|
|
|
|
Maçka Livera (Yazlık) Köyü Tarihi
|
|
Makale: İlyas Karagöz
Livera’da doğmadım, aslen Tonyalıyız ve ailece
1938 yılında Livera’ya taşındık. O günlerde beş,
altı yaşında bir çocuktum. Çocukluk anılarım da
dâhil olmak üzere Livera’da filizlenip geliştim.
Ve yeni köyüm hafızamda derin izler bıraktı.
Aşık olurcasına bağlandığım köyümü her yönüyle,
her şeyi ile sevdim. Ne var ki geçmişi ile
ilgili olarak hiçbir bilgiye sahip değildim.
Adının kökeni nereden kaynaklanıyordu?
Buradan sürülen ve Rum diye isimlendirilen
insanlar kimlermiş?
Nereden gelmişlerdi?
Köy ne zaman iskân edilmişti gibi pek çok soru
hafızama takılıp kalmıştı.
Siyasi, dini bir amacım yoktu. Köyümün geçmişini
öğrenmek gibi bir merak sarmıştı içimi.
Köyümüzde Molla Hasan ve Kantarcı oğulları
adında iki Türk ailesi vardı. Geri kalanı 1200
nüfustan oluşan Rum milleti idi.
Kantarcı oğullarından İsmail, dedelerinden kalan
bazı belgeleri halen muhafaza ediyor. Bu
belgeler 18 ve 19. Asırdan kalan ve Livera
yaylalarına dışarıdan yapılan ve mahkemelere
intikal eden mahkeme kararları ile ilgilidir.
Hiçbirinde köyün tarihi hakkında herhangi bir
veri yoktur
Molla Hasan oğullarında rahmetli “Yerli Salih”
köyün geçmişi hakkında biraz daha çok bilgiye
sahipti. Ne var ki onun anlattıkları da bir
bütünlük arz etmiyordu.
Ancak; 1515 ve 1520 tarihli Trabzon tahrir
defterlerinde bazı kısıtlı bilgilere
ulaşabiliyoruz.
Liveranın son Rum Muhtarı Şalvaroğlu
Birinci Selimin annesi Gülbahar Sultan’ın
Livera’lı olduğunu Rum yazılı belgelerinden
öğreniyoruz. Aynı konunun Türk yazılı
kaynaklarında farklı şekilde anlatıldığını
görüyoruz. O nedenle net ve kesin sonuca
ulaşılamıyor.
Gülbahar Hatundan hareket ederek, öncelikle Rum
ve batılı kaynaklara ulaştım. Bu belgelerin
verdiği bilgiler ışığında pek çok bilgiye bu
arada Livera bilgilerine de ulaşabildim.
Öncelikle, Atina’daki Küçük Asya Araştırmaları
Merkezi ile yazışmaya başladım. Tavsiye edilen
kaynakların pek çoğuna ulaştım. Böylece Bazı
izleri takip ederek Rum kaynaklarından daha
başka belgelere de ulaşmak şansım oldu.
Livera’nın karanlık tarihi aydınlanmaya başladı.
1998 yılında Livera için edindiğim bilgilere
bugünkü halkın durumunu da ekleyerek bir kitap
haline getirdim.
1998 yılında başlamak üzere Yunanistan’a sürülen
Livera’lı Rumlarla tanışmaya başladım. Onlardan
edindiğim bilgi ve belgelere bakarak, yazdığım
kitabın eksik olduğunu fark ettim. O nedenle
yeniden çalışmalara başladım. 2003 yılında
ziyaretime gelen bazı Rumlar kitabı Yunancaya
çevirerek yayınlamak istedi. Doğrusunu söylemem
gerekirse; kitabı onlara vermek konusunda
çekingenlik duydum, vermedim. Ne var ki daha
sonra defalarca mektup yazarak beni ikna
ettiler. Ben de kitabı gönderdim.
Kitap tercüme edildi ve çok beğenildiğini
yazdılar bana. Daha sonra Atina Üniversitesinden
bir tarih Profesörüne kontrol ettirildi. Sonuçta
Yunan tarihi kaynakları ile çakışmadığı
gerekçesi ile olumsuz rapor verdi. Rapor olumsuz
çıkınca da yayınlanması uygun bulunmadı, askıya
alındı.
Aradan epey zaman geçti. 2008 yılı sonunda
kitabın yayınlanacağı haberini aldım.
Diğer yandan 2008 yılı içinde üçüncü Livera
kitabımı yazmaya başladım. Adını (Destanlaşan
Livera) olarak koydum. O da tamamlandı ve orada
daha ziyade Rumlardan sonrası ile ilgili
konuları işledim.
Köyüm ile ilgili olarak ulaştığım bazı bilgileri
yayınlanmak üzere Yazlık köyü sitesi editörünün
isteği üzerine onlara veriyorum. Bazılarını
dernek dergilerinde yayınladılar.
Rumlardan alınan bilgilerin yayınlanmasından
rahatsız olan köylülerimin varlığını haber
alıyorum. Onlara kalırsa Livera’nın Rumları ve
Kiliselerinden başka yazılacak bir şey yoktur.
Gereken ortamlarda bu konu ile ilgili
düşündüklerimi anlatmaya devam edeceğim.
Ve 4 Ocak 2009 günü Momoyer şenliklerini
kutlamak için Livera’ya gelen Rum gurubu
hakkında yazdığım yazı İstanbul’daki Yazlık köyü
derneği sitesinde de yayınlandı. Ne var ki bazı
komşularımın yazım nedeniyle çok rahatsız
olduklarını duydum. Şimdi onlara cevap hakkımı
kullanıyorum.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki yazdıklarımdan
rahatsız olan Livera’lı komşularım, “Livera”
dendiği zaman 1929/30 yıllarında çevreden gelen
muhacirlerin köyü olarak anlayabiliyorlar. Onlar
için Livera yok. 1963 yılında adı değiştirilerek
Yazlık Köyü yapılan öylesine bir yer var.
Onlar için; eskileri karıştırıp eşelemeye gerek
de yoktur.
Yazlık köyü bir Müslüman köyüdür, Rum ve
Hıristiyan olan bazı insanlar hiç olmamış,
buralarla ilgili bir bağlarının var olmasını
söylemek hainliktir.

Bana göre ise gerçekler öyle değildir. Öncelikle
Yazlık değil, Livera vardır. Livera adını
duyduğumda; MÖ 400 yılında yaşayan Driller ve
Makronları hatırlarım. Kale harabelerine, Livera
yollarına ve kaldırım taşlarına baktığımda O
insanların izlerini görür gibi olurum. Yıkılmış
Kiliselere, tarla duvarlarına, nesli tükenmekte
olan yerli meyve ağaçlarına baktığımda da Rumlar
gelir aklıma. Bunun insani bir duygu olduğunu
ayrıca anlatmama gerek yok sanırım.
Bütün o insanlar, uzun vadede Persli, Pontoslu,
Romalı, Bizanslı ve Rum adı ile Osmanlı
döneminin sonuna kadar anılıp geldiler. Türkiye
Cumhuriyeti döneminde ise inanç bakımından
Hıristiyan olanlar sürülecek Müslüman olanlar
kalacaktır.
Bizans’ın ilk dönemlerinde 6 – 7. Yüzyıllardan
sonra bu insanlara yabancı unsurlar
karışacaktır. Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara
sarkan Türk toplulukları doğu Karadeniz
bölgesine de ulaştılar. Böylece bölgenin etnik
yapısını yeniden değiştireceklerdir. Orta Asya
kökenli olan bu yeni gelenler, olanca
kültürleri, milliyetleri, dilleri ve dinleri ile
eriyip yerli halk ile beraber “Rum” genel adı
altında anıldılar.
Bizans yazılı belgelerinde Hıristiyan Türklerle
ilgili pek çok bilgi var. Nedense Toprağı,
insanı ve kültürü ile Bizans’tan aldığımız miras
yadsındı. Göz ardı edilip silinip yok edilmesine
çalışıldı.
Bizans kaynaklarına göre 5 ve 6. asırlarda
Hunlar, Bizans ordusunda paralı asker olarak
görev yapıyordu. 9 ve 10. asırlarda ise
Bizans’ın saray askerleri arasında Hazar
Türkleri de vardı. Bizans arazisine yabancı
yerleştirmek ve onları zaman içinde asker olarak
kullanmak Bizans devletinin politikasıydı. Her
dönemde Bizans ordusunda çok miktarda paralı
Türk askerleri vardı. Bu yol ile Bizans’a dahil
olan Türkler, Hıristiyanlığı da kabul ettiler.
Zaman içinde tamamen asimile olmuş, Bizans
ülkesinde; “biraz Grekleşmiş barbarlar” olarak
anılır oldular. (Byzantınoturcica II. S. 1-4,
92)
1259 yılında Kuman Türkleri Bizanslılar
tarafından yenildiler. Trakya, Makedonya ve
Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleştirildiler.
Çok kısaca özetlemeye çalıştığım bu bilgilerden
anlaşılıyor ki Türk soylu insanlar uzun vadede
kökenlerini, milliyetlerini, dillerini unutacak
kendilerinin Rum olarak tanıtılmasında bir
sakınca görmeyecekler. Sadece inançları yüzünden
Müslüman ve Hıristiyan olarak guruplaşmalara da
engel olamamışlar. Milliyetçi ideoloji etkisi
altında dini guruplaşmalar etnik guruplaşmalara
dönüşmüş bu ayrışmalar da çatışmalara neden
olmuş. Ardından Hıristiyan ve Müslüman halkın
asırlar boyunca birlikte yaşadığı bu topraklar
kesin bir ayrışmaya şahit olmuş. En az diğerleri
kadar bu toprakların sahibi olan Hıristiyanlar
hiç bilmedikleri tanımadıkları Yunanistan’a
doğru sürgüne gönderildi. Ne var ki ata dede
toprakları onların nesli için “yitirilmiş
cennet, kutsal topraklar” olarak bir çivi gibi
hafızalarına çakıldı. O nedenle her fırsatta bu
toprakları ziyaret etmek gereği duyuyor ve
ziyaret edip dönüyorlar.
Rum yazılı kaynakları Livera köyünde 39 aile
lakabı olduğundan söz eder. Bu lakapların
çoğunluğu Arap ve Fars dilindendir. Bazıları da
yaptıkları işe, mesleklerine göre lakap ( Aile
adı) alır. O nedenle o isimlerin kökenlerini
saptayamadım. Tespit edebildiklerimden biri
Çepni olmak üzere diğerleri Kumanlarla
ilgilidir.
Türk Soylu Hıristiyan Liveralılar.

Bayramoğulları:
Livera’da Bayram / Bayramant adı ile anılan bir
sülale vardı. Bayramant, Bayramlı, Bayramlılar
anlamına gelir.
Trabzon İmparatoru 3. Manuel (1390-1417)
döneminde, Ünye ile Giresun arasında bir beylik
vardı. Beyliğin kurucusu olan Hacı Emir
Trabzonlu bir Prensesle evliydi. Hacı Emir’in
babası Bayram Bey dağlardan giderek 1332 yılında
Maçka’ya saldırdı. Bu saldırıda Bayram Bey
yenildi. Askerlerinin pek çoğu öldürüldü.
Kaçabilenler çevre köylere sığındılar.
Bu kaçanlardan biri de Livera’ya sığındı.
Bayramın askerlerinden olduğu için lakap olarak
Bayramlı anlamına gelen “Bayramanton” olarak
anıldı.
592 sene Liverada yaşayan Bayramlılar ailesi
1924 yılında Yunanistan’a sürülecek ve “Phlippidis”
soyadını almak zorunda kalacak. Ve
Bayramoğulları Pontos Heleni olarak halen
Yunanistanda yaşamaya devam ediyorlar.
Pilikoğulları:
Livera sülale adları arasında geçen
Pilikoğolları sözcüğü[1] Yunan veya Pontos
Rumcası dillerinde yoktur. “Doğu Avrupa’da”
Romanya Hıristiyan Türklerinde Bilik, Rus
kaynaklarında ise Belür şeklinde geçen kişi
ismi[2] olarak görülüyor.
Kumanlarda Bilik ve Bilgi adında pek çok tarihi
şahsiyetler vardır. Kıpçakların önemli oranda
Rumenleştiği 14. asırda Ortodoks adı almaya
başladıkları görülür. 15 ve 16. asırlarda Romen
devlet adamları ve soylu aileler arasında “Bilik”
adında kişiler geçer.[3]
Sözcük aslının bilik olduğu, Pontos lehçesinde B
harfi olmadığından P olarak dönüşür ve Bilik,
Pilik olur. Yani her iki sözcük de aynı şeyi
anlatır.
Livera kayıtlarında “Bilakoğlu” şeklinde yazılan
bu aile adının Bilit adının bozulmuş bir şekli
olduğunu anlıyoruz. Köy kayıtlarında bu aileye
ait olmak üzere, Huzurcu mevkiinde 1,5 / Bayırda
mevkiinde 2,3 / Anavla mevkiinde 3 dönüm tarla
ile yine bayırda mevkiinde 2,5 dönüm otlak ve
1,5 dönüm çalılık arazi kaydı vardır.[4]
Katsas / Kocas Ailesi
Livera’da, Pontos aile adları arasında Katsas
adında bir aile vardı. Anlamı keçe sözcüğünden
geldiği belirtilir.[5] Bizans kaynaklarında aynı
sözcük Katzaz şeklinde verilir. Katzaz, 1204
senesinde Kuman komutanının adıydı.[6]
İstanbul’daki Latin imparatorluğu (1204-1261)
kuruluşundan sonra Kumanlar önemli derecede rol
üstlenirler. Bulgar Çar’ı Kaloyan’ın
müttefikleri olarak Kumanların kumandanı
Kotsas’ın muharipleri Edirne’de 1205 de yapılan
savaşta ilk Latin imparatoru L. Bacudouin’i esir
aldı. Latinler Moğollardan yardım istedi.
Moğollarla başa çıkamayacağını anlayan Kumanlar
İznik İmparatoruna sığındı.
1237’den sonra askeri mülk olan Trakya,
Makedonya ve Anadolu’ya yerleştirildiler.[7]
Anadolu’ya yerleştirilenler, Timar sisteminde “Pronoıa”
Trabzon bölgesine ama özellikle Hamsiköy
vadisine yerleştirildiler.
Konumuz olan Livera’daki Katsas ailesi bu
yerleştirilenlerden birisi olmalıdır.
İsimlerinden Kuman asıllı oldukları anlaşılıyor.
Lazaridis Ailesi
Bizans kaynaklarında Lazaros şeklinde ve bir
Kuman Bey adı olarak geçiyor. [8]
Şişmanon – Şişmanos – Şişmanis – Şişmanidis
Ailesi
Yukarıdaki şekillerde geçen bu aile lakabı
Türkçe şişman sözcüğünün değişik şekillerde
söylenişidir. Bizans kaynaklarında 1. İvan
Stephan Sisman, Kuman kökenli Bulgar Çar’ı
olduğu bildirilir.[9]
Romen kaynaklarında ise Karaboğdan’da 1427
yılında Şişman adı vardır.
Macar kaynaklarında, Romenlerin Kuman kenzleri
arasında XV. yüzyılda birçok şişman adı görülür.
Ayrıca eski Kumanistan arazisinde 1700’lü
yıllarda Sisman isimli köyler vardır.[10]
Osmanlı kaynaklarında geçen Şişman, Sasmanos,
Susmans şekillerinde geçen aile adı, Bulgar
kralı ve birinci Murat’ın kayınbiraderidir.
Birinci Murat’ın kayın biraderi Şişman, Türklere
ihanet etmiş fakat bu ihaneti bastırılmıştır.
Kontrolü altındaki topraklar alınmış fakat
birinci Beyazıt sayesinde boynu vurulmamış,
Osmanlı bölge Valisi sıfatı ile yeniden
görevlendirilmiştir. Oğlu Aleksandros
Müslümanlığı kabul ederek Osmanlı hizmetine
girmiş ve Samsun’a Vali olarak atanmıştır.[11]
Böylece Şişmanoğlu hanedanını Samsuna kadar
izleyebiliyoruz. Kuvvetle muhtemeldir ki,
Tonya’daki ünlü Şişman oğulları ailesi de bu
hanedandan gelmektedir.
Livera’daki Şişmanoğlu ailesini de bu serüven
içinde düşünmek gerçekçi bir yaklaşım olur
demek, çok da yanlış olmasa gerek.
Telpis – Telbis Ailesi
Pontos yazılı kaynakları, Telpis şeklinde geçen
aile adını Livera’lı olarak gösterir.
Telpis sözcüğü “Telbis” şeklinde Fütühatül
Büldan adlı kitapta geçer ve bir yer adı olduğu
anlatılır.
Fütühatül Büldan’dan esinlenen Bizans kaynakları
böyle bir yer adından söz etmez.
Fırat bölgesinde, Hıristiyan Arap kabilelerinden
3000 kişilik bir gurup Bizans ile anlaşarak
onlara sığınır. O insanların içinde Telbis
adında olanlar vardı.
Gagavuzlar arasında da aynı aile adlarını
taşıyanlar var.
Gagavuzlar ile Trabzon yöresindeki bazı
kabileler arasında efsanevi akrabalık bağları
vardır. Kumanlar ile iç içe oldukları
düşünüldüğünde bugün bile benzer bir Türk
lehçesi kullanıldığı görülen Livera’lı Telpis
ailesinin Türk soylu olduğu yadsınmaz.

Turna
Oğulları Ailesi 1905 - Soldan sağa/ Dimitrios,
Nikola, Savas, Panagiodis, Yannis ve Ortada
oturan babaları Georgios.
________________________________________
[1] Arxieon Pontoy, 6. S. 225
[2] L. Rasonyı, Doğu Avrupanın Türklüğü/ ist.
2006(186)
[3] İ. Kafesoğlu/ Türk milli kültürü s. 98
[4] Livera kariyesi yoklama defteri/1289. S. 139
[5] Arxein Pontou/ 6.s.215
[6] Byzantinoturcica/ 2. S.177
[7] L. Rasonyi/ Tarihte Türklük, Ank. 1971.
S.154
[8] Byzantınoturcacica/ 2. S. 177
[9] G. Moravcsik, Byzantinoturcica /2- s. 277
[10] L. Rasonyi, Doğu Avrupa’da Türklük/ İst.
2006. S.241
[11] İ. H. Danişmend,Osmanlı Tarihi Kronolojisi/
1. -1947. – s. 58
Traxanon / Tarxanant Ailesi
Bu aile adı Rum kaynaklarında Liveralı olarak
verilir.[1]
1298 (1874) tarihli Livera arazi kayıtlarında
Tarhanoğlu Todor Veledi, yani “Yani’nin oğlu
Todor” ve kızları Balaha, Parise, Oynı, Lisaf ve
Parsena olarak görülür.[2]
Bizans yazılı kaynaklarında Tarxonon şeklinde
geçen unvan, VI. Asırda Türklerde, IX – X.
Asırlarda da Bulgarlarda Targan / Tarhan
şeklinde görülür, diye geçer. Bu unvan Türkler
arasında sıkça kullanıldığı gibi, Bizanslılarda
da XI – XIV arası asırlarda çok kullanılan bir
unvan idi.[3]
XI. asırda Bizans ordusunun çoğunluk kısmı
yabancı, ama ücretli askerlerden oluşuyordu.
Vareg muhafız alayı İskandinavyalı, diğer ordu
birlikleri Batı Avrupadan Frank, Normanlardan,
Kuzey Slavlarından ve güney Rusya steplerindeki
Türk, Peçenek, Kuman ve Oğuzlardan oluşuyordu.
Bu paralı askerler arasında doğuştan Türk olan
Joseph Tarhanıotis kumandasındaki Kuman Türkleri
en büyük birliği oluşturuyordu.[4]
Bizanslılarda aynı ismin, aristokratlar arasında
yaygın olduğu görülüyor. Anlaşılan o ki
Tarxanıtotıs ailesi üst yönetimde de söz
sahibiydi. Ne var ki pek çok soylu aileler gibi
1472 yılında Rusya’ya göç etmişlerdir.[5]
Türklerde rütbe adları ekseriyetle kabile adları
şeklinde görülür. Macarlardaki Tarhan adı buna
örnektir.[6]
Çeşitli kaynaklarda farklı biçimlerde verilen bu
isim Livera kayıtlarında Tarhanoğlu şeklini
almış. İlk bakışta Farsçadan Türkçeye geçmiş
Tarhana sözcüğü anlamında kullanılsa bile
Tarhana çorbası adlı yemekten değil, görüldüğü
üzere VI ve XIV. Asırlarda Hıristiyan olmuş
Türklerde unvan olarak kullanılmış bir isimdir.
Asırlar boyunca unvan olarak yaşamasını başaran
bu isim küçülerek Livera köyünde yaşamış ve
zamanımıza kadar gelebilmiştir. Ne yazık ki 1924
mübadelesinde Hıristiyan oldukları için
Yunanistan’a sürülmüşlerdir. Bu Hıristiyan
Türkler pek çok örnekte olduğu gibi Pontoslu
Hellenler olarak anılmış ve tanınmışlardır.
Tsortanas / Çortan Ailesi
Livera’da gösterilen bu aile adı Pontos dilinde
arandığında, Ermenice çor adından geldiği
görülüyor.[7]
Livera laografisinde de Ermeni adı[8] olduğu,
Hapsiköy deresinde bir ermeni kadın adı olan
Tsourta’dan alınmış yer adı[9] olarak da
görülüyor.
Pontos dilinde Tsortanas, Tsontanin yabancı
sözcüğünden gelme güneşte kurutulan “Minzi”
(Kurut) anlamında[10] olduğu belirtilir.
Görülüyor ki sözcük yöre ağızlarında çeşitli
anlamlara geliyor.
Ermeni dilinde “Çor” kuru, Yunanca “Ziros”
sözcüğünden geldiği[11] belirtiliyor.
Sözcük yöre ağızlarında çeşitli anlamlara
geldiği gibi, yabancı bir sözcük olduğu da iddia
ediliyor.
Macar ve Kumanlar ile ilgili olarak yazanlar;
Çurtan, Kumanların Kıpçakta 1327’den önce Çortan,
Macaristan’da ise 1347 yılında adı geçen bir
Kuman oymağı, 1521 Romanya Karaboğdan’da,
Chortan/ Chertan/ Ciortan adında kişiler
olduğunu kaydederler. Bu isime Kazaklarda da
rastlanır.[12] Kumanlarda ise Çortan, Turna
balığına söylenir. Eski arşiv belgelerinde 7
kuman oymağından birisi de Çurtan, Çerten adı
ile anıldığı kayıtlıdır.[13] Ayrıca Çortan adı
Kumanlarda “Totemizm” olarak da kullanılır.[14]
Denilebilir ki Çortan/ Çurtan adı Kumanlarda
oymak, kabile ve kişi adı olarak kullanılmakta
olduğunu anlaşılıyor. Öyle olunca da;
Livera’daki Tsortan ailesinin de Kumanlardan
geldiği açıklık kazanıyor.
Tournas / Turna Oğulları Ailesi
Turnant, Turnas şekillerinde anılan bu ailenin
köken ve kimliğine bakalım.
Codex Cumanikos adlı eserde Turna sözcüğünün de
Kumanlardan geldiği yazılıdır.[15] Bizans yazılı
kaynakları; Komanoı, Komanıkos, Komanon, Xumaon,
Xunabon biçimlerinde geçen sözcüğü, Bizanslı
aile adı olduğunu yazar.[16]
Türk yazılı kaynakları Kuman adı yerine Kıpçak
adını kullanır. Kuman sözcüğünün Türkçe olmadığı
belirtilir. Fakat Kumanlar ile Kıpçaklar
arasında bir akrabalık bağı olduğu da söylenir.
Kıpçak milleti de Orta Asya kökenlidir.
Kafkaslara geldiklerinde Kafkas kökenli
Kumuhlarla tanışırlar. Onlarla karışıp kaynaşır
ve bütünleşirler. Bunun sonucu olarak Kumuh adı,
Kuman adına dönüşür. Böylece Türk ve Bizans
yazılı tarihinde geçen Kuman milleti çok eski
çağlarda yaşayan Kumuklarla Kıpçakların karışımı
olduğu kaydedilir.
Kumanların bir kısmı, Kafkaslar üzerinden
geçerek Pontos bölgesine gitmiş ve
yerleşmişlerdir. Bunun dışında 12 ve 13.
Yüzyıllarda Bizanslılar, Balkanlardaki askeri
sürgün yerlerine yerleştirdiği Kumanlar da
vardır. Livera’lı Turnas ailesinin bu sözü
edilen Kumanlardan olduğu anlaşılıyor.
Araştırmalarım sonucu Livera’da sekiz Hıristiyan
Türk Ailesi (Sülale) olduğunu gördüm. Bunların
tamamı 1924 yılındaki mübadelede Yunanistan’a
gönderilmiş.
Türkçe lakap taşıyan ailelerin Hıristiyan Türk
olduklarını ne Pontoslular ne de Yunan halkı
kabul etmez. Onlara göre Türkçe ad taşıyanlar
gizli Hıristiyanlardır.
Benim bu tezlerimi gerçekçi görmüyorlar. Neden
olarak da bu isimlerin öz ad değil aile lakabı
olduğunu gösteriyorlar.
Yine de kim nasıl yorumlarsa yorumlasın,
inançları yüzünden bölünen aileler, birbirinden
ayrılan ana baba ve kardeşler Yunanistan’da
Pontos Helenleri olarak tanımlanıyorlar. Belki
hepsi değil ama pek çoğu gerçek kimliklerini
biliyor ve her şeyin farkında olduklarını
düşünüyorum.
Bu gün bile Müslüman olan ve Sürgüne giden
Hıristiyanlardan akrabalık bağlarını devam
ettirenler vardır.
Bizans İmparatoru İoannis Vatatzes (1222-1254)
döneminde Kumanların bir kısmını Trakya,
Makedonya ve Anadolu’ya hudut muhafızları olarak
yerleştirildi.[17] 1204 yılında Trabzon
İmparatorluğu kurulduğuna göre, Kumanlar o
dönemde bölgeye ve dolayısı ile Liveraya
yerleşmişlerdir.
Bu yerleşim Livera’nın kuruluşu anlamına
gelmiyor. Çünkü MÖ. 400 yılında Xenophon
ordusunun yağmaladığı Drillerin kalesi, 1993
yılında yıkılan Livera kalesi olduğuna göre
köyün kuruluşu çok daha eskilere dayanıyor.
Bu hesaba göre; 1924 yılında Yunanistan’a
sürülen Liveralı Hıristiyan Türkler bu
topraklarda 700 yıldan daha fazla yaşadıkları
anlaşılıyor. O nedenle olmalı ki yaklaşık bir
asırdır ayrı kaldıkları bu toprakları
“Yitirilmiş Cennet, Kutsal topraklar” olarak her
yıl yaz aylarında ziyaret etmeyi bir anane
haline dönüştürmüşlerdir.
[1] Arheion Pontou 6,s.220,224
[2] 1298 Livera kariyesi yoklama defteri, s.221
[3] Byzantınotturcica 2, s. 299 - 300
[4] Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi 1 , s.48
[5] Epe, 5,s.263
[6] L.Rasonyı, Doğu Avrupanın Türklüğü, İst.
2006, s. 71
[7] Arxeion Pontoy, 6. S. 221
[8] Arxeion Pontoy, 13. S.285
[9] Arxeion Pontoy, 24. S.285
[10] ILP II. S. 436
[11] H.Hübschman, Armenisch Granmatik,
Hildisheim 1992/s.485
[12] L.Rasonyı, Doğu Avrupada Türklük, İst.
2006. S.278
[13] L.Rasonyı, Tarihte Türklük, Ank. 1971.
S.144
[14] L.Rasonyı, Doğu Avrupada Türklük, İst.
2006.s.129
[15] K.Gronbech Codesk Cumanikos- Kopenhagen,1942.
S.257
[16] G.Moravcsik, Byzantinoturcica ll. S.168
[17] G.Moravcsik, Byzantionturcica l, Leiden,
1983. S.92
Livera Müslüman Köyüne Dönüşüyor.
Trabzon fethedildikten sonra tedrici olarak
Müslümanlık da yayılmaya başlamıştı. 1924
mübadelesine kadar 581 sene, Hıristiyanlık
özellikle Trabzon’un güneydeki dağlık
kesimlerinde kendisini korudu. Bunun ana nedeni,
bölgede bulunan ünlü; Vazelon, Sümela ve
Peristereota gibi manastırların aktif
olmalarıydı. Daha da önemlisi Gülbahar Hatunun
Livera kızı olması nedeniyle köy hakkında çıkan
ve bir bakıma Hıristiyan ahaliyi koruyan özel
yasa çıkarılmıştı. Bu yasadan yararlanan pek çok
kilise vakfı, merkezlerini Liveraya taşıdı. Bir
bakıma Maçka devlet eliyle koruma altına
alınmıştı. Trabzon’un diğer yerlerinin aksine
Müslümanlığı tercih etmek gibi bir
zorunlulukları olmadı.
Mübadelede sürülen Hıristiyan sayısının 26000
kadar olduğu söylenir. Maçka ve köylerinde bugün
bile 45000 kadar insan yaşadığı düşünülürse
verilen rakamın gerçeğe uygun olduğu
düşünülebilir. O günlerde Livera 1200 insanı
barındırıyordu. Sadece 6 veya 8 hane Müslüman
vardı.
1924 yılında köy Hıristiyanlardan temizlendi.
1929 yılına kadar çevre köylerden gelen
istilacılar tarafından gayri meşru şekilde iskân
edildi.
1929/30 yıllarında çoğunluğu Of’dan gelen
muhacirler devlet eliyle köye yerleştirildi.
Daha önce gayri meşru şekilde gelip yerleşenler
kovuldu. Kimileri geldikleri yere döndü, dönecek
yeri olmayanlar da köy kenarlarında tutunmaya
çalıştı.
Of’dan gelen Muhacirlerin bir kısmı yeni
köylerine alışamadı. Yerlerini köyün ağası
sayılan Ahmet Efendiye teslim ederek geri
dönenler oldu.
Livera, ilk kez tamamen Müslümanlardan oluşan
bir köy haline gelmiş oluyordu.
Rumlar gidince geride bıraktıkları malları
devlet tarafından kontrol edilemedi, kimliği
belirsiz kişilerce talan edildiler. Farkında
olunabilen malların bir kısmı memurlara veya
savaşta mağdur olanlara verildi.
Karadeniz bölgesinde Rum köylerine ilişkin
olarak beş yüzü aşkın köye karşılık beş köy,
hatta beş hane bile bulunamadı.[1] Rumlardan
kalan taşınır taşınmaz malları yıkıma uğratan
bir faktör de bu malların çevre sakinleri
tarafından büyük çaplı bir yağma olayına maruz
kalmalarıdır.
[2]
Livera’nın çevre halkı tarafından yağmalandığını
bu bilgiler doğrulanmış oluyor. Rumların
sürülmesinin hemen ardından hükümet tarafından,
tapu verilerek köyün en iyi ve geniş yerlerinden
verilen iskan sahipleri üç haneydi.
1.Dağıstan muhacirlerinden Hacı Mehmetoğlu Hacı
ve karısı Zehra.
2. Erivan mültecilerinden İsmailoğlu Abdullah,
Zevcesi Ummi ve çocukları Emin ile Ferhat.
3. Mülteci Sultanzade Eyüp Bin Hüseyin. Karısı
Zekiye, kızları Nadide, Edile ve oğlu Mehmet
Kemal.
Bu üç hane yukarıda da belirttiğim gibi
Hükümetin iltimaslı memur ve subaylarına verilen
köyün en geniş ve en iyi mülklerini aldılar.
Of’dan gelen göçmenlerin tamamı 52 hane olarak
biliniyor. Maçka tapu kayıtlarında ise 55 hane
gözükmektedir.
Köyde yaşadıkları halde iskân kayıtlarında
görülmeyen 8 hane daha vardır.
Köyde iskân edilen Oflular zaman içinde
arazilerinin ya tamamını veya bir kısmını
sonradan gelerek köye yerleşmek isteyen
insanlara sattılar. Bu satışlar daha ziyade
Tonya’dan gelenlere yapılmış. Aynı yerin birkaç
kez aynı kişiye satıldığı da olmuştur.
Zaman içinde köyü beğenmeyerek geri dönenler de
olmuştur. Gerek bu yol, gerekse kısmi satışlar
nedeniyle Akçaabat ve Yomra’dan gelen insanlar
da oldu. Ayrıca çevre köylerden de gelenler
olmuştu. Bu sonradan gelen ailelerin sayısı da
35’dir.
Bütün bu gelen ailelerin tamamı 98 hane ve hepsi
Müslüman’dı. Yani ayrıca bir Müslümanlaşma veya
dinden dönme gibi bir olay yaşanmamıştır.
Trabzon kırsalında Müslümanlığı ilk
benimseyenler 17. Yüzyılda Of ve Tonyalılar
olmuştur. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçen bu
insanlar, fanatik dindar olarak tanınır ve
bilinirler.
Livera köyünün Rumlardan sonra Müslümanlığa
dönüşünün öyküsü kısaca böyle.
Şimdi şu soru sorulabilir; Müslümanların iskân
edildiği köyde ne gibi yapılanmalar, gelişmeler
oldu?
Hıristiyanlardan kalan Livera’da mabetler,
kaleler, sosyal yapılar, tarla duvarları,
kaldırım döşenmiş yollar ve pek çok sayıda
çeşitli ve büyük meyve ağaçları vardı. Yani o
güne göre, tam anlamıyla imar edilmiş bir köydü.
Livera’lı Barbara Sıdıropolo anılarında liverayı
anlatırken şöyle der; “Uzaktan bakıldığında her
yanı kiliselerle doluydu. Toplam 40 kilise
vardı. Dedemin dedesi zamanında da harabe olmuş
kiliseler vardı köyde. Köyde iki tane büyük ve
ünlü kilise vardı. Onlardan başka Rakan semtinde
bir büyük kilise daha vardı ki o sadece
mezarlığa ait idi.”
Barbaranın anlattıklarına bakılacak olursa
Liverada gereğinden çok kilise olması başka bir
tezimizi doğruluyor. Gülbahar Hatun faktörü
nedeniyle köye tanınan bazı haklar. Bu haklardan
yararlanmak isteyen kilise vakıflarının köyde
birer (bir tür genel merkez) kilise ile temsil
ediliyor olması gerçeği.
Müslümanlar köye gelince ilk iş olarak
kiliseleri yıkmaya başladılar. En büyük kilise
olan Metropolitlik kilisesi Aya Yorgi ile küçük
Livera’daki Aya Ğorğor kiliseleri camiye
dönüştürüldü ve yıkımdan kurtuldular. Adı geçen
kiliseler 1945 yılına kadar kilise görüntüleri
ile cami olmaya devam ettiler. O sene tamirden
geçirilerek kilise biçimleri değiştirildi,
camiye benzetildiler. Büyük caminin yanındaki
papazların barındığı bina 1979 yılında tamir
edilerek iki katlı Kuran kursu ve İmam lojmanı
olarak yeniden düzenlendi.
Küçük Livera’daki Aya Ğorğor kilisesi ise 1970
yılına kadar cami olarak kullanıldı. Yeni cami
yapılınca boş kaldı. Bir süre sonra ahır olarak
da kullanıldı. Bunun üzerine, orada uzun süre
imamlık yapan Osman Hoca, kötü bir rüya görmüş.
Gördüğü rüyayı Maçka müftüsüne anlatmış.
Müftü de;
“Eski camiyi ahır olmaktan kurtar” demiş ona.
O da köye dönünce eki kilise ve camiyi
temizletip kapısını kilitledi.
Küçük Livera bayırında hayırseverlerin katkısı
ile 3 katlı bir Kuran kursu binası yapıldı.
Aslında büyük caminin yanında bir kuran kursu
binası vardı. Muhtemelen siyasi nedenlerle
yapılmıştı küçük liveradaki. Bina yapıldı ama
Kursa gidecek yeteri kadar öğrenci olmayınca
işlevini yapamadı, hizmet veremedi.
Köydeki üçüncü büyük mezarlık kilisesi, şu anda
harabe halindedir. Çevresindeki Rum mezarlığı
ise fındık bahçesi olarak hizmet veriyor. 2005
yılında oradan araba yolu geçirildi, insan
kemikleri yayıldığı ortalığa.
Tarafsız bir gözle bakanlar Müslümanların köye
hiçbir katkıda bulunmadığını, var olan pek çok
yapının, meyve ağaçlarının kaybolduğunu fark
ederler.
Bütün bu sözünü ettiğim durumlar dışında oluşan
olaylar, köye gelen, giden muhacirlerin isimleri
gibi pek çok bilgiyi “Geçmişten Günümüze Livera”
adlı kitapta anlatıyorum.
Bu konu ile ilgili seri yazılarım burada sona
eriyor.
Umulur ki geçmişi bilmek bakımından biraz
faydalı olalım.
[1] Pervin Erbil, Anadoluya Ağlıyordu Niobe,
İst. 2001/s.70
[2] Age.s.71
|
|
Karalahana Bağımsız Karadeniz Gazetesi'nden makaleler:
Karadeniz Bölgesi haberleri
|
Çay, Türkiye'de en çok tüketilen içeceklerden
biri. Ancak çayın sofralara nasıl ulaştığını
yöre insanları dışında pek bilen yok. İnce Belin
Buğusu: Çay belgeselinin yönetmeni İsmail
Şahinbaş ile konuştuk.
Çay Belgeseli söyleşisi
|
| |
|
| |