|
|
|
|

Lazca'nın Geleceği Üzerine
2000’li yılların basamaklarını tırmanırken AB sürecine giren ülkemiz, bir
yandan da demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmaktadır. Şüphesiz
bunların en başında geleni anadil eğitimi ve anadilde yayın hakkıyla ilgili
atılan adımlardır.
Devlet alışagelmiş, katı ve baskıcı kurallarını yumuşatıp ılımlı bir duruş
sergilemeye çalışırken, çok değil 6-7 yıl öncesine göre dudak uçuklatacak
kararlar alabilmektedir. Ülkemizde demokratikleşme adına atılan bu adımları
desteklediğimizi belirtirken, değişik yönde gelen eleştirilerin ana
başlıklarını hatırlamakla yetinelim.
Bir kere hatırı sayılır bir kesim var ki bu gelişmelerden memnun
görünmektedir. Memnuniyetin dışında kalanlardan kimileri gelişmeleri
şaşırtıcı bulurken, kimileri de sakıncalı bulduklarını dile getirmekte.
Kimileri de iktidarın seçim yatırımı olarak görmektedir. Yalnız ortada hiç
kimsenin pek ilgilenmediği önemli bir kitlenin de oldukça enteresan
görüşleri var ki, o görüşler de benim dudağımı uçuklatacak cinsten. Hayatı
boyunca demokratikleşmeye karşı çıkıp, Türkiye’nin çok dilliliği ve çok
kültürlülüğünü hiç sahiplenmeyip karşısında olanlar, bugün devletin bu
işleri ihmal edip çok geciktiğini söyleyebilmekteler. Ben de bu kadarına da
pes vallahi diyorum. Bu insanlar bunca zaman neyi savunmuşlar ki?
Biz bu tartışmaları muhataplarıyla baş başa bırakarak devletin bu tutumunu
destekleyip demokratikleşme adımlarını sürdürmesini istiyoruz. Ülkemizin çok
dilli ve çok kültürlü konjonktüründe bu ülkenin vatandaşlık onurunu taşıyan
herkese devletin her kademede aynı mesafede durması gerektiğine inanıyoruz.
Ülkemizin demokratikleşme sürecinde hem var olabilmek, hem de bu sürece
katkı sağlamak için Lazların şapkasını önüne koyup ona göre sağlam bir duruş
belirlemesi gerekiyor. Bu süreçte var ya da yok olmayı bu duruş
belirleyecektir. Devletin katı ve inkârcı tutumuna direnildiği gibi süreç
içinde de ne gördüm delisi olmadan ipin ucunu kaçırmamak gerekir. Bunun için
devleti karşısına almayan, devletle cebelleşmeyen politikalar
geliştirilmelidir. Bugüne kadar kısır bir döngüde hapsedilip içeriden ya da
dışarıdan çeşitli senaryolarla bölücülük fobileri geliştiren baskıcı ve
inkârcı zihniyetin kuşatması kırılırken, hak ve hukuk kavramından yoksun,
taleplerin bilincinde olmayan, dik başlı ve slogan varı söylemlerle öne
çıkmak hiç kimsenin işine yaramaz.
Bir kültürün gelecek kuşaklara taşınmasında olmazsa olmaz tek araç dildir.
Halı hazırda Lazcanın günümüz kullanımıyla geleceğe taşınamayacağına kuşku
yoktur. Daha doğrusu yazılamayan hiç bir dilin geleceğe taşınabilme şansı
bulunmamakta. Öncelikle bunun altını çizdikten sonra Lazcanın kitlelerce
okunup yazılması çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürmek gerekiyor. Şu an
Lazcanın yazılıp okunabilecek bir alfabesi olduğunu çok az sayıda insan
biliyor. Oysa yirmi yıla yakın bir zamandır ülkemizde Lazca yazılıp
çizilmekte ve çeşitli yayınlar yapılmaktadır. Şu an bütün diyalektlerin
yazılışını karşılayan Lazca alfabe vardır. Lazların bunu bilmemelerinin
çeşitli nedenleri olabilir. Bunlara mazeret uydurmanın mantığı yok.
Lazlar için kültürel milat sayılan 1993 yılından bu yana yaptığımız
çalışmaların yetersizliği ortada. Daha doğrusu müzik dışında birkaç kişinin
yayınları ve iki tane web sitesinin ötesinde sürdürülen bir şey yok. Müzikte
de on beş yılda var olabilen bir isim dışında misyonu devralacak birinin
yetiştirilememesi kendi alanında derin bir boşluk.
Ne yapılmalı?
Ne yapılmalı sorusuna çok uzun soluklu bir süreci kapsayabilecek bir cevabı
oturtabilmek gerekiyor. Basın-yayın ve dernek-vakıf gibi örgütsel
yapılanmaların ötesinde bir süreçtir sözünü ettiğim. Örgütsel yapılanmaların
gerekliliği elbette ki tartışılmaz. Ama kuşaklar arası bir süreçte dilin ve
kültürün korunup geleceğe taşınmasında tek lokomotif güç halktır. Bugüne
kadar böyle olduğu gibi bundan sonra da böyle olacaktır. Bunun için Lazcayı
hızla yazılı dil haline getirmek gerekiyor. Lazcanın okunup yazılması ne
derneklerle, ne web siteleriyle ne de basın yayın yoluyla yapılabilir.
Devletin vereceği bir televizyon yayını da bu işlere araç olamaz. Mesele
devlete Lazcayı kabul ettirmek değildir. İş bununla bitmiyor. Mesele Lazca
eğitimi alabilmektir. Bunun için ona verdin bana da ver mantığı terk
edilmeli. Biz devletten sus payı istememeliyiz. Sus payı yerine bizzat
devletin anadil eğitimine el atmasını istemeliyiz. Lazca, konuşulan
bölgelerin eğitim ve öğretim müfredatına zorunlu yerel dil veya seçmeli
yerel dil olarak girebilir. Devlet bir anadil politikası geliştirmedikçe
derneklerle, dergilerle ve nihayetinde özel kurslarla bu işler yürütülemez.
Öncelikle halk anadiline sahip çıkarsa, halkın bu isteği devletin anadil
politikası geliştirmesine manivela olabilir.
Devamında Laz Dili ve Edebiyatı kürsüsü ve nihayetinde bir Laz Enstitüsü
olmadan bu dilin ve kültürün geleceğe taşınması hayalperestlik olur.
Geçmişte bıraktığımız yirmi yıllık süreç bu açıdan çok kısa bir süreç
değildir. Hiç değilse Lazlardan bir dilbilimci, filolog ve bir Lazolog
yetişebilirdi. Bu alanda akademisyenler yetişmedikçe; dilin fonetiğini ve
yapısını inceleyen gramerler ve özgün kültüre ilişkin bilimsel eserler
üretilemedikçe; kültürü, edebiyatı ve sanatı yazılıp gelişemedikçe bu dilin
geleceğe taşınması boş bir beklenti olacaktır.
Makale: Kâmil Aksoylu
|
Karalahana Bağımsız Karadeniz Gazetesi'nden makaleler:
Karadeniz Bölgesi haberleri
|
Çay, Türkiye'de en çok tüketilen içeceklerden
biri. Ancak çayın sofralara nasıl ulaştığını
yöre insanları dışında pek bilen yok. İnce Belin
Buğusu: Çay belgeselinin yönetmeni İsmail
Şahinbaş ile konuştuk.
Çay Belgeseli söyleşisi
|
| |
|
| |