|
Gizli
Hristiyanlık, crypto
Hristiyanlık, Santali, Stavrili, İstavriot, Kromli
tar.
Osmanlı döne-minde, Trabzon Maçka ilçesi ve kuzey Gü-müşhane’de
bulunan Krom, Yağlıdere, Stavri, Zigana, Santa, Torul ve
çevresinde yaşayan ve Osmanlı tahrir defterlerinde Müslüman
olarak görünen, ama gerçekte Hris-tiyan olan halkın ve bu halkın
15 Temmuz 1857 tarihinde, 44 dini liderinin gizli Hristiyan
olduklarını duyurmak, Avrupalı ülkelere durumlarını anlatmak
için İstanbul’daki İngi-liz büyükelçiliğine başvurmalarıyla
ortaya çıkan tarihi olayın adı.
Tarihçe: Trabzon İmparatorluğu’nun eski başkentinin nüfusu
1435-1438 yıllarında şehri ziyaret eden İspanyol seyyah Pero
Ta-fur’a göre 4.000 kişidir (Pero Tafur, Travelis and
adventures, 1435-1349, Londra, 1926, s. 131).
A. Bryer 15. yüzyılda şehir nüfusunun büyük çoğunluğu Ortadoks
Rum olmak ü-zere, Ermeniler, Venedik ve Cenevizlilerden oluştuğu
ve 6.000 kişi (The Tourkokratia in the Pontos: Some Problems and
Preliminary Conclusion”, The Empire of Trebizond and the Pontos,
London 1980, makale nr. 11, s. 37), Lampsides ise 20.000 kişi
olduğunu iddia etmektedir (On en sommes nous re L’historie Des
Grandes Comnenes, Actes du XII, V.Congres Int d’Etudes
Byzantines: Tomel, Belgrat, 1964, s. 165)
Kritovolos, Trabon’un fethini en ince detay-larıyla anlatmıştır:
“Mahmut Paşa kara ordusu ile sultandan bir gün önce geldi.
Şehirden uzak olmayan bir yerde kamp kurduktan sonra
Katabole-nos’un oğlu Thomas’ı haberci olarak gön-derdi.
Şehirdekilere ve hükümdarlarına teklifler yaparak kendilerini ve
şehri teslim etmelerini istedi. Büyük sultanla anlaşma ve iyi
niyet yeminleri ile kendilerini ve şehir-lerini emanet ettikleri
taktirde bunun kendi yararlarına olacağını belirtti. Bu
özellikle hü-kümdarlarının, Onun çocuklarının ve mai-yetinin
yararına olacaktı. Hükümdara, sulta-nın özel iltifat
göstereceğini, hepsinin ge-çimini sağlayacak derecede geniş
topraklar ve rahatını sağlamak için gereken herşeyin
verileceğini söz verdi. Maiyetindeki kadınları ve çocuklarıyla
kötülükten uzak, anavatan-larında ve yuvalarında yaşama hakkı
vaa-detti. Aynı zamanda sultanın bu anlaşmasını kabul
etmedikleri taktirde ve öfkelerine ka-pılıp savaşmaya karar
verirlerse, gelecekte böyle bir anlaşmanın teklif edildiğini
hatır-latmalarına bile izin verilmiyeceğini belirtti. Savaş
tutsağı olarak öldürülecekler, köle olacaklar, şehirleri yağma
edilecek, savaşın ve esaretin bütün sonuçlarına
katlana-caklardı. Şehir sakinleri ve hükümdarları bu teklifi
dinlediler. Haberi soğukkanlılıkla kar-şıladılar ve Sultan gelir
gelmez şartları kabul edeceklerini bildirdiler. Ertesi gün
sultan geldi ve şehir önünde ordugahını kurdu. Thomas’ı haberci
olarak göndererek ken-dilerine Mahmut Paşa tarafından teklif
edi-len şartlar altında teslim olmalarını istedi. Haberciyi
dinleyen şehirliler hemen değerli hediyeler hazırladılar,
içlerinden en üstün olanları seçerek tam yetkiyle gönderdiler.
Bu elçiler sultana bağlılıklarını bildirdiler, şartlarını kabul
etiler... Şehir kapılarını aça-rak Mahmud Paşa ile ordusunu
içeri aldılar. Mahmud Paşa şehri ele geçirdi... Bundan sonra
sultan şehre girdi. Şehri dolaştı, duru-munu gözden geçirdi ve
güvenliği için ted-birler aldı, bölgenin ve şehrin çeşitli
üstün-lüklerini, içindeki binaları ve halkını inceledi. Kaleye
ve hükümdar sarayına gitti. Kalenin sağlamlığına ve sarayın
yapısına ve haşme-tine hayranlığını belirtti. Her bakımdan
şeh-rin yüksek değeri üzerinde durdu. Bundan sonra hükümdarın ve
bütün maiyetinin ve şehrin servet sahibi olmuş ileri
gelenlerinin karıları, çocukları ve bütün mallarıyla şehir-den
çıkıp kadırgalara binmelerini emretti. Sonra donanma
komutanlarını, kadırga kap-tanlarını, amiralleri hatta dümenci
ve kürek-çibaşılarını cömertçe ödüllendirerek demir almalarını
emretti. Böylece yelken açıp gittiler. Bundan sonra donanma
amirallerin-den olan Gelibolu valisi Kasım’a Trabzon va-liliğini
verdi. Ona asker olarak kendi muha-fızlarından 400 seçilmiş adam
verdi. Orada birkaç gün kaldıktan ve şehirdeki herşeyi kendi
düşüncelerine göre düzenledikten sonra geldiği yoldan yurduna
döndü” LWRY 10-11.
Trabzon’un fethi konusunda temel kay-nak olan tarihçi
Chalcocondyles (1462) fetih sonrası Sultan Fatih’in, Trabzon
halkını bö-lümlere ayırarak kendisine ayırdığını, bunları daha
sonra sarayında Sipahtar ve Sipahi oğ-lanlar olarak
kullandığını, bu insanları kendi özel hizmet ve cinsel zevkleri
için kullan-dığını, diğer bölümünün Bizansa yerleş-tirildiğini
ve bir başka bölümünün ise yeni-çeri yaptığını yazmaktadır LWRY
5-6.
Fallmerayer, Chalcocondyles’in anlattıklarını tekrarladıktan
sonra şu cümleyi ekler:
“Trabzon sakinlerinin kaderleri çok acı idi. Yalnız üçte birinin
şehirde kalmasına izin verilmişti ve bunlar da donanmanın
bom-bardımandan yıkılan şehrin eteklerinde, sur-ların
dışındaydılar” (Fallmerayer, Trapezunt: s. 281).
Fallmerayer, 1840
Hristiyan Trabzon’un Türklerden önce-ki sakinlerinden bir aile
bile kalmadığını söylüyor, şimdiki 400 aileyse Akçaabat,
Sürmene, Of, Rize, Tirebolu, Giresun gibi komşu yerlerden ve
dağlarda büyük ölçü-de Hristiyan kalmış olan Kaldiya’dan
pey-derpey şehre gelmiş. Bu aileler göç zama-nına ilişkin
anıları gibi ilk memleketlerine ait anılarını babadan oğula
aktararak her yerde muhafaza etmişlermiş; her aile ne-reden
geldiğini biliyormuş, ancak hiç biri Trabizon’da kaldığı iki yüz
yıldan daha ge-rilere gitmiyormuş. Başpiskoposluk kayıt-ları ve
katedral düsturları 1698 yılına dek gidiyormuş FLM 58.
Osmanlı fetih geleneğine uygun olarak şehrin en büyük kilisesi
olan ve metropolitlik olarak kullanılan “Panagia Crysokephalos”
diğer adıyla Altınbaşlı Meryem Ana Kilise’si camiye
çevrilmiştir. Bununla beraber Trab-zon’un koruyucu azizi ve
Trabzon İmpa-ratorluğu’nun da sembolü olan St. Eugenios Kilisesi
de muhtemelen bir güç gösterisi ola-rak, camiye çevrilmiştir.
Fatih Sultan Meh-met, rivayete göre ilk cuma namazını bura-da
kıldığı için kilisenin adı “Yeni Cuma Ca-mii” olarak
değiştirilmiştir. Bir söylentiye gö-re Fatih Sultan Mehmet’in
emriyle Mumhane semtindeki bir kilise camiye çevrilirken tüm
cemaatide İslam’a geçmiş, Trabzon metro-politide Müslüman
olmuştur.
Türk tarihi uzmanı H. Lowry, Osmanlı nüfus kayıtlarını oluşturan
tahrir defterle-rinden yararlanarak, Hristiyan Trabzon’un a-dım
adım bir Müslüman şehri olması süre-cini ortaya çıkarmıştır:
“Trabzon’un bir Müslüman şehri olmasının, 1461’de fetihten hemen
sonra yer alan bir süreç olmadığı gösterilmiştir. Aksine bu 125
yıl gibi kısa bir süre içinde tamanlanmış ve bu halde bile bunun
şehrin yerli Hristiyan-larının büyük bir kısmının
İslamlaştırılma-sıyla kolaylaştırılmıştır. Sonuç olarak, 1583 de
şehrin nüfusunun çoğunluğu Müslüman olduğu ve şehrin fetih
öncesi karakterinin büyük bir kısmını korumuş olduğunu
söyle-yebilir. Diğer bir deyişle incelenen dönemin sonunda
Trabzon şehrinin Türkleştirilmesi daha ilk aşamadadır. Trabzon
1583 yılında Müslüman nüfusu çoğunlukta olan bir şehir olduğu
halde, etnik olarak bir Türk şehri ol-duğu kolayca söylenemez.
Müslümanların yaklaşık yarısının birinci ya da ikinci kuşak Rum
yada Ermeni mühtedileri olduğu bu şehirde ‘linga franca’ büyük
olasılıkla Rumca idi. Bu müthediler ve bunların soyundan
gelenlerin zamanla Turcophone olmalarına rağmen bugün bölgede
konuşulan Türkçede bulu-nan Rumca kelimelerin varlıklarını
bunlara borçludurlar. Bunun yarısıra Eksouthe, Faroz, Moloz,
Daphnous gibi şehirdeki Rumca yer adları bu müthedilerin ve
onların soylarından gelenlerin mirası olabilir. 16. yüzyılın bu
ikinci ve üçüncü çeyreğindeki yoğun ihtida salgınını nasıl
açıklayabiliriz? Neden bu hareket fethin hemen ardından
olmamıştır ve bu eğilim 1583’den sonra nasıl bir ilerleme
gös-termiştir? İlk iki sorunun cevabı Tahrir defterlerinin
incelenmesi ile açıklanabilir ve kuşkusuz Osmanlı fethinden
sonra ilk elli yıl içerisinde şehire Türklerin yerleşmesinin az
olmasına bağlıdır.... 1486 ile 1523 (% 14.23) yılları arasındaki
bu Müslüman nüfu-sundaki azalma şehre sürgün edilenlerin
geldikleri yerlere dönmeleriyle açıklanabilir. Bu insanların
çoğunluğunun Rumca konuş-tuğu bir Hristiyan şehrinde dil, din ve
etnik bakımdan çok keskin bir azınlık oluşturduk-larında
husursuzluk duyduğu ve sıla hasreti çektiği söylenebilir...
1523’de ki durumun sürüp gitmesine izin verilseydi şehrin
Müs-lüman nüfusunun giderek daha da azalacağı ve birkaç kuşak
sonra kalanların da Pontus-laşacağı söylenebilir. Osmanlı
yetkilileri de bu durumun farkında olduklarından 1523 sonrasında
şehrin etnik yapısını değiştirmek için bir dizi önlem
almışlardır. Büyük Hristiyan kütleleri zorla sürmüşlerdi ve
hü-kümet kararnameleri ile Müslümanları böl-geye göç etmeye
zorlamışlardı. Bu ha-reketlerde ihtida sayısını arttırmıştı”
LWRY.
Kostantinos Fotiadis,
Karadeniz’deki gizli Hristiyanlık olgusunu
Osmanlı yönetiminin Hristiyanlar aleyhine düzenlediği sosyal ve
ekonomik koşullara bağlamaktadır:
“Trabzon’un fethinden sonra Pontos hal-kının, özellikle sahilde
oturanların düzeni bozulur. Sahilin verimli topraklarında oturan
Hristiyanlar çoğunlukla iç bölgelere ve özel-likle manastırın
çevresine yerleşirler. Manas-tırın himayesi altında olan bu
sahalarda ne derecede Hristiyan yerleşimi olmuşsa o de-rece
Müslümanlaşma engellenmiştir. Ma-nastırın çevresinden başka
Hristiyanlığın kuvvetli olduğu çevrelere de böyle yerle-şimler
olmuştur. Manastır papazlarının va-zifeleri, yalnız manastır
duvarları arasında münhasır olmayıp, çevre Hristiyanlarının
ibadet, vaftiz, çocuklarını eğitmek ve tıbbi tedaviler yapmak
gibi vazifeleri de vardı. Bir çok hallerde, çevre köyleri
halkına destek o-lup, tehlikeli anlarda papazlar maharetle bu
tehlikeyi önlerdi. Türk idarecilerinin vekilleri olan, mahalli
idareciler yılda bir defa Maçka ve Haldia Hristiyan cemaatlerini
yoklar, yağ-malar ve dindar Hristiyanları kandırmaya çalışırdı.
Böyle hallerde papazlar devreye gi-rer, yetkili Müslüman
idarecilere rüşvet ve-rerek olayları önlerdi. Papazlar çeşitli
tehli-keler altında gizli Hristiyan köylerini ziyaret ederler,
sık sık derviş kıyafetiyle, Türkçe ko-nuşarak ve Kur’an
hükümlerini okumak gibi maskeler altında kendi ibadet ve diğer
dini merasimlerini gerçekleştirirlerdi. Diğer bazı papazlar çok
ağır şartlar altında Rusya ve Moldovya gibi yerlere gidip
oradaki din kar-deşlerinden maddi yardımlar elde ederlerdi. 17.
yüzyılda manastır varlığını Rusların yar-dımı ile korudu.
Manastırlar mahalli idareci-ler tarafından vergilendirilir, her
zaman bas-kı altında tutulur ve böylece ihtiyaçlı duru-ma
getirilirdi. Vazelon dosyasından öğren-diğimize göre, 1665’de
manastır papazları Rusya’ya gidip, özellikle oralara iltica eden
Pontos Rumlarından para toplamışlar ve bu toplanan paraların
çoğunluğu mahalli ida-recilere rüşvet olarak verilmişti. 1821’de
Yu-nan ihtilali patladığında II. Mahmut bütün Hristiyanların
kılıçtan geçirilmesini emreder. O zaman Vazelon başrahibi
Chrysantos bir gizli Hristiyan vasıtasıyla, etkili bir ağaya
külliyetli miktarda rüşvet vererek bu musi-betten Maçka halkını
korur. Aynı şartlar al-tında iyi ilişkilerle 1902’de o zamanın
Su-mela başrahibi Spinthiropolos, Ağursa Hris-tiyanlarını büyük
bir sıkıntıdan kurtarır. 1839 ve 1856 reformlarıyla getirilen
din hürriyeti, gizli Hristiyanların dinlerini açığa çıkarma
cesareti gösterirler. O zamanki ma-nastır kayıtlarında gizli
Hristiyanların çehre-leri meydana çıkar. Bu resmi kayıtlarda
do-ğum, vaftiz, evlenme ve ölüm kayıtlarında gizli
Hristiyanların Türk adı taşıdığı görül-mektedir” (ÖŞ; Fotiadis)
Bıjışkyan, gizli Hristiyanlık vakası resmen ortaya çıkmadan çok
önce 1817’de yazdığı seyahatnamesinde, Gümüşhane gezisinde,
gizli Hristiyanlardan bahsetmiştir:
“Rumlar, en çok sayısı altmışa kadar yükse-len köylerde oturur.
Rumların içinde “Grom-tsi” denilen bir zümre vardır ki bunlar
yarı Hristiyan yarı Müslüman olup kalben tam bir Hristiyan gibi
ibadet etmelerine rağmen, dışarıya karşı Müslüman gibi
davranırlar. Nesilden nesile hiç değişmeyen bu adamla-rın
imanları da kendileri gibidir” PMN 114.
Bryer, Anadolu Rum toplumunda gizli Hristiyanlığa ilişkin ilk
örneğe, kayıtlarda 1338’de Nicea’da (İzmit) rastlandığını,
Pis-kopos 14. Kalekas’ın, öldürülmeyi göze ala-mayıp, kendi
ifadesine göre kalben Hris-tiyanken, görünüşte Müslüman olmayı
seç-tiğini (F. Miklosich and J. Müller, Acta et diploma graeca
medii aevi sacra et profana, Acta Patriarchatus
Constantinapolitani, I, Vienna 1860, 183-4), 1331 yılında
Osmanlı sultanı Orhan’ın Nicea’yı aldığı zaman as-kerlerine Rum
kızlarıyla evlenmeye teşvik e-dip, Hristiyan Rum cemaatine
kızlarını kay-bettirip, Müslüman nüfusun yeni katılanlar ve
doğurdukları çocuklarla arttığını (Matt-hew, X, 33), John
Covel’in (1638-1722) 22 Şubat 1677 tarihli Nicea raporunda (BM
Add. MS 22914, f.15), Nicea’daki Rumların, başta papazları olmak
üzere ana dillerini bil-mediklerini, yalnızca Türkçe
konuşabildik-lerini, Hristiyanlık hakkında pek bir şey
bil-mediklerini, Osmanlı’nın kuruluş döneminde Bihnia’da, İslam
karşıtı papaz 4. John Kan-takouzenos’un kızını Sultan Orhan’a
verdiği için duyduğu onuru ve herkesin önünde İs-lam’a dönmesi
gibi ilginç örnekler vererek, Rum toplumunun en azından bir
kısmının, gönüllü veya zorla İslam toplumuna katıl-dığını
ispatlamaya çalışır (A.Bryer, Greek historians on the Turks: the
case of the first Ottoman- Byzantine marriage, in The Wri-ting
of History in the Middle Ages. Essays Presented to Richard
William Southern, ed. R. H. C. Davis and J.M. Wallace- Hadrilll,
Oxford 1981, 488).
Fallmerayer, 1840
... Bizans ülkelerinde, insanlar alfabeyle ve din dersleriyle
pek uğraşmazlardı. Bü-yük yığınlar için dinin anlamı oruç tutmak
ve Latinlerden nefret etmekti FLM 115
... Sultanlarla patrikler aynı çıkarı payla-şıyorlardı:
Eski Bizans uygulamasını korumak ve ka-lıcı kılmak. Gerçekte
kilise burada dış gö-rünümüyle Hristiyan toplumu uyutup nispi
paylarla ortaklaşa sömürmek için dünyevi gücün, yani Türk
devletinin yardımcısı ol-maktan başka bir şey değildir FLM 122
Speros Vryonis, 14. yüzyıldan önce, kili-senin cemaat üzerinde
hakimiyetini yitir-diğini ve Anadolu’daki ortodoksların büyük-çe
bölümünün anlaşılmaz bir nedenle ani-den ortadan kaybolduğundan
bahseder (Vr-yonis, Decline, passism: H. Wacher, Der Verfall des
Griechentums in Kleinasien im XIV. Jahrhundert, Leipzig, 1903).
İslam tarihi uzmanı Cahen, Türklerin A-nadolu’ya gelişlerinde
Hristiyanlığın bazı yerli çevreler üzerinde artık güçlü bir
etkisi-nin kalmadığından, fetihler nedeniyle bu çevrelerin
birbirinden daha da kopmaları neticesinde, bu etkinin iyice
azalıp, yerli halkların Müslümanlığa geçmesini
kolaylaş-tırdığını belirtmiştir. Cahen, Selçuklu döne-minde
gayri müslimlere gösterilen hoşgö-rünün bunların İslama
geçmediği anlamına gelmeyeceğini, tutsak ve iğdişlerin dışında,
Gavras’lar hatta Komnen’lerin gibi soyluların bile Müslüman
olduğunu, Mevlana Cela-leddini Rumi zamanında, onun
öğretilerin-den etkilenen Rum halkının topluca İslam’a geçişinin
hayal ürünü olmadığını kaydet-miştir CC 214.
Vyronis, Osmanlılar’ın Anadolu’nun bü-yük bölümünü ele geçirdiği
15. yüzyılda Anadolu’lu Hristiyan çocukları devşirmenin,
Selçuklu gulamlarıyla başlayan 300 yıllık tarihi olduğunu ve
Osmanlı İmparatorlu-ğu’nun çeşitli dönemlerinde Trabzon,
Gem-lik, Bursa, İznik, Maraş, Tokat, Bayburt, Kastamonu,
Kütahya, Manyas, Mihaliç gibi illerden yeniçeri devşirildiğini
kaydetmiştir (Vyronis, 2001: 106)
Vyronis’in değindiği gibi Hristiyanlık ile İslam arasında
yüzlerce yıl süren mücadele boyunca, İslam’a geçme olaylarının,
büyük ölçüde, Müslümanların hakimiyetindeki bir toplumda daha
iyi bir mevkiye ulaşma umu-du olarak görülmüştür. Buna karşılık
birinci sınıf yurttaş olma hakkı tanınmayan bir dini cemaatin
üyesi olarak kalmayı tercih eden pek çok Hristiyan’ın da olduğu
da ortadadır.
Gizli Hristiyanlığın temel sebebi olmasa da Hristiyanların
İslam’a geçmesinin temel nedenlerinden birisi de çocuklarının
devşiril-erek aileden koparılmasını engellemek içindi (Vyronis,
2001: 109)
Thomas Smith’in 1680 yılında yaptığı kayıt ilginçtir:
“Gerçek dindarlar olduklarından, çocuklarını kaybetmemek için
Hristiyanlığı reddetmek zorunda kalan bazı ebeveynler, eğer
yapı-labilecek güçleri varsa, Türklerin açgöz-lülüğünden
yararlanıp çocukları için elli ya da yüz lira ödemeyi göze
alıyorlar” (Vyronis, 2001: 110)
Uzunçarşılı, Trabzonluların kötü karakte-ri yüzünden buradaki
devşirilme işine ara verildiğini, I. Selim döneminde uygulamanın
tekrar başladığını belirtmiştir. Çaldıran sefe-rinde Trabzon’lu
oğlanlar isyankar davranış-lar sergilemişlerdir (Uzunçarşılı,
Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapıkulu Ocakları 1943. Ankara;
Vyronis, 2001: 118)
Trabzon’un fethi sırasında devşirilen 800 gencin dışında, 1526
tarihinde devşirilen 289 kişiden 10 tanesinin Trabzon’lu olduğu
görülmektedir (L. Fekete, Die Siyaqatschrift in der Türkishen
Finanzverwaltung, 1955. Budapeşte I 151-161)
1563 tarihli bir başka belgede yine Trab-zonlu oğlanların
yeniçeri olarak devşirildi-ğini, 1556’da ise sahte belgeler
kullanılarak Trabzon’lu oğlanların devşirilmeye teşebbüs
edildiği kayıtlıdır (Uzunçarşılı, I. 15; Vyronis, 2001: 118)
Bryer, Osmanlı İmparatorluğu’nda gizli Hristiyanlık olgusunun,
sadece Anadolu’ya özgü olmadığını coğrafi dağılım ve yerel
ta-nımlamalarıyla birlikte bildirir:
• Droverstvo (Sırbistan)
• Patsaloi, Apostolikoi, Linovamvakoi (Kıbrıs)
• Laramanoi (Arnavutluk)
• Kourmoulides (Girit)
• Kouroumlides, Stavriotai, Santaoi, Klostoi (Doğu Karadeniz)
• Crypto Maronit (Lübnan)
• Crypto Copts (Mısır) (Bryer, 1988)
1461-1478 arasındaki fetih döneminde Trabzon’lu Hristiyanlar
için Maçka civarında-ki üç büyük manastırın çevresi sığınılacak
güvenli bir yer olarak görülmeye başlandığı görülürken, Lowry,
1583 yılındaki kayıtlar-da koca şehirde görevli iki papaz
görüldü-ğünü bildirmektedir.
Dawkins, gizli Hristiyanların atalarının ölümle İslam arasında
bir tercih yapmaya zorlandığından kimsenin şüphe duymaması
gerektiğini ve bu tercihe zorlananların bü-yük kısmının ilk
şıkkı seçip geçmişi unutup yeni bir hayata başladıklarını,
Stavriotların ise kalplerinde gizlice Hristiyanlığını
yaşat-tığını yazmıştır (R.M. Dawkins, Crypto Chris-tians of
Turkey, Byzantion, 8 (1923), 274)
Constantine Hionidess, ‘The Greek Pon-tians’ adlı kitabında
“Köprülü ailesinin sad-razamlığı ve
Karadenizde derebeylerinin
or-taya çıkmasından sonra (1648) Karadenizli Hristiyanların
konumunun dramatik bir hal aldığını, Rize, Of, Sürmene, Gemora
(bu-günkü Yomra ve Arsin) ve Tonya gibi bir çok bölgede halk
İslama daha fazla şiddet kullanılarak geçirilmeye başlanmıştı”
yaz-mıştır. Bryer, dağlık Gumera’da bulunan Pa-nagia Thetokos
Manastırı’nın kitabesini oku-yunca, 1680 yılında Sürmene’nin
Tsite (Ci-da), köyünden göçen onüç aile tarafından yapıldığını
görmüştür. Sahilin en güzel, en verimli köylerinden biri neden
terkedilmiş ve bu kuş uçmaz, kervan geçmez dağbaşına
yerleşilmiştir? (A. Papadopoulos, AP, 1 (1928), 34; Kant,
laptes, AP, 2481961), 151, 154, 157; Socrates G.Kladas, Athens
1972; Bryer, Isaac and Winfield, AP, 32 (1972-73), 178, 190,
195- 204, pls. 160- 65, fig. 36e).
Bryer, Doğu Karadeniz’de özgürlüğün sı-nırının 1000 - 2000
metreden itibaren baş-ladığını, bu amaçla baskının en yoğun
ol-duğu yıllarda 1500 metrenin yukarısında yerleşim birimleri
kurulmasıyla çözüm bu-lunduğunu belirterek, sorunun cevabını
ver-miştir:
Gizli Hristiyanlar, biri Müslüman diğeri Hristiyanlığa ait iki
isim taşıyorlar, vaftiz oluyor, oruç tutuyorlar, muhtemelen
sün-net de oluyorlardı. Biri Hristiyanlara özgü, diğeri imam
nikahı olmak üzere iki defa evleniyorlardı. Kızlarını,
Hristiyanlara da ger-çek Müslümanlara da vermiyorlardı. Her
iki-si de sırlarının ortaya çıkmasına ve öldürül-melerine sebep
olabileceğinden (bir Müslü-man’ın Hristiyanlığa geçmesinin
cezası Şe-riat kanunlarına göre ölümdü) kendi gibi olanlarla
muhtemelen akrabalarıyla yada en yakın köydeki Stavriot’larla
evleniyorlardı. Müslüman ailelere kesinlikle kız vermeyen
Kromluların, Müslüman gelin alıp Hristiyan-lığa döndürdükleri
bilinmektedir.
Andreadis, Krom’lı Murtaza Efendioğlu Aziz Ağa’nın, İspir
Keleverik’ten bir Müs-lüman kızıyla evlendikten sonra karısını
Sü-mela Manastırında vaftiz ettirip, Sophia a-dıyla Hristiyan
yaptığını, kızın ailesine duru-mu anlatmasının ardından olayın
örtbas e-dilmesinin büyük miktarda para ve yalancı şahitlikle
sağlandığını bildirmiştir GDT 34.
Johannes Schiltberger, 1394-1427
Bir Hristiyan nasıl Müslüman olur?
Bir Hristiyan Müslümanlığı kabul etmek isterse yapacağı ilk işi,
bir parmağını kaldı-rıp şu sözleri söylemesi gerekir:
La il lach illallach, Muhammed onun ger-çek elçisidir”.
Bunu söyleyince onu en büyük papazın (Müfti) önüne götürürler.
Orada, bu kimse aynı şeyleri bir daha söyler ve Hristiyanlığı
reddeder. Bundan sonra ona yeni bir kı-yafet giydirirler ve
papaz başına yeni bir bez (sarık) sarar. Bunu, Müslüman olduğu
anlaşılsın diye yaparlar, zira Hristiyanlar başlarına mavi,
Yahudiler ise sarı bez bağ-larlar.
Sonra papaz bütün oradakilere hazır-lanmalarını ve atı
olanların, atlı olarak yü-rüyüşe katılmalarını emreder. Bu emir
o bölgedeki bütün hocalar için de geçerlidir. Hepsi toplanınca,
Müslümanlığa geçen kimseyi ata bindirirler, basit halk önden
yürür, din adamları arkadan yürürler. Bu arada borular, davullar
ve zurnalar ça-larlar. İki hoca yüksek sesle “Thary wirdur,
messe chuluchur, maria(lara) (kara) basc-hisur machmet
kassuldur” diye bağırırlar ki anlamı şudur: “Tanrı birdir, Mesih
(İsa) kuludur, Meryem kızıdır*, Muhammed en büyük peygamberdir”.
Mühtedi şehrin bütün sokaklarını do-laştıktan sonra, onu camiye
götürürler ve orada sünnet ederler. Fakirse büyük öl-çüde mal,
eşya toplayıp kendisine verirler. En yüksek beyler, onu
özellikle onurlan-dırırlar ve zengin ederler. Bunu yapma-larının
nedeni Hristiyanların Müslümanlığa kolay dönmesini
sağlamaktır...
SCH 165-66
* doğrusu “Meryem karabaşıdır” (kadın kuludur) olmalıdır.
Ramazanlarda camiye gidiyor, Hristiyan-lara özgü bir törenle ama
Müslüman mezar-lığına ve büyük ihtimalle “tabutla”
gömülü-yorlardı. Gerçek Müslümanların önünde Hristiyanlardan
“domuz” diye bahsediyorlar-dı AB1 21
Devlete karşı Müslüman gibi görünen Stavriotlar, Hristiyan
inancını sürdürebilmek için yeraltında, mağaralarda ve korunaklı
yerlerde şapeller inşa ediyorlardı (Pek çok örneğinin yanısıra,
Maçka’nın Haçavera kö-yünde, içleri fresklerle bezenmiş, bahçe
du-varı görünümüde ve iyi durumdaki iki tanesi bugün dahi
görülebilir)
Camiden çıkıp şapele giden bu ikili inanç sisteminde hem papaz
hem imam olan ru-hani liderlerin sayısını küçümsememek ge-rekir.
Stavriotların çocuklarını vaftiz etmesi zordu, çünkü bir çok
köyde papaz yoktu. Genellikle geceleri bu işin yapılabileceği en
yakın Hristiyan köyüne gitmek, gün doğ-madan geri dönmek
gerekiyordu. Evlen-meleride ayrı bir problemdi. Evlerine bir
papaz çağırmaları gerekecekti. Bu tür işler Santa gibi gerçek
Müslüman yaşamayan bölgelerde önemli değildi ama bir kaç ku-şak
önce İslama samimiyetle geçmiş köy-lülerle birlikte yaşanan
yerlerde çok teh-likeliydi. Bir Müslümanın evine papaz girdiği
görülürse o ev halkının sonu gelmiş demek-ti. En büyük sorun ise
gömülmeydi. Bir çok stavriot köyünde imam aynı zamanda papaz
olduğundan bu tür törenler gece yarısı ya-pılırdı. Ramazanlarda
devlet her köye ger-çek bir imam gönderirdi. Bu ay ölenleri
gö-merken gerçek imamı şüphelendirmemek gerekiyordu. Stavriot
papaz-imamlar, Türk-çe'yi ve Kur'anı mükemmel bir şekilde
bilir-ler ve gelen imamları şüphelendirmezlerdi.
Gümüşhane kökenli ve ataları gizli Hris-tiyan olan Yorgo
Andreadis “Gizli Din Taşı-yanlar (The Cryptochristians)” adlı
kitabında 1700 yılında nüfusa, madenlerdeki güvenli yaşama ve
halkın belli düzeydeki gelirine rağmen, Kromni’nin köylerinden
hiç birinde cami ya da kilise olmadığını, her evin, giz-lice
ibadet edebildiği bir mabete sahip oldu-ğunu belirttikten sonra
bu evleri ve özel mabetleri tasvir etmiştir:
“Mabetler genellikle yeraltındaydı ve in-sanlar, gizli bir
içkapıdan aşağıya inerlerdi. O da ikonlar ve şamdanlarla
doluydu. Hris-tiyanlar dua ve ayin için orada biraraya ge-lirdi.
Gizli Hristiyanlar aynı Osmanlılar gibi giyiniyordu ve konak
olarak adlandırılan evleri Osmanlı’larınkine benzerdi. Genelde
evler iki katlıydı. Dış cepheleri mavi boyalı olup, basit
geometrik figürler veya geo-metrik çiçek tasvirleri taşırdı. Bu
evler ger-çek Osmanlı konaklarından hiç bir fark içer-mezdi.
Zemin kat hayvanlarını, sığırlarını ka-pattıkları ahırdı...
Molla Süleyman’ın evi, Varenu’da iki katlı bir konaktı. Dik bir
yo-kuşa inşa edilmişti, dolayısıyla zemin katın yarısı neredeyse
yamaca gömülüydü. Yal-nızca ağılın kapısı yerle aynı düzeydeydi.
Molla’nın kilisesine üst kattaki bir odadan açılan gizli bir
kapıdan girebilirdi. Gizli kapı, birisi odaya girdiğinde
anlayamaması için hep çeşitli objelerle örtülürdü. Kullanılacağı
zaman ev kapatılır, gizli kapı açılır, böylece Hristiyanlar
kiliseye inebilirdi. Molla’nın kili-sesi ikonlar ve şamdanlarla
doluydu ve Mol-la Süleyman atanmış bir Hristiyan papazıydı.
Trabzon başpiskoposu III. Dorotheos ta-rafından atanmıştı” GDT
27-28
Bununla birlikte Müslüman ve gizli Hris-tiyanların ortak
yaşadıkları köylerde, Müslü-manların komşularının durumdan
hepten habersiz olmadıkları da ortadadır. Brende-moen’in
textlerinden birinde bu durum ay-dınlanmaktadır:
“sora onları˚n papazları var ıδıler/Bazi yerlerde/küzli yapay
hocaluk/tünel yapmiş evlerin altında tünäł/Bakarsin ki orda
çüppei Giymiş giti˚ kuranları okuyu Beş vakıt näma:zini kılay
kuran okuyi/ terdile ki bi şey deman kese[r]ler kafamỊ/tin budύ
dedi arGadaş/Dünyayi temizleyen budύ dedi/ oyle var_ıdıa/rum
idiler ama rumun hocasi papaz rumun hocasύna derler/ anlaymisύn
hocalarỊ Dini hocalari yani/ paBazdile hep şaş maş brakar bόyle
Başında boyle bi tenÇere var/onların Bi kỊsmi/tunnel ya-Ba[r]di
evunỊn kenarỊnda/orda mi˚slii-ma:luk hocaluk Dervişuk/o yanda
BaBaz/ fakat burden bi tύrk sürecek ama Bu turk deil/yani
BaDişala zamanỊ” Text 77 (Maçka, Galyan Mesahor)
18 Şubat 1856 tarihinde Abdülmecit’in Paris anlaşmasını
imzalaması ve 30 Mart’ta arkasından gelen Hatt-ı Hümayun
ülkedeki Hristiyanların kendilerini güvende hissetme-lerine
sebep olmuştur. Zorla veya Müslü-man vatandaş olmanın
avantajlarından ya-yarlanmak amacıyla bir şekilde Hristiyan
oldukları halde, İslam görünen Stavriot’lar bu güven sonucu,
Batılı ülkelere durum-larının incelenmesi için başvurmuş,
İngiliz Büyükelçiliği, Trabzon’daki Vice-Konsül’den detaylı
rapor istemiş. Hazırlanan raporda sadece Krom’da bile 17.260
gizli Hristiyan (Koromlis) yaşadığı belirtilince olay gerek
Osmanlı sarayı, gerekse Batı enteliyan-siyasında bomba gibi
patlamıştı. Trabzon’lu Müslümanlar bu inanılmaz olayı bir atma
türküyle dile getirmişlerdi:
“Uzun Sokak, çamur oldi, Kromlilar gavur oldi” (R.Janin,
Musulumans malgre eux: les Stavriotes, Echos d’Orient, 15. 1912,
501)
İngiliz Dış İşleri, sonradan hazırladığı sözlükle tanınacak Sir
James Redhouse’ı tercüman olarak kullanmış, William Gifford
Palgrave (1826-88), Krom’a 1867’de H. B. M.’nin temsilcisi
olarak gitmiş ve parlamen-toya sunulması için detaylı bir rapor
hazır-lamıştı. Bryer’a göre Hellenlerden pek hoş-lanmayan ve
ırksal nedenlerden dolayı on-ları küçümseyen Palgrave aynı bakış
açısını Krom’lulara karşı da sürdürmüştü (Bryer, 28).
Fallmerayer, 1840
Yenilgiye uğrayanların yoksulluğu, ca-hilliği ve yasal olarak
aşağılanması, Türk üstünlüğünün en mükemmel enstrumanla-rıdır.
Kolhis’te ve Küçük Asya’nın içlerinde Hristiyan olmak gerçekten
kepazeliktir; ki-birli Avrupalı bizim inancımızın birinci
er-demi olan alçak gönüllülüğü ve özveriyi uygulamak için en iyi
fırsatı bu yörelerde bulur. Hristiyanlık burada öylesine
yenilmiş ve ezilmiştir ki, hiç bir koşulda kendi gü-cüyle tekrar
ayağa kalkması düşünülemez. Varoşların ve kötü pis köşelerin
dini ol-muş, oysa kaledeki, şehrin yüksek süslü yerlerindeki ve
çiftliklerindeki halkın hepsi Türkçe konuşuyor ve İslamiyete
inanıyor. Bu saygın, zengin ve güçlü olma ayrıca-lığına
Anadolu’da bir de Müslümanların Hristiyan taraftarlarına olan
sayısal üstün-lüğü ekleniyor. Bu durum Hristiyanların u-mudunun
sönüp kalplerinde sadece in-tikam duygusunun kalması noktasına
var-mıştır. Osman’ın soyundan intikam alan herkes, tanrının bu
ülke için seçtiği en gü-zel efendidir....
Trabzon, Türklere teslim olduğu za-man, ülkede çok sayıda
Hristiyan bulunu-yordu. Kıyı boyunca bir dizi iyi tahkim
e-dilmiş şehir ve kale, zengin, güçlü, giril-mesi mümkün olmayan
surlar içinde otu-ran feodal soylular ve İslamiyete karşı
ye-nilmez bir husumet vardı. O zaman mağ-lup edilenlerin
özgürlüğüne ve mülkiyetine saygı duyulsaydı, bugün Kolhis’teki
Türk egemenliği nasıl olurdu? Sultanın muame-lesi basit, enerjik
ve kararlıydı, ancak Hris-tiyanlık ve esasen insanlık ahlakına
ters düşüyordu FLM 176
Palgrave, Krom’luları “yılan kuyruğu, kavgacı, yobaz, dar
kafalı, huysuz” olarak tanımlamıştır. Palgrave’in yazdığı rapora
gö-re Kromlular, Ksenofon’un, Anabasis’de bahsettiği antik bir
ırkın temsilcisiydi. Palg-rave’in (1868) hazırladığı raporda,
Krom bölgesindeki 98 köyde yaşıyan 30.526 kişi-den 12.066’sının
gizli veya açık Hristiyan, 18.460’ının ise Müslüman olduğunu
belirt-mişti. Alex Stevenes’in 30 Ağustos 1857 ta-rihinde
Trabzon’da hazırladığı raporda ise köy köy gizli Hristiyan hane
sayısı belirtil-mekteydi.
Gizli Hristiyanlar 19. yüzyılda Torul (Ar-dasa) kazasında,
Kromni (Krom) bölgesin-de, Sümela Manastırının çevresindeki
köy-lerde, Stavride yaşamakta ve çoğunlukla madenlerde
çalışmaktaydılar. Bu yüzden A-nadolu’nun çeşitli yerlerinde
açılan maden-lerde çalışıyorlar ve pek çok madende işçiler
aralarında Karadeniz Rumcası konuşuyordu NAK 225.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, Tanin ga-zetesinin Anadolu’ya
gönderdiği Ahmet Şe-rif’in Gümüşhane’de aldığı notlar bölgedeki
hristiyan unsurların büyük ölçüde Türkleş-tiğini ortaya
koymaktadır: “Gümüşhane hal-kı, İslam, Ermeni ve Rum’dur. Hemen,
ge-nellikle konuşulan dil, Türkçedir...Ben Er-meni köylerini,
bütün anlamıyla Osmanlı buldum. Kendilerinde, gerçek ve samimi,
vatandaş ruh ve duygusunu gördüm. Yalnız İslam köylüler gibi,
onların da pek çok ezilmiş bulundukları, hayatlarını o kadar
ko-laylıkla kazanmamakta olduklarını, özetle, pek rahat
yaşamadıkları, her şeylerinden fark ediliyor ve seçiliyordu...
hayat şartları geçim biçimi, usul ve âdetçe Ermenilerle İslamlar
arasında hiçbir fark olmadığını” da dile getirmektedir” AHT I
331
İstatistikler: ........... İstatistikler ve yazının geri
kalan kısmı ansiklopediden aktarılmamıştır.
Kaynak: Özhan Öztürk.
Karadeniz Ansiklopedik
Sözlük. Heyamola yayıncılık, İstanbul. 2005. ISBN: 975-6121-00-9.
*Yazarın izniyle Kısaltılarak
aktarılmıştır. Tüm yasal hakları saklıdır ve kaynak gösterilmeden alıntı
yapılamaz.
|