Civranin yunus avcilari

Bundan 186 yıl önce Sürmene'ye yolu
düşen gezgin Bıjışkyan seyahatnamesinde Sürmene'de çıkan yunus
balığı yağından söz eder. Yüzlerce yıl yörenin çok önemli bir gelir
kaynağı olan yunus avcılığı uzun zamandır yasak. İkinci Dünya Savaşı
ve sonrasının büyük yoksulluk döneminde, yöre insanının tek kazanç
kapısı olan bu işi konuşmak üzere balıkçıların diyarına, Balıklı
(Civra) limanına gittik. Bir zamanlar yunus avcılığı yapmış olan
Saim Püskül (75), Hasan Sarı (74), M. Ali Karabacak(70), İsmet
Kalyoncu (77), Selahattin Kalyoncu (78) ve çocukken bir sefere çıkıp
tövbe eden emekli öğretmen Seçkin Şivil ile konuştuk. Önümüzdeki
Deniz kadar,
onlar da yüreklerini açtılar bizlere. Nasıl da heyecan duydular,
onlar için “miş”li bir hikaye olan uğraşlarının merak edilmesine.
Bir mutluluk muştusu yerleşti gözlerine. Anlattıkça anlattılar,
tekneler dolusu öykülerini... SAİM REİS- Dedelerimiz buraya
yerleşeli aşağı yukarı 300 seneye yakındır. 300 sene gitmez, ama 270
sene bu yunus balığı avcılıği ile uğraştiler. Çok büyük varlık idi
o. Burada onun takımları vardı; 11 tane, 12 tane takım. Bir takım 15
parçadan müteşekkil; 2-3 tane motor, bir de onun ağ kayıkları, bir
de onun yardımcıları, sandalları vardı. Bir takıma 35-40 kişi
düşerdi.
.jpg)
ELİF - En uzak nerelere giderdiniz?
SAİM REİS- Bu sahilden 60 mile kadar
açılırdık. Kıyı şeridinde ise en son Sakarya'ya kadar giderdik. En
az bir buçuk ay gurbetçuliği var idi.
ELİF- Sonradan bu işi sürdürsünler
diye yanınızda yetiştirdiğiniz çocuklar oldu mu?
SAİM REİS- Onun öğrenilmeyecek bir
tarafi yok idi. En aciz, yani okula gitmemiş bir talebe bile oni
yapardi.
HACER - Peki, avladığınız yunusları
nasıl değerlendirirdiniz?
SAİM REİS- Yunusun yağından
yararlanılırdi. Yunusun eti yenmez, eti gübre olarak kullanılırdi.
Tarlada kuyu kazarsın, kuyuya doldurursun. Çok iyi gübresi olurdu,
onu vurduğumuz yerin mahsulü çok iyi olurdu. Bu
Trabzon
muhiti, bilhassa bu Sürmene muhitinde, fakirine, denize gidecek
erkeği olmayana da faydasi var idi. Onlara da balık verirlerdi,
onlara da yardım ederlerdi. Balığın yağı Avrupa'ya, Almanya'ya
giderdi. Trabzon'a yağ fabrikası yapılmadan önce burada sanayi yok,
Almanya'da vardı. Sonra Veysel Çakıroğlu Almanlar ile ortak fabrika
kurdular Trabzon'a. Bu yağın özelliği donmamasi idi. Dökümhanelerde,
tren raylarında, hayvan arabalarının tekerleklerinde kullanılırdi.
.jpg)
HACER - Yunus avcılığını her önüne
gelen yapabiliyor muydu, bunu denetleyen birileri var mıydı?
SAİM REİS - Yoktu. Toplanıp denize
gidebilirdi herkes, serbest. 1952' de Birleşmiş Milletler'in karari
ile yasaklandi bu iş. En son Sakarya'ya gidildi.
HASAN REİS - İngilizler ambargo
koydu buna.
SELAMİ - Sakarya'ya kadar
gidiyordunuz. Yakaladığınız yunusları Sürmene'ye mi getiriyordunuz,
yoksa?...
SAİM REİS - Balıkları Sürmene'ye
getirmiyorduk. Orada balığı eritiyorduk. Mesela Sakarya'da açıldın
denize; balığı avladın, aldın. Geldin sahile, o balıkları
yüzüyorsun, yağı postundadır. Bir balıkta var 35-40 kilo yağ. Balığı
eritiyorsun, yağ çıkı-yor ondan.
ELİF - Bu yağ sadece sanayide mi
kullanılıyordu?
SAİM REİS - Buranın tabiri ile musur
balığı dediğimiz bir tür yunus var, onun gagasi yok, gagasi böyle
düzdür. Onu çok temiz kazanlarda, kalayli kazanlarda eritiyorduk. O
yağ içmek için kullanılıyordu. Hani, eczanelerde balık yağı satılır
ya, şifa için içilirdi.
SELAMİ - Balıkların eritildiği
kazanlara "pezir kazanı" diyordunuz herhalde.
SAİM REİS - Evet. Bu kazanların
özelliği büyük olmaları. Büyük kazandan bir fıçı, iki fıçı yağ
alıyorduk. Artık o kazanlar yok. Bakırcılar hep topladı onları,
hurdaya gittler. Yağ yeni eridiği zaman, köpük halindeyken, ekmek
batırılıp yeniyordu. Tam manasıyla eridiği zaman yağ kararır ve daha
yenilmez. Hani, mayasıl derler ya, o hastalığa iyi geliyordu.
HACER - Bir de amca, o zamanlar
elektrik yokmuş ve bu yağ gaz lambalarında da kullanılırmış.
SAİM REİS - Likmen o. Saçtan, böyle
dört köşe şeklinde yapılmış. Onun içerisine balık yağıni koyuyorsun.
Pamuktan yahut bez parçasından fitil yapıyorsun; ama yün olmayacak.
Sonra onlarla evlerimizi aydınlatırdık.
HACER - Bize yunusları avlama
sahnesini anlatır mısınız? Nasıl avlıyordunuz onları?
SAİM REİS - Tüfekle de vurdular, ama
esas ağ ile olurdu. Kurşunla günde 30-40 tane vurursun. Ağla beraber
400 tane, 500 tane alırdık. 1950 senesinde 1150 tane alduk,
Fatsa-Yalıköy'de... Şimdi, balıkları gördün. Denizin altında nefes
alamaz, su üstüne çıkmak zorundadır; çünkü ciğerli hayvandır. Suyun
üstüne çıktığı zaman da motoru takıyorsun peşine. Gidiyor, balığı
oradan döndürüyor. Dönmüyorsa kurşun atıyorsun, balığı
döndürüyorsun. Balığın önüne mermiyi vurduğunda o döner, gerisi
geri.
SELAMİ - Yani, balıkları ağa doğru
yöneltiyordunuz.
SAİM REİS - Ağ daha bekliyor,
çevrilmemiş. Motor, balıkları ağın yanına getiriyor, yardımcılar da
onun etrafını çeviriyorlar. Balığı alıyorlar orta yere. Ağ kayığı da
ağı sarıyor. Orada balık sargının içerisindedir. Kime doğru
geliyorsa tüfek atıp korkutuyor, ağa gitsin diye. Eğer çok dalmışsa
ve sana doğru geliyorsa, iki çakıl taşını sokuyorsun ellerinin
dibine, telefon diyoruz ona, taşlarla şöyle zank zank vuruyorsun.
Mesela ben taşı burada vursam, sen ta ileride olsan, senin
kulakların zank zank bunu duyar. Balık da o şekilde doğru ağa
gidiyor. Ağın ağzı kapanıyor. Onun altında halat vardır, halatlarla
çekiyorlar ve ağın altını böyle halatlarla kaldırıyorlar. Böyle,
oluyor tava gibi. Ağın altı da kesiliyor. Zaten öyle bir hayvandır
ki, çook korkak, ürkek bir hayvan. Halbuki zıplasa ağdan
kurtulabilir. Çünkü 2-3 metre havaya zıplar.
SELAMİ - Yunusları yakaladığınız
ağları kendiniz mi örerdiniz, yoksa hazır mı alırdınız?
SAİM REİS - Onlara ığrip ağları
denir. Kendir denilen bitki var ya, haşhaş. O kendirin sapını böyle
yolduğun zaman ondan iplikler çıkar, tel tel olur. Onun ekincileri
vardı. O kuruduğu zaman onları toplar, ondan iplik yapar, evlere
dağıtırlardı. Yığ derdik, o yığlarla beraber çevirir iplik
yaparlardı. Tabi, iki-üç katını bir araya sararlardı, sağlam olsun
diye. Sonra, onun kalıpları vardı. Erkekler dokurlardı. Kadınlar da
dokurdu.
SELAMİ - Tezgâhlarda mı dokunurdu?
SAİM REİS - Ellen beraber dokunurdu.
Ağlar epey bir uzunlukta, parça parça, mesela 10 kulaç, yani 18-20
metre boyunda dokurlardı. Onları sonra birbirlerine çatarlardı,
büyük ağ haline getirirlerdi.
HACER - Peki, sizin yunus balığı ile
yaşadığınız ilginç bir hikayeniz var mı? Örneğin bir tanesi
farklıdır, tutmuşsunuzdur, çocuğunuzu okşar gibi sevmişsinizdir.
HASAN REİS - Hee, onu dedem
yapmıştır benum… o masum hayvandur o hayvan, anladun mi? İnsanlara
dokunmaz, zeki bir hayvan. Isırmaz, bir şey yapmaz, insanların dostu
o hayvan.
HACER - Ama insanlar dostuna zarar
veriyor, farkında mısınız?
HASAN REİS - Dedemin adı Hasan
Çebi. Ona verdiler bir balık, dediler ki "Hasan Reis, sen bu balığı
al da kes". Dedi "hayvanın değeri nedir?" dedi-lerki, şu kadar
para. Parasını verdi, yunus balığını aldı, 40-50 kilo büyük yunus
balığı. Mendilini çıkardı, bunun gözlerini okşadı. Dediki "ey
mübarek Allahum, bana rızık bundan verma, başka taraftan ver" onu
attı denize, halen daha gidiy, anladun mi?...
HACER- Yunus balığına dokunmanın
zevkini anlatır mısınız ?
HASAN REİS- Zevki yoktur onun,
gariptir o ya! Keserlerdi oni da, eldururlerdi oni…
HACER- Yani sadece geçim aracı
olarak görüyordunuz.
HASAN REİS- Hee, geçim araci idi. O
zamanlar sanayi yoktu, bir şey yoktu. Tek geçim ondandi.
SAİM REİS- Ağın içerisinde sıkıştığı
zaman zorundan doğum yapardı. Hayvan zorlanıyor tabii, korkuyor,
aynı insan gibi, erken doğum yapıyor. Yavru, annesi olmadan
yaşayamaz. Annesi alır kanadının altına, öyle gezdirir onu.
HACER- Yunus balığını elinize
aldınız, kanatlarının altındaki sıcaklığı hissettiniz. O duyguyu
anlatır mısınız? Gözlerinin içine baktığınızda ne hissediyordunuz?
SAİM REİS- Zaten o yüzden ben çok
duygulanmışım, kederlenmişim. Askere giderken arkadaşlarımı
topladım. Dedim: "Arkadaşlar, ben buna dua edeceğim, siz de amin
deyin. Ben askere gidiyorum. Allahum, askerden dönduğumde bu mesleği
görmeyeyim, kaybolsun." Yani, bu yunus avcılığından dolayı çok
vicdan azabı çektim. 1950 senesinde asker oldum, 53'de terhis olup
geldim. Yunus avcılığı bitmişti.
HASAN REİS- Hiçbir hayvanın gözünden
yaş akmaz. Yaş akar da gözünü kırpmaz. Bunun gözünün önüne
parmaklarını böyle yaparsın, gözünü kırpar.
HACER- Başlıca geçim kaynağınız
buydu diyorsunuz. Avcılık yasaklanınca bu halk ne oldu?
SEÇKİN REİS- Yasaklanınca, büyük
kentlere, bilhassa İstanbul'a göç oldu. Kimi iş hayatına atıldı.
Mesela, Sırma Maden Sularının sahibi buradan, Karabacaklar'dan.
Sonra Cevher Özden, yani Banker Kastelli, buralı.
HACER- Onların da böyle geçmişleri
var mı?
SEÇKİN REİS- Tabi canım. Onlar da bu
mesleği yapıyorlardı. Koşullar onları başka alana itti. Kimi
ticarete atıldı, kimi denizde kalıp küçük balıkların peşine gitti…
Aslında o olayı yapmak bugün çok üzücü. İnsanlık dışı bir olay yani.
Katliama karşıyım şahsen.
HACER- Önüne gelen yunusları
avladığı için türünde azalma olmuştur mutlaka.
SAİM REİS- Evvelinde bizim sularımız
temiz idi. Yemi fazla idi. Balıklar yem bulamayınca…
HACER- Şu anki gibi kimyasal atıklar
atılmıyordu. Çamburnu'nda tesis kurulmuş sanırım.
SAİM REİS- O tesis, madenin yıkama
tesisi. Dere ile geliyor onun yıkama pisliği denize dökülüyor. Onun
zehiri balığı zehirliyor. Balıklar çok azaldı. Açıklara gitmiyor
onun zehiri, ama sahillerde olan ufak tefek balıklara etkisi çok
fazla. Mesela Tuna Nehri. Orta Avrupa'nın bütün pisliği Tuna ile
Karadeniz'e
dökülüyor.
HACER- Bu benim ilk tekne
yolculuğum. Çok güzel bir şeymiş böyle. Yunuslarla arkadaş olmak
isterdim.
SAİM REİS- Yunus her zaman olmaz…
hey gidi, bu sahiller 50 metre derinliğinde kumsaldı. Yunus
baluklari burada döküldüğü zaman, deniz kenarları sırf baluk
dolardi. Buradan taa ileriye kadar.
SELAMİ- Ölü olarak karaya vuran
yunusları da kullanır mıydınız?
SAİM REİS- Tabi, kokmuş olsa bile
yine yağından istifade edilirdi.
SELAMİ- Hanımı gebe olanlara yunus
kestirmezlermiş.
SAİM REİS- Evet, çocuğu sakat olur
diye. Öyle bir adet vardı. Öyle bir şey olmaz, ama öyle tatbik
ederlerdi.
ELİF- Rusya'ya buradan avcılığa
gitmişler diye duyduk.
SAİM REİS- Bizimkiler balığın yağını
Ruslar'a satıyordu. Sonra Ruslar heves ettiler. Yunus ağlarından
aldılar. Bizden de reisler aldılar, bizim reisler onlara öğrettiler;
nasıl çevrilecek, nasıl sarılacak, nasıl avlanacak. Ruslar bu
mesleği biraz yaptılar. Sonra onlara fırtına vurdu, ağları ile
birlikte hep boğuldular. Beceremediler bu işi. Ondan sonra da
bıraktılar.
SELAMİ- Şöyle bir şey duyduk biz:
Ruslar'ın denizinde yunus balığı çok üremiş ve onları avlayın diye
buradan avcılar çağırmışlar.
SAİM REİS- Yok. O dediğin
Yunanistan. Onların tirol ağları var, tirol ağını yunuslar yiyordu.
İnce balık giri-yor ya tirolün içine, Afala dediğimiz büyük yunus da
ağa dalıp koparır. O yüzden buradan yardımcı istediler. Burayı da
biliyorlardı, yunus avcısıdır diye. 5-6 tane adam aldılar buradan,
orada avcılık yaptılar.
ELİF- Bir çok kez ava çıktınız.
Denizdeki yunusları gördüğünüzde sadece bir av hayvanı olarak mı
görü-yordunuz onları?
SAİM REİS- Balık sürü halinde; 100,
300, 500 koyun, davar gibi. Atlaya atlaya gidiyor, zevk veriyor
insana... Ama tabii ki avcılığın acıklı tarafları da vardır, garip
tarafları da vardır. Hayvanı öldürüyorsun...
Yoksulluğun hüküm
sürdüğü dönemlerde bu “garip ve acıklı meslek” tek geçim kapısı
olmuş yöre insanının. İnsanı dost olarak gören sevimli yunuslara
içleri kan ağlayarak ihanet etmişler. Tekneler dolusu göz yaşı
karışmış karadenizin sularına; yunusların ve balıkçıların
gözlerinden.
Kıyıya yanaşıyoruz ve
ömürlerini teknelerde geçirmiş denizin bu yaşlı adamlarına veda
ediyoruz. Çok istediğimiz halde yunus göremeden bitti gezintimiz,
ama Seçkin Reis söz veriyor bize “istediğiniz zaman gelin, teknem
sizindir” diyor. Yunusların denizde görünmeye başladığı bahar
aylarında tekrar görüşmek üzere karaya çıkı-yoruz. Balıkçılar,
hamsi yemeye
davet ediyor bizi. Hayatımızın en lezzetli ızgara hamsisini yedikten
sonra doğuştan denizci olan bu insanların memleketinden ayrılıyoruz.
“Balık, gözlerini bize çevirirdi,
benim ciğerlerim parçalanırdı”
Yunusun eti yenilmez, yünü giyilmez.
Etini korduk bahçeye, gübre niyetine; yağına ekmek batırıp yerdik,
ilaç niyetine. Balığı tutardık kuyruğundan, alırdık bıçaklarımızı,
şah damarına dayardık, keserdik. Balık, gözlerini bize çevirirdi;
ağlardı, sızlardı, kıyameti koparırdı. Onların da annesi, babası,
yavrusu var; nasıl inlerdi. En büyük katil biz, vururduk bıçağı.
Benim ciğerlerim parçalanırdı, bu zanaat kaybolsa derdim. Bu hayvanı
hiçbir zaman tutmak istemezdim; ama ne yapacaksın, çarığımız bile
yoktu giymeye. Eğer bir taraftan 5 kuruşluk bir gelirin varsa o
mesleği yapmayacaksın. Ondan beri bu memleketi o balık terk etti…
Kiraz ayında, takımla Ünye'den gelirken, balığın harmanına girdik. O
arada sardık ığripi, girdi ona yirmi bin yunus. Korkusundan hepsi
doğurdu, kıpkırmızı oldu ağın içerisi, ateş gibi. Kırk tane hayvan
kurtardık, geri kalanını denize attık, zanaatı da paydos ettik o
zaman.
İSMET REİS
“Anne yunus hala canlı, yavrusunu
orada görüyor. Gözlerinden yaş aktığını bizzat kendim gördüm.”
Yunus balığı benim için bir sevgi
idi. O zaman ekonomik koşullar kötüydü, parasız kaldık. Gidelim,
Nuri ile beraber yunus vurup satalım dedik. Para yok o zaman, hiçbir
şey yok. O zamanlar dolma tüfekler var. Tahmin ediyorum üç defa
attık, dördüncüsünde biz bunu vurduk. Dümeni ben tutuyorum, Nuri de
tüfekle atıyor. Yanında yavrusu vardı. Biz yunusu vurduk, aldık. O
kan etrafa sıçrayınca, o yavru kanın etrafında böyle dolanıyor, hiç
oradan ayrılmıyor. Anne yunus hala canlı, yavrusunu orada görüyor.
Gözlerinden yaş aktığını bizzat kendim gördüm. Korkunç bir şekilde
duygulandım. O zaman 12-13 yaşındayım, dedim ki: "ben bir daha bunun
peşinden gidersem, bir daha bunu vurursam…" Orada çok et-kilendim,
çok duygulandım. O günden bu güne dek ne onun peşine gittim, ne
vurdum, ne de vuranı tasvip ettim. Onun gözünden yaş aktığını
bizzat kendim yaşadım ve gördüm. Şimdi, baktık hayvan yaralı, tüfek
paramparça etmiş. "Ne yapacağız" dedik. Nuri aldı bıçağı… Ya, böyle
katliam olmaz, böyle vahşet olmaz ya!... Aldı bıçağı, dayadı şah
damarına, hayvan öldü tabi. Ben korktum. Hala aklımdan çıkmaz… Şimdi
balığa çıktığım zaman, ben onlara balık atarım, oynarlar, insan
gibi. Onları vurmak benim için insanlık dışı bir olay yani.
http://www.teknedergi.com/ 1.
Sayıdan
Yöresel Halk dansları -
oyunları; İllere göre Karadeniz Bölgesi horon ve barları listesi
Ayrıca Oku
LAZLARIN
GERÇEK TARİHİ
LAZLAR, Laz
kültürü, laz halkı, laz tarihi
KARADENİZ
UŞAKLARI
Arhavi ve Artvin
Halkoyunu kıyafetleri
Arhavi kültürü: Tira
mola
Artvin halk oyunları
Artvin
Barı mı? Ata barı mı? Ermeni Barı mı?
Bar, Erzurum, Bayburt,
Gümüşhane, Artvin, Erzincan barları
Karadeniz
horonları , horan, horom ve hora kelimeleri
Lazlarda Evlilik
Gelenekleri, Evlilik, düğün, nişan
LAZİSTAN ETNOGRAFYASI,
Lazlar ve Laz kültürü
Karadenizin Atmacaları
Lazlar
Murgul Gürcülerinde
Halk İnanışları
Lazonada Bahar senligi:
Pagaralar
GELENEKSELLİK
VE MODERNLİK BAĞLAMINDA RİZE'DE DİNİ HAYAT
RİZE HALK OYUNLARI, Rize
horonları
Kolhis, Tanrılar diyarıTürk Halk Oyunları
A -
B -
C - Ç -
D -
E -
F - G - H -
I - İ -
K -
L -
M -
N -
O -
P -
R -
S -
Ş - T -
U -
V -
Y -
Z
|