Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nde (Yıl: 2004, sayı:
21/2, sayfa: 171–194), Cumhuriyet Üniversitesi Sanat Tarihi
Bölümü’nden Dr. Erdal Eser’in bilimsel yazısını okurken tanıdık
bir yerden söz ettiğini anladım. Yazı “Kinolis (Ginolu) Kalesi”
başlığını taşıyordu. Burası her yıl Karadeniz kıyısında gezerken
önünden geçtiğimiz küçük köy, doğal liman ve arkadaki kale
olmalıydı. Yazı ve Fotoğraf Sinan Kılıç / 33. Sayı
Sinop yönünde geldiğinizde, Çatalzeytin’i geçtikten biraz sonra
genişçe bir koya ulaşırsınız. Yeni yapılan beton mendireklerle
dalgalardan korunmuş bir koy: 1999 yılında inşa edilen Ginolu
Balıkçı Barınağı. Ağaçlar arasında birkaç bina ve arkalarında
bayrak direğiyle birlikte eski bir kalenin duvarları…
Bir soluk almak için durursunuz. Anadolu Karadeniz kıyılarının,
en güzel köşelerinden biri daha, tarihin derinliklerinden denize
doğru uzanmış sert bir kaya gibi önünüze çıkıverir… Burası
Sürtüven Burnu. Gözleriniz geleneksel ahşap evler arar; Evliya
Çelebi’nin de söz ettiği, tavanı taş levhalarla örtülü ahşap
binalar… Onların yerini Ginolu’da artık beton yapılar almışlar.
Yine de bakımlı ve temiz görünüyorlar. Burnun arkasında küçük
bir koy ve çevresinde güzel bir kumsal...
Antik Çağ’dan günümüze Paflagonya Bölgesi’nin Cimolis, Cinolis,
Kimolis, Kinolis, Qinoli, Quinori, Quinopoli, Ginolu ya da
Ginoğlu diye adlandırılan yeri. Bu ad acaba nereden geliyor?
Acaba “Kinolis” ya da “Ginolu” adının, eski Pontos kenti Gymnias
(bugünkü Bayburt olduğu sanılıyor) ile bir ilişkisi olabilir mi?
Bilge Umar’a göre “gymn”in Kapadokya dilindeki biçimi “kumna”,
yani “ku(va)-(u)mna” (Türkiye’deki Tarihsel Adlar, 1993, sayfa:
300). Bu sözcük “ku(va) halkı” anlamına geliyor ve Eski
Anadolu’da benzer çok sayıda yer adı bulunuyor: Kuma, Kummakha,
Kummunu (ay.es. 484), Kuvalana, Kuvalapassa, Kuvaliia, Kuvanna,
Kuvapassa, Kuvatna (ay.es. 487).
İÖ 6. yüzyıldan sonra kayıtlarda geçmeye başlayan Kinolis’in pek
de önemli bir yer olmadığı anlaşılıyor. Zaten Ortaçağ
seyahatnamelerinde de bu yerin adı geçmiyor. Bunu Erdal Eser,
kıyı boyunca Amasra, İnebolu ve Sinop gibi önemli limanların yer
almasına bağlıyor. Ginolu, şimdi de küçük bir köy. Ama kayalık
burun üzerindeki yıkıntılar araştırmacıların öteden beri
ilgisini çekmiş olmalı.
Bugünkü kale kalıntıları, yakın geçmişte Ahmet Gökoğlu’nun “Paphlagonia-Paflagonya:
Gayri Menkul Eski Eserleri ve Arkeolojisi” adlı kitabında şöyle
tanıtılmış (1952, sayfa: 19-20): Bu eski iskan yeri Karadeniz
sahilinde, Çatalzeytin'in bir saat batısındadır. Burada Sürtüven
ve Karadeniz tepesi denilen iki kale ile, arasında Karadeniz ve
Ginolu adıyla küçük iki liman vardır. Ginolu para kesmediğine
göre daima Sinob'un idaresi altında kalmıştır. M.Ö. 340
tarihinde yaşayan Yunan muharriri Skylax burasını (Koronis) deye
isimlendirdiğine göre M.Ö. 4 üncü yüzyılda varolduğunu kabul
etmek lazımdır (Gökoğlu burada Skylax’ın İÖ 4. yüzyılda yeniden
yazılmış eserine göre tarih veriyor. Oysa Karialı Skylax’ın
gerçekte İÖ 508 yılında I. Darius’un emriyle Yakın Doğu’nun
kıyılarını anlatan bir rapor hazırladığı biliniyor). Kapadokya
valisi Arrianos limanın biraz açık olduğundan, eski adı Kinolis
olup ancak yazın emin bir liman olabildiğinden bahseder.
Marcianos bir köy olduğunu kaydeder. (Ptolemaios 542), (Plinius
N. H. 625) de de burası hakkında kayıtlar vardır. Osmanlılar
çağında 1268 H. yılına kadar Kastamonu'ya, ondan sonra da
Sinob'a bağlı bir kadılık iken bugün eski iskân yerinde 4 ev, 3
dükkân ve 3 kahveden başka bir şey kalmamıştır.
Aynı kitabın 161. sayfasında ise şu bilgiler yer alıyor:
Çatalzeytin'in bir saat batısında olan bu kale, batıdan doğuya
doğru denizin içine uzayan ve tahminen boyu 130, eni 39 m. yi
bulan ve Sürtüven burnu denilen tabii bir tepenin üzerine
yapılmıştır. Kuzeyi tahminen 15 m. yükseklikteki dik kayalar
halinde denize inmektedir. Diğer tarafları zayıf olduğundan
sun'i sur ve burçlarla takviye olunmuştur. Bugünkü sur artıkları
güney ve batı taraflarında bulunmaktadır. Kalenin ortasında
moloz taşından harçla yapılmış bir su mahzeni (sarnıç)
bulunmaktadır. Bunun doğusunda ayrıca bir de bina enkazı vardır.
Burası M.Ö. 4 üncü yüzyılda meskûn ise de bugün ayakta duran
kale bir Osmanlı eseridir.
Sürtüven burnu Abana ile Çatalzeytin arasında, denize inen sarp
kayalıkların doğu ucunda yer alır. Bu nedenle Ginolu kalesi
tarih boyunca batıdan gelen denizciler için önemli bir durak ve
sığınak yeri olmuş olmalı. Yine de Karadeniz’in hırçın dalgaları
nedeniyle olsa gerek, Romalı vali Lucius Flavius Arrianus bu
limana ancak yaz aylarında demir atılabileceğini söylüyor (XIV:
4). Kayalık burnun batısındaki küçük koy sadece doğudan gelen
sert rüzgârlara karşı korunaklı olduğu halde, doğusundaki daha
büyük koy kuzey ve batı rüzgârlarına karşı tekneleri koruyordu.
Ginolu’ya yaklaşan denizciler havanın durumuna göre hangi
yandaki koya yanaşacaklarına önceden karar veriyor olmalıydı.
Avusturya Bilimler Akademisi’nin Bizans İmparatorluğu tarihi
coğrafya araştırmalarına yer verdiği yayın dizisi Tabula Imperii
Byzantini içinde, Klaus Belke’nin yayınladığı “Paphlagonien und
Honorias” adlı kitapta da Ginolu’dan söz ediliyor (1996, sayfa:
232). Burada Ginolu kalesinde Santa Maria adlı bir kilisenin yer
aldığı ve burada 11. yüzyılın ikinci yarısına ait bir mührün ele
geçirildiği yazıyor. Günümüzde Petersburg’da Ermitage Müzesi’nde
kayıtlı olduğu bildirilen söz konusu mührün, üzerindeki yazılara
göre, Kinolis’deki bir depo görevlisine ait olduğu iddia
ediliyor.
Ginolu kalesinde ve çevresinde ayrıntılı araştırmalar yapan
Erdal Eser, yüzeyde saptanan mimari kalıntılarla ilgili bilgi
verdikten sonra, kalenin 9–11. yüzyıllar arasında inşa edilmiş
olabileceğini öneriyor (sayfa: 181). Yapılan bu çalışma
sırasında kale ve çevresinin ayrıntılı planları da çizilmiş. Bu
planlara bakınca Ginolu Kalesi’nin sit alanı olarak koruma
altına alınmış olduğunu da anlıyoruz.
Yapılan araştırmalara ve Ginolu kalesinin koruma altına alınmış
olmasına çok sevindik. Ancak 2008 yazında biz oradan geçerken
gördüğümüz, onarım amacıyla yapılmış olan yepyeni surlara epeyce
üzüldük. Demek ki, Ginolu’da kültür varlıklarımıza ilgi
gösterirken kaş yapmamıza, ama onları onarırken göz çıkarmamıza
bir örnek daha vermişiz. Doğu yakadaki doğal limanın eski
kumsalı da balıkçı barınağı yapılırken nedense doldurulmuş.
Dolgu toprağı nereden alındı kim bilir?
Bu durum yine de Ginolu’nun görmeye değer arkeolojik ve doğal
bir zenginlik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 2500 yıl eskiden,
hatta belki daha da önceden gelen bir adı halen taşıyan
Ginolu’da soluklanmak için bir durmanızı öneririm. Sevgili
İsmail Şahinbaş’ın dediği gibi, eski yer adları da korunması
gereken kültür varlıklarıdır.