Vali
Kadri Bey’in Trabzon’daki Asayiş Uygulamaları
Mehmet
Akif BAL[1]
Kurulduğu
tarihten bu yana önemli bir şehir olan Trabzon,
Osmanlı Devleti için de büyük önem taşımış ve
Trabzon’a yönetici gönderilirken keyfiyeti
olanlar seçilmişti. Bundan dolayı Trabzon’a
Osmanlı Devleti zamanında gönderilen 65 vali
içinde; Zağanos Paşa, İskender Paşa, Yavuz
Sultan Selim, Hazinedar Süleyman Paşa, Sırrı
Paşa, Kadri Bey, Süleyman Nazif Bey, Samih Rifat,
Mehmet Ali Ayni ve Cemal Azmi Bey gibi
başarıları ve meziyetleriyle Osmanlı ülkesinde
öne çıkmış pekçok şahsiyet bulunmuştu[2].
Yöneticileri başarılı uygulamaları Trabzon’a
nefes aldırırken diğer yandan, Trabzon’da görev
yapmak birçok yönetici için ise daha üst
görevlere yükselmenin ciddi bir referansı haline
gelmişti.
Trabzon’da valilik yapan
ünlü isimler içerisinde yer alan Kadri Bey, 1843
yılında İstanbul’da doğdu. Zamanın
bilginlerinden özel dersler aldı. Birçok devlet
görevinde bulundu. 1892 yılında Trabzon
Valiliği’ne atandı. Kadri Bey’in Trabzon
Valiliği görevine atandığı yıllar, genelde
ülkenin ve buna paralel olarak Trabzon’un
sıkıntılı yıllarına rastlamıştı. Kadri Bey zor
bir vilayette valilik yapacaktı. Bu sebeple
Kadri Bey Trabzon Valiliği süresince şehre
yönelik yatırım işlerinden ziyade asayiş
meselelerine eğildi.
Asayiş meselelerini çözmek için kanun yanında
kendisine mahsus yöntemler de geliştirdi.
Trabzon’daki valiliği
süresinde “Tüfekli Kadri”, “Deli Kadri” ve
“Pilavcı Kadri” adlarıyla bilinen Vali Kadri Bey
Trabzon’da önce halkla iyi bir diyalog kurarak
işe başladı. Halkın önemsediği ve önemsendiği
çeşitli kültürel konularda halkla yan yana
durdu. Örneğin,
bayram günlerinde şehrin
her tarafında mahalli kıyafetlerle oynanan milli
oyunlar (horonlar) bilhassa Kadri Bey zamanında
rağbet buldu. Kadri Bey bayramlarda köy
delikanlılarını toplar, onlara muhtelif
horonlar, bıçak oyunları oynatır ve her birini
ayrı ayrı taltif ederdi. Oyuncuların alınlarına
altın yapıştırdığı ve kendilerine mintan, zıpka
hediye ettiği çok olmuştu. Hatta, kendi
ailesiyle ilgili önemli adımları dahi Trabzon
halkının katılımıyla gerçekleştiren Kadri Bey,
oğlu Hüseyin Kazım'a kırk gün süren bir düğün
yapmış, şehir adeta bir masal hayatı yaşamıştı[3].
Halkla yüz yüze geldiğinde gerçekleşen
bazı diyaloglar ilginçlikleri de barındıracak
düzeydeydi[4]:
Birgün Kadri Bey, sırtına bir çuval kömür
yüklenmiş perişan kıyafetli bir köylüye
rastgeldi. Yanına çağırarak sordu: ‘Baba, bu
kömürden bari bir şeyler kazanabiliyor musun,
geçimini temin edebiliyor musun?’. Köylü zaten
içi yanmış bir adamdı: ‘Ah, halimi sorma
efendim’ dedi. ‘Kadri Bey isminde birini buraya
vali diye göndermişler, herif tütün
kaçakçılarına aman vermiyor. Biz de şimdi on
okka kömür satıp beş on para kazanmaya
uğraşıyoruz’ diyen köylü, sözlerine devam ederek
valiye bir hayli sövüp saydı. Bunun üzerine
Kadri Bey köylüye; ‘Beni dinle. Ben Kadri Bey’i
tanırım. Hakikaten sövülmeye layıktır’ dedi ve
sonra köylünün eline bir altın bırakarak oradan
ayrıldı. Bu garip tavırlı adam, köylünün
tuhafına gitti. Oradaki dükkancılardan sorup,
bunun Vali Kadri Bey olduğunu öğrenince,
sırtındaki kömürü hemen oraya bırakarak köyüne
doğru koşmaya başladı. Fakat Kadri Bey sonradan
bu adamı buldurdu ve ona her ay bir altın lira
maaş tahsis etti.
Tekke
Mahallesi’nde oturan Kadri Bey, her zaman
Meydan’a Taksim Mezarlığı’ndan iner, oradan
Boztepe’ye giden caddeyi takiben Şeytan Ömer
Hanı ve Çayır Mahallesi’ndeki Ali Baba Türbesi
önünden geçerek evine giderdi. Bir gün evine
giderken bir kömürcü ile karşılaştı. Kömürcü,
sattığı kömür parası elinde olduğu halde düşüne
düşüne gidiyordu. Kadri Bey durdurduğu
kömürcüye: ‘Ne düşünüyorsun, zorun nedir?’ diye
sordu. Kömürcü; ‘Şu dağdan kömür getirdim,
sattım. Köyden gelirken karım benden bir
entarilik basma istedi, gelinim de entari ve
çember istedi. Sen gel de elindeki bu para ile
onları al. Şimdi düşünüyorum bunların
hiçbirisini alamayacağım. Köye dönüp bir kömür
daha alıp gelip satacağım, belki o zaman
istediklerini alabilirim’ dedi. Kadri Bey ise
köylüye; ‘Baba kolay’ dedi. Çıkardı bir lira
verdi; ‘Bu gece burada kal, karının, kızının,
gelininin istediklerini al, köye git. Köye
gittin mi bir yük kömür yapıp bana getirirsin’.
Kömürcü hayrette kaldı ve sordu; ‘Baba sana kim
derler, nasıl adamsın’. Kadri Bey cevaben; ‘Bana
Deli Kadri derler’ dedi. Kömürcü bu sefer evini
sordu ve ‘Tekke Mahallesi, Çayır Sokak, Ali Baba
Türbesi karşısındadır’ cevabını aldı. Kömürcü;
‘Sen deli olmasan tanımadığın adama bir lira
verir miydin, haydi uğurlar olsun’ dedikten
sonra Kadri Bey de uzaklaştı, gitti. Aradan
biraz zaman geçti. Kömürcü bir yük kömür ile,
karısının hazırlamış olduğu bir külek yoğurdu
doğruca Kadri Bey’in evinin önüne getirdi,
oradan bağırarak sordu; ‘Burada Deli Kadri’nin
evini bilen var mı, neresidir?’ diye sordu, bunu
işitenler adamı susturmaya çalışınca; ‘Yahu
adresini bana öyle vermişti’ dedi. Vakit sabah
olduğundan Kadri Bey bu sesleri duydu ve
pencereden başını uzatarak; ‘Bırakın gelsin’
dedi. Bunun üzerine kömürcü serbest bırakıldı,
eve girdi. Getirdiği kömürü evin girişine
bırakıp, yoğurt küleği ile Kadri Bey’in yanına
çıktı; ‘İşte hediyem’ dedi. Kadri Bey bundan
memnun kaldı, adamcağızı güzel karşıladı. Kadri
Bey, her sabah pilav yermiş (Bir rivayete göre,
kendisine Pilavcı Kadir de derler), hemen
ahçıbaşına seslenmiş, sabahki pilavı getirtmiş
ve kömürcü ile beraber güzelce yemişler. O gün
Hükümet Konağı’na geldiğinde Kadri Bey’in pek
neşeli olduğu görülmüş. Sorulunca Kadri Bey, o
günkü neşesinin kömürcü ile yediği pilavdan
olduğunu etrafındakilere anlatmış”.
Halkla kurduğu diyalog
yanında devlet otoritesinin temini için de taviz
vermeyen Kadri Bey, devlet memurlarının
çalışmasını engelleyenlere olduğu kadar,
görevinde aciz kalan devlet memurlarına da çok
sert davrandı. Aile nüfuzunu kullanarak yasal
olmayan hareketlerde bulunan bazı zengin
ailelere ise tolerans göstermedi[5].
Oğlu Hüseyin Kadri Bey’e[6]
göre; “Bir gün, müthiş surette dayak yemiş, üstü
başı parçalanmış bir zaptiye neferi gördü ki,
kopan palaskasının kayışını elinde tuttuğu halde
ağlayarak memur olduğu Müstantık Dairesi’ne
(Savcılık) gidiyordu! Meğer bu zavallı adamı
Müstantık, ifadesini almak istediği bir zatın
nezdine göndermiş imiş. Herif de bundan
hiddetlenerek, zaptiyeyi alamelei’n-nâs (halka
örnek şekilde) dövüp rezil etmiş! Pederimin
hiddetine pâyân yoktu. Herifi ayağına ip
taktırıp Hükümet Konağı’na getirtti. Zaptiye’ye
ise; ‘…seni ilk ve son defa affediyorum. Bundan
sonra hükümeti temsil eden bir zabıta memuru
böyle bir tecavüze maruz olduğu zaman kendini
müdafaadan geri durursa, o zaman benim ne
yapacağımı görür!’ dedi. Trabzon’da bunu, daha
mühim akisler yapan başka bir hadise takip etti.
Sandıkçıoğlu adında bir katil, mahkemece
aranılıyor ve bir türlü ele geçirilemiyordu.
Nihayet Kadri Bey, katilin memleketin kibar-ı
eşrafından bir zatın evinde saklı olduğunu haber
aldı ve bu zatı çağırıp: ‘Bey! Siz memleketin
büyük bir ailesine mensupsunuz. Bir caniyi
evinizde saklamak size yakışmaz. Ben, size bu
adamı teslim ediniz demem ve şimdi evinizi basıp
onu oradan almak suretiyle vakar ve
haysiyetinizi de ihlal etmek istemem. Siz,
kendisini hükümetin aradığını ve daha ziyade
saklayamayacağınızı söyler ve bırakırsanız, ben
de onu nerede olsa tutarım’. Bu teklifi canına
minnet bilerek lüzumunu takdir edemeyen Bey,
külliyyen inkar etmiş ve gizlice Sandıkçıoğlu’nu
bir sandala koyup Rusya’ya kaçırdı. Kadri Bey bu
hale tahammül edemedi. Ertesi günü de bu pek
muhterem zatı Hükümet Konağı’nda yatırıp, layık
olduğu surette bir ders-i te’dip verdi. Zevcesi;
kocasının mevki-i içtimaisinden (sosyal
konumundan), ailelerinin şeref ve
haysiyetlerinden bahisle ve Padişah’a (II.
Abdülhamid) müracaatla tazallümde (yakınmada)
bulundu”.
Trabzon’daki asayiş
meseleleri arasında önemli bir yer tutan diğer
bir mesele ise sosyal ve ekonomik yaşamı
derinden etkileyen kömür ve tütün kaçakçılığı
idi. Tütün kaçakçılarına göz açtırmayan Kadri
Bey ile tütün kaçakçıları arasındaki mücadele de
Trabzon’da dilden dile dolaşmıştı[7].
Hatta “o zamanlar tütün kaçakçılığı ile şöhreti
dillerde dolaşan biri, Kadri Bey’e bir gün haber
göndermiş: ‘Beni takip ettirmekten vazgeçsin,
ben istersem onun gözü önünde tütün kaçakçılığı
yaparım. O farkına bile varmaz’. Bu haberden bir
kaç gün sonra Kadri Bey, Bakioğlu Kahvesi’nin[8]
önünde otururken önünden bir cenaze alayı geçer.
Cenazeye hürmeten Kadri Bey de halkla beraber
ayağa kalkar ve alay bütün kalabalıklığı ile
önlerinden gider. Ertesi gün o meşhur kaçakçıdan
Kadri Bey’e şu haber gelir: ‘Dün önünüzden geçen
tabutta ölü yoktu. Sizin bile hürmetle ayağa
kalktığınız tabut kaçak tütünle dolu idi’. Kadri
Bey tahkikat yapar, hakikaten böyle olduğunu
anlayınca fevkalade kızar ve daha şiddetle
mücadeleye koyulur”. Kadri Bey’in oğlu Hüseyin
Kazım Kadri Bey, babasının Trabzon valiliği
günlerinde tütün kaçakçıları ile mücadelesine
dair hatıralarında şunları anlatmaktadır[9]:
“Trabzon Vilayeti’nin tedavisi müşkül
dertlerinin biri de ‘kaçakçılık’ idi. Memleketin
dinç ve cesur evladını bu fena sanat ve ticarete
sevk ve icbar eden sebepler de eksik değildi.
Sûfiyyenin tevil ettikleri tarzda ‘Hırsızın
ihtiyaçtan eli kesilmek’ daha doğru olurdu.
Pederim, kaçakçıları şiddetle tenkile
(uzaklaştırmaya) uğraştığı kadar, buna saik olan
sebepleri de ortadan kaldırmaya çalıştı. Trabzon
Vilayetinin bilhassa Lazistan (Rize) Sancağı
dağlık ve taşlık yerlerdir. Nüfusu başka
sancaklara nispet edilemeyecek derecede çoktur.
Buna mukabil ziraata elverişli yerler pek azdır.
Bundan dolayı, sürü sürü insanlar Kafkasya’ya,
Rusya’nın cenup vilayetlerine, Romanya’ya,
Bulgaristan’a, İstanbul’a İzmir’e giderek ve
enva-ı şedâide göğüs gererek çalışmaya
mecburdurlar. Kaçakçılığın, birçok müşkilât ve
mezahimle beraber, bu yerlerde revaç bulmasının
en belli başlı sebebi budur’. ‘Pederim,
kaçakçılara karşı mukabil bir teşkilat vücuda
getirdi ve bu kuvvetle takibata başladı.
Kaçakçıların gelecekleri mühim noktaları
tutturdu. Bir taraftan da belli başlı
kaçakçıları Reji’ye[10]
ve Duyûn-ı Umumiye’ye[11]
yerleştirdi ve bu tarzda onların ihtiyaçtan
ellerini kesti.
Kaçakçılığı engellemek
için özel yöntemler geliştiren Kadri Bey, birgün
İmamkızoğlu denilen meşhur bir kaçakçının büyük
bir barhane (yük kervanı) ile Erzurum yolunu
tuttuğunu haber aldı. Barhane, Sera Deresi’nden[12]
hareket etmişti. Maçka Nahiyesi üzerinden
geçecekti. Pek çok sevdiği ve mühim meselelerde
kendileriyle istişare ettiği Müftü İmadüddin ve
Eşref efendileri, kaçakçılara nasihat vermek ve
köylerine avdet ettikleri surette tütünlerinin
değer fiyatıyla satılacağını kendilerine temin
eylemek maksadıyla yolladı. Bu iki zat, Maçka
civarında İmamkızoğlu’na tesadüf etmişlerdi.
Aldıkları cevap; ‘Artık ok yaydan çıktı, benim
için avdet imkânı yoktur. Çünkü bu haysiyetime
dokunur. Fakat bundan sonra düşünür ve belki bu
işten vazgeçerim’ sözlerinden ibaret oldu. Bu
halde, bu adamın ve avanesinin üzerine bir
kuvve-i askeriye sevk etmek ve onlara hadlerini
bildirmek lazım gelirdi. Ne çare ki, böyle bir
sürü müsellah eşkiyaya karşı gönderilecek bir
kuvvet yoktu. Dördüncü Ordu’dan asker göndermek
için Padişah’tan müsaade almak da mümkün
olamazdı”. “Aradan bir hafta geçti. Kadri Bey
birgün Meydan-ı Şarki’deki[13]
karakolda bermutad (alışıldığı gibi) oturuyordu,
karşısındaki yeri de pek çok sevdiği Belediye
Reisi Hasan Bey işgal etmişti. Uzaktan bir
süvarinin dörtnala geldiği görüldü. Pederim;
‘Bu, Maçka süvarilerindendir, İmamkızoğlu’nun
akıbetini bundan öğreneceğiz’ dedi. Filhakika
(gerçekten) süvari pek mühim bir haberle
geliyormuş. Sincan Mesahor köylüleri
vadettikleri hizmeti yerine getirmişler ve
İmamkızoğlu’yla avanesini tutarak Maçka
hükümetine teslim etmişler. Pederim; ‘Onlar
yarın akşam buraya gelirler’ diyordu. Filhakika,
ertesi günü yine karakolda olduğumuz sırada,
İmamkızoğlu ve avanesinin kolları arkalarına
bağlı olarak süvari jandarmaların muhafazaları
altında geldiklerini gördük. Pederim, serbest
bırakılmalarını emretti ve İmamkızoğlu’nu
çağırdı. Süklüm büklüm ilerleyen şaki (eşkıya)
diz çöküp Kadri Bey’in ayaklarını öptükten sonra
karşısında durdu. Aralarında böyle bir muhavere
geçtiğini hala hatırlarım: ‘Nasıl oldu
İmamkızoğlu, bu defa haysiyetini gözetmedin?’.
‘Efendim, Cenab-ı Hak dünyada iki zâlim yarattı,
biri Haccac, biri de sen!’ ‘Nerden bildin!’
‘Nerden bilmeyeyim? Sincan Mesahor köylerini[14]
bize taslit etmek (saldırtmak) nereden hatırına
geldi?’ ‘Pekiyi nasıl oldu? Anlat bakalım’:
‘Efendim! Biz o köylerin hududuna yakın bir
yerde biraz dinlenmek istedik. Yüklerimizi
yıktık, oturuyorduk. Bir çocuk gelip beni sordu
gösterdiler. Bana dedi ki: ‘Sincan Mesahorlular
etrafınızı sardılar. Buradan kurtulmak sizin
için mümkün değildir. Silahlarınızı,
tütünlerinizi, paralarınızı, her şeyinizi burada
bırakacaksınız. Sizin de kollarınızı bağlayıp
Maçka hükümetine teslim edecekler. İki taraftan
sarılan bu boğazda bulunuyorduk. Sincan
Mesahorlularla çarpışmak kabil değildi. Nihayet
düşündük, taşındık, teslime razı olduk ve işte
bu hale geldik!’. Herkes bu adamlara karşı ne
yapacağını bekliyordu. O hiçbir şey yapmadı ve
İmamkızoğlu’nu ve avanesini affederek köylerine
gitmelerine müsaade verdi. Eski kaçakçılar,
Keleş Osman Reis gibi Karadeniz’in Barbarosu
sayılan yiğitler onun sayesinde birer iç ve
dirlik sahibi oldular ve kaçakçılıktan
vazgeçtiler. Bu sayede emniyet ve asayiş
tekarrur edebildi ve herkes aradığı huzur ve
istirahata kavuştu”.
Kadri Bey’in
asayiş uygulamaları artık öyle bir hal almıştı
ki, artık her problemin çözümü için askeri çaba
gerekmez olmuştu. H. Kazım Kadri, babasının
Trabzon ve civarı üzerindeki etkisine dair şu
ilginç olayı da anlatmaktadır: Nemlizade Osman
Efendi bir gün merhuma giderek, Torul’a
göndereceği fırıncı bir Ermeniye bir iki süvari
jandarma tefrikine (ayrılmasına) müsaade
edilmesini rica etti. Ohan ismindeki bu fırıncı,
onun adamı idi ve Torul’a bin lira para
götürüyordu. Pederiniz, süvari tefrikine lüzum
olmadığını ve götüreceği parayı doğruca
götürmesini söylediği halde, kendisine bir
mektup vereceğini ve şayet bir taraftan tecavüze
uğrarsa bu mektubu göstermesini söylemiş.
Fırıncı ertesi günü konağa giderek götüreceği
parayı ona göstermiş ve o da dediği mektubu
yazıp vermiş. Ohan, oradan bir arabaya binip
gider ve Torul’a yakın bir yerde korktuğu başına
gelir. Burada üç beş şaki, arabayı durdurup
Ohan’ın getirdiği bin lirayı alırlar. Arabasının
üzerinde buldukları yirmi lira da gasb edilir. O
aralık Ermeninin aklı başına gelir ve ‘Benim
yanımda valinin bir de mektubu var’ deyince,
eşkiyanın reisi; ‘Nasıl mektup? Sen kim
oluyorsun ki vali sana mektup veriyor, göster,
bakalım!’ der. Ohan çıkarıp mektubu verir. Bu
kağıt, bir sihir kuvvetini haiz imiş ki hemen
oracıkta Ermeni’nin parasını iade eder; ‘Sakın
bizi gördüğünü bir yerde söyleme’ derler ve en
garibi, arabacının parasını da geri verdikten
başka beş lira da hakk-ı sükût (Sus hakkı)
olarak ihsan ederler”.
Kadri Bey’in Trabzon’daki asayişi ve düzeni
sağlama çabaları birçok yabancı gözlemcinin de
dikkatini çekmişti.
Türkiye’deki İsviçreli
şirketlerin mali meseleleriyle ilgili olarak
1902 yılında Türkiye’ye gelen ve 10 Mayıs 1902
tarihinde Trabzon’a da uğrayan İsviçreli hukukçu
Ramber’in[15]:
“Bugün
idare ettiği bölgede halk sükun içindedir.
Çiftçiler, amele, tüccar müsterihtir.
İkiyüzlülerle, başkalarının sırtından geçinmeye
alışık olanlar şüphesiz kendisinden memnun
değildir. Fakat doğru kişiler namını takdis
ediyorlar. Ve bunlar çoğunluktadır. Yollar
muntazamdır. Şahsi emniyet koruma altındadır.
Hükümetin ve Düyun-ı Umumiye’nin varidatı çok
artmıştır. Reji’nin geliri ise beş yılda yüzde
kırk nispetinde artmıştır.
Bu adam hodbin ve aç gözlü
değildir. Münzevi gibi yaşar. Şüphesiz
müstebittir (başlı başına davranandır). Fakat
çok yüksek seciye (karakter)
sahibi bir
müstebittir” dediği Kadri Bey, zekasıyla ve
kendine özgü tedbirleriyle karışıklıkları
düzeltti, eşkiyaya göz açtırmadı. Mizacı ve
idari hareketleri belki Köprülü Mehmed Paşa’yı,
Kuyucu Murat Paşa’yı ve İkinci Mahmud
zamanındaki valilerden Hakkı Paşa ile
Kaptanıderya Çengeloğlu Tahir Paşa’yı hatırlatsa
da yine de halka kendini sevdirdi ve saydırdı.
Eski haydutları jandarmalıkta ve eski
kaçakçıları da tütün kolculuğunda kullandı.
Kadri Bey, zekasını ve kudretini Trabzon’un
imarına ve halkın terakki ve inkişafına sarf
edebilseydi bunda da muvaffak olurdu. Gerçek şu
idi ki, kendini halka sevdirmesini ve
saydırmasını bilmişti. Bu nedenle adı uzun
yıllar Trabzonluların dilinde saygı ve sevgi ile
yaşadı[16].
Padişah dışında
kimseye hesap vermeyen Kadri Bey, bazen kanunla
bağlı kalmadı, kendine özgü kestirme yollar
buldu. Vilayet içi yazışmalardaki formalitelere
fazla uymadı. Valiliği zamanında Vilayete
verilen şikayet dilekçelerinin (istida) üstüne,
oldukça nükteli ve zarif emir notları (derkenar)
yazdı. Hatta birgün vilayete Of ilçesinden bir
kadının, kocasının kendisine nafakasını
vermediğine dair dilekçesi gelmişti. Kadri Bey
de şikayeti okuduktan sonra dilekçenin üzerine;
“Sahib-i istida kadının bahçesini ekip biçen
heriften nafakasını al, kadına ver! Şayet
vermezse, adama şekerli kahve ikram et ve
neticeyi bildir” diye yazarak, Jandarma
Kumandanı Çürüksulu Süleyman Paşa’ya dilekçeyi
havale etti[17].
Kadri Bey, orta boylu, şişman, kırmızı yüzlü,
siyah top sakallı, keskin bakışlı biri idi.
Kuvvetli bir hafızası vardı. Yalanı sevmez,
yalancıyı bağışlamazdı. Görevine bağlı,
uygulamada sert huylu idi. Çalışkan, dürüst,
yiğitliği sever, samimi olduğu söylenen Kadri
Bey, 1903 yılında görevi başında iken öldü.
Sultan II. Abdülhamid’in 450 altın lira
göndererek Trabzon’da Hatuniye Camii yanında
yaptırttığı türbeye[18]
defnedildi. Padişah II. Abdülhamid zamanında
Trabzon’a damgasını vuran ve Trabzon’da rekor
bir süre yani on bir yıl valilik yapan Kadri
Bey’in menkıbeleri 1970’li yıllara kadar Trabzon
halkının arasında dilden dile dolaştı.
[1]Mehmet
Akif BAL, İstanbul Cağaloğlu Anadolu
Lisesi Tarih Öğretmeni.
[2]Trabzon’da
görev yapmış birçok valinin faaliyetleri
ile ilgili olarak bkz. Mehmet Akif BAL,
Hatıralarda Trabzon’un Yakın Tarihi,
Trabzon 2004.
[4]Ömer
AKBULUT, Trabzon Tarihi-Cumhuriyet’ten
Evvel Tarih ve Valiler, C. 1, Trabzon
1955, s. 171-176.
[5]Hüseyin
Kazım Kadri, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e
Hatıralarım (Hazırlayan: İsmail Kara),
İstanbul 1991, s.
43-45.
[6]Kadri
Bey’in oğlu, devlet ve fikir adamı
Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934).
[7]AKBULUT,
a.g.e., s. s.171-176.
[8]Uzunsokak’tan
Şehir Müzesi’ne dönülen yerdeki eski
kahvehane (Y.N.).
[9]Hüseyin
Kazım Kadri, a.g.e., s. 52-56.
[10]Reji
(Tütün) İdaresi, Meydan semtinde ve
şimdiki Zorlu Otel’in bulunduğu yerdeydi
(Y.N.).
[11]1881
yılında kurulan ve Osmanlı Devleti’nin
Avrupalı devletlere olan borçlarını,
belirli Osmanlı gelir kaynaklarından
tahsil eden kuruluş. Trabzon’daki
Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin binası
şimdiki Uzunsokak’ta bulunan Trabzon
Öğretmenevi’nin yerindeydi (Y.N.).
[12]Akçaabat’ın
Yıldızlı Köyü. Bugün burada, 1950
yılında meydana gelen toprak kayması
sonucu oluşmuş Sera Gölü bulunmaktadır.
Sera
bölgesi, Trabzon’da seracılığın
yapıldığı ve tütünün ilk kez
yetiştirildiği yerdir (Y.N.).
[13]Bugünkü
Atatürk Meydanı (Y.N.).
[14]Arsin
ilçesinin Başdurak Köyü (Y.N.).
[15]
Lui RAMBER, Gizli
Notlar (Hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu),
İstanbul 1975, s. 131-134.
[16]Mehmed
ALDAN, İz Bırakan Mülki İdare Amirleri,
C.2, Ankara 1990, s. 41.
[17]Haşim
ALBAYRAK, Of ve Çaykara, 2. Baskı,
İstanbul 1990, s. 223.
[18]Kadri
Bey’in türbesi CHP Doğu Vilayetleri
Müfettişi Tahsin Uzer ve Trabzon eski
milletvekili Arif Sayıl beyler
tarafından yıkılmıştır. Türbenin yıkım
kararı, Uzer’le Sayıl’ın birgün Atatürk
Köşkü’nde otururken verdikleri karar
üzerine gerçekleştirildi. Bu yıkım
kararında Uzer ve Sayıl’ı biraraya
getiren ortak yanlar bulunmaktaydı.
Kadri Bey’in Abdülhamid’ bağlı yönetici
olması yanında, her ikisinin de Kadri
Bey’e olan kişisel husumeti etkili
vardı. Tahsin Bey’in Balkanlardan beri
Kadri Bey’e duyduğu husumet ile,
Sayıl’ın babasının intiharından Kadri
Bey’i sorumlu tutması yıkım kararına
sebep olmuştu (Arif Sayıl Bey’in oğlu
Sn. Mustafa Kemal Sayıl Beyefendi’yle
22.02.2008 tarihinde Teşvikiye’deki
evinde yaptığım özel görüşme
notlarından).
Düzeltme
“Kadri Bey makalesinin dipnotunda yanlışlıkla
Kadri Bey’le Tahsin Uzer Bey aynı dönemde
yaşamış olarak verildi. Tahsin Uzer Bey’le aynı
dönemde yaşamış olan Kadri Bey değil, oğlu
Hüseyin Kazım Kadri’dir. Okuyucularımızdan özür
dileriz”
|