Köylü Çocuk Şehirli Büyük
Yazar Kemal Özbıyık
Beşikten ayrıldıktan sonra onu evde tutmak çok
zor oluyordu. Emekleyerek her yere gitmeye
çalışıyordu. Ablası da küçüktü ama adı ablaydı.
Ona bekçilik ediyordu.Onun her istediğini
yapmaya çalışıyordu.Kendisinin de çocuk olması
aldığı sorumluluğu azaltmıyordu.
Konuşmaya başladığında konu komşu
dahil herkes “bu çocuğu nasıl susturacağız “
demişlerdir herhalde.
Henüz okula gitmeden akşamları evin yanında ki “
serenti “ veya “ bageni “ nin
yanında, aşağıdan gelen ve uçmakta olan
kıvılcımları fark etti. Bekleyip onları
yakalıyor ve bir süre baktıktan sonra serbest
bırakıyordu. Ateş böceği ile böyle tanıştı.
Patikaların yan taraflarındaki ( kfa mckudi
) kırmızı yumuşak toprağı yemeye başladığında
ailesi telaşlandı ve onu hemen doktora götürdü.
”Basılmayan yerden yiyorsa problem değil” dedi
doktor.
Henüz beş yaşındayken köy okulunun camından
içeri bakıp öğrencileri rahatsız ediyordu.
Öğretmen kendisini fark edince kaçıyordu. Hani
fena da koşmuyordu. Sabahları kuşluk vakti
uyanıyor ve evden dışarı çıkıyordu. Annesi köy
dışına çalışmaya giderken onu da götürüyordu.
Annesinin eğrelti otu ve ot kesmeye gittiği yer,
neredeyse yayla yolunun yarısı idi. Bir taraftan
üzülüyordu ama çok yorulduğunda mecburen annesi
sırtına alıyordu İş yapılacak yere gelince çok
yorgun olmasına rağmen o da hemen işe
koyuluyordu.
Su temini için küçük gölet yapmayı burada kendi
kendine öğrendi. Yamaç tarafından sızmakta olan
suyu fark etmişti. Küçük bir sopa ile çukur
açmaya başladı. Sızan su bu küçük kuyuyu
doldurunca eli ile çukuru güzelleştirdi ama çok
sinirlendi zira yamaçta berrak olan sızıntı su
çukurda tozlu ve bulanık hale gelmişti.
Annesi ot keserken o da etrafta yer çileği
toplamaya başladı. Az sonra annesi seslendi “
gel bir şeyler yiyelim “ dedi. Peynir, mısır
ekmeği, “ şuka “ salatalıktan oluşan
yemeğin sonunda çilek de yendi. Susadı, açtığı
çukurun suyla dolduğunu ve tertemiz olduğunu
gördü. Suyun üzerine abanıp kana kana içti. Ama
zor oluyordu. Annesi ot kesmeye devam ederken
düşündü, yamacın alt kısmındaki tümseği gördü.
Oraya gitti şöyle bir baktı ve işe koyuldu.
Tümseğin önüne bir çukur açtı, kendine göre
epeyce geniş bir çukurdu. Oradan yamaca doğru
bir ark açtı ve topladığı komar yapraklarını
arkın içine döşedi. Tümseğin üzerinden birkaç
santim toprağı yontarak içine bir yaprak daha
koydu. Yapraktan sular akmaya başlayınca
gülümsedi. Artık buradan daha rahat su
içilebilecekti.
Annesinin öteki yamaca gidip oradaki “ maçğa
“ dan su içmek için yorulmasına gerek yoktu.Daha
sonraları bu alan su temini için kullanıldı.
Çocuk çok yorulmuştu orada uyuya kaldı.
Annesinin işi bitince çocuğun uyuduğunu gördü ve
gülümsedi. Çocuk çok çalışmış ve uyumuştu. Köye
dönüş zamanıydı. Çocuğun yaptığı eseri o zaman
fark etti. “ iyi iş başarmış “ diye düşündü.
Doğal ortamda kendine oyuncak bulmuş ve onu
üzmemişti.
Ondan sonraki köyden uzaklaşmalarda
böğürtlenleri fark etti. Annesi yiyebileceğini
söylediğinde çok sevindi elleri çizildi ama o
çok takmadı bunları öylesine çok toplayıp yedi
ki annesinin getirdiği erzaktan hiçbir şey
yiyemedi.
Altı yaşına gelince köy öğretmeni kaydını
yapmadan ablası ile okula gelmesini istedi.
Okulun neşesi oldu.
Teneffüste kovalamaca oynarken kovalamakta
olduğu çocuk yaban arısı yuvası içinde ucu olan
bir sopaya bastı. Kendisi yuvanın önüne gelince
yuvadan çıkan yaban arıları ona saldırdı.
Öğretmene haber verdiler. Öğretmen bütün
öğrencilerin önünde onu soydu. Vücudunu kırmızı
toprak çamuruna buladı. Akşama bir şeyi
kalmamıştı. Ertesi gün tekrar okula gitti.
Büyüklerin derede nasıl balık avladıklarını
gördü ve onu da öğrendi. Kamış bulamadı ama
fındık fidanından bir olta yaptı.
İlk alabalığı kancaya bağlandığı solucan ile
tuttu. Ama sabırsız bir çocuktu olta atıp
beklemek istemiyordu. Bir akşamüstü amcasının
büyük oğlunun dereye gittiğini gördü ona
katıldı. Ahmet ağabeyi 40- 50 adet misinayı
kayalara sıkıştırıp yem bulunan kısmını
gölcüklere atıyordu. Çocuğa yarın sabah gün
ağarırken balıkları toplayacağını söyledi. Sabah
olmadan uyandı çocuk ve Ahmet ağabeyi ile
beraber dereye indi. Misinaları bıraktığı
yerlerden alabalıkları topluyordu. O arada dere
kenarında kedinin daha bir büyüğü bir yaratık
gördü. Ahmet ağabeyi “ kuzgun “ dedi. Onu da
öğrenmişti. ” Ahmet ağabey akıllı” diye düşündü.
Öyle ya balık tutmak için olta ile tek tek
avlamak yerine akşam “ ankes” atıp sabah
balık topluyordu. Kendisinin de öyle yapması
gerektiğini düşündü. Ve bu düşüncesini uyguladı.
Ertesi yıl ilkokul birinci sınıfına
kaydolduğunda bayağı bir bilgisi vardı. Sınıfta
hep yaramazlık yaptığı için eve “ kulağı
kızarık” olarak geliyordu.
Okul dışında inek otlatmak onun görevlerinden
biri olmuştu. Kabuklu fındıkların sivri yanını
aşındırıp “ kukuni” oynamayı, meyve sebze
yanında çam sakızı toplamayı da öğrendi.
Yaz tatilinde amcası ile küçük yayla’ya gitti.
Çobanlık yapıyordu. Çarşamba günleri “kasabanın
pazarı” idi köyden çay, şeker, un vb. geliyor ve
tereyağı, penir, kaymak ve diğer süt ürünleri
gönderiliyordu. Annesi gelecekti ve armut
getirecekti. Vadinin kenarında “ sultanırmağın”
öte yamacına bakmaya başladı. Karşı yamaçtan
aşağı bir büyük iki küçük insan geliyordu ama
elleri boştu ve tanıyamamıştı. Amcasına
seslendi. Amcası tüfek elde gelince anlamadı.
Havaya bir el ateş etti. Yamaçtan aşağı inen üç
“kişi” geri dönüp dört ayak yukarı koşmaya
başladı. Amcası “yeğenim işte ayı bunlar “ dedi.
İlk kez ayıyı orada görmüş oldu.
Köyde diğer çocuklarla hep kavga ederdi. Ama ne
aileler ne de çocuklar birbirlerine
kızmıyorlardı. Nasıl bir terbiye idi bu. Hiç
kimseden bu konuda bir şey duymadığı halde demek
ki böyle bir kural vardı. Şikayet etmemek
gerekiyordu.
Kışın köydeki her evin halkı komşusuna kadar
olan karı kürekle atıyordu ve cami ile okul yolu
hep açık tutuluyordu. Pekmez yapımı, çay ve
fındık toplanması, tarla kazma ve ekme işleri
hep “ imece” ile yapıyordu.
* * *
İkinci sınıfı bitirip üçüncü sınıfa geçince
ağabeyleri “ çocuğu” Ankara’ya çağırdılar. Orada
koşullar daha iyi olacaktı. Sevinçle hüzün arası
bir duyguya kapıldı.” Köyden nasıl ayrılacaktı”.
Üç dört kilometre yürüyerek bir “pikap” la
ilçeye oradan da eski bir otobüsle Ankara’ya
gitti. Okullar açılıyordu okul kıyafeti, kısa
pantolon ve önlükten oluşuyordu. Kısa pantolonu
giyince çok utandı.
Zil çaldı sınıfa girildi. Sınıfta en uzun
boylulardan biri idi. Üstelik herkes bir birini
tanıyordu ve kimse onunla konuşmuyordu.
“bunların içinde ben ne yapacağım” diye düşündü.
Öğretmen sınıfa girdi. Yabancı iki çocuğu sınıfa
tanıştırdı. Hemen derse başlamadı. İstediklerini
not ettirdi. Ertesi gün derse başladı. Çocuk çok
sevindi. Köy öğretmeninin ikinci sınıfta
öğrettiklerini Ankara’da üçüncü sınıfta
öğretiyorlardı.
Derin bir nefes aldı. Artık hiç kimse onu
durduramazdı. Kabından çıktı. Konuşmaya ve
koşmaya başladı. Kendine güveni gelmişti.
Köydeki eğitim Ankara’dan öndeydi ve korkacak
bir şey yoktu. Köy öğretmeninin verdikleri ile
artık ilkokul bitmiş sayılırdı. Sonrasında hiç
zorluk çekmeyeceğine emindi. Sınıf başkanlığını
mezun olana kadar kimseye bırakmadı.
İlkokul diplomasını aldığı zaman son öğretmeni
ile köy öğretmenine de dua etmeyi unutmadı.
*
* *
Günümüzde köydeki okul kapandı. Hane halkı
sayısı iyice azaldı. Artık imece yapılmıyor
İhtiyacı olan para ile işçi tutuyor. Köyün
içinde evden eve giderken her yer böğürtlen
dolu, kimse yemiyor. Ekilmeyen tarlalarda
yer çileği dolu, orada çürüyor. Çocuklar
balık tutmuyor para ile satın alıyor. Köyde
büyükbaş hayvan kalmadı hayvan ürünleri
ilçeden alınıyor. Yazın çay zamanı
büyükler gidip işçi tutup çay toplatıp geri
dönüyorlar. Köyden ayrılanların çocukları
aynı şehirde olsalar bile birbirlerini
tanımıyor. İstisnalar dışında herkes ekonomik
sıkıntı içinde. Okumuş işsiz sayımız hızla
artıyor.
Artık yaşlı ve emekli insanlarımızın çoğu
kahve köşelerinde vakit öldürüp ömür tüketiyor.
Küçük büyük hepimiz şehirlerde büyük binalar,
renkli vitrinler, beton ve asfalt üstünde,
pislikten geçilmeyen toz toprak içindeki
sokaklarda gürültü, patırtı içinde, kirlenmiş
hava soluyarak ve hormonlu gıdalar tüketerek
yaşıyoruz daha doğrusu ÖLÜYORUZ.
Kemal Özbıyık - OCAK 2007
Ayrıca Oku
LAZLARIN
GERÇEK TARİHİ
Arhavi
ilçesi halk oyunları
Arhavi ve Artvin
Halkoyunu kıyafetleri
LAZLAR, Laz
kültürü, laz halkı, laz tarihi
KARADENİZ
UŞAKLARI
Cinler ve
periler
Karakoncoloz
nedir
Arhavi ve Artvin
Halkoyunu kıyafetleri
Artvin halk oyunları
Artvin
Barı mı? Ata barı mı? Ermeni Barı mı?
Bar, Erzurum, Bayburt,
Gümüşhane, Artvin, Erzincan barları
Karadeniz
horonları , horan, horom ve hora kelimeleri
Lazlarda Evlilik
Gelenekleri, Evlilik, düğün, nişan
LAZİSTAN ETNOGRAFYASI,
Lazlar ve Laz kültürü
Karadenizin Atmacaları
Lazlar
Murgul Gürcülerinde
Halk İnanışları
Lazonada Bahar senligi:
Pagaralar
GELENEKSELLİK
VE MODERNLİK BAĞLAMINDA RİZE'DE DİNİ HAYAT
RİZE HALK OYUNLARI, Rize
horonları
Kolhis, Tanrılar diyarıTürk Halk Oyunları
A -
B -
C - Ç -
D -
E -
F - G - H -
I - İ -
K -
L -
M -
N -
O -
P -
R -
S -
Ş - T -
U -
V -
Y -
Z |