Karalahana.com! Laz uşaklarının gayrıresmi web sitesi

 Anasayfa yap |   Sık kullanılanlara ekle       ENGLISH

 RİZE

 ARTVİN

 ORDU

 BAYBURT

 SAMSUN

 SİNOP

Karadeniz kültürü, karadenizliler, Lazlar

Neden Karalahana.com?

 KARADENİZ MÜZİK

 KARADENİZ TARİH

 KİM KİMDİR

 

 

 

 KARADENİZ FORUM

 EDİTÖRDEN

KARADENİZ GAZETELERİ

Tüm Karadeniz Gazeteleri ve Karadeniz Televizyonlarına tek bir sayfadan ulaşın

 

 

LİNKLER

 ARTVİN SİTELERİ

 ORDU SİTELERİ

 BAYBURT SİTELERİ

 SİNOP SİTELERİ

 KARADENİZ BÖLGESİ

KARADENİZ HABER

 

Hemşinliler Ermenistan'da Ermenistan hemşin tarihi konferansı

Yazı Dizisi: Hemşinliler Ermenistan'da

 1. Hemşin Tarihi ve Kültürü üzerine konferans

 2. Hemşin Tarihi ve Kültürü üzerine konferans

3. Hemşinliler konferansı

Türk Halk Oyunları

A  - B - C - Ç - D  - E - F - G - H - I - İ - K - L - M N  - O - P - R - S - Ş - T - U  - V - Y - Z

Karadeniz Folkloru




 Karadeniz arkeolojisi 

Karadeniz arkeolojisi 

Balık cehenneme gitmişti; Bu konuda hepimiz aynı görüşü paylaşıyorduk. Onu vinçle yeniden güverteye çektiğimizde, kömür karası bir renk almıştı ve adeta öürük bir yumurta gibi hidrohen sülfür kokuyordu. Kötü ruhlar dahi üzerine yapışmış olabilirdi! Bu “balık” aslında, 75 metre uzunluktaki oşinografik araştıma gemimiz Northern Horizon’n çektiği sonar kızağı dengeleyen 1000 kiloluk demir ağırlıktan başka bir şet değildi. Kızak, dipteki tortuların içinde göze çarpabilecek hedefler için deniz dibini tarıyordu. Ağırluk sadece 24 saat sonra tamamen paslanmıştı, Ekipteki bilmişler ona hemen Tetanus (Yunan pas tanrısı!) adını verdiler.

Karadeniz’İn kötü bir ünü vardı; hatta Eski Yunan döneminde bile. Bir dönemlerde onu, azgın fırtınaları ve çevresinde yaşayan kabilelerin düşmanca tavırları nedeniyle Axenis, “konuk sevmez” diye adlandırmışlardı. Bir anlamda Akdeniz’in küçük kardeşi  olarak nitelendirilebilecek olan Karadeniz, yaklaşık 110 km uzunlukta ve 400 km genişliğinde bir su kitlesi. Karadeniz’in derinliklerinde yaptığımız araştırmanın beşinci yılında, Türkiye’nin kuzey kıyısı açıkalrında, antik Sinop liman kenti yakınalarında denize açılmıştık. Gemide farklı disiplinlerden gelenelrin oluşturduğu tecrübeli bir ekip vardı: Woods Hole Oşinografi Enstitüsü ve kendi keşif enstitümden (Institue for Exploration) robot yapım uzmanları, Pennsylvania Üniversitesi ve Teksas A&M’deki Sualtı Arkeoloji Enstitüsü) ve Columbia Üniversitesi’nden öğrenciler. Gazeteciler ve bu projeyi kısmen finanse eden National Geographic Society’den bir televizyon ekibi, diğer finansal destekçiler ve Türk yetkililer kendilerine bir yer açma uğraşı verenler arasındaydı.

Tetanus’un paslı görüntüsüne karşın, deniz yüzeyi eylül güneşi altında tatlı tatlı parıldıyor ve yunuslar pruva yönünde sıçrıyordu. İstanbul’daki balık pazarları palamut, uskumru ve hamsi doluydu. Yaşamın, Kaadeniz’in üst bölgelerinde sürdüğü apaçıktı. O halde, Tetanus’U karartan 200 metre derinlikteki suları bu kadar saldrıgan yapan neydi?

Karadeniz’in binlerce yıl önce bugünkü yüzölçümünün üçte ikisi büyüklükte bir tatlı su gölü olduğu ve Akdeniz ile bağlantısı olmadığını biliyorduk. Karadeniz günümüzde Neolitik Çağ diye adlandırdığımız dönemde, kurak bir bölgedeki bir vaha olmuş olmalı.

12.000 yıl kadar önce, son buzul çağı sona  ererken, eriyen buzulların deniz seviyesini yükselttiğini ve Akdeniz’in Karadeniz’e akmak için Boğaziçi Vadisinde bir gedik açtığını da biliyorduk. Daha yoğun olan tuzlu su, üstte daha ince bir tuzlu su tabakası bırakarak havzanın dibini doldurmuştu. Karadeniz, okyanuslarda sirkülasyona neden olan ısı değişikliklerinden yoksun olduğu için, atmosferdeki oksijen deniz dibine ulaşamadı. Ölümcül hidrojen sülfür oluştu ve yaşam boğuldu.

Derin deniz araştırmalarının öncüsü Willard Bascon 25 yıl önce, anoksinin (oksijensiz ortam), organik maddeleri yiyen ahşap kurtları – yumuşakçalar gibi tahta oyucuların ve diğer deniz canlıların yokluğu anlamına gelmesinde hareketle, Karadeniz’in dibinin bozulmamış gemi enkazları arasından zengn olduğu varsayımında bulunmuştu. Bu durumda, teorik oalrak, ahşap ve brandalar, tahıl ve hayvan postu gibi yükler ve hatta ve gemilerdeki insanlardan geriye kalan kalıntılar da bozulmamış olmalıydı.

Günümüze dek kimse, Bascom’un ortaya attığı bu teoriyi geliştirmedi. George Bass gibi önce sualtı arkeologları, antik ticaret yollarının, karanın görülebildiği uzaklıklardan kıyı çizgisini takip ettiği varsayımıyla, sığ sularda tüplü dalış yapıyorlardı. Ancak tabii ki açık denizlerde yol alacak kadar cesur kaptanlar vardı. Onlar, kıyı çizgisi bıyunca ağır ağır ilerleyenlerin aksine, gerçek tüccarlardı; amaçları (her şeye rağmen) zaman ve para kazanmaktı.

Karadeniz’in derinliklerinde bozulmamış gemi enkazları varmıydı? Bunu keşfetmenin tam zamanı gibi görünüyordu.  Soğuk savaş sona ermişti. Karadeniz ulusları kirlilikle mücadele etmek,  ticareti ve toplumsal ilişkileri geliştirmek amacıyla bir araya geliyorlardı. Bir kez daha deniz, kültürleri birbirinden ayırmaktan çok onları birbirine bağlayan ortak bir paylaşım alanı haline gelebilirdi.

Ve artık şaşırtıcı yeni araçlarımız vardı. Tetanus’un çektiği, kıç güverteye bağlanan DSL-120 sonar kızak ve uzaktan kumanda edilebilen iki taşıt.: İki kişilik bir spor otomobil büyüklüğündeki paslanmaz çelikten, dengeleyici bir platform olan Argus ve onun ortağı, daha küçük, hassas ayarlı bir sualtı aracı olan Little Hercules. Küçük Herkül, Argus’a bir zincirle bağlıydı, ancak ikisine de birbirinden bağımsız manevra yaptırılabilir; onları fotoğraf ya da video çekimi için kullanabilirdik.

Sistem şöyle çalışacaktı: Tetanus ardında iz süren sonar kızakla birlikte olmak üzere, deniz dibinde –aynen bir tarlayı sürer gibi- geniş şeritler üzerinde, çekecektik. Sonra her bir hedefin yerini saptayıp, UKA’ları (Uzaktan kumandalı Araçalr) aşağı gönderecektik. Argus’u çelik bir kablo ile dibe indirecektik ve Küçük Herkül, koklayarak ve sürünerek iz süren bir köpek gibi Argus’tan uzaklaşacaktı.

Araştıma alanını daraltmak için Karadeniz’de yaşamı canlandıracak ticaret yollarını belirlememiz gerekiyordu. Bu nedenle Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji Müzesi’Nin hevesli genç arkeologu ve antik dönem ticaret uzmanı Fredrik Hiebert’İ ekibe dahil ettim. Bir odak noktası aradık ve Karadeniz’in diğer ucundaki Kırım’dan, bugünkü Ukrayna’dan 275 kilometre uzaklıkta, Anadolu’Nun kuzey ucunda yer alan Sinop’ta karar kıldık.

Sinop ve Kırım arasındaki geçit, kayıp gemilerden oluşan bir hazine olmalı” dedi Fred heyecanla. “Ticaret gemileri kıyı şeridi boyunca yaşayan insanlar için balmumu, buğday, zeytinyağı gibi önemli yükler taşıyorlardı.” Fred’in ekibi, antik liman ve çevresini inceleyerek kıyıya ağırlık verecek; biz de batık gmiler için deniz dibini araştırmaya yoğunlaşacaktık. Ve sonra, karada ve denizin derinlikelrinde gerçekleştirilen her iki araştırmayı, daha önce hiç denenmemiş bir yöntemle, birleştirecektik. Çalışmamızın adı Karadeniz Projesi olacaktı.

Ancak, Columbia Üniversitesi jeologları William Ryan ve Walter Pitman’ın yazdığı Nuh Tufanı adlı kitabın 1998’de yayımlanmasıyla projemiz büyük ölçüde sarsıntıya uğradı. Derinlik ölçümü, tortudan alınan karot örnekleri (sondaj borusu içine sondajla kesilerek alınan sütunsu bir kayaç ya da sediman örneğine verilen ad) ve deniz kabuklarının yaş hesaplarını kullanarak, Akdeniz’den Karadeniz’e su geçişinin yavaş yavaş değil de, bugün Boğaz dediğimiz bölgedeki toprak engel üzerinde ani yarılmayla gerçekleştiği sonucuna varmışalrdı.

Pitman 1998 yılında Harvard Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta gürüldeyerek akan suyu açılan gediği Niagara Şelalesi’Nin 200 katı bir kuvvetle aştığını söyledi. Tuzlu su, iki deniz dengeleninceye kadar su seviyesi düşük olan göle akacaktı. “Önce bu hafif bir akıntı halindeydi. Daha sonra su, yüzey tabakalarının altındaki asıl kayalara ulaşınca daha hızlı akmaya başladı. Aylarca süren vahşi bir çağlayabndı”.

Pitman ve Ryan, senaryolarını 1993 yılında toplanan karot örneklerine dayandırdılar.  Bu örnekler ve içlerindeki deniz kabukları, yaklaşık 7500 yıl önce tatlı sudan tuzlu suya geçiş olduğunu gösteriyordu. Bu geçiş, iki tortu tipi arasındaki sınırın bir milimetreden daha az bir kalınlığa sahip olduğu daha sonraki karot örneklerinde daha da açık. Ki bu da ani bir geçişe, aslında bir su taşkınına işaret ediyor.

Son dönemlerde Ryan ve meslektaşı  Candace Major, daha yeni örneklerden elde edilen kabukların kimyasal analizine başladılar. Bulgular, Ryan ve Pitman’ın daha önce varmış oldukları sonuçları doğrulayabilir ya da sonuçlar hakkında şüphe uyandırabilirdi. Şu da bir gerçek ki, son buzul çağı biterken ilk insanlar destansı selelre maruz kalmışlardı. Yaşam, buzullar ve deniz kıyıları arasındaki bölgeye hapsolmuştu. Geri çekilen Avrasya buz tabakasının ağırlığıyla oluşan çöküntüler suyun akışına engel olup onu batıya yönlendirdiğinde, erimiş su yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar, o zamanlar bir tatlı su gölü olan Karadeniz’e akmaya devam etti. Dünya denizlerinin su seviyelerindeki artışa rağmen, göldeki su, sadece dar bir geçitle ayrıldığı Akdeniz’in su sevisinin artışa rağmen, göldeki su sadece dar bir geçitle ayrıldığı Akdeniz’in su seviyesinin yaklaşık 150 metre altına inene dek azalacaktı.

Pitman bu toprak engelde gerçekten yaşanan bir afet sonucu bir gedik oluşmuş olması halinde, Karadeniz’in su seviyesinin günlük 15 santimetre yükselmesi gerektiğini hesapladı. Üz Avrasya steplerine sınır oluşturan kuzey sahilinde yaşayanlar, günde 1 kilometreden fazla geri çekilmek zorunda kalmış olmalıydı. Günümüz Türkiyesi’nde yaşayanlar ise yakınlarındaki dağlara sığınabilecekti.

Ancak yaşanan selin hızı, evlerin boşaltılması ve insanların bölgeyi terk etmesi için çok az zaman bırakacaktı. Ve o insanlara ait eşyalar, denizin altında bozulmadan kalmış olmalıydı.

Ryan ve Pitman’ın teorisini destekleyici kanıtlar bulabilirmiydik?  Mil çökelmesinin çok az olduğu Sinop çevresindeki sular, eski bir tatlısu içdeniz kıyısına ait kanıtları aramak için mükemmel bir ortam sunuyordu. Proje kapsamına taşkın araştırmasını da dahil edecek, batık gemilerin yanı sıra kıyı şeridini de arayacaktık. Karadeniz öyküsünü Neolitik dönemdeki başlangıcından günümüze dek genişletecektir.

Karadeniz Projesi aslında 1996 yazında başladı. Bilim adamları, öğrenciler, Türk meslektaşlar ve sayıları genellikle 30’u bulan ziyaretçilerden oluşan ekibimizden çoğu kişi, Sinop’ta, Otel 57’de kaldı. İlk iki yaz süresince kara ekibi, Neolitik dönemden Bizans dönemine yüzlerce arkeolojik yeri saptayarak, Sinop Yarımadası’nın sistematik bir incelemesini yaptı. 1998’de, görevi çevre denizlerdeki sonar hedefleri bulmak için, MIT profesörü David Mindell’in yönetimindeki deniz ekibi geldi. Bu hem kara hem de deniz ekiplerinin tarihi sanat eserlerinin yerlerini belirlemek için benzer kesit alma yöntemleri ni kullandıkalrı, yenilikçi ve geniş kapsamlı bir arkeoloji çalışmasuydı. Dağ zirvesinden okyanus dibine haritasını çıkardığımız bir “Sinop ve denizleri” kaydımız olacak.

Fred Hiebert ve kara ekibinin lideri, Owen Doonan’la 1999 yazında karşılaştığımda Hiebert, “Burası yaşayan bir arkeolojik alan” demişti. Ekip, bölgeyi bir metrelik şeritler halinde tarayarak, Eski Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı köylerine ait 4000’in üzerinde çanak, çömlek parçası bulmuştu. “3000 ila 4000 yıllık bir yerleşim alanına ve canlı ticarete ait kanıtlar elde ettik diyecekti “Hiebert.

Ancak o yazki ilk görevim, Ryan ve Pitman’ın deniz yüzeyinin 150 metre altında olabileceğini söyledikleri, antik kıyı şeridini bulmaktı. Bir dizi günlük yolculuk için yöredeki balıkçı teknelerini kiralayıp, onları ekipmanımızla donattık. 11 Temmuz’da keşif amaçlı bir dizi sonar çalışması için Sinop’un 30 km doğusundaki bir noktaya doğru yola koyulduk.

Öğleden sonra asistanım Dwight Coleman, sonar monitöre bakmamı sağladı. Denizin altında daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemeyen dev bir yapbozun üzerinden geçiyorduk. Altımızdaki bu yapboz, bir kum setini andıran bir bölüm ve hemen ardında da kumsal dalga hareketleriyle biçimlenmiş bir tümsekle son buluyordu. Bu, oydu!

Antik kıyı şeridini bulmuştuk! Artık onu belgelemeliydik, ancak hava bozmakta gecikmedi. Köpüklü dalgalar koyu iki gün boyunca esir aldı ve balıkçı tekneleri, beton iskele boyunca asılı lastiklere sürtünüp durdu. Ve, yaşamın o küçük rastlantılarından biri gerçekleşti; su  altı arkeologlarının duayeni kabul edilen George Bass, Sinop’a geldi ve hava yatıştı. “Mutlaka bir şey bulacağım dedim onaç “O antik kıyı şeridinden taş ve kabul getireceğim”

Birlikte denize açılırken, “Biz rakip değiliz” dedi cana yakın bir ifadeyle. “Sen keşfetmeyi seviyorsun, bense onları kazarak günışığına çıkarmayı” Deniz yeniden azmıştı ve sonar ekipman tehlikeli şekilde sallanıyordu. Fotoğraf için bir UKA’yı aşağı ndirmek bir felaketle sonuçlanabilirdi, bu nedenle ben de tarak indirmeye karar verdim. Eğer Bass karşısında bir avantajım varsa, o da teknolojiydi. Ancak o günkü gizli silahımı eski bir alet, basit bir taraktı.

Tarak geri geldiğinde herkes güvertedeydi. Gri çökeltilere doğru uzandım, bazı taş ve kabukları çekip çıakrdım ve George’a bir çakıltaşı attım.Yüzü aydınlandı taş yuvarlaktı!. Bir öumsal taşı. Bu eski tatlı su gölünün kıyı şeridiydi, buna hiç şüphe yoktu. Bu taşlşar yüzyıllar boyunca birbirlerine çarparak biçimlenmişlerdi.

“İnanılmaz” dedi Bass. Sonra tahmin ettiğim gibi şüpheci bir tavırla yüzüme baktı: “Artık şansa ihtiyacımız var.”

Bu sahille eş zamanlı bir insan yerleşimine ait kanıtın, ancak şasns eseri bulunabileceğini söylemek istemişti. Beklentiler arttıkça arttı. Nuh Tufanı herkesin dilindeydi, fakat tüm sahip olduğum bir cep dolusu taş ve bir avuç dolusu da deniz kabuğuydu.

En azından bilim güvenilirdi. Topladığımız kabukalra, karbom tarihleme metodu uygulandı. Yaşalrı 2.800 ila 15.000 arasındaydı ve eski tatlı su kabukalrı ve daha genç tuzlu su kabukları arasındaki sınır yaklaşık oalrak 7500 yıldı; Ryan ve Pitman’ın su geçişiyle ilgili olarak buldukları tarihle aynı. Tarağın topladıkalrı arasında 3500 yıllık bir ahşap parçası vardı. Sığı sualrda anoksik (oksijensiz) çukurdan uzaktaydı. Orada ne araıyordu ve bu kadar uzun bir süre nasıl dayanabilmişti?

Eylül 2000’de Northern Horizon’la Sinop’tan uzaklaştık  ve sonar kızağımızı, doğudan batıya, antik kıyı şeridinin tam güneyine çekmeye başladık; yerleşim bölgeleri arıyorduk. Bir hedef listesi hazırladık, aralarından birisi özellikle umut vericiydi: Alan 82.

9 Eylül’De Küçük Herkül’Ü aşağı yolladık. Her zamanki gibi inişi büyüleyiciydi. Aracın projektörü, deniz anası, karides ve planktondan oluşan yarısaydam bir anaforu ortaya çıakrdı. UKA’nın dibe çarpıp deniz altındaki bitkisini kopardığı yerde, hidrojen sülfür çökeltisi yayıldı. Sabah 10:30 DA, kamerlarımız dipteydi ve biz somurtuyorduk. Henüz ne bir ahşap parçası vardı, ne de bir hedef. Saat 11:00’de Küçük Herkül, 90-100 metre derinlikte, sahilden 20 metre açıkta ilerliyordu. Ahşap kazıkalr ve mil içine yarı gömülmüş köşeli taşlarla, inşaat alanına benzer bir yere geldi.

Tüm gözler monitördeydi. Fred Hiebert heyecanla “Var ve! Çökmüş bir yapı! Bakın direkelr ve balçık öbekleri var. Bu arkeolojik bir alanın röntgenine bakmak gibi bir şey” dedi. Küçük Herkül alanda bir tur attı. Ahşap? Düzenli bri taş yığını, belki de bir duvar kalıntısı bulmayı umut ediyordum. Ancak burada antik kıyı şeridinin 100 metre üzerinde tamda insan yaşamına dair bir kanıt bulmayı beklediğimiz bu yerde, ahşap vardı.

Bu keşif e-posta, telefon konuşmaları ve basın açıklamalrından oluşan bir karagaşayı, keyif ve şüphe dolu dakikaları beraberinde getirdi. Manşet olmuştık. Elimizde ya Karadeniz sahilinde bütünüyle yeni bir uygarlığa ait bir aknıt ve ya da çöp yığını vardı. Her ikisi de olabilirdi. Bir ay sonrakarbon tarihleme, ahşabın genç olduğunu , 200 yıl önce dibe çöktüğünü gösterdi. Ancak taş bloklarla ilgli kuşku ve kaygı devam ediyorduı. “Onun bir kara parçası olduğunu düşünün” diye yol gösterdi Fred. “Gerçektende öyle. Onu kazmak zorundayız.”

Teksas’taki Sulaı Arkeoloji Enstitüsü’nden Cheryl Ward ve Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nden John Broadwater, buluştan iki gün sonra gemiye geldiler. Hepimiz filmi derinlemesine inceledik. Üzerinde konuştuk, tartıştık. Sonunda, ekibimizdeki bütün arkeologlar ve doktorlar aynı sonuca vardı: Ahşap olmasa bile, antik kıyı şeridinin yanında, insan eliyle şekillendirilmiş bir materya bulmuştuk; materyal orada taşkından önce var olmuş olmalıydı. Gemide, teoriler ve karşıt teorilerle günler süren bir kargaşa yaşandı. Ahşabın büyük bir kuşku ile incelenmesi gerektiğini biliyordum; ancak önceki yaz, 3500 yaşında ve koruyucu anoksik bölge dışında br ahşap parçası bulmamışmıydık? Ama neden?

Yapboz artık daha karmaşık bir hal almıştı. 11 Eylül gecesi geç saatlerde, Küçük Herkl görkemli bir görüntünün içine daldı: Terra-cotta (pişmiş toprak) amfora ve küçük kaplar, demir çapa ve ahşap kirişlerle dolu bir gemi batığı. Cheryl Ward’ın hesapalrına göre bu dördüncü yüzyılın son dönemlerine ait bir Bizasn ticaret gemisiydi. Üzerinde siyah lekeler olan, havuç formlu amforalar Sinop yapımıydı ve liman kıyısında pişirilmişlerdi. Fred Hieberd ve Owen Doonan antik dönem fırın yerleriniz aten biliyorlardı. Siyahlık, kumu amfora yapımında kullanılankil ile karıştırılan ve Sinop yakınalrında yer alan volkanik kumsal Karakum’dan kaynaklanıyordu.

Bu, bizim deniz ve kıyı arasında kurduğumuz ilişkiydi. Bazı amforaların, kil veya ahşaptan yapılmış, bozulmamış tıkaçları olabilirdi; ki bu durumda içinde sardalye, zeytinyağı ve şarap gibi taşıdıkalrı malzemenin arıkları bulunabilirdi. “Sinop amforasına, tüm Karadeniz sahil şeridi boyunca rastlanır” dedi Fred. “Sinop kentinin simgesi –pençesinde yunus taşıyan kartal- denizin karşı yakasında, Ukrayna’da da tanınıyordu. Ama açıkçası, şimdiye dek bu amforaların izlediği rotayı görmedik.

İşler yolunda gidiyordu. O gece amfora yüklü ikinci bir gemi enkazı ve geminin omurgasına ait gibi görünen ahşap parçalar bulduk. Gemiye ait hiçbir bağlantı malzemesi görmedik ve kaplama tahtalarını birbirine bağlayan ek yerlerine dair de hiçbir kanıt bulamadık.

Hala, oksijenin az olması gereken derinliklerde Roma-Bizans gemilerine ait aşap parçaları görüyorduk. Bunun anlamı neydi? Sinop’taki balıkçılar yükselip alaçalan “zehirli sular”dan bahsetmişlerdi. Oksijenin azalıp çoğaldığı bir bölge olabilirmiydi?

Sinop’taki bir iskele kahvesinde, Şükrü Gümüşadında 75 yaşında bir balıkçı ile tanışmıştım. “Balıkalr zehirli suları fareder                demişti bana Şükrü Gümüş. “Başka yerlere giderler. Bu zehirli sular önceleri 90 metrelerdeydi. Şimdi ise bazen 50 metre hatta 20 metrelere kadar geliyorlar. Bazı günler, ağları indirip balık tutarsınzı; bazı günlerse balıkalr ölüdür ve ağlarınız kararır. Karadeniz’İn 15 yıl içinde ölmesinden korkuyoruz biz”.

Mantıklı. Zehir tabakası yükselip alçalıyorsa, açık denizde yüzden balıkalr bunda kolayca kaçabilirdi. Ancak dipteki yaratıklar; kabuklular ve yumuşakçalar gibi okyanus dibi sakinleri, aralarında ahşap kurtları da olmak üzere öldürler. Bu durumda her türlü etkiye açık ahşap, tümüyle oksijensiz omayan sualrda varlığını sürdürebildi.

Peki yükselip alçalmaya neden olan neydi. Northern Horizon’daki kitalığımdan, politik çözülme öncesi yayımlanmış Rus oşinografi metinlerini aldım. Ve metinlerde mantıksal işleyişi buldum. Zehirli su ve üst katmanlar arasındaki sınır düz değildi, ortada bel veriyordu. Kötü hava deniz yüzeyini hırpaladığında, enerji, iç dalgalar yaratarak bu kavisin uçlarına geçer. Kıyıya vuran ve ardından da deniz yüzeyinden aşağılara inen bu dalgalar, Karadeniz boyunca 80 ila 180 metre derinlikler arasında bir kuşak oluşturur. Ve ahşap, bozulmadan varoluşu için gerektiğini düşündüğümüz derinlikten daha sığ olan bu bölgede varlığını sürdürebilir.

19 Eylül Salı günü, gece nöbetçisi, ilk batıktan yaklaşık 105 metre uzakta, dört ila altıncı yüzyıla ait üçüncü bir gemi enkazı buldu. Bu batıkta mil kaplı üç küme amfora vardı, ancak az miktarda ahşap bulunuyordu.

Bir hedefimiz daha vardı: Hala, 200 metre derinlikteki karanlık deniz dibine ulaşmamız gerekiyordu. Ancak kıtasal şelf, 215 metre civarında aniden azalır ve eğimler, heyelan sonucu oluşan döküntülerle kaplıdır. Ve bu bölge, depremlerin milyonlarca yıldır toprağı yeniden şekillendirdiği Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda yer alır.  2000 metreden daha derin olan deniz emrkezinde heyelan yıkıntıları olmayabilirdi; ancak, belki de izini sürmeye değmeyecel bu bölgeye ulaşmak ve araçların derinliklere inip çıkması fazlasıyla bir zaman alabilecekti.

Yine de karanlığın el değmemiş merkezine doğru ilerledik. Ve burada, dalgalı denizde ekspedisyon sona ermeden iki gün önce, sabrımızın karşılığını aldık. 300 metreden daha aşağıda, denizaltı dünyasında yol alan Küçük Herkül, önce serap gibi görünen bir şeye doğru ilerledi; 10 metreye ulaşan gemi direğiyle yükselen dördüncü batık.

Aracı daha yakına hareket ettirdik ve enkazda hiçbir metal aksam ya da bağlantı, herhangi bir donanım ya da yelken bezi olmadığını gördük. Çok fakir ya da çok eski bir kültüre aitti. 15 metre uzunluğundaydı, el yapımıydı ve mille örtülüydü. Oksijensiz sularda öyle iyi korunmuştu ki sualtı arkeologları hala hayret içinde.

Geç Roma ya da erken Bizans dönemine, yaklaşık İS 410-520 yıllarına ait, sanki dün kesilmiş gibi görünen ahşabıyla 1500 yaşında bir gemi. Kimse daha önce, antik dünyaya ait böylesine iyi korunmuş bir ahşap gemi görmemişti. Taşıdığı yükler bozulmadan kalmış ve tarihçilerden ve sualtı arkeologlarından oluşan bir kuşağın varsayımlarını netleştirecek cevapalrla dolu olacaktı. “Buluş olağanüstü” dedi  Cheryl Ward. “Çürüme yok. El yapımı dikmeleri ve dümen yekesini de görebiliyorum. Bu gemi limandan yeni ayrılmış gibi.”

Williard Bascom haklıydı. Yaşamın lanetlendiği Karadeniz’İn dibi ahşap gemilere deva olmuştu. Ve düşünün:

Taşkının yarattığı karmaşa öncesinde göl suyu tatlıydı ve böylece de içinde ahşaba zarar veren yumuşakçalar yaşamıyorud. Ortaya çıkan sonuç inanılmazdı: İnsanoğlunun ilk yolculuklarını gerçekleştirdiği dönemlerden günümüze kadar, Karaadeniz’de yelken açan ve yok olan bütün gemiler –belki de 50.000 farklı enkaz- bozulmadan kalmış olabilirdi. Zehrin içinde.

Onalrı kazı yaparak ortaya çıkarabilirmiyiz? Ve onalrdan yeni bir şeyler öğrenebilirmiyiz? Gizemini sürdüren gemi omurgasının fotoğraflarını çekmenin ne yararı var?

İşte bu nedenle hercules’i yapıyorum. 2002’de hazır oalcak, dünyanın ilk robot derin deniz aracı. O sadece benim gözüm değil, aynı zamanda kazmam, fırçam ve ellerim oalcak. Bulgaristan açıkları, Tuna Deltası yakınları, bir sonraki hedefimiz. Keşfedeceğiz ve kazacağız. Ve en derin derinlikleri yine ziyaret edeceğiz.

TURKEY BLACK SEA (PONTIC) REGION TRAVEL GUIDE

ENGLISH

TURKEY BLACK SEA (PONTIC) REGION TRAVEL GUIDE, CULTURE, FOLKLORE, TRAVEL TIPS, HISTORY, COUSINE, HOTELS, TRABZON, RIZE ...

Karalahana Bağımsız Karadeniz Gazetesi'nden makaleler: Karadeniz Bölgesi haberleri

 

     Çay, Türkiye'de en çok tüketilen içeceklerden biri. Ancak çayın sofralara nasıl ulaştığını yöre insanları dışında pek bilen yok. İnce Belin Buğusu: Çay belgeselinin yönetmeni İsmail Şahinbaş ile konuştuk.  Çay Belgeseli söyleşisi



        

Karalahana.Com! Doğu Karadeniz Bölgesi gezi, kültür, tarih ve müzik rehberi © 2007 | Tüm hakları saklıdır