RESİMLER
| |
|
|
| |
|
|
Diyarbakır’da bir
kemençeli Oktay Üst

Ali Rıza Kılınç
Kemençe tutkunu Oktay Üst, Diyarbakır’da Lazca
müzik çalışmaları yürüten belki de tek isim. Üst
ayrıca doğal ses kayıtları üzerine de çalışıyor
Karadeniz’in hırçın çocuklarından Kemençe
tutkunu Oktay Üst, Diyarbakır’da Lazca müzik
çalışmaları yürüten belki de tek isim.
Diyarbakır’da konservatuvar son sınıf öğrencisi
olan Üst, genç yaşına rağmen Lazca müzik üzerine
kayda değer ölçüde arşiv ve derleme çalışması
yapmış.
Üst ayrıca Kazım Koyuncu, Birol Topaloğlu,
Gökhan Birben gibi isimlerle birlikte çalışma
olanağına sahip oldu. Yaptığı derlemelerden uzun
uzun söz etmek yerine “www.oktayust.com”
adresinden Zelexe Xala destanını dinlemenizi
tavsiye ederiz. Oktay Üst, şu anda Diyarbakır’da
ve deyim yerinde ise “öğrenci evinde” kurduğu
küçük stüdyosunda, Lazca destanların aranjesini
yapıyor. Diyarbakır’a isteyerek geldiğini ve
geldikten sonra da Kürtleri daha iyi anladığını
anlatan Oktay Üst, sorularımızı yanıtladı.
Yine bildiğimiz yerden başlayalım; “müziğe olan
ilgin nasıl başladı”, müzik yapmak nedir senin
için?..
Köyde, saygı duyduğum Emine Özgürbüz adında
bağlama ve şan hocası bir ablam vardı. Müziğe
olan ilgim, onun bana bağlama öğretmesiyle
başladı diyebilirim. Ama bağlamayı öğrenmem beni
tatmin etmedi. Bağlamanın ruhu bende yoktu
sanki, kendimi bulamadım bağlamada. Kendi
kültürümü arıyordum diyebilirim. Zaman geçtikçe
çeşitli müzisyenlerle tanıştım. Bu müzisyenlerle
ve müzik guruplarıyla vokal ve ritim
çalışmalarına başladım. Aynı dönemde kemençe de
öğrenmeye başladım. Profesyonel olarak müzikle
olan ilişkim, ‘95 yılında başladı. Bu manada ilk
sahneye çıkışım, Boğaziçi Üniversitesi’nde
Kardeş Türküler’in eşlik ettiği Birol Topaloğlu
konseri oldu. Birol Topaloğlu ile birlikte sahne
alışım uzun süre devam etti. Zaten o dönemde
Kazım Abi de tulumun namesini duyuruyordu. Ben
sık sık Kazim Abi, İsmail Avcı Bucaklişi,
Mehmetali Barış Beşli gibi isimlerle
toplantılara ve sohbetlere katılır, onların
söylediklerini anlamaya çalışırdım. Bu arada
müzik çalışmaları da devam ediyordu. Tabii o
süreç, benim nasıl bir müzik yapmam gerektiğini
de şekillendiriyordu. Ama yine de kafamın bir
köşesinde bir şeyler beni rahatsız ediyordu...
Sakın ola bu, sizin şu an yanınızdan
ayıramadığınız kemençenin tutkusu olmasın! Çünkü
kemençe ile olan duygusal bağınızı az çok
biliyoruz...
Aslında ben de sözü oraya getirecektim.
Biliyorsunuz kemençe, Laz kültüründe en az tulum
kadar önemli yere sahip bir enstrüman. Özellikle
de Lazcanın ağır formdaki destanlarının
oluşmasında kemençenin son derece büyük bir rolü
var. Ama benim ilgim bunun da ötesinde...
Kemençeyi öğrendikten sonra da araştırmaya devam
ettim. Bu yoğun sevginin bir kaynağı, bir nedeni
olmalı dedim. Anneme ilk kemençe çaldığım gün,
annem çok duygulanıp geçmişten bir şeyler
anlattı. Kemençesini ve müziklerini çok sevdiğim
Ahmet Güngör’den söz etti. Ben iki yaşındayken,
bir haftalığına bizim misafirimiz olmuş. O bir
hafta boyunca da benim kulağıma kemençe çalmış
ninni niyetine ve ‘’ Dimorduyi Lazuri Trağodas
Kemençete ‘’ ( Büyüdüğünde kemençeyle Lazca
söylesin) demiş. Bunları annemden duyduğumda,
kemençeye olan sevdamın da yanıtını bulmuştum...
Şu anda yaptığınız derleme çalışmalarının
aranjesini tamamen doğal seslerden yaralanarak
yapıyorsunuz? Bundan biraz söz eder misiniz?
Laz müziği tamamen doğa ve insan ilişkisinden
besleniyor, çünkü biz o yollarda yürüdük, o
derenin suyunda yüzdük. Biz orada meyveler
yedik. Doğal seslerin benim müzik anlayışımdaki
yeri oradaki hayatın ta kendisi. Örneğin dedem
ile odun kesmeye gidiyoruz. Kullandığımız
hızarın ritmi, ahengi her zaman seninle
birliktedir. Odun kesmek için o ritmi yakalamak
zorundasın, küçük bir ritim bozukluğu durmanıza
neden olacaktır. Bu yaşam tarzı, Laz müziğiyle
uğraşacak birinin ilerde muhakkak karşısına
çıkacaktır. Bunlardan yararlanmak da o kişinin
tercihine bağlı tabii... Bugüne kadar Laz
müziğinde doğal sesler kullanılarak aranjeler
yapılmadı. Ben şimdi Diyarbakır’da, evimdeki
stüdyomda bu doğal sesleri kayıtlarımda
kullanmaya çalışıyorum. Köye gidip kazmasına,
küreğine, bostanına kadar hepsini kaydedip bir
araya getiriyorum, doğal sesleri aranjelerde
kullanmak bana mutluluk veriyor.
Yaptığınız derlemelerden vermek istediğiniz bir
örnek var mı? Tabii hikayesini de dinlemek
isteriz...
Bu yönde çalışmalarım oldu. Yöre insanlarının
seslerinden, doğal seslerden yola çıkarak birkaç
tane aranje yaptım. Bu aranjelerden, benim
müziğe olan yaklaşımımı ortaya koyan bir destan
çalışmasından söz etmek istiyorum. Zelexe Xala
adında bir teyze var bizim köyde...
Her gün evlerinin önünden geçiyordum. Bir gün
yine oradan geçerken bende garip duygular
uyandıran bir ses duydum. O ses, benim müziğe
bakış açımı tümden değiştirdi. Zelexe Xala bir
destan söylüyordu. Destanın hikayesi de şöyle;
Zelexe Xala’nın kocası, (biz Komonist Amca
deriz) Halil Amca, gençliğinde bir kızı seviyor.
Kızı da başkasına veriyorlar. Kız da üzüntüden
kısa süre sonra hastalanıp ölüyor. Bunun üzerine
Halil Amca bir destan yakıyor. Yıllarca söylüyor
bu destanı. Sonra Zelexe Xala ile evleniyor.
Tabii Zelexe Xala ile evli olsa da o destanı hep
söylüyor Halil Amca. Xala da destanı dinleye
dinleye, öyle bir ezberliyor ki adeta kocasının
bir zamanlarki acısına ortak oluyor. Kocası iki
yıl önce ölmesine rağmen Zelexe Xala, onun
destanını gözlerini kapatarak tüm
hissettiklerini sesine katarak söylüyor.
Kocasının eski sevdiğine yaktığı ağıtı, ağlaya
ağlaya söylemeye devam ediyor. Bu bir yerde
gerçek Laz müziğinin de kaynağını oluşturuyor.
Gerçek budur: Laz müziğinin hisleri, yaşantısı,
kültürü... Doğal sesleri ve gerçek sesi, yani
Zelexe Xala’nın sesini kullandım. Hissettiğim ve
yapmak istediğim aranjeler de bundan ibarettir.
Sırası gelmişken sizin, Lazca Komünist Parti
marşını seslendirdiğinizi de biliyoruz. Biraz
ondan da söz edebilir misiniz?
Hasan Xelimişi’nin Sovyetler Birliği Komünist
Partisi’ne bestelediği bir marş.
Bunu uzun yıllar okudum. Çıktığım etkinliklerde
de bunu okumaya çalışıyorum. İşte, “Pharthiya
komonisthuri, pharthiya Leninuri (partimiz
komünist partimiz Leninist)” şeklinde ifade
edebileceğimiz Lazca bestelenen bir eser. Pek de
okuma taraftarı olunmadı bugüne kadar. Bunun
nedeni de bir anlamda belliydi. Laz kültürünün
yeni yeni duyulmasıydı. ‘’Bunu da okursak, malum
topun ağzına konabiliriz’’ endişesiyle kimse
okumak istemiyordu. Ne kadar haklılar tartışılır
tabii. Örneğin bir etkinlikte bunu okudum. Site
yöneticileri, etkinlik sonrasında farklı
şekillerde uyarılarda bulundu! Tabii ben dik
kafalıyım bu konuda. Yılmadım. Bu marşta
Xelimişi’nin ve de benim, düşüncelerimi Lazca
söylemek farklı bir duyguya sürüklüyor beni.
Çoğu kez söze “Kazım Abi...” diyerek başladığını
biliyoruz... Kazım Koyuncu kimdi senin için?
Ben Kazım Abi’den öncelikle insanın, hiçbir şey
için taviz vermeden kendi kültürüne nasıl sahip
çıkması gerektiğini öğrendim. Ve tabii ki onun
azmini, onun mücadele etme hırçınlığını
öğrendim. Şunu da söyleyeyim. Aslında Kazım Abi
Türkçe eserler okuma taraftarı değildi. Doğrusu,
o bu acımasız müzik piyasasını çok iyi biliyordu
ve ona göre kısmen hareket ediyordu. O, Lazca
müziğin de var olduğunu anlatmanın bir aracı
olarak kullanıyordu bunu. Lazca okurken daha çok
mutlu oluyordu doğal olarak...
Bir Laz olarak asimilasyona tabi olduğunuzu
düşünüyor musunuz? Bunun kültürünüzdeki
yansımaları konusunda neler söyleyeceksiniz?
Bir kere şimdi yer isimleri, köy isimleri
değişiyor. Bu, insanlara benimsetilmeye
çalışılıyor. Öldürülmeye çalışılan bir kültür
var. Laz kültürü de buna dahil edilmek
isteniyor... Türkçe eğitim alıyorum. Lazca
konuştuğum için Türkçe öğrenmenin zorluğunu
yaşadım ve yaşıyorum da. Dedelerimin Türkiye’ye
yerleştikten sonra yaşadığı sıkıntılar var.
Toprağın altında odunu yakıp kömüre çevirip daha
sonra onları şehir merkezine götürüp yarısını
vergi olarak ödediklerini biliyorum. Tıpkı
Kürtlerin yaşadığı sorunlar gibi... Yeri
gelmişken onu da ekleyeyim. Ben Diyarbakır’a
bilerek ve isteyerek geldim. Kürtleri, buraya
gelmeden önce de anlıyordum. Ama buraya
geldikten sonra daha iyi kavradım. Lazların da
Kürtlerin çektiği kadar sıkıntı çektiğini
söylemek isterim. O yüzden bu yaşantının verdiği
acının yoğunluğunu söze ve ezgiye döküp müziğini
yapmak mümkün değil ülkemizde. Bunu bildiğim
için o sınırları zorlamaya çalışıyorum. O yüzden
daha fazla çalışarak daha fazla düşünerek o
sınırı aşabilirim. Benim büyük babaannemin, ben
12 yaşlarımdayken ayağına yaktığı ağıtı bilirim.
Ağrıyan ayağı için gece uyanıp destan
söylüyordu; “ “Ena k´uçxe şk´imi mo ma3´unen,
Bere şk´imi xastaneşa miyanasere uk´aye,
Masarifi iyasera mo ga3´unen k´uçxe şk´imi, oç´ume
meyaperi gisvare…” (Neden ağrıyor ayağım,
çocuğum hastaneye götürecek masraf olacak ona,
ağrıma yarın sana yoğurt süreceğim…) “ diyordu.
İşte benim yapmak istediğim müzik budur
diyorum... Tınılardır bunlar... Bunu bugünün
müziğini eğlence olarak algılayanlar izah
edemez... Her zaman hareketli, kıvrak ve
eğlenceli değil Laz müziği. Bunların asimilasyon
senaryolarının bir parçası olduğunu biliyorum. O
yüzden de memleketime gittiğimde, köye çıkarken
Aktaş arabasına değil Xunar arabasına
biniyorum...
21/03/2007 (Diyarbakır/EVRENSEL)
|
|
| |