RESİMLER
| |
GEREKLİ
LİNKLER
| |
|
|
|
|
| |
|
|
TRABZON’UN BAZI
YÖRELERİNDE DOĞUMLA İLGİLİ ADET VE İNANMALAR - Gülsen BALIKÇI
GİRİŞ
Yaşamın üç önemli bölümünden ilki olan doğum dünyanın her
yerinde ve her zaman sevindirici mutlu bir olay olarak kabul
edilmiştir. Dünyaya gelen her çocuk sadece ailesi için değil
yakın çevresinde bulunan herkes için de büyük önem taşımaktadır.
Çünkü her yeni doğan çocuk; ailenin, akrabanın, soyun – sopun
kısacası ait olduğu topluluğun sayısını artırmakta. Bu da
özellikle geleneksel toplumlarda gücün dayanışmanın artması
anlamına gelmektedir.
Doğum olayı hem kadın, hem de erkek için toplumsal açıdan da
önem taşımakta; her ikisine de grup içerisinde saygınlık ve yeni
bir statü kazandırmaktadır. Çünkü çocuğu olamayan kısır kadın
grup içerisinde ne kadar ezikse, çocuğu olmayan erkek de aynı
derecede rahatsıdır.
Yukarıdaki nedenlerden dolayı, anneye benlik, babaya güven,
akrabalara, temsil ettiği gruba kuvvet kazandıran, ve yaşamın
başlangıcını oluşturan, doğum olayına halk yaşamında büyük önem
verilmiş, doğum ve doğumla ilgili safhalara bir takım geçiş
törenleri eşlik etmiştir.
Halk inanmasına göre insanlar tüm geçiş dönemlerinde olduğu
gibi, doğum olayında da zararlı dış etkilerle ve doğa üstü
kuvvetlerden gelen, tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadırlar.
Bu tehlikelere karşı koymak içinde birtakım dinsel ve büyüsel
uygulama ve pratiklere baş vurmaktadırlar. Bu uygulamalar
hamilelik öncesinden başlayarak, hamilelik sırası ve hamilelik
sonrasına kadar uzanan çok geniş bir tabloyu kapsamaktadır.
Konuyla ilgili olarak yapılan araştırma Trabzon ilçe ve
köylerinde; 14 – 26 Temmuz 2002 tarihleri arasında
gerçekleştirilmiştir. Bilgiler direk kaynak kişilerle yapılan
görüşmelerle tespit edilmiş, tespit edilen bilgiler metin
içerisinde kaynak kişiden alındığı şekilde, içeriği bozmadan
cümleler düzenlenerek verilmiştir.
HAMİLELİK ÖNCESİ
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de kadının gelin gittiği evde
saygınlık kazanması, yerini sağlamlaştırması,analık zevkini
tatması, soyun devamını ağlaması kocasının gözüne girmesi, söz
sahibi olması, bulunduğu kültür içerisinde yeni bir statü ve
pestij sahibi olması için kısa zamanda çocuk sahibi olması
istenmektedir. Ailedeki her doğum ailenin akrabanın sayısını
artırmakta, sayının artması da kültür içerisinde gücün
dayanışmanın artması anlamına gelmektedir. Anadolu’nun bir çok
yöresinde olduğu gibi “çocuk ailenin temelidir, ocak tutturur”
bakış açısı Trabzon’da da; yaygın bir düşünce olarak toplumun bu
konudaki değer yargısını açığa vurmaktadır.
Bu bakış açısı geçmişte daha katı olarak hayata geçirilirken,
günümüzde de geçerliliğini sürdürmesine rağmen daha esnek bir
görünüm arz etmektedir.
Araştırma yöresinde anne ve babalar soyun sopun artması,
çocuklarının bir an önce çoluğa çocuğa karışması, bir an önce
torun sahibi olarak torun sevgisini tatmak, çocuklarının
mürüvvetini görmek için çocuklarını bir an önce evlendirmek ve
onların da bir an önce çocuk sahibi olmalarını istemektedirler.
Bu istek doğrultusunda yörede tespit edilen kaynak kişi
bilgileri şöyledir.
“ 5- 110 sene bekleyen vardır. Ama genellikle 4- 5 sene sonra
burada çocuk aramaya düşülmektedir.”(Tonya Melikşah Köyü)
“3- 4 yıl çocuk olmasa kaynanalar hemen telaşa düşer.”(Trabzon
Merkez Faroz Mahallesi)
“senesine kadar hamile kaldı kaldı, kalmadı çare aramaya
başlarız.”(Şalpazarı Geyikli köyü)
“!0 yıla kadar beklenir. Olmazsa adam evlenir”(Şalpazarı Geyikli
köyü)
“Eskiden 1-3 aylık gelin oldun mu hemen gelinin hamile kalıp
kalmadığı araştırılmaya başlanırdı. O zaman doktora gitme ilaç
kullanma yok. Bir sene beklenir, sonra çocuk aramaya düşülür.”
Araştırma yöresinde geçmişte ekonomik nedenlerden dolayı.
Çocukların ev işi ve bağ bahçe işlerinde şi gücünden
yararlanmaya yönelik olarak ve korunma yöntemlerinin bilinmemesi
nedeniyle çok çocuk sahibi olunmaktaydı. Ancak günümüzde değişen
ekonomik yaşam ve geçlerin korunma yöntemleri konusunda daha
duyarlı olmaları nedeniyle çocuk sayısı ortalaması üçe kadar
düşmüştür.
Kısırlık ve kısırlığı giderme;
Toplumumuzun geleneksel kesiminde başka bir deyişle erkeğin
egemen olduğu yörelerde kusur çoğu zaman kadında aranmaktadır.
Bu nedenle erkekten önce kadının birtakım çarelere baş vurarak
kısırlığını gidermesi gerekmektedir. Bu uygulamalar; dinsel
büyüsel nitelikte olanlar, halk hekimliği kapsamına girenler ve
tıbbi sağaltma alanına girenler olmak üzere genel olarak üç
grupta toplanmaktadır.
Geleneksel kültürde çocuğu olmayan kadın ve erkeklerle ilgili
söylemler ve özellikle de kadının kısırlığını önlemeye yönelik
uygulama ve pratikler yoğunluk taşımaktadır.
Araştırma yöresinde çocuğu olmayan kadına için;“kısır”,”çocuğu
olmayan kadın”,”kurubaş”, “katır cinsi” gibi tanımlamalar
kullanılmakta çevre ve aile içerisinde çeşitli davranışlarla
horlandığı durumlar olmaktaydı.
Bu konuda tespit edilen kaynak kişi anlatıları aşağıda yer
almaktadır.
“Burada çocuğu olmayan kadına kısır derler. Kavgalaşıken yüzüne
vurular iyi olsan çocuğun olurdu, Allah sana çocuk vermedi seni
sevindirmedi derler”(Tonya Melikşah köyü)
“Kısır, kuru baş derler birisiyle çekişirken iyi olsan çocuğun
olurdu, kuru başlı olmazdın derler.çocuğu olmayan kadın ev
içinde de çok horlanır, gelin kaynanasına karşı çok çekimser
durur. Ama artık öyle değil. ”(Şalpazarı Geyikli köyü)
Trabzon’da kadının gelin gittiği evde saygınlık kazanması,
kocasının gözüne girmesi, yerini sağlamlaştırması, analık
zevkini tatması, soyun devamını sağlaması için hemen çocuk
doğurması beklenir. Geçmişte iki üç yıl çocuk olmadığı zaman
önce kadın suçlanırdı, kadının tedavisine yönelik dinsel,
büyüsel ve köy ebelerinin yardımlarına yönelik halk hekimliği
uygulamalarına baş vurulurdu.
Geçmişte yoğun olarak günümüzde de zaman zaman yapılan bu
uygulamalara bazı örnekler vermek istiyorum. Ancak şunu
özellikle belirtmek isterim bu uygulamaların tümü halktan
doğrudan doğruya tespit ettiğim bilgileri içermekte ve bilgiler
halktan tespit edildiği şekilde verilmektedir.
Çocuk olması için ;
“Burada eskiden çocuğu olmayan kadınlar önce ebe kadına giderdi.
Ebe kadın parmaklarıyla bakar, yapacağı bir işse yapar,
yapamayacaksa doktorluksun derdi.” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Eskiden hep kadın suçlanırdı burada, o zaman yük çok taşınıyor,
yük olunca üşütüyorsun, ıslanıyorsun, terliyorsun, o şekilde de
ahura (ahıra) gidiyorsun onun için eskiden kadınlara çocuk
olmazdı. Ama şimdi artık erkekte de suç oluyor. Neden
anlamıyorum şimdi ilaçlı (hormonlu) şeyler çok yeniyor, çok çay
içiliyor ondan her halde” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Rahim ağzına bir buğday tanesinin yarısı kadar göz taşı konur
kadın bu şekilde sabaha kadar yatar. Göztaşı rahimdeki iltihabın
sökülmesini ve kapalı olduğu düşünülen kanalların açılmasını
sağlar. Sarımsak, zeytinyağı, inek yağı karıştırılarak bir darı
tanesi büyüklüğünde bir beze sarılarak oracığa ( rahme) konur bu
da iltihabın sökülmesine yönelik bir uygulamadır.kadının
üşütmesi olduğu zamanda süte kaldırık kökü konur, iyice
kaynatılır, kadın onun sıcağına oturur.” (Şalpazarı Geyikli
köyü)
“Isırgan otu, arpa, kül büyükçe bir kazanda su ile kaynatılır,
çocuk sahibi olmak isteyen kadın başına kazanı da kapatacak
büyüklükte bir çul alarak bunların buğusuna oturur iyice terler
daha sonra yatar bu uygulamayla kapalı olan kanalların açılacağı
düşünülmektedir.”(Şalpazarı Geyikli köyü)
“Rahim ağzının kapalı olması halinde; ceviz yaprağı, ısırgan
otu, anık yaprağı suyla kaynatılır kadın onun buğusuna oturur.
Rahim bu yolla yumuşatıldıktan sonra köy ebelerinin yardımıyla
rahim eğercekle açılır. Daha sonra pamuğa rakı konarak rahme
bırakılar.bu kadın adet görüp temizlendikten hemen sonra
yapılıyor, çünkü o sırada rahim alçalma yapıyor, aşağıya yakın
oluyor ” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Çocuğu olmayan kadının köy ebeleri uşaklık düzeni olup
olmadığını kontrol etmek için rahmine bakar, çocuğu olmayan
kadın su buğusuna oturtulur.” (Şalpazarı Simenli köyü)
“Kadın süt buğusuna , bartın otunun buğusuna oturtulur”
(Şalpazarı Geyikli köyü, Merkez Faroz Mahallesi)
“Kabak haşlanır kadın buğusuna oturur”(Araklı Kestanelik köyü,
Merkez Faroz Mahallesi)
“Lolayda, kara yemiş yaprağı siren suyla kaynatılır kadın onun
buğusuna oturur.bunlar adetin son günü yapılmaktadır.”(Akçaabat
Acı su köyü)
“Eğer kadının soğuklaması varsa çarşıdan alınan gemi zifti
eritilir, bal mumuyla muşamba yapılarak kadının karnına ve
beline sarılır. Bu uygulama arka arkaya üç gün yapılmaktadır.
Bunlar kadın adet görüp üç gün üstüne yıkandın mı hazne açık
oluyor ya, yumurtalığın ağzı açık oluyor ya onun için o zaman
yapılıyor. ”(Maçka Çeşmeler köyü )
“Çocuğu olmayan kadınlar eskiden ebeye giderdi, ebeler
soğuklaması var derdi. Soğuklama geçsin diye, arpa kazanda bir
güzel kaynatılır, yakmayacak hale gelince kadın onun buğusuna
oturur. Bir de kül suda kaynatılır, külü süzdürülür gelin iki üç
sabah o külün içerisinde oturur.”(Maçka Çeşmeler köyü)
Kaynak kişi anlatılarına göre yukarıdaki uygulamaların tümü,
çocuk olacak kanalların açık olması ve yapılanlar uygulamalardan
daha iyi sonuç alınacağı düşüncesiyle adetin sun günü kadın
temizlendikten sonra yapılmaktadır.
Konuyla ilgili olarak dinsel büyüsel uygulamalar da yoğunluk
taşımaktadır.
“Yörede yeni gelini ve yeni doğum yapan kadını cenaze basacağına
bundan dolayı da çocuğunun olmayacağına inanılmaktadır. Bu
nedenle çocuğu olmayan kadın üç sabah aç karınla yeni mezara
basar. Basarken de; - şimdiye kadar sen bastın beni şimdiden
sonra da ben seni basıyorum der. ve ölünün yıkandığı artık
sabunla yıkanır. İlk doğumunu yapan bir kadının eşine sıcak
sıcak oturur. Kadın üç sabah avat adlı dikenin altından
geçirilir.”(Merkez Faroz Mahallesi)
“Kadının nazardan dolayı çocuk sahibi olamadığı düşünülüyorsa
ananın Fadime adlı ilk kızı ayın eskisinde cumartesi günü –avat-
adlı bir baştan bir başa uzanan dikeni kaldırır, kadın onun
altından üç defa geçer, daha sonra bu dikenden üç parça keserek
dereye atar, atarken de; Cenab- ı Allah bu su gibi bana çocuk
versin der. Yörede iki nikahlı kadın kırk gün içerisinde
karşılaşırsa birinin öbürünü basacağına, basılanın çocuğu
olmayacağına inanılmaktadır, böyle durumlarda ise basılan
dereden toplanan 41 tane taşla yıkanmaktadır.” (Akçaabat Acı su
köyü)
Araştırma yöresinde yapılan çalışmada kısırlığı gidermeye
yönelik uygulamaların Anadolu’nun bir çok yöresiyle benzerlik
gösterdiği görülmektedir. Dinsel büyüsel uygulamaların ise
özellikle büyüsel işlemlerde ise temas büyüsünün etken olduğu
saptanmıştır.
Günümüzde ise çocuk olmaması halinde kadın ve erkek aynı
derecede sorumlu tutulmaktadır. Modern tıp geleneksel
uygulamaların önüne geçmiş durumdadır. Ancak yapılan araştırmada
geleneksel uygulamaların eskiye oranla çok az olmasına rağmen
günümüzde de devam ettiği saptanmıştır.
Çocuğun yaşamasına yönelik uygulama ve Pratikler:
Kadının çocuğu yaşamıyor ya da karnında durmuyorsa bunu önlemeye
yönelik yörede dinsel ve büyüsel içerikli bir takım pratiklere
baş vurulmaktadır.
Çocuğun yaşamasına yönelik kaynak kişi açıklamaları da şöyledir.
“Çocuk yaşamıyorsa nazardandır denir. Yedi kapıdan yedi yonga
toplanır, yongaların toplandığı yedi kapıdan yedi kişinin iç
çamaşırının bağından alınır, yakılarak çocuğa tütsü yapılır.”
(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Çocuğun annesi çocuğa hiç süt vermez onu başka emzikli bir
kadın emzirir. Ancak emziren kadın süt vermek için kocasından
izin almak zorundadır. Çünkü süt erkeğindir, erkek izin vermezse
kadın başkasının çocuğunu emziremez.” (Akçaabat Acı su köyü)
“Bir kilit alınır 41 yasin okunarak kadının beli zincirle
bağlanır, doğum sancısı tuttuğu zaman kilit açılır.”(Tonya
Melikşah köyü)
“Yaşamayan çocuk anadan babadan miras kalan miras kalburundan
geçirilir, çocuk doğunca yere bırakılmaz doğrudan kalburun
içerisine alınır, bunun yanı sıra sabah namazında çocuk sınıra
bastırılır. Ayrıca çocuk miras kazanından, miras zincirinden,
miras sac ayağından geçirilir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
Bu uygulamalar içerisinde kadının belinin demir zincirle
bağlanması demirin sağlamlığının çocuğa geçmesi, çocuğu miras
kalburuna koyma vb uygulamalar miras kalan kalbur gibi çocuğun
kalıcılığını sağlamaya yönelik büyüsel bir işlem olarak
karşımıza çıkmaktadır.Yedi sayısının da hem dinsel hem de
büyüsel bir güç olarak bu uygulamalar içerisinde kullanıldığı
görülmektedir.
HAMİLELİK SIRASI
Kadının hamile kalması tüm topluluklarda sevindirici bir olay
olarak kabul edilmektedir. Geleneksel topluluklarda hamilelik
aile içerisinde büyüklerden gizlenmeye çalışılır, gelin bunu
genellikle kocası, kendi yaşına yakın aileden birisiyle
paylaşır, kayınvalide hamileliği onların aracılığıyla öğrenirdi.
Kadın hamileliği sırasında çevresinde bir çeşit hasta olarak
kabul edilir ve buna göre işlem görür. Başka bir deyişle, hamile
kadının bağlı bulunduğu çevrenin kültürel değerleri, kadını
hasta kategorisine sokmakta ve ona hasta gibi davranmaktadır.bu
durumda kadını hamileliği sırasında bağlı bulunduğu kültürel
ortamın geçerli saydığı işlemlere uymaya zorlamaktadır.
Anadolu’da hamilelik genel olarak; “hamile”,”gebe”,”yüklü”
olarak ifade edilmektedir. Araştırma bölgesinde ise hamilelik bu
söylemlerin yanı sıra; “iki canlı”, ağır ayak” şeklinde ifade
edilmektedir.
Hamileliğin anlaşılması ve aş erme:
Hamile kadın halk anlatımıyla özellikle; hamile kaldığı
anlaşılıp aşerme aşamasına geldiği zaman bazı şeyleri yapmaktan,
özellikle belirli nesneleri yemekten, kaçınır ya da tersine
belirli nesneleri yemeye daha çok özen gösterir. Bu türden
yiyecekler fizyolojik bakımdan, kadının bünyesindeki kimi
maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmekte ve
içilmektedir.
Aş ermek; halk arasında hamile kadının kimi yiyecekleri canı
çekmesi ve onları yemekten kendini alamaması olarak
bilinmektedir. Trabzon’da halk arasında; aş eriyor, aş yeriyor,
vakitsiz, yerikli, yerindili, yeriği çıkmış, yerik seçme, yeriğe
kalma şeklinde, ifade edilmektedir
Hamileliğin anlaşılmasına yönelik tespit edilen kaynak kişi
anlatıları şöyledir.
“Anan halımız, ay başımız kesildiği zaman başlarız falan şey
olsa da yesek demeye, buna aş erme denir. O zaman anlıyoruz ki
çocuğumuz var”(Akçaabat Acı su köyü)
“Kirlenmezsin tam ayına gelirsin kirlenmezsin. Kırk günde
başlarsın aş ermeye . yemek için ekşi bir şey ararsın ya da
tatlı bir şey yiyemezsin. Bir yemeği yerken onu ikra edersin. O
zaman anlarız ki hamileyiz kaynanaya belli etmemeye çalışırız.
Eskiden çocuk dört beş aylık olana kadar kaynanaya bir şey
söylenmezdi, saygı vardı. Bazı kaynanalar gelinin çok
uyumasından, çok yemek seçmesinden gelinin hamile olduğunu
anlardı.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Ayımız şaştı mı uşağa kaldık, yeriğe kaldık deriz.”(salpazarı
Simenli Köyü)
“İki ay saptı mı, iki ay yıkanmadın mı, çocuk var denir
şüphelenmeye başlanır. Ancak beş ay olup çocuk oynadığı zaman
kesin emin olunur çünkü bazen iki ay geçti mi de kirlenebilirsin
buna biz kan ikizi deriz”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Aş erer, midesi bulanır, istifra eder evvel kaynanalara
söylenmezdi, saygı vardı. Karnı büyüyünce kaynana anlardı”(Tonya
Melikşah köyü)
“Uşağa kaldık mı ayım şaştı, yeriğe kaldık deriz”(Şalpazarı
Simenli beldesi)
Çocuk düşürmeye yönelik uygulama ve pratikler:
Trabzon’da geçmişte istenmeyen hamilelikler ya doğumla
sonuçlanır ya da halk hamileliği kendi yöntemleri ve kulaktan
duyma bilgilerle sonlandırmakta, bazen başarılı olurken bazen de
bu uygulama yapanın hayatına mal olmaktaydı. Bu konudaki
uygulamaların da Anadolu’nun bir çok yöresinde baş vurulan
yöntemlerle yakın benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir.
“Karına taş bastırılır, kibrit çöpüyle rahim
karıştırılır.”(Merkez Faroz mahallesi)
“Zehirli olan sifin yaprağının odunu kırılır rahme konur, ağır
yük kaldırılır.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Sırım ağusu kabuğu soyularak rahimden içeri sokulur, üç tarafı
kan oldu mu çocuk iner, ana çocuğun düşmesi için hav(küçük)
olması gerekir.” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Pancarın sapçığıyla, tavuğun kanadıyla çocuk düşürülür. Kadın
ağır yük taşır, birde sarmaşık diye zehirli bir ot var o
kaynatılır, onun sıcağına durulur. Böylece çocuk zehirlenerek,
ölür ve düşer. Karna taş bastırırlar. Burada bir kadın vardı
sarmaşığın sıcağına oturdu, sonra tavuğun kanadını rahme soktu.
Kanat rahme kaçtı kadın öldü” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Çocuğun düşmesine,çocuk kesildi denmektedir.”(Mçaka Çeşmeler
köyü)
“çocuk düşürmeye kestirme denir. Kesilsin diye karın bir yerlere
sürtülür. Domuz ağışağı diye ormanda bir ot var, o ot dövülerek
bir yamacığa sarılır ve rahme konur.”(Akçaabat Acı su köyü)
Günümüzde konuyla ilgili olarak modern tıp yöntemlerine
başvurulduğu tespit edilmiştir.
Aş erirken ve hamileyken yapılan uygulama ve pratikler:
Doğumun önemli bir aşamasını oluşturan aşerme ve hamilelik
sırasında kadının etrafında oluşan, yapması ve yapmaması gereken
bir dizi davranış kalıbı günümüzde de geçerliliğini
sürdürmektedir. Bu davranışların kökeninde doğacak çocuğun
fiziksel yapısını, kişiliğini ve geleceğinin etkileneceği inancı
yatmaktadır.. Bu uygulamalara Trabzon’da tespit edilen aşağıdaki
örnekleri verebiliriz.
“Kadın aş erirken ve hamileyken canı ne isterse yer ki çocuk
eksik olmasın. Hamile kadın nar ciğer yedikten sonra bir yerine
ellemez, ellerse çocuğun aynı yerinde leke olur. Sakız çiğnemez
çocuk kakalı olur. ” (Trabzon, Merkez, Faroz)
“Hamile kadın ve kocası yılan öldürmez, yılan ölürken dilini
dışarı atar yılanın dili çocuğun ya ağzına ya da gözüne değer
çocuk sakat olur. Hamile kadın çeşmelerden su içmez içerse
çocuğun ağzı akar. Karısı hamile olanlar hayvan kesmez, keserse
çocuğa vurur, çocukta sakatlık olur. Hamile kadın hıdrellez günü
kapı kilitlemez, kilitlerse anahtarın resmi çocuğun burnunda
çıkar, hıdrellez günü dikiş dikmez dikerse çocuğun ayakdaşının
(eşinin) çocuğa yapışacağına inanılmaktadır. Sadece hamile kadın
değil ev halkı da hıdırellez günü hiçbir şey yapmaz. Nisanın
23’ünde hamile kadının kocası ve sülalesi hiçbir şey kesmez ve
dikmez keserse ve kikerse çocuk sakat olur. Çocuk anne karnında
çabalayana kadar (oynayana kadar) kadın beline anahtar takmaz,
zeytin , gül koymaz, koyarsa onların şeklinin çocuğun bir
yerinde çıkacağına inanılmaktadır.hamile kadın sakız çiğnemez,
çiğnerse çocuğun ağzı akar.” (Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadın aş ererken tavşana bakmaz, bakarsa çocuk sakat olur
derler. Yılana bakmaz bakarsa çocuk doğduğu zaman yılan gibi
dilini dışarı atar derler. ” (Tonya Melikşah köyü)
“Aş erirken ve hamileyken eteğe tuz konarak bir fakire verilir,
yemiş koyarak tavuğa kuşa atılır ki kadının çocuğu kolay doğsun.
Fakire fukaraya ille bir şey vereceksin eskiler böyle tarif
ederlerdi bize. Yerikliyken ve hamileyken acı meyveler yenmez,
yenirse çocuğun aksi olacağına inanılmaktadır. Kadın yerik
seçtiği zaman çocuğu ahlaklı olsun diye,iyi lokma yer, kötü
lokma yerse çocuk ahlaksız olur, ters olur,”(Şalpazarı)
“Kadın hamileyken veya aş erirken sakız çiğnemez, çiğnerse çocuk
çok çiş yapar. Çocuk çabalamadan ( oynamadan) kadın renkli bir
şey yer elini herhangi bir yerine sürerse çocuğun aynı yerinde
iz çıkar Hamile kadın eğer karnında çocuk hoplamadıysa
(oynamadıysa) cenazeye bakmaz, bakarsa çocuğun yüzü solgun olur.
Hamile kadın saç kestirmez, günahtır derler. Diş çektirmez
korkudan çocuğu düşer derler. ”(Akçaabat Acı su köyü)
“Yerikliyken sakız çiğnenmez çocuk çok kaka yapar, yılana
bakılmaz, yılan öldürülmez bebeğin dili çıkık olur. yerikliyken
tavşana bakılmaz, bakılırsa çocuk gözü açık uyur. Kadın
hamileyken cenazeye bakmaz , bakarsa doğacak çocuğun yüzü
çehresiz olur. kadın çocuğu güzel olsun diye; çocuk çabaladığı
(oynadığı) zaman aynaya bakar ve içinden kime benzemesini
istiyorsa onu geçirir.”(Şalpazarı Simenli köyü)
Yukarıdaki kaçınma ve uygulamaları sıradan bir batıl inanç
olarak kabul etmek tek çözüm değildir. Hamile kadın normal
kadınların içinde bulunduğu ruh halinden ayrı bir yapıdadır.
Çocuğunun sağlıklı olasına yönelik korku ve kaygılar
taşımaktadır. Halk arasında hamile kadın ve çocuk arasında
varsayılan etki mekanizması geçerliliğini sürdürmekte hatta bu
etki alanı genişletilerek çocuğun babası zaman zaman ev halkını
da kapsamaktadır. Bu uygulamaların günümüzde de geçerliliğini
sürdürdüğü saptanmıştır.
Çocuğun cinsiyetine yönelik uygulama ve tahminler:
Hamile kadının doğuracağı çocuğun cinsiyetinin ne olduğu bütün
topluluklarda merak konusu olmuştur. Buna yönelik olarak
insanların geleceği bilme isteği hamilelik sırasında da etkisini
göstermiş ve bu istek bu konudaki batıl inançların ortaya
çıkmasına kaynaklık etmiştir. Buna göre geçmişte daha yoğun
günümüzde ise kısmen halk kadının davranışlarını, fiziksel
yapısını, doğum sancısının geliş biçimini dikkate alarak ve
birtakım uygulama ve pratiklere baş vurarak çeşitli tahminlerde
bulunmaktaydı ve halen bulunmaktadır.
Trabzon’da konuyla ilgili tespit edilen uygulamalar yoğunluk
taşımaktadır
“Erkek uşağının ağırlığından yerik seçmesinden belli olur, kız
doğuracağı zaman insanın acı yiyesi gelir, erkek uşağında tatlı
yiyesi gelir. Erkek çocuk illaki sağ yanda , kız çocuk ise sol
yanda olur. Sancı esnasında kadın eğer kız doğuracaksa
bacaklarından aşağıya doğru tarakla taranıyor gibi olur, kadının
karnı hiç ağrımaz. Erkek olacaksa sadece beli ağrır. Erkek
çocukta kadın güzelleşir. Kız çocukta çirkinleşir, kadının
yüzüne çallık vurur. Erkek çocuk karında daha hareketlidir kız
çocuk daha yavaş hareket eder. Oğlan çocukta kadının karnı ileri
doğru gider.kız hamileliğinde kadının göğüs uçları kararır,
erkek hamileliğinde hiçbir şey olmaz. ”(Şalpazarı Geyikli
beldesi)
Aynı yörede konuyla ilgili farklı bir kaynak kişinin anlatıları
şöyledir.
“Oğlan çocuğunda karın ha böyle ileri gider. Kız çocukta yanlar
dolu olur, kız karnı yazgın (yassı) olur, oğlan karnı tombul
olur. kızın sancısı uyuntu olur, seyrek vurur, nafile nafile
vurur, sıklaşmaz, kızın önce suyu görünür, oğlanda öce kan
görünür.” (Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Kız karnı yassı olur, oğlan karnı tombul olur. Doğacak çocuk
kız ise doğum esnasında önce suyu geçer, oğlan ise önce kan
görünür. Kız sancısı daha keskin , oğlan sancısı daha tatlı
olur. Kadının arka tarafı büyürse kız, ön tarafı karnı yüksekte
durursa oğlan doğurur.kadın sancılandığı zaman erkek doğuracaksa
önce kan görünür, kız doğuracaksa önce suyu gelir. ”(Tonya
Melikşah köyü)
“Erkek karnı tan öne toplu olur. önce sağda çabalarsa erkektir.
Kadının karnı gevşekse kızdır, çok sıkıysa erkektir. Çocuk ilkin
sağda canlanırsa erkek olur. Erkek çocuk karında daha yüksekte,
kız çocuk daha alçakta durur. Erkek 4, 5 ayda çabalar oynar, kız
çocuk 5 ayda çabalar. Erkek çocuk kırk günde yaratılır, düştüğü
zaman erkek olduğu anlaşılır, kız olduğu zaman sadece bir et
parçası şeklinde görünür. Erkek sancısı belde olur kasıklara hiç
vurmaz, sancı ilkin kasıklara vurursa çocuk kızdır..erkek
çocuğunun doğumundan bir ay önce bele sancı vurmaya başlar. Kız
hamileliği ağırdır, kızın yükü ağır olur. kızın yaşamı boyunca
da her şeyi ağır olur. ”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Erkek çocuk kırk günlükken çabalar, kız çocuk üç aylıkken
çabalar. Erkek çocuk karında yüreğin üstüne doğru durur, kız
çocukta kadın kalçalı ve kilolu olur, kadın çillenirse kız
doğurur, güzelleşirse erkek doğurur. Erkek sağ tarafta olur ve
sağ tarafta çabalar. Sancı sırasında önce baş suyu gelirse
oğlandır deriz, kızın ki kanla karışık gelir. Erkek çocukta
göğüslerin ucu morarır ve güdüklenir (kalınlaşır). Erkek çocuk
genellikle kabıyla zarla doğar.”(Merkez Faroz Mahallesi)
“Kız doğuracak kadının arkaları enli olur, oğlan doğuracaksa
arkası ensiz olur, karnı sivri olur. Kız sancısı yanlardan
vurur, erkek sancısı belden vurur.”(Akçaabat Acı su köyü)
Konuyla ilgili olarak Şalpazarı Simenli köyünde tespit edilen
bir uygulama şöyledir
“Kadın hamileyken bardağın içerisine su koyar ve göğsünü
bardağın içerisine doğru sıkar, göğüsten çıkan su bardağın
dibine çökerse kadının kız, bardağın üzerine çıkarsa oğlan
doğuracağına inanılmaktadır.”
“Sancı kasıktan vurursa oğlan, arkadan vurursa kız doğar.
Kadının yüzüne hamileyken çam çalık (morluk) vurursa kız
doğurur. Kızın doğum sırasında önce kırmızı lekesi görünür. Kız
acele gelir, oğlan yavaş gelir. Kız doğuran kadın morarır, oğlan
doğuran kadın beyazlaşır.”(Şalpazarı Simenli köyü)
Trabzon’da geçmişte erkek çocuğunun daha makbul olduğu tespit
edilmiştir. Bunun nedeni kaynak kişiler tarafından; “Oğlan
direktir, kız emektir.”, “Kız emek eder döker gider, kız doğunca
evin direkleri bile ağlarmış, oğlan doğunca sevinirlermiş”,” Kız
el lokması”, “Oğlan düşman oku” şeklinde ifade edilmektedir.
Trabzon’da geçmişte oğlan çocuğuna verilen değer; cinsiyet
ilgili yapılan “oğlan karnı ilerde olur, yüksekte durur”, “oğlan
hamileliği hafif olur, oğlan sağ tarafta durur ve sağ tarafta
oynar”, “ oğlan doğuracak kadın tatlı yiyeceklerden yemek ister
ve güzelleşir” vb yorumlarla açık biçimde ortaya konmaktadır.
Konuya bakış açısı günümüzde eskisi kadar katı olmamakla beraber
halen geçerliliğini sürdürmektedir.
DOĞUM SIRASI
Trabzon’da doğumla ilgili adet ve inanmaların önemli bir kısmını
da doğum esnasında yapılan uygulama ve pratikler
oluşturmaktadır.
Doğum:
Eski doğumlar köy ebelerinin yardımıyla gerçekleştirilirdi.doğum
odasında ip, makas, sıcak su, havlu, çocuğun giysileri hazır
bulundurulur. Konuyla ilgili olarak bir kaynak kişi anlatısı
şöyledir.
“Doğum zamanı geldiği zaman çocuk alçaklanır, kadının yanları
boşalır, çocuk yola durduğu zaman kadının yüreği bulanır,
istifra etmesi gelir. Su başı da doğum zamanı gelmiştir. Önce su
geldi mi doğum kolay olur. Doğum odasın da bir ebe iki üç de
yardımcı bulunur. Yardımcı kadın yüksek bir yerde oturur. Doğum
yapacak kadını yüzü kendisine dönük olacak biçimde dizine
oturtur. Ebe kadının arkasında oturarak bir bezle makata doğru
baskı yapar ki makat yırtılmasın. Kadının eğer ilk
doğumuysa ebe parmağıyla rahmin ağzını açar. Ebe kadının karnına
hiç ellemez, sadece kadına nefesini aşağıya vermesini söyler. Bu
sırada yardımcı; elleriyle kadını kucağında saklamaya devam
etmektedir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“ Ebe doğuma girmeden mutlaka apdest alır Kadın diz üstü çömerek
doğum yapar, kadın diz üstü oturduğunda asıl ebe önde olur,
çocuğu önden alır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Doğumun kolay olmasına yönelik adet ve uygulamalar:
Biyolojik bir olay olan doğumun gerçekleştiği an çok önemlidir.
Bu nedenle de doğum çevresinde doğumu kolaylaştıracak,
çabuklaştıracak, bir takım uygulamaların kümelendiği
görülmektedir. Çocuk sahibi olma isteğinden başlayarak, aş erme
ve gebelik aşamalarından geçip, yeni bir canlının dünyaya
geleceği bu aşamaya gelme, yani doğum olayı geçiş dönemlerinin
en dinamik bölümünü oluşturmaktadır. Bu nedenle de doğum
olayının kolay olması ve anneye ve çocuğa zarar verilmemesi için
bir takım yollara baş vurulmaktadır.
Yörede doğum esnasında doğumun kolay olmasına yönelik olarak
yapılan halk hekimliği ve dinsel büyüsel uygulamalar geçmişte
yoğunluk taşımaktaydı. Günümüzde ise doğumlar hastanelerde
yapılmakta bu türden uygulamalar gençler arasında kısmen
unutulmuş durumdadır. Konunu halk hekimliği ve inanış boyutu
açısından değerlendirilmesi bakımından bu uygulamaların da kısa
bir özetini vermek istiyorum.
“Tavana ip bağlanır, kadın o ipten tutunur, kadın öğürsünde
rahim açılsın diye saçı ağzına verilir.”(Trabzon merkez Faroz
mahallesi)
“Doğum güçleşirse hocaya okutulan su kadına içirilir,kadının
çocuk yolları açılsın diye doğum sırasında saç örükleri sökülür,
takıları çıkarılır,çocuk ters ise doğrulsun diye kadın dastarın
içerisine konur sallanır, doğum sırasında kadının saçı ağzına
verilir(öğürsünde çocuk çıksın diye).”(Tonya Melikşah köyü)
“Kadın sancı çekerken kocası fişek atar çocuk duyup çıksın diye,
birbirlerine kötü söz söylemiş oldukları için doğumun güçleştiği
düşünülerek kadına kaynanasının veya görümcesinin elinden su
içirilir, aynı nedenden dolayı kadına kocasının elinden ya da
ayakkabısından su içirilir. Çocuk yanlara sokulmuşsa gevşesin
diye, kadın sırta alınarak sallanır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede bir başka kaynak kişiden tespit edilen bilgiler de
şöyledir
“Kadın dastarın veya battaniyenin üstüne konur sallanır, çocuk
sapık oluyor bir yere sokulmuş oluyor, çocuk sallanarak yerine
yerleştirilir. Rahim küçük olduğu ve rahim ağzı açılmadığı zaman
da doğum güçleşir. Bunun içinde kadının yanları zeytinyağı ile
ovulur. Bel ovalanır. Kadın sancı gelsin de çabucak doğursun
diye ağışağa üfler. Karı kocanın bir birlerine geçmiş sözü var
da ondan zor doğum yapıyor diyerekten kocasının elinden su
içirilir. Kadının saç örükleri çözülür.”Şalpazarı Geyikli
beldesi)
“Kadın sırta alınır sallanır, çocuk eğriyse doğrulsun diye,
kaynana geline beddua etmişte onun için doğuramıyor diye,
kaynana suya okur, üstüne tuz atar gelinin üzerine döker. Suya
tuz at da beddualar suya vursun derler”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadın tez doğursun diye kocasının ayakkabısından su
içirilir.”(Şalpazarı Simenli Köyü)
Bu uygulamalarda tespit edilen fişek atılması, kadının saç
örüklerinin çözülmesi; “benzer işlemler benzer sonuçlar
doğurmakta ilkesi ve taklit büyüsüne, kadına; “kaynanasının ve
kocasının elinden veya ayakkabısından su içirilmesi ise temas
büyüsüne dayanmaktadır. Yukarıdaki uygulamaların büyük
çoğunluğu; dinsel büyüsel içerikli uygulamalar olup, gerek
dinin, gerekse büyünün gücünden yararlanılmaya çalışılmıştır.
Çocuğun eşi ve göbeği ile ilgili adet ve uygulamalar:
Nasıl ki hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kimse ve
hayvanların karnındaki çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı
varsa, çocukla göbeği ve pilesenta arasında da aynı inanç söz
konusudur. Bu nedenle doğan çocuğun göbeği ve pilesenta bir
takım işlem ve uygulamalardan geçirilmektedir. Bölgede; çocuğun
arkadaşı, ayakdaşı, yoldaşı, sonu, eşi olarak tanımlanan
pilesenta etrafında oluşan uygulamalara örnekler vermek
istiyorum .
“Doğumdan sonra eşin bir iki dakika vakti vardır. O vakit
gelince eşin alınması gerekir, alınmazsa eşin yüreğe kaçacağına
inanılır. Çocuk doğduktan sonra çocuğun canı eşe kaçmasın diye
eşin kanı çocuğa doğru sağılır. Eş kedi köpek çıkarmasın diye
ayak değmedik bir yere veya çocuk artsın çoğalsın diye meyve
veren bir ağacın altına gömülür. Kadın hep kız doğuruyorsa
erkeğe dönsün diye eş ters çevrilerek içerisine küçük taşlar
konur. Kadının bir daha çocuk doğurması istenmiyorsa eşi gömen
gömdükten sonra üzerine yedi tane taş koyar. Çocuğu olmayan
kadın ilk doğumunu yapan kadının eşine oturur. Kadının kaç çocuk
doğuracağı eşin boğumlarının sayısından anlaşılır. Çocuk doğdu
ağlamıyorsa çocuğu canı üzerine gelsin diyerek eş ateşte
pişirilir. Eş piştikçe çocuğa sıcaklık gelir, çocuk
canlanır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Çocuğun eşine çocuğun ayakdaşı denir. Doğumdan sonra kadın
tekneye sıcak suyun üzerine oturtulur. Hafif hafif karnı
sıvazlanır yarım saat sonra da çocuğun ayakdaşı düşer.”(Maçka
Çeşmeler köyü)
“Kadının bir daha çocuk doğurması istenmiyorsa eşin bağı
düğümlenir. Eşin düşmesi gecikirse saç örükler çözülerek kadının
ağzına verilir. Eş meyve veren ağaçların dibine gömülür ki çocuk
da çoluklu çocuklu olsun.”(Şalpazarı Simenli köyü)
Aynı yörede konuyla ilgili olarak başka bir kaynak kişiden
tespit edilen bilgiler de şöyledir,
“Çocuk doğdu mu eş çocuktan tarafa sağılır ki, çocuk cansız
olmasın. Eşn gelmesi gecikirse kadına ağışağa üfler.” (Şalpazarı
Geyikli beldesi)
“Köpek yemesin, çocuk çarpılmasın diye eş sığırın yem yediği
yerin altına okunarak gömülür.kadın hep kız doğuruyorsa terse
dönsün oğlan doğursun diye eş ters çevrilerek gömülür.”(Tonya
Melşikşah köyü)
“Çocuktan sonra gelene eş denir. Eş dereye atılır veya
gömülür.cinsiyet değişsin diye eş çevrilir”(Trabzon Merkez Faroz
mahallesi)
Anadolu’nun bir çok yöresinde olduğu gibi Trabzon’da da doğum
sonrası çocukla ilgili uygulamalar içerisinde yer alan göbeğin
kesilmesi ve göbek düştükten sonra yapılan pratiklerin çocuğun
geleceğini etkileme amacına yönelik davranışlar olarak karşımıza
çıkmaktadır.
“Çocuğun göbeği eş düşünce kesilir. Eşle göbeğin arsı bir sümüş
ölçülür. Çocuk ölmesin diye eşten çocuğa doğru kan sağılır daha
sonra bağlanarak kesilir ve tepeden dikilir. Göbek kesilirken
göbek adı mutlaka konur.. ona göbek adı denir . o istenirse
kullanılır. göbek adı mutlaka konulmalıdır. Çünkü öldüğü zaman
siftah o isimle çağrılacaktır. Göbek kendi kendine düşer.
”(Akçaabat Acı su köyü)
“Göbek çocuk doğduktan sonra eş düşmeden kesilir, kesilirken
çocuğa mutlaka göbek adı konur. Öbür dünyada çocuğun göbek adı
ile çağrılacağına inanılmaktadır. Çocuk erkekse eşin kanı çocuğa
doğru sağılır ki çocuk kansız olmasın sesi iri çıksın, kadın
sesi gibi ince olmasın. Kızın eşi çok sağılmaz ki çok sesli
olmasın sesi iri çıkmasın. Çocuk kırk gün tuzlu suyla yıkanır,
yıkanırken tuzlu su göbeğine de vurulur, o tuz göbeğinde
mikrobunu kırar. Çocuk 5-6 günlük oldu mu göbek düşer. Göbek
düşünce bir yama yuvarlak halka halinde – sor- yapılarak göbeğe
konur. Düşen göbek bir yamaya sarılır, kırk gün saklanır. Çocuk
sarılık olduğu zaman yüzük, altın, sarılık çiçeği (sarı çiçek)
ve kurumuş göbek suya atılır o suyla çocuk uç sabah yıkanır
kırkı çıkmamış çocuğa kirli (adetli) kadın bakarsa çocuk rufia
olur o zamanda ince ince kaşınır, böyle olunca da yine çocuk o
göbekli suyla yıkanır.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Eş karna doğru sıalanır (sıvazlanır) göbekten bir karış
ölçülür, iple bağlanarak, bıçakla kesilir. 3-4 gün sonra düşer.
Düşen göbek bir yamacığa bağlanarak, düşen göbek çocuğu kırk
basmasın diye çocuğun beşiğine asılır, çocuk büyüyüp yürümeye
başlayınca onu kendisi atar. Göbeğin bakımı eski tahtaların
tozları ve ateşteki kömürün tozuyla yapılır.”(Tonya Melikşah
köyü)
“Çocuk doğdu mu eş çocuktan tarafa doğru sağılır, eş annenin
karnındayken, göbekten bir karış ölçülerek, kesilir. Çocuğun
göbeği bir karıştan fazla ölçülürse büyüdü mü sesi uzun olur.
Göbek sarı iple sıkıca bağlanır, sıkı bağlanmazsa çocuk 6 ay
kusar. Çocuk kuvvetli ağladığı zaman göbeği çıkar bu hastalık
yapar bu nedenle çocuğun göbeği temiz bir bezle bağlanır,
çocuğun göbeği çabuk iyileşsin diye göbeğe memeden süt sağılır.
Göbek düşünce beşiğe bağlanır.”(Şalpazarı Gyikli beldesi)
“Eş göbekten bir karış dört parmak ölçülür, göbeğe doğru sağılır
ve ölçülen yerden kesilir. Göbek 3,5,7 günde düşer. Göbek düşene
kadar çocuk yıkanmaz. Düşen göbek saklanır, çocuk sancılanınca
eritilerek çocuğa içirilir”(Trabzon merkez Faroz mahallesi).
“Çocuğu büyüdüğü zaman sesi güzel olsun diye göbeği, bir karış,
bir sümüş ölçülerek kesilir ve bağlanır. Çabuk iyileşsin diye
göbeğe yağ sürülür, düşen göbek beşiğin uğrumune (sopasına) veya
tütünlüğe asılır.”(Şalpazarı Simenli köyü)
Yukarıda anlatılan uygulamaların temelinde; çocukla belli bir
süreden beri bitişik olarak bulunan, göbeğin ve eşin çocuktan
ayrıldıktan sonra da ilişkiyi sürdüreceği temas yoluyla parçanın
başına gelenin bütünün de yani çocuğun da başına geleceği inancı
yatmaktadır.
Göbek kesme ile ilgili pratikler incelendiğinde, cinsiyet
tayinindeki tespitlerde olduğu gibi erkek çocuklara daha çok
özen gösterildiği gözlenmektedir. Göbeğin kesilmesine yönelik
uygulamalar günümüzde devam etmiyor. Ancak göbek düştükten sonra
geçmişte halk arasında yapılan davranışlara günümüzde de
rastlandığı tespit edilmiştir.
Cansız doğan çocukla ilgili uygulamalar;
Modern tıpta doğan çocuğun sağlıklı olmasına yönelik en
belirleyici özellik bebeğin doğar doğmaz ağlamasıdır. Alanda
yapılan çalışmada halk hekimliğinde de bu özelliğin belirleyici
olduğu saptanmıştır. Bundan dolayıdır ki Anadolu’nun bir çok
yöresinde olduğu gibi araştırma bölgesinde de halkın doğunca
ağlamayan ve nefes almayan ağlamayan çocuğun hayat belirtisi
olmasına yönelik bir dizi uygulama ve pratiklere baş vurduğu
tespit edilmiştir. Konuyla ilgili olarak alanda tespit edilen
bilgiler şöyledir.
“Çocuk doğdu, ağlamadı ağlasın diye eş ateşe atılıp yakılır.
Çocuk geç doğup yorulduğu zaman kuvveti eşe gitti derler. Çocuk
baygın doğar , göbek kesilmez. Eş çocuğa doğru sağılır. Eş
yanınca çocuk püskürmeye başlar, canlanır. Çocuk püskürdü mü
göbek kesilir. Cansın doğan çocuğun üzerine su vurulur, ağzına,
burnuna üflenir.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Ağlamayan çocuğa bakarlar ki baygın ağzına üflerler, burnunu
sıkarlar,çocuk ağlamadan göbek kesilmez. Eş mangala konur, eş
yandıkça çocuğa sıcak gelir canlanır. Çocuk ölü doğarsa
ayakdaşla gömülmez. Göbek kesildikten sonra gömülür”(Maçka
Çeşmeler köyü)
Zarlı doğan çocuklarla ilgili adet ve inanmalar:
Anadolu’da zarla doğan çocuklar için; kaplı, surlu, duvaklı,
börünbeli, köynekli doğdu gibi söylemler kullanılmaktadır.
Araştırma yöresinde de aynı söylemlerin kullanıldığı tespit
edilmiştir.
Konuyla ilgili olarak alanda tespit edilen bilgiler şöyledir;
“Zarlı doğan çocuğa kaplı, duvaklı doğdu denir.”(Şalpazarı
Simenli köyü)
“Zarıyla doğan çocuğa kabıyla doğdu denır. Böyle doğan çocuklar
şanslı sayılmaktadır. Kap yırtılarak atılır.”(Şalpazarı Geyikli
beldesi)
Yıkama:
Çocuğun suyu elin üzerine dökülerek sıcaklığı ayarlanır. Suya
bir avuç tuz atılarak hazırlanan suyla yüzü baş aşağı çevrilerek
yıkanır. Çocuk yıkandıktan sonrada bir kapta bir miktar eritilen
tuz çocuğun göbeği dahil olmak üzere her yerine vurulmaktadır.
Bu uygulama kırk gün her yıkamadan sonra yapılmakta, bu
yapıldığında çocuk büyüdüğünde terinin kokmayacağına
inanılmaktadır. Yapılan işleme ise yörede “tuzlama” ve “çocuğa
tuz vurma” adı verilmektedir. Sağlam çocuk kırk gün her gün
yıkanmaktadır.
Konuyla ilgili olarak tespit edilen kaynak kişi anlatısı
şöyledir;
“Kız da erkek de aynı yıkanır. Yıkama suyu kan ılıcağı şeklinde
hazırlanır. Kan ılıcağı yani göz suyu gibi burada göz sularına
kan ılıcağı denir. Çok sıcak olmaz, yazın dışarıda akan sular
soğuk olmaz, ılık olur, göz ılıcağı demek o demektir. Güzelce
yıkanır, bir tarafta hazırlanan tuzlu suyla ağzının içerisine
varıncaya kadar çocuğun her yanı güzelce tuzlanır. Ağzının içi
tuzlanır ki çocuğun ağzı kokmasın”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Kundaklama:
Literatürde çocuğun kundaklanma biçimin gerek biyolojik ,
gerekse kişilik gelişiminde etken olduğuna dair. Bir çok
görüşler yer almaktadır. Araştırma bölgesinde geçişte kundaklama
ve beşiğe koyma uygulaması daha yaygınken günümüzde bu
uygulamanın kısmen azaldığı tespit edilmiştir.
“Çocuk doğar doğmaz yıkandıktan sonra hemen kundaklanır. Eskiden
yamayla kundak ederdik. 2-3 ay kundakta kaldıktan sonra
kundaktan çıkarılarak beşiğe konmaya başlardı. Beşikler köydeki
ustalar tarafından yapılır, çocuk beşiğe bağırdakla bağlanır,
beşikte 2,5 yaşına kadar yani yürüyene kadar kalırdı”(Akçaabat
Acı su köyü)
“Eskiden çocuk; kolları eğri olmasın, ayakları düzgün olsun diye
kundaklanırdı.çocuğun kundaklandığı beze kundak bezi denir.
Çocuğun kollarını sarmak için kullanılan beze – kol bezi, altına
konan beze de – taret bezi – bezi denirdi. Kundak yapılırken
kızın ara bezi erkeğinkine göre daha kalın konur ki kızın
kalçaları geniş olsun, ileride doğum yaparken yarayışlı olsun.
Erkeğin bezinin daha düz konmasına dikkat edilirdi.”(Maçka
Çeşmeler köyü)
“Çocuk doğumdan üç gün sonra; ahlakı iyi olsun diye ahlakı iyi
birisi tarafından beşiğe konur.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
DOĞUM SONRASI
Doğum öncesi ve doğum sırasında yapılan uygulamaların yanı sıra
doğum sonrasında da kadın ve bebeğin etrafında gelişen bir takım
dinsel, ve büyüsel uygulamalar bulunmaktadır. Bu uygulamalar
doğum yaptıran ebeyi razı etmekten başlayarak çocuğun yürümesi
ve konuşmasına yanı çocukluk çağına kadar uzanan çok geniş bir
tabloyu içermektedir.
Doğum sonrası ile ilgili olarak araştırma yöresinde tespit
edilen veriler yoğunluk taşımakta olup; Anadolu’daki örneklerle
benzerlik gösterdiği tedpit edilmiştir.
Doğum ebesi:
Doğumdan sonra ki en önemli uygulama doğum yaptıran ebeyi razı
etmek ondan helallık almaktır. Konuyla ilgili kaynak kişi
anlatıları şöyledir.
“Doğum yaptıran kadına ebe denir. Ebe hakkı çoktur. Ebenin
özellikle sabunu ve parası verilir. Verilmezse hak olur, ebenin
hakkı çoktur, bu verilenlere ebe hakkı denmektedir.”(Trabzon
Merkez Faroz mahallesi)
“Doğum yaptırana ebe denir. Ebe doğumdan sonra üç sabah gelerek,
çocuğu ve kadının çamaşırlarını yıkar. Ebe üç gün üstüne gelini
ve çocuğu kırklar. Bu işleme yedileme denmektedir. Kırk bir
çift, bir tek fasulye sayarak kırk bir kaşık su ile okuyarak
kırk suyunu hazırlar. Siftah çocuğu yıkar, kundaklar ve kundağı
yüksek bir yere koyar ki loğusa çocuğu basmasın. Sonra ebe
çocuğun anasını yıkar. En son olarak da hazırladığı kırk suyunu
önce kadının sağ tarafından aşağı döker, sonra sol tarafından
aşağı döker. Bunu üç defa yapar. Böylece üç gün üstüne ebe
kadını ve bebeği kırklamış olur. ebenin bu yaptıklarına karşılık
gönlümüzden ne koparsa onu veririz. Sabun ve mum mutlaka
verilir. Ebe bir şey istemez biz kendimiz veririz. Ebeye
karşılık mutlaka verilir. Vermezsek günah olur, o bulaşıklar
öbür dünyada ebenin ağzında olurmuş, ebe yermiş o
bulaşıkları.”(Maçka Çeşmeler köyü)
Doğumdan hemen sonra kadının ve bebeğin beslenmesi:
Kadına ve çocuğa doğumdan hemen sonra verilen yiyecekler ve
içecekler şekilde farklı olsa da içerikte benzer özellikler
taşımaktadır.yörede genel olarak çocuğa ilk olarak anlayışlı
birisi tarafından ağzına şekerli su verilmektedir.
Yeni doğum yapan kadına ise ilk gün su içirilmez. Su içirilirse
kadının üşüterek hasta olacağına inanılmaktadır. Su içirmek
gerekiyorsa sıcak su içirilir.
Konuyla ilgili kaynak kişi anlatıları şöyledir;
“Çocuğa ilk olarak anasının memesi verilir. Anasının sütü yoksa
kaynamış sudan şerbet yapılarak verili. Kadına ise ilk olarak
süt içirilir veya helva verilir.”(Tonya Melikşah köyü)
“Burada loğusaya ilk kim yemek kavuşturur, kim yemek yetiştirir,
kim yemek dökerse o cennetin kapısını açar. Kadın doğum yapar
yapmaz şekerli su tavada eritilir kadın doğum yapar yapmaz şurup
gibi kadına içirilir. Yağı eritirler içerisine süt dökerler, bir
bardak su ve şeker de koyarak onu yağlı yağlı yeni doğum yapan
kadına içirirler ki kadının doğum nedeniyle açılan damarlarına
ve bütün vücuduna girsin. Bir de kadına bulgurla ve sütle
yapılan sütlü çorba içirilir. Çocuğa ise ananın sütü yıkanmadan
gelmez, üç gün üstüne gelir. Süt gelene kadar çocuk ağladığı
zaman yapılır ona bir şerbetçik dökülür ağzına. Yeni doğum yapan
kadına soğuk su içirmezler, soğuk yer ve içerse kadının karnı
üşür ve şişer. Ekşi bir şey de yedirmezler, ekşi yerse sütü de
ekşi olur, çocuğa dokunur. ”(Maçka Çeşmeler köyü)
Doğumdan sonraki sancı ve kanamalarla ilgili uygulama ve
inanmalar:
Kadının doğumdan sonra ki kanama ve sancısıyla ilgili olarak bir
çok uygulama , adet ve inanma bulunmaktadır.
“Kadının doğumdan sonra ki sancısı geçsin diye; kocası suyun
gözünde okuyarak suyu keser. Bu uygulamaya –sancı kesme-
denmektedir. Kadının eğer kanaması çoksa başının altına yastık
konmaz alçak yatırılır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede farklı bir kaynak kişi anlatısı şöyledir;
“Kadın ilk doğumunu yaptığı zaman kocası suyun gözünü keserse
kadının ondan sonra ki doğumlarının ardından hiç sancısı
olmayacağına inanılır. Kadının kocası suyu keserken – ben kestim
sen kesme diyerek üç defa aynı şeyi tekrar eder. Kadının
doğumdan sonraki sancısına son sancısı denir. Geçsin diye kadına
süt içirilir, pirinç yedirilir. İlk çocukta son sancısı
olmaz”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“İlk çocukta sancı olmaz, sonra ki çocuklarda sancı olur.
kadının sancısı kesilsin diye ananın ilki (ilk çocuk) sabahleyin
kuşlar ötmeden çeşmeye gider üç kulüvallah okuyarak suyu keser,
keserken de sancısı kesilsin, kestim sancısını der. Kadının üç
gün boyunca sürekli sancısı olur., bu süre içerisinde içindeki
pislik akar”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Doğumdan sonraki sancıya son sancısı denmektedir.”(Şalpazarı
Simenli köyü)
Loğusa ve kırklı çocuğa yönelik adet ve uygulamalar:
Anadolu’da yeni doğum yapmış kadına kırk günlük dönem
içerisinde; kırklı, emzikli, loğusa, lohsa, boğazkesen, nevse
gibi adlar verilmektedir.doğumdan sonra yatakta kalma süresi;
kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da kolay olmasına,
iklime , çevre koşullarına, ailenin varlığına, yoksulluğuna,
gelinin sevilip, horlanmasına ve kinin adet ve inanmalarla
yakından alakalıdır.
Yeni doğum yapıp da henüz yataktan kalkmamış kadına Trabzon’da
loğusa ve kırklı denmektedir. Kırklı kadının ve çocuğun kırk gün
süresince birtakım doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu yaygın
bir inanma olarak karşımıza çıkmaktadır. Araştırma yöresinde
“kırklının mezarı kırk gün açıktır” inancı yaygındır.
Konuyla ilgili olarak yapılan kaynak kişi anlatıları şöyledir.
“Loğusa ve çocuk evde yalnız bırakılmaz, yalnız bırakmak zorunda
kalınırsa çocuğun yattığı yere evin süpürgesi konur, çocuk kız
ise yattığı yere babasının gömleği konur.(erkeğin gücünden
yararlanma, burada taklit ve temas büyüsünü iç içe görmekteyiz)
Ayrıca ekmek Kuran- i Kerim, yedi çeşit meyvenin filizi ve kömür
konur.(kömür karanın iticiliğinden yararlanmaya yönelik bir
uygulama olarak kullanılıyor) Kırklı kadının kırk gün mezarı
açıktır, kendini kollamazsa dışarlığa kalır, hastalığa kalır,
çekilmez bir derde kalır. İki kırklı karşılaştığı zaman biri
öbürünü basar , basılmamak için bir birlerinin ayaklarına
basarak kucaklaşırlar. Kırklı çocuğu ise canlı mahluk yılan,
kuş, tavuk her şey basar Tabanca, cenaze, et basar, basmasın
diye et alçaktan sokulur. Kırklı çocuğun çamaşırları ikindinden
sonra dışarıda bırakılmaz, çarpınır, dışarlığa kalır. Kırk basan
çocuk zayıflar ayaklarını basamaz, ayaklarını çapraz olarak
birbirlerinin üzerinden geçirir. Baskınlık geçsin diye çocuk
değirmen çarkından alınan suyla yıkanır. Birde bir parça arı
mumu tavaya atılarak eritilir. Çocuğun üzerinden aşağıya doğru
içerisinde su olan bir kaba dökülür. Mumların aldığı şekle göre
çocuğun neden basıldığı ortaya çıkar. ”(Şalpazarı Geyikli
beldesi, Simenli köyü)
“İki kırklı karşılaşınca; yan yana gelip kucaklaşıp dağılırlar.
“Loğusa kadın ve kırklı çocuk yalnız bırakılmaz. Bırakmak
zorunda kalınırsa korkmasınlar basılmasınlar diye; baş ucuna su,
küçük enam ve ekmek ufağı konur. Kırklı çocuğu ve loğusayı;
tartılmamış et, yeni gelin, tabanca, cenaze basar. Loğusa
basılırsa; sütü gelmez, yiyesi gelmez, çocuğu zayıflar.
Baskınlık geçsin diye dereden kır tane taş toplanarak Fadime
adlı ananın ilki olan biri o taşlarla kadını ve çocuğu kırklar.
Kırklarken de basıldı kırkladım der. Loğusa kadının kırk gün
mezarı açıktır. Kendisini koruyacak. Loğusa kadın hastalanırsa
ona - izildi denir. Kırklanmamış çocuğun akşam namazından sonra
yaması dışarıda bırakılmaz.” (Akçaabat Acısu köyü)
“Kırklı çocuğun üstüne yeni nikahlı kadın gelirse çocuk basılır.
Kırklı çocuğu et basar, eve et sokulacaksa çocuk dışarı
çıkarılır et eve sokulur.iki loğusa karşılaşırsa dışarıdan
içeriye aynı anda girerler, dışarıda birbirlerini basmazlar.
Basılan çocuk ayaklarının üzerine duramaz , baskınlık geçsin
diye, yeni ayın çarşambasında cinsinden olmayan birisi
tarafından diken altından geçirilir. Tasın içerisine yumurta
kırılarak yeni ayın çarşambasında çocuğun başında
dolandırılır.”(Tonya Melikşah köyü)
“Loğusayı ölü basar, çocuğu ise dışarıdan getirilen tartılmamış
et basar. Basması diye bunlar çocuktan uzak bir yere
konur.Basılan çocuk kilo alma ayaklarının üzerine basamaz.
Baskınlık geçsin diye çocuk kasaptan alınan tartılmamış et suya
atılarak o suyla yıkanır. Yeni gelin de hem kırklı çocuğu, hem
loğusayı, hem de yeni gelini basar. Baskınlık olmasın diye iki
kadın aynı kaptan su içerek birbirlerine doğru püskürtürler.”
(Trabzon merkez Faroz Mahallesi)
“Loğusa evde yalnız bırakılmaz. İllaki yanında biri olacak
bırakmak zorunda kalırlarsa, çocuk kız ise ya beşiğine süpürge
yaslarlar ya da beşiğinin üzerine babasının gömleğini atarlar ki
dışarı, şer bir şey vurmasın çocuğu. Bunlardan başka beşiğe,
ekmek Kuran- i Kerim ve nazar boncuğu da konmaktadır. kırklı
çocuğun bulunduğu odaya kırk gün boyunca; et ve balık sokmazlar.
Loğusanın bulunduğu yere de çiğ et sokulmaz. Et dışarıda bir
yerde pişirilir, böyle yapılmazsa loğusa basılır. Cenaze de
kırklı çocuğu basar. Basılmasın diye evde kırklı çocuk var evin
önünden cenaze geçiyor, o zaman ya çocuk evden çıkarılarak
tarlanın başına götürülür ya da yüksekte tutularak cenazenin
geçmesi beklenir.kırklı çocuğun çamaşırları ikindinden sonra
dışarı bırakılmaz, bırakılırsa çocuğa dışarı , şer vurur,
çocuğun çamaşırlarını sahiplenir. Loğusa kadında ikindinden
sonra dışarı çıkmaz, çıkarsa; dışarı, şer vurur, korkuya
kapılır. İki loğusa kadın veya kırklı gelin karşılaştığı zaman
bir birlerini basmamaları için bir tepsiye su konur, giriş
kapısının önüne konur; biri içerden biri de dışardan uzanarak
tepsiden üç yudum su içerler. Kırklı çocuğun babası gece
rüyalanır (karısıyla birlikte olduğunu görürse) sabah kalkıp
çocuğa bakarsa, babanın rufiasi çocuğa geçer. Çocuğun başı rufia
olur. kırk gün içerisinde gitmezse çocuğun başında özür kalır.
Babadan geçen rufia gitsin diye; çocuk babanın kiloduyla
yıkanır.(babasının kilodu çocuğun yıkanma suyuna konur) Bir de
kirli kadın kırklı çocuğa bakıp onu rufialdıysa hiç evlenmemiş
bir kızın adet bezi alınır, çocuk o bezle çocuk yıkanır, (bez
çocuğun yıkanam suyuna konur) kundaklanır. 24 saat sonra çocuk
tekrar temiz suyla yıkanır. Fufialı çocuk sabunla yıkanmaz,
sabun çocuğun rufiasini artırır. ”(Maçka Çeşmeler köyü)
Söz konusu illerimizde benzerlik gösteren uygulamalara günümüzde
de rastlandığı tespit edilmiştir.
Basılmaya karşı başvurulan uygulamalarda da “benzer benzeri
doğurur ilkesi” ve temas büyüsüne dayalı işlemler içerdiği
gözlemlenmektedir.
Kırklama ile ilgili adet ve inanmalar:
Loğusa ve çocuk kırk günlük süreden sonra kırklanarak serbeste
çıkarılır, böylece kırk gün içerisinde pis sayılan kadın ve
zayıf ve güçsüz olduğu için bir takım doğa üstü güçlerin etkisi
altında olduğuna inanılan çocuk etrafındaki yasaklar kalkmış
olur. Trabzon, Artvin ve Rize’de doğum adetleriyle ilgili
yapılan çalışmalarda kırklama uygulamasının geçmişte olduğu gibi
günümüzde de kesin bir kural olarak devam ettiği saptanmıştır.
Yörede kırklama ile ilgili tespit edilen bulgular şöyledir.
“Kırklama kırkıncı gün yapılır. Önce loğusa bol suyla normal
yıkanır, daha sonra; bir kazanını içerisine elle kırk su
sayılarak kazana tespih ve tarak konarak kırk suyu hazırlanır.
Kadının başına süzgeç tutularak hazırlanan su kadının başından
aşağıya dökülür. Su dökülürken loğusa sütünün bol olması için
akan sudan önce sağ göğsünden, sonra da sol göğsünden olmak
üzere üç yudum içer. Bu işlem bittikten sonra kadın normal suyla
daha önce yıkanmış olan çocuğunu kucağına alır, kalan su
süzgeçle çocuğun başından aşağıya dökülür, böylece kadın ve
çocuk kırklanmış olur.”(Trabzon merkez Faroz Mahallesi)
“ Çocuk üç gün veya yedi gün üstüne kırklanır buna yedileme
denmektedir. Doğum yaptıran kadın (ebe) üç sabah gelir bebeği,
bebeğin ve kadının çamaşırlarını yıkar. Üç gün üstüne 41 çift, 1
tek fasulye 41 kaşık su sayarak kırk suyunu hazırlar. Önce
çocuğu yıkar ve anası çocuğu basmasın diye kundakladıktan sonra
çocuğu yüksek bir yere bırakır. Daha sonra kırklı suyu önce
kadının sağ tarafından , sonra sol tarafından üç kere dökerek
kadının da kırklamış olur. Kırk gün dolduğunda anne daha önce
kullanılan fasulyelerle hem kendisini hem de çocuğunu kırklar.
Ebenin hizmetlerine karşılık ebeye mutlaka sabun ve mum verilir.
Verilmezse ebenin yıkadığı kirli çamaşırların öbür dünyada
ebenin ağzına geleceğine inanılmaktadır.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kırk gün basar, kırk gününe üç gün kalarak kırklanır. 41 kaşık
su sayılır, anne çocuğu basmasın diye önce ana sonra çocuk
kırklanır (Tonya Melikşah köyü).
“Kırk gün oldu mu önce çocuk bol suyla yıkanır, anası çocuğu
basmasın diye; sonra eskiden yayıklar olurdu, çocuk o yayığın
üzerine bırakılır. Çocuk kırklandıktan sonra suyun içerisine
kırk taş konarak anne de kırklanır. Kırklı su sapaya
dökülür.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede başka bir kaynak kişi anlatısı şöyledir;
“Kız da, rekek de kırk günde kırklanır. Kırklı su damlalıklara
dökülmez dökülürse çocuğu ecinli sahiplenir denir. Burada
dışarlığa ecinli denir. ”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
ÇOCUKLUK ÇAĞI
Çocuk da büyüme sırasında tıpkı hamile kadın gibi birtakım
geçişleri izlemek zorundadır. Bu nedenle özellikle geçiş
sırasını kollayan doğa üstü güçlerden gelebileceğine inanılan
çeşitli kötü etkilere karşı korunmaya muhtaçtır. Bu düşünceyle
hareket eden halkımız; geç yürüyen, geç konuşan, çok ağlayan,
uyumayan, hastalanan, nazara gelen batıl inançlar ve büyünün,
temel ilkelerine dayanan, bir takım pratik ve uygulamalarla
tedavi etmeye ve korumaya çakışmaktadır.
Doğumdan sonra çocuğun gelişimini izleyen, onun anneyle babayla
ailenin öteki bireyleriyle ve toplumsal çevresiyle ilişkisini
düzenleyen, bir dizi kurak adet, tören işlem ve pratik vardır.
Çocuğun konuşması yürümesi giderek bağlı bulunduğu grubun ya da
kültürel ortamın benimsediği bir kalıba uydurulması için bir çok
aşamadan geçmesi gerekmektedir.
Sütle ilgili adet ve inanmalar:
Çocuğun en sağlıklı beslenme biçimi anne sütüyle beslenmesidir.
Anne sütünün aynı zamanda da çocuğu çeşitli hastalıklardan
koruduğu ve çocuğun bağışıklık sistemini geliştirdiği bilimsel
olarak da kanıtlanmış bir gerçektir. Araştırma yöresinde çocuğun
anne sütüyle beslenmesine özen gösterildiği süt ve süt vermeyle
geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir dizi adet ve inanmaların
kümelendiği gözlemlenmektedir.
“Kadının ilk sütüne loğusa sütü denmektedir. O sütü çocuk emer.
Kadının sütü yere akar da üzerine basılırsa süt kaçar. Ona
kadının sütü kesildi denir. Gelsin diye kadın sabah kuşlar
öterken suyun başına giderek – dağda mısın, telde misin, kelde
misin, yelde misin, nerdeysen sütüm gel diyerek sütünü
çağırır”(Tonya Melikşah köyü)
“Kadının ilk sütüne ağız sütü denir. İlk sütü çocuk emer, o süt
çocuğa çok yarayışlıdır. Ana sütü emmeyen çocuk gıdasız kalır.
Kadının çocukları doğup doğup ölüyorsa o çocuğa anası hiç süt
vermez, o çocuğu komşu sahiplenir. Emziren kadın o çocuğun süt
annesi olur. O sülaleden kız alıp verilmez, yedi kuşak geçecek
ki temizlensin. Kadının sütü gelmezse saç tarağıyla üç sabah
kadının göğsü taranır. Kadın aç karnına kuşlar ötmeden sütüm
gelsin diyerek dua eder.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadının sütü varsa iki sene çocuğa süt verilmektedir. Kıza da
erkeğe de aynı süt verilir. Çocuğa başka kadın süt verirse
çocuklar kardeş olur.çocuğa ilk olarak süt verilir. Kadının ilk
sütüne loğusa sütü denir loğusa sütü çocuğa verilmez. Verilirse
çocuğu bozar. Önden gelen süt yani loğusa sütü bir beze veya
pamuğa sağılır, onun peşine gelen süt çocuğa verilir. Loğusa
sütü ise bir yere gömülür. Kadının sütü yememekten, üzüntüden
kesilir, süt bir yere damlar ve çiğnenirse kadının sütü geri
gider.”(Akçaabat Acısu köyü)
“Çocuk doğdu kundak edildi, yatırılır ahlaklı bir erkek çocuğun
kulağına ezan verir, ondan sonra çocuk emzirilir. Çocuğun
kulağına ezan vermeden çocuğa meme verilmez. Annenin ilki sütüne
ağız sütü denir, birikmiş süt denir. Kadın kırklıyken sütünü
yere damlatırsa, o sütün de üstünden geçilir veya basılırsa
sütten kesilir, bir daha da sütü gelmez. Kadının sütünün yeniden
gelmesi için kadına okunur. Anne ölür çocuk yetim kalırsa, başka
bir çocuklu kadın yetim çocuğu emzirir. Emziren çocuğun süt
annesi, sütünü emdiği çocukta süt kardeşi olur. süt kardeşler
evlenemez”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Başka bir çocuğa süt vermeyle ilgili yörede kaynak kişilerden
tespit edilen bir örnek anlatılar şöyledir.
“Burada bir kadıncık vardı, beş tane çocuğu oldu peş peşe öldü.
Birisi kadına demiş ki ikiz çocukları olan bir kadına kendini
emmedem çocuğunu emzirtirsen çocuğun yaşar. Benim de ikizlerim
var kadıncağız bana yalvardı – ne olur süt ver de çocuğumuz
yaşasın. Emzikli bir kadın kocasından izin almadan bir başka
çocuğu emziremez, çünkü süt erkeğindir. Ben de kocamdan izin
aldım gittim çocuğu emzirdim, o çocuk yaşadı”(Şalpazarı Geyikli
beldesi)
“Kaynımın üç çocuğu oldu, öldü sonra bir çocuğu daha oldu. O
zaman eltim bana dedi ki; abla siftah benim çocuğumu sen emzir,
çocuklarım yaşamıyor dedi. Burada derler ki başka bir çocuğa süt
verip vermeyeceğini erkeğe soracaksın, süt erkeğindir derler.
Ben de sordum; adam dedim eltim çocuğu yaşasın diye benim
emzirmemi istiyor sen ne dersin. O da dedi ki; ben o işi
sevmiyorum emzirmeni istemem. Bunun üzerine ben de emzirmedim.
Çünkü emzirince çocuklar kardeş oluyorlar.”(Akçaabat Acısu köyü)
Dişle ilgili adet ve inanmalar:
Çocuğun biyolojik gelişiminin belirtilerinden birisi ve en
önemlilerinden olan diş çıkarma geleneksel kültürde geçmişte
olduğu gibi günümüzde de gerek kente ortanım da gerekse kırsak
kesimde törensek uygulamalarla karşılanmaktadır. Bu törenin
temelinde; farklı görüşler yatmaktadır. Bu görüşler içerisinde
çocuğun beslenmesi ile ilgili olanlar dikkati çekmektedir.
Yiyeceklerin ezilmesinde , parçalanmasında ve öğütülmesinde
birinci derecede rolü olan dişin ortaya çıkışı nedeniyle,
düzenlenen bu törenle yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını artırma,
bereketi artırma gibi dileklerin yanı sıra; çocuğun dişinin
kolay, sağlam, düzgün çıkmasına yönelik arzu ve dilekler yer
almaktadır. Dişin çıkışı ile ilgili olarak yapılan törensel
uygulama psikolojik ve toplumsal açıdan da önem taşımaktadır.
Çocuğun normal koşullarda beş aydan sonra dişinin çıkması
beklenir. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi dişle ilgili
olarak Doğu
Karadeniz Bölgesi illerimizden olan Trabzon’da
yapılan pratikler ve halk arasında yorumlar yoğunluk
taşımaktadır.
“Önce alt dişin çıkması iyi sayılır. Alt diş çıkarsa, diş yukarı
baktığı için; çocuk göğe Allah’a yalvarıyor denir. Üst diş
çıkarsa aşağı bakıyor toprağa yalvarıyor iyi değil denir.”(Maçka
Çeşmeler köyü)
“Çocuğun önce üst dişi çıkarsa çocuk çok yaşamaz denir. Dişinin
ilk çıktığını gören çocuğa mutlaka rengi beyaz olan bir hediye
alır.”(Tonya Melikşah köyü)
“Ana sütü sıcak olursa damak kızgın olur diş daha iyi çıkar
denir. Çocuğun dişinin çıktığını gören çocuğun bir giysisini
yırtar ki dişler kolay çıksın.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Çocuğun konuşması ve yürümesi ile ilgili adet ve inanmalar:
Çocuğun konuşması ve yürümesi gelişmesiyle ilgili önemli
aşamalardır. Bu nedenle çocuğun geç yürümesi ve konuşması
halinde geçmişte bir takım uygulama ve pratiklere baş
vurulmaktaydı. Bu pratiklerin temelini de dinsel ve büyüsel
uygulamalar oluşturmaktadır.
Yürümesi gereken süre içerisinde yürümeyen çocuklar, yürümeyi
özendiren bir takım oyunlarla oyalanır, yatırlara, ziyaretlere
götürülür, nefesi iyi olan kişilerin gücünden yaralanılmaya
çalışılır. En yaygın olan davranış biçimi ise Anadolu’da yaygın
olarak inanılan çocuğun “ayak bağını” ya da “ayak kösteğini”
kesme uygulamasıdır. Araştırma yöresinde tespit edilen
bulgularda bu motif üzerinde yoğunlşaşmaktadır.
Anadolu halkı konuşamayan ve konuşması geciken çocuklar için de
birtakım uygulama pratiğe başvurmuştur, konuşmaya yönelik
işlemler ise genel olarak açma (ağzın anahtarla açılması), kesme
(dil bağının kesilmesi), okuma (nefesi kuvvetli birinin okuması)
ve birtakım büyüsel özlü (çocuğa kuş eti yedirmek, kuşun su
içtiği kaptan su içirmek vb) işlemleri içermektedir. Konuyla
ilgili olarak araştırma yöresinde kesme motifinin yoğun olarak
görüldüğü saptanmıştır.
Trabzon’da geç konuşan ve geç yürüyen çocukları;
“Anne Cuma günü çocuğun ayaklarını bağlayarak camiye götürür.
Giderken de yanına bir makas alır, makasa bir hediye bağlar,
namazdan ilk çıkan çocuğun ayağının bağını keser hediyeyi alır
hiç konuşmadan ve arkasına bakmadan gider. Buna çocuğun ayak
bağını kesme denir.”(Tonya Melikşah köyü)
“Konuşmayan ve yürümeyen çocuk köprü altından ve ceviz ağcının
kökünden geçirilir. Yürümeyen çocuğun ayak baş parmaklarına
kırmızı ip bağlanır, cinsinden olmayan bir çocuk o ipi üç yol
ağzında keser. Konuşmayan çocuk ineğin beçerine bağlanır. Bir
çubuk ile çocuğa hafif hafif vurularak; ineksen bağır, at isen
kişne, eşek isen anır, it isen öğür, insan isen konuş
denir.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Yürümeyen çocuk için ayağı bağlı derler. Böyle çocuklar camiye
götürülür, camiden ilk çıkan çocuğun ayak bağını
keser.”(Akçaabat Acı su köyü)
”Çocuğun ağzında yara varsa onun için konuşamıyorsa; koyun
çobanı olan bir kişi; aç karınla çocuğun ağzının kenarında üç
kere çakmak yakar. Bu üç sabah yapılır, bunu yapanın koyun
çobanı olması şarttır. Geç konuşan çocukların dil bağı da
kesilir. Geç yürüyen çocukların ise ayağına kendir bağlanarak
camiye götürülür, namazdan ilk çıkan o kendiri biraz keser,
ananı ilki olan biri çocuğu üç kere caminin etrafında
dolandırır. Üçüncüde bağ tam olarak kesilir. Buna ayak bağı
kesme denmektedir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Geç konuşan ve geç yürüyen çocuk baskınlık olmuştur diyerek
etle yıkanmaktadır. Geç yürüyen çocuğun ayaklarına kendir
bağlanarak, cuma günü camiye götürülür. Bağın kesildiği makasa
hediye bağlanır, bağı kesen makasa bağlanan hediyeyi
alır.”(Trabzon merkez Faroz Mahallesi)
“Geç konuşan ve geç yürüyen çocuklar köprü altından ve ceviz
ağacının kökünden geçirilir. Yürümeyen çocuğun ayak baş
parmaklarına, kırmızı yün ip bağlanır. Cuma günü caminin
kapısında namazdan çıkan ilk kişi o bağı keser. Ya da üç yol
ağzında akrabası olmayan soyundan olmayan bir kişi o bağı
keser.”(Şalpazarı Simenli köyü)
Söz konusu uygulamalarda çocuğun yürümesini engelleyen ayak
bağını ip ile sembolleyerek kesmek en sık rastlanan pratiktir.
Bu görev genellikle camiden çıkan birisine verilerek dinin
gücünden yararlanılmaya çalışılmaktadır.
Nazarla ilgili adet ve uygulamalar:
Nazar inancı İslam ülkelerinde bu arada ülkemizde de yaygındır.
İslam ülkelerinin hemen hepsinde insanların bir bölümünün
nazardan öldüğü inancına rastlamaktayız. Çok eskiden beri bu
zararlı kuvvete karşı konulmaya onun çarpıcı ve öldürücü
olduğuna inanılan gücünden korunulmaya çalışılmıştır. Temelinde
kıskançlık ve hasetlik olduğuna inanılan nazarın gözlerden
çıkarak kurbanına isabet ettiğine inanılmaktadır.
Bazı kem gözlerin zayıf olduğu düşünülen loğusayı ve çocuğu
etkileyeceği inancı günümüzde de yaygın olup, konuyla ilgili
pratikler de halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Trabzon’da nazarla ilgili olarak yapılan uygulamalar,
Anadolu’nun diğer yöreleriyle benzerlik göstermektedir.
“Nazarı yok etmeye yönelik olarak eğer nazar değdiren kişi
biliniyorsa onun üzerinden bir parça veya bastığı yerden toprak
alınır. Parça mısır unuyla yakılarak çocuğa tütsü edilir. Toprak
ise çocuğun vücuduna sürülmektedir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Nazara inanırız, nazar değmesin diye çocuğa muska yazdırılır,
mavi veya yeşil boncuk takılır, bir de sarımsağın götü çıkı
edilerek çocuğa takılır. Eğer çocuğa nazar değmişse; bir kaba su
konur ateşten enksi (köz) alınıp, nazar sönsün diye o su da
söndürülür. O suyla çocuğun yüzü gözü yıkanır. Kimin nazar
değdirdiği biliniyorsa onun üzerinden gizli bir parça alınarak
kiremit gibi bir şeyin üzerinde yakılarak çocuğa tütsülenir.
Nazar geri gitsin diye. ”(Akçaabat Acı su köyü)
“Nazardan korumak için çocuğa muska takılır, sarımsağın kökü,
çıra ve köpeğin pisliği çıkı edilir çocuğun omzuna
takılır.”(Trabzon Merkez Faroz Mahallesi)
“Kimden şüpheleniyorsak, onun bastığı yerden bir yonga, bir çop
parçası ve üzerinden gizili bir parça alınır. Yakılarak çocuğa
tütsü edilir. Eğr çocuk nazarlanmışsa ayın yenisinde Çarşamba
günü, mum dökülür.”) Şalpazarı Simenli köyü)
DOĞUM VE ÇOCUKLA İLGİLİ DİĞER ADET VE İNANMALAER
- Kadının yüzünü hamileyken çil basarsa doğum yapar yapmaz
kırmızı hırkayla kadının yüzü silinir. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Ddoğumda ölen kadına loğusa olduğu için cennetlik derler.
(Maçka Çeşmeler köyü)
- Çocuğun tırnakları bir yaşına kadar kesilmez onları
melayikeler keser derler. Kesilen tırnaklar atılır. (Maçka
Çeşmeler köyü)
- Çocuğun saçı bir yıl sonra kesilir. Buna yıllanmış saç denir.
Kesilen saç atılır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Ses veren çocuk üç gün sonra ölürse o anasına yarar. (Maçka
Çeşmeler köyü)
- Çocuğun tırnakları babasının cebinden bozuk para alacak duruma
geldiğinde kesilir. (Trabzon Merkez Faroz Mahallesi)
- Çocuğun tırnakları kırklanmadan kesilmez.(Akçaabat Acısu köyü)
- Çocuğun ilk kakasına çara boku denir. Çara boku
atılır.(Trabzon Şalpazarı Geyikli köyü)
- Çocuğa kırk gün sabun vurulmaz, tuzlu suyla yıkanır. (Maçka
Çeşmeler köyü)
- Çocuğun sarılığı geçsin diye mmoloşo otunun kökü pişirilerek,
suyuyla çocuk yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Sarılığa karşı çocuk sidikle yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Sarılığa ve rufiaya karşı çocuk ananın ilk çocuğunun sütüyle
yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Trabzon ilçe ve köylerinde yapılan çalışmada elde edilen veriler
kaynak kişi anlatılarına müdahale edilmeden sadece ifade
bozuklukları düzeltilerek içeriğe dokunulmadan olduğu gibi
verilmesine çalışılmıştır.
Doğumla ilgili olarak tespit edilen bilgilerin Anadolu’nun diğer
bölgelerinde olduğu gibi; dinsel ve büyüsel içerikli uygulama ve
pratiklerden oluştuğu saptanmıştır. Büyüsel içerikli
uygulamaların taklit ve temas büyüsünü içerdiği saptanmıştır.
Kadının hamile kalmasına yönelik uygulamalar bitkilere dayalı
halk hekimliği ve dinin ve büyünün gücünden yararlanmaya yönelik
olarak dinsel, büyüsel içerikli uygulama ve pratiklerden
oluşmakta olduğu saptanmıştır. Bu uygulamalara örnek olarak;
çocuğu olmayan kadının, ilk doğumunu yapan bir kadının eşine
sıcak sıcak oturması; büyüsel bir işlem olup, temas büyüsünü
içermektedir. Kadın basılmış da onun için çocuğu olmuyor
düşüncesiyle kadının üç sabah yeni mezara bastırılması; yine
büyüsel özlü bir işlem olup taklit ve temas büyüsünün iç içe
kullanılmasına bir örnektir, çocuğu olmayan kadının ananın
Fadime adlı ilk kızı tarafından avat adlı dikenin altından
geçirilmesinin temelinde; dinin ve büyünün gücünden aynı anda
yararlanılmaya çalışıldığı görülmektedir, kadının basıldığı için
çocuğunun olmadığına inanılıyorsa dereden toplanan 41 tane taş
suya konarak onunla yıkanması; 41 sayısından dolayı dinin
gücünden yararlanılmaya yönelik bir davranış olarak açıklana
bilinir. Günümüzde modern tıp uygulamaları geleneksel
uygulamaların önüne geçmiş olsa da geleneksel yöntemlerin
günümüzde halen zaman zaman kullanıldığı da tespit edilmiştir.
Çocuğun yaşamasına yönelik uygulamalarda da benzer uygulamalara
baş vurulduğu saptanmıştır. Bu uygulamaların genel
değerlendirmesi; Yaşamayan çocuğa yedi kapıdan yonga toplanarak
tütsü yapılmasının temelinde; yedi sayısından dolayı dinin
gücünden yararlanılmaya çalışıldığı görülmekte, çocuğa çocuğun
annesinin süt vermemesi başka bir kadının süt vermesinin
temelinde; sütünü emdiği kadının çocuklarının yaşıyor olmasından
dolayı bu özelliğin süt aracılığıyla çocuğa da geçeceği inancı
burada taklit ve temas büyüsünün iç ,içe olduğu görülmekte, bir
kilitle kadının belinin demir zincirle bağlanmasının temelinde
de; demirin sağlamlığının kadına ve çocuğa geçmesi, taklit ve
temas büyüsünün iç , içe görülmekte, ayrıca kilitleme işleminden
dolayı bir anlamda kalıcılığı sağlamaya yönelik bir uygulama
olması bakımından benzer işlemler benzer sonucu doğurmaktadır
ilkesi de yer almaktadır şeklinde yapıla bilinir.
Doğacak çocuğun cinsiyeti tüm toplumlarda merak konusu olmuş, bu
merak; konuyla ilgili olarak bazı adet ve inanmaların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde çocuğun cinsiyeti dördüncü
aydan itibaren ültrason denilen aletle % 90 doğruluk payıyla
öğrenilmektedir. Ancak halk arasında konuyla ilgili tahmin ve
yorumlar günümüzde de yoğun olarak devam etmektedir.
Aş erirken ve hamilelik esnasında yapılmasına ve ya
yapılmamasına özellikle dikkat edilen davranışlar hamileliğin
önemli bölümünü oluşturmakta bu dönemle ilgili davranışlara
geçmişte olduğu gibi günümüzde de titizlikle uyulduğu
saptanmıştır. Bu uygulamaların da genel değerlendirmesi; hamile
ve aş eren kadının yılana bakmaması ve yılanı öldürmemesi aksi
halde çocuğun dilini dışarı atacağına, tavşana bakmaması bakarsa
çocuğun gözünün açık olacağına, çocuğun karında oynadığı zaman
güzel insanlara bakılırsa kadının güzel çocuk doğuracağına,
cenazeye bakmaması bakarsa çocuğun yüzünü solgun ve bet
olacağına inanılması benzer benzeri doğurur ilkesi ve büyüsel
özlü işlemler içerdiği görülmektedir. Hamileyken kadının acı ve
ekşi meyveler yememesi yerse çocuğun aksi, kadının kötü lokma
yerse çocuğunun ahlaksız olacağına dair inanmalar ise; kadının
hamilelik esnasında yanlış davranışlardan uzaklaştırmaya yönelik
uygulamalar olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Doğumun kolay olmasına yönelik uygulamalar ise; doğumların
hastanelerde yapılması nedeniyle günümüzde fazla yoğunlu
taşımadığı, ancak şekil değiştirerek günümüzde de devam ettiği
saptanmıştır. Buna örnek olarak ister köyde yaşayan yöre halkı,
isterse büyük kentlerde yaşayan yöre halkı doğuma giderken kadın
kolay doğum yapsın diyerek kilitleri açık tutmakta, kadının
bohçalarını açmakta, üzerinde bağ varsa onu çözmekte, çocuk için
yaptığı giysilerin düğmelerini çözmekte, bağlarını açmaktadır.
Günümüzde doğumlar hastanelerde yapılmakta bu nedenle; çocuğun
eşi ve göbek kesmeyle ilgili adet ve inanmalara günümüzde artık
rastlanmamaktadır. Ancak, göbeğin bakımı ve göbeğin düşmesiyle
ilgili adet ve inanmaların günümüzde de devam ettiği
saptanmıştır. Bunun değerlendirmesi; göbek düşünce, bir yamaya
sarılarak, çocuğa kırk basmasın diye kırk gün saklanmasının
temelinde; kırk sayısından dolayı dinsel uygulama ve parçanın
bütünü etkileyeceği inancının yattığı görülmekte, göbek saklanır
çocuğun sancılanması halinde eritilerek çocuğa içirilmesinin
temelinde; çocuğun bir parçası olduğu düşünülen göbeğin çocuğun
iyileşmesinde etken olacağı, paçanın bütünü etkileyeceği inancı
yer almaktadır şeklinde yapıla bilinir.
Çalışma geçmiş ve günümüz bağlantısı kurularak yapılmış,
kültürün kaçınılmaz özelliği olan değişimin bu alanda da
gerçekleştiği saptanmıştır. Gelişen teknoloji, farklılaşan
ekonomik yapı, değişen kültürel yaşam bunun doğal nedeni
olmuştur. Ancak inanmalara dayalı batıl inançlar ve dinsel
büyüsel nitelikli işlem ve uygulamalar yanı manevi değerlerin
daha az ve yavaş değiştiği saptanmıştır. Bunun yanı sıra, maddi
alandaki kültürel öğelerin beşik, kundaklama vb daha değiştiği
saptanmıştır.
Doğumla ilgili adet ve inanmaların, inanca dayalı manevi bölümü;
özellikle; kısırlığı giderme ve çocuğun yaşamasına, kırklama,
nazar, baskınlık, göbek, cinsiyet tayinine yönelik uygulamalara,
aş erme ve hamilelik sırasındaki davranışlarla ilgili pratiklere
günümüzde de benzer davranışlarla devam ettiği gözlenmektedir.
Yapılan çalışmada; doğum ve çocukluk çağı içerisinde önemli yer
tutan kırklama ve nazarla ilgili adet ve inanmalara ve bunlara
yönelik uygulama ve pratiklere günümüzde de kesin bir kural
olarak devam edildiği saptanmıştır.
İçerikte aynı kalan biçimde bazı değişimlere uğrayarak devan
eden; doğun etrafında kümelenen uygulama ve pratikler halkın
psikolojik, dinsel. toplumsal gereksinimlerine günümüzde de bir
ölçüde yanıt vermektedir.
Trabzon’da yapılan alan araştırmasında elde edilen bulguların;
Anadolu’nun bir çok yöresiyle de benzerlik gösterdiği tespit
edilmiştir. Bu yorum konuyla ilgili karşılaştırmalı olarak
yapılan bir çalışmada daha net olarak ortaya çıkacaktır. Ancak
benzer değerlerden yola çıkarak, genel olarak benzer
gereksinimlerin benzer davranışları da beraberinde getireceği
söylene bilinir.
KAYNAK KİŞİLER
Adı soyadı :Ayşe DEDEOĞLU
Doğum yeri :Araklı
Doğum tarihi :1944
Öğrenim durumu :Okuma yazma yok
Medeni hali :Evli (9 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Fatma Bayraktar
Doğum yeri :Şalpazarı
Doğum tarihi :1924
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Dul( 2 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kaını
Adı soyadı :Saniye GÜROL
Doğum yeri :Merkez Faroz Mahallesi
Doğum tarihi :1925
Öğrenim durumu :Okuma yazma yok
Medeni hali :Dul
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Hafif CİNKAYA
Doğum yeri :Şalpazarı
Doğum tarihi :1931
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Evli (5çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Makbule POLAT
Doğum yeri :Maçka
Doğum tarihi :1935
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Evli (4çocuk sahibi)
Mesleği :İşçi (Almanya’da 10 yıl çalıştı)
Adı soyadı :Fatma BEKTAŞ
Doğum yeri :Şalpazarı
Doğum tarihi :1937
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Evli ( 3 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Ayşe SAĞLAM
Doğum yeri :Tonya
Doğum tarihi :1923
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Evli
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Asiye BİLEK
Doğum yeri :Tonya
Doğum tarihi :1947
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Dul (2 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Sakine GÜROL
Doğum yeri :Akçaabat Trabzon merkez Faroz mah. büyüdü
Doğum tarihi :1952
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Duk (5 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını
Adı soyadı :Sabire ÇELİK
Doğum yeri :Akçaabat
Doğum tarihi :1939
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Evli (4 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını
KAYNAKÇA
ACIPAYAMLI, Orhan :Türkiye’de Doğumla İlgili Adet Ve İnanmaların
Etnolojik Etüdü. Erzurum 1961 A Ü Eğitim Bilimleri Fakültesi
Yayınları 141 S.
BALIKÇI, Gülsen:Rize/ Pazar Akbucak, Otrayol Ve Uğrak
Köyleri’nin Etnik Yapıları. Ankara 1997. A. Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü Halkbilim Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi. 351 S.
BALIKÇI, Gülsen:Artvin’in Bazı Yörelerinde Doğumla İlgili Adet
Ve Uygulamalar: Türk Halk Kültüründen Derlemeler. 1998. Ankara
2001. Kültür Bakanlığı Yayınlaı. 36- 98. S.
BALIKÇI, Gülsen:Uşak’ın Bazı Yörelerinde doğum Adetleri. I.
Araştırma Sonuçları Sempozyumu bildirileri. Ankara 1999. 221-
250 s.
BALIKÇI, Gülsen:Tarsus Doğum Adetleri. Tarsus Alan
Araştırmaları. Ankara 1998. Kültür Bakanlığı Yayınları. 63 – 73
s.
HANÇERLİOĞLU, Orhan:Dünya İnançları Sözlüğü.. İstanbul 1993.
Evrim Matbaacılık. 574 S.
ÖRNEK, Sedat Veyis:Geleneksel Kültürümüzde Çocuk. Ankara 1979.
Saim Toraman Matbaası. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 413
S.
ÖRNEK, Sedat Veyis:Türk Halkbilimi. Ankara 1995. Kültür
Bakanlığı Yayınları. Türk Hava Kurumu Basımevi. 264 S.
ÖRNEK, Sedat Veyis:Sivas Ve Çevresinde Hayatın Çeşitli
Safhalarıyla İlgili Batıl İnançların Ve Büyüsel İşlemlerin
Etnolojik Tetkiki. 2. bsm. Ankara 1981. DTCF Basımevi 139s.
ÖRNEK, Sedat Veyis:100 Soruda İlkellerde Din Büyü Sanat Efsane..
1bsm. Ankara 1971. Özaydın Matbas 231 s.ı
|
|
| |