RESİMLER
| |
|
|
| |
|
|
KEMENÇE SANATÇISI HÜSEYİN DİLAVER’İN HAYATI, SANATI
VE ÇALDIĞI OYUN MÜZİKLERİ
YUSUF AKGÜN

2.1. Hüseyin dilaver'in Hayatı Hakkında Genel Bilgi
Trabzon’un Sürmene ilçesinin şimdiki adıyla Aksu,
eski adıyla Aso köyünde Temel ve İlve Dilaver’in 3
erkek, 1 kız çocuğundan biri olan Hüseyin Dilaver
1906 yılında dünyaya gelmiştir.
Çocukluk yıllarında müziğe ilgi duymuş, yaşı ile
birlikte bu hobisi de ilerlemiştir; öyle ki gençlik
yılları, askerlik çağı ve sonrası hobi olarak
başladığı müzik hayatının en önemli parçası
olmuştur.
“Çok cömert bir insanmış; bir gün köye geliyormuş;
eskiden gurbetten gelirken buğday ekmeği getirmek
çok meşhurmuş, köye gelmiş çocuklar Hüseyin amca
geldi diye etrafına toplanmış, ekmeği bütün
çocuklara bölüştürmüş ve ekmek bitmiş. İnancı
kuvvetli, insanlara sevgisi yoğun bir kişiymiş.
Fakiri görse sırtından ceketini çıkarır verirmiş.
Bir zengin fakiri görüp bir ihtiyacını
giderebiliyorsa, sırtından ceketi, ayağından
ayakkabıyı çıkarıp verebiliyorsa ben ona fakire
yardım etti derim, dermiş. Çocukları insan sevgisini
babalarından öğrenmişler, anneleri de sevecenmiş ama
babaları daha bir başkaymış.”
“Eve bir misafir geldiği zaman daha gelmeden tembih
edermiş; “Kızım evimize misafir geldiği zaman
(eskiden abdes alınırdı) şöyle havlu tutun, namazını
kıldırın, açsa yemeğini yedirin, güler yüzlü olun,
misafire hizmet etmek sevaptır” demiş. Manevi
duyguları çok kuvvetliymiş. Çocuklarına karşı çok
şefkatliymiş, hiçbir zaman bir fiske vurmuş biri
değilmiş, kesinlikle öyle sert yapılı bir insan
değilmiş, daima güler yüzlü, her şeye espri ile
yaklaşan her şeyi şaka ile ifade eden biriymiş. Kızı
“Ben evlendiğimde eşim sert mizaçlıydı ve ben şok
oldum, çünkü biz babamızdan öyle görmemiştik, hele
de beni çok severdi, derdi ki on tane akılsız oğlum
olacağına bir tane Güner gibi kızım olsun, çünkü ben
babama çok bağlıydım, dikiş diker kuruşuna kadar ona
verirdim. Son zamanlarda tabi yaşlandı, hastalandı,
eskisi gibi çalışamıyordu.”
“Belirli yaşa kadar memur yaşantısı olmuş. Trabzon
belediye fırınında satış memuruymuş. Ondan sonra
Karabük’e gelmiş demir çelik fabrikasın da yine
satış üzerine çalışmış, ondan sonra Dilaver’i
Zonguldak’a aldırmışlar. Kemençe çalıp Türkü
söylediği için müdürlerinin hepsi onu çok severmiş.
Daha sonra siyasi nedenlerden dolayı işten
çıkarılmış. Cüzi bir maaşla tekrar işe almak
istemişler ama gurur meselesi yapıp kabul etmemiş,
ailesini toplayıp Adapazarı’na yerleşmiş.”
“Evde de sürekli kemençe çalarmış. Horan havası
çaldığında herkes mutfak tarafından sıraya girermiş,
kol kola, kol kola, oynaya oynaya içeri girerlermiş.
Artık gülmek, neşe, eğlence o biçim olurmuş.”
Saygıya çok önem verirmiş, gençler gelsin otursun da
ayak ayak üstüne atsın, eline sigara alsın, bunlara
çok kızarmış; “her şeyin modası geçer, saygının
modası asla geçmez” dermiş. Saygılı seviyeli
insanları çok severmiş.
Kemençe çalıp Türkü söylemesinin yanı sıra çok da
güzel horon oynarmış; oynamamasına da imkan yokmuş
çünkü Aksu (Aso)’lu olup da horonu iyi şekilde
oynamayan köy milleti tarafından hem ayıplanır hem
de dışlanırmış. Horonla ilgili anısını yine kızı
anlatıyor; “Adapazarı’nda beşinci sınıfta idik,
baban acaba gelip koroyu çalıştırırmış diye
sordular, ben babama gittim söyledim; “Adil bey seni
okula çağırıyor kemençe çaldıracak, bize de oyun
öğretmeni istiyor gelir misin” tabi ne demek deyip
geldi ve bize horon oynamayı ve Sallamayı öğretti ve
müsamerede oynadık. Koroda da bize Gemiciler
kalkalım’ı öğretmişti”.
“Çok duygusal bir insanmış, şiddetten yana değilmiş.
Adapazarı’nda yine Şevki diye biri varmış,
Rizeliymiş, ev sahipleri de Rizeliymiş, bunlar eski
eşkıyaymışlar, ev sahibi olan Ömer’in bir geceliği
varmış, tabancası cebinde gezermiş. Bir gün
oturmuşlar ordan, burdan sohbet ediyorlarmış. Şevki
iyi bir şey yapmış gibi eşkıyalıklarını
anlatıyormuş; işte biz köyleri basardık, para ve
yiyecek isterdik, vermeyenleri saç ayağını ısıtarak
başına geçirirdik, onlarda korkudan varsa veriyor.
Yoksa canından oluyor. Dikkatle dinledikten sonra
kalkıp eve geliyor ve “ben arkadaş diye bunlarla
oturuyormuşum ama bunlar cani insanlar, bir daha
bunlarla ne arkadaşlık ederim, ne de dost olurum,
merhaba merhaba” demiş. Aksu (Aso) köyünde bir
düğünde kemençe çalıyor, insanlar coşmuş horon
oynuyorlar, sık sara oynanırken iki kişi öne çıkıp
bıçak oyunu oynamak istiyor, fakat Hüseyin Dilaver
kemençe çalmayı bırakıyor ve hayır bu oyunu
oynamayın diyor. Şiddeti tasvip eden bir insan
değilmiş. Çocukla çocuk, büyükle büyük, hastayla
hasta olurmuş.”
“Hayatı son yıllarına kadar plak çalışmaları T.R.T.
de yapmış olduğu çalışmalarla dolu dolu geçmiştir.”
“Yaşadığı bütün illerde tüm dostları tarafından
sevilen Hüseyin dilaver günümüzde de halen sevgi ve
saygıyla anılmaktadır.”

Resim 2- Hüseyin Dilaver ve Fahrettin Dilaver
Ankara’ da “ Karadeniz Otel’ inin” üstünde
2.2. Hayatından Kesitler
2.2.1. Hüseyin Dilaver'in Çocukluğu ve Köy Hayatı
Hüseyin Dilaver Trabzon’un Sürmene ilçesine bağlı
Aksu (Aso) köyünde 1906 yılında dünyaya gelmiştir.
“Köyde bağ bahçe işleriyle uğraşmamış, aklı fikri
hep müzik ve kemençe de imiş. Eskiden kıtlık varmış,
bir gün annesi Aytora denen yazlık yere
gidiyor.(Bağ, Bahçe ve Meyveliklerin bulunduğu
yazlık yer) bunlar kız kardeşi ile çırahta (
Hamurla, Buğday unuyla yapılan yiyecek) yapıp
yiyelim diyorlar. Anneleri bir şey unutup geri
dönüyor, dönerken evin başında birilerine rastlıyor
ve bunlarda sesi duyup çırahta tavasını yağ kabının
içine sokuyorlar ve bir tava çırahta boşa gitmiş
oluyor, yiyemiyorlar. Yaramaz bir çocuk değilmiş ama
her çocuklukta olduğu kadar yaramazlıkları varmış.”
“Fatih Sultan Mehmet fethettikten sonra bu yerlere
Türkleri yerleştirdi, bunlar hep dışardan gelmişler
Malkoçoğulları, Dilaveroğulları böyle köklü
sülaleler. Bunların dedeleri Dilaver dede dedikleri
çok yiğit bir kişiymiş. Padişah tarafından mı
görevlendirilmiş, yoksa başka bir yerden mi gelmiş
bilinmiyor. Bunlar beş kardeş beş oğlu olmuş
sülaleleri beşe bölünmüş, ama birlik ve beraberlik
içinde olmuşlar, fakire, fukaraya yardım etmişler.
Birbirlerine çok saygılıymışlar. Sık sık bir araya
gelip evlerde toplantılar yaparlarmış. Bu
toplantılarda sohbetler edilir. Güldürüler olur,
oyunlar oynanırmış.”
“Hüseyin Dilaver yaşantısında Sürmene yöresinde o
zamanın şartlarında Aso köyü içinde arkadaşları
arasında her zaman sevecenliğini korumasını
bilmiştir.”
“Büyükler arasında saygınlığını korumuştur. Şöyle
ki; dini inancının çok olması, sesinin çok güzel
olması nedeni ile kuran okuması köy içinde kendisine
ayrı bir avantaj sağlamasına neden olmuştur.”
“O zamanlar Aso köyünde aşağı-yukarı on köye hitap
eden bir ilk okul vardı, yörede ki köy çocukları bu
okula giderlerdi. Hüseyin Dilaver de ilk okulda
burada başlamış, ardından Samsunda askeri okula
başlıyor, fakat seferberlik çıkınca okul kapatılıyor
ve okul hayatı sona eriyor. Eskiden ilk okul
mezunlarının işe girebilme imkanları varmış, kendisi
“ben lise mezunuyum” demiş ama okul kapatıldığı için
mezun olamamış, dolayısıyla bir bocalama dönemi
başlamış.”
2.2.2. Müziğe İlginin Başlaması
“Müziğe başlaması Hüseyin Dilaver’in doğasında
varmış. Sesi güzel olduğu için sürekli Türkü
söylermiş. Bir gün annesi ve babası yaylaya
gidiyorlar ve bunu götürmüyorlar, bu da yolun
kenarında oturup ağlıyor, tam o sıra da bir atlı
geliyor ve “oğlum niye ağlıyorsun” diye soruyor. O
da “annemle babam yaylaya gittiler, beni
götürmediler, sen beni götürür müsün” diyor. Adam
bunu atını alıyor ve yola koyuluyor, yol boyunca
Türkü söylüyor ve bu adamın çok hoşuna gidiyor. Epey
zaman geçtikten sonra bunlardan biraz daha önde olan
annesi bir ses duyuyor ve babasına dönüp “ Herif
bizim uşak yola girmiş geliyor” babası da “olur mu
öyle şey hatun küçücük çocuk nasıl gelir” diyor.
Annesi “Gelir, gelir, bak sana sesi geliyor” demiş.”
“Okul yıllarının sona ermesi Hüseyin Dilaver’in
tamamen müziğe ve kemençeye yönelmesine neden olmuş.
O zamanlar sakat Şakir isminde abisi varmış. Sakat
olduğu için her yerde abisine yardımcı olurmuş.
Dilaver’in sesinin güzel olması nedeniyle hep ona
Türkü söylemesini, kemençe çalmasını önerirmiş. Bu
istek ve çocukluktan gelen yeteneğini birleştiren
Hüseyin Dilaver köydeki Rumlar dan müziği ve kemençe
çalmayı öğrenmiş. Hocası Aksu (Aso) köyünden Rum
“Yoriga” imiş.”
Ailesi müzikle uğraşmasına hiç karşı çıkmamış. Zaman
geçtikçe yöreyi aşıp dışa açılmış.
Karadeniz’in
bir çok yöresini dolaşmış. Artık tanınan biri olmuş
ve odeon sahibinin sesi plak şirketlerine dört adet
plak yapmış. Çıkan eserler
Karadeniz
yöresinde Asoli Hüseyin diye büyük sükse yapmış, o
günkü rüzgar rahmetli olduktan bu güne kadar
hafızalardan silinmedi.

Resim 3 - Hüseyin Dilaver
2.2.3. Sanat Hayatı
“Askerliğini Erzincan da yapan, amirlerinden son
derece takdir alan Dilaver askerlik bittikten sonra
sahneye çıkma yolunu seçmiş. O zamanlar turne
yokmuş. Hüseyin Dilaver kendi kafasına göre turneye
gider, kahvelerde, eğlence yerlerinde çalarmış.
Kendisinin çağdaş yanları olduğu kadar, çok da
dindar bir adammış. Gündüzleri camide müezzinlik
yapıyor, gecede çay bahçesinde kemençe çalıp Türkü
söylüyor. Bu yer küçük olduğu için insanlar
birbirlerini tanıyor ve bir sohbet sırasında biri
“bize bir müezzin geldi öyle güzel sesi var, öyle
güzel namaz kıldırıyor ki” demiş. Diğerleri de “ sen
asıl bize gelen kemençeciyi gör öyle güzel çalıp
söylüyor ki sabaha kadar eğlenip, oynuyoruz” diyor.
Yani sabah camide müezzin, akşam çay bahçesinde
kemençe çalıp söyleyen bir müzisyen.”
“Adapazarı’nda Karadenizliler çokmuş. Oflular,
Sürmeneliler, Rizeliler, o zamanlar çok acayip, çok
güzel büyük düğünler olurmuş. Hayvanlar kesilir,
masalar kurulur, iki gün süren düğünler. Bütün
Adapazarı toplanmış, Dilaver kemençe çalıyor, artık
oturak Türküsü mü ararsın, birde onun oturak
Türküleri vardır; oturulacağı zaman ondan çalardı,
ondan sonra horon havası çalmaya başlar, büyük halka
kurulurmuş, zaten araziler geniş, bahçeler büyük.
Halkanın ortasına geçip hem çalar, hem de oynarmış.
Hem de atma Türkü atıp onları coşturur,
halkadakilerden bahşiş alırmış.”
“Hüseyin Dilaver bir gazino çalışmasında zamanın
keman ustalarından Ankara Radyosu Sanatçısı Naci
Tekel’in tavsiyesi üzerine Bölge sanatçısı olarak
Ankara Radyosunda sanat hayatının zirvesine çıkmış,
zamanın Halk Müziği şefi Muzaffer Sarısözen
yönetiminde uzun zaman çalışmalar yapmış. Radyo evi
yıllarında Muzaffer Akgün (ona “kara kız” dermiş)
ile birlikte çalıştıklarını anlatırmış, bunun yanı
sıra Zinnet Sönmez ve Cemile Cevher Çiçek ile bir
çok kez ikili çalışmalarda bulunduğunu söylermiş.”
“Bunlar Karadeniz’e turneye gitmişler; o zaman çok
giderlermiş. Türkülerini okumuşlar, konserden
sonrada başka bir yere gitmek için toparlanıp yola
koyulmuşlar. Artvin’e yakın bir yerde bakmışlar ki
arabaların önüne büyük kalasları koymuşlar, ne
oluyor diyerekten arabalardan inmişler, aralarında
bayan sanatçılarda varmış.”

Resim 4- Karadeniz Gecesi
Bir sürü genç adam bu bayanlara sarkıntılık etmek
istemişler, yani çekiştiriyorlarmış falan. Hüseyin
Dilaver “oğlum bu sizin yaptığınız ayıp değil mi”
demiş. Gençlerden bir tanesi çok konuşma demiş ve
bir tokat vurmuş, kemençesi elinden düşüp kırılmış.
Bu olay aklına geldiğinde çok üzülürmüş. Nasıl
olduysa karakola haber verilmiş, jandarmalar gelmiş,
yolları açmışlar, gençleri karakola götürüp bir
güzel sopa atmışlar.
Dumlu pınar deniz altısı Çanakkale boğazında battığı
zaman bu olay üzerine bir destan yapıyor ve bunu
yakınlarına ve dostlarına çalıp söylüyor. Herkes iki
gözü iki çeşme ağlıyormuş. O türkülerini şu an
maalesef bulamıyoruz, ki bu bizler için büyük bir
kayıptır.
Sanat hayatının son üç yılını İstanbul Radyosunda
geçiriyor. Gerçi bundan öncede İstanbul Radyosuna
gelip gidermiş. “Ben İstanbul’a gidiyorum, şu gün
Radyoda programım var beni dinleyin” dermiş.
2.2.4. Evlilikleri
İlk eşini görüp beğenmiş ve Karasu’ya gidip kızı
kaçırıp köye getirmiş. Bu evliliğinden bir tane kızı
var. Ondan sonra ikinci evliliğini yapıyor. İkinci
hanımından üç tane çocuğu oluyor. Hüseyin Dilaver
çok çapkın biri olduğundan Telli duvaklı kimseyi
almamış. Bütün eşlerini kaçırarak evlenmiş. Belli
bir zaman geçtikten sonra Balıklı Mahallesinde (eski
ismiyle Civra) ikinci eşinin teyzesinin kızını görüp
beğeniyor ve onu da kaçırıp üçüncü evliliğini
yapıyor. Kızın yaşı tutmadığı için annesi Hüseyin
Dilaver’i ağır cezaya vermiş, “ben onu astıracağım”
demiş. Ondan sonra Dilaveri ceza evine almışlar.
Oğlu Fahrettin o zaman 9 yaşlarında dedesi ve
amcalarıyla birlikte Sürmene’ye babasını görmeye
gitmişler. Jandarma Fahrettin’i babasının yanına
çıkarmış, bakmış ki orda gardiyanı, hakimi, savcısı
vs. kişiler masayı kurmuşlar alem yapıyorlar. Babası
Fahrettin’e para vermiş. Eve geldiğinde annesi
“babanı gördün mü” diye sormuş, o da “gördüm” demiş.
“bir şey verdimi sana” “bana para verdi” demiş. Bu
parayla eve dönerken ekmek almış. Annesi “peki
deden, amcaların sana bir şey verdimi” diye sormuş.
O da “vermediler” demiş. “bir de bana diyorlar ki
kocandan ayrıl, bak gene oğluma gene o para verdi”
demiş.
Ceza evinden çıkınca “bu bir namus meselesi oldu”
deyip üçüncü eşini annesinin evinden alıp köye
götürmüş ve evlenmişler. Bu evliliğinden de dört
çocuğu olmuş.

Resim 5-Sağdan sola üst : Hüseyin Dilaver, Fahrettin
Dilaver, Ömer Şolt ( Dayıları )
Alttakiler : Güner Karabacak ( Kızı ), Safiye Şolt (
3. eşi ), Suzan Dilaver, Ömer Dilaver

Resim 6- Karabük’ de demiryolunda Ömer Dilaver ile
birlikte.
2.2.5. Hüseyin Dilaver’in Son Yılları ve Ölümü
Hayatının son üç yılını geçirmek için
Adapazarı’ndan, İstanbul’a gelmişler. Artık çok
yaşlanmış. Çok çalışamıyormuş çünkü, kalp
rahatsızlığı varmış. Arada bir T.R.T ye gidip türkü
söyleyip geliyormuş.
Hüseyin Dilaver’in kızı babasının son yıllarını
anlatmaya şöyle devam ediyor; Babamı görmeye
giderdim. Annem çalışıyordu, babam kemençeye asılmış
ama böyle duygusal, garip havalar çalardı. Demek ki
artık çok duygusal olmuştu. Annem o zaman bir fındık
atölyesinde çalışıyordu. Kavrulmuş fındıkları
seçiyorlardı. Aslında çalışan bir hanım değildi ama
İstanbul’a gelince çalışmak zorunda kalmıştı. Babam
derdi ki; “Safiye ben hiç hanım çalıştırmaya alışkın
değilim, sen sabahleyin işe giderken ben
kahroluyorum”. Annemle aralarında yirmi yaş fark
vardı, annem baya küçüktü. Babamlar Küçük Mustafa
Paşada oturuyordu. Ben evlendim Ali bey Köye
yerleştim. Sık sık görüşüyorduk. Bilhassa
bayramlarda ona gitmemizi beklemezdi. Hemen bir kutu
şeker koyardı koltuğunun altına, sabah namazını
kılar gelirdi. Baba derdik niye böyle yapıyorsun,
sen büyüksün bizim seni ziyarete gelmemiz lazım, sen
geliyorsun derdik. Kızım ben o sevabı almak için
geliyorum, yani onda öyle bir inanç vardı. Son
zamanlarında biraz halsizdi, dışarı çıkıp dolaşırdı.
Arkadaşları vardı. Eve döndüğünde yaslanırdı ya da
karyolasına uzanırdı. Ve son Ramazandı, sen artık
orucunu tutma hastasın, kalbin var dedik ama bize
karşı çıktı, bakalım bir dahaki Ramazana kısmet
olacak mı tutmak dedi ve hakikaten de kısmet olmadı.
Son krizi gelmiş, gece iğneci çağırmışlar bir tane
ilacı vardı, doktor demişti ki sıkıştığı zaman bu
iğneyi yaptıracaksınız, öylede yaptıramamışlar.
Üçüncü krizinde vefat etti. Yatalak hasta konumuna
düşmedi, halsizliği vardı. Son zamanlarda çok
yürüyünce nefesi daralıyordu. Arada T.R.T ye
gidiyordu. Ölene kadarda gitmeye devam etti. Babamın
yaşı 57 diyiliyordu. Ama yaşlar doğar doğmaz şimdiki
gibi çocuk parası alacağım diye hemen günü gününe
yazılmıyordu. Öldüğünde nüfusa göre 57 yaşında idi.
Ama hesaplara göre 64 - 65 yaşlarındaydı.
TANINMIŞ ESERLERİ:
Gemiler Giresune
Oy Benum Sevduceğum
Mayıs Ayı Gelende
Ah Dağlar Serin Dağlar
Şapkamın Tereği
Gemiciler Kalkalım
Kaleden İndim Arsız
Kalk Gidelim Gidelim
Kara Koyun Geliyor
Trabzon’dan Yollandık
Yayladım Goyunu
Horon Havası
Gökteki Yıldızları
Yaylanın Çimeninde
Horon Havası
Koydun Beni Sen Derde
Yoktan Var Eyledi Beni Yaradan
Kirez Ayın On beşi
Ey Çiçekli Yaylalar
Of, Sürmene Arası Sultan Murat Yaylası
Ey Gidi
Karadeniz
Eski Zigana Dağı
Ne Edeyim Sevdiğim
Erzurum Ovasından Kağnı Geliyor Kağnı
*Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz ve başka bir
web sitesiya da yayın organında yayınlanmaz.
EK: Bazı türküleri
Mayıs Ayı Gelende
Mayıs ayı gelende (Yar yar yar yar da)
Dağlarda kar olur mu (Uy aman gelin aman)
Sevdim de alamadım (Yar yar yar yar da)
Böyle sevda olur mu (Uy aman gelin aman)
Yaz gelir çiçek açar (Yar yar yar yar da)
Yeşiller yaprakları (Uy aman gelin aman)
Sevdiğim senin için (Yar yar yar yar da)
Döktüğüm gözyaşları (Uy aman gelin aman)
Bahçelerde kerez var (Yar yar yar yar da)
Kerezi asma sarar (Uy aman gelin aman)
Sevdiğimi görünce (Yar yar yar yar da)
Erir yüreğim yanar (Uy aman gelin aman)
Türkü söylerim türkü (Yar yar yar yar da)
Sevdiğim senin için (Uy aman gelin aman)
Biraz daha diyeyim (Yar yar yar yar da)
Seni sevdiğim için (Uy aman gelin aman)
Ah Dağlar Serin Dağlar
Ah dağlar serin dağlar
Kuzular meler ağlar
Dost aklıma gelende
Yanar yüreğim sızlar
Yar vuruldum vuruldum
Senin kara kaşına
Ne yazılar yazılmış
Ha bu garip başıma
Karşıdan el eyleme
Yar beni del'eyleme
Öldürürsen sen öldür
Kötüye kul eyleme
Yar vuruldum vuruldum
Senin kara kaşına
Ne yazılar yazılmış
Ha bu garip başıma
Koyun kuzu yayılır
Yaylanın beleninden
Nedir bu çektiklerim
Şu feleğin elinden
Yar vuruldum vuruldum
Senin kara kaşına
Ne yazılar yazılmış
Ha bu garip başıma
Meler kuzular meler
Yüreklerimi deler
Uzaklaştım sıladan
Hep düşmanlarım güler
Yar vuruldum vuruldum
Senin kara kaşına
Ne yazılar yazılmış
Ha bu garip başıma
Oy Trabzan Trabzan
Oy Trabzan Trabzan
İçi kalay içi kalaylı kazan içi kalaylı kazan
Sevdalı günlerume efkarlı günlerume
Geldi çattı geldi çattı ramazan
Oy Trabzan Trabzan
Senden ayrı senden ayrılacağum
Sen aklıma gelende sen aklıma gelende
Düşüp bayı düşüp bayulacağum
Ayrıca BAKIN
Kemençe, Karadeniz
kemençesi
Karadeniz kemençe yapımı ve trabzonlu kemençe
ustaları
Karadenizli kemençe ustaları, karadenizli
kemençeciler
En Güzel karadeniz Müzik ve horon
videoları
Karadeniz müziği
En Güzel karadeniz Müzik ve horon
videoları
Hüseyin dilaver'in müziği ve hayatı
Horon ve kemençe videoları
horon
Lazlar'in kemençesine artik elektro ve tekno eşlik
ediyor
Mustafa Duman'la söyleşi
Oktay üst, Laz kemençeci Oktay ÜST
Ziynet Sönmez, Zinnet Sönmez
Karalahana Radyo karadeniz mp3
kemençe yapımı, akyazı kemençe yapımcısı Fatih Şatır |
|
| |