|
|
|
Sis Dağı’ndan
Verçenik Dağı’na
|

Doğu Karadeniz dağları, sınırları ortadan
kaldırır; iklimleri ve insanları buluşturur. Sis
Dağı’ndan Verçenik Dağı’na geldiğinizi kemençe
sesinin yerini tulum sesine bırakmasından
anlarsınız. Duyduğunuz tını ise aynıdır.
Yazı ve Fotoğraflar: UFUK SARIŞEN
Yaz gelip sıcaklar bastırdığında, şehirde nefes
alınmaz hale gelindiğinde tatil için güneye,
yani daha da sıcağa gideriz ya da tam tersi; kış
kendini gösterince daha da soğuğa, kayak
tatiline... Bu çelişkiyi açıklayacak mantıklı
bir sebep bulamadığımdan mıdır yoksa
kökenlerimin Karadeniz’e uzanmasından mı bilmem,
bu yaz da soluğu yine Karadeniz’de almaya karar
verdim.
Şehir için dizayn edilmiş 3 kapılı, düşük motor
hacimli ekonomik aracımın gidebileceği bir rota
çizmeliydim. Doğu Karadeniz Dağları’nda
dolaşacaktım, Giresun, Trabzon ve Rize
sınırlarından geçecektim. Aracımı zorlamamak ve
asfalttan uzaklaşmamayı amaçlıyordum ama
ilerleyen günlerde, arabamı dağ keçileriyle
yarıştıracaktım.

ÜÇ ŞEHRİN ORTASINDA: SİS DAĞI
Giresun Dağları’nın Kalkanlı Dağları ile
birleştiği noktada Karadeniz’in sahile en yakın
zirvelerinden biri olan Sis Dağı bulunuyor. Sis
Dağı aynı zamanda Giresun, Trabzon ve
Gümüşhane’nin kesiştiği alanda yer alıyor. Bu
iki özelliği, yörede dağı ve yaylasını hayli
popüler hale getirmiş, ancak bu popülerlik ne
mutlu ki turistik değil yöresel bir ilgiden
kaynaklanıyor. Trabzon’un Beşikdüzü, Şalpazarı
ilçeleri ve Geyikli beldesini izleyerek keskin
virajlı dik yollardan ulaşılıyor Sis Dağı’na.
Yolda, Karadeniz’e özgü bir bitki örtüsü
çeşitliliğine tanık oluyorsunuz. Fındıkla
başlayan yolculuk, çam ağaçları, ormangülleri ve
yayla çimeniyle sonlanıyor. Tırmanış sırasında
yol verdiğim bir ineği güden teyze ile torununa
nereye gittiğini soruyorum: “Sis Dağı’na”
diyorlar. “Götüreyim dilerseniz” diyorum, zar
zor kabul ediyor teyze. İneği torununa emanet
edip yapması gerekenleri tembihlemeyi de ihmal
etmiyor. Yaklaşık 1 saat sonra yaylaya
vardığımızda, teyzenin bunca yolu gün boyu
yürüyerek çıkacağını anlıyorum. Yolda öyküsünü
de dinliyorum. Yaylada evlerinin olduğunu ve her
yıl yaz başında yaylaya göçtüklerini
öğreniyorum. Teyzenin anlattığına göre, kışın
karla kaplı olmayan sahil şeridinde otlayan
hayvanlar, yazın geniş otlakların bulunduğu
yaylalara çıkarılırmış, ayrıca sahilin nemli ve
bunaltıcı sıcağına karşı yaylanın serin havası
ilaç gibi gelirmiş. Sis Dağı’nın 2382 metrelik
zirvesinin hemen altındaki Sis Dağı yaylası
orada yaşayanlar kadar, civar köylerden gelen
insanların nefes aldığı, yürüyüş yaptığı bir
mesire yeri aynı zamanda. Burada, başka yerde
rastlamadığım bir yeme içme alışkanlığı var.
Sistem yaklaşık 200 yıldır şu şekilde işliyor:
Yaylada otlayan sürüden bir kuzuyu seçiyorsunuz
ve kasap gereğini yapıyor. Daha sonra, taze
kesilmiş eti yayladaki açık hava kuzinelerinde
kavurup afiyetle yiyorsunuz. Bizim gibi, eti
marketten poşet içinde almaya alışmış olanlara
vahşi de gelse, gelenek bu şekilde. Üstelik etin
tezeliği de garanti. Dağa adını veren sis,
yaylanın üzerinde geziniyor, manzara sürekli
değişiyor. Bir yerde sis dağılırken, diğer yer
görünmez oluyor.

SİSİN GİZLEDİĞİ SÜMELA MANASTIRI
Sis Dağı’ndan tekrar sahile inerek Kalkanlı dağ
sıralarının eteklerine doğru ilerliyorum.
Maçka’dan 17 km sonra Altındere Vadisi’nde,
Karadağ’ın dik yamaçlarındaki çamların içine
gömülmüş Sümela Manastırı, vadi yatağından 300
metre yukarıda tüm heybetiyle beliriveriyor. 385
yılında kurulan bu manastırın o zamanın
teknolojisi ve imkanlarıyla nasıl inşa edildiği
kafamı kurcalarken, 300 metreye çıkan patikayı
tırmanmaya başlıyorum. Manastır’da 1998 yılında
başlayan retorasyon çalışmasının hala büyük bir
titizlikle devam ediyor olması gerçekten
sevindirici. Eşi benzeri olmayan bu yapı
dünyanın her yerinden turistleri kendine çekmeye
devam ediyor. Sis yine kendini gösteriyor ve
manastıra ulaştığımda, ne yazık ki vadi
manzarası görmek hayal oluyor.
UZUNGÖL’DEN SARIKAYA YAYLASI’NA
Karadağ eteklerinin hemen yanıbaşındaki Soğanlı
Dağı’na doğru, Çaykara’dan içeriye yönelerek
yoluma devam ediyorum. Aracım şimdiye kadar beni
mahçup etmedi. İstikamet, Soğanlı eteklerindeki
Sarıkaya Yaylası... Burası da turizmden payını
almamış çok az insanın bildiği, gerçek bir
yaşayan yayla. Üstelik yolunuz Uzungöl’den
geçiyor. Uzungöl, 1090 metre rakımda, Holdizen
deresinin heyelan nedeniyle çöküp tıkanması
sonucu oluşmuş. Bu sayede çamların içinde,
dağların eteklerinde nefis bir manzara miras
kalmış bize. Bölgedeki Arap turistlerin
fazlalığı da dikkat çekici. Kendimi onların
yerine koyuyorum; sapsarı çölden sonra yeşilin
binlerce tonu ve gürül gürül akan akarsularla
karşılaşmanın onlarda nasıl bir coşku yaratmış
olabileceğini düşünüyorum. Uzungöl’den yaklaşık
1,5 saat tırmanıştan sonra Sarıkaya’ya varıyorum
ama yine sisten dolayı yaylayı pek göremiyorum.
Sis içindeki belli belirsiz camiyi ve köyü
seyrettikten sonra dönüşe geçiyorum. Haritama
göre Çaykara’ya ulaşan başka bir yol daha var.
Farklı yerler görme sevdasıyla bu bilinmeyen
yola giriyorum. Solumda akan dere boyunca, 4x4
araçların test parkuru olabilecek bu yolda
yaklaşık 2 saat boyunca ilerliyorum.. Yolda
rastladığım bir avcıya ne kadar yolum kaldığını
sorduğumda, ‘yaklaşık 3-4 saat’ diyor.
Söylediklerinin Karadenizlilere özgü bir şaka
olduğunu umarak 1.5 saatte geldiğim yolu 5
saatte dönüyorum.

KARTAL YUVASI: VERÇENİK
“Bildiğin yoldan şaşma” diyen atasözünü
hatırlayarak Doğu Karadeniz’in en yüksek ikinci
dağı Verçenik (3711) zirvesine doğru
yöneliyorum. Fırtına Vadisi boyunca bölgenin
eşssiz manzaraları eşliğinde Çat Köyü’ne
varıyorum. Geceyi köyde çadırımda geçiririyorum.
Çadırın üstündeki tül pencereden parıldayan
yıldızları seyrederek uyumak büyük keyif, ancak
sabaha doğru aynı delikten ansızın bastıran
yağmurla uyanmak konusunda aynı şeyi
söyleyemeyeceğim. Vadi boyunca, oraya nasıl
ulaşıldığına akıl sır erdiremediğim yamaçlara
adeta tutkalla yapıştırılmış bir sürü ahşap
konakla karşılaşıyorum. Verçenik yaylasına,
arabanın hemen 2 metre önünden havalanıp vadiye
doğru pike yapan kaya kartallını seyrederek
ulaşıyorum. Gökyüzü daha mavi burada. Yazın
ortasında olsak da hava kazak giydiren cinsten.
Sis Dağı’ndaki kemençelerden yayılan melodiler,
Verçenik Dağı’nda da aynı, ancak burada tınılar
ve melodiler tulumdan çıkıyor.
Yayladan yukarılara doğru yürürken kafamın içi
tertemiz. Verçenik kartalları yürüyüşünüze eşlik
ederken krater göllünden su içiyor ve ‘her şeyi
bırakıp burada yaşama’ hayaliyle şehir için
yapılmış arabama binip dönüş yoluna geçiyorum.
|
Karalahana Bağımsız Karadeniz Gazetesi'nden makaleler:
Karadeniz Bölgesi haberleri
|
Çay, Türkiye'de en çok tüketilen içeceklerden
biri. Ancak çayın sofralara nasıl ulaştığını
yöre insanları dışında pek bilen yok. İnce Belin
Buğusu: Çay belgeselinin yönetmeni İsmail
Şahinbaş ile konuştuk.
Çay Belgeseli söyleşisi
|
| |
|
| |