|
|
|

Halk kültürü araştırmacısı Süleyman Kazmaz’a
armağan kitap hazırlandı…
|
Fatih Sultan KAR
Rize kültürü üzerine on üç kitap ve sayısız
makale yayımlayan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Başkanlığı tarafından belirlenen
on iki değerli bilim insanı arasında yer alan
Çayelili Hemşerimiz Yazar Süleyman Kazmaz için
şimdi de Türk Halk Kültürünü Araştırma ve
Tanıtma Vakfı tarafından armağan kitap
hazırlandı..Uluslararası alanda ve yurt
genelinde başarıları yaşarken bilinen bu değerli
insanın çalışmalarını biz Rizeliler ne kadar
biliyor ve sahipleniyoruz ?
Türk Halk Kültürünü
Araştırma ve Tanıtma Vakfı yayınları arasında
çıkan ‘Süleyman Kazmaz’a Armağan’ kitabını Kamil
Toygar ve Nimet Berkok Toygar birlikte
hazırladı. 566 sayfadan oluşan kitap dört ana
bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Süleyman
Kazmaz’ın hayatı ve eserleri anlatılıyor. İkinci
bölümde ailesi ve dostlarının kaleminden
Süleyman Kazmaz anlatılıyor. Bu başlık altında
eşi Muazzez Kazmaz, Prof. Dr. Şükrü Elçin, Prof.
Dr. Adnan Turani, Avukat Halil H. Makaracı,
Oktay Emet, Cihan Yamakoğlu, Veysel Atacan,
Avukat Sebahattin Bilge ve Sabri Bayraktar’ın
yazıları yer alıyor. Üçüncü bölümde halk kültürü
üzerine hazırlanmış ve Süleyman Kazmaz’a armağan
edilmiş makalelere yer veriliyor. Dördüncü
bölümde ise Süleyman Kazmaz’ın kendi
makalelerinden seçmeler yer alıyor.
Kitabı yayına hazırlayan Kamil Toygar ve Nimet
Berkok Toygar, kitabın önsözünde çalışmanın
Süleyman Kazmaz’ın yazı hayatının 78. yıldönümü
nedeniyle hazırlandığını belirterek şunları
söylüyor: ‘Cumhuriyet dönemi fikir ve sanat
hayatında önemli bir yere sahip Avukat Süleyman
Kazmaz, kültür ve sanat hayatımızda çok cepheli
yönleriyle temayüz etmiş aydın bir araştırmacı
yazardır.”

Süleyman Kazmaz Kimdir ?
Süleyman Kazmaz’ın bugüne
kadar yayınlanmış 40 kitabının yanına 8 eseri de
yayına hazır halde bulunuyor. Halk kültürü
alanında sayısız ödül alan ve Türkiye’nin en
değerli on iki bilim insanı arasında ismi
bulunan Süleyman Kazmaz ve eserleri yazık ki
memleketi Rize’de yeteri kadar tanınmıyor. Oysa
ki Kazmaz’ın eserleri, kültürel çalışmalar
yönünden çok da şanslı olmayan Rize için büyük
bir kazançtır. Yazarın eserleri arasında birkaçı
“Rize Halk Şairleri” (1976), “Rize Halk Şairleri
ve Halk Kültürü” (1992), “Rize Yemekleri ve
Yemek Kültürü” (1992), “Çayeli Halk Şairleri”
(1993), “Çayeli Geçmiş Günler ve Halk Kültürü”
(1994), “Beyazsu -Bir Köy Araştırması” (1994),
“Milli Mücadelede İpsiz Recep ve Rizeli
Gönüllüler” (1996), “Kestane Karası – Hikayeler”
(1998), “Rize- Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları
I” (1998), “Rize- Çayeli Halk Kültürü
Araştırmaları II” (2001), “Rize-Çayeli Halk
Kültürü Araştırmaları III” (2003), “Kazmaz
Ailesinden Hatıralar” (2004), “Risaleler,
Manzumeler ve Faydalı Bilgiler
Mecmuası-Derleyen: Kazmazzade Mustafa Efendi,
Yayına Hazırlayan: Süleyman Kazmaz” şeklinde
sayılabilir.

Yeşil Rize
Ey Karadenizin şirin
beldesi;
Dağıttın kalbimden kederi, yesi.
Bir ninni okuyor sana her zaman
Önünde çırpınan denizin sesi.
Uzanmış kolların engine doğru,
Dumanlı dağların her gün bulutlu.
Sularla öpüşen sahillerinle,
Ne kadar güzelsin, ne kadar mutlu
Coşkun derelerin, her yanın gülşen,
Artar güzelliğin güneş doğarken.
Yaşarsın kalplerde, sevginle Rize
Meftunuz hep sana ne kadar bilsen
Kalemini halk kültürünün
hizmetine sunan Süleyman Kazmaz’ın ilk şiiri
Rize Vilayet Gazetesi’nde 6 Ağustos 1931
tarihinde “Süleyman” imzasıyla yayınlanır. Küçük
Süleyman, o zaman Rize Orta Mektebi’nin 197
numaralı talebesidir. Bu şiirle yayın dünyasına
merhaba diyen ve halk kültürü araştırmalarını
aralıksız sürdüren Kazmaz, zaman içerisinde 36
kitaba, yüzlerce makaleye, araştırmaya ve
derlemeye imza atarak ülkemizin sanatını,
kültürünü, güzelliklerini ve gerçek değerlerini
dünyaya tanıtır. Dimdik ayakta olan bu bilge
çınar hala yazmayı sürdürmektedir.
1931-1936 yılları arasında Rize Orta Mektebi’nde
Türkçe Öğretmeni olarak görev yapan Sıtkı Can,
Ordu Halkevi tarafından 1940 yılında yayınlanan
“Rize Şairleri” isimli kitabında Kazmaz’dan
şöyle söz ediyor: “Süleyman Kazmaz, içli bir
gençtir. Bazı noktalarda kendisini irşat
ederdim. Dergilerde yazılarını okudukça
hevesinin hızlandığını görüyorum. Kendisinde
gittikçe derinleşen bir seziş var. Kültürü
yerinde bu hassas talebem parlak bir istikbale
namzettir.”
Rize tarihine bu denli katkılar sağlayan bu
bilge çınarı, hayatı ve eserleri hakkında
konuşmak üzere Ankara’daki bürosunda ziyaret
ettik.

Konuya başlamadan önce bize Kazmaz ailesinin
tarihiyle ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Biz Çayeli’nin Beyazsu köyündeniz. Asıl köken
Caferpaşa köyü. Bizim ecdadımızdan ismini tespit
edebildiğimiz en eski şahıs Ahmet, Cafer
Paşa’yla birlikte Caferpaşa köyüne gelmiş. Bunu
dedemin dedesi Hacı Mustafa Efendi’nin el
yazısıyla yazdığı bir Kur’anı Kerim’den
öreniyoruz. Bu Kur’anı Kerim’de Hacı Mustafa
Efendi, Ahmet’ten sonra gelenleri yazar. Cafer
Paşa, Caferpaşa Köyü’nde bir cami yaptırdı,
Ahmet’i de camiye imam olarak bıraktı. Bir süre
orada kalan Ahmet, evinin sel yüzünden yıkılması
üzerine Beyazsu Köyü’ne geldi. Babamın dedesi
Hacı Osman Efendi oradan Çayeli’ne nakletti,
Çayeli’nde tepede Harun Efendi’nin evi olarak
andığımız evi kasnak halinde alarak tamamladı,
oraya yerleşti. Çocukları orada yetişti. Hacı
Osman Efendi’nin oğlu, iki kardeş Hacı Haşim
Efendi ve Hacı Ahmet Efendi okumak üzere
İstanbul’a gitti. Dedem Hacı Mustafa Efendi
Çayeli’nde kaldı, Eskipazar Mahallesi’nde,
kıyıdaki evi yaptırdı, babamı o evde evlendirdi.
Biz o evde yetiştik. Ben 1960 yılında evlendim.
Eşim Muazzez Ispartalı’dır, ev hanımıdır. Bir
oğlum, bir torunum var. Oğlum Osman Cem yüksek
inşaat mühendisidir.
Çayeli’nde Kuvay-ı Milliye Beyannamesini okuyan
ilk kişi babanızmış. Ondan biraz bahseder
misiniz?
Babam hakimdi. Ayrıca
Medrese mezunuydu, din adamıydı. Edirne
Medresesinden müderrislik payesi almıştı. Bir
süre İttihat Terakki Fırkası’na katılmıştı.
Mithat Paşa’yı severdi. Hatta şöyle bir hatırası
vardır: Babam, Mithat Paşa’ya ait olan kitabı
her açtığında gözleri yaşarır, “Oğul Mithat
boğdular seni” derdi. Çünkü Abdülhamit Mithat
Paşa’yı özel mahkemede önce idama mahkum
ettirmiş, sonra cezasını sürgüne çevirmiş, fakat
sürgünde boğdurmuştu.
Babam Atatürk taraftarıydı. Kuvay-ı Milliye
Beyannamesi’ni Çayeli Camiinde ilk kez o okudu.
Bu, onun eseridir. Babam Çayeli’nden hiç
kopmadı. Naiplik, hakimlik yaptı. Bir süre
Oltu’ya gitti. Orada Tapu Tahrir Naipliği,
bugünkü deyimiyle Kadastro Hakimliği yaptı,
sonra yine Çayeli’nde çalıştı. Ondan sonraki
hayatını bütünüyle Çayeli’nde geçirdi.
Doğumunuz ülkenin zor dönemlerine rastlıyor.
Çocukluğunuza dair belleğinizde kalan
hatıralardan bahseder misiniz?
Doğum tarihim 1915.
Çocukluğumun ilk yılları Rus istilasına rastlar.
Önce Mahalle Mektebi’ne gittim, Rize’de Kale
Mahallesi’ndeki camide okudum. Ondan sonra
Çayeli’nde Şairler Köyü’ndeki Mahalle Mektebi’ne
devam ettim. Ardından Çayeli İlkokulu’na
başladım. Bu okulda hocalarımız Yelkenci Ali
Efendi, Şevki Bey, İzzet Bey ve Sadık Bey’di.
İlk okulu 1929 yılında bitirdim. O zamanlarda
Rize’de okumak bir meseleydi. Bu yüzden bir sene
ara verdim. Bu süre içinde Çayeli Belediyesi
yazı işlerinde çalıştım.
Çayeli Belediyesi’nde mi çalıştınız? Daha o
yaşlarda?
O zamanlar Çayeli Belediye
Reisi Hacı Maksut Efendi’ydi. Bir gün
Belediye’ye gittim. Hacı Maksut Efendi ile
Belediye Katibi Hafız İsmail Hakkı Bayraktar
oturuyorlardı. Hafız İsmail Hakkı Bayraktar,
Belediye Reisi Hacı Mesut Efendi’ye dert
yanıyordu: “Yeni harflerin üstesinden
gelemiyorum, ne edeyim?” dedi. Hacı Mesut
Efendi, “Aha, Süleyman, onu al yanına.” diyerek
beni gösterdi. Böylece Çayeli Yazı İşleri’nde
çalışmaya başladım. Hafız İsmail Hakkı Bayraktar
söyler, ben yazardım. Aynı zamanda da o zamanki
adıyla arzuhal, bugünkü deyimiyle dilekçe
yazardık. Hafız İsmail Hakkı Bayraktar olmadığı
zamanlarda elimdeki müsveddelere, uygun olana
bakar, ona göre yazardım. O zamanlarda yaşım
14-15 idi. Dilekçe başına 5 kuruş, 7,5 kuruş
alırdım. Böylece para kazanmaya başladım. Bir
gün gurbetten gelen vatandaş bir dilekçe
yazdırdı, 25 kuruş verdi. O zamana kadar aldığım
en yüksek paraydı. 25 kuruşa iri olduğu için
manda gözü derlerdi. Bir sene böyle geçti.
Rize Orta Okuluna kaydoluyorsunuz. O dönem
eğitimciler nasıldı?
İkinci sene Rize Orta
Okulu’na kaydoldum. O zaman pansiyon yok.
Rize’de halam vardı. Onun yanında kalıyordum.
Orta Okul tepede, Maksut Paşa’nın konağındaydı.
Şimdi orası sanırım Kız Enstitüsü’dür. Yapı
ahşaptı, bahçesi vardı. Hocalarımız İsmail Uğuz
Bey, aynı zamanda Okul Müdürü. Türkçe Öğretmeni
Sıtkı Can, Tarih Öğretmeni Enver Kayadeniz,
Jimnastik Öğretmeni Mahmut Bey, Tabiiye
Öğretmeni Muhittin Bey, Fransızca Öğretmenimiz
önce Esat Bey, sonra Rıfat Bey. Yine bir
öğretmenimiz Vahdi Bey. Ben Fransızca’yı Arif
Bey sayesinde öğrendim. Arif Bey çok
disiplinliydi, çok iyi öğretirdi. Düşünün daha
Orta Okul’da iken Fransızca’dan tercüme yaptım.
Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdiğim zaman Devlet
yabancı dil imtihanına girdim ve imtihanı
kazandım. Ondan sonra da kitap tercüme ettim.
Yazın dünyasıyla Orta Okul yıllarında mı
tanıştınız?
Evet. Yazı hayatım Orta
Okul’da başladı. İsmail Uğuz Bey ve Sıtkı Bey
Rize Vilayet Gazetesi’nde yayımlarlardı. Orta
Okul’dan 1933 yılında mezun oldum. Aynı yılın
son baharında Trabzon Lisesi’ne kaydoldum, o
zaman Trabzon’da parayla okumak meseleydi. Bir
süre bir akrabanın yanında kaldım. Daha önce
Öğretmen Okulu imtihanına girmiştim. İmtihanı
kazanınca Trabzon Erkek Öğretmen Okulu’na
geçtim.
O zaman Trabzon’da ve Rize’de sosyal hayat
nasıldı?
Yokluk dünyası. Yollar
berbat. İlk yolculuğumda Rize’den Trabzon’a bir
günde geldim. Öğleye kadar Of’a gittik. Orada
öğle yemeğini yedik, akşam Trabzon’a vardık. O
zamanlarda en iyi vasıta kamyonlardı.
Kamyonların arka kısmına tahta sıralar
koyarlardı. O tahtalara oturarak seyahat
ederdim. Aynı zamanda motorlar da vardı. O
tarihte 29 Ekim’de Rize’ye gidecektim. Vasıta
yoktu, otomobil yoktu. Limana indim. Bir motor
var. Motora bindin. Yağmur başladı. Kaptan beni
kamaraya indirdi. Fakat orada mazot dumanından
duramadım, “Aman kaptan ben buradan çıkayım.”
dedim. Dümen başındaki kaptanın yanına gittim,
orada oturdum. Fakat sabaha kadar yağmur
sırtımdan geçti. Kaptan üzerime battaniyeyi
örttü. Fakat sabahleyin Rize’de karaya çıktığım
zaman sırılsıklam ıslanmıştım. Bir süre sonra
Trabzon’a gideceğim. Rize’den motorla yola
çıktık. Hava güzel. Birden fırtına başladı,
motor yola devam edemedi. Paşa Limanında karaya
çıktık. Motoru kıyıya çektiler. Havanın
düzelmesini bekledik. Motor ne zaman kalkacak,
belli değil. Bir saat, iki saat geçti, hava
düzeldi, deniz sakinleşti. Motoru suya attılar.
Tekrar yola çıktık. Sabaha kadar motorda,
tahtanın üstünde yattık. Sabahleyin yine
Trabzon’a çıktık.
İkinci sınıfa geçtim. 1934-1935 öğretim yılında
Trabzon Öğretmen Okulu İstanbul’a nakledildi.
Haydarpaşa Lisesi’nin bir bölümü Öğretmen
Okulu’na tahsis edildi. İki sene orada okudum.
Burada Son Posta Gazetesinde yayınlanan
maceranız var. Anlatır mısınız?
İkinci senenin sonunda
okulda isyan çıkardık, Yemeklerimiz iyi değil,
yatakhane iyi değil diye. İki arkadaşımız öldü.
“Vay sıra bize geldi” diye bir grup arkadaşla
birlikte kalktık, gazetelere gittik. İlk
gittiğimiz Cumhuriyet gazetesiydi, derdimizi
anlattık. Yazı İşleri Müdürü olduğunu sandığımız
bir yetkili, “Bakın, son sınıfa geldiniz,
okuyun. Bir okulda isyan edenleri kovdular, sizi
de kovarlar.” diye bize öğüt verdi. Fakat tatmin
olmadık. Son Posta Gazetesine gittik. Bizi
dinleyen yetkili söylediklerimizi “Doğruysa çok
yazık” başlığı altında sıraladı. “Yemeklerimiz
iyi değil, yatakhane garaj
gibi, bakmıyorlar bize. İki arkadaşımız öldü”
diye yazdı.
Ertesi günü arkadaşımızın
cenazesi için Kadıköy’de, Osmanağa Camii’ne
gittik. Ölümün sebebi hastalık ama biz o zamana
kadar görmediğimiz demir karyolayı okulda
gördük. Benim de sadece bir portatif karyolam
vardı. Yemeklerimiz iyiydi. Fakat gençlik bu.
Kadıköy’de, Osmanağa Camiinin önünde
arkadaşımızın cenaze töreni sırasında bir
arkadaşımız Son Posta Gazetesi’ni aldı, yazıyı
gördü. Öteki Müdür Muavinimizin dikkatini çekti.
Onlar da gazeteyi alınca yazıyı gördük. Biz
aramızda kesinlikle söylemeyeceğiz diye karar
aldık. Okula döndük. Bir süre sonra müfettiş
geldi, bizi tek tek sorguya çekti. Ben önce
inkar ettim. Sonra öğüt verdiler. Bunun üzerine
doğruyu söyledim, bülbül gibi anlattık. Tahkikat
üzerine Fransızca hocamız Yusuf Cemil Bey,
“Bunlar son sınıfa geldi, kovmayalım.” diye
şefaat etti. Bunun üzerine 1936 Nisan ayında
bizi Edirne’ye naklettiler. Gençlik heyecanı,
yaptığımız bir şey yok ama o zamanın şartları
böyle. Bir öğrencinin gazeteye gitmesi önemli
bir olay. Macera böyle geçti.
Öğrencilikten sonra askerlik ve çalışma
hayatınız...
Öğretmen Okulu’nu
bitirdikten sonra 1936 yılında askere gittim.
Askerliğimin hazırlık kıtası ve öğrencilik
dönemi Halıcıoğlu’nda Yedek Subay Okulu’nda
geçti. Subaylığı Trabzon’da yaptım. O sırada
Gazi Eğitim Enstitüsü’ne gittim. Bu arada
Çayeli’nin Çukurluhoca Köyü İlk Okulu’na
öğretmen olarak tayin edilmiştim. Fakat Gazi
Eğitim Enstitüsü’ne girdiğim için ilkokul
öğretmenliği yapmadım. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü
bitirdikten sonra Ankara Bölge Sanat Okulu’na
tayin edildim. Bu arada Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Şubesini
bitirdim. Üniversiteye girmek, Fransa’ya giderek
Felsefe Doktorası yapmak istedim. İkisi de
olmayınca 1946 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ne
girdim. 1950 yılında Fakülte’yi bitirdim, staj
yaptıktan sonra avukatlığa başladım. Bir süre
avukatlıkla öğretmenliği bir arada yürüttüm.
1964 yılında Ankara Ticaret Yüksek Öğretmen
Okulu’nda iken kendi isteğimle emekliye
ayrıldım. Ondan sonra avukatlığa devam ettim.
Bu arada kültürel çalışmalarınız ne aşamadadır?
Çok değerli şair, kültür
adamı Ahmet Kutsi Tecer, Gazi Eğitim
Enstitüsü’nde hocamızdı. O sırada Ankara
Halkevi, “Memleket Küçük Hikayeleri” başlıklı
bir hikaye yarışması açmıştı. Ben “Soğuksu”
başlıklı hikayemle bu yarışmaya katıldım.
Hikaye, Çayeli’nde, Kaptanpaşa yolunda
geçiyordu. Bu hikaye ilkin Ankara Halkevi
tarafından Memleket Küçük Hikayeleri başlıklı
kitapta yayınlandı. Sonraları aynı hikayeyi
“Kestane Karası” adlı kitabımda yayınladım. Bu
hikayem yarışmada derece kazanan hikayeler
arasında yer aldı. Kutsi Bey beni o hikayemle
tanıdı. Odan sonra asistan gibi Kutsi Bey’in
yanında bulundum. Onun için Kutsi Bey’i daima
veli-i nimetin olarak anarım. 1940 yılı son
baharında “Anadili” adlı bir dergi çıkaracaktık.
Hatta bu amaçla geziye çıktım, dergi için
hazırlıklı olmaları bakımından arkadaşlarım
Konya’da Cevdet Ekemen, Erzincan’da Sıtkı Mutman
ve Sivas’ta Abdullah Birkan’la görüştüm. Fakat
tatil dönüşü 1940 yılında askere alındım.
Sarıkamış’a gittim. Giderken Kutsi Bey bana
“Köylü Temsilleri” adlı kitabını verdi, o yolda
araştırma yapmamı istedi. Sarıkamış’ta
bulunduğum 14 ay içinde boş zamanlarımı köyleri,
Allahüekber Dağları’nı dolaştım, geniş ölçüde
halk kültürü araştırmaları yaptım.
Bir gün erler bana “İsmail
oyun çıkaracak” dediler. Bu deyimi ilk kez
duyuyordum. Akşam koğuşa gittim. Baktım, erler
ranzaları kenara çekmişler. Ortada küçük bir
sahne meydana gelmiş. Sonra İsmail adlı er oyuna
başladı. Küçük çapta bir temsil, daha doğrusu
köy tiyatrosu. Bu oyunlar birkaç kez
tekrarlandı. Erler oynarken metinleri yazdım.
Böylece “Köy Tiyatrosu” adlı kitap meydana
geldi. Sonra bu metinler Ülkü Dergisi’nde
tefrika halinde yayınlandı. Bunun dışında
Sarıkamış’ta yaptığım köy araştırmaları ve
derlemeleri “Sarıkamış’ta Köy Gezileri” ve
“Çıldırlı Aşık İlyas Anlatıyor” başlıklı
kitaplarla yayımlandı. 1943 yılında, Ankara’da
iki arkadaşım Cevdet Ekemen ve Adli Kısagün ile
birlikte “Kök Dergisi”’ni yayımladık. Ancak bu
derginin birinci sayısını yayımlayabildik,
arkasını getiremedik. Ankara Radyosu’nda
1951-1967 yılları arasında “Köyün Saati”’nde
haftalık, 1957-1960 yıllarında “Eğitim Saati”’nde
on beş günde bir konuşmalar yaptım. Ayrıca Kutsi
Bey hocamın yönettiği “Ülkü Dergisi”’nde sürekli
makaleler yayımladım. Bu makalelerin bir kısmı
Rize halk kültürüne ilişkindir.
Halk Kültürü ile ilgili yayınlara ağırlık
veriyorsunuz...
Kutsi Bey’in yanında bulunduğum sürece şiir ve
romanla birlikte halk kültürü alanında yayınlar
yaptım. Romanlarımdan dördü, “Seninle”, “Çifte
Çamlık”, “Aşka Dönüş” ve “Ağaç Meyve Verince”
kitap halinde yayınlandı. Bunlardan başka
“Çalışan Kızlar” ve “Hayaller ve Hakikatler”
adlı iki romanım Zafer Gazetesi’nde tefrika
halinde yayımlandı. Bu iki romanı henüz kitap
halinde yayımlamadım. Bu arada denemelerim var:
“İnsanca Bir Dünya” ve “Atatürk Hakkında Yeni
Bir Güneş.” Bir de telif hakları üzerinde hukuki
bir inceleme: “Halk Kültürü Ürünlerinde Telif
Hakkı” Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma
Vakfı’nı kurduktan sonra halk kültürü alanındaki
yayınlara ağırlık verdim. Sadece Rize halk
kültürü üzerine on kitap yayımladım. Gerek bu
alanda gerek inceleme ve seyahat alanında
yayınlara devam etmekteyim. “Biz ve Onlar”, “Dış
Geziler” (Çin, Rusya, Portekiz, Doğu Akdeniz
Ülkeleri ve Düşünceler) adlı kitapları bu arada
kaydedebilirim.
Fotoğraf ve belgeler Fatih Sultan KAR
Koleksiyonundan alınmıştır.
|
Karalahana Bağımsız Karadeniz Gazetesi'nden makaleler:
Karadeniz Bölgesi haberleri
|
Çay, Türkiye'de en çok tüketilen içeceklerden
biri. Ancak çayın sofralara nasıl ulaştığını
yöre insanları dışında pek bilen yok. İnce Belin
Buğusu: Çay belgeselinin yönetmeni İsmail
Şahinbaş ile konuştuk.
Çay Belgeseli söyleşisi
|

Lazca - Türkçe
Sözlük
Lazuri - Turkuli
Nenapuna
İsmail
A. Bucaklişi & Hasan Uzunhasanoğlu. Lazca - Türkçe sözlük'ün tamamı
alfabetik olarak word dosyası olarak indirilebilir.
A
l
B
l
C l
Ç
l
Ç'l
D l
E
l
F
l
G
l
Ğ
l
H l
İ
l
J
l
K l
K'l
Ll
M l
N l
O l
P l
P'
l
Q l
R
l
S l
Ş
l
Tl
T'
l
U
l
V l
X
l
Y l
Z l
Z'l
3
l
3'
l
Lazca filller l
| |
|
| |