Karalahana.com! Laz uşaklarının gayrıresmi web sitesi

 Anasayfa yap |   Sık kullanılanlara ekle  ENGLISH


 TRABZON’UN BAZI YÖRELERİNDE DOĞUMLA İLGİLİ ADET VE İNANMALAR - Gülsen BALIKÇI




GİRİŞ

Yaşamın üç önemli bölümünden ilki olan doğum dünyanın her yerinde ve her zaman sevindirici mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. Dünyaya gelen her çocuk sadece ailesi için değil yakın çevresinde bulunan herkes için de büyük önem taşımaktadır. Çünkü her yeni doğan çocuk; ailenin, akrabanın, soyun – sopun kısacası ait olduğu topluluğun sayısını artırmakta. Bu da özellikle geleneksel toplumlarda gücün dayanışmanın artması anlamına gelmektedir.

Doğum olayı hem kadın, hem de erkek için toplumsal açıdan da önem taşımakta; her ikisine de grup içerisinde saygınlık ve yeni bir statü kazandırmaktadır. Çünkü çocuğu olamayan kısır kadın grup içerisinde ne kadar ezikse, çocuğu olmayan erkek de aynı derecede rahatsıdır.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı, anneye benlik, babaya güven, akrabalara, temsil ettiği gruba kuvvet kazandıran, ve yaşamın başlangıcını oluşturan, doğum olayına halk yaşamında büyük önem verilmiş, doğum ve doğumla ilgili safhalara bir takım geçiş törenleri eşlik etmiştir.

Halk inanmasına göre insanlar tüm geçiş dönemlerinde olduğu gibi, doğum olayında da zararlı dış etkilerle ve doğa üstü kuvvetlerden gelen, tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu tehlikelere karşı koymak içinde birtakım dinsel ve büyüsel uygulama ve pratiklere baş vurmaktadırlar. Bu uygulamalar hamilelik öncesinden başlayarak, hamilelik sırası ve hamilelik sonrasına kadar uzanan çok geniş bir tabloyu kapsamaktadır.

Konuyla ilgili olarak yapılan araştırma Trabzon ilçe ve köylerinde; 14 – 26 Temmuz 2002 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Bilgiler direk kaynak kişilerle yapılan görüşmelerle tespit edilmiş, tespit edilen bilgiler metin içerisinde kaynak kişiden alındığı şekilde, içeriği bozmadan cümleler düzenlenerek verilmiştir.

HAMİLELİK ÖNCESİ

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de kadının gelin gittiği evde saygınlık kazanması, yerini sağlamlaştırması,analık zevkini tatması, soyun devamını ağlaması kocasının gözüne girmesi, söz sahibi olması, bulunduğu kültür içerisinde yeni bir statü ve pestij sahibi olması için kısa zamanda çocuk sahibi olması istenmektedir. Ailedeki her doğum ailenin akrabanın sayısını artırmakta, sayının artması da kültür içerisinde gücün dayanışmanın artması anlamına gelmektedir. Anadolu’nun bir çok yöresinde olduğu gibi “çocuk ailenin temelidir, ocak tutturur” bakış açısı Trabzon’da da; yaygın bir düşünce olarak toplumun bu konudaki değer yargısını açığa vurmaktadır.

Bu bakış açısı geçmişte daha katı olarak hayata geçirilirken, günümüzde de geçerliliğini sürdürmesine rağmen daha esnek bir görünüm arz etmektedir.

Araştırma yöresinde anne ve babalar soyun sopun artması, çocuklarının bir an önce çoluğa çocuğa karışması, bir an önce torun sahibi olarak torun sevgisini tatmak, çocuklarının mürüvvetini görmek için çocuklarını bir an önce evlendirmek ve onların da bir an önce çocuk sahibi olmalarını istemektedirler.

Bu istek doğrultusunda yörede tespit edilen kaynak kişi bilgileri şöyledir.
“ 5- 110 sene bekleyen vardır. Ama genellikle 4- 5 sene sonra burada çocuk aramaya düşülmektedir.”(Tonya Melikşah Köyü)
“3- 4 yıl çocuk olmasa kaynanalar hemen telaşa düşer.”(Trabzon Merkez Faroz Mahallesi)
“senesine kadar hamile kaldı kaldı, kalmadı çare aramaya başlarız.”(Şalpazarı Geyikli köyü)
“!0 yıla kadar beklenir. Olmazsa adam evlenir”(Şalpazarı Geyikli köyü)
“Eskiden 1-3 aylık gelin oldun mu hemen gelinin hamile kalıp kalmadığı araştırılmaya başlanırdı. O zaman doktora gitme ilaç kullanma yok. Bir sene beklenir, sonra çocuk aramaya düşülür.”

Araştırma yöresinde geçmişte ekonomik nedenlerden dolayı. Çocukların ev işi ve bağ bahçe işlerinde şi gücünden yararlanmaya yönelik olarak ve korunma yöntemlerinin bilinmemesi nedeniyle çok çocuk sahibi olunmaktaydı. Ancak günümüzde değişen ekonomik yaşam ve geçlerin korunma yöntemleri konusunda daha duyarlı olmaları nedeniyle çocuk sayısı ortalaması üçe kadar düşmüştür.

Kısırlık ve kısırlığı giderme;

Toplumumuzun geleneksel kesiminde başka bir deyişle erkeğin egemen olduğu yörelerde kusur çoğu zaman kadında aranmaktadır. Bu nedenle erkekten önce kadının birtakım çarelere baş vurarak kısırlığını gidermesi gerekmektedir. Bu uygulamalar; dinsel büyüsel nitelikte olanlar, halk hekimliği kapsamına girenler ve tıbbi sağaltma alanına girenler olmak üzere genel olarak üç grupta toplanmaktadır.

Geleneksel kültürde çocuğu olmayan kadın ve erkeklerle ilgili söylemler ve özellikle de kadının kısırlığını önlemeye yönelik uygulama ve pratikler yoğunluk taşımaktadır.

Araştırma yöresinde çocuğu olmayan kadına için;“kısır”,”çocuğu olmayan kadın”,”kurubaş”, “katır cinsi” gibi tanımlamalar kullanılmakta çevre ve aile içerisinde çeşitli davranışlarla horlandığı durumlar olmaktaydı.

Bu konuda tespit edilen kaynak kişi anlatıları aşağıda yer almaktadır.
“Burada çocuğu olmayan kadına kısır derler. Kavgalaşıken yüzüne vurular iyi olsan çocuğun olurdu, Allah sana çocuk vermedi seni sevindirmedi derler”(Tonya Melikşah köyü)
“Kısır, kuru baş derler birisiyle çekişirken iyi olsan çocuğun olurdu, kuru başlı olmazdın derler.çocuğu olmayan kadın ev içinde de çok horlanır, gelin kaynanasına karşı çok çekimser durur. Ama artık öyle değil. ”(Şalpazarı Geyikli köyü)

Trabzon’da kadının gelin gittiği evde saygınlık kazanması, kocasının gözüne girmesi, yerini sağlamlaştırması, analık zevkini tatması, soyun devamını sağlaması için hemen çocuk doğurması beklenir. Geçmişte iki üç yıl çocuk olmadığı zaman önce kadın suçlanırdı, kadının tedavisine yönelik dinsel, büyüsel ve köy ebelerinin yardımlarına yönelik halk hekimliği uygulamalarına baş vurulurdu.

Geçmişte yoğun olarak günümüzde de zaman zaman yapılan bu uygulamalara bazı örnekler vermek istiyorum. Ancak şunu özellikle belirtmek isterim bu uygulamaların tümü halktan doğrudan doğruya tespit ettiğim bilgileri içermekte ve bilgiler halktan tespit edildiği şekilde verilmektedir.

Çocuk olması için ;
“Burada eskiden çocuğu olmayan kadınlar önce ebe kadına giderdi. Ebe kadın parmaklarıyla bakar, yapacağı bir işse yapar, yapamayacaksa doktorluksun derdi.” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Eskiden hep kadın suçlanırdı burada, o zaman yük çok taşınıyor, yük olunca üşütüyorsun, ıslanıyorsun, terliyorsun, o şekilde de ahura (ahıra) gidiyorsun onun için eskiden kadınlara çocuk olmazdı. Ama şimdi artık erkekte de suç oluyor. Neden anlamıyorum şimdi ilaçlı (hormonlu) şeyler çok yeniyor, çok çay içiliyor ondan her halde” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Rahim ağzına bir buğday tanesinin yarısı kadar göz taşı konur kadın bu şekilde sabaha kadar yatar. Göztaşı rahimdeki iltihabın sökülmesini ve kapalı olduğu düşünülen kanalların açılmasını sağlar. Sarımsak, zeytinyağı, inek yağı karıştırılarak bir darı tanesi büyüklüğünde bir beze sarılarak oracığa ( rahme) konur bu da iltihabın sökülmesine yönelik bir uygulamadır.kadının üşütmesi olduğu zamanda süte kaldırık kökü konur, iyice kaynatılır, kadın onun sıcağına oturur.” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Isırgan otu, arpa, kül büyükçe bir kazanda su ile kaynatılır, çocuk sahibi olmak isteyen kadın başına kazanı da kapatacak büyüklükte bir çul alarak bunların buğusuna oturur iyice terler daha sonra yatar bu uygulamayla kapalı olan kanalların açılacağı düşünülmektedir.”(Şalpazarı Geyikli köyü)
“Rahim ağzının kapalı olması halinde; ceviz yaprağı, ısırgan otu, anık yaprağı suyla kaynatılır kadın onun buğusuna oturur. Rahim bu yolla yumuşatıldıktan sonra köy ebelerinin yardımıyla rahim eğercekle açılır. Daha sonra pamuğa rakı konarak rahme bırakılar.bu kadın adet görüp temizlendikten hemen sonra yapılıyor, çünkü o sırada rahim alçalma yapıyor, aşağıya yakın oluyor ” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Çocuğu olmayan kadının köy ebeleri uşaklık düzeni olup olmadığını kontrol etmek için rahmine bakar, çocuğu olmayan kadın su buğusuna oturtulur.” (Şalpazarı Simenli köyü)
“Kadın süt buğusuna , bartın otunun buğusuna oturtulur” (Şalpazarı Geyikli köyü, Merkez Faroz Mahallesi)
“Kabak haşlanır kadın buğusuna oturur”(Araklı Kestanelik köyü, Merkez Faroz Mahallesi)
“Lolayda, kara yemiş yaprağı siren suyla kaynatılır kadın onun buğusuna oturur.bunlar adetin son günü yapılmaktadır.”(Akçaabat Acı su köyü)
“Eğer kadının soğuklaması varsa çarşıdan alınan gemi zifti eritilir, bal mumuyla muşamba yapılarak kadının karnına ve beline sarılır. Bu uygulama arka arkaya üç gün yapılmaktadır. Bunlar kadın adet görüp üç gün üstüne yıkandın mı hazne açık oluyor ya, yumurtalığın ağzı açık oluyor ya onun için o zaman yapılıyor. ”(Maçka Çeşmeler köyü )
“Çocuğu olmayan kadınlar eskiden ebeye giderdi, ebeler soğuklaması var derdi. Soğuklama geçsin diye, arpa kazanda bir güzel kaynatılır, yakmayacak hale gelince kadın onun buğusuna oturur. Bir de kül suda kaynatılır, külü süzdürülür gelin iki üç sabah o külün içerisinde oturur.”(Maçka Çeşmeler köyü)

Kaynak kişi anlatılarına göre yukarıdaki uygulamaların tümü, çocuk olacak kanalların açık olması ve yapılanlar uygulamalardan daha iyi sonuç alınacağı düşüncesiyle adetin sun günü kadın temizlendikten sonra yapılmaktadır.

Konuyla ilgili olarak dinsel büyüsel uygulamalar da yoğunluk taşımaktadır.
“Yörede yeni gelini ve yeni doğum yapan kadını cenaze basacağına bundan dolayı da çocuğunun olmayacağına inanılmaktadır. Bu nedenle çocuğu olmayan kadın üç sabah aç karınla yeni mezara basar. Basarken de; - şimdiye kadar sen bastın beni şimdiden sonra da ben seni basıyorum der. ve ölünün yıkandığı artık sabunla yıkanır. İlk doğumunu yapan bir kadının eşine sıcak sıcak oturur. Kadın üç sabah avat adlı dikenin altından geçirilir.”(Merkez Faroz Mahallesi)
“Kadının nazardan dolayı çocuk sahibi olamadığı düşünülüyorsa ananın Fadime adlı ilk kızı ayın eskisinde cumartesi günü –avat- adlı bir baştan bir başa uzanan dikeni kaldırır, kadın onun altından üç defa geçer, daha sonra bu dikenden üç parça keserek dereye atar, atarken de; Cenab- ı Allah bu su gibi bana çocuk versin der. Yörede iki nikahlı kadın kırk gün içerisinde karşılaşırsa birinin öbürünü basacağına, basılanın çocuğu olmayacağına inanılmaktadır, böyle durumlarda ise basılan dereden toplanan 41 tane taşla yıkanmaktadır.” (Akçaabat Acı su köyü)

Araştırma yöresinde yapılan çalışmada kısırlığı gidermeye yönelik uygulamaların Anadolu’nun bir çok yöresiyle benzerlik gösterdiği görülmektedir. Dinsel büyüsel uygulamaların ise özellikle büyüsel işlemlerde ise temas büyüsünün etken olduğu saptanmıştır.

Günümüzde ise çocuk olmaması halinde kadın ve erkek aynı derecede sorumlu tutulmaktadır. Modern tıp geleneksel uygulamaların önüne geçmiş durumdadır. Ancak yapılan araştırmada geleneksel uygulamaların eskiye oranla çok az olmasına rağmen günümüzde de devam ettiği saptanmıştır.

Çocuğun yaşamasına yönelik uygulama ve Pratikler:

Kadının çocuğu yaşamıyor ya da karnında durmuyorsa bunu önlemeye yönelik yörede dinsel ve büyüsel içerikli bir takım pratiklere baş vurulmaktadır.

Çocuğun yaşamasına yönelik kaynak kişi açıklamaları da şöyledir.
“Çocuk yaşamıyorsa nazardandır denir. Yedi kapıdan yedi yonga toplanır, yongaların toplandığı yedi kapıdan yedi kişinin iç çamaşırının bağından alınır, yakılarak çocuğa tütsü yapılır.” (Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Çocuğun annesi çocuğa hiç süt vermez onu başka emzikli bir kadın emzirir. Ancak emziren kadın süt vermek için kocasından izin almak zorundadır. Çünkü süt erkeğindir, erkek izin vermezse kadın başkasının çocuğunu emziremez.” (Akçaabat Acı su köyü)
“Bir kilit alınır 41 yasin okunarak kadının beli zincirle bağlanır, doğum sancısı tuttuğu zaman kilit açılır.”(Tonya Melikşah köyü)
“Yaşamayan çocuk anadan babadan miras kalan miras kalburundan geçirilir, çocuk doğunca yere bırakılmaz doğrudan kalburun içerisine alınır, bunun yanı sıra sabah namazında çocuk sınıra bastırılır. Ayrıca çocuk miras kazanından, miras zincirinden, miras sac ayağından geçirilir.”(Maçka Çeşmeler köyü)

Bu uygulamalar içerisinde kadının belinin demir zincirle bağlanması demirin sağlamlığının çocuğa geçmesi, çocuğu miras kalburuna koyma vb uygulamalar miras kalan kalbur gibi çocuğun kalıcılığını sağlamaya yönelik büyüsel bir işlem olarak karşımıza çıkmaktadır.Yedi sayısının da hem dinsel hem de büyüsel bir güç olarak bu uygulamalar içerisinde kullanıldığı görülmektedir.

HAMİLELİK SIRASI

Kadının hamile kalması tüm topluluklarda sevindirici bir olay olarak kabul edilmektedir. Geleneksel topluluklarda hamilelik aile içerisinde büyüklerden gizlenmeye çalışılır, gelin bunu genellikle kocası, kendi yaşına yakın aileden birisiyle paylaşır, kayınvalide hamileliği onların aracılığıyla öğrenirdi.

Kadın hamileliği sırasında çevresinde bir çeşit hasta olarak kabul edilir ve buna göre işlem görür. Başka bir deyişle, hamile kadının bağlı bulunduğu çevrenin kültürel değerleri, kadını hasta kategorisine sokmakta ve ona hasta gibi davranmaktadır.bu durumda kadını hamileliği sırasında bağlı bulunduğu kültürel ortamın geçerli saydığı işlemlere uymaya zorlamaktadır.

Anadolu’da hamilelik genel olarak; “hamile”,”gebe”,”yüklü” olarak ifade edilmektedir. Araştırma bölgesinde ise hamilelik bu söylemlerin yanı sıra; “iki canlı”, ağır ayak” şeklinde ifade edilmektedir.

Hamileliğin anlaşılması ve aş erme:

Hamile kadın halk anlatımıyla özellikle; hamile kaldığı anlaşılıp aşerme aşamasına geldiği zaman bazı şeyleri yapmaktan, özellikle belirli nesneleri yemekten, kaçınır ya da tersine belirli nesneleri yemeye daha çok özen gösterir. Bu türden yiyecekler fizyolojik bakımdan, kadının bünyesindeki kimi maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmekte ve içilmektedir.

Aş ermek; halk arasında hamile kadının kimi yiyecekleri canı çekmesi ve onları yemekten kendini alamaması olarak bilinmektedir. Trabzon’da halk arasında; aş eriyor, aş yeriyor, vakitsiz, yerikli, yerindili, yeriği çıkmış, yerik seçme, yeriğe kalma şeklinde, ifade edilmektedir

Hamileliğin anlaşılmasına yönelik tespit edilen kaynak kişi anlatıları şöyledir.
“Anan halımız, ay başımız kesildiği zaman başlarız falan şey olsa da yesek demeye, buna aş erme denir. O zaman anlıyoruz ki çocuğumuz var”(Akçaabat Acı su köyü)
“Kirlenmezsin tam ayına gelirsin kirlenmezsin. Kırk günde başlarsın aş ermeye . yemek için ekşi bir şey ararsın ya da tatlı bir şey yiyemezsin. Bir yemeği yerken onu ikra edersin. O zaman anlarız ki hamileyiz kaynanaya belli etmemeye çalışırız. Eskiden çocuk dört beş aylık olana kadar kaynanaya bir şey söylenmezdi, saygı vardı. Bazı kaynanalar gelinin çok uyumasından, çok yemek seçmesinden gelinin hamile olduğunu anlardı.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Ayımız şaştı mı uşağa kaldık, yeriğe kaldık deriz.”(salpazarı Simenli Köyü)
“İki ay saptı mı, iki ay yıkanmadın mı, çocuk var denir şüphelenmeye başlanır. Ancak beş ay olup çocuk oynadığı zaman kesin emin olunur çünkü bazen iki ay geçti mi de kirlenebilirsin buna biz kan ikizi deriz”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Aş erer, midesi bulanır, istifra eder evvel kaynanalara söylenmezdi, saygı vardı. Karnı büyüyünce kaynana anlardı”(Tonya Melikşah köyü)
“Uşağa kaldık mı ayım şaştı, yeriğe kaldık deriz”(Şalpazarı Simenli beldesi)

Çocuk düşürmeye yönelik uygulama ve pratikler:

Trabzon’da geçmişte istenmeyen hamilelikler ya doğumla sonuçlanır ya da halk hamileliği kendi yöntemleri ve kulaktan duyma bilgilerle sonlandırmakta, bazen başarılı olurken bazen de bu uygulama yapanın hayatına mal olmaktaydı. Bu konudaki uygulamaların da Anadolu’nun bir çok yöresinde baş vurulan yöntemlerle yakın benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir.

“Karına taş bastırılır, kibrit çöpüyle rahim karıştırılır.”(Merkez Faroz mahallesi)
“Zehirli olan sifin yaprağının odunu kırılır rahme konur, ağır yük kaldırılır.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Sırım ağusu kabuğu soyularak rahimden içeri sokulur, üç tarafı kan oldu mu çocuk iner, ana çocuğun düşmesi için hav(küçük) olması gerekir.” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Pancarın sapçığıyla, tavuğun kanadıyla çocuk düşürülür. Kadın ağır yük taşır, birde sarmaşık diye zehirli bir ot var o kaynatılır, onun sıcağına durulur. Böylece çocuk zehirlenerek, ölür ve düşer. Karna taş bastırırlar. Burada bir kadın vardı sarmaşığın sıcağına oturdu, sonra tavuğun kanadını rahme soktu. Kanat rahme kaçtı kadın öldü” (Şalpazarı Geyikli köyü)
“Çocuğun düşmesine,çocuk kesildi denmektedir.”(Mçaka Çeşmeler köyü)
“çocuk düşürmeye kestirme denir. Kesilsin diye karın bir yerlere sürtülür. Domuz ağışağı diye ormanda bir ot var, o ot dövülerek bir yamacığa sarılır ve rahme konur.”(Akçaabat Acı su köyü)

Günümüzde konuyla ilgili olarak modern tıp yöntemlerine başvurulduğu tespit edilmiştir.

Aş erirken ve hamileyken yapılan uygulama ve pratikler:

Doğumun önemli bir aşamasını oluşturan aşerme ve hamilelik sırasında kadının etrafında oluşan, yapması ve yapmaması gereken bir dizi davranış kalıbı günümüzde de geçerliliğini sürdürmektedir. Bu davranışların kökeninde doğacak çocuğun fiziksel yapısını, kişiliğini ve geleceğinin etkileneceği inancı yatmaktadır.. Bu uygulamalara Trabzon’da tespit edilen aşağıdaki örnekleri verebiliriz.

“Kadın aş erirken ve hamileyken canı ne isterse yer ki çocuk eksik olmasın. Hamile kadın nar ciğer yedikten sonra bir yerine ellemez, ellerse çocuğun aynı yerinde leke olur. Sakız çiğnemez çocuk kakalı olur. ” (Trabzon, Merkez, Faroz)
“Hamile kadın ve kocası yılan öldürmez, yılan ölürken dilini dışarı atar yılanın dili çocuğun ya ağzına ya da gözüne değer çocuk sakat olur. Hamile kadın çeşmelerden su içmez içerse çocuğun ağzı akar. Karısı hamile olanlar hayvan kesmez, keserse çocuğa vurur, çocukta sakatlık olur. Hamile kadın hıdrellez günü kapı kilitlemez, kilitlerse anahtarın resmi çocuğun burnunda çıkar, hıdrellez günü dikiş dikmez dikerse çocuğun ayakdaşının (eşinin) çocuğa yapışacağına inanılmaktadır. Sadece hamile kadın değil ev halkı da hıdırellez günü hiçbir şey yapmaz. Nisanın 23’ünde hamile kadının kocası ve sülalesi hiçbir şey kesmez ve dikmez keserse ve kikerse çocuk sakat olur. Çocuk anne karnında çabalayana kadar (oynayana kadar) kadın beline anahtar takmaz, zeytin , gül koymaz, koyarsa onların şeklinin çocuğun bir yerinde çıkacağına inanılmaktadır.hamile kadın sakız çiğnemez, çiğnerse çocuğun ağzı akar.” (Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadın aş ererken tavşana bakmaz, bakarsa çocuk sakat olur derler. Yılana bakmaz bakarsa çocuk doğduğu zaman yılan gibi dilini dışarı atar derler. ” (Tonya Melikşah köyü)
“Aş erirken ve hamileyken eteğe tuz konarak bir fakire verilir, yemiş koyarak tavuğa kuşa atılır ki kadının çocuğu kolay doğsun. Fakire fukaraya ille bir şey vereceksin eskiler böyle tarif ederlerdi bize. Yerikliyken ve hamileyken acı meyveler yenmez, yenirse çocuğun aksi olacağına inanılmaktadır. Kadın yerik seçtiği zaman çocuğu ahlaklı olsun diye,iyi lokma yer, kötü lokma yerse çocuk ahlaksız olur, ters olur,”(Şalpazarı)
“Kadın hamileyken veya aş erirken sakız çiğnemez, çiğnerse çocuk çok çiş yapar. Çocuk çabalamadan ( oynamadan) kadın renkli bir şey yer elini herhangi bir yerine sürerse çocuğun aynı yerinde iz çıkar Hamile kadın eğer karnında çocuk hoplamadıysa (oynamadıysa) cenazeye bakmaz, bakarsa çocuğun yüzü solgun olur. Hamile kadın saç kestirmez, günahtır derler. Diş çektirmez korkudan çocuğu düşer derler. ”(Akçaabat Acı su köyü)
“Yerikliyken sakız çiğnenmez çocuk çok kaka yapar, yılana bakılmaz, yılan öldürülmez bebeğin dili çıkık olur. yerikliyken tavşana bakılmaz, bakılırsa çocuk gözü açık uyur. Kadın hamileyken cenazeye bakmaz , bakarsa doğacak çocuğun yüzü çehresiz olur. kadın çocuğu güzel olsun diye; çocuk çabaladığı (oynadığı) zaman aynaya bakar ve içinden kime benzemesini istiyorsa onu geçirir.”(Şalpazarı Simenli köyü)

Yukarıdaki kaçınma ve uygulamaları sıradan bir batıl inanç olarak kabul etmek tek çözüm değildir. Hamile kadın normal kadınların içinde bulunduğu ruh halinden ayrı bir yapıdadır. Çocuğunun sağlıklı olasına yönelik korku ve kaygılar taşımaktadır. Halk arasında hamile kadın ve çocuk arasında varsayılan etki mekanizması geçerliliğini sürdürmekte hatta bu etki alanı genişletilerek çocuğun babası zaman zaman ev halkını da kapsamaktadır. Bu uygulamaların günümüzde de geçerliliğini sürdürdüğü saptanmıştır.

Çocuğun cinsiyetine yönelik uygulama ve tahminler:

Hamile kadının doğuracağı çocuğun cinsiyetinin ne olduğu bütün topluluklarda merak konusu olmuştur. Buna yönelik olarak insanların geleceği bilme isteği hamilelik sırasında da etkisini göstermiş ve bu istek bu konudaki batıl inançların ortaya çıkmasına kaynaklık etmiştir. Buna göre geçmişte daha yoğun günümüzde ise kısmen halk kadının davranışlarını, fiziksel yapısını, doğum sancısının geliş biçimini dikkate alarak ve birtakım uygulama ve pratiklere baş vurarak çeşitli tahminlerde bulunmaktaydı ve halen bulunmaktadır.

Trabzon’da konuyla ilgili tespit edilen uygulamalar yoğunluk taşımaktadır
“Erkek uşağının ağırlığından yerik seçmesinden belli olur, kız doğuracağı zaman insanın acı yiyesi gelir, erkek uşağında tatlı yiyesi gelir. Erkek çocuk illaki sağ yanda , kız çocuk ise sol yanda olur. Sancı esnasında kadın eğer kız doğuracaksa bacaklarından aşağıya doğru tarakla taranıyor gibi olur, kadının karnı hiç ağrımaz. Erkek olacaksa sadece beli ağrır. Erkek çocukta kadın güzelleşir. Kız çocukta çirkinleşir, kadının yüzüne çallık vurur. Erkek çocuk karında daha hareketlidir kız çocuk daha yavaş hareket eder. Oğlan çocukta kadının karnı ileri doğru gider.kız hamileliğinde kadının göğüs uçları kararır, erkek hamileliğinde hiçbir şey olmaz. ”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede konuyla ilgili farklı bir kaynak kişinin anlatıları şöyledir.
“Oğlan çocuğunda karın ha böyle ileri gider. Kız çocukta yanlar dolu olur, kız karnı yazgın (yassı) olur, oğlan karnı tombul olur. kızın sancısı uyuntu olur, seyrek vurur, nafile nafile vurur, sıklaşmaz, kızın önce suyu görünür, oğlanda öce kan görünür.” (Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Kız karnı yassı olur, oğlan karnı tombul olur. Doğacak çocuk kız ise doğum esnasında önce suyu geçer, oğlan ise önce kan görünür. Kız sancısı daha keskin , oğlan sancısı daha tatlı olur. Kadının arka tarafı büyürse kız, ön tarafı karnı yüksekte durursa oğlan doğurur.kadın sancılandığı zaman erkek doğuracaksa önce kan görünür, kız doğuracaksa önce suyu gelir. ”(Tonya Melikşah köyü)
“Erkek karnı tan öne toplu olur. önce sağda çabalarsa erkektir. Kadının karnı gevşekse kızdır, çok sıkıysa erkektir. Çocuk ilkin sağda canlanırsa erkek olur. Erkek çocuk karında daha yüksekte, kız çocuk daha alçakta durur. Erkek 4, 5 ayda çabalar oynar, kız çocuk 5 ayda çabalar. Erkek çocuk kırk günde yaratılır, düştüğü zaman erkek olduğu anlaşılır, kız olduğu zaman sadece bir et parçası şeklinde görünür. Erkek sancısı belde olur kasıklara hiç vurmaz, sancı ilkin kasıklara vurursa çocuk kızdır..erkek çocuğunun doğumundan bir ay önce bele sancı vurmaya başlar. Kız hamileliği ağırdır, kızın yükü ağır olur. kızın yaşamı boyunca da her şeyi ağır olur. ”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Erkek çocuk kırk günlükken çabalar, kız çocuk üç aylıkken çabalar. Erkek çocuk karında yüreğin üstüne doğru durur, kız çocukta kadın kalçalı ve kilolu olur, kadın çillenirse kız doğurur, güzelleşirse erkek doğurur. Erkek sağ tarafta olur ve sağ tarafta çabalar. Sancı sırasında önce baş suyu gelirse oğlandır deriz, kızın ki kanla karışık gelir. Erkek çocukta göğüslerin ucu morarır ve güdüklenir (kalınlaşır). Erkek çocuk genellikle kabıyla zarla doğar.”(Merkez Faroz Mahallesi)
“Kız doğuracak kadının arkaları enli olur, oğlan doğuracaksa arkası ensiz olur, karnı sivri olur. Kız sancısı yanlardan vurur, erkek sancısı belden vurur.”(Akçaabat Acı su köyü)

Konuyla ilgili olarak Şalpazarı Simenli köyünde tespit edilen bir uygulama şöyledir
“Kadın hamileyken bardağın içerisine su koyar ve göğsünü bardağın içerisine doğru sıkar, göğüsten çıkan su bardağın dibine çökerse kadının kız, bardağın üzerine çıkarsa oğlan doğuracağına inanılmaktadır.”
“Sancı kasıktan vurursa oğlan, arkadan vurursa kız doğar. Kadının yüzüne hamileyken çam çalık (morluk) vurursa kız doğurur. Kızın doğum sırasında önce kırmızı lekesi görünür. Kız acele gelir, oğlan yavaş gelir. Kız doğuran kadın morarır, oğlan doğuran kadın beyazlaşır.”(Şalpazarı Simenli köyü)

Trabzon’da geçmişte erkek çocuğunun daha makbul olduğu tespit edilmiştir. Bunun nedeni kaynak kişiler tarafından; “Oğlan direktir, kız emektir.”, “Kız emek eder döker gider, kız doğunca evin direkleri bile ağlarmış, oğlan doğunca sevinirlermiş”,” Kız el lokması”, “Oğlan düşman oku” şeklinde ifade edilmektedir.

Trabzon’da geçmişte oğlan çocuğuna verilen değer; cinsiyet ilgili yapılan “oğlan karnı ilerde olur, yüksekte durur”, “oğlan hamileliği hafif olur, oğlan sağ tarafta durur ve sağ tarafta oynar”, “ oğlan doğuracak kadın tatlı yiyeceklerden yemek ister ve güzelleşir” vb yorumlarla açık biçimde ortaya konmaktadır. Konuya bakış açısı günümüzde eskisi kadar katı olmamakla beraber halen geçerliliğini sürdürmektedir.

DOĞUM SIRASI

Trabzon’da doğumla ilgili adet ve inanmaların önemli bir kısmını da doğum esnasında yapılan uygulama ve pratikler oluşturmaktadır.

Doğum:

Eski doğumlar köy ebelerinin yardımıyla gerçekleştirilirdi.doğum odasında ip, makas, sıcak su, havlu, çocuğun giysileri hazır bulundurulur. Konuyla ilgili olarak bir kaynak kişi anlatısı şöyledir.

“Doğum zamanı geldiği zaman çocuk alçaklanır, kadının yanları boşalır, çocuk yola durduğu zaman kadının yüreği bulanır, istifra etmesi gelir. Su başı da doğum zamanı gelmiştir. Önce su geldi mi doğum kolay olur. Doğum odasın da bir ebe iki üç de yardımcı bulunur. Yardımcı kadın yüksek bir yerde oturur. Doğum yapacak kadını yüzü kendisine dönük olacak biçimde dizine oturtur. Ebe kadının arkasında oturarak bir bezle makata doğru baskı yapar ki makat yırtılmasın. Kadının eğer ilk
doğumuysa ebe parmağıyla rahmin ağzını açar. Ebe kadının karnına hiç ellemez, sadece kadına nefesini aşağıya vermesini söyler. Bu sırada yardımcı; elleriyle kadını kucağında saklamaya devam etmektedir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“ Ebe doğuma girmeden mutlaka apdest alır Kadın diz üstü çömerek doğum yapar, kadın diz üstü oturduğunda asıl ebe önde olur, çocuğu önden alır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)

Doğumun kolay olmasına yönelik adet ve uygulamalar:

Biyolojik bir olay olan doğumun gerçekleştiği an çok önemlidir. Bu nedenle de doğum çevresinde doğumu kolaylaştıracak, çabuklaştıracak, bir takım uygulamaların kümelendiği görülmektedir. Çocuk sahibi olma isteğinden başlayarak, aş erme ve gebelik aşamalarından geçip, yeni bir canlının dünyaya geleceği bu aşamaya gelme, yani doğum olayı geçiş dönemlerinin en dinamik bölümünü oluşturmaktadır. Bu nedenle de doğum olayının kolay olması ve anneye ve çocuğa zarar verilmemesi için bir takım yollara baş vurulmaktadır.

Yörede doğum esnasında doğumun kolay olmasına yönelik olarak yapılan halk hekimliği ve dinsel büyüsel uygulamalar geçmişte yoğunluk taşımaktaydı. Günümüzde ise doğumlar hastanelerde yapılmakta bu türden uygulamalar gençler arasında kısmen unutulmuş durumdadır. Konunu halk hekimliği ve inanış boyutu açısından değerlendirilmesi bakımından bu uygulamaların da kısa bir özetini vermek istiyorum.

“Tavana ip bağlanır, kadın o ipten tutunur, kadın öğürsünde rahim açılsın diye saçı ağzına verilir.”(Trabzon merkez Faroz mahallesi)
“Doğum güçleşirse hocaya okutulan su kadına içirilir,kadının çocuk yolları açılsın diye doğum sırasında saç örükleri sökülür, takıları çıkarılır,çocuk ters ise doğrulsun diye kadın dastarın içerisine konur sallanır, doğum sırasında kadının saçı ağzına verilir(öğürsünde çocuk çıksın diye).”(Tonya Melikşah köyü)
“Kadın sancı çekerken kocası fişek atar çocuk duyup çıksın diye, birbirlerine kötü söz söylemiş oldukları için doğumun güçleştiği düşünülerek kadına kaynanasının veya görümcesinin elinden su içirilir, aynı nedenden dolayı kadına kocasının elinden ya da ayakkabısından su içirilir. Çocuk yanlara sokulmuşsa gevşesin diye, kadın sırta alınarak sallanır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede bir başka kaynak kişiden tespit edilen bilgiler de şöyledir
“Kadın dastarın veya battaniyenin üstüne konur sallanır, çocuk sapık oluyor bir yere sokulmuş oluyor, çocuk sallanarak yerine yerleştirilir. Rahim küçük olduğu ve rahim ağzı açılmadığı zaman da doğum güçleşir. Bunun içinde kadının yanları zeytinyağı ile ovulur. Bel ovalanır. Kadın sancı gelsin de çabucak doğursun diye ağışağa üfler. Karı kocanın bir birlerine geçmiş sözü var da ondan zor doğum yapıyor diyerekten kocasının elinden su içirilir. Kadının saç örükleri çözülür.”Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Kadın sırta alınır sallanır, çocuk eğriyse doğrulsun diye, kaynana geline beddua etmişte onun için doğuramıyor diye, kaynana suya okur, üstüne tuz atar gelinin üzerine döker. Suya tuz at da beddualar suya vursun derler”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadın tez doğursun diye kocasının ayakkabısından su içirilir.”(Şalpazarı Simenli Köyü)

Bu uygulamalarda tespit edilen fişek atılması, kadının saç örüklerinin çözülmesi; “benzer işlemler benzer sonuçlar doğurmakta ilkesi ve taklit büyüsüne, kadına; “kaynanasının ve kocasının elinden veya ayakkabısından su içirilmesi ise temas büyüsüne dayanmaktadır. Yukarıdaki uygulamaların büyük çoğunluğu; dinsel büyüsel içerikli uygulamalar olup, gerek dinin, gerekse büyünün gücünden yararlanılmaya çalışılmıştır.

Çocuğun eşi ve göbeği ile ilgili adet ve uygulamalar:

Nasıl ki hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kimse ve hayvanların karnındaki çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı varsa, çocukla göbeği ve pilesenta arasında da aynı inanç söz konusudur. Bu nedenle doğan çocuğun göbeği ve pilesenta bir takım işlem ve uygulamalardan geçirilmektedir. Bölgede; çocuğun arkadaşı, ayakdaşı, yoldaşı, sonu, eşi olarak tanımlanan pilesenta etrafında oluşan uygulamalara örnekler vermek istiyorum .

“Doğumdan sonra eşin bir iki dakika vakti vardır. O vakit gelince eşin alınması gerekir, alınmazsa eşin yüreğe kaçacağına inanılır. Çocuk doğduktan sonra çocuğun canı eşe kaçmasın diye eşin kanı çocuğa doğru sağılır. Eş kedi köpek çıkarmasın diye ayak değmedik bir yere veya çocuk artsın çoğalsın diye meyve veren bir ağacın altına gömülür. Kadın hep kız doğuruyorsa erkeğe dönsün diye eş ters çevrilerek içerisine küçük taşlar konur. Kadının bir daha çocuk doğurması istenmiyorsa eşi gömen gömdükten sonra üzerine yedi tane taş koyar. Çocuğu olmayan kadın ilk doğumunu yapan kadının eşine oturur. Kadının kaç çocuk doğuracağı eşin boğumlarının sayısından anlaşılır. Çocuk doğdu ağlamıyorsa çocuğu canı üzerine gelsin diyerek eş ateşte pişirilir. Eş piştikçe çocuğa sıcaklık gelir, çocuk canlanır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Çocuğun eşine çocuğun ayakdaşı denir. Doğumdan sonra kadın tekneye sıcak suyun üzerine oturtulur. Hafif hafif karnı sıvazlanır yarım saat sonra da çocuğun ayakdaşı düşer.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadının bir daha çocuk doğurması istenmiyorsa eşin bağı düğümlenir. Eşin düşmesi gecikirse saç örükler çözülerek kadının ağzına verilir. Eş meyve veren ağaçların dibine gömülür ki çocuk da çoluklu çocuklu olsun.”(Şalpazarı Simenli köyü)
Aynı yörede konuyla ilgili olarak başka bir kaynak kişiden tespit edilen bilgiler de şöyledir,
“Çocuk doğdu mu eş çocuktan tarafa sağılır ki, çocuk cansız olmasın. Eşn gelmesi gecikirse kadına ağışağa üfler.” (Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Köpek yemesin, çocuk çarpılmasın diye eş sığırın yem yediği yerin altına okunarak gömülür.kadın hep kız doğuruyorsa terse dönsün oğlan doğursun diye eş ters çevrilerek gömülür.”(Tonya Melşikşah köyü)
“Çocuktan sonra gelene eş denir. Eş dereye atılır veya gömülür.cinsiyet değişsin diye eş çevrilir”(Trabzon Merkez Faroz mahallesi)

Anadolu’nun bir çok yöresinde olduğu gibi Trabzon’da da doğum sonrası çocukla ilgili uygulamalar içerisinde yer alan göbeğin kesilmesi ve göbek düştükten sonra yapılan pratiklerin çocuğun geleceğini etkileme amacına yönelik davranışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Çocuğun göbeği eş düşünce kesilir. Eşle göbeğin arsı bir sümüş ölçülür. Çocuk ölmesin diye eşten çocuğa doğru kan sağılır daha sonra bağlanarak kesilir ve tepeden dikilir. Göbek kesilirken göbek adı mutlaka konur.. ona göbek adı denir . o istenirse kullanılır. göbek adı mutlaka konulmalıdır. Çünkü öldüğü zaman siftah o isimle çağrılacaktır. Göbek kendi kendine düşer. ”(Akçaabat Acı su köyü)
“Göbek çocuk doğduktan sonra eş düşmeden kesilir, kesilirken çocuğa mutlaka göbek adı konur. Öbür dünyada çocuğun göbek adı ile çağrılacağına inanılmaktadır. Çocuk erkekse eşin kanı çocuğa doğru sağılır ki çocuk kansız olmasın sesi iri çıksın, kadın sesi gibi ince olmasın. Kızın eşi çok sağılmaz ki çok sesli olmasın sesi iri çıkmasın. Çocuk kırk gün tuzlu suyla yıkanır, yıkanırken tuzlu su göbeğine de vurulur, o tuz göbeğinde mikrobunu kırar. Çocuk 5-6 günlük oldu mu göbek düşer. Göbek düşünce bir yama yuvarlak halka halinde – sor- yapılarak göbeğe konur. Düşen göbek bir yamaya sarılır, kırk gün saklanır. Çocuk sarılık olduğu zaman yüzük, altın, sarılık çiçeği (sarı çiçek) ve kurumuş göbek suya atılır o suyla çocuk uç sabah yıkanır kırkı çıkmamış çocuğa kirli (adetli) kadın bakarsa çocuk rufia olur o zamanda ince ince kaşınır, böyle olunca da yine çocuk o göbekli suyla yıkanır.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Eş karna doğru sıalanır (sıvazlanır) göbekten bir karış ölçülür, iple bağlanarak, bıçakla kesilir. 3-4 gün sonra düşer. Düşen göbek bir yamacığa bağlanarak, düşen göbek çocuğu kırk basmasın diye çocuğun beşiğine asılır, çocuk büyüyüp yürümeye başlayınca onu kendisi atar. Göbeğin bakımı eski tahtaların tozları ve ateşteki kömürün tozuyla yapılır.”(Tonya Melikşah köyü)
“Çocuk doğdu mu eş çocuktan tarafa doğru sağılır, eş annenin karnındayken, göbekten bir karış ölçülerek, kesilir. Çocuğun göbeği bir karıştan fazla ölçülürse büyüdü mü sesi uzun olur. Göbek sarı iple sıkıca bağlanır, sıkı bağlanmazsa çocuk 6 ay kusar. Çocuk kuvvetli ağladığı zaman göbeği çıkar bu hastalık yapar bu nedenle çocuğun göbeği temiz bir bezle bağlanır, çocuğun göbeği çabuk iyileşsin diye göbeğe memeden süt sağılır. Göbek düşünce beşiğe bağlanır.”(Şalpazarı Gyikli beldesi)
“Eş göbekten bir karış dört parmak ölçülür, göbeğe doğru sağılır ve ölçülen yerden kesilir. Göbek 3,5,7 günde düşer. Göbek düşene kadar çocuk yıkanmaz. Düşen göbek saklanır, çocuk sancılanınca eritilerek çocuğa içirilir”(Trabzon merkez Faroz mahallesi).
“Çocuğu büyüdüğü zaman sesi güzel olsun diye göbeği, bir karış, bir sümüş ölçülerek kesilir ve bağlanır. Çabuk iyileşsin diye göbeğe yağ sürülür, düşen göbek beşiğin uğrumune (sopasına) veya tütünlüğe asılır.”(Şalpazarı Simenli köyü)

Yukarıda anlatılan uygulamaların temelinde; çocukla belli bir süreden beri bitişik olarak bulunan, göbeğin ve eşin çocuktan ayrıldıktan sonra da ilişkiyi sürdüreceği temas yoluyla parçanın başına gelenin bütünün de yani çocuğun da başına geleceği inancı yatmaktadır.

Göbek kesme ile ilgili pratikler incelendiğinde, cinsiyet tayinindeki tespitlerde olduğu gibi erkek çocuklara daha çok özen gösterildiği gözlenmektedir. Göbeğin kesilmesine yönelik uygulamalar günümüzde devam etmiyor. Ancak göbek düştükten sonra geçmişte halk arasında yapılan davranışlara günümüzde de rastlandığı tespit edilmiştir.

Cansız doğan çocukla ilgili uygulamalar;

Modern tıpta doğan çocuğun sağlıklı olmasına yönelik en belirleyici özellik bebeğin doğar doğmaz ağlamasıdır. Alanda yapılan çalışmada halk hekimliğinde de bu özelliğin belirleyici olduğu saptanmıştır. Bundan dolayıdır ki Anadolu’nun bir çok yöresinde olduğu gibi araştırma bölgesinde de halkın doğunca ağlamayan ve nefes almayan ağlamayan çocuğun hayat belirtisi olmasına yönelik bir dizi uygulama ve pratiklere baş vurduğu tespit edilmiştir. Konuyla ilgili olarak alanda tespit edilen bilgiler şöyledir.

“Çocuk doğdu, ağlamadı ağlasın diye eş ateşe atılıp yakılır. Çocuk geç doğup yorulduğu zaman kuvveti eşe gitti derler. Çocuk baygın doğar , göbek kesilmez. Eş çocuğa doğru sağılır. Eş yanınca çocuk püskürmeye başlar, canlanır. Çocuk püskürdü mü göbek kesilir. Cansın doğan çocuğun üzerine su vurulur, ağzına, burnuna üflenir.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Ağlamayan çocuğa bakarlar ki baygın ağzına üflerler, burnunu sıkarlar,çocuk ağlamadan göbek kesilmez. Eş mangala konur, eş yandıkça çocuğa sıcak gelir canlanır. Çocuk ölü doğarsa ayakdaşla gömülmez. Göbek kesildikten sonra gömülür”(Maçka Çeşmeler köyü)

Zarlı doğan çocuklarla ilgili adet ve inanmalar:

Anadolu’da zarla doğan çocuklar için; kaplı, surlu, duvaklı, börünbeli, köynekli doğdu gibi söylemler kullanılmaktadır. Araştırma yöresinde de aynı söylemlerin kullanıldığı tespit edilmiştir.

Konuyla ilgili olarak alanda tespit edilen bilgiler şöyledir;
“Zarlı doğan çocuğa kaplı, duvaklı doğdu denir.”(Şalpazarı Simenli köyü)
“Zarıyla doğan çocuğa kabıyla doğdu denır. Böyle doğan çocuklar şanslı sayılmaktadır. Kap yırtılarak atılır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)

Yıkama:

Çocuğun suyu elin üzerine dökülerek sıcaklığı ayarlanır. Suya bir avuç tuz atılarak hazırlanan suyla yüzü baş aşağı çevrilerek yıkanır. Çocuk yıkandıktan sonrada bir kapta bir miktar eritilen tuz çocuğun göbeği dahil olmak üzere her yerine vurulmaktadır. Bu uygulama kırk gün her yıkamadan sonra yapılmakta, bu yapıldığında çocuk büyüdüğünde terinin kokmayacağına inanılmaktadır. Yapılan işleme ise yörede “tuzlama” ve “çocuğa tuz vurma” adı verilmektedir. Sağlam çocuk kırk gün her gün yıkanmaktadır.

Konuyla ilgili olarak tespit edilen kaynak kişi anlatısı şöyledir;
“Kız da erkek de aynı yıkanır. Yıkama suyu kan ılıcağı şeklinde hazırlanır. Kan ılıcağı yani göz suyu gibi burada göz sularına kan ılıcağı denir. Çok sıcak olmaz, yazın dışarıda akan sular soğuk olmaz, ılık olur, göz ılıcağı demek o demektir. Güzelce yıkanır, bir tarafta hazırlanan tuzlu suyla ağzının içerisine varıncaya kadar çocuğun her yanı güzelce tuzlanır. Ağzının içi tuzlanır ki çocuğun ağzı kokmasın”(Şalpazarı Geyikli beldesi)

Kundaklama:

Literatürde çocuğun kundaklanma biçimin gerek biyolojik , gerekse kişilik gelişiminde etken olduğuna dair. Bir çok görüşler yer almaktadır. Araştırma bölgesinde geçişte kundaklama ve beşiğe koyma uygulaması daha yaygınken günümüzde bu uygulamanın kısmen azaldığı tespit edilmiştir.

“Çocuk doğar doğmaz yıkandıktan sonra hemen kundaklanır. Eskiden yamayla kundak ederdik. 2-3 ay kundakta kaldıktan sonra kundaktan çıkarılarak beşiğe konmaya başlardı. Beşikler köydeki ustalar tarafından yapılır, çocuk beşiğe bağırdakla bağlanır, beşikte 2,5 yaşına kadar yani yürüyene kadar kalırdı”(Akçaabat Acı su köyü)
“Eskiden çocuk; kolları eğri olmasın, ayakları düzgün olsun diye kundaklanırdı.çocuğun kundaklandığı beze kundak bezi denir. Çocuğun kollarını sarmak için kullanılan beze – kol bezi, altına konan beze de – taret bezi – bezi denirdi. Kundak yapılırken kızın ara bezi erkeğinkine göre daha kalın konur ki kızın kalçaları geniş olsun, ileride doğum yaparken yarayışlı olsun. Erkeğin bezinin daha düz konmasına dikkat edilirdi.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Çocuk doğumdan üç gün sonra; ahlakı iyi olsun diye ahlakı iyi birisi tarafından beşiğe konur.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)

DOĞUM SONRASI

Doğum öncesi ve doğum sırasında yapılan uygulamaların yanı sıra doğum sonrasında da kadın ve bebeğin etrafında gelişen bir takım dinsel, ve büyüsel uygulamalar bulunmaktadır. Bu uygulamalar doğum yaptıran ebeyi razı etmekten başlayarak çocuğun yürümesi ve konuşmasına yanı çocukluk çağına kadar uzanan çok geniş bir tabloyu içermektedir.

Doğum sonrası ile ilgili olarak araştırma yöresinde tespit edilen veriler yoğunluk taşımakta olup; Anadolu’daki örneklerle benzerlik gösterdiği tedpit edilmiştir.

Doğum ebesi:

Doğumdan sonra ki en önemli uygulama doğum yaptıran ebeyi razı etmek ondan helallık almaktır. Konuyla ilgili kaynak kişi anlatıları şöyledir.

“Doğum yaptıran kadına ebe denir. Ebe hakkı çoktur. Ebenin özellikle sabunu ve parası verilir. Verilmezse hak olur, ebenin hakkı çoktur, bu verilenlere ebe hakkı denmektedir.”(Trabzon Merkez Faroz mahallesi)
“Doğum yaptırana ebe denir. Ebe doğumdan sonra üç sabah gelerek, çocuğu ve kadının çamaşırlarını yıkar. Ebe üç gün üstüne gelini ve çocuğu kırklar. Bu işleme yedileme denmektedir. Kırk bir çift, bir tek fasulye sayarak kırk bir kaşık su ile okuyarak kırk suyunu hazırlar. Siftah çocuğu yıkar, kundaklar ve kundağı yüksek bir yere koyar ki loğusa çocuğu basmasın. Sonra ebe çocuğun anasını yıkar. En son olarak da hazırladığı kırk suyunu önce kadının sağ tarafından aşağı döker, sonra sol tarafından aşağı döker. Bunu üç defa yapar. Böylece üç gün üstüne ebe kadını ve bebeği kırklamış olur. ebenin bu yaptıklarına karşılık gönlümüzden ne koparsa onu veririz. Sabun ve mum mutlaka verilir. Ebe bir şey istemez biz kendimiz veririz. Ebeye karşılık mutlaka verilir. Vermezsek günah olur, o bulaşıklar öbür dünyada ebenin ağzında olurmuş, ebe yermiş o bulaşıkları.”(Maçka Çeşmeler köyü)

Doğumdan hemen sonra kadının ve bebeğin beslenmesi:

Kadına ve çocuğa doğumdan hemen sonra verilen yiyecekler ve içecekler şekilde farklı olsa da içerikte benzer özellikler taşımaktadır.yörede genel olarak çocuğa ilk olarak anlayışlı birisi tarafından ağzına şekerli su verilmektedir.

Yeni doğum yapan kadına ise ilk gün su içirilmez. Su içirilirse kadının üşüterek hasta olacağına inanılmaktadır. Su içirmek gerekiyorsa sıcak su içirilir.

Konuyla ilgili kaynak kişi anlatıları şöyledir;
“Çocuğa ilk olarak anasının memesi verilir. Anasının sütü yoksa kaynamış sudan şerbet yapılarak verili. Kadına ise ilk olarak süt içirilir veya helva verilir.”(Tonya Melikşah köyü)
“Burada loğusaya ilk kim yemek kavuşturur, kim yemek yetiştirir, kim yemek dökerse o cennetin kapısını açar. Kadın doğum yapar yapmaz şekerli su tavada eritilir kadın doğum yapar yapmaz şurup gibi kadına içirilir. Yağı eritirler içerisine süt dökerler, bir bardak su ve şeker de koyarak onu yağlı yağlı yeni doğum yapan kadına içirirler ki kadının doğum nedeniyle açılan damarlarına ve bütün vücuduna girsin. Bir de kadına bulgurla ve sütle yapılan sütlü çorba içirilir. Çocuğa ise ananın sütü yıkanmadan gelmez, üç gün üstüne gelir. Süt gelene kadar çocuk ağladığı zaman yapılır ona bir şerbetçik dökülür ağzına. Yeni doğum yapan kadına soğuk su içirmezler, soğuk yer ve içerse kadının karnı üşür ve şişer. Ekşi bir şey de yedirmezler, ekşi yerse sütü de ekşi olur, çocuğa dokunur. ”(Maçka Çeşmeler köyü)

Doğumdan sonraki sancı ve kanamalarla ilgili uygulama ve inanmalar:

Kadının doğumdan sonra ki kanama ve sancısıyla ilgili olarak bir çok uygulama , adet ve inanma bulunmaktadır.

“Kadının doğumdan sonra ki sancısı geçsin diye; kocası suyun gözünde okuyarak suyu keser. Bu uygulamaya –sancı kesme- denmektedir. Kadının eğer kanaması çoksa başının altına yastık konmaz alçak yatırılır.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede farklı bir kaynak kişi anlatısı şöyledir;
“Kadın ilk doğumunu yaptığı zaman kocası suyun gözünü keserse kadının ondan sonra ki doğumlarının ardından hiç sancısı olmayacağına inanılır. Kadının kocası suyu keserken – ben kestim sen kesme diyerek üç defa aynı şeyi tekrar eder. Kadının doğumdan sonraki sancısına son sancısı denir. Geçsin diye kadına süt içirilir, pirinç yedirilir. İlk çocukta son sancısı olmaz”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“İlk çocukta sancı olmaz, sonra ki çocuklarda sancı olur. kadının sancısı kesilsin diye ananın ilki (ilk çocuk) sabahleyin kuşlar ötmeden çeşmeye gider üç kulüvallah okuyarak suyu keser, keserken de sancısı kesilsin, kestim sancısını der. Kadının üç gün boyunca sürekli sancısı olur., bu süre içerisinde içindeki pislik akar”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Doğumdan sonraki sancıya son sancısı denmektedir.”(Şalpazarı Simenli köyü)

Loğusa ve kırklı çocuğa yönelik adet ve uygulamalar:

Anadolu’da yeni doğum yapmış kadına kırk günlük dönem içerisinde; kırklı, emzikli, loğusa, lohsa, boğazkesen, nevse gibi adlar verilmektedir.doğumdan sonra yatakta kalma süresi; kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da kolay olmasına, iklime , çevre koşullarına, ailenin varlığına, yoksulluğuna, gelinin sevilip, horlanmasına ve kinin adet ve inanmalarla yakından alakalıdır.

Yeni doğum yapıp da henüz yataktan kalkmamış kadına Trabzon’da loğusa ve kırklı denmektedir. Kırklı kadının ve çocuğun kırk gün süresince birtakım doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu yaygın bir inanma olarak karşımıza çıkmaktadır. Araştırma yöresinde “kırklının mezarı kırk gün açıktır” inancı yaygındır.

Konuyla ilgili olarak yapılan kaynak kişi anlatıları şöyledir.
“Loğusa ve çocuk evde yalnız bırakılmaz, yalnız bırakmak zorunda kalınırsa çocuğun yattığı yere evin süpürgesi konur, çocuk kız ise yattığı yere babasının gömleği konur.(erkeğin gücünden yararlanma, burada taklit ve temas büyüsünü iç içe görmekteyiz) Ayrıca ekmek Kuran- i Kerim, yedi çeşit meyvenin filizi ve kömür konur.(kömür karanın iticiliğinden yararlanmaya yönelik bir uygulama olarak kullanılıyor) Kırklı kadının kırk gün mezarı açıktır, kendini kollamazsa dışarlığa kalır, hastalığa kalır, çekilmez bir derde kalır. İki kırklı karşılaştığı zaman biri öbürünü basar , basılmamak için bir birlerinin ayaklarına basarak kucaklaşırlar. Kırklı çocuğu ise canlı mahluk yılan, kuş, tavuk her şey basar Tabanca, cenaze, et basar, basmasın diye et alçaktan sokulur. Kırklı çocuğun çamaşırları ikindinden sonra dışarıda bırakılmaz, çarpınır, dışarlığa kalır. Kırk basan çocuk zayıflar ayaklarını basamaz, ayaklarını çapraz olarak birbirlerinin üzerinden geçirir. Baskınlık geçsin diye çocuk değirmen çarkından alınan suyla yıkanır. Birde bir parça arı mumu tavaya atılarak eritilir. Çocuğun üzerinden aşağıya doğru içerisinde su olan bir kaba dökülür. Mumların aldığı şekle göre çocuğun neden basıldığı ortaya çıkar. ”(Şalpazarı Geyikli beldesi, Simenli köyü)
“İki kırklı karşılaşınca; yan yana gelip kucaklaşıp dağılırlar.
“Loğusa kadın ve kırklı çocuk yalnız bırakılmaz. Bırakmak zorunda kalınırsa korkmasınlar basılmasınlar diye; baş ucuna su, küçük enam ve ekmek ufağı konur. Kırklı çocuğu ve loğusayı; tartılmamış et, yeni gelin, tabanca, cenaze basar. Loğusa basılırsa; sütü gelmez, yiyesi gelmez, çocuğu zayıflar. Baskınlık geçsin diye dereden kır tane taş toplanarak Fadime adlı ananın ilki olan biri o taşlarla kadını ve çocuğu kırklar. Kırklarken de basıldı kırkladım der. Loğusa kadının kırk gün mezarı açıktır. Kendisini koruyacak. Loğusa kadın hastalanırsa ona - izildi denir. Kırklanmamış çocuğun akşam namazından sonra yaması dışarıda bırakılmaz.” (Akçaabat Acısu köyü)
“Kırklı çocuğun üstüne yeni nikahlı kadın gelirse çocuk basılır. Kırklı çocuğu et basar, eve et sokulacaksa çocuk dışarı çıkarılır et eve sokulur.iki loğusa karşılaşırsa dışarıdan içeriye aynı anda girerler, dışarıda birbirlerini basmazlar. Basılan çocuk ayaklarının üzerine duramaz , baskınlık geçsin diye, yeni ayın çarşambasında cinsinden olmayan birisi tarafından diken altından geçirilir. Tasın içerisine yumurta kırılarak yeni ayın çarşambasında çocuğun başında dolandırılır.”(Tonya Melikşah köyü)
“Loğusayı ölü basar, çocuğu ise dışarıdan getirilen tartılmamış et basar. Basması diye bunlar çocuktan uzak bir yere konur.Basılan çocuk kilo alma ayaklarının üzerine basamaz. Baskınlık geçsin diye çocuk kasaptan alınan tartılmamış et suya atılarak o suyla yıkanır. Yeni gelin de hem kırklı çocuğu, hem loğusayı, hem de yeni gelini basar. Baskınlık olmasın diye iki kadın aynı kaptan su içerek birbirlerine doğru püskürtürler.” (Trabzon merkez Faroz Mahallesi)
“Loğusa evde yalnız bırakılmaz. İllaki yanında biri olacak bırakmak zorunda kalırlarsa, çocuk kız ise ya beşiğine süpürge yaslarlar ya da beşiğinin üzerine babasının gömleğini atarlar ki dışarı, şer bir şey vurmasın çocuğu. Bunlardan başka beşiğe, ekmek Kuran- i Kerim ve nazar boncuğu da konmaktadır. kırklı çocuğun bulunduğu odaya kırk gün boyunca; et ve balık sokmazlar. Loğusanın bulunduğu yere de çiğ et sokulmaz. Et dışarıda bir yerde pişirilir, böyle yapılmazsa loğusa basılır. Cenaze de kırklı çocuğu basar. Basılmasın diye evde kırklı çocuk var evin önünden cenaze geçiyor, o zaman ya çocuk evden çıkarılarak tarlanın başına götürülür ya da yüksekte tutularak cenazenin geçmesi beklenir.kırklı çocuğun çamaşırları ikindinden sonra dışarı bırakılmaz, bırakılırsa çocuğa dışarı , şer vurur, çocuğun çamaşırlarını sahiplenir. Loğusa kadında ikindinden sonra dışarı çıkmaz, çıkarsa; dışarı, şer vurur, korkuya kapılır. İki loğusa kadın veya kırklı gelin karşılaştığı zaman bir birlerini basmamaları için bir tepsiye su konur, giriş kapısının önüne konur; biri içerden biri de dışardan uzanarak tepsiden üç yudum su içerler. Kırklı çocuğun babası gece rüyalanır (karısıyla birlikte olduğunu görürse) sabah kalkıp çocuğa bakarsa, babanın rufiasi çocuğa geçer. Çocuğun başı rufia olur. kırk gün içerisinde gitmezse çocuğun başında özür kalır. Babadan geçen rufia gitsin diye; çocuk babanın kiloduyla yıkanır.(babasının kilodu çocuğun yıkanma suyuna konur) Bir de kirli kadın kırklı çocuğa bakıp onu rufialdıysa hiç evlenmemiş bir kızın adet bezi alınır, çocuk o bezle çocuk yıkanır, (bez çocuğun yıkanam suyuna konur) kundaklanır. 24 saat sonra çocuk tekrar temiz suyla yıkanır. Fufialı çocuk sabunla yıkanmaz, sabun çocuğun rufiasini artırır. ”(Maçka Çeşmeler köyü)

Söz konusu illerimizde benzerlik gösteren uygulamalara günümüzde de rastlandığı tespit edilmiştir.

Basılmaya karşı başvurulan uygulamalarda da “benzer benzeri doğurur ilkesi” ve temas büyüsüne dayalı işlemler içerdiği gözlemlenmektedir.


Kırklama ile ilgili adet ve inanmalar:

Loğusa ve çocuk kırk günlük süreden sonra kırklanarak serbeste çıkarılır, böylece kırk gün içerisinde pis sayılan kadın ve zayıf ve güçsüz olduğu için bir takım doğa üstü güçlerin etkisi altında olduğuna inanılan çocuk etrafındaki yasaklar kalkmış olur. Trabzon, Artvin ve Rize’de doğum adetleriyle ilgili yapılan çalışmalarda kırklama uygulamasının geçmişte olduğu gibi günümüzde de kesin bir kural olarak devam ettiği saptanmıştır.

Yörede kırklama ile ilgili tespit edilen bulgular şöyledir.
“Kırklama kırkıncı gün yapılır. Önce loğusa bol suyla normal yıkanır, daha sonra; bir kazanını içerisine elle kırk su sayılarak kazana tespih ve tarak konarak kırk suyu hazırlanır. Kadının başına süzgeç tutularak hazırlanan su kadının başından aşağıya dökülür. Su dökülürken loğusa sütünün bol olması için akan sudan önce sağ göğsünden, sonra da sol göğsünden olmak üzere üç yudum içer. Bu işlem bittikten sonra kadın normal suyla daha önce yıkanmış olan çocuğunu kucağına alır, kalan su süzgeçle çocuğun başından aşağıya dökülür, böylece kadın ve çocuk kırklanmış olur.”(Trabzon merkez Faroz Mahallesi)
“ Çocuk üç gün veya yedi gün üstüne kırklanır buna yedileme denmektedir. Doğum yaptıran kadın (ebe) üç sabah gelir bebeği, bebeğin ve kadının çamaşırlarını yıkar. Üç gün üstüne 41 çift, 1 tek fasulye 41 kaşık su sayarak kırk suyunu hazırlar. Önce çocuğu yıkar ve anası çocuğu basmasın diye kundakladıktan sonra çocuğu yüksek bir yere bırakır. Daha sonra kırklı suyu önce kadının sağ tarafından , sonra sol tarafından üç kere dökerek kadının da kırklamış olur. Kırk gün dolduğunda anne daha önce kullanılan fasulyelerle hem kendisini hem de çocuğunu kırklar. Ebenin hizmetlerine karşılık ebeye mutlaka sabun ve mum verilir. Verilmezse ebenin yıkadığı kirli çamaşırların öbür dünyada ebenin ağzına geleceğine inanılmaktadır.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kırk gün basar, kırk gününe üç gün kalarak kırklanır. 41 kaşık su sayılır, anne çocuğu basmasın diye önce ana sonra çocuk kırklanır (Tonya Melikşah köyü).
“Kırk gün oldu mu önce çocuk bol suyla yıkanır, anası çocuğu basmasın diye; sonra eskiden yayıklar olurdu, çocuk o yayığın üzerine bırakılır. Çocuk kırklandıktan sonra suyun içerisine kırk taş konarak anne de kırklanır. Kırklı su sapaya dökülür.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Aynı yörede başka bir kaynak kişi anlatısı şöyledir;
“Kız da, rekek de kırk günde kırklanır. Kırklı su damlalıklara dökülmez dökülürse çocuğu ecinli sahiplenir denir. Burada dışarlığa ecinli denir. ”(Şalpazarı Geyikli beldesi)

ÇOCUKLUK ÇAĞI

Çocuk da büyüme sırasında tıpkı hamile kadın gibi birtakım geçişleri izlemek zorundadır. Bu nedenle özellikle geçiş sırasını kollayan doğa üstü güçlerden gelebileceğine inanılan çeşitli kötü etkilere karşı korunmaya muhtaçtır. Bu düşünceyle hareket eden halkımız; geç yürüyen, geç konuşan, çok ağlayan, uyumayan, hastalanan, nazara gelen batıl inançlar ve büyünün, temel ilkelerine dayanan, bir takım pratik ve uygulamalarla tedavi etmeye ve korumaya çakışmaktadır.

Doğumdan sonra çocuğun gelişimini izleyen, onun anneyle babayla ailenin öteki bireyleriyle ve toplumsal çevresiyle ilişkisini düzenleyen, bir dizi kurak adet, tören işlem ve pratik vardır. Çocuğun konuşması yürümesi giderek bağlı bulunduğu grubun ya da kültürel ortamın benimsediği bir kalıba uydurulması için bir çok aşamadan geçmesi gerekmektedir.

Sütle ilgili adet ve inanmalar:

Çocuğun en sağlıklı beslenme biçimi anne sütüyle beslenmesidir. Anne sütünün aynı zamanda da çocuğu çeşitli hastalıklardan koruduğu ve çocuğun bağışıklık sistemini geliştirdiği bilimsel olarak da kanıtlanmış bir gerçektir. Araştırma yöresinde çocuğun anne sütüyle beslenmesine özen gösterildiği süt ve süt vermeyle geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir dizi adet ve inanmaların kümelendiği gözlemlenmektedir.

“Kadının ilk sütüne loğusa sütü denmektedir. O sütü çocuk emer. Kadının sütü yere akar da üzerine basılırsa süt kaçar. Ona kadının sütü kesildi denir. Gelsin diye kadın sabah kuşlar öterken suyun başına giderek – dağda mısın, telde misin, kelde misin, yelde misin, nerdeysen sütüm gel diyerek sütünü çağırır”(Tonya Melikşah köyü)
“Kadının ilk sütüne ağız sütü denir. İlk sütü çocuk emer, o süt çocuğa çok yarayışlıdır. Ana sütü emmeyen çocuk gıdasız kalır. Kadının çocukları doğup doğup ölüyorsa o çocuğa anası hiç süt vermez, o çocuğu komşu sahiplenir. Emziren kadın o çocuğun süt annesi olur. O sülaleden kız alıp verilmez, yedi kuşak geçecek ki temizlensin. Kadının sütü gelmezse saç tarağıyla üç sabah kadının göğsü taranır. Kadın aç karnına kuşlar ötmeden sütüm gelsin diyerek dua eder.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Kadının sütü varsa iki sene çocuğa süt verilmektedir. Kıza da erkeğe de aynı süt verilir. Çocuğa başka kadın süt verirse çocuklar kardeş olur.çocuğa ilk olarak süt verilir. Kadının ilk sütüne loğusa sütü denir loğusa sütü çocuğa verilmez. Verilirse çocuğu bozar. Önden gelen süt yani loğusa sütü bir beze veya pamuğa sağılır, onun peşine gelen süt çocuğa verilir. Loğusa sütü ise bir yere gömülür. Kadının sütü yememekten, üzüntüden kesilir, süt bir yere damlar ve çiğnenirse kadının sütü geri gider.”(Akçaabat Acısu köyü)
“Çocuk doğdu kundak edildi, yatırılır ahlaklı bir erkek çocuğun kulağına ezan verir, ondan sonra çocuk emzirilir. Çocuğun kulağına ezan vermeden çocuğa meme verilmez. Annenin ilki sütüne ağız sütü denir, birikmiş süt denir. Kadın kırklıyken sütünü yere damlatırsa, o sütün de üstünden geçilir veya basılırsa sütten kesilir, bir daha da sütü gelmez. Kadının sütünün yeniden gelmesi için kadına okunur. Anne ölür çocuk yetim kalırsa, başka bir çocuklu kadın yetim çocuğu emzirir. Emziren çocuğun süt annesi, sütünü emdiği çocukta süt kardeşi olur. süt kardeşler evlenemez”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
Başka bir çocuğa süt vermeyle ilgili yörede kaynak kişilerden tespit edilen bir örnek anlatılar şöyledir.
“Burada bir kadıncık vardı, beş tane çocuğu oldu peş peşe öldü. Birisi kadına demiş ki ikiz çocukları olan bir kadına kendini emmedem çocuğunu emzirtirsen çocuğun yaşar. Benim de ikizlerim var kadıncağız bana yalvardı – ne olur süt ver de çocuğumuz yaşasın. Emzikli bir kadın kocasından izin almadan bir başka çocuğu emziremez, çünkü süt erkeğindir. Ben de kocamdan izin aldım gittim çocuğu emzirdim, o çocuk yaşadı”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Kaynımın üç çocuğu oldu, öldü sonra bir çocuğu daha oldu. O zaman eltim bana dedi ki; abla siftah benim çocuğumu sen emzir, çocuklarım yaşamıyor dedi. Burada derler ki başka bir çocuğa süt verip vermeyeceğini erkeğe soracaksın, süt erkeğindir derler. Ben de sordum; adam dedim eltim çocuğu yaşasın diye benim emzirmemi istiyor sen ne dersin. O da dedi ki; ben o işi sevmiyorum emzirmeni istemem. Bunun üzerine ben de emzirmedim. Çünkü emzirince çocuklar kardeş oluyorlar.”(Akçaabat Acısu köyü)


Dişle ilgili adet ve inanmalar:

Çocuğun biyolojik gelişiminin belirtilerinden birisi ve en önemlilerinden olan diş çıkarma geleneksel kültürde geçmişte olduğu gibi günümüzde de gerek kente ortanım da gerekse kırsak kesimde törensek uygulamalarla karşılanmaktadır. Bu törenin temelinde; farklı görüşler yatmaktadır. Bu görüşler içerisinde çocuğun beslenmesi ile ilgili olanlar dikkati çekmektedir. Yiyeceklerin ezilmesinde , parçalanmasında ve öğütülmesinde birinci derecede rolü olan dişin ortaya çıkışı nedeniyle, düzenlenen bu törenle yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını artırma, bereketi artırma gibi dileklerin yanı sıra; çocuğun dişinin kolay, sağlam, düzgün çıkmasına yönelik arzu ve dilekler yer almaktadır. Dişin çıkışı ile ilgili olarak yapılan törensel uygulama psikolojik ve toplumsal açıdan da önem taşımaktadır.

Çocuğun normal koşullarda beş aydan sonra dişinin çıkması beklenir. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi dişle ilgili olarak Doğu
Karadeniz Bölgesi illerimizden olan Trabzon’da yapılan pratikler ve halk arasında yorumlar yoğunluk taşımaktadır.

“Önce alt dişin çıkması iyi sayılır. Alt diş çıkarsa, diş yukarı baktığı için; çocuk göğe Allah’a yalvarıyor denir. Üst diş çıkarsa aşağı bakıyor toprağa yalvarıyor iyi değil denir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Çocuğun önce üst dişi çıkarsa çocuk çok yaşamaz denir. Dişinin ilk çıktığını gören çocuğa mutlaka rengi beyaz olan bir hediye alır.”(Tonya Melikşah köyü)
“Ana sütü sıcak olursa damak kızgın olur diş daha iyi çıkar denir. Çocuğun dişinin çıktığını gören çocuğun bir giysisini yırtar ki dişler kolay çıksın.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)

Çocuğun konuşması ve yürümesi ile ilgili adet ve inanmalar:

Çocuğun konuşması ve yürümesi gelişmesiyle ilgili önemli aşamalardır. Bu nedenle çocuğun geç yürümesi ve konuşması halinde geçmişte bir takım uygulama ve pratiklere baş vurulmaktaydı. Bu pratiklerin temelini de dinsel ve büyüsel uygulamalar oluşturmaktadır.

Yürümesi gereken süre içerisinde yürümeyen çocuklar, yürümeyi özendiren bir takım oyunlarla oyalanır, yatırlara, ziyaretlere götürülür, nefesi iyi olan kişilerin gücünden yaralanılmaya çalışılır. En yaygın olan davranış biçimi ise Anadolu’da yaygın olarak inanılan çocuğun “ayak bağını” ya da “ayak kösteğini” kesme uygulamasıdır. Araştırma yöresinde tespit edilen bulgularda bu motif üzerinde yoğunlşaşmaktadır.

Anadolu halkı konuşamayan ve konuşması geciken çocuklar için de birtakım uygulama pratiğe başvurmuştur, konuşmaya yönelik işlemler ise genel olarak açma (ağzın anahtarla açılması), kesme (dil bağının kesilmesi), okuma (nefesi kuvvetli birinin okuması) ve birtakım büyüsel özlü (çocuğa kuş eti yedirmek, kuşun su içtiği kaptan su içirmek vb) işlemleri içermektedir. Konuyla ilgili olarak araştırma yöresinde kesme motifinin yoğun olarak görüldüğü saptanmıştır.

Trabzon’da geç konuşan ve geç yürüyen çocukları;
“Anne Cuma günü çocuğun ayaklarını bağlayarak camiye götürür. Giderken de yanına bir makas alır, makasa bir hediye bağlar, namazdan ilk çıkan çocuğun ayağının bağını keser hediyeyi alır hiç konuşmadan ve arkasına bakmadan gider. Buna çocuğun ayak bağını kesme denir.”(Tonya Melikşah köyü)
“Konuşmayan ve yürümeyen çocuk köprü altından ve ceviz ağcının kökünden geçirilir. Yürümeyen çocuğun ayak baş parmaklarına kırmızı ip bağlanır, cinsinden olmayan bir çocuk o ipi üç yol ağzında keser. Konuşmayan çocuk ineğin beçerine bağlanır. Bir çubuk ile çocuğa hafif hafif vurularak; ineksen bağır, at isen kişne, eşek isen anır, it isen öğür, insan isen konuş denir.”(Şalpazarı Geyikli beldesi)
“Yürümeyen çocuk için ayağı bağlı derler. Böyle çocuklar camiye götürülür, camiden ilk çıkan çocuğun ayak bağını keser.”(Akçaabat Acı su köyü)
”Çocuğun ağzında yara varsa onun için konuşamıyorsa; koyun çobanı olan bir kişi; aç karınla çocuğun ağzının kenarında üç kere çakmak yakar. Bu üç sabah yapılır, bunu yapanın koyun çobanı olması şarttır. Geç konuşan çocukların dil bağı da kesilir. Geç yürüyen çocukların ise ayağına kendir bağlanarak camiye götürülür, namazdan ilk çıkan o kendiri biraz keser, ananı ilki olan biri çocuğu üç kere caminin etrafında dolandırır. Üçüncüde bağ tam olarak kesilir. Buna ayak bağı kesme denmektedir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Geç konuşan ve geç yürüyen çocuk baskınlık olmuştur diyerek etle yıkanmaktadır. Geç yürüyen çocuğun ayaklarına kendir bağlanarak, cuma günü camiye götürülür. Bağın kesildiği makasa hediye bağlanır, bağı kesen makasa bağlanan hediyeyi alır.”(Trabzon merkez Faroz Mahallesi)
“Geç konuşan ve geç yürüyen çocuklar köprü altından ve ceviz ağacının kökünden geçirilir. Yürümeyen çocuğun ayak baş parmaklarına, kırmızı yün ip bağlanır. Cuma günü caminin kapısında namazdan çıkan ilk kişi o bağı keser. Ya da üç yol ağzında akrabası olmayan soyundan olmayan bir kişi o bağı keser.”(Şalpazarı Simenli köyü)

Söz konusu uygulamalarda çocuğun yürümesini engelleyen ayak bağını ip ile sembolleyerek kesmek en sık rastlanan pratiktir. Bu görev genellikle camiden çıkan birisine verilerek dinin gücünden yararlanılmaya çalışılmaktadır.

Nazarla ilgili adet ve uygulamalar:

Nazar inancı İslam ülkelerinde bu arada ülkemizde de yaygındır. İslam ülkelerinin hemen hepsinde insanların bir bölümünün nazardan öldüğü inancına rastlamaktayız. Çok eskiden beri bu zararlı kuvvete karşı konulmaya onun çarpıcı ve öldürücü olduğuna inanılan gücünden korunulmaya çalışılmıştır. Temelinde kıskançlık ve hasetlik olduğuna inanılan nazarın gözlerden çıkarak kurbanına isabet ettiğine inanılmaktadır.

Bazı kem gözlerin zayıf olduğu düşünülen loğusayı ve çocuğu etkileyeceği inancı günümüzde de yaygın olup, konuyla ilgili pratikler de halen geçerliliğini sürdürmektedir.

Trabzon’da nazarla ilgili olarak yapılan uygulamalar, Anadolu’nun diğer yöreleriyle benzerlik göstermektedir.

“Nazarı yok etmeye yönelik olarak eğer nazar değdiren kişi biliniyorsa onun üzerinden bir parça veya bastığı yerden toprak alınır. Parça mısır unuyla yakılarak çocuğa tütsü edilir. Toprak ise çocuğun vücuduna sürülmektedir.”(Maçka Çeşmeler köyü)
“Nazara inanırız, nazar değmesin diye çocuğa muska yazdırılır, mavi veya yeşil boncuk takılır, bir de sarımsağın götü çıkı edilerek çocuğa takılır. Eğer çocuğa nazar değmişse; bir kaba su konur ateşten enksi (köz) alınıp, nazar sönsün diye o su da söndürülür. O suyla çocuğun yüzü gözü yıkanır. Kimin nazar değdirdiği biliniyorsa onun üzerinden gizli bir parça alınarak kiremit gibi bir şeyin üzerinde yakılarak çocuğa tütsülenir. Nazar geri gitsin diye. ”(Akçaabat Acı su köyü)
“Nazardan korumak için çocuğa muska takılır, sarımsağın kökü, çıra ve köpeğin pisliği çıkı edilir çocuğun omzuna takılır.”(Trabzon Merkez Faroz Mahallesi)
“Kimden şüpheleniyorsak, onun bastığı yerden bir yonga, bir çop parçası ve üzerinden gizili bir parça alınır. Yakılarak çocuğa tütsü edilir. Eğr çocuk nazarlanmışsa ayın yenisinde Çarşamba günü, mum dökülür.”) Şalpazarı Simenli köyü)


DOĞUM VE ÇOCUKLA İLGİLİ DİĞER ADET VE İNANMALAER

- Kadının yüzünü hamileyken çil basarsa doğum yapar yapmaz kırmızı hırkayla kadının yüzü silinir. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Ddoğumda ölen kadına loğusa olduğu için cennetlik derler. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Çocuğun tırnakları bir yaşına kadar kesilmez onları melayikeler keser derler. Kesilen tırnaklar atılır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Çocuğun saçı bir yıl sonra kesilir. Buna yıllanmış saç denir. Kesilen saç atılır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Ses veren çocuk üç gün sonra ölürse o anasına yarar. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Çocuğun tırnakları babasının cebinden bozuk para alacak duruma geldiğinde kesilir. (Trabzon Merkez Faroz Mahallesi)
- Çocuğun tırnakları kırklanmadan kesilmez.(Akçaabat Acısu köyü)
- Çocuğun ilk kakasına çara boku denir. Çara boku atılır.(Trabzon Şalpazarı Geyikli köyü)
- Çocuğa kırk gün sabun vurulmaz, tuzlu suyla yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Çocuğun sarılığı geçsin diye mmoloşo otunun kökü pişirilerek, suyuyla çocuk yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Sarılığa karşı çocuk sidikle yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)
- Sarılığa ve rufiaya karşı çocuk ananın ilk çocuğunun sütüyle yıkanır. (Maçka Çeşmeler köyü)


SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Trabzon ilçe ve köylerinde yapılan çalışmada elde edilen veriler kaynak kişi anlatılarına müdahale edilmeden sadece ifade bozuklukları düzeltilerek içeriğe dokunulmadan olduğu gibi verilmesine çalışılmıştır.

Doğumla ilgili olarak tespit edilen bilgilerin Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi; dinsel ve büyüsel içerikli uygulama ve pratiklerden oluştuğu saptanmıştır. Büyüsel içerikli uygulamaların taklit ve temas büyüsünü içerdiği saptanmıştır.

Kadının hamile kalmasına yönelik uygulamalar bitkilere dayalı halk hekimliği ve dinin ve büyünün gücünden yararlanmaya yönelik olarak dinsel, büyüsel içerikli uygulama ve pratiklerden oluşmakta olduğu saptanmıştır. Bu uygulamalara örnek olarak; çocuğu olmayan kadının, ilk doğumunu yapan bir kadının eşine sıcak sıcak oturması; büyüsel bir işlem olup, temas büyüsünü içermektedir. Kadın basılmış da onun için çocuğu olmuyor düşüncesiyle kadının üç sabah yeni mezara bastırılması; yine büyüsel özlü bir işlem olup taklit ve temas büyüsünün iç içe kullanılmasına bir örnektir, çocuğu olmayan kadının ananın Fadime adlı ilk kızı tarafından avat adlı dikenin altından geçirilmesinin temelinde; dinin ve büyünün gücünden aynı anda yararlanılmaya çalışıldığı görülmektedir, kadının basıldığı için çocuğunun olmadığına inanılıyorsa dereden toplanan 41 tane taş suya konarak onunla yıkanması; 41 sayısından dolayı dinin gücünden yararlanılmaya yönelik bir davranış olarak açıklana bilinir. Günümüzde modern tıp uygulamaları geleneksel uygulamaların önüne geçmiş olsa da geleneksel yöntemlerin günümüzde halen zaman zaman kullanıldığı da tespit edilmiştir.

Çocuğun yaşamasına yönelik uygulamalarda da benzer uygulamalara baş vurulduğu saptanmıştır. Bu uygulamaların genel değerlendirmesi; Yaşamayan çocuğa yedi kapıdan yonga toplanarak tütsü yapılmasının temelinde; yedi sayısından dolayı dinin gücünden yararlanılmaya çalışıldığı görülmekte, çocuğa çocuğun annesinin süt vermemesi başka bir kadının süt vermesinin temelinde; sütünü emdiği kadının çocuklarının yaşıyor olmasından dolayı bu özelliğin süt aracılığıyla çocuğa da geçeceği inancı burada taklit ve temas büyüsünün iç ,içe olduğu görülmekte, bir kilitle kadının belinin demir zincirle bağlanmasının temelinde de; demirin sağlamlığının kadına ve çocuğa geçmesi, taklit ve temas büyüsünün iç , içe görülmekte, ayrıca kilitleme işleminden dolayı bir anlamda kalıcılığı sağlamaya yönelik bir uygulama olması bakımından benzer işlemler benzer sonucu doğurmaktadır ilkesi de yer almaktadır şeklinde yapıla bilinir.

Doğacak çocuğun cinsiyeti tüm toplumlarda merak konusu olmuş, bu merak; konuyla ilgili olarak bazı adet ve inanmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Günümüzde çocuğun cinsiyeti dördüncü aydan itibaren ültrason denilen aletle % 90 doğruluk payıyla öğrenilmektedir. Ancak halk arasında konuyla ilgili tahmin ve yorumlar günümüzde de yoğun olarak devam etmektedir.

Aş erirken ve hamilelik esnasında yapılmasına ve ya yapılmamasına özellikle dikkat edilen davranışlar hamileliğin önemli bölümünü oluşturmakta bu dönemle ilgili davranışlara geçmişte olduğu gibi günümüzde de titizlikle uyulduğu saptanmıştır. Bu uygulamaların da genel değerlendirmesi; hamile ve aş eren kadının yılana bakmaması ve yılanı öldürmemesi aksi halde çocuğun dilini dışarı atacağına, tavşana bakmaması bakarsa çocuğun gözünün açık olacağına, çocuğun karında oynadığı zaman güzel insanlara bakılırsa kadının güzel çocuk doğuracağına, cenazeye bakmaması bakarsa çocuğun yüzünü solgun ve bet olacağına inanılması benzer benzeri doğurur ilkesi ve büyüsel özlü işlemler içerdiği görülmektedir. Hamileyken kadının acı ve ekşi meyveler yememesi yerse çocuğun aksi, kadının kötü lokma yerse çocuğunun ahlaksız olacağına dair inanmalar ise; kadının hamilelik esnasında yanlış davranışlardan uzaklaştırmaya yönelik uygulamalar olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Doğumun kolay olmasına yönelik uygulamalar ise; doğumların hastanelerde yapılması nedeniyle günümüzde fazla yoğunlu taşımadığı, ancak şekil değiştirerek günümüzde de devam ettiği saptanmıştır. Buna örnek olarak ister köyde yaşayan yöre halkı, isterse büyük kentlerde yaşayan yöre halkı doğuma giderken kadın kolay doğum yapsın diyerek kilitleri açık tutmakta, kadının bohçalarını açmakta, üzerinde bağ varsa onu çözmekte, çocuk için yaptığı giysilerin düğmelerini çözmekte, bağlarını açmaktadır.

Günümüzde doğumlar hastanelerde yapılmakta bu nedenle; çocuğun eşi ve göbek kesmeyle ilgili adet ve inanmalara günümüzde artık rastlanmamaktadır. Ancak, göbeğin bakımı ve göbeğin düşmesiyle ilgili adet ve inanmaların günümüzde de devam ettiği saptanmıştır. Bunun değerlendirmesi; göbek düşünce, bir yamaya sarılarak, çocuğa kırk basmasın diye kırk gün saklanmasının temelinde; kırk sayısından dolayı dinsel uygulama ve parçanın bütünü etkileyeceği inancının yattığı görülmekte, göbek saklanır çocuğun sancılanması halinde eritilerek çocuğa içirilmesinin temelinde; çocuğun bir parçası olduğu düşünülen göbeğin çocuğun iyileşmesinde etken olacağı, paçanın bütünü etkileyeceği inancı yer almaktadır şeklinde yapıla bilinir.

Çalışma geçmiş ve günümüz bağlantısı kurularak yapılmış, kültürün kaçınılmaz özelliği olan değişimin bu alanda da gerçekleştiği saptanmıştır. Gelişen teknoloji, farklılaşan ekonomik yapı, değişen kültürel yaşam bunun doğal nedeni olmuştur. Ancak inanmalara dayalı batıl inançlar ve dinsel büyüsel nitelikli işlem ve uygulamalar yanı manevi değerlerin daha az ve yavaş değiştiği saptanmıştır. Bunun yanı sıra, maddi alandaki kültürel öğelerin beşik, kundaklama vb daha değiştiği saptanmıştır.

Doğumla ilgili adet ve inanmaların, inanca dayalı manevi bölümü; özellikle; kısırlığı giderme ve çocuğun yaşamasına, kırklama, nazar, baskınlık, göbek, cinsiyet tayinine yönelik uygulamalara, aş erme ve hamilelik sırasındaki davranışlarla ilgili pratiklere günümüzde de benzer davranışlarla devam ettiği gözlenmektedir.

Yapılan çalışmada; doğum ve çocukluk çağı içerisinde önemli yer tutan kırklama ve nazarla ilgili adet ve inanmalara ve bunlara yönelik uygulama ve pratiklere günümüzde de kesin bir kural olarak devam edildiği saptanmıştır.

İçerikte aynı kalan biçimde bazı değişimlere uğrayarak devan eden; doğun etrafında kümelenen uygulama ve pratikler halkın psikolojik, dinsel. toplumsal gereksinimlerine günümüzde de bir ölçüde yanıt vermektedir.

Trabzon’da yapılan alan araştırmasında elde edilen bulguların; Anadolu’nun bir çok yöresiyle de benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir. Bu yorum konuyla ilgili karşılaştırmalı olarak yapılan bir çalışmada daha net olarak ortaya çıkacaktır. Ancak benzer değerlerden yola çıkarak, genel olarak benzer gereksinimlerin benzer davranışları da beraberinde getireceği söylene bilinir.



KAYNAK KİŞİLER

Adı soyadı :Ayşe DEDEOĞLU
Doğum yeri :Araklı
Doğum tarihi :1944
Öğrenim durumu :Okuma yazma yok
Medeni hali :Evli (9 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Fatma Bayraktar
Doğum yeri :Şalpazarı
Doğum tarihi :1924
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Dul( 2 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kaını

Adı soyadı :Saniye GÜROL
Doğum yeri :Merkez Faroz Mahallesi
Doğum tarihi :1925
Öğrenim durumu :Okuma yazma yok
Medeni hali :Dul
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Hafif CİNKAYA
Doğum yeri :Şalpazarı
Doğum tarihi :1931
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Evli (5çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Makbule POLAT
Doğum yeri :Maçka
Doğum tarihi :1935
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Evli (4çocuk sahibi)
Mesleği :İşçi (Almanya’da 10 yıl çalıştı)

Adı soyadı :Fatma BEKTAŞ
Doğum yeri :Şalpazarı
Doğum tarihi :1937
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Evli ( 3 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Ayşe SAĞLAM
Doğum yeri :Tonya
Doğum tarihi :1923
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Evli
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Asiye BİLEK
Doğum yeri :Tonya
Doğum tarihi :1947
Öğrenim durumu : Okuma yazma yok
Medeni hali :Dul (2 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Sakine GÜROL
Doğum yeri :Akçaabat Trabzon merkez Faroz mah. büyüdü
Doğum tarihi :1952
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Duk (5 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını

Adı soyadı :Sabire ÇELİK
Doğum yeri :Akçaabat
Doğum tarihi :1939
Öğrenim durumu :Okuma yazma var
Medeni hali :Evli (4 çocuk sahibi)
Mesleği :Ev kadını

KAYNAKÇA

ACIPAYAMLI, Orhan :Türkiye’de Doğumla İlgili Adet Ve İnanmaların Etnolojik Etüdü. Erzurum 1961 A Ü Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları 141 S.

BALIKÇI, Gülsen:Rize/ Pazar Akbucak, Otrayol Ve Uğrak Köyleri’nin Etnik Yapıları. Ankara 1997. A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkbilim Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 351 S.

BALIKÇI, Gülsen:Artvin’in Bazı Yörelerinde Doğumla İlgili Adet Ve Uygulamalar: Türk Halk Kültüründen Derlemeler. 1998. Ankara 2001. Kültür Bakanlığı Yayınlaı. 36- 98. S.

BALIKÇI, Gülsen:Uşak’ın Bazı Yörelerinde doğum Adetleri. I. Araştırma Sonuçları Sempozyumu bildirileri. Ankara 1999. 221- 250 s.

BALIKÇI, Gülsen:Tarsus Doğum Adetleri. Tarsus Alan Araştırmaları. Ankara 1998. Kültür Bakanlığı Yayınları. 63 – 73 s.

HANÇERLİOĞLU, Orhan:Dünya İnançları Sözlüğü.. İstanbul 1993. Evrim Matbaacılık. 574 S.

ÖRNEK, Sedat Veyis:Geleneksel Kültürümüzde Çocuk. Ankara 1979. Saim Toraman Matbaası. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 413 S.

ÖRNEK, Sedat Veyis:Türk Halkbilimi. Ankara 1995. Kültür Bakanlığı Yayınları. Türk Hava Kurumu Basımevi. 264 S.

ÖRNEK, Sedat Veyis:Sivas Ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Batıl İnançların Ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki. 2. bsm. Ankara 1981. DTCF Basımevi 139s.

ÖRNEK, Sedat Veyis:100 Soruda İlkellerde Din Büyü Sanat Efsane.. 1bsm. Ankara 1971. Özaydın Matbas 231 s.ı
 

          

Karalahana.Com! Doğu Karadeniz Bölgesi gezi, kültür, tarih ve müzik rehberi © 2007 | Tüm hakları saklıdır