Adnan Özdemir
Maçka’nın Zanoy (Akmescit) köyündendi. Maçka
merkezinde otururdu ve bizim köy Liverada da bir
evi vardı. Bu evi onu seven dostlarıyla beraber
yaptı. Ne var ki yaptırdığı o evde bir gece bile
olsa kalmak şansı olmadı.
Ömrünün sonuna
kadar, şoförlük yaptı. Maçka / Trabzon /
Sümela arasında yüz binlerce insan taşıdı.
En küçük bir trafik kazası yaptığı
duyulmamıştır. Güzel ahlaklı bir insandı.
Belki de yüz binlerce insanla karşılaştığı
ve herkese saygılı davrandığı için olmalı,
saygın bir adamdı. Dostlarıyla iğneli bir
mecaz ile konuşmaktan keyif alırdı. O
nedenle kültürlü bir adam görüntüsü
sergilerdi. Ona;
“Nasılsın?”
diye soran dostlarına şöyle derdi.
“Allaha
şükürler olsun ki Müslüman memleketinde
doğduk, Müslüman gibi yaşıyoruz. Eğer Avrupa
gibi bir Gâvur memleketinde doğsaydık, Allah
muhafaza bizim de Gâvur olmamız işten bile
değildi.”
1980’li
yılların başında kendi minibüsü iyice
ihtiyarlamıştı o da arada bir Belediye
otobüslerinde çalışırdı. O sıralarda
otobüslerin durak yerleri sık sık
değiştirilirdi. Bir seferinde ben de onun
arabasında yolcuydum. Yol kenarında otobüs
bekleyen adamların yanında durdu. Yolcular
binerken Trafik Polisleri geldi.
“Durak olmayan
yerde neden durdun?” diye sordu biri.
O günlerde
durak yerlerinin sıkça değişiminden zaten
bunalmış olan Adnan iyice sinirlendi. Başını
otobüsün camından çıkararak;
“Her gün durak
yeri değiştiriyorsunuz. Bunun adına Gâvur
azabı denir. Fakat siz bunu Müslüman azabına
çevirdiniz” dedi.
Bir seferinde
de yolcuları Maçka’da indirdi. Arabayı bir
kenara çekti koltuk aralarını süpürmeye
başladı. O sırada bir cüzdan buldu. İçinde
hatırı sayılır miktarda para vardı. Cüzdanı
cebine koydu, arabasın süpürmeyi tamamladı.
Arabadan indi kapılarını kilitledi ve su
değirmeninin yanındaki kahvehaneye doğru
yollandı. Giderken kendi kendine şöyle bir
soru sormuş;
“Oğlum Adnan,
şimdi bu cüzdanı kapatır da Müslüman mı
olursun yoksa sahibini arar bulur da Gâvur
mu olursun?”
Biraz daha
yürüdü;
“Gâvur
olmalısın Adnan Gâvur” dedi kendine.
Arada bir din
adına konuşarak batılıları eleştirenlere de
yapıştırırdı lafı;
“Adamlara
demediğinizi koymazsınız ama mark ve
dolarları da cüzdanınızdan eksik
etmezsiniz.”
Uzun yıllar
boyunca Sümela Manastırına turist taşıdığı
için her dilden birkaç sözcük bilirdi. Bir
seferinde Maçka’ya iki çekik gözlü kız
gelmişti. Ahali başlarına toplanmış ne
kızların dediğini anlıyorlar ne de kızlar
Maçkalıların dediğini. Adnan yanaştı,
kalabalığı yararak kızların yanına ulaştı.
Bildiği kadar İngilizceyle kızların derdini
sormuş. Maçka’ya turist olarak gelmişler.
Koreliymişler ve otel soruyorlarmış.
Tesadüfe bakın ki Adnan askerliğini Kore’de
yapmıştı. Filan memleketi biliyor musunuz
diye sormuş. Kızın teki oralıymış. Adnan
kızları kanatlarının altına almış doğruca
evine götürmüş.
“İşte burası
odanız, şurası tuvalet, şurası banyo….”
İki gün
kalacak olan kızlar bir hafta kalmışlar.
Adnan onlara çocukları gibi davrandı. Daha
sonraları memleketlerine giden kızlar
aileleri ile beraber çekilmiş fotoğraflarını
gönderdiler. Adnan ve ailesinin
fotoğraflarını da evlerine astıklarını
yazdılar.
Bu öyküyü
duyan Maçkalılar;
“Adnan
Korelilerden çok para sızdırdı, köşeyi
döndü” diye dedikodu yaymaya başladı.
Adnan pek çok
hareketi ile insanların ilgisini çekerdi. O
nedenle bazıları, “Komünist Adnan” bazıları
da “Gavur Adnan” diye lakap uydurdular ona.
Aslında
Adnan’ın ilginç anıları vardı. ‘O anıları ne
işe yarardı’ diye sorarsanız ben de
bilmiyorum. Ancak bu yazıyı yazmama neden
olan öyküsünü benimle paylaştığı için
gönlümdeki yeri hep sıcak kaldı. Aramızdan
ayrılalı uzun yıllar oldu ve şimdi
anlatacağım bu öykü ile hatırlanmasını,
anılmasını isterim.
Bir kadın ile
kocası Sümela Manastırına gitmek için
Adnan’ın arabasını kiraladı. O senelerde
Manastırın yolu dar ve dönemeçliydi. Bazı
yerlerde uçurumun kenarından geçilirdi.
Tecrübeli olması nedeniyle Adnan özellikle
tercih edilirdi. Kadın ön koltuğa kocası da
arka sıraya oturdu. Adam hiç konuşmuyor,
buna karşılık kadının sohbeti fevkalade
güzeldi. Adnan, kadının düzgün Türkçe
konuşmasından bu çiftin İstanbullu olduğunu
düşündü.
Bir ara
kocasının beyin doktoru olduğunu söyledi
kadın. Adnan da latife olsun diye;
“Benim de
arada bir başımla sıkıntım oluyor,
adresinizi verirseniz İstanbul’a geldiğimde
uğrar muayene olurum” dedi.
“Fakat biz
İstanbul’da değil, İtalya, Venedik de
oturuyoruz” diye cevap verdi kadın.
Bunun üzerine
Adnan sustu. O susunca kadın da sustu. Çam
ormanları arasında Coşandere boyunca
arabanın motorundan başka ses duyulmuyordu.
Venedik adını duyan Adnan hafızasını
zorlamaya başladı. Babasından duyduğu ve
Ermeni tehciri sırasında yaşanmış bir olayın
detaylarını hatırlamak istiyordu.
Bir gurup
Ermeni sürgüne gönderilirken bir gece
Maçka’da konakladılar. Onlarla ilgilenen ve
Maçka’da ikamet eden bir subay, çok güzel
bulduğu bir Ermeni çocuğunu ailesinden aldı,
evine getirdi. Çocuğu sünnet ettirdi ve
adını da “Ahmet” olarak değiştirdi. Aslında
o subayın yaptığı iş ağır bir suçmuş.
Asıl adı Wart
Gedikyan olan Ermeni çocuğu Subay ailesinin
bir ferdi olarak büyüdü.
Rus İşgalinde
Çorum’da görevli olan subayın ailesi muhacir
çıkan diğer insanlarla Trabzon’u terk etti.
Tek bildikleri şey babalarının Çorum’da
olmasıydı. Aylarca süren yolculuktan sonra
Çoruma varmış ve babalarını bulmuşlar.
Rus işgali
sona erince Maçka’ya döndüler. Artık Wart
Geikyan bir delikanlıdır. Bu süre zarfında
Adnan’ın babası Mustafa Efendi ile Ahmet “Gedikyan”
iyi bir arkadaşlık kurar.
Gedikyan
Maçka’ya dönünce öz ailesini araştırmaya
başlar. Trabzon’da kuyumculuk yapan aile
dostları ya da akrabalarını bulur. Ailesi
hakkında bazı bilgiler edinir. Venedik’ten
mektup gönderdiklerini öğrenir. Artık
ailesinin izini buldu ve bu nedenle
dayanılmaz bir istekle onlara ulaşmayı
düşünür. Nihayet hayalini gerçekleştirir ve
çeşitli yollardan Venedik kentine ulaşır.
Orada yeniden vaftiz edilir ve Papaz Okuluna
verilir. Okulu bitirdikten sonra da Santa
Maria Kilisesine papaz olarak atanır.
Bütün bu
bilgileri, mektuplaştığı Adnan’ın babası
Mustafa Efendiye zaman içinde yazar. Mustafa
Efendi Öldükten sonra mektuplaşmak kesilir.
Ne var ki Adnan küçük yaşına rağmen
babasından bu haberleri duymuş ve hafızasına
kopyalamıştır.
İşte şimdi
yanında bulunan bu insanlara bu öyküyü
anlatmalı mı diye düşündü.
Hiç ikilemedi,
olayı bildiği ve hatırladığı şekliyle kadına
anlattı. Wart Gedikyan’ı arayıp bulmalarını
ve arkadaşı olan Mustafa’nın oğlunun
selamını iletmelerini istedi.
Aradan aylar
geçti. Sümela Manastırına götürdüğü aileden
bir mektup geldi. İçinde Wart Gedikyan’ın da
adresi vardı. Aynı gün bir mektup gönderir
Vatikan’a.
23 Aralık 1989
tarihli cevabi mektubunda Gedikyan şunları
yazar.
Sevgili
Adnan
Beklemediğim sevinçle dolu, müjden bana şu
soruyu sana tevcih etmemi davet ediyor.
Mademki beni tanıyorsun, demek ki sen
Abdullah Beyin veya Kalçizade Ömer Efendinin
torunu olman gerekiyor.
Çocukluk
çağımı sırasıyla Trabzon, Maçka, Ordu, Çorum
ve Sivas’ta geçirdim. Kardeş ve kız
kardeşlerimin müşfik sevgi bağlantılarıyla
Bedriye, Kadriye, Kemal, Zekiye, Emine ve
Çorumda doğan Osman.
Çok memnun
olurdum eğer bana bunlardan kimin akrabası
olduğunu bildirseydin.
Seni görmek
ve geçmiş anıları tekrar yaşamayı çok arzu
ediyorum. Maalesef ilerlemiş yaşım ve
yerinde olmayan sağlığım beni bu isteğimi
gerçekleştirecek durumdan mahrum ediyor.
Bilhassa uzun yolculuklar.
Tabi sen
benden daha gençsin, sana daha uzun ve
sıhhat içinde, şen seneler temenni ederim.
Sevgi ve
selamlar cümlenize.
Hoşça kal.
Adnan cevabi
mektubunda kendisini ona tanıtmış olmalı ki;
14 Mart 1990 tarihli mektupta şöyle yazmış
Gedikyan.
Sevgili
Adnan
5 Ocak 1990
tarihli mektup ve fotoğrafını aldım. Annenin
Bedriye hakkındaki yazılarını okudum. Bana
karşı beslediği sevgi ve yakınlığı fark
ettim. Bunun sebebini düşündüm ve fikrime
eski bir olayın hatırası geldi.
1916
tarihinde Çorumda bulunuyorduk ve aynı evde
yaşıyorduk. Ben 10 yaşındaydım. Bedriye’nin
annesi Rabiye hanım beni her görüşünde
cenabı Allaha; “Bana bunun gibi bir oğlan
ver” diye dua ederdi. Birkaç ay sonra
gerçekten bana benzeyen bir oğlu doğdu.
Annen Bedriye bütün bu olayları biliyordu.
Zira kız kardeşlerin en büyüğü idi. Daima
annesinin yanında bulunur ve ev işlerine
yardım ederdi. Bütün sene beni ve yeni doğan
kardeşini ve annenin sevincini görmek
fırsatını buldu.
Sonra biz
Sivas’a hareket ettik. 1919 senesinde
Trabzon’a döndüğümüzde, kardeşi oldukça
büyümüştü. Bana benzerliği daha da
artıyordu. Annesinin vefatından sonra benim
de tamamıyla 1920 de Trabzon’dan ayrılmamdan
sonra, bütün bu hatıralar üzerinde tepki
yarattığını sanıyorum. Bana benzeyen kardeşi
bu hatıraları canlandırıyordu.
Göndermiş
olduğun fotoğraflar için çok teşekkür
ederim. Onlara bakarak maziyi hatırlıyorum.
Yeni seneni tebrik eder işlerinde başarılar
dilerim.
Candan
sevgi ve selamlar.
Wart
Gedikyan
Adnan’a gelen
bu mektup son olmalı ki ilişkiler tükendi.
Anlaşılan o ki Wart Gedikyan ölmüştü.
Bu anıları
yazdığım 22 Haziran 2009 tarihinde, o
insanlardan hiç biri yaşamıyordu. Duygu dolu
anıların tarihin bir kesitinde canlı
olduğunu biliyorum. O nedenle kayıp
olmalarına, unutulmalarına gönlüm razı
olmadı.
Çay, Türkiye'de en çok tüketilen içeceklerden
biri. Ancak çayın sofralara nasıl ulaştığını
yöre insanları dışında pek bilen yok. İnce Belin
Buğusu: Çay belgeselinin yönetmeni İsmail
Şahinbaş ile konuştuk.
Çay Belgeseli söyleşisi