RESİMLER
| |
|
|
| |

Yukardaki logoyu tıklayarak Bağımsız Karadeniz
Gazetesini okuyabilirsiniz.

Dünyanın tüm televizyonlarını Canlı seyretmek,
tüm gazeteleri tek bir sayfadan okuyabilmek için önemlilinkler.com
www.onemlilinkler.com
sitesini sık kullanılanlara ekleyin.
KARADENİZ FOTOĞRAFLARI
Deeğerli Lahana forum üyeleri
Karadeniz fotoğraflarınızı galerimizde otomatik olarak
yayınlayabilirsiniz.
TIKLAYIN
KARALAHANA DA YAZAR OLUN
Yazılarınızı yayınlamamız için bzie
gönderebilirsiniz |
|
OU TON THEO! PONTOS KÜLTÜRÜ
Ömer Asan

Ninemin, ani korkularında bilinç dışı olarak kullandığı bir
ürküntü ifadesiydi "Ou ton theo!". Türkçe karşılığı "Aman
tanrım!" olan bu ürperik ünlem, biz çocukları çok güldürürdü.
Ninemizi tekrar tekrar korkutup, yüzünün ifadesini görmek için
can atardık. Yıllar sonra ani korkular yaşadığımda, hiç de
gülünecek bir durum olmadığını, tam tersi, insanın ömründen
saatler, günler çaldığını hissettim bu ünlemle açık edilen
duyguların. Ninem bizi affetsin.
Önsöz yerine yazmaya karar verdiğim bu denememde ve devamındaki
makalelerimde, "bilinen korkular"dan kaynaklanan otokontrol
unsurunu kullanmamak için hatırı sayılır bir çaba sarf ettim.
Her Türk aydınının, yazı yazarken bir takım hassasiyetleri ve
cezalandırılmayı göz önüne alarak bilinçli veya bilinçaltı
kullandığı otokontrol mekanizmasının, aslında çoktan aşılması
gereken meseleleri ertelemekten başka bir işe yaramadığı
kanısındayım. Çünkü söz konusu hassas durumları yaratanlar
aydınlar değil. Gel gelelim, çözüm üretmek, duyarlı olmak ve
meselelerin vebalini üstlenmek yine aydınlara düşüyor.
Suni Bir Mesele: Pontos
Son yıllarda ortaya atılan Pontos Meselesi, iç ve dış düşman
sıkıntısı çeken, işlerine gelmeyen her konuyu mesele etmeye
hazır "milli" stratejistlerimizin imdadına Hızır gibi yetişti.
Arayıp da bulamadıkları bir tehdit(!) daha oluşmuştu. Devamında,
ülkemizin, 21.yüzyılda Pontos adlı "siyasi" bir sorunu yokken,
konu, kamuoyu önünde çeşitli tv kanallarında saatlerce monolog
halinde konuşuldu. Bir yandan, ülke içinde Pontusçu (ne demekse)
muhataplar aranmaya, diğer yandan aynı konuda ardı ardına
makaleler ve kitaplar yayımlanmaya başlandı. Sonunda Pontosçu
olarak -doğrudan söylenmese de- Pontos Kültürü adlı kitabım
nedeniyle hedef olarak ben seçildim. Yapılan yayınlar, ihbarlar
ve provokatif saldırılar sonucu hakkımda açılan davada bu
nedenle suçlandım. Oysa DGM'ye sunduğum savunmamda belirttiğim
gibi, farklı görüşlerime rağmen, ayrılıkçı bir düşüncenin
üreticisi veya savunucusu hiçbir zaman olmadım. Ancak,
stratejistlerimiz amaçlarına ulaşmışlardı; konu hakkında hiçbir
bilgisi olmayan ve çoğunluğu Pontos sözcüğünü ilk defa duyan
halk "Aman tanrım! Bu da nereden çıktı?" demeye başladı. Fobi
pazarlamacıları, tellallarıyla birlikte mal bulmuş Mağribi gibi,
halkımızın gözünün içine baka baka "tehdit"lerini savururken,
aydınlarımız, halkımızın "Bu da nereden çıktı?" sorusunun
yanıtını aramaya başladılar.
Korku Politikası
Trakyalıların, koyunlar için söylediği "ürkütmeden sayamazsın"
sözü beni epeyce düşündürür. Bu önerme, insanoğluna uyarlanır mı
bilmem; ancak sık sık çeşitli yöntemlerle, sayılmak değilse bile
saygınlığımızı yok etmek için koyun yerine konularak
ürkütüldüğümüz, korkutulduğumuz bir gerçektir. Çünkü arka planı
tehditlerle beslenen "korku salma", iktidarların, statükoyu
korumak isteyenlerin bir "idare" ve psikolojik savaş yöntemidir.
Bu yöntemle, yönetim beceriksizlikleri, topluma yapılan ve
yapılmak istenen haksızlıklar, haksız sermaye edinimi ve
birikimi ustaca/kolayca örtbas edilebilmektedir.
Doğduğumuzda, taze ciğerlerimize çektiğimiz ilk oksijenin de
etkisiyle, olabildiğince, -yasak nedir?- bilmeden bağırırız.
Büyüklerimiz, bunu olağan bir ağlama olarak algılar. Önce
hoşgörüyle katlanılan bu doğal tavrımız, büyüdükçe susturma
çabalarına maruz kalır.
İnsanın az olduğu dağlarda, gezinirken "Ulaaaa" diye bağırırdık
ses perdelerimizi zorlayarak. Kimseyi korkutmak için değil,
korkularımızı dağıtmak için. Kimi zaman dağlar (devlet değil)
sesimizi yankılayıp bize geri gönderir, müthiş bir haz duymamızı
sağlardı. İstediğimiz gibi bağırmak ve karşılığını aynı şekilde
almak ne kadar rahatlatırdı bizi. Şimdi, toplum içinde utangaç
bir şekilde bile sesimizi çıkarmaya çekiniyoruz. Acaba diyorum
bazen, bizi biraraya korkutmak için mi topladılar? Hiç
bağırmayalım, ses vermiyelim diye mi? Korku ve itaat duygusu,
davranışlarımızın baş yönlendiricileri oldu artık.
Özgürlük mü? Yine dağlarda öğrendim bu duyguyu da; yani
tehlikelerle dolu doğaya kafa tutarken. Çünkü karşıma kurt mu,
ayı mı, çakal mı çıkacağını bilemezdim. Buna rağmen çocukca bir
itaatsizlikle korkularımla yüzleşmekten çekinmez, aksine
mutluluğu böyle elde edebileceğimi düşünürdüm. Gökyüzü ile
çimenler arasında heyecan, korku ve tutkularımla yürürdüm,
yaylama, özgürlük (tezek) kokan obamıza doğru.
Kurtların, ayıların, çakalların varlığı pek az dağlıyı geri
çevirmiştir bugüne kadar. Ancak bir toplumun içinde özgür
olmanın veya özgürlüğe yürümenin yayla yolculuğuna benzemediğini
gördüm; adım başı ayılar, kurtlar, çakallar...
Uzak tarihi bir kenara koyalım. Geride bıraktığımız yüzyılda,
samimi olarak statükoya karşı düşüncelerini ifade edenler; hep
saldırılara uğramış, hain, sapık, bölücü v.b. ilan edilmişler.
Kimileri, inatla ve her şeyi göze alarak düşüncelerini savunmuş,
kimileriyse yenilgiyi kabul etmiş veya etmiş gibi görünüp
susmayı yeğlemişler. Statükocular, yani mevcut durumu ve
düşünceleri koruma yanlılarıysa, karşıtlarını tehlikeli birer
ekmek düşmanı ya da özgürlük kıvılcımı olarak gördüklerinden
şiddete başvurmayı ve bastırmayı kendilerine hak olarak
bilmişler.
İnsanlık Mirasının Tahribatı
Pontos ismi ile ilişkilendirilen ve sorun olarak toplumumuza
sunulmak istenen dil-kültür varlıklarını, değişik başlıklarla
tartışmaya açmış olduğum için burada söz konusu etmeyeceğim.
Ancak gözden kaçırılan bir başka konuyu -yeri gelmişken-
irdelemekte yarar var.
Devletimizin milli politika haline getirdiği tarih, din, kültür,
doğa (eko) turizmi projeleri, tehdit yaygaraları nedeniyle
Karadeniz bölgesinde hayata geçirilemiyor. Oysa aynı amaçlı
turizm hizmetleri Kapadokya'da sınırsız bir şekilde yabancı
turistlere sunularak, bölgeye yılda iki milyonun üstünde
ziyaretçi çekiliyor. Hatta devletin izniyle, kutsal günlerde
ayinler düzenlenmekte, farklı inançlardaki insanların özgürce
ibadet edebilmeleri sağlanmaktadır. Böylece milyarlarca dolar
gelir elde edilmekte ve bu gelirin büyük bölümü Nevşehir, Ürgüp,
Göremeli'ler arasında paylaşılmaktadır.
Trabzon Sumela Manastırı, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan
üç yüz milyon Ortodoks Hristiyan için az sayıdaki kutsal hac
merkezlerindendir (Efes ve Kapadokya gibi). Bu amaçla son
yıllarda restore edilen manastır; dini, tarihi ve turistik
ziyarete elverişli duruma getirilmiştir. Daha da önemlisi,
dünyada sayılı bir doğa-flora kültürüne sahip bir coğrafi
alandadır Trabzon ve Sumela. Dolayısıyla, yapılabilecek iyi
tanıtım ve organizasyonlarla yalnızca Trabzon'a milyonlarca
ekoloji meraklısı yabancı turistin getirilmesi, hiç de hayal
ürünü değildir. Ayrıca, birçok ülkede gruplar halinde Trabzon ve
çevresi kökenli, yaklaşık 3 milyon Hristiyan yaşamaktadır ki
hiçbir kentin sahip olamayacağı turizm potansiyelidir. Bu
potansiyeli değerlendirmenin tek yolu, tıpkı yerli-yabancı
turizm şirketlerinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın öncülüğünde
yaptığı "Kapadokya Turizmi" gibi, din, kültür, tarih, doğa
içerikli bir "Pontos Turizmi" projesini uygulamaktan
geçmektedir. Ancak, yaratılan ve dayatılan fobiler nedeniyle
böylesi bir projeyi kabul ettirmek oldukça güçtür. Çünkü ülkemiz
coğrafyası bazı kafalarca gerçek anlamda bölücü/ayırımcı bir
zihniyetle yatırım alanları ve yatırım dışı alanlar, diye
bölünerek resmen tescil edilmiş gibidir.
Söz konusu olumsuz durumun sorumluları, Karadeniz'i yatırım
alanı dışı tutan, Karadeniz'in ve halkının bu ülkenin doğal bir
parçası olduğunu kabul etmek istemeyenlerdir. Ülkemizde
varlığını sürdürmekte olan her yurttaşın kökenini, çeşitli
zorlama ve dayatmalarla Orta Asya steplerine kadar uzatmaya
çalışan, itiraz edenleriyse hain olarak sınıflandıran söz konusu
çevreler, en başta, -sadık olmaları gereken- devletimizin
anayasasını ihlal etmektedirler.
Kim bu dayatmacılar? Bunlar milliyetçi görünümü altındaki
bölücü-gericilerdir. Bunlar, Karadeniz'de son on beş yıldır
sürdürülmekte olan seks turizmi ve ticaretiyle milyarlarca
doların yurt dışına kaçırılmasına göz yumarken, çekinerek gelen
bir avuç bölge kökenli turisti kovmakla, izlemekle ve rahatsız
etmekle övünürler. Ardından, Vazelon Manastırı'nın geride kalan
birkaç duvar ikonasını kireçle kapatıp (Afganistan'da Buda
heykelini bombayla havaya uçuran Taliban zihniyeti), Trabzon'un
tarihi ve kültürel mirasına düşmanlık ederler. Bu da yetmez;
Kafkasya, Rusya, Ukrayna'dan alışveriş için gelenleri, kısa
zamanda zengin olma amacıyla "kazıklayıp" ülkelerine göndermede
birbirleriyle yarışırlar.
Saydığım nedenlerden dolayı, Trabzon, Karadeniz şimdi bomboş ve
başıboştur. Çocukları, torunları gurbette veya başka
illerde/ellerde yaşam kurmuş olan ve sayıları gittikçe azalan
inatçı yaşlılar dışında, ıssızlığa direnç gösterebilecek kimse
kalmadı. Koca coğrafya ve insanları kültür erozyonuna uğramış,
sosyolojik doğası tahrip edilmiş, yol yapma amacıyla sürdürülen
katliamlarla kıyılar, köyler, yaylalar, dağlar, kısacası tüm
doğal-kültürel SİT alanları, başıboşluktan yararlanan bir avuç
sonradan görme asalak "zengin"in yüz karası inşaatlarıyla geri
dönüşü olmayan yıkımlara sahne olmuştur. Yaşadıkları coğrafyaya
ihanetin daniskasını yapan söz konusu zihniyet, ne yazık ki, tüm
insanlığa ait olan bir mirası yok etmekte, halkın refah
düzeyinin yükselmesinde, ulusal ve uluslararası birliğin
sağlanmasında en büyük engeli teşkil etmektedirler.
Sonuç
Gelecek adına en doğru ve insancıl amacın, tek tipliliğe,
tüketicilikle sınırlanmışlığa karşı olan ve neyi satın
alacağının bilinmesini istemeyenlerin kendini ifade edebileceği
bir dünya düzeni olduğu düşüncesindeyim. Zorbalığı yenilgiye
uğratmanın bir ütopya olarak algılandığı şu zaman diliminde, ilk
adımın, Voltaire'nin önerdiği gibi, herkesin kendi bahçesini
temizlemesiyle atılabileceğini söylemek safdillilik olmasa
gerek.
Dünyadan bihaber yaşadığım çocukluk yıllarımı saymazsam, tam
otuz yıllık bir zaman kesitinde kötü yönetilen yurdumda kendimi
bir tutsak gibi hissettim. Yıllardır düşüncelerimi istediğim
şekilde ifade edebileceğim bir an için statükoya ve tek
tipliliğe karşı gücüm yettiğince mücadele ettim. Güneşi,
yağmuru, dağları, çiçekleri çocukluğunda doyasıya hissetmiş bir
insanoğluyken, şimdi, ömrümün geri kalan kısmını kabuğuna
çekilmiş korkak bir tosbağa gibi yaşamayı kabul etmiyorum. Çünkü
korktukça "olası" özgürlüğümden uzaklaşıyorum.
Bu kitaptaki araştırmalar, makaleler ve DGM'ye sunduğum
savunmam, ender de olsa korkularımı yenebildiğim ya da
uzaklaştırdığım sıralarda kaleme alındılar. Pontos dâhil pek çok
'soru'nun yanıtını, yalnızca muhatabı olduğum için değil, baskı
altında tutulan düşlerimi- düşüncelerimi ifade etme, benim
gibilerin ihtiyacı olan, açık bilgi ambarına katkı ve bahçemizi
temiz tutma adına, olabildiğince serbest (özgür değil) bir
şekilde verdiğimi sanıyorum.
Pontos kültürü, Ömer Asan Satın almak için
Ayrıca Bak
Romeika nedir?
Pontusça, Trabzon
Rumcası
|
OU TON THEO! PONTOS KÜLTÜRÜ PONTUS KÜLTÜRÜ, öMER
aSAN, Rumca, pontusça,romeika, Karadeniz,
Trabzon, Rize, Artvin, Gümüşhane,
| |