarak belirmektedir. Belki il genelinde
düşünüldüğünde çay gelirinde önemli bir azalma olmuştur. Ancak
burada beliren sorun, sadece ekonomik alım gücünün azalması
değil, dini inanç, ibadet ve hayata bakış konularında bir
farklılaşmanın olmasıdır. Bu aynı zamanda geçmişte daha canlı ve
dinamik olan "biz" duygusunun bugün "ben" duygusu doğrultusunda
değişime uğraması olarak düşünülebilir. Aslında "ben" ve "biz"
duygularının dengeli bir şekilde devamlılığı birey ve toplum
açısından da büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla Rize ili
bağlamında bakıldığında bireyselleşme anlamında dengenin
değişime uğradığı görülmektedir. Bu durum da paylaşma,
yardımlaşma ve benzeri fedakarlıkları önemli ölçüde
etkilemektedir.
Bütün bunlara rağmen, Rize toplum
yapısında ibadet, yardımlaşma, fakire-fukaraya yardımcı olma
konusunda az da olsa bir duyarlılıktan söz edilebilir. Bu
anlamda ilde fakirlik oranı düşüktür denebilir.
c. Dinin sosyal fonksiyonları
açısından Rize
ca. Din ve aile
Rize insanının aileye büyük önem
verdiği, adeta onu kutsal bir yapı olarak gördüğü bilinmektedir.
Bu duygunun oluşmasında dini ve ahlaki değerlerin anlam ve önemi
açıkça görülmektedir. Zaten bu yapının sağlam olması aile ve
toplum ilişkilerini de olumlu yönde etkilemektedir. Bu bağlamda
görüştüğümüz bir kişi (Erkek yaş 60), "Kendi ailesine çok
düşkün" tespitinde bulunmaktadır. Bu düşkünlüğün önceleri daha
yoğun olduğu, bugün ailelerde belli oranda bir kırılmanın ve
değişimin yaşandığı söylenmektedir. Tabii bunda çok farklı
sosyal, kültürel, ekonomik vb. faktörlerin etkisi olabilir.
Zaten insanlar da basın-yayın ve bugünkü yaşam tarzlarının
hayatın hemen her alanını etkilemesi gibi aileyi de etkilediğini
söylemektedirler.
Rize'nin aile ve din ilişkileri
bakımından geçmiş dönemlerde muhafazakar ve dindar bir durumda
olduğu, aile bağları ve ilişkilerinin daha sıkı ve tutucu bir
konumda bulunduğu belirtilmektedir. Bu düşünceler 60 yaş ve
üzeri insanların bize verdiği bilgilere ve Rize ile igili
yazılan kaynaklara dayanmaktadır. Bütün bu verilerden anlıyoruz
ki Rize aile yapısı geçmiş dönemlerde aile ilişkileri açısından
koruyucu, tutucu ve güçlü bir dayanışmaya sahiptir. Dolayısıyla
geleneksel geniş aile çerçevesinde bir yaşam tarzına sahiptir.
Bilindiği üzere geleneksel geniş aile yaşamında "biz" duygusu
baskın, hayatın sosyal, kültürel ve ekonomik işleyişinde
birlikte hareket etme düşüncesi ve davranışı vardır. Bireysellik
yerinde topluluk düşüncesi temel belirleyici olmaktadır. Yani
aile yaşamında dede-babaanne, baba ve anne kararların
alınmasında ve aile işlerinin devamında daha etkin bir
konumdadırlar. Hatta örf, adet ve geleneğin daha baskın olduğu
ailelerde yaş itibariyle en büyük olanın dediği değişmez bir
kural olarak ailenin kaderini etkilemektedir. Bu tür aileler
ataerkil bir yapıya sahip olarak varlıklarını devam
ettirmektedirler.
Geleneksel geniş aile yapısının
bulunduğu ailelerde aile ile ilgili en genel kararların
alınmasında aile büyüklerinin sözleri geçerli olduğu gibi,
bireylerin kendi özel durumları hakkında da aile büyüklerinin
dediği geçerli olmaktadır. Sözgelimi evlenme ilişkilerinde
görücü usulü denilen aile büyüklerinin verdiği kararlar
geçerlidir. Öyle ki 50 ve daha büyük yaşta olanlarla
konuştuğumuzda evliliklerinin görücü usulü olduğu, yani
anne-babalarının kararlarına göre evlendikleri görülmektedir. Bu
evliliklerde anne-babanın kararı temel belirleyici olmaktadır.
Kaldı ki kişinin en önemli hayat yaşamında kendisi yerine
büyükleri karar vermektedir. Bu çerçevede Rize ilinde de önceki
dönemlerde geleneksel aile yaşamının bulunduğu söylenebilir.
Rize'nin aile yapısında geleneksel
geniş aileden modern çekirdek aile yönüne doğru bir değişimin
olduğu görülmektedir. Tam anlamıyla çekirdek aileye geçildiği
söylenemez. Yaşanan durum geniş aile modeli ile çekirdek aile
modeli arasında bir konumdadır. Belki bu "dar aile"
olarak nitelenen bir ifadeyle açıklanabilir. Öyle ki dar aile
bir yandan geleneksel geniş aile özelliklerini taşırken, diğer
yandan da çekirdek aile özelliklerini taşımaktadır. Zaten
Rize'de de insanlar bir yandan örf, adet ve geleneklerini diğer
alanlarda olduğu gibi aile hayatında da devam ettirmeye hem de
yeni gelişme ve değişmeleri yaşamaya çalışmaktadırlar. Bu durum
kendi içerisinde bir anlam ve bütünlük oluştursa da kimi zaman
geleneksel aile özelliklerinden bir kırılmaya da işaret
etmektedir. Burada beliren durum yaş itibariyle 50'nin üzerinde
olanlar genelde geçmişe özlem duyarken, daha genç olanlar ise
genelde yeni tarz ve modelleri tercih etmektedirler. Bu aile
ilişkilerinde temel belirleyici olmaktadır. Aslında aile yaşamı
bu anlamda bir ikilemi de yaşamaktadır. Bu durumu tespit
anlamında bir kişi (Erkek yaş 46 memur), "ailede bozulma var.
Geleneksel geniş aile vardı. Dini baskı vardı. Bugün çekirdek
aile yapısına doğru gidiş. Giyim-kuşamda vb. bir değişim var.
Aile yönünden tahribat var. Düğünlerde, bayramlarda, sokakta
bunu açıkça görebiliriz", diye söylemektedir.
Aile yapısının değiştiğini ifade
bağlamında başka bir kişi, (Erkek yaş 58), "Komşuluk akrabalık
ilişkileri zayıfladı. Apartman hayatı, kentleşme insani ve
ailevi ilişkileri tahrip etti" diyerek ailelerdeki bozulmaya
dikkat çekmektedir. Bu bağlamda aynı kişiye dükkanında
kendisiyle beraber bulunan hanımına da birkaç soru
sorup-soramayacağımı belirttiğimde, "zaten erkek-kadınla
konuşmaya başlayınca ahlak bozulmaya başlıyor," cevabını verdi.
Bu durum aile konusundaki tutum açısından bir örneklik
oluşturmaktadır. Ancak genelin böyle olduğu söylenemez.
Evlilik ilişkilerinde de önemli
değişimlerin olduğu söylenebilir. Öyle ki önceki dönemlerde
görücü usulü evliliğin yerini artık, tarafların karşılıklı
anlaşması ve anne-babanın onaylaması ya da onaylamak durumunda
kalması şeklinde bir tutum almıştır. Ancak çekirdek ailede var
olan tarafların bağımsız karar almaları, Rize için bütünüyle
geçerli değildir. Zira evlenecek olanlar kendi anlaşmalarının
yanında anne-babalarının kabulünü de arzu etmektedirler. Bu
durum da toplumda aile konusunda bağların halen devam ettiğini
yani "dar aile" modelinin hakim olduğunun bir göstergesidir.
Çocuk sayısı bakımından önceleri
daha fazla çocuk tercih edilirken, bugün daha az çocuk yapma
tercih edilmektedir. Bunda da kentleşme vb. faktörlerin etkisi
büyüktür. Zira Rize il merkezi önceleri daha az nüfusa sahipmiş.
Bugün bu sayı her geçen gün artmaktadır. Önceleri yaşam köylerde
devam ettiğinden, çocuk sayısı daha fazlaymış. Bugün ise kent
yaşamında hem yaşam koşullarının zorluğu hem de diğer
faktörlerden dolayı insanlar az çocuk yaparak onlara daha iyi
imkanlar hazırlamayı düşünmektedirler. Bu anlamda konuştuğumuz
insanlar, "biz 8 kardeştik, benim ise üç tane çocuğum var"
şeklinde cevap vermektedirler. Dolayısıykla her geçen gün daha
az çocuk yapma düşüncesi yerleşmektedir.
Miras konusunda ise önceleri kadına
daha az verilen hatta hiç verilmeyen miras son yıllarda kısmen
de olsa bir değişime uğramıştır. Kadın da duruma göre babasından
miras alabilmektedir. Ancak bölgede erkek çocuğuna daha fazla
değer verildiği bir realitedir. Son zamanlarda bu duygunun
önemli ölçüde değiştiği görülmektedir. Aslında önceleri de kız
çocuğu ayırıma tabii tutulmamaktadır. Hatta daha fazla muhafaza
edilmektedir. Fakat son yıllarda onların da okutulması,
geleceklerinin teminat altına alınması konularında daha hassas
davranıldığı söylenebilir. Bu konuda bir kişi şöyle
söylemektedir((Erkek yaş 40); "Miras erkek çocuğa verilir. Kız
ikinci planda. Normal standartlarda olanlarda kız ikinci planda.
Yeni kuşakta kız normale gelecek. Tartışmalı bir konu" Burada
değişen durum, kadının önceleri sosyal hayata açılımında yaşanan
endişenin bugün kısmen ortadan kalktığı şeklinde
değerlendirilebilir. Miras konusunda ise, onun hakkına da riayet
edilmektedir. Önceleri ise, evlenen kızların da mutlu olmaları,
fakir-fukaralık yaşamamaları düşünülmektedir. Bugün ise bizzat
mirastan alacağı hakkın verilmesi yolu tercih edilmektedir.
Bununla beraber kısmen de olsa erkek öncelikli bazı durumlar
olabilmektedir.
Ailelerin değişimi ve bozulması
bağlamında yakınılan en önemli faktörlerin başında tv.,
basın-yayın unsurları gösterilmektedir. Bu konuda toplumun
önemli bir bölümü ciddi rahatsızlıklarını ifade etmektedirler.
Yapılan yayınların örf, adet, gelenek ve görenekleriyle
örtüşmediğini, özellikle çocukları üzerinde olumsuz etki meydana
getirdiğini belirtmektedirler. Eğer bu gidişat devam ederse,
aile gibi temel yapı taşlarının ilerleyen süreçte ciddi
dejenerasyona uğrayacağını belirtmektedirler.
Aile konusunda belirtilmesi gereken
önemli bir değişim göstergesi de giyim-kuşam ve yaşam tarzı
konusundadır. Önceki dönemlerde kadınlar çarşaf ve benzeri
giysileri giyerken, zaman sürecine bağlı olarak giyimde bir
değişim yaşanmıştır. Öyle ki, babaanne çarşaf giymekte, anne
pardüse giymekte, kızı ise pardüsenin altına pantolon
giymektedir. Aile ve sosyal yaşamdaki değişim konusunda
düşüncelerini ifade eden bir kişi (Kadın yaş 30), "Gidişat iyi
değil, Batı tarzı bir yaşam her geçen gün hayata geçiyor, bunlar
da kötü örnek oluyor", diye söylemektedir. Yine bir başkası
(Erkek yaş 54), "Ataerkil aile yıkıldı. Anaya babaya itiraz
başladı. Ben babama minnet etmiyorum. Sana mı edeyim, düşüncesi
başladı. Saygı kalmadı." şeklinde değerlendirmektedir.
Rize aile yapısı söz konusu
olduğunda üzerinde durulması gereken bir husus da Sarp sınır
kapısının açılmasıyla "nataşa" olarak nitelenen
kadınların bölgeye gelmeleridir. Bu konu bölge üzerinde çok
farklı ve değişik bir etki meydana getirmiştir. Kimilerine göre
bu durum Rize insanının aile, cinsellik ve din konularında test
olmasına sebep olmuştur. Onlara göre Rize kapalı toplum özelliği
taşıyan, geleneksel değerlerin etkin olduğu bir bölgedir.
Kapının açılmasıyla bölgeye gelen kadınlar bazı insanların
hayatını köklü bir biçimde etkilemiştir. Bu süreçte, dini ve
manevi duygularına sahip, aile bağları güçlü olan insanlar, bu
durumdan etkilenmemişlerdir. Ancak bazı insanlar olumsuz anlamda
etkilenerek, aile yaşamlarında ciddi sorunlar yaşamışlardır. Son
zamanlarda ise bu etkinin önemli ölçüde ortadan kalktığı
görülmektedir. Zaten bu anlamda-gidiş-gelişin de çok az olduğu
söylenebilir. Bu konuda yapılan yorumlar ise "bir dalgaydı,
geldi- geçti" şeklindedir. Ama bunun az da olsa etkilerinin
olduğu kısmen söylenebilir. Bu konu sadece Rize'yi değil, tüm
bölgeyi de yakından ilgilendiren bir durumdur.
cb. Din ve Eğitim
Birey ve toplumun eğitimi açısından
Rize iline baktığımızda, eğitim ve kültür düzeyinin istenilen
düzeyde olduğu söylenemez. Bunun çok farklı sebepleri olabilir.
Öyle ki üniversite sınavlarında bu açıkça görülmektedir. Ancak
son yıllarda eğitim ve kültür düzeyi alanında bir gelişmenin
olduğu aşikârdır. Yapılan yeni okul binaları ve kültürel
arayışlar bunun göstergesidir. Hatta üniversite sınavları
sonuçlarına göre Türkiye genelinde son sıralarda aşağılara doğru
tedrici bir gelişme vardır.
Rize ilinin eğitim ve kültür hayatı
bağlamında önceki dönemler için, "medeniyetten önce para
girdi" ifadesi kullanılmaktadır. Öyle ki çay geliri önceleri
yüksek bir düzeydeymiş. Bu bağlamda mülakat yaptığımız bir kişi
(Erkek yaş 53 sağlıkçı), "Ekonomik imkan verildi. Kültürel
hizmet verilmedi. Her şeyi bilir. Ben falancanın şeyiyim
düşüncesi vardır" diyerek kültürel hayatı değerlendirmektedir.
Yine bir başka kişi (Erkek yaş 46 esnaf), "Okumamak her şeyin
başı. Çay parası girdi. Para var. Ancak medeniyet unsurları yok.
Çok bilmişlik havası var" diye nitelemektedir. Son yıllarda ise
hem toprakların kardeşler arasında paylaşılması hem de çay
gelirindeki düşüş sebebiyle ekonomik rahatlık giderek yerini
darlığa bırakmıştır. Yine çayın belli bir geliri olsa bile
insanlar yeni arayışlara girmişlerdir. Bunlardan birisi, belki
de en önemlisi eğitim ve kültür alanında kendini göstermektedir.
Artık İl'de eğitim, hem kültürlenme hem de bir geçim kapısı
olarak düşünülmektedir. Bu da hem genel kültürün artmasına hem
de dini kültür düzeyinin yükselmesine olumlu katkı
sağlamaktadır.
Bu eğitim ve kültür düzeyine dini
açıdan bakıldığında, geçmiş dönemde belirli bir dindarlığın
olduğu, ancak bu dindarlığın, bilinçli ve bilgiye dayalı
olduğunu söyleyebilmek sanıldığı kadar kolay değildir.
Geçmişteki dindarlık daha çok kulaktan dolma, anne-babadan ve
hocalardan işiterek öğrenmeye yönelik bir boyut taşımaktadır.
Bununla beraber, İl'de Kur'an Kursları ve benzeri dini
kuruluşların olması dini ve manevi alanda belli bir birikimin ve
kültürün olduğunun göstergesidir. Bu anlamda Rize, dini kültür
açısından diğer il ve bölgelere göre önemli bir düzeyi
oluşturmaktadır. Önceki dönemlerde daha çok sorgulamaksızın
kabule dayalı bir dini inanç ve kabul bulunurken son dönemlerde
artık sorgulayan, anlamaya çalışan, neden ve sonuçlarını
tartışarak kabul etmeye ve inanmaya yönelik bir dini kültürden
söz edilebilir. Bu da dini alanda bilinçlenmenin bir göstergesi
olarak düşünülebilir. Yani önceki dönemlerdeki kabullenici
yaklaşımın yerini sorgulayıcı yaklaşıma bıraktığı dikkati
çekmektedir. Bu anlamda bireysel bir kültürlenme kendini
göstermektedir.
Yapmış olduğumuz mülâkatlardan da
yukarıda ifadeye çalıştıklarımızı görme ve anlama imkânı vardır.
Sözgelimi mülâkat yaptığımız bir kişi (Erkek yaş 60 emekli),
"Rize, eğitim kültür yönünden zayıf. Din eğitimi genelde camide
ve Kuran Kurslarında. O da yeterli değil. Önceden verileni
olduğu gibi alma, tek kaynaktan öğrenme, bugün farklı
kaynaklardan aynı bilgiye ulaşma imkanı var. Bu dini hayata
bakışı da etkilemektedir. Buna bağlı olarak da tek düze bir dini
hayat değil, farklılaşan bir dini yaşam ortaya çıkmaktadır."
diye düşüncelerini belirtmektedir.
Dini eğitimin genel eğitimden çok
farklı olduğu söylenemez. Yani kitaptan okuyarak bilgilenme
yeterli düzeyde gözükmemektedir. Bu anlamda geleneksel bir
dindarlık ve bilgi düzeyi vardır. Mülakat yaptığımız insanlar da
aynı durumu teyit edici açıklamalarda bulunmaktadırlar.
Sözgelimi bunlardan birisi (Erkek yaş 40), "Kulaktan dolma
müslümanlık, okumaya dayalı değil. Dinimizi bilmiyoruz "
şeklinde açıklamalarda bulunmaktadır. Hatta bu konuda eğitime
olan ihtiyacı hararetli bir şekilde savunmaktadırlar. Genel
eğitimle beraber, din eğitim ve öğretiminin de örgün ve yaygın
olarak daha sistematik bir şekilde verilmesinin gerekliliğini
vurgulamaktadırlar. Kültür ve bilgi konusunda bir başka kişi
(Erkek yaş 54), "Kültür, bilgi artmış. Faydalı bilginin hayata
yansıması %10 olumlu, %90 olumsuz" değerlendirmesini
yapmaktadır. Ayrıca şu yorumlar yapılmaktadır; "Çocuklar için
din eğitimi Kur'an Kursları ve Camilerde azalınca ahlaki erozyon
artmaya başladı. İşsizlik boyutu da ilave edilince hep arttı."
Yine bu konuda bir kişi (Erkek yaş 46), "Rize'li ne kaybettiyse
eğitimsizlikten kaybetti. Dini eğitimin artırılması gerekir.
Kur'an kurslarının açılması lazım" şeklinde belirtmektedir. Bir
başka kişi (Erkek yaş 23), Eğitim konusunda geriyiz. Din
konusunda geriyiz"diye söylemektedir. Benzer şekilde bir kişi
(Erkek yaş 25), "Gençlikte özenti var. Baskıcı bir zihniyet var.
Önceden daha iyiydi. Saygı-terbiye vardı. Şimdi saygı-terbiye
kalmadı. Kültürel faaliyetlere ağırlık verilmeli" demekte,
benzer şekilde başka bir kişi (Bayan yaş 22), "değişim var
olumlu değil, yeni gençlik bambaşka, herkesin karakteri farklı"
diye yakınmaktadır. Yine bir başka genç (Erkek yaş 20), Saygı
yok, dine bağlı olanlarda da", diye söylemektedir. Yine bir genç
(Kadın yaş 20), "Genel gidişat bozulmaya doğru. Yüksek okuldan
çekiniyorum" diye endişelerini dile getirmektedir.
Din ve eğitim konularında din
görevlilerinin daha fazla çalışmaları ve dini anlatmaları
gerektiği vurgulanmaktadır. Toplumun dini bilgi ve davranışlar
konusunda yeterli düzeyde olmadığı, bunda din görevlilerinin de
payı olduğu ifade edilmektedir. Bu konuda din görevlilerine
büyük görevler düştüğü, görevlerini özveriyle yapmalarının
gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Hatta bu konuda görüş
belirten bir kişi (Kadın yaş 43), "Din görevlileri yeterince
çalışmıyor" diyerek kaygılarını ifade etmektedir. Yine aynı
kişi, "camilere gidilir, gösteriş, hâlbuki din vicdanen
yaşanmalı. Kadınlar da ikinci planda görülüyor" diye
eklemektedir.
Yaptığımız mülakatlardan ve genel
gözlemlerimizden edindiğimiz verilere göre genel eğitim-öğretim
düzeyinin yükseltilmesine paralel olarak dini bilgi ve kültür
düzeyinin de yükseltilmesi bir sorun olarak toplumun önünde
durmaktadır. Hem genel eğitim hem de din eğitim ve öğretimi
düzeyinde meydana gelecek bir gelişimin toplumun duygu, düşünce,
tavır ve davranışları üzerinde etkili olarak, daha yaşanabilir
bir ortamın oluşmasına imkan sağlayacağı düşünülmektedir.
cc. Din ve Ticaret
Sosyal hayat bir bütündür.
Dolayısıyla insan ve toplumu ilgilendiren bütün alanlar arasında
az ya da çok yakın bir ilişki söz konusudur. Bu bağlamda din ile
ticaret arasında da bir ilişkiden söz edilebilir. Zira her ikisi
de insanın bir ihtiyacına karşılık gelmektedir. Hatta insan
düşünce ve davranışta bulunurken çok farklı faktörlerin
etkisinde bulunmaktadır. O nedenle din ile ticaret arasında
insandan insana, toplumdan topluma değişmekle beraber bir ilişki
söz konusudur. Öyle ki İslam dini söz konusu olduğunda, onun da
ticaret konusunda bazı öğretileri bulunmaktadır. Bu öğretiler
kısmen de olsa ticari hayat üzerinde etkili olmaktadır.
Rize toplum yapısının dindar
görünümüne paralel olarak ticari hayatta da helal kazanca dayalı
bir yapı beklenmektedir. Bu nedenle sağlıklı bir ticari işleyiş
toplumun genel beklentisi olmaktadır. Yani dindar olup ticaret
yapan insanların, ticaretlerinde dürüst davranmaları arzu
edilmektedir. Zira dindar geçinen ya da görünen insanların
ticaret hayatlarında yaşanan bir olumsuzluk, daha fazla dikkat
çekmekte ve bu olumsuz tutum ticaret yapan dindarlar aleyhine
yorumlanmaktadır.
Din-ticaret ilişkileri açısından
Rize iline bakıldığında esnafın en genel anlamda muhafazakâr bir
yapıda olduğu söylenebilir. Ancak din-ticaret ilişkileri
konusunda dindarlıkla ticari hayatın paralel bir boyutta devam
ettiğini söylemek sanıldığı kadar kolay gözükmemektedir. Zaten
insanların en çok yakındıkları ve sorunlu olarak gördükleri
alan, din-ticaret ve din siyaset alanı olarak belirmektedir.
Yani bu iki alan toplum değerleri ve bakışı açısından problemli
olarak yorumlanmaktadır. Burada sorgulanan din değil, din ve
dindarlık adına insanların ya da müslümanların yaptığı kişisel
tutum ve davranışlardır. Bu konuda toplum bireylerinin
anlayışlarında da bir sorun olduğu söylenebilir.
Din-ticaret ilişkisi konusunda Rize
halkı arasında farklı kanaatler bulunmakla birlikte, bu
kanaatlerin birleştiği nokta, dini hayat ile ticari hayatın aynı
oranda seyretmediğidir. Sözgelimi kendisiyle mülakaatta
bulunduğumuz bir kişi (Erkek yaş 53)," Bugün terazi şaşmış.
Önceden dengeliydi. Dengeyi koruyanlar gerilemiş, teraziyi
şaşıranlar ilerlemiş. Dengeyi koruyanlar hacc vazifesini
yapabilecek imkanı zor bulurlar" demektedir. Başka bir kişi
(Erkek yaş 34, "Her şeyin bir kuralı var. Esnafın %25'i mal
hakkında garantili bilgi vermiyor" diye ifade etmektedir. Bir
başka kişi (Erkek yaş 60 emekli), "Çayın gelişi ekonomilerini
düzeltti. Çalışma süresi üç aya düştü. Tembellik ve kahveler
arttı. Çay bahçeleri artık yarılığa veriliyor. Parasal açıdan
tatmin olmuyorlar. Dışarıdan gelen işçi çocukları çalışıyor,
kendi çocukları kahvede oturuyor. Dini ticarette kullanıyorlar.
Çoğu zaman dindar diye gidilince yanılıyor" şeklinde
değerlendirmektedir. Yine bir başka kişi (Erkek yaş 40),
"Öncelerden İstanbul'dan mal alındığında Rize'liyim
denildiğinde, senet-sepet yoktu. Kapı açıldıktan sonra senet-çek
bile kabul edilmiyor. Toplumun dengeleri değişti" demektedir.
Bir başka kişi benzer şekilde (Erkek yaş 46), "Söz önceden
senetti. Çay parası vardı, ödeniyordu. Şimdi Rize'liye yine
itimat var, ancak bu önemli ölçüde zayıfladı" diye
değerlendirmektedir.
Rize insanının ticari hayatını
göstermesi bakımından şu düşünce de önemli gözükmektedir.
Belirten kişiye göre (Erkek yaş 46), "Rize'de anonim şirketler
10 yıla gitmezler. Ben olacağım. Az olsun benim olsun düşüncesi
vardır." Bu düşünce de ticari hayatın hangi düzeyde ve ne
şekilde olduğunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. Zaten
ticari hayata baktığımızda genelde bireysel bir çabanın olduğu,
anonom şirket şeklinde bir yapının olabildiğince az bulunduğu
görülmektedir.
Din-ticaret ilişkileri bağlamında
bir güven bunalımının olduğu söylenebilir. Yani insanlar dindar
insan haksızlık yapmaz, helal kazancın dışında fahiş fiyattan
mal satmaz düşüncesinin geçerli olmasını düşünmektedirler. Ancak
bu düşüncenin çok güçlü bir şekilde bulunduğunu söylemek çok
kolay gözükmemektedir. Öyle ki ticari hayatın bir işleyişi
vardır. Geçerli olan odur. Esnafın dindar olup-olmaması
farketmez, düşüncesi bulunmaktadır. Bu konuda dindar esnaf
konusunda da az da olsa bir kaygı bulunmaktadır. Bununla
beraber, gerçekten, dindarlığı ile ticareti arasında yakın
ilişkinin olduğu, doğru ve dürüstlüğüyle bilinen insanların da
azınsanmayacak düzeyde olduğu ifade edilmektedir.
Din-ticaret ilişkileri konusunda
her yerde olduğu gibi Rize'de de "ticaretin kendine özgü
kuralları vardır, bu geçerlidir." Ancak insanların dindarlığıyla
ön plana çıkan esnaftan beklediği şey, daha az kârla mal
satmasıdır. Yani dindarlığı ile ticareti arasında paralel bir
ilişki beklenmektedir. Öyle ki sattığı mal konusunda insanları
doğru bilgilendirici ve güven verici, garantili bir ticaret arzu
edilmektedir. Bu konularda önemli dejenerasyonun yaşandığı
kısmen söylenmektedir. Bunu genelleştirmek doğru olmamakla
beraber bir sorunun olduğu aşikârdır. Sözgelimi mülakaatta
bulunduğumuz bir kişi, bazı dindar insanların para söz konusu
olduğunda yalan konuşabildiğini ifade etmektedir. Ona göre
(Erkek yaş 40), "Sakallı otopark ücretinde saate uymuyor.
Dünyalık menfaati için rahat rahat yalan söylüyor" diyerek
şikâyetini dile getirmektedir. Dolayısıyla din-ticaret
ilişkilerinde istenilen ve beklenilen bir standardın oluştuğunu
söyleyebilmek zor gözükmektedir.
Burada işlenilmesi ve
güçlendirilmesi gereken daha önceki dönemlerdeki güven,
dürüstlük ve helal kazanç duygusunun yeniden hayata
geçirilmesidir. Bu da hem genel eğitim hem de din eğitiminin
geliştirilmesiyle yakından ilişkili bir konudur. Diğer konularda
olduğu gibi bu konuda da bilgi ve bilinç düzeyi yükseldikçe söz
konusu sorunlar da azalmaya başlayacaktır. Ama ilgili ve
yetkililere önemli görev ve sorumluluklar düştüğü de
unutulmamalıdır.
cd. Din ve siyaset
Toplumun iki farklı alanını
ilgilendiren din ve siyaset arasındaki ilişki tartışmalı bir
konudur. Bu tartışma toplumdan topluma, ülkeden ülkeye farklı
şekil ve boyutlarda varlığını her zaman sürdürmüştür. Bu
tartışma ülkemizde de farklı zamanlarda farklı şekillerde
yapılmaktadır. Bu konuda insanların kendilerine göre farklı
yaklaşımları ve düşünceleri bulunmaktadır. Ancak bu konuda
üzerinde anlaşılan, herkesin kabul edebileceği belirgin bir
düşüncenin olduğunu söylemek kolay değildir. Zaten konu çok
nazik ve hassas bir boyut taşımaktadır. Aslında yapılan
tartışmaların ana eksenini dinin siyasete alet edilip-edilmemesi
ya da istismar edilip-edilmemesi oluşturmaktadır. O nedenle din
ve siyaset arasında oluşturulacak kalıcı ve çözümleyici bir
düşünce hem insanların zihinlerinin berraklaşmasına hem de
sorunların olumlu anlamda çözümlenmesine katkı sağlayacaktır.
Din ve siyaset ilişkileri açısından
Rize iline baktığımızda farklı düşünceler belirmektedir.
Sözgelimi bu düşüncelerden bazıları şöyledir: "(Erkek yaş 46
esnaf), Siyaset her şeye el attı. Her şey siyasallaştı.
Siyasetçilerin yakınlarının cenazesine gidenlerin bazılarının
hatta çoğunluğunun cenazeyle hiç alakası yok; (Erkek yaş 34
esnaf), Rize siyaset kenti. Bu maddi ve manevi açıdan geri
kalmışlığın en büyük sebebidir. Bizden olsun gerisi lazım
değildir; (Erkek yaş 50), Rize çok fazla siyasallaştı. Din de
zaman zaman kullanılıyor. Bazı şeyleri suistimal ediyorlar;
(Erkek yaş 60), Fanatizm devam ediyor. Kim istikbal vaad
ediyorsa, hemşeri olarak onun yanındadırlar. Afiş asılmış,
'Hemşehrisi başbakan olanın partisi olmaz'. Tek şart Rize'li
olmak; (Erkek yaş 53), Üçkâğıtçı siyasetçiler, kesinlikle yalan
söylemeden hedeflerine ulaşabileceklerine inanmıyorum; (Erkek
yaş 34 esnaf), Dinin siyasete alet edilmesi yok denecek kadar
az; (Kadın yaş 43 esnaf), Din-laiklik konusunda iki taraf da
uçta. Kötü niyet var; (Erkek yaş 40), Dinin siyasetle bir
alakası olmaması lazım. Din siyasete alet ediliyor."
Yukarıda belirtilen kanaatlerin de
ortaya koyduğu üzere İl'de çok fazla siyaset konuşulduğu, sosyal
hayatın siyaset endeksli bir yapı arzettiği söylenebilir.
Dolayısıyla siyaset ve siyasetçi olmadan sosyal, kültürel,
ekonomik ve diğer alanlarda bir açılım ve gelişim kolay
gözükmemektedir. İnsanların da ifade ettiği üzere siyaset temel
belirleyici bir unsur olarak fonksiyon görmektedir. Bu da
işlerin kendi doğal akışı yerine siyasetin ve siyasetçinin
arzusu istikametinde gelişmesine neden olmaktadır. Her ne kadar
Rize bir siyaset kenti olarak ön plana çıksa da, insanların
önemli bir bölümü her şeyin aşırı siyasallaşmasından rahatsız
olduklarını, bunun kentin gelişmesine olumsuz etki yaptığını
düşünmektedirler. Zaten kente baktığımızda, sosyal, kültürel,
ekonomik ve kentsel dönüşüm alanlarında bazı sorunlar ön plana
çıkmaktadır. Dolayısıyla burada bir sorun belirmektedir. O da
siyasette kalitenin yükseltilmesi ve siyasetin insan ve toplumun
hizmeti doğrultusunda kullanılması sorunudur. Yani siyasetçi
hemen her konuda temel belirleyici olma yerine, kendine özgü
alanda hizmet verme sürecinde olmalıdır. Sözgelimi uzmanlık ve
bilgi gerektiren konularda siyasetçi yerine, bilginin ve
uzmanların görüşleri temel belirleyici olmak durumundadır. Aksi
takdirde insanların da şikayetçi olduğu üzere, toplumun geri
kalması sorunuyla karşı karşıya kalınmaktadır. Zira siyasetçi
hemen her konuda doğru yapar, doğru karar verir düşüncesi
herhalde bilimsel olmasa gerektir.
Din, insanların manevi anlamda, en
temel ihtiyaçlarına karşılık gelen bir alandır. İnsanlar
hayatlarının hemen her döneminde bir şekilde din ve dini
değerlerle karşılaşmaktadırlar. Dolayısıyla din, çok hassas ve
nazik bir konudur. Kendi amacı dışında kullanılması, onun
istismarına neden olabilir. O nedenle din ve toplum ilişkilerini
düzenlerken daha dikkatli olunması beklenir. Zira bu konuda
gösterilecek hassasiyet hem din açısından hem de toplum
açısından büyük önem taşır. Bundan dolayıdır ki din ve siyaset
konusunda da daha dikkatli davranılması, insanların nazik dini
duygularının istismar edilmemesi temel gaye olmak durumundadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Rize dini inanç, ibadet ve sosyal
hayat bakımından genel anlamda muhafazakar bir yapıya sahiptir.
Bu muhafazakarlık önceki dönemlerde daha belirginken, bugüne
gelinceye kadar bazı kırılma ve değişimlere uğramıştır.
İnsanların genel kanaati, toplumun açık ve belirgin bir değişim
süreci yaşadığı şeklindedir. Bu değişim, diğer alanlarda olduğu
gibi dini hayatta da kendini göstermektedir. Belki dini alanda
çok belirgin olmamakla beraber, diğer alanlardaki değişim bir
şekilde, dini inanç, ibadet ve dinin diğer alanlarını
etkilemektedir. Ortaya çıkan sosyal gerçeklik, ülkemizin
genelinde görülen değişim sürecinin Rize ilinde de yaşanıyor
olması ve bunun hayatın hemen her alanını az ya da çok
etkilemesi şeklindedir. İşte bu süreçte dini hayat da değişimden
nasibini almaktadır. Zaten dini hayatta doğal değişim sürecine
bağlı olarak bazı değişimlerin yaşanması, dini açıdan da bir
ihtiyaç olarak belirmektedir. Ancak burada yaşanan, sözünü
ettiğimiz, zaman, mekan ve şartlara göre dini hayatta yaşanan
değişim değil, yani doğal değişim süreci değil, etkin bir
dönüşüm olarak ortaya çıkmaktadır.
Bugün insanlık çok farklı
sosyo-kültürel, ekonomik, dini ve siyasi etkilerle karşı
karşıyadır. Buna bağlı olarak, basın-yayın, internet vb.
faktörler çok etkili bir şekilde hayatı kuşatmaktadır. Bu
süreçte hemen her gün hatta her saat yeni ve farklı düşünce ve
uygulamalar söz konusudur. Böyle bir ortamda dini hayatın
etkilenmemesi düşünülemez. Ancak burada sorun olan, bir toplumun
zaman, mekan ve şartlara bağlı olarak değiştirmesi daha doğru
bir deyişle yenilemesi gereken boyutunun kendi değerlerinin
dışında farklı bir kültür ve düşünceyle değiştirilmesidir. Yani
bir toplum yenilikleri kendi dinamikleriyle buluşturarak
değiştirme yerine, farklı ve başka olan değerlerle değiştirmek
durumunda kalmaktadır.
Dini hayat da dış dünyanın söz
konusu etkilerinden büyük oranda nasibini almaktadır. Rize
bağlamında meseleye baktığımızda, aslında Rize geçmişinde
geleneklerine ve değerlerine bağlı bir toplumsal yapıya sahip
gözükmektedir. Ancak sözünü ettiğimiz değişim süreci Rize gibi
geleneksel bir toplumu da önemli ölçüde etkileyerek inancı,
ibadeti, aile hayatı, eğitimi, kültürü ve ticareti üzerinde
etkili olmuştur. Bu nedenle İl'de yaşayan insanlar özellikle
orta ve yukarı kuşak geçmişe bir özlem duymaktadırlar. Çünkü
bugün yaşanan süreçte sosyal problemler artmış ve her geçen gün
artmaktadır. Buradan bakıldığında geçmişin daha güvenli ve
yaşanabilir olduğu ortaya çıkmaktadır. Belki bugün çok farklı ve
yeni imkanlar olmasına rağmen, istenilen ve arzu edilen bir
yaşam ortamı görülmemektedir. Bu bağlamda din ve dini değerler
de önemli ölçüde sosyal hayatta insanların yaşamında etkili
olmamaktadır. Yani dini hayatın etkisi önemli ölçüde azalmıştır.
Dolayısıyla bütün yakınmalar da "Neden din, aile, kültür,
ticaret vb. alanlarda etkili olmamakta ve insanlar yanlış ve
olumsuz tutum ve davranışlarda bulunmaktadırlar?" sorusunda
düğümlenmektedir. Buradan anlıyoruz ki dinin daha önceki
dönemlerdeki bireysel ve toplumsal fonksiyonelliği bugün önemli
ölçüde azalmış ve din, bireysel bir anlam ve boyut kazanmıştır.
Hatta bireysel anlamda bile önemli bir değişime uğramıştır. İşte
bu noktada dinin yeniden düşünülmesi ve daha yaşanabilir bir
sosyal ortamın oluşmasının sağlanması sorunu bulunmaktadır. Bu
konuda da ilgililere ve yetkililere önemli görevler ve
sorumluluklar düşmektedir.
|