|
|
|
TRABZON’DA XIX. YÜZYILDAN XX. YÜZYILA
KAHVEHANE VE KİTABEVİ BAĞLAMINDA
TOPLUMSAL TABAKALANMA KÜLTÜR VE SİYASET
Kudret Emiroğlu*
Osmanlı kimliği yönetici sınıftan olmakla çakışır ve
Osmanlılığın resmen devlete ad oluşu da, uyrukluk ve kimlik
anlamını kazanması da XIX. yüzyılda olmuştur. Milliyet, klasik
dönemde dini , Osmanlı da devleti ifade etmektedir. Feth edilen
bölgelerde toprak mülkiyet biçimlerini ve eski yönetici eliti
uzlaşmacı bir evrim anlayışıyla, bölgesel farklılıkları
gözeterek esnek bir sistemle bütünleştiren Osmanlı yönetimi,
çağın dolaylı yönetim yapısına da uygun biçimde, yönetim
aygıtının merkez ve taşra örgütlerini etnite ve din, yönetici ve
yönetilen, kalemiyye ve seyfiyye gibi keseler içinde dikey ve
yatay olarak birbirini dengeleyen statü kurumları haline
getirmiştir. Eflak’ta Rum Fenerli, Bulgaristan’da voynuk,
Gümüşhane’de martolos, İstanbul’da Ermeni amira, Cizre’de Kürt
bey, babadan oğula geçen statü devriyle, ait oldukları toplumsal
grupla Osmanlı yönetimi arasında iki yönlü bir temsil ve daha
genel veya özel toplumsal bir hizmetin yerine getirilmesi
işlevini görmektedirler. Bu işlevin dışında kalan gruplar,
nizam-ı alem içine girmemiş, marjinal sapkınları oluşturacaktır.
Rafızi adıyla Sunni İslam örgütlenmesi dışında nitelenen Alevi
Türkmen aşiretleri veya mesih olarak ortaya çıkan Sabetay
Sevi’ye intisab eden Yahudiler, daha sonraki dönemde resmen
tanınana kadar Ermeni Katolik ve Protestanlar bu
‘sapkın’lıkların örnekleridir.
Trabzon halkının, fetihten doksan küsur yıl sonra, Trabzon’da
doğan ve ilmiye sınıfından birinin oğlu olup, kendisi de Osmanlı
ülkesini dolaşarak çeşitli yerlerde kadılık yapmış olan Âşık
Mehmed tarafından betimleniş biçimi, egemen kültür - taşra
kültürü ayrımını örneklendirmektedir. Kendisini ancak Trabzon’da
evinde hisseden tanıdığımız bu ilk ‘Osmanlı’ Trabzonlu’nun,
Trabzon halkı hakkında yazdıkları, Osmanlının bakış açısını ve
devletlû-halk ayrımını ortaya koyar:
“Cins-i Laz’un müslim ve kafiri ‘Hemen hiçbir söz anlamayan (bir
kavm)’ fehva-yı şerîfesine mazhar sibâ’-ı kûhîden bed-terdür.
Hayf Tarabzon gibi belde-i haseneye ki kavm-i Laz’a makardur ve
bir garîb dahi budur ki Tarabzon’un cânib-i şarkî ve cenûbîsi
cibâl-i Laz olduğu gibi cânib-i garbî ve cenûbîsi cibâl-i
Çepni’dür ki (...) etrâk-i bî-idrâkten bir kavm-i galî’ut-tab’
ve seyyi’ül-hulkdur ve lûgatları Türkî lûgatun agrebidür ve
sûret-i ehl-i İslam’da bir alay râfizî bî-dîndür. Cehele-i avâmı
şâh-ı revâfizı hâşâ ülûhiyetden dûn mertebe üzre i’tikâd itmez
(...) ve belde-i Tarabzon bu iki taraf mezbele arasında vâkı’
cevher kıymeti var bir belde-i metîn ve üstüvârdur.”
Âşık Mehmed Trabzon’da yaşayan insanları böyle aşağıladığı gibi
, halkın zürefa ve avam olarak ayrılışını da hamsi bahsinde
şöyle aktarmaktadır: “halk-ı Tarabzon hamsînî lafzını tagyir ile
ana habsi balığı tesmiye iderler. Zurafâ-yı halk-ı Tarabzon
avâmını habsi balığı ile istihzâ iderler. Zirâ eyyâm-ı hamsînde
bu hurda mâhînün sayyâdları süfün-i sıgâr ile bunı sayd itdükte
halka i’lâm içün bir nefîr nefr iderler ki sadâsı iki üç fersah
mesâfeye vâsıl olur ve bu nefîrün sadâsın işidenlerün ölüsi
dirisine binüp habsi balığı çıkmış deyü ser-i pâ bürehne
giderler”.
Trabzon’un Osmanlı kentine dönüşmesi, camiler, hamamlar, hanlar,
medreseler, vakıflar kurulması ve Osmanlı ‘nüfus’ ve nufuzunun
gelişmesi, yönetici yönetilen ayrımının ve kültür dünyalarının
ortadan kalkıp birleşmesi anlamına gelmemektedir. Fetihten 442,
Tanzimat’ın ilanından 64 ve I. Meşrutiyet’in ilanından 27 yıl
sonra, 1903 yılında devletin yayını olan Salname-i Vilayet-i
Trabzon’da, Trabzonluların kemence müziği ve horon oyunu şöyle
anlatılmaktadır:
“Trabzon halkının hissiyat-ı bediyeden mahrum olduklarını iddia
etmek haksızlık olursa da sanayi-i nefiseye rağbet eden kimseler
pek azdır. Köy düğünlerinde davul zurna gibi kaba sabaşiler
görülür; kemençenin saatlerce devam eden mutaredded ahengi
semahıraş olur. Bazı kimseler rutubetin tesirat-ı mezarresi
neticesi olarak bu taraflarda güzel sesli adamlar
bulanamıyacağını söylüyorlar. Bu sözün ne dereceye kadar doğru
olduğunu anlamak pek kolay değilse de elli binden ziyade nüfusu
câmi olan koca Trabzon şehrinde güzel sesli bir adama tesadüf
edilememesi hakikaten şayan-ı istigrabdır. Sada müzikisinin
mevcut olmadığı bir yerde ise saz müzikisinin de görülemiyeceği
aşikardır. Bazı merasim-i mahsusasa kemençenin yeknesak ahengine
uyup şarkı okuyan bir adamı görüp de Şeyh Sadi’nin ‘canım
sıkılır keyifsiz olduğum zaman/ Mızrabın sazdan çıkardığı ses
bana ölmüş babamın avazası gibi na-hoştur’* kıtasını tehattur
etmemek kabil olamaz.
Mamafih bu adamların zurna ve kemençe ahengine tatbiken icra
ettikleri tegannilerden biz bir şey anlayamadığımız, hatta
dinlerken duçar-ı kasvet olduğumuz halde, kendileri pek ziyade
telenniz etmektedirler ki bu ahenk-i mutarrede saatlerle devam
ederler ve devam ettikçe şevklenirler. Etrafdan bu nağme-i
tahammül-güdazı işitip toplanan köylüler daire-i raksı tevzi
ettikçe ederler. Bu ise ülfet ve itiyaddan başka bir şey
değildir.
(...) Bir köylünün saatlerce ardını arkasını kesmeksizin,
müteselsilen ve kamil süratle söylediği şarkıları dinleyenlerin
nefes darlığı his etmemesi ve çevik vücudlarını şayan-ı hayret
bir surette hareket ettirdiklerini daha oturdukları görülmeden
ayağa kalktıklarını seyredenlerin yorulmaması kabil değildir.
Huysuzlukları, titizlikleri şarkılarında ve hareket-i
raksiyelerinde böyle tecelli eder. Köylülerin şarkılarını
besteledikleri usul ve şarkılarının vezin ve ahengi de
maişetlerindeki sürat-i harekete, ahlaklarındaki tezliğe tevafuk
eder.
(...) Fakat saye-i maarif-vaye-i nasip-kısmet hazret-i
padişahide mekteb-i idadinin yetiştirdiği talebe meyanındaki
müstaiddan ve şiir ve edebiyattaki seciye-i fıtriyeden talim ve
terbiye-i fikriye ile tevsi etmekte bulunan nur-u seyyidkan
memleketimizin istikbal-i edebisi için mucib-i itminan olabilir.
Halkımızın zeka-i fıtriyesi ve kaabiliyet-i şairanesi üzerinde
memleketimizin teşkilat-ı tabiiyesinin çok dahli ve tesiratı
vardır. Şehirlerimizin, köylerimizin cıvarındaki güzel
vadilerin, latif çamlıkların, hoş-cereyan derelerin,
ser-firazane yükselen muhib dağların manazır-ı latife ve
tabiiyesi hep fikr-i beşer üzerinde hasen tesir hasıl edecek,
hissiyat-ı şairaneyi uyandıracak muhassenedendir. Bu muhassen
tabiiye imaret-i sanayi ile tezayyün olursa, menazır-ı
bediyesini seyr ve temaşa için İsviçre’ye seyahat külfetinden
istigane hasıl olur.”
Bu satırların Trabzonlu bir aydında yarattığı duygu ve
düşüncelerin yazılabilmesi ise ancak II. Meşrutiyet’in
ilanından, ve Salname’nin yayınlanmasından beş yıl sonra mümkün
olabilmiştir. Bu dönemde Trabzon’da Feyz gazetesini çıkarmaya
başlayan Eyüpzade Osman Nuri’nin tepkisi şöyledir:
“Vilayetin 320 Salnamesi’nin 113. sahifesinde mestur olan
‘Trabzon halkının hissiyat-ı bediyeden mahrum olduklarını iddia
etmek haksızlık ise de sanayi-i nefiseye rağbet eden kimseler
pek azdır’ ibaresini ilk okuduğum zaman kitabı yırtıp
yakacaktım. Düşündüm ki kitabı yırtmakla bizde hayat-ı bediye
uyanmayacak. Yüz kızarmasını bir ders-i intibah makamında
telakki edip ilm ve marife olan ihtiyacın acil olduğunu anladım,
teskin-i hiddet ve hararet ettim...”
II. Meşrutiyet aydınının XVI. yüzyıl Osmanlı aydınındann farkı,
kendisinin veya parçası olduğunu hissettiği kültür değerlerinin
yargılanmasında, yönetici devletli sınıf adına değil, vatan,
yurttaşlık ve halk kavramlarıyla düşünmeye başlaması, tarafgir -
yerlileşmiş - bir tepkisellik ile modernist bir aydınlanmacılığı
bir arada yaşamasıdır.
Uzun alıntılı bu kısa girişle, Trabzon’da fetih sonrası ile II.
Meşrutiyet sonrasında Osmanlı kimliği ile Trabzonlu kimliğinin
çakışma ve çatışması, dört yüzyıllık zaman farkı içinde
örneklendirilmeye çalışılmıştır. Bu girişle, çağdaş şehir
donanımının iki ayrı mekanının, kahvehane ve kitabevinin
gelişimi bağlamında toplumsal tabakalanma ve kültür-siyaset
tarihinin irdelenmeye çalışıldığı bu denemenin, mecburen sınırlı
tutulmuş çerçevesine karşın içermesi gereken kavramsal
kategorilerin zenginliği anımsatılmak istenmiştir. Osmanlı
kimliği, alt kimlikler ve statü toplumunun ürettiği tabakaların
birbirleriyle ilişkilerini irdelemeye yönelik çalışmalarla,
halkla aydınların ahlaki, ideolojik, ekonomik etkileşimine
yönelik çalışmalar birbirlerini besleyecektir. Burada, II.
Meşrutiyet’in ilanından - çağdaş siyasetin başlamasından önce
gelişip ortaya çıkan kahvehane ve kitabevi, Trabzon’da günlük
yaşamın ve toplumsal kurumlaşmanın geçirdiği dönüşümün önce
nesnesi ve belki sonra öznelerinden ikisi olarak
anlamlandırılmaya çalışılmaktadır.
KAHVEHANE
İnsanların günlük yaşamlarındaki sohbet konuları ve boş
zamanlarını geçirme, eğlence biçimleri, toplumsallaşma
biçimlerinin yolu ve sonucudur. Çok partili siyaset, lig usulü
futbol, daha dar kesimler için yeni bir film, konser, kaset ve
kitap olmasa (bütün bunların artık önemli oranda televizyon
kanalı ile üretilip tekrar tüketime sokulduğunu gözardı
etmeden), sohbet konusu olarak cinsellik ve yakın çevre içinde
tanınan kişilerin dedikodusundan başka ne kalır? Konuşmaların bu
‘resmi’ alanından daha özelleşmiş alanına, üretilebilecek
raconlara bakıldığında, toplumsal örgütlenmelerin, parti,
sendika, derneğin önemi ortaya çıkar. Genel tipoloiji dışına
çıkan insanlar, boş vakit değerlendirme biçimlerine göre
örgütlenir ve konuşurlar. Güvercin delileri, kanarya hastaları,
tavla ustaları, kitap manyakları, kumar düşkünleri, akşamcılar
ve siyaset tutkunları vb kendilerine özgü mekanlarda buluşur ve
sohbet ederler. Bu mekanlar içinde bugün bile ev değilse de bir
kitapçı dükkanı, meyhane gibi çok özelleşmiş yapılanmalar
dışında, kahvehanelerin toplumsal anlamda dernek işlevini
yüklendiğini görüyoruz. Kahvehaneler derneklere dönüşürken,
dernek ve lokaller kahvehaneye dönüşüyor.
Dernek, lokal, klüp değil kahvelerin de bulunmadığı zamanlarda
insanların günlük sohbetleri yani toplumsallaşma ve kişileşme
süreçleri nasıl gerçekleşecek, mekan ve içerik olarak nasıl bir
biçim alacaktır? Lokal, kahve, lokanta, çayhane, kafe, meyhane
vbnin bulunmadığı bu toplumda, dışa kapalı, aile, mahalle içi
sohbetler dışında, kamuya açık, herkesin birey olarak katılacağı
bir ortam var mıdır?
Yüzyüze ilişkinin ve sözelliğin toplumu olan eskinin küçük
şehirlerinin, medrese, tekke, bedestan, han, bekar odaları gibi
özelleşmiş kesimleri içerenlerin dışında ve bunların yokluğunda,
bu tür yerlere ihtiyaç duymayan statü toplumları olduğunu
biliyoruz. Ancak bu toplumların, bu yapısıyla köyden ne kadar
farklılaşmış olduğu da bir soru olarak ortaya çıkmaktadır.
Şehirli, (Osmanlı toplumunda) yaşamını esnaflık ve ticaretten
kazanacağına göre, cami avlusu ve arastada sohbet edecektir ama
bu, ortaçağın lonca sistemini andırır biçimde, herkesi statü
tanımına sokan bir sohbet olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu
anlamıyla şehrin gelişmişliğini, şehirde yaşayan insanların
birbiriyle dost-yaran olmadan aynı mekanları paylaştığı
kurumlarının gelişmişliğiyle doğru orantılı olarak görebiliriz.
Yani hizmet sektörü geliştikçe, öncelikle eğitim ve eğlence
sektörü genişledikçe şehirlileşme gelişmektedir. Burjuvazi
kavramının şehir kavramıyla özdeşleşmişliği de buradan
çıkmaktadır. Şehirli, eğitim ve eğlencesini, gıda ve giyimi gibi
satın alır. Şehirli bunun için pazara ve giderek milli pazara
ihtiyaç duyar ve modern devlet olarak tanımlanan ulus-devlete
verilen ideolojik desteğin içsel gerekçesi de budur.
Hamasiyat edebiyatıyla karıştırılmış geleneksel ‘kış geceleri’
söylencesi ise, şehirlileşememiş kültürün ürünüdür. Orta Çağ
kültürel ortamının kahramanı olması gereken ozanların, ulusal
değerlerimize sahip çıkma adına bir gurur vesilesi yapılarak
Türkiye’de çağın kültür ajanı televizyonlara çıkartılması gibi ,
köy ve şehir farkını yok eden, dinsellikten arınmış ‘helva
sohbet’i edebiyatı da arkaik olması gereken bir kültüre
güzellemedir. Evet, öncelikle lokanta ve kahvenin bulunmadığı,
dolayısıyla tanımadık insanlarla içiçe oturulamayan toplumlarda,
akşamları evlerde toplanılıp ‘helva’ geceleri düzenlenir.
Osmanlı devletinde kahvenin girişi ile başladığı açıklanan
kahvehanenin, kahve bahane, hangi toplumsal gelişme sonucu
kurumlaştığını araştırmak gerekmektedir. Bu nasıl bir gelişme
ise, bu gelişme nedeniyle, aynı sebep-sonuç yanılsamasını
yaratarak, devrin iktidarı da kahveyi yasaklamış, gerçekte
kahvehanelerde toplanan insanları susturmak için kahve içenleri
asmıştır. Yoksa eskinin bozahanelerinin aynı işlevi görmesi
gerekirdi.
Kahvehane, kuramsal olarak, parasını veren herkesin girebileceği
ve aynı saygıyı göreceği, istediği insanla oturup istediğiyle
oturmayacağı kamuya açık, kapitalist ilişkilerin geçerli olduğu
bir mekan, ticari bir işletmedir. Kahve kültürü olan her
şehirli, her kahveye gidebilir. Şehrin özgürleştirici havası
budur (madalyonun öbür yüzünde yabancılaştıran ve yalnızlaştıran
ortam). İşte bu nedenle kahvehane, klasik köyle şehir ayrımının
aynalarından biri olabilmektedir. Kahvehanenin varlığını
toplumsal gelişmişliğin ölçütü olarak kullanan, köy, ağalık,
aşiret bağlamında değerlendiren -bildiğim- üç yazar vardır.
Bunlar Avcıoğlu, Beşikçi ve Bruinessen’dir.
Avcıoğlu, “beyler ve ağalar, köylüyü tam bir çember içine
almışlardır. Köylü yalnız ekonomik bakımdan değil, bütün
yaşantısında denetim altında tutulmaktadır. Köylerde “kahve”
yoktur, yalnız “ağanın odası” vardır. Köylü burada
toplanmaktadır. Büyük aşiretler şehirlerde oteller
yaptırmışlardır, aşiret mensubu köylü, şehre inince bu otellerde
kalmak zorundadır” anlatımıyla, kahvehane ile özgürlük
arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır (Avcıoğlu, 1978: C. 2,
659).
Beşikçi (Beşikçi, 1970: 94), aynı konuyu rakamlarla
destekleyerek açıklamaktadır: “Ulaştırma araçlarında görülen bu
ilkel durum, haberleşme araçlarında da aynen görülür. Haberleşme
konusunda önemli olan köye haberlerin nasıl gelip gittiği, nasıl
yayıldığıdır. Köyde haberleşme merkezi, herkese açık olan
kahvehane değil, tamamen ağanın denetiminde ve mülkiyetinde olan
‘ağa odası’dır. Bu konuda doğu ve batı illeri arasında şu
noktalarda karşılaştırma yapabiliriz:
Kahvehane sayısı köy odası sayısı köy-bağlantılar sayısı
Doğuda 18 il 344 321 19.406
18 il ortalaması 26 17
Batıda 12 il 2080 2527 10.078
12 il ortalaması 174 210
Ağanın denetimindeki köy odasının, haberleşme ve toplanmayı
nasıl denetim altına aldığı ve yarattığı ilişki ortamı,
Bruinessen’in eserinde anlatılmaktadır: “Değerli bir konuk ya da
saygın bir yaşlı, yan yatıp rahat rahat oturabilirken, gençlerin
sereserpe oturması ayıplanırdı. ... Çok daha düşük statülerdeki
konuklar oturmazlardı bile, girişte diz çökerek dururlardı.
Birisi içeri girdiğinde, herkes ayağa kalkarak, yeni gelenin
uygun bir yere oturuşuna kadar beklerdi. ... Hizmetler, ağanın
kendi adına çalıştırdığı qehweci tarafından yapılırdı. ...
Köylüler her akşam orayı ziyaret etmek durumundaydılar. Biri,
herhangi bir akşam gelmese, ertesi gün neden gelmediği
sorulurdu. Birkaç gün görünmeyen biri, ağa ve yaşlılarca sertçe
azarlanırdı. ‘Ne biçim adamsın sen, küçük karının boş
gevezeliğini dinlemeyi mi tercih ediyorsun? Burda konuşulanlar
seni ilgilendirmiyor mu? Erkek misin yoksa kadın mı?’”
(Bruinessen, t.y.: 106).
Köy odasının, aşiret-ağalık sisteminde ‘mahkeme’ye dönüşmesi de
söz konusudur. En azından köy odası, köy ileri gelenleri ve
yaşlılarının tahakküm sahası dışında toplumsal yaşam alanı
bırakmayan bir mekandır. Kahvenin köylere girişi, görece yakın
bir zamandadır. 1945’te köylerin % 13’ünde kahve varken, 1960’da
bu oran % 30’a çıkmış, 1970’de % 50’yi aşmıştır (Beeley, 1970:
475-93).
Şehirlerdeki ‘selamlık’, ‘yaran’ gibi çeşitli adlarla anılan,
belirli kurallara göre kurumlaşmış toplanma-eğlenme gelenekleri
, iktidarın bütün topluma dayatıldığı mekanlar değil, sınıfsal
statüye ve bu sınıfın büyüklüğüne göre seçilmiş ilişki ağına
göre belirlenen, ‘klik’ örgütlenmeleri olarak tanımlanabilir.
Zaman geçirme yöntemi de buna göre daha fazla eğlence-boş zaman
geçirme biçiminde oluşmuş, ciddiyet ve amaca göre örgütlenme,
gündeme giren olaylara bağlı kalmıştır.
Kısaca, ölmekte olan gelenek diye ardından yas tutulan Çankırı
yaran geleneği üstünde örnek olarak durulursa, burada geçirilen
zamanın, bugünün renkli dünyasında, çocuklar için dahi sıkıcı
geleceği, gençler zamanında ne kadar ‘ağır’ takılır olurlarsa
olsunlar, o günün anlamıyla erkeklik sınavına girerken, bugünkü
anlamıyla sonuçta çeşitli oyunlar oynadıkları ortadadır. Ancak
zamanında, yaran geceleri sona erdiğinde, gençlerin bu
terbiye-toplumsallaşma mekanından yoğun duygularla, ağlayarak
ayrılmaları da anlaşılır bir gerçektir.
Bu genel anımsatmadan sonra, Trabzon’da toplumsal kurumlaşmanın
tarihini bu boyutuyla araştırdığımızda, 1946 yılında Trabzon
Halkevi dergisi İnan’da çıkan Nesip Yağmurdereli’nin (1946b: II,
6-7), “Eski Yıllarda Trabzon’da İçtimaî ve İktisadî Hayat” adlı
yazısında Trabzon’da Meşrutiyet’ten önce eğlence yaşamının,
bayram günleri, düğünler ve gece toplantılarına “inhisar
ettiği”ni belirttiğini görüyoruz. Anadolu’da 70’lı yıllara kadar
yaygın olan ‘bayram yeri’ kurulması geleneği ile düğünleri
konumuzdan çıkardığımızda, gece toplantılarının, ‘selamlık’ ve
‘helva sohbetleri’ başlığı ile, eşrafa ve orta sınıfa ait aynı
nitelikte iki ayrı toplumsal örgütlenmesi olduğunu görüyoruz:
“Şehrin yüksek tabakasının gecelerini geçirdikleri yerler
selamlıklardı. Selamlıklar kendilerine göre usul ve ananeleri
olan bir teşkilattı. Şehrin zengin ailelerinin birer
selamlıkları vardı. Boztepe'de Nemlizade selamlığı, Pazarkapı’da
Kundupoğlu, Nimbıyıkoğlu selamlıkları, Çarşı Mahallesi’nde
Eyüboğlu Ali Efendi ve Hacı Kadıoğlu selamlıkları bunların en
belli başlılarındandı.
Bunlardan başka küçük büyük bir çok selamlıklar daha vardı.
Selamlıklarda semtin ileri gelenleri sözü sohbeti dinlenir zarif
adamlar toplanırlar, memleketin muhtelif ihtiyaçları üzerinde
konuşurlar, aileler arasında husule gelen gerginlikleri
mahkemelere düşmeden hallederlerdi.
Selamlıkların belli başlı eğlencelerinden biri de helva
sohbetleri idi. Helva sohbetleri daha ziyade orta seviyenin
toplandığı selamlıklarda tertip edilirdi. Bu gün dahi yaşamakta
olan bu eğlencelerin cazip tarafları çoktur.
Denebilir ki o devrin uzun kış gecelerini yalnız başına dolduran
bu helva sohbetleri idi. Selamlıkların geniş odaları yumuşak
erkan minderleriyle döşenirdi. Günlük hayatın, yüzlerinde en
küçük ıztırap kırışığı bırakmadığı mesut insanlar bu rahat
minderlere gömülürlerdi. Bir taraftan kahveler, tütünler
içilirken fıkralar anlatılır, kıssalar nakledilir, nükteler
yapılırdı. Nihayet ortaya pırıl pırıl kâr-i kadim bir mangal
konulur, üzerine bir divan sinisi yerleştirilirdi. Ve helva
başlardı. Helvanın kendine göre manileri vardır. Bu maniler hem
hareketlidir, hem nüktelerle doludur.
Sohbetin sonunda, ertesi gece toplanılacak selamlık sahibine bir
tabak helva gönderilir, bu suretle hazırlanma haberi verilmiş
olurdu. Yazları şehrin muhtelif mesirelerinde ‘kuzu alemleri’
yapılırdı. Boztepe’de Ahievren Dede dergahı, Ayasofya camiinin
avlusu, Kavak Meydanı’nda Mevlevi denilen yer, bu alemlerin en
çok yapıldığı semtlerdi.” (Yağmurdereli (1946b)).
Yağmurdereli, dışa kapalı bu sınıfsal yaran/klik örgütlenmesi
dışında, “eski hayatımızda, bilhassa İstanbul’dan uzak
şehirlerimizde, tiyatro, sinema, kulüp ve buna benzer eğlence
yerleri” bulunmadığını belirtirken , kahveler hakkında şu
bilgileri verir: “Meşrutiyet’ten evvel Trabzon’da kahve hayatı
şimdiki gibi rağbette değildi. Kahve müşterileri de bugünkü
kadar bol ve çeşitli olmayıp muayyen yaştaki insanlardı.
Kahvehaneler orta yaşlıların, bilhassa ihtiyarların sırf birer
kahve içip bol bol sohbet etmelerine ve dinlenmelerine mahsus
yerlerdi. Kahvehanelerin kendine göre bir adabı ve
müşterilerinin bir terbiyesi vardı. Yaşını başını almamış, henüz
genç ve körpe delikanlıların buralara gelmesine o zamanki
terbiye müsait değildi”
Çarşıyla ev, kamusal yaşamla özel yaşam alanı arasında bir işlev
sahibi olan kahvehanelerin, erkeklerin gece entarisiyle
gittikleri mahalle kahvesi, hemşehri kahvesi, semai, karagöz,
meddah kahveleri, esrar ve kumar kahveleri, okumuş tayfanın
devam ettiği ‘kafe’ benzeri kahvehane ve kıraathanelerle
çeşitlenmesi, yani müşterilerin çeşitlenmesi ile, tarafsız,
ulaşılabilecek, açık alan olarak yaygınlaşması arasındaki ilişki
şehirleşme sürecinin de göstergesidir. Kahveye herkesin
gidemediği aşama da bu süreçte bir ara aşamadır. Trabzon’da da
eşraf selamlıklarının geçerliliğini sürdürdüğü ortamda
kahvehaneler, yüksek sınıfın halk arasına karışması söz konusu
olamayacağına göre, ara tabakaya seslenmektedir. “Kalburüstü
tabakadan hiç kimse kahveye gitmez. Dindar olmayan üst düzey
seçkinler bile, halka özgü yerler olan kahveye gitmezdi.” Kahve,
çarşı, cami, hamam üçgeninde, ara tabakaya seslenmektedir.
Trabzon’daki kahvehaneler ve toplumsal işlevi konusunda önemli
bir ipucu ise, Mehmed Murad’ın 1921’de İstikbal gazetesinde
yazdığı “Trabzon Saz Şairleri” adlı yazıdır. Bu yazıdan,
Trabzon’a Anadolu’nun birçok yerinden saz şairlerinden
geldiğini, Trabzon’da kahvehanelerin ‘semai’ kahvesi işlevini
yerine getirdiğini öğreniyoruz. Mehmed Murad “her yerde olduğu
gibi Trabzon’da da saz şairleri yalnız halktan, pek okuyup yazma
bilmeyenlerden ilgi görmüşlerdir. Trabzon’un yetiştirdiği ‘kalem
şairleri’ ve onların yakın dostları, saz şairleriyle konuşmayı
kendileri için aşağılayıcı bir durum sayarlardı” diyor.
Trabzon’a gelmiş ve bazıları uzun süre kalmış saz şaileri
arasında Tokatlı Nuri Baba, Trabzon’da bir Çingene kızına aşık
olduğu anlatılan Erzurumlu Emrah, Konyalı ‘Menkuşlu’ (küpeli)
Yesari, Zileli Ceyhuni ve ikinci derecede, Kalenderi tarzda
söyleyen Adli, Urfalı Serdari, Rumelili Sudai, Kayserili Rüşdi,
Agehi, Gayreti, Safi, Haleti sayılır. Trabzonlu Fahri ve
Pulathaneli Karari yerli ‘saz şairi’ olmaları nedeniyle daha da
ilgi çekmektelerse de, Fahri’nin herhangi bir eseri
bilinmemektedir, Karari ise Mehmed Murad’a göre “gerçek anlamda
bir aşık olamamıştı”.
“Kahvede saz şairlerinin sohbeti olduğu gecelerde orada
bulunanların sıgara ve nargile içmemeleri bir gelenek ve görgü
kuralı haline” geldiği, ‘muamma’ların çözümünün merakla
izlendiği bu kurum, Mehmed Murad’a göre “1293 yılındaki Rus
harbinin yarattığı kargaşa ve ızdırap dolayısıyla tamamen”
sarsılmıştır; “harpten sonra halkın ihtiyaçlarını giderecek bu
tür bir gelenek yeniden oluşturulamamış ve keşmekeşler içinde
kalan halkın ruhundaki fırtınaları dindirebilecek önemli bir
uğraşı bulunamamıştır.”
Mehmed Murad, “sonraları bu nizama riayet edilmez olmuştu”
diyerek kesin zamanlama vermez ve nedenleri üstünde durmazken,
Mustafa Duman’ın eserinden XIX. yüzyılda doğan Trabzonlu saz
şairlerinin (hakkında Trabzonlu iki aydının kitap yazdığı Baba
Salim dışında ), ulema ailesinden, medreseli, memur olduklarını
da öğreniyoruz. Mehmed Murad’ın ‘kalem şair’lerinin
küçümsediğini yazdığı, ancak belirli kahve adabı yaratacak kadar
kendi kurallarını yaratmış olan saz şairliğine Trabzonlu okumuş
kesim çocuklarının gösterdiği, bu gerçekte fazla yaygınlaşmamış
ilgiyi, yerellik yerine Anadolu kültürünün parçası olma
tercihinin yarattığını, kemence yerine sazın statüsünün daha
yüksek tutulmasının yansıması, toplumsallaşma arayışının bir
başka biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Trabzon’da şehirlilerin
dinleyip icra ettiği müziki ile yerli halk müziğinin farklı
olduğu , şehirlilerin kemence müziği gibi horonu da bilmediği,
bayramlarda şehre gelerek bıçak oyunu oynayan köy
delikanlılarının ilgiyle seyredildiği anlaşılmaktadır.
1293/1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra ise, zaten ihlal
edilmeye başlanmış olan adabıyla, saz şairlerinin eski ilgiyi
çekmediği, bu ‘kültür’ün kahvelerde kaybolduğu anlaşılıyor.
1878 Savaşı’ndan sonra kahvehaneler gerçekten nitelik
değiştirdiyse, bunun yaşanan ekonomik bunalım, Kafkasya’da ve
Trabzon vilayetinin doğusunda Rus işgalinde kalan yörelerden
gelen yoğun nüfus göçü, Abdülhamit dönemi siyasetinin toplumsal
yaşamın her alanını denetlemeye çalışan havasının egemen
olmasıyla, Tanzimat’tan I. Meşrutiyet’e uzanan dönemde egemen
olan reformcu, kalkınmacı, kitlelere daha güvenle ve dolayısıyla
demokrat katılıma daha olumlu bakan ideolojik yaklaşımın yok
edilmesiyle ilgili olduğu söylenebilir. Şehirde yabancı
sayısının ve işsizin arttığı bu ortamdan kahveler de etkilenmiş
olmalıdır ki, Yağmurdereli’nin 1940’lardan kahvelere bakarak
sözünü ettiği ‘eski terbiye’, 1880’lerde ‘yeni terbiye’ olarak
görülmüş olmalıdır. Trabzon kahvelerindeki benzer bir nitelik
değişimini de 1980’lerde Bekir Gerçek (1992: 100-105) dile
getirmektedir: “Yukarıda sosyal ve mekansal özelliklerini
sıralamaya çalıştığım kıraathane mekanlarının kentin
kültürlenmesine, kentlilik bilincinin gelişmesine katkıları
yadsınabilir mi? Bugünkü kıraathane (pek kalmadı ya), kafe,
atari, okey vb salonlarını (bizim olmayan isimleriyle)
hatırlayalım.”
Trabzon’da kahvesini bu aşıklara açan Mazlumoğlu’ndan başka,
hakkında bilgi edinebildiğimiz en eski kahveci de bu şairlere
konu olan, Sohum Feneri’ni Rusya’dan alarak getiren ve bu
‘hizmet’i ile işlediği bir suçtan dolayı aldığı ceza affedilen
Pirağazade Mustafa Reis’tir. Mustafa Reis birçok destana konu
olduğu gibi, hakkında en ayrıntılı bilgileri de Aşık Tahir
Kararî Baba’nın yazdığı “Mustafa Ağa Destanı” vermektedir. Daha
sonra kahvehane açan Mustafa Reis, kabadayılardan Tozoğlu Rahmi
tarafından lokantada yemek yerken bıçaklanmış, cenazesi büyük
kalabalığın katılımıyla kaldırılmıştır.
Fener olayının 1835’de olduğu tahmin edilmektedir; bu yıl Kararî
on yaşında olduğuna göre, destanın yazılış tarihi hakkında ona
göre tahmin yürütülebilir. ‘Ekabir’in, ‘avam’ arasına
karışmayarak, kahveden uzak durup selamlıklarda toplanmasının,
statüleri adına ne kadar doğru olduğu da bu cinayet kaydıyla
onaylanıyor.
Trabzon gibi bir liman şehrinde halka açık otel, lokanta,
meyhanelerin her dönem mevcut olduğunu düşünmek gerekse de,
bunların toplumsal anlayış ve ilişkilere göre nitelik, biçim ve
müşteri değiştirdiğini de saptamak gerekir. 1880’lerden
itibaren, en azından orta, orta üst sınıfların da devam
edebileceği yerlerin açıldığı tahmin edilebilir. 1870 yılında
ikincisi yayımlanan, devletin resmi yayını olan Trabzon Vilayet
Salnamesi’ne göre Trabzon’da 131 kahvehane bulunmaktadır.
Trabzon Vilayeti’nde üç yerleşim birimindeki kamuya açık
yapıların sayısı şöyledir:
meyhane kahvehane cevami ve kilise han tekye dekakin mağaza
hamam
mesacid
nefs-i Trabzon 51 131 44 19 33 8 1232 441 12
nefs-i Samsun 15 78 8 3 22 6 588 200 10
Rize kasabası 2 14 21 2 1 2 351 47 2
1870 yılı Salnamesi’nde bu konuda devletin yaklaşımının ne
olduğunu gösteren bir ipucu da “Tashih ve İlave” bölümünde
bulunmaktadır. Buna göre “nefs-i Trabzon kıraathanesi müdürü
Ahmet Efendi, nefs-i Samsun kıraathanesi müdürü Muhammed Efendi,
nefs-i Rize kıraathanesi müdürü Mehmed Efendi”dir. 1864 yılında
Vilâyat Kanunu’nu çıkararak idari örgütlenmesini yeniden
düzenleyen, yönetim ve hizmet anlayışında yenilikler getiren,
vilayetlerde kurduğu matbaalarda gazete ve salnameler
yayımlamaya başlayarak, tebasıyla yeni iletişim kanalları
yarattığı sırada devletin, kıraathanelere de müdür atayarak, bu
toplumsal mekanları da tasarladığı ‘modern ve kalkınmacı’ görüş
doğrultusunda örgütlemeye çalıştığını düşünebiliriz. Cumhuriyet
devrinde de dönem dönem basına yansıyan Milli Eğitim Bakanlığı,
Gençlik ve Spor Bakanlığı, Kültür Bakanlığı’nın, “gençleri
kahvelerden – ve zararlı akımlardan - kurtarma” projeleri
çerçevesinde, kahvelere yönelik gerçekleşmeyen tasarılarını
çağrıştıran bu müdürlüklerin, 1871 yılında yayımlanan üçüncü
ciltte de önce unutularak yalnız Samsun ve Rize müdürlerinin
gene “Tashih ve İlave” bölümüne eklenmeleriyle , işlevsel
olamadıkları, ve bir daha adları geçmeyerek, kaldırıldıkları
anlaşılıyor.
Oysa 1871 yılında Trabzon’da bulunan kahvehanelere 4 de gazino
eklenecektir. 1876’da, öbür rakamlar aynıyken kahvehane sayısı
150, gazino sayısı 10’a çıkmıştır, 66 da ‘oda’ vardır. 1881
yılında yayımlanan 12. Salname’de aynı sayılar tekrarlandıktan
sonra Trabzon salnamelerinde ‘musakkafat’ istatistikleri bir
daha topluca yer almamış, ancak Trabzon merkez ilçe dışında,
ilçe ve bucaklarda bulunan yapılar, ilgili bölümlerde zaman
zaman yer bulmuştur. 1904 yılında örneğin, Vakfıkebir’de 6,
Tonya’da 2, Yomra’da 5 kahvehane bulunduğunu öğreniyoruz.
Akçaabat’ta 1876’da hiç otel ve lokanta kaydı yokken, 4 han, 47
oda, 17 kahvehane bulunmaktadır ; 1904 yılında ise bu ilçede 2
lokanta, 2 gazino, 20 kahvehane, 3 han ve 1 ‘hotel’ vardır. 1946
yılında 3 han, 4 otel, 17 kahvehane, 1 pansiyon dairesi, 3
lokanta, 3 aşçı dükkanı, 12 oda bulunduğuna göre (Lermioğlu,
1949: 39), Akçaabat’ın iki dünya savaşından ve ekonomik buhran
yılları ve piyasanın daralmasından ne kadar etkilenmiş olduğu
açığa çıkar.
Trabzon ve ilçelerinde 1880’lerden itibaren ‘oda’ ve ‘han’ların
yanında lokanta ve oteller açıldığı, meyhane ve kahvehanelere
gazinolar eklendiği anlaşılmaktadır. Trabzon’un 1830’lardan
itibaren Karadeniz’e giren buharlı gemilerle Avrupa ve
dolayısıyla kervanlarla İran ticaretine açıldığı, Tanzimat
sonrası devletin yeniden yapılanma programı içinde vilayet
merkezi olarak yeni kurulan idari ve hizmet örgütlenmesinden pay
aldığı ve inşaat faaliyetlerine sahne olduğu bilinmektedir.
İkinci Meşrutiyet döneminde basın hayatının başlamasıyla, hizmet
sektörünün canlanıp genişlemesinin tanıklıkları artmaktadır.
Gazetelere ilanlar verilmekte, İstanbul kartpostallarına da konu
olan ‘sokak berberleri’ yerine ‘perukar’lar, eczahaneler,
yabancı dil kursları, bankalar, oteller açılmaktadır.
1888 yılında, Moliére’den uyarladığı Ayyar Hamza ile ünlenen
(Direktör) Ali Bey Trabzon valisi olmuştur. Ali Bey Trabzon’da
da tiyatro faaliyetine devam edip, kendi yazdığı Hazreti Yusuf
adlı oyunu da şehre gelen bir canbaz kumpanyasına oynatmıştır.
Trabzon alaybeyinin de (vilayet jandarma kumandanı), şehre gelen
tiyatro grubuna oynanması için eser yazıp verecek kadar
sanatsever olduğu Ahmet Fehim Bey’in anıları
arasındadır.(Alpman, 1977: 38-40). Yağmurdereli’nin bizde yok
dediği tiyatro da artık Trabzon’a gelmiştir.
Yirmi yılda Trabzon toplumsal yaşamında yaşanan değişiklik
büyüktür. Artan ticaret hacmi ve nüfus, genişleyen ulaşım ve
haberleşme olanakları ve yükselen eğitim, büyüyen bürokrasiyle
birlikte şehirde hizmet ve eğlence sektörünün hizmetini talep
eden nüfusu da yaratacak ve geliştirecektir. ‘Ekabir’ için
değilse de, orta sınıfa has ‘kahve’ işlevi görebilecek
mekanların açıldığını düşünebiliriz. 1880’lerde bu gençler için
yeni ilgi alanları ve bunlara uygun toplanma yerleri
oluşmaktadır. Bu da kitapçı dükkanıdır.
KİTABEVİ
Trabzon'da ilk sahaf dükkanı 1839’da Tanzimat’ın ilanından sonra
Aktarlar çarşısında açılmıştı. İlk sahaflar hacı, müezzin,
hocadır. Trabzon kültür tarihinin bugüne birçok çalışmasının
yalnızca adı kalmış olan araştırmacısı Hamamizade İhsan,
Trabzon’da İlk Kitapçı Kitabi Hamdi Efendi ve Yayınları adlı
küçük fakat her satırı bilgiyle dolu eserinde bunlardan ilkinin
Tonyalı Hacı Hasan Efendi olduğunu söyleyerek başka adlar da
sayar. Bu kişilerden Hacı Musa’nın adı, kütüphanemde bulunan
1316 (1899) tarihli Mehmet Hulusi yayını, İstanbul’da Mahmud Bey
Matbaası’nda basılmış Ahter-i Kebir’in künye sayfasının
arkasında matbu olarak bulunan “Satılan Mahaller” listesi içinde
bulunmaktadır. Listede İstanbul (“Fatih Sultan Mehmed Han
Kütüphanesi altında sahaf İbrahim Efendi dükkanı”), Erzurum,
Konya, Uşak, Bursa, Samsun, Bartın, Selanik, Amasya, Antakya,
Adana, Sivas, Siroz, Maraş ve Trabzon sayılmaktadır; Trabzon’da
satıcısı Sipahipazarı’nda Hacı Musa Efendi’dir. Hamamizade İhsan
bu dükkanlarda bazı yazma din kitapları, Arapça kitaplar,
medrese ve halk kitapları satıldığını yazdıktan sonra nedenini
de bildirir: medrese kitaplarının sürüm nedeni “medreselerin
sarf, nahiv ve mantık derslerinin her birinden ikişer sene
imtihan verenler”in “askerlikten kurtul”malarıydı. (Hamamioğlu,
1947: 5-6).
“Yeni eserlerin” ilk kitabevi ise Hamdi Efendi tarafından 1885
yılında kuruldu. Hamdi Efendi, hocası Tarakçızade Zühtü
Efendi'den İsagocu'nun Türkçe’ye çevrilmesini istemiş ve hocası
bu isteğini yerine getirince bunu İsmail Hakkı matbaasında
bastırarak sahaflığa başlamıştı. O yıl, babası Rasim Efendi’nin
tütün kıyıp sattığı Uzun Sokak'ta açtığı tütüncü dükkanı içinde
kırtasiye ve hırdavat eşyası ile birlikte kitap satışına
başlamıştı. Dükkanına mal almaya İstanbul'a gittiğinde Zehirzade
Tahir Efendi'nin öğüdü ile yeni eserleri de alıp getirdi.
Bunların sürüm bulması ile Ahmet Mithat, Muallim Naci, Sezai,
şair Mehmet Celal ve benzerlerinin kitaplarını Trabzon'a getirip
sattı. Dükkana yeni eserlerin yaptığı iyi işle “Ayine-i Efkâr”
adlı bir tabela astı. “Hemşehri gençlerde de yavaş yavaş kitap
alıp okumak, evinde bir kütüphane edinmek hevesleri uyanmada.
Bunlar arasında şimdi şu adlar sayılıyor: Hartamaszade Baki,
Duyun-u umumide Başkatip Hüsnü, Ustazade Nazmi, Halil Nihat ve
daha sonra da ben [Hamamizade İhsan]”.
Yeni kitapların satışı elliyi, altmışı buluyordu. Hamdi Efendi
yeni kitapların daha pahalı oluşu nedeniyle, kitapları geceliği
yirmi paradan okumaya vermeye başladı. 1892-93’den itibaren
iptidailerin artmaya başlamasıyla onların kitaplarını da basmış
ve İkdam’ın koleksiyonunu getirtip aylığı on beş kuruştan
okumaya vermeye başlamıştı. Trabzon’da okuyucu sayısını artıran
ise 1898 Yunan Savaşı oldu. Gazeteler çok sürüm kazandı;
“Trabzon'da okuma zevki o zamandan başladı diyebiliriz”.
Yunan Savaşı Trabzon'da coşku kaynağı oluyor ve habere,
gazeteye, sonuçta da okumaya ilgiyi artırıyor. Yunan Savaşı’nın
Trabzon'da nasıl karşılandığı da Hamamizade İhsan'da var: “O
günler de ne günlerdi ya... Yüzlerde sevinç eserleri, her gün
çarşı, pazarda, kahvelerde, her yerde zafer seslerile dağılıp
kapışılan “ilave”ler, risaleler ve türlü resimler...Büyüklerden
alın da, vaktin kumandanlarından “Seyfullah Paşa”yı, Seyfi Paşa
diye okuyan bazı çocuk arkadaşlarımıza varıncaya kadar bu
ilavelerle risaleler, mekatib-i iptidaiye denilen ilk
mekteplerde bile elden ele gezmede. Hiç unutmam bir ay kadar
süren harbin sonlarına doğru bir gün Sadrazam Halil Rifat Paşa
imzasile vilayete gelip yayınlanan bir telgraf aynen şöyle:
“Fesupanallah bu herifler o kadar korkmuşlardır ki şüphesiz üç
güne kadar Atina'ya girilecektir.”
Kitabî Hamdi Efendi dükkanını büyütürken, okuyucularla kitapçı
dükkanında sohbet meclisleri de kurulur... “Burada uzun bir
hasır kanepenin üstünde - adı geçen hemşerilerle - bazan fazıl
ve şair İbrahim Cudi, Hatipzade Emin ve Arnavutzade Ahmet
efendiler gibi tanınmış simalarla çok faydalı sohbetlerimiz
olurdu” (Hamamioğlu, 1947: 6-9).
Bu ortamı besleyen ilk öğe Trabzon’da öğrenim kurumlarının
gelişimidir. 1839’da Meclis-i Umur-u Nafıa’nın sıbyan mektepleri
açılması kararından sonra, Trabzon’da 1852’de usul-i cedit
mektepler açılmış, 1863’de rüşdiye, 1867’de ıslahane, 1879’da
askeri rüşdiye, 1887’de (1910-11’de sultani’ye çevrilen) idadi,
1889’da darülmuallim, 1891’de inas rüşdiyesi açılmıştır.
Trabzon’da Rumların XVII. yüzyılda başladıkları okul
(Fronstistirion) açma girişimleri, çeşitli denemelerden sonra
1833’de Rusya’dan eğitimci getirerek, 1840’da okulun eski
öğrencilerinden Konstantin Ksanthopulos’u Atina’ya eğitime ve
daha sonra pedagoji eğitimi için Almanya’ya göndererek, 1850’de
Atina’dan gelen öğretmenle Trabzon’daki eğitimin Yunanistan
eğitim sistemiyle bütünleşmesinin (mezun olanların Yunanistan
okullarına girebilmesinin) sağlanmasıyla ciddi sonuçlar
vermiştir. Anadolu’nun fakir bölgelerinde bile gurbetçi Rum
hemşehrilerin maddi manevi desteğiyle okulların açıldığı bu
yıllarda, Trabzon Rum eşrafının kendi içinde egemenlik
mücadelesinin aldığı çeşitli biçimlere karşın 1850’li yıllardan
itibaren eğitim konusunda ciddi adımlar atılmış durumdadır
(Yerasmios, 1997: 281-303).
1856 Islahat Fermanı sonrasında gayrimüslim ‘millet’lerin
yeniden düzenlenip sözkonusu halkların ayrı kurumsallaşmasının
yaratılması, Osmanlı milleti yaratma ve merkezi devlet
projesiyle bir yanıyla çelişkili olmasına karşın,
gayrimüslimleri geleneksel yapılanmalarından ve kilise
etkisinden kurtarmasıyla gelişen orta sınıf şehirli taleplerine
ve modernist genel anlayışa uymaktadır. Milli örgütlenmeler
milliyetçi ideolojinin gelişimini bütün Osmanlı topraklarındaki
gayrimüslimler arasında hızlandırırken, Trabzon’un Avrupa
ticaretine açılmasından ekonomik olarak yararlanan Trabzon
Hıristiyanları ve özellikle yoğun nüfusa sahip Rumlar, Rusya,
Fransa, İngiltere’ye uzanan girişimci diaspora, Avrupa
elçiliklerinin müdahaleleriyle kapitülasyonlar ve 1856 Islahat
Fermanı’nın yarattığı hukuki-dinsel-siyasal ortam sonucu
Müslüman eşrafla rekabet ve çekişme içine girmişlerdir. Aslında
1820’lerde Osmanlı-Rus Savaşı’yla başlayan gerilim, 1880’lerden
itibaren Abdülhamid rejiminin uygulamaları, Ermeni sorununun
büyümesi ile tarafların birbirlerinin konumlarını kabullenmek
zorunda kaldıkları görece istikrarlı bir görünüm almıştır.
Trabzon’da Gregoryen Ermeni okulları yanında Amerika, Fransa
misyoner okulları ve Katolikliği benimseyen Ermenilerin okulları
açılmış, 1883’de İran da kendi okulunu faaliyete sokmuştur.
Fakat Ermeni örgütlenmelerinin kuramsal birikimine ve radikal
eylemciliğine karşın, nüfus ve ekonomik ağırlıkları ile Trabzon
kültür hayatında kendisini hissettiren Rumlardır. Örneğin
Trabzon’da idadi açılması için Sırrı Paşa’nın şehrin eşrafıyla
(ekmeğe zam yapılarak okulun maliyetinin karşılanması
önerisiyle) yaptığı görüşmelerde Trabzon Rumları kendi okulları
bulunduğu gerekçesiyle idadiye karşı çıkarken, bir yandan da
merkezi devletin vereceği, bütün milletlerin bir arada ve Türkçe
eğitim göreceği kurumsallaşmaya karşı çıkmaktadırlar. Şehrin
eğitim faaliyetinde Atina etkisi, Fronstistirion’un
öğretmenlerinden Triantafilides’in oğlunu Perikles adıyla vaftiz
ettirmesiyle simgeleşir. Perikles eğitimini Atina'da yapacak ve
1842'de döndüğünde öğretmen olacak, hem klasik Yunanca’yı
öğretecek hem de yerli ağzın kaydına ve yerli kültürle ilgili
kitapların yayımına başlayacaktır (Bryer, 1991: 328). Trabzon
Rumlarının bir yandan Batılılaşırken bir yandan kendilerinin
yalnız Trabzonlu, Hıristiyan veya Romalı değil Helen olduğunu
keşfetmeleri yayınladıkları Trabzon’la ilgili kitaplarda
yankısını bulur. 1866’da Perikles Triantafillides’in Atina’da
bastırdığı kitapla başlayan dizi, Savvas İoannides (İstanbul,
1870), Epaminondas Th. Kyriakides (Atina, 1897), T. E.
Evangelides (Odessa, 1898), I. P. Elefteriades (Atina, 1903),
Ath. I. Parkharides (Trabzon, 1911) ve daha yirmi kadar kitapla
devam eder.
Trabzon’da Müslüman eşrafın da benzer ‘aydınlanma’ sürecinden
geçtiğinin simgelerinden biri Trabzon’da eşrafın öncülüğünde bir
özel okul açılmasıdır. Nemlizade Hikmet Efendi’nin öncülüğünde,
Nemlizade Hacı Ahmet Efendi, Mehmet Efendi ve on arkadaşı
teşebbüse geçerek İstanbul’da bulunan hemşehrileri Ali Naki
Efendi’yi davet ederler ve 1880 yılında Hacı Kasım Mahallesi’nde
Reşit Efendi’nin evinde Mekteb-i Hamidiye altı yıllık okul
olarak faaliyete başlar. Masrafları girişimciler ve öncelikle
Nemlizadeler tarafından karşılanan okul daha sonra Ali Naki
Efendi’nin Ortahisar’daki evine taşınmış, yabancı dil, müzik,
beden eğitimi dersleriyle ve Cudi Efendi gibi Trabzon’un en
saygın öğretmenlerinin katılımıyla anlaşılan eşraf özlediği
nitetikte okula kavuşmuştu. Hamidiye Mektebi bina yetersizliği
karşısında Zeytinlik Sıbyan Mektebi’nin binasına (Cumhuriyet
döneminde Cudibey İlkokulu) taşındı ve ilk ve orta dereceleri
kapsayan bir okul oldu. Trabzon’daki İngiltere konsolosu Alfred
Biliotti’nin 1885 tarihli raporuna göre okulda muhasebe, hukuk,
edebiyat dersleri de okutulmaktaydı ve yüz öğrencisi vardı.
Yıllık masrafı 280 lira olan okulun masrafının 120 lirası (%
40’ları) Trabzonlu tüccarlarca karşılanıyordu. Hamidiye Mektebi
1887’de Trabzon İdadisi eğitime başlayana kadar hizmet verdi ve
bu yılda öğretmen ve öğrencileri yeni açılan idadiye nakledildi,
müdürü Ali Naki Efendi hem idadinin müdürü oldu hem de yeni
kurulan eğitim müdürlüğü görevini bir müddet fahri olarak
sürdürdü. Bu nakil de Hamidiye Mektebi’nin eğitim derecesi ve
karşıladığı ihtiyaç hakkında olumlu düşünceler doğurmaktadır.
Trabzon’un İstanbul, Bursa, İzmir gibi dönemin büyük
merkezlerinde başlamış olan özel okul girişimine 1880’lerden
itibaren katılmış olması, eşrafın ‘burjuvalaşma’ya başladığının
bir göstergesi olduğu gibi, Anadolu’nun çok yerinde özellikle
Ermeni ve misyoner okullarının yarattığı kıskançlık ve rekabet
duygusunu da dikkate almalıdır. Pozitivist görüşün eğitim
anlayışı ile siyasi kadro – vatandaş yaratma düşüncesi, taşrada
hangi dinsel, ekonomik saiklerle kaynaşıyor olursa olsun, ortak
bir yönelim içinde gelişmektedir. Cudi Efendi’nin El Kenz-ul
Esnâ fi Şerh’il-Esma’ül-Hüsnâ kitabının, Kitabi Hamdi’nin
çeşitli kitaplarının gelirini okullara bağışlamaları, ayrıca
Kitabi Hamdi’nin bütün vilayete satışını yaptığı Mukaddeme-i
Sohbet adını verdiği sigara kağıdı imtiyazını Islahane Mektebi
menfaatine alması (her kutuda bir kuruş bu okula gidiyordu), bu
genel tutumun sonuçlarıdır.
Okula öncülük eden Nemlizadeler Trabzon’un 1850’li yıllardan
itibaren faaliyet alanlarını genişleten önde gelen tüccar
ailesidir. Dede Hacı Haşim Efendi (ölümü 1852) hayriye
tüccarıdır. 1903 Salnamesi’nde “Vilayet Eşraf ve
Mütehayyızanından Haizi-i Rütbe Olanların Esamisi” arasında
Nemlizade ailesinden sekiz kişi bulunduğu gibi, 1905
Salnamesi’nde Meclis-i idare üyesi Nemlizade Şükrü Efendi,
Tüccar Odasından ve Vilayet Nafıa Komisyonu azası Nemlizade
Hakkı Efendi, Mahkeme-i İstinaf-i Vilayet Hukuk Dairesi Azası
Nemlizade Osman Efendi ve Meclis-i Beledî Azası Nemlizade Kaşif
Efendi olmak üzere Nemlizade ailesinden dört kişi vilayetin önde
gelen resmi-yarı resmi, atanmayla ve seçimle gelinen
görevlerinde bulunduğu görülmektedir. Çalışmayı ayıp sayan ağa
zihniyeti geride kalmış, şehrin ekonomisinde olduğu gibi idari
ve kültürel alanlarında da artık girişim sahipleri söz sahibi
olmuştur. Kitabi Hamdi Efendi’nin 1879-80 yılında Müftü Camii
medresesine devam ederek dönemin en tanınmış hocalarından
Semercizade Hacı Mehmet Efendi ve Tarakçızade Zühtü Efendi’den
ders gördükten sonra ulema sınıfına intisab yerine baba mesleği
tütüncülüğe geçmesi de, kitapçılık ve yayıncılığa başlaması da
herhalde elli yıl öncesi için düşünülemezdi. Kitabi Hamdi Efendi
kitap ve ilm tutkusu yanında ne kadar girişimci ruha sahip
olduğunu, Hartamaszade Abdülbaki Efendi ile birlikte kurdukları
suni gübre fabrikasıyla da gösterir.
Kitabi Hamdi Efendi’nin yayınladığı kitaplar, Trabzon’da oluşan
kitapsever çevre ve sohbetleri hakkında tam fikir
veremeyecektir. Abdülhamid döneminde kitap basma imtiyazı almak
uzun zaman isteyen zorlu bir uğraş olduğu gibi sansür dairesi de
yıldan yıla genişlemiştir. Örneğin Kitabi Hamdi’nin bastığı
ikinci kitap olarak bilinen İbrahim Cudi’nin hazırladığı
Nevadır-ı Nefise adlı kitap Arap edebiyatından bazı hikayelerin
çevirisidir ve sansüre takılıp dörtte üçüne izin verilmediğinden
32 sayfa olarak yayınlanabilmiştir (1893).
Kitabi Hamdi Efendi daha çok ders ve din kitapları basmıştır.
Trabzon’da basılan bütün kitaplar açısından durum
incelendiğinde, matbaanın Trabzon’a girişi ile kitap okuma
merakının başlaması karşısında olumsuz bir gelişme olarak
Abdülhamid’in I. Meşrutiyet rejimine son vererek siyaseti
yasaklaması kendisini gösterir.
Trabzon’da da matbaanın ve basılı kitapla gazetenin öncülüğünü,
1864 yılında kabul edilen İdare-i Umumiye-i Vilâyat Kanunu’nda
öngörüldüğü gibi, devlet yaptı. Esat Muhlis Paşa vali olunca
(1866-1872), önce matbaa kuruldu, 1869 Nisan’ında ilk Trabzon
Vilayeti Salnamesi yayınlandı ve 17 Mayıs 1869’da Vilayet
Gazetesi çıkartılması için gerekli yasal süreç tamamlandı.
Esat Muhlis Paşa’nın İngiltere’den getirdiği matbaa
makinelerinin 1901 sonbaharında eskimiş durumda oldukları ve
vilayet gazetesinin basımının vilayet için aşırı bir mali yük
getirdiği, sorunun ancak gazetenin devlet memurlarına uygun
fiyatla zorunlu abonelik önerisiyle çözülmeye çalışıldığı,
anlaşılmaktadır (Birinci, 1989: 174).
Trabzon gazetesinin devletin yasama faaliyetinin resmi
tebliğleri ile atama ve nişanların yayınlanması dışında
işlevinin niteliği hakkında, bugüne kalmış (1906-7 yılına ait 50
sayı ve dağınık sayılar dışında) fazla nüshası bulunmadığından,
fikir yürütmemiz zor olsa da, bu öneriler tirajı ve sürümünün
zayıflığını anlatmaktadır. Vilayet gazetesinin, Sırrı Paşa’nın
valiliği (1881-82) sırasında canlandığı anlaşılmaktadır.
Trabzon’da devlet dışında, ilk özel matbaa 1881/82 yılında
Mücellit İsmail Hakkı Efendi tarafından kurulmuştur. 1888/89’da
sonra Serasi Dimitraki Efendi Serasi Matbaası’nı kurmuş, bunu
Mihailidi Matbaası (ve bir kitap künyesine güvenilirse 3
Numaralı Matbaa (Birinci, 1989: 175)) izlemiştir.
Trabzon’da, yeni harflerin kabulüne kadar, 1869-1928 yılları
arasında basılan kitap (ve harita, tablo vb) sayısı (ikinci ve
sonraki baskılar sayılmadan) 102’dir. Bu kitapların 85 kadarı
1918 yılına kadar olan dönemde, Osmanlı devrinde basılmıştır.
II. Meşrutiyet’e kadar basılan kitap sayısı 22’dir (bu sayı,
Meşrutiyet öncesini de kapsadığı için kesin belirleme olanağı
vermeyen 1326 h. yılında basılan kitaplar düşürüldüğünde 17
olur). Yani kitapların yaklaşık % 25’i matbaanın Trabzon’a
gelişinden II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılına kadar
olan 39 yıllık sürede, % 75’i ise 10 yılllık Meşrutiyet devri
içinde basılmıştır.
Vilayet Matbaa’sında gazete ve salnameler dışında basılan
yayınlar-kitaplar, dönemin siyasal-toplumsal niteliğini kavramak
açısından daha fazla fikir vericidir. Vilayet Matbaası’nda
basılan ilk kitap, Salname-i Vilayet-i Trabzon’dur (1869).
Matbaa’da 1905 yılına kadar 22 defa basılan salname sayılmazsa,
ikincisi Emin Hilmi’nin Divan ve Münşaat-ı Hilmi’si (1876),
üçüncüsü Şakir Şevket’in Şevket-name-i Osmanî’sidir (1876). Aynı
yıl basılan Tayyip Efendizade Hafız Zühtü’nün şiir kitabı
Nevbave ve ertesi yıl basılan Mir’âtü’l-Mülük kitaplarından
sonra, I. Meşrutiyet dönemi diyebileceğimiz dönem kapanır.
Vali Sırrı Paşa’nın Âsâr-ı Hâme-i Sırı Paşa (1301 (1883/84)),
vali Ali Bey’in çevirisi Gavo Minar ve Şürakası (1307 (1889/90))
adlı kitaplarla, Kütüphane-i Hamdi’nin iki yardımcı ders kitabı,
bir şerh çevirisi ve bir edebi çeviriden (Müsaade Ediniz Madam,
Eugéne Labiche’den M. Celaleddin (Hacı Ali Hafızzade)) başka,
Meşrutiyet’e kadar Vilayet Matbaası’nda basılmış kitap yoktur.
Bu dönemde özel matbaaların bastığı kitap sayısı da yediyi
geçmemektedir ve hepsi din ve yardımcı ders kitabı
niteliğindedir.
Basın konusunda ise durum daha fakirdir. Resmi vilayet gazetesi
dışında Trabzon’da Meşrutiyet’ten önce çıkan Türkçe gazete
bilinmemektedir. 1920 yılında derlediği bilgilere dayanan, ancak
birçok hata da yapmış olan K. Yust’un (1995: 13) verdiği bilgiye
göre, Trabzon’da 1870 yılında Evksinos (Karadeniz) adlı,
yalnızca etnografik nitelik taşıyan tarihi bilgiler, zaman zaman
da şiirler ve küçük hikayeler yayınlayabilen Rumca bir gazete
çıkmış, tirajı 500 olan ve Samsun’da da satılan gazete on iki
yıl sonra 1881’de kapanmıştır. İkinci Rumca gazete olan Astir
Tou Pontos (Pontos Yıldızı) ise 1886 yılında çıkmıştır ve tirajı
250’dir; bu gazete de 1891 yılında kapanmıştır. Trabzonlu
Rumların, sansürü aşacak nitelikte gazete çıkaramamaları, buna
karşılık Trabzon dışında Trabzon’la ilgili birçok kitap yazıp
basabilmelerini yalnızca baskı rejimi ile açıklamak doğru olmaz.
Bu durum daha çok, okuyucunun kitlesel nitelik kazanmamış
olmasından doğmaktadır. Birkaç yüz kişi gazete maliyetini
karşılayamazken, okumaya meraklı burjuva-aydın çevre kitabı
finanse edebilmektedir.
Trabzon’da Abdülhamit dönemine damgasını vuran Kadri Paşa’dır
(1843-1903). Trabzon’da rekor bir süreyle, on bir yıl valilik
yapan ve 1903’de burada öldüğünde Abdülhamid’in türbe yaptırdığı
bu valinin menkıbeleri 70’li yıllara kadar Trabzon’da
anlatılmaktaydı. Kadri Paşa, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nde
önemli görevler alan, II. Meşrutiyet’ten sonra mebusluk,
mutasarrıflık ve valiliklerde bulunan oğlu Hüseyin Kazım
Kadri’nin anlatımıyla (1991: 53-56) “adil müstebid”dir,
“hükümetin kanunlarını, nizamlarını ve usul-i idaresini paymâl
ederek icraat”ta bulunmanın tek çare olduğuna inanmıştır. Kadri
Paşa’nın iyi veya kötü anıldığı birçok ağa, eşkıya, tütün
kaçakçısı ve köylü hikayesi veya ardında bıraktığı belgelere
bakmadan, 1903 Salnamesi’nde yapılan horon tanımına karşın
horona verdiği değere bakalım: “Bayram günlerinde şehrin her
tarafında mahalli kıyafetlerle milli oyunlar (horonlar)
oynanırdı. Bu oyunlar bilhassa Vali Kadri Bey zamanında rağbet
bulmuştu. Kadri Bey bayramlarda köy delikanlılarını toplar,
onlara muhtelif horonlar, bıçak oyunları oynatır ve her birini
ayrı ayrı taltif ederdi. Oyuncuların alınlarına altın
yapıştırdığı ve kendilerine mintan, zıpka hediye ettiği çok
olmuştur. Bayramlarda yapılan bu eğlencelere, şehirde mevcut
ecnebi konsoloslar da davet edilirdi. Kadri Bey, oğlu Hüseyin
Kazım'a (Şeyh Muhsin Fani) kırk gün süren bir düğün yapmış,
şehir bir masal hayatı yaşamıştı” (Yağmurdereli, 1946b: II, 6).
Bu masal havası ve popülizm, 1890’lardan itibaren mekteplilerin
siyasallaşması ve örgütlenmeye başlamasıyla da
gerekçelendirilebilir. Trabzon’a siyasi sürgünlerin gönderilmesi
veya İstanbul’a okumaya giden Trabzonlu gençlerden sürgün
edilenlerin artmaya başlamasından sonra, 1896 yılında artık
Trabzon’da da Osmanlı İhtilal Fırkası'nın beyannameleri
dağıtılmaya başlanacak (Hanioğlu, t.y.: 222), Hareket adlı yayın
organı İstanbul, İzmir, Selanik gibi Trabzon iskelelerinden
“ecnebi postalarından olan” militanlar vasıtasıyla sahiplerine
ulaşacaktır.
1903 yılında başlayan ve 1905 yılında doruğuna ulaşıp 1907
yılına kadar devam eden, özellikle Erzurum’daki ayaklanmayla da
eklemlenen toplumsal direniş ve gösterilerle II. Meşrutiyet’in
ilanı öncesinin siyasal faaliyetleri bu yazının konusu değil.
Yalnız 1902 yılında Paris'te kurulan Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i
Merkeziyet Cemiyeti’nin Trabzon'da da örgütlendiği, Trabzon
şubesini kuranların Batumlu Sancakbeyizade Mehmet ve Hasan,
Nemlizade Salim ve Şatırzade Hasan Hicabi olduğunu, Bahaddin
Şakir’in Paris’e kaçtıktan sonra Ahmet Rıza Bey kanadının da
Trabzon’da örgütlendiğini anımsatmakla yetinelim.
Trabzon’dan Paris merkezinin yazışmalarını yöneten Bahaddin
Şakir’e yazılmış üç mektup ise önemli. Birincisi, sansür
döneminde dışardan gönderilen neşriyatın nasıl okunduğunu
anlatarak, Trabzon’da kitap ve basın hayatının kısıtlılığının
nasıl bir heyecan içinde aşıldığını anlatıyor: “Buraya
gönderdiğiniz gazetelerin efradımız arasında o kadar kıymeti
vardır ki bunun derecesini tasavvur edemezsiniz. Gazeteleri pek
büyük bir iştiha ve lezzetle okuyoruz. Efradımız yüz kişiden
fazla olduğu için gönderilen gazeteler kafi gelmiyor. Zarf
içerisinde olmak üzere birkaç nüsha fazla yollanırsa bizi idare
edecektir. Gazeteleri nasıl okuduğumuzu görseniz gülmekten
bayılırsınız. Gazeteleri yanımıza alıyoruz, müsellah olarak
kırlara çıkıyoruz, bir tarafta ateş yakıyoruz ve o ateşin
etrafına geçerek büyük bir hevesle okumağa başlıyoruz. Fakat
zannetmeyiniz ki bu suretle hareket etmemiz tutulmaktan veya
ölmekten korktuğumuzdan ileri geliyor. Hayır, asla böyle bir şey
hatırımıza gelmiyor. Milletimize yarayabilecek bir iş görmeden
murdar bir ölüme mahkum olmayı istemiyoruz.” (A. C., 1934: No:
129, 31 Ağustos).
İkinci mektup Trabzon’daki örgüt üyeleri hakkında bilgi veriyor:
“İstanbul'da Avukat Baha Bey'den bir mektup aldım. Onda bu
tarafın bir listesi isteniyordu. Bu listeyi işte takdim
ediyorum: Vali Ziver Bey, Hakim Bahattin Efendi, mektupçu
Süreyya Bey, defterdar Abdurrahman Efendi, ağniyadan Nemlizade
Hacı Osman, Şükrü, Belediye reisi Cemal, Mehmet Salih ve Şevki
efendiler, Kethüdazade Galip Bey, tüccardan Samancızade Ziya
Efendi, Barutçuzade Ahmet ve Arif efendiler, Kırzade Şevki
Efendi, Kozinzade Fevzi Efendi, Eyüpzade Ali Efendi, Arnavutoğlu
Hasan Efendi, Hacı Bilal oğlu Osman Efendi, Hamamcı oğlu İhsan
Bey, Rize'de Tuzcuzade Rifat Efendi. Ağniya kısmı oldukça
efkar-ı cedide eshabıdır. Bu isimlerin üzerinde çizgi olanlar
(belediye reisi Cemal Bey, Hacı Bilal oğlu Osman Bey) bizdendir.
Zait çizgili olanlar (Şevki Efendi, Kaptan Bey, Tuzcuzade Rifat
Efendi) müşevviklerdir, altında çizgi olanlar (mektupçu) ise
diyenlerdendir” (A. C., 1934: No: 130, 1 Eylül).
Bu mektuptaki adları kuşkuyla karşılamak zorundayız. Trabzon
vilayet idaresinin en önemli görevlilerinin örgüt üyesi olduğu
düşünülemez. Mektubun sonundaki “bizden”, “müşevvik” ve mektubu
yazandan mı, yayınlayandan mı, mürettipten mi kaynaklandığı
bilinemeyen anlaşılmaz son niteleme, listedeki adlar arasında
ayrım gözetildiğini göstermektedir. Ancak mektupta bildirilen
‘efkar-ı cedide’ sahibi ağniyadan kişiler, Nemlizadelerden beş
kişi ile Trabzon’un tanınmış ailelerinden tüccarlar, gerçekten
Meşrutiyet döneminin İttihatçıları ve Hürriyet ve
İtilafçılarıdır. Ama Trabzon’dan aynı dönemde yazılan diğer bir
mektupta farklı bir yaklaşım görürüz:
“Buradaki efkar-ı umumiye pek başka türlü. Nemlizadelerden,
Eyüpzadelerden, Hacıhafızzadelerden ve daha bilmem ne zadelerden
Trabzon'da hüküm ve nüfuzları olan her hangisine müracaat
ettimse hiç birisine dert anlatamadım, onlara:
- Biraz siz de gayret etsenize? Hamiyet-i milliyeniz yok mu?
diye sorunca cevap olarak diyorlar ki:
- Biz kurulmuş olan değirmenimizi bozup ta yeniden inşaata
başlayamayız. İstibdat bizden kalkarsa, hiç işimize gelmez!..
Herkesten aşağı yukarı hep bu cevabı alıyorum, yazık! Teessüf...
Bu türlü türlü zadeler bir tarafı kendilerine medyun kılmışlar,
hükümetimizin fıkaraya yaptığı eza ve cefa azmış gibi bir de bu
zadeler onları ikinci bir esarete düşürmüşler. Zavallı bir adam
bütün silsilesi ile tam bir sene çalışıyor, neticede malını
mülkünü onlara verdikten sonra her sene de ayrıca borcunun
artmasından başka eline bir şey geçmiyor” (A. C., 1934: No: 129,
31 Ağustos).
Bahattin Şakir’e Trabzon’dan iki ayrı kişinin mektup yazdığını
biliyoruz ve bu mektuplar ayrı kişilerin elinden çıkmış gibidir.
Fakat, yüz kişilik bir örgütlenme içinde bu kadar görüş ayrılığı
bulunması ve birinde eşraf ailelerinin yenilikçiliği
vurgulanırken, ötekinde düzenin sürmesinden çıkarı bulundukları
ve bu görüşle “istibdatın kaldırılması”na tarafdar
olmadıklarının ileri sürülmesi nasıl yorumlanabilir? Jön
Türklerin örgütlenişi hakkında sağlıklı bilgiler edinemedikçe
yorumlar tahminden öteye gitmeyecektir. Ancak, Trabzon’da “liman
burjuvazisi” adı verilebilecek bir yaşam tarzının oluştuğu ve
Trabzon’un “hanedan”ları sayılan bu ailelerin özellikle ithalat
ve ihracatla zenginleştikleri ve rejimin siyaset anlayışı sonucu
vilayette meclis-i idarede, belediyede, mahkemeler, yarı resmi
komisyonlarda görev aldıklarını, adlarının eşraf listelerine
geçirilip kendilerine nişan ve rütbeler dağıtıldığını, kısaca
merkezi idareyle bütünleşmiş biçimde, yerel siyasal-kültürel
egemen sınıfı oluşturduklarını biliyoruz.
Bu egemenlik ve rejimle bütünleşme görüntüsü, bu kişilerin
muhalif siyaset yapmayacağı, gizli örgütlenme içinde olmayacağı
anlamına da gelmiyor. Rejimin bunalım içine girdiği ‘devrimci
durum’da, gittikçe radikalleşerek merkezi iktidardan daha fazla
pay veya söz haklarını artırmak istemeleri doğaldır. Bu
mektupların yazılmasından iki yıl sonra bu kişiler İttihatçı ve
Hürriyet İtilafçı kamplarda kıyasıya mücadeleye girişecek, on
yıl sonra da Erzurum Kongresi başta olmak üzere bütün
tehlikeleri göze alarak Kurtuluş Savaşı örgütlenmesi içinde yer
alacaklardır.
Hamamizade İhsan’ın Kitabi Hamdi Efendi’nin dükkanında sohbet
ettiği kişilerden adlarını saydıklarıyla örneklersek,
Hartamaszade Baki 1908 seçimlerinde seçilememiş, fakat 1909
belediye seçimlerinde başarılı olmuş, Meşrutiyet sonrasında
Trabzon’da kurulan ilk örgütlenmelerden Muhibb-i Fen ve Marifet
Gençler Kulübü’nde faaliyet göstermiştir. Kitap çevirmiştir.
Ustazade Nazmi’nin Kurtuluş Savaşı’nda Muhafaza-i Hukuk
Cemiyeti’nde yer aldığını biliyoruz. Kitap çevirmiştir. Halil
Nihat Boztepe 1927-49 dönemleri CHP milletvekilidir. Zamanında
şiirleriyle de tanınmış ediptir. İbrahim Cudi 1908 seçimlerinde
seçilememiş, Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nde çalışmıştır. On yedi
kitabı vardır. Hatipzade Emin 1909’da mebus olmuştur, Hürriyet
ve İtilafçıdır, Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nde çalışmış, Erzurum
Kongresi’ne katılmıştır. Arnavutzade Ahmet eğer başkasıyla
karıştırmıyorsak 1870’de ilk anonim şirketin kuruluşuna
katılanlardan, eski kuşaktandır. Emlakiyle geçinip maaş almadan
Trabzon’un birçok okulunda ders veren Hamamizade İhsan ise
Hürriyet ve İtilaf, Muhibb-i Fen ve Marifet Gençler Kulübü, Türk
Ocağı, Muallimler Birliği, Mahfel-i Müzik, Tarih-i Osmani
Encümeni, Donanma Cemiyeti, Hilali Ahmer gibi birçok örgüt ve
dernekte faaldir. Birçok kitabı vardır.
Çoğunluğunun Prens Sabahattinci olduğunu, daha sonra Hürriyet ve
İtilaf ve Kurtuluş Savaşı döneminde İttihatçılardan ayrı bir
örgütlenme oluşturarak Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet
Cemiyeti içinde yer aldığını gördüğümüz Trabzon eşrafının çoğu
şiir yazan ve İstanbul ve hatta Paris’te yüksek öğrenim gören
çocukları yanında başka türlü siyaset yapanlar da vardır:
“...Reji nezareti imtiyaz müddetini tahdit için mütehalikane
çalışmaktadır. Eşrafa ve hanedanlara bol bol maaş vererek onları
istihdama sai olması muvaffakiyetine delalet eder. Reji’nin
kullandığı hileler ve desiseler sayesinde ise bugün Canik
mülhakatı mücadele ve muhaseme halindedir. Çoluk çocuk bahçe
etrafında kadınlar taşlarla, ihtiyarlar sancaklarla gençler
silahlarla mukavemetttedirler! Şu sayede ümit ederim ki aşar
mültezimlerine de isyan silahı hazırlanıyor!
Hükümet askeri tedarikatla meşgul. Bu tedarikat evvela Erzurum
ihtilaline karşı idi. Halbuki ordu merkezinden harice de teşmil
ediliyor. Bu tedarikatın Anadolu'da bir katliama karşı
yapıldığına şüphe yoktur. (...)
Ulema ve hocalar, padişah aleyhinde tefevvühati lisaniyelerinden
dolayı bir çok gençlerimizi ihbar ve resmen şehadetle mahkum
ettirdiler. (...)
Muhacir eşkiya aleyhine ahaliyi isyana davet ettiğim için beş ay
dağlarda dolaştım, ondan sonra Fransa’ya kaçtım. Ahalinin
meralarını zapt eden Rum tüccarın evlerini yağma ettim, yıktım
ve tahrip ettim. İkinci defa gene kaçmağa muvaffak oldum.
Kahvehane ve kıraathanelerde sarhoşlukla irat ettiğim nutuklar
yüzünden birkaç defa hapse girdim. Aşar iltizamile biçare
ahaliyi esaret altında tutan bütün ailem efradının evlerini
şehir içinde alenen kurşuna tuttum. On martin ile iki rovelverim
müsadere edildi. Üç ay hapsedildim. O zamanki maiyetim hâlâ
mahkumdur. (...)
Reji aleyhindeki son kıyamın çıkmasına yegane sebep olan da gene
bendim. (...) Şimdi para tedarikile meşgulum. Bunu elde edersem
ilk teşebbüsüm Karadeniz ticaretini sektedar edecek tedbirler
almak olacaktır. Bu sayede Rumlara, saniyen vatan haini olan
hükümet memurlarına tedricen cezalar tertip edeceğim” (A. C.,
1934: No: 168, 22 Teşrinievvel).
Gene Paris’teki örgüte Marsliya’dan yazılan bu mektubun yazarı,
1908 yılı Mart sonlarında Fransa’ya kaçan Topalzade Osman’dır;
mektubundan İstanbul’da Fransız okulunda okurken atıldığını,
mültezim bir ailenin çocuğu olduğunu öğrendiğimiz Topalzade,
eylemlerini sayarken dönemin toplumsal çatışma alanlarını dile
getirmektedir. Reji, Kafkasya göçmeni ‘eşkıya’, Rum tüccar,
ulema ve hocalar, mültezimlik yapan kendi ailesi, hedefleridir.
Sözü edilen kitleselleşmiş köylü hareketi ve dağa çıkmış
militanlar grubudur. Topalzade’nin gerçekçiliğini ve eylemliğin
kapsamını değerlendirme olanağından yoksunuz ancak örneğin
Samsun’da daha Meşrutiyet öncesinde Reji’ye karşı silahlı köylü
direnişi gerçekleştiğini biliyoruz.
Topalzade Osman, kahvehanelerin adabı ve müşterilerinin bir
terbiyesi vardı, yaşını başını almamış, henüz genç ve körpe
delikanlılar giremezdi denildiği dönemde, sarhoşlukla kahvelerde
nutuk attığını söylüyor. Böylelikle onun şahsında, eşraf, büyük
memur ve ulemanın gidemediği fakat önce esnafın sonra yeni orta
ve üst orta sınıfın gidebildiği kahvehanelerin siyasetle bir
şekilde buluşmasına tanık oluyoruz.
Trabzon’da iş ve meslek sahibi orta sınıf ve liman hamallarından
kervancılara, inşaat işçilerinden çıraklara kadar genişleyen
‘alt’ sınıf oluşurken, onlara uygun mekanlar da doğuyordu. Kanlı
rekabet ve isyanlarla geçen ‘ayan dönemi’nden sonra, Tanzimat’ın
1848 yılında uygulanmaya başlanabildiği Trabzon’da, ayan
döneminden Tanzimat’a geçiş sürecini temsil eden Haznedar
ailesinin yetiştirdiği ilk vali Osman Paşa, II. Mahmut’un ayana
karşı açtığı savaşın simgesi olarak ayan konaklarını yakması ile
de tarihe geçmiştir. Ayan iktidarının simgesi konaklar
yakılırken, şehirde valinin evi-konağı ile hükümet konağı ayrımı
henüz başlamamıştır. Devletin bütün vilayetlerde olduğu gibi
Trabzon’da da kendi mülkü hükümet konaklarını yaptırması,
İstanbul’dan başlayan konut-iş yeri ayrımının ve devlet güç ve
iktidarının tescili anlamındadır.
Haznedar ailesi Samsun, Çarşamba, Ordu, Trabzon’da cami,
medrese, çeşme, köprü gibi hayratlar yaptırırken, geleneksel
ayan tavrını sürdürmektedir. Hayır faaliyetleri ve din konusu,
ayan için, rekabet ettiği merkeze karşı kendi meşruluğunu
kültürel temele dayamak açısından, mevcut kurumsal yapıyı
destekleyici bir nitelik kazanır. Çünkü ayan genellikle kaza
temelinde yerleşmiş, kendi tabanının ekonomik gelişimiyle
doğrudan ilgili olmayan, belki mültezim veya kethüdaların
temsilcisi konumunda köylü ‘dışarlıklı’ bir kişidir. Fakat
1840’lı yıllarda Trabzon’da saptanan bir yenilik de Trabzon’da
açılan kütüphanelerdir. Osman Paşa, ölümünden sonra açılabilen
Ortahisar Camii’nde 451 kitapla Fetvahane Kütüpanesi’ni (1845),
kardeşi Abdullah Paşa 444 kitapla Hatuniye Medresesi’nde
Hatuniye kütüphanesi’ni (1844), öteki kardeş Muhtar Bey gene
Ortahisar Camii’ne bitişik bir odada Ortahisar Kütüphanesi’ni
(1842-1845 yılları arasında), Vali Rüstem Paşa, 1762’de
yaptırılıp kısa süre sonra yanmış olan Saraçzade Mustafa Efendi
Kütüphanesi’ni tamir ettirerek 611 kitapla müderris Muhammed
Nazifi Efendi adına Nazifiye Medresesi ve Kütüphanesi’ni (1848)
yaptırmışlardır (Albayrak, 1987:24).
1840’lı yılların kütüphaneciliğini yorumlamak için daha geniş
araştırmalara ihtiyaç varsa da, bu ilginin, Haznedar ailesinin
klasik ‘kaza’ ayanı olmayıp şehirlileşmesinin ve devletin
vilayette artan varlığıyla (Tanzimat’ın uygulamaya
geçirilmesinin aracı olacak dereceye gelmese de) uyum içinde
olmasının sonuçlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Medreselere ve kütüphanelere yöneliş yeni dönemin doğurduğu
ihtiyaçların geleneksel kurumların canlandırılarak karşılanmaya
çalışıldığı ilk dönemi temsil edebilir. 1840’lı yıllarda
Haznedarzade Osman Paşa divanında görev yapan Mehmet Teymur
Fenni, oğlu Ali Kemali Paşa (Söylemezoğlu), öteki oğlu İbrahim
Ethem Pertev Paşa, Bayburtlu Zihni, Hüseyin Revnak Efendi,
Tıfli, Mehmet Ziver gibi kişiler, bürokratik görevleriyle ve
şairlikleriyle ülke çapında veya yerel düzeyde tarihe geçmiştir.
Abdullah Paşa’nın kızı Fıtnat Hanım’ın (1842-1909) döneminin en
ün kazanmış şair hanımlarından olması veya Osman Paşa’nın torunu
Mazhar Bey’in Namık Kemal çevresinden olması tesadüf değildir.
1890’lara gelindiğinde ise şehrin okur-yazarları, valinin
maiyeti ile sınırlı olmaktan çıkmıştır ve kendi evlerinde
kitaplık kurma zevkini edinen bir kuşaktır.
Artık konaklar gelişmişliğin göstergesi olarak devletçe övgüyle
karşılanırken, Nemlizadelerin, inşaatına ne zaman başladıkları
bilinmeyen konaklarına, Tavanlı Camii’ni yaptırdıkları yıl harem
bölümünü (1874) ve Değirmendere Köprüsü’nü (1891) yaptırdıktan
sonra selamlık bölümünü (1892) eklemeleri, refah ve hayır
dengesini göstermesi bakımından anlamlıdır (Karpuz, 1990: 31,
46; Karpuz, 1992: 62-67).
Ayan siyasal hedefler gözetirken klasik sistemde gayrimüslimler
teorik olarak devlet yönetimi ve siyasette söz sahibi olmayı
umamazlar. Gayrimüslim cemaat önderleri, elde ettikleri ekonomik
ve toplumsal gücü, daha fazla kendi cemaatlerine dönerek ve
onların temsilcisi niteliklerini artırarak koruma ve geliştirme
yolunu tutmak zorunda kalmıştır. Bu yönelişte önderlerin
karşısına çıkan yapı, geleneksel iktidarı ve İstanbul’la
bağlantısını sağlayan dinsel hiyerarşisi nedeniyle yerel dini
önderlerdir. Kocabaşı doğrudan köyünde oturan ve kendi tabanının
geleceği ile kendi geleceğini çakıştırmak zorunda kalan kişidir.
Müslüman dinsel örgütlenmenin yerel niteliği ve merkezi
örgütlenmeyle bağlantısı açısından da arada yapısal farklılık
vardır. Patrikhanede atamaların ‘bahşiş’ sistemiyle yapılması ve
yozlaşmanın Müslüman din adamları kadar yaygınlaşmasına karşın,
bu yapısal farklılık, dinsel kuruma karşı tutumlarda bütünüyle
zıt bir sonuç doğuracaktır. Bu farkın bir sonucunu Muş
Mutasarrıfı Ahmed Macid (1326: 173) şöyle anlatır: “Ermeni
keşişleri i’zan ve idrakçe bizim hoca ve şeyhlerden farklı
olmayub, şu kadar var ki: bizimkiler efkâr-ı münevvere
eshâbından olan şebân-ı vatanperestânın meramını ve (...)
hamiyet-i vataniye erbâbını tahkir ve tekfir derecesine
vardıkları halde Hıristiyanların papas, murahhası (...) gibi
ruhanileri Ermeni komitelerinin neşr-i âmâline hâdim ve
daimdirler.”
Trabzon’da Rum burjuvazinin Batılı yaşam tarzını ve milliyetçi
ideolojiyi benimsemesine karşın, Türk burjuvazinin daha eklektik
ve keseli bir yapı sergilemesi bu toplumsal-kültürel
eklemlenişlerle açıklanabilir. Müslüman burjuvazinin dinsel
geleneklere ve kurumlaşmalara siyaset olarak daha fazla sahip
çıkma konumunu benimseyen ve Trabzon’da Rum (ve Ermeni Hınçak)
örgütleriyle işbirliği içinde olup adem-i merkeziyet görüşünü
benimseyen kesiminin köken olarak daha eski, daha radikal
görünen milliyetçi ve merkeziyetçi kesiminin daha yeni olması,
hipotez olarak ileri sürülebilir. Stefanos Yerasimos da (1997:
301) “Trabzon Türk cemaati üzerine sahip olduğumuz ve Rum
cemaatine göre çok daha zayıf olan halihazırdaki bilgilerimiz”
çekincesine karşın, “Türk cemaatinin siyasi bölünmesinin
sosyo-ekonomik kökenlerini belirlemek de aynı şekilde zordur. En
fazla, Barutçuzadeler gibi İttihatçı liderlerin Trabzon
burjuvazisine sonradan katıldıklarını ve şiddetli bir biçimde
Rum karşıtı ve Hıristiyan karşıtı olduklarını görebiliyoruz.
Buna karşın daha eskiler ile korumacılık ve işbirliğinin söz
konusu olduğuna dair işaretler de bulunmaktadır” diyerek aynı
hipoteze destek vermektedir.
Trabzon’da İttihatçılara karşı muhalefetin güçlü sesi olan Tarık
gazetesiyle ülke çapında ünlenen Şatırzade Hasan Hicabi, evinin
Meşrutiyet öncesinde Avrupa gazetelerinin incelendiği kulüp gibi
olduğuyla övünürken, İttihatçılara karşı, ailesinin eskiden beri
Rum dostu olduğu bildirilerek Trabzon Rumlarından destek
görmekte, onlarla işbirliği yapmaktadır. İttihatçılarsa
Şatırzade’yi mütegallibeden olmakla, “acize ve zuufa ve
yetimlerden gasb ve garat ettikleri emlak ve araziden”
geçinmekle suçlamaktadırlar. Şatırzadelerin köklerinin Fatih
dönemine kadar gittiği söylenirken, ailenin ayan döneminde
isyanlara karışmış, vali yetiştirmiş ve köy sahibi olduğu da
doğrudur. Trabzon İttihatçılarının önderlerinden, Trabzon’da
Meşveret gazetesinin sahibi Naci Bey ise, aslen Ahıskalıdır;
Trabzon’da gemi işletmeciliğinden şehre ilk otomobilin
getirilmesine kadar birçok yenilik ve girişimde öncü olmuş bir
işadamıdır.
Siyasal düşüncesini felsefi ve sosyolojik temellere oturtmaya en
fazla çalışan Jön Türk olarak adlandırabileceğimiz Prens
Sabahattin’in görüşleri, kitlesellik kazandığında, bir yanıyla
devletin küçülmesini ve bölgesel özerkliği savunurken, bir
yanıyla ‘dar bölge istibdatı’nı ve (bugün çok hukukluluk olarak
adlandırılan) zımmi hukukunu savunan geleneksel ağa, esnaf ve
ulema-tarikat kesimlerinin ideolojisine dönüştü. Ekonomik
liberalizmi savunan bu kesimlerin darbeci eğilimleri ile,
merkeziyetçilikle modernizmin inşasını savunan ‘milli
isitibdat’cıların darbeciliği, siyasal tarihi oluşturdu.
Meşrutiyet’in ilanından sonra kulüpler, cemiyetler, gazeteler
kuruldu, selamlık ve gazete idarehanelerinde siyaset yapıldı,
kahvehaneler partizanlığa göre paylaşıldı. Ancak şehirde işçi
denebilecek kesimi oluşturanlar liman kayıkçı ve hamallarından
ibaretti ve ilk yıllardaki grevlerine karşın, İttihatçılar
tarafından toplumsal güç olarak kullanılan bir kitle olmanın
ötesinde siyaset üretmeleri söz konusu değildi. Toplumun
siyasallaştığı ve kültürel, ekonomik, siyasal sorunların
ağırlaştığı bu dönemde, siyasal örgütlenme ve katılım,
geleneksel himaye ve intisab sistemi içinde kaldığı gibi, hukuki
yapı da bu toplumsal tabakalanmayı desteleyecek biçimde
oluşturuldu. Köy toplumunun şehirle kurduğu ilişki bu geleneksel
kanallarla yürüyüp onlara kan vermeye devam ettiğinden, şehir
‘modern’ yaşamın gerektirdiği kurumsallaşmaya sahip görünmesine
karşın, kendisini geleneksel alt kimliklerle merkezle kurulan
hıyararşik ilişkinin gerektirdiği davranış kalıpları dışında
ifade edemedi, etmeye çalışanları dışladı.
‘Taban’da bir okula ve ‘aydın’ kesimde bir kitaba verilen
tepkileri örneklendirerek, bu tutunumun bugüne ulaşan ideolojik
sürekliliğini de vurgulamış oluruz. Of tarihi kitaplarıyla
bizlere önemli notlar bırakan Hasan Umur, 1912’lerde Alano Sahot
köyünde müderristir. Bu köyde, Veli oğlu Hasbi Efendi, o dönemde
İstanbul’da ticaret yapan Veli oğlu Mustafa Bey, Alano Makot
köyünden Dursun Efendi gibi zatların yardımlarıyla bir özel ilk
okul kurulmuştur. “Az olmakla beraber bazı kimseler mektebin
aleyhinde konuşuyor ve en ziyade mektep kitaplarında bulunan
resimlere karşı itiraz ediyorlardı. Bu gibi şeylerin dinimize
dokunur yeri olmadığını her ne kadar anlatmağa çalışıyordumsa da
müfrit mutaassıplara karşı sözlerimin tesiri görülmüyordu.” Bu
sıralarda Hündez köyünde icazet duası yapılacağını ve yörede
şöhreti olan Gani Ömer oğlu Mahmut Efendi'nin geleceğini öğrenin
Hasan Umur, Hoca’ya başvurarak durumu anlatır ve toplananları
aydınlatmasını ister. “Hoca merhum, tam arzu ettiğim şekilde
mekteplerin lehine konuştuktan sonra: Ben de torunumu mektebe
gönderiyorum, mekteplerde şeriatımıza mugayir bir şey yoktur,
buyurdular. Hocanın sözleri dinleyenler üzerine tam tesirini
göstermekle çok memnun olmuştum”(Umur, 1949: 32).
Tartışılan kitapsa, Şakir Şevket’in 1877’de İstanbul’da
yayınladığı Trabzon Tarihi’dir. Yayınlandığı dönemde Trabzonlu
şuera ve ulemadan övgüler alan, Trabzon salnamelerinin tarih
bölümüne kaynaklık eden kitap, 1949 yılında tartışılır.
Akçaabat’ta Yeni Polathane adıyla gazete yayımlamaya başlayan
eski ittihatçı Mahmut Üstün, bir yandan ‘Trabzon Tarihi’
tefrikasına başlarken, bir yandan da şunları söyler: “Rahmetli
Şakir Şevket’in daima görüştüğü vilayet tercümanı Nikolaki
Efendi idi. Bu Nikolaki Efendi’nin yardımıyla kitabın birinci
kısmı meydana gelmiştir ki, tamamiyle yanlıştır. Mehaz ittihaz
etmiş olduğu Rumca tarih veya tarihler – o zaman – ilmi olmaktan
ziyade bir propaganda için neşir edilmişlerdi. (...) Etniki
Eterya adındaki gizli cemiyetin emir ve işaretile tarihi
hakikatler tahrif olunarak yazılmış olan bu propaganda kağıtları
o zamanlarda Trabzon’da da meccanen Rumlara dağıtılmış bir takım
efsane ve masallar idi.”
Mahmut Üstün’ün yazdığı 30’ların Türk Tarih Tezi’nden esinlenen
Trabzon tarihi tefrikası tamamlanamadı, Şakir Şevket’in tarihi
hakkında söyledikleri ise tarihin toplumsal üretimi anlamında
doğru olabilir. 1820’lerden 1920’lere kadar geçen süreçte yeni
kahvehane ve kitabevlerine sahip olan şehir, yeni ‘tarih’e de
sahip olmadı mı? Şehirleşme ve milletleşme çağında kahvehaneler
doldukça, kitapçıların da müşteri bulabildiği görülmektedir.
Kaynaklar
Salnamaler:
Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1320 , Defa 20, Trabzon Vilayet
Matbaası.
Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1321, Defa 21, Trabzon Vilayet
Matbaası.
Salname-i Vilayet-i Trabzon, 1322, Defa 22, Trabzon Vilayet
Matbaası.
Trabzon Vilayeti Salnamesi 1287 (1870), Cilt 2, haz. Kudret
Emiroğlu, Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal
Yardımlaşma Vakfı, Ankara, 1993.
Trabzon Vilayeti Salnamesi 1288 (1871), Cilt 3, haz. Kudret
Emiroğlu, Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal
Yardımlaşma Vakfı, Ankara, 1993.
Trabzon Vilayeti Salnamesi 1293 (1876), Cilt 8, haz. Kudret
Emiroğlu, Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal
Yardımlaşma Vakfı, Ankara, 1995.
Araştırmalar:
A. C. (1934) “Bahaeddin Şakir Bey'in Bıraktığı Vesikalara Göre
İttihat ve Terakki”, Milliyet, 4 Nisan-31 Kanunevvel.
Ahmed Macid (1326) “Kürdistan Ahvâli ve Mes’ele-i Islahat”,
Mülkiyye Mecmuası, 8/ 1 Eylül’den aktaran Galitekin, Ahmet
Nezih, Müteferrika, Sayı: 10/ Kış 1996, s. 143-185.
Ak, Mahmut (1997) “Âşık Mehmed’e Göre Memleketi Trabzon ve
Havalisi”, İ. G. Kayaoğlu, Ö. Ciravoğlu, C. Akalın (haz.) Bir
Tutkudur Trabzon, İstanbul: YKY, 181-206.
Albayrak, Hüseyin (1987) Tarih İçinde Trabzon Lisesi, Trabzon.
Albayrak, Hüseyin (1988) Kuruluşunun 100. Yılında Cudibey
İlkokulu, Trabzon.
Albayrak, Hüseyin (1989) Trabzon Kültür Tarihine Bir Bakış,
Trabzon.
Albayrak, Hüseyin (1994) Trabzon Basın Tarihi, Ankara.
Alpman, Hafi Kadri, haz. (1977) Ahmet Fehim Bey’in Hatıraları,
İstanbul: Tercüman.
Avcıoğlu, Doğan (1978) Türkiye’nin Düzeni, İstanbul: Tekin Y.
Baylan, Müfit Semih (1991) Trabzonlu Müzisyenler ve Musikimizde
İz Bırakanlar, Trabzon.
Beeley, Brian W. (1970) “The Turkish Village Coffee-house as a
Socail Institution”, Geographical Review, C. LX, 4/Ekim, 475-93.
Belge, Murat vd. (1980) Atatürk Devrimleri İdeolojisinin Türk
Müzik Kültürüne Doğrudan ve Dolaylı Etkileri, İstanbul: Boğaziçi
Üniversitesi Türk Müziği Kulübü.
Benlisoy, Foti ve Benlisoy, Stefo (2000) “19. Yüzyılda
Karamanlılar ve Eğitim Nevşehir Mektepleri”, Toplumsal Tarih,
74/ Şubat, 24-33.
Beşikçi, İsmail (1970) Doğu Anadolu’nun Düzeni, İstanbul: E Y.
Bilgin, Mehmet (1989) “‘Trabzon Basın Tarihi’ne Katkı”,
Müteferrika, 4 / Kış, 19-33.
Birinci, Ali (1989) “Trabzon’da Matbuat ve Neşriyat Hayatı
(1865-1928)”, Trabzon Kültür ve Sanat Yıllığı, İstanbul,
173-188.
Bruinessen, Martin van (t.y.) Ağa, Şeyh ve Devlet, Özge Y., çev.
Remziye Arslan, Ankara.
Bryer, A. (1991) “The Pontic Greeks before the Diaspora”,
Journal of Refugee Studies, C. 4/ 4, 328.
Carlier, Omer (1999) “Magrib Kahvehanesi: Erkek Sosyallığı ve
Yurttaşlık Hareketleri”, H. Desmet-Grégoire ve F. Georgeon
(der.) Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler, çev. Meltem Atik, Esra
Özdoğan, İstanbul: YKY., 195-228.
Cembeloğlu, Sinan ve Cembeloğlu, Mehmet (1969) Samsun ve
İlçeleri, Ankara.
Cinlioğlu, Halis Turgut (1951) Tokat’ta İrtica Hareketleri ve
Bugünkü İrtica Meselesi, Tokat.
Çelebi, Mevlût (1999) “Manisa’da Cumhuriyetin 10. Yılı
Kutlamaları, Toplumsal Tarih, 70/Ekim, 46.
Danişmend, İsmail Hâmi (1971) Osmanlı Devlet Erkânı, İstanbul:
Türkiye Y.
Desmet-Grégoire, Héléne ve Georgeon, François, ed. (1999)
Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler, çev. Meltem Atik, Esra Özdoğan,
İstanbul: YKY.
Duman, Dr Mustafa (1991) “Sohum (Batum) Feneri’nin Trabzon’a
Getirilişi – Söylencesi ve Destanları”, Kıyı, 65/ Ağustos, 8-9.
Duman, Dr Mustafa (1995) Trabzon Halk Şairleri, İstanbul:
Anadolu Sanat Y.
Düzdağ, M. Ertuğrul (1983) Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi
Fetvaları, İstanbul: Enderun Kitabevi. Emiroğlu, Kudret (1987)
“1903 Yılında Resmi Görüş Halk Sanatını Değerlendiriyor”, Kıyı,
13/ Nisan, 10-11.
Emiroğlu, Kudret (1990) “Maliye Nazırı Cavit Bey'in Trabzon
Gezisi (1911)” Trabzon, Ankara: Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim,
Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, 53-59.
Emiroğlu, Kudret (1992) “II. Meşrutiyet Dönemi Trabzon
Gazetelerinden Reklam ve İlanlar”, Trabzon, Ankara: Trabzon İli
ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, 112-115.
Emiroğlu, Kudret (1998) “Trabzon Mebusu Hilmi Efendi ve Divan ve
Münşeatı”, Kıyı, 150/ Eylül, 18-21.
Eski Harflı Türkçe Süreli Yayınlar Kataloğu (1987) Kültür B.,
Ankara, , C. I.
Evliya Çelebi (1999) Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, Z. Kurşun, S.
A. Kahraman, Y. Dağlı (haz.), İstanbul: YKY, II. Kitap.
Georgeon, François (1999) “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son
Döneminde İstanbul Kahvehaneleri”, Desmet-Grégoire, Héléne ve
Georgeon, François, ed. (1999) Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler,
çev. Meltem Atik, Esra Özdoğan, İstanbul: YKY, 43-85.
Gerçek, Bekir (1992) “Kıraathaneydiler Geçmişte”, Trabzon,
Ankara: Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal
Yardımlaşma Vakfı, 100-105.
Gökyay, Orhan Şaik (1973) “Mehmet Âşık”, Türk Dili Gezi Özel
Sayısı, 258/Mart, 481.
Hagen, Gottfried (1998) “The Traveller Aşık”, Archiv Orientalni
Supplementa VIII, 148.
Hamamioğlu, İhsan (1947) Trabzon’da İlk Kitapçı Kitabi Hamdi
Efendi ve Yayınları, İstanbul.
Hamamizade İhsan (1930) Baba Salim, İstanbul.
Hanioğlu, Şükrü (t.y.) Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve
Jön Türklük, 1889-1902, İstanbul: İletişim Y.
İnal, Bilgi ve Özçift, Mehmet (1986) Ordu 86, Ordu Ticaret ve
Sanayi Odası.
Kadri, Hüseyin Kazım (1991) Hatıralarım, haz. İsmail Kara,
İstanbul: İletişim Y.
Katip Çelebi (1980) Mîzanü’l-Hakk fi İhtiyari’l-Ahakk, haz.
Orhan Şaik Gökyay, İstanbul: Tercüman Y.
Karahasanoğlu, Subutay Hikmet (1991a) “Âsar-ı Hâme-i Sırrı
Paşa”, Tarih ve Toplum, 94/Ekim, 61-64.
Karahasanoğlu, Subutay Hikmet (1991b) “Trabzon’da Mekteb-i İdadi
Tesis Edilmesiyle İlgili Sırrı Paşa’nın Bir Tahriratı”, Trabzon,
Ankara: Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal
Yardımlaşma Vakfı, 28-34.
Karpuz, Haşim (1990) Trabzon, Ankara: Kültür Bakanlığı.
Karpuz, Haşim (1992) “Trabzon'daki Nemlizade Konağı'nda Yeralan
Kütahya Çinileri”, Trabzon, Ankara: Trabzon Eğitim, Kültür ve
Sosyal Yardımlaşma Vakfı, 62-67.
Kayaoğlu, İ. Gündağ (1988) “Hamamizade İhsan ve Eserleri”, Kıyı,
26/ Mayıs, 8-11.
Kıymaz, Ahmet (1996), ÇankırıYöresi Yâren Kültürü, Ankara:
Yaprak Yayınları.
Kocabaşoğlu, Uygur (1984) “İlk ‘Kıraathane’nin Açılışı”, Tarih
ve Toplum, 5/Mayıs, 65-67.
Koch, Karl (1991) Rize, Prof. Karl Koch’un 1843-1844
Yıllarındaki Seyahatnamesinin Rize Bölümü, der. Muzaffer Arıcı ,
çev. Tahir Deveci, Ankara.
Koçu, Reşat Ekrem (1971) Tarihimizde Garip Vakalar, İstanbul:
Varlık Y.
Lermioğlu, Muzaffer (1949) Akçaabat – Akçaabat Tarihi ve Birinci
Genel Savaş – Hicret Hatıraları, İstanbul.
Mehmed Murad (1921) “Trabzon’da Saz Şairleri”, İstikbal, 244/ 8
Mart (1337)
Minassian, Anahide Ter (1995) “1876-1923 Döneminde Osmanlı
İmparatorluğu’nda Sosyalist Hareketin Doğuşunda ve Gelişmesinde
Ermeni Topluluğunun Rolü”, Mete Tunçay; E. J. Zürcher (ed.),
Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyalizm ve Milliyetçilik, 1876-1923,
İstanbul: İletişim Y., 163-237.
Neumann, Christoph K. (1999) “Devletin Adı Yok – Bir Amblemin
Okunması”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı, 19/ Yaz, 268-283.
Özer, Ahmet (1989) “Trabzon’da İlk Kitapçı Kitabî Hamdi Bey”,
Kıyı, 37/ Nisan, 8-10.
Pakalın, Mehmet Zeki (1971) Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri
Sözlüğü, İstanbul: Milli Eğitim B.
Sarısaman, Sadık (1999) “Giresun’da Reklamcılık”, Toplumsal
Tarih, 71/Kasım, 43.
Stokes, Martin (1998) “Fındıklar ve Sazlar, Bir Doğu Karadeniz
Vadisindeki Değişime İlişkin Gözlemler”, Folklora Doğru, 63,
149-163.
Şaşmaz, Musa (1997) “İngiliz Konsolosu Alfred Biliotti’nin
1885’teki Raporuna Göre Trabzon Vilayetinde Eğitimin Durunmu”,
Tarih ve Toplum, 163/Temmuz, 41-53.
Şenel, Süleyman (1994) Trabzon Bölgesi Halk Musikisine Giriş,
İstanbul: Anadolu Sanat Y.
Temo (1987)İbrahim Temo’nun İttihad ve Terakki Anıları,
İstanbul: Arba Y.
Tengirşenk, Yusuf Kemal (1981) Vatan Hizmetinde, Ankara: Kültür
B.
Tezcan, Mahmut (1989), “Sosyal Değişme Sürecinde Çankırı Yârân
Sohbetleri”, Kültürel Antropolojik Yaklaşım, Ankara: Kültür B.
Torun, Mehmet (1954) Samsun ve İlçeleri Tarihi Araştırmaları,
İstanbul.
Tuncay, Hakkı (1944) “Trabzon Basın Tarihi Hakkında Notlar”
Yeniyol, 3050/ 19 Ocak.
Usta, Veysel (1996) Folklor ve Edebiyat, 8/ Eylül-Ekim, 91-92.
Üner, Turgay, A. (1982) “Trade and Merchants in
Nineteenth-Century Trabzon: Elements of Ethnic Conflict” Braude
B. ve Lewis Bernard (ed.), Christians and Jews in the Ottoman
Empire The Functioning of a Plural Society, C. 1 The Central
Lands, New York: Holmes and Meier Pub., 287-318.
Üner, Turgay A. (1994) “Trabzon”, Ç. Keyder, Y. E. Özveren, D.
Quataert (der.) Doğu Akdeniz’de Liman Kentleri (1800-1914), çev.
Gül Çağalı Güven, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Y., 46-47.
Yağmurdereli, Nesip (1946a) Baba Salim Hayatı ve Şiirleri,
Trabzon.
Yağmurdereli, Nesip (1946b) “Eski Yıllarda Trabzon’da İçtimaî ve
İktisadî Hayat”, I-II, İnan, 22/ Ocak, 10-1123; 23/ Mart, 6-7.
Yerasimos, Stefanos (1997) “XIX. Yüzyılda Trabzon Rum Cemaati”,
İ. G. Kayaoğlu, Ö. Ciravoğlu, C. Akalın (haz.) Bir Tutkudur
Trabzon, İstanbul: YKY, 281-303.
Yust, K. (1995) Kemalist Anadolu Basını, haz. Orhan Koloğlu,
Ankara: ÇGD Y.
Yusuf Has Hâcib (1979) Kutadgu Bilig, Metin, Reşid Rahmeti Arat,
Ankara: TTK Y.
Yusuf Has Hâcib (1991) Kutadgu Bilig, çev. Reşid Rahmeti Arat,
Ankara: TTK Y.
|
|
| |