Trabzon
Tarihi için Düşündüklerim
Yazı: İlyas Karagöz
Trabzon doğunun en eski ve en şöhretli
şehridir. Trabzon için bu ifadeleri
kullanan, Trabzon toğrağında doğmuş, fiozof
bir bilgin olan Bessarion adlı kişi idi.
1400’de doğup 1472’de öldüğüne göre
Trabzon’Un Osmanlılar tarafından fethini
yaşamıştır. Trabzon’un fethi bizim için
coşku ve övgü ile karşılanır ama çok
gariptir ki fetih ordusunda bulunan Vaka-i
nüvis Tursun bey bu olayın tarihini vermez
ve fetih tarihini yabancı bir kaynaktan
öğrenir, 26 Ekim 1461’i fetih günü olarak
kutlarız.
Acaba Trabzon o kadar önemsi bir yer idi de
fethin tarihinin yazılmasına değmedi.
Doğunun en eski ve en şöhretli yeri Trabzon
değerini yitiremezdi, şu halde Osmanlılarda
tarih yazıcılığının ne denli basit bi hikaye
olduğu anlaşılabilir. Dahası resmi
tarihçiler olarak bilinen Vaka-i nüvisler
saraydan beslenen kişiler idiler, tarih
değilde Sultanları öven metheden hikayeler
ne kadar Sultan’In hoşuna gider ise o derece
mükafatlandırılırlardı.
Bir devletin 257 yıllık başkenti olan
Trabzon’un fetih tarihi bilinmediğine göze
alındığında ondan sonra bu kent hakkında
şöhretine yakışır bir tarihinin
bulunbmamasına şaşmamalıyız. Osmanlılar
bölge için tuttukları Tahrir defterleri
yalnız fethedilen yeri vergilendirmekten
başka bir anlam taşımadığı gibi tutulan
Şeriye Sicil defterleri de halk arasında
olan ilişkilere, davalara ilgili idiler.
Mehmet Aşıkiler, Katip ve Evliya Çelebiler
Trabzon için bir şey yazmışlarsa da bunlara
tarih denemez. Bizde ilk Trabzon Tarihi,
fetihten 400 yıl sonra Trabzonlu Şakir
Şevket tarafından yazıldı. 1877’De eski yazı
ile yazılan bu kitap 2001 yılında Latin
harflerine çevirip yayınlayan İsmail
Hacıfettahoğlu yazdığı önsözde derki
“Prof. Dr. H.W. Lowry, bir sohbetimizde
Şakir Şevket önünde hiçbir örnek yokken
Trabzon tarihini nasıl yazdı, nereden,
kimlerden etkilendi, ben de Ş. Şevket’in
teşebbüsünde yakın çevrelerini oluşturan
ulema ve şuaradan dostlarının, özellikle de
Emin Hilmi’nin etkili olabileceğini
söylemiştim”
Bu ifadeleri verildiği gibi kabul eylemek
akla yakın gelmiyor, çünkü H. Lowry’ye
örnekten değil yararlandığı kaynaklardan söz
etmesini uygun görülüyor. Ona verilen
cevapta adı geçen ulema hip şüphesiz din
ulemasıdır, şuara/şairlerdir ki bunların
meslekleri tarihçilik değildir. Tarihe
merakları olsa da gerçek bir tarih yazma
yetenekleri olamaz. Şakir Şevket’in
kitabının başlangıcında, tarih yazmanın
güçlüklerinden söz eder, Rum, Ermeni
kaynaklarına değinir ve Trabzon tarihini
yazmakta pek çok zahmetlere uğradığım halde
bizim tarihlerimizden yararlanmadığını, Rum,
Ermeni dillerindeki tarihlere başvurmak
zorunda kaldığını ifade eder.
Burada Rum, Ermeni kaynalarının adı
verilmez. Ş. Şevket’ten 50 yıl önce (1827)
de yayınlanan Fallmerayer’in “Trabzon
tarihi” adlı kitaptan habersiz olduğu
anlaşılır. Fallmerayer yazdığı tarihten
sonraları 1840’lı yıllarda üç kez Trabzon ve
çevresini ziyaret ettiğinden ne Trabzon ona
ne de o Trabzon’a yabancı değildir.
Ş.Şevket’in bunlardan ansıl haberi olmazdı?
Benim düşündüğüme göre ünlenen Ş.Şevket’İn
tarihçiliği geniş bir araştırma mahsülü
değildir. Ş.Şevket Trabzon’un kuruluşunu
ananeleşmiş Milet kolonilerine haklı oalrak
bağlar. Bu tarihi gerçeğe İ. Hacıfettafoğlu
şöyle bir not düşer:
“Şakir Şevket Beyin bu görüşlerinin dayanağı
Grek tarihçilerin tarihi tahrif ederek
ürettikleri hayal mahsülü kitapları
oldukları anlaşılır, Merhum mehaz bulmakta
çektiği sıkıntıların sonucu istemeyerek de
olsa Pontos hayalcilerinin propaganda
malzemesi olan bu tür kitaplara müraccat
ettiğini ifade etmektedir. Tarihi gerçekler
ise Trabzon’un Milattan önce 2000 yıllarında
Orta Asya’dan kopup gelen Turani kavimler
tarfından kurulduğunu göstermektedir.”
Milet kolonilerinin Trabzon’u kurdukları
doğru değildir ama bütün tarihçiler
kolonileşmeyi Trabzon’un kuruluşu olarak
kabul eylemişlerdir. Bu olayları hayal gücü
olarak tanımlayan İ.H. Fettahoğlu, Ş.Şevket’İn
dayandığı Rum kaynaklarını Pontoscu
propagandalara dayaması tamamıyla hayal
gücüdür. Çünkü o zamanlarda Pontosçuluk diye
bir olay yoktu, Pontosculuk olaylarının 1.
Dünya savaşı yenilgisinden sonra başladığını
bilmeyen yoktur, kullanılan 1870 tarihi
Ponos fikrinin ortaya atılması ve
cemiyetlerinin kurulması ile ilgilidir.
En gülünç, saçma, tutarsız tezi de
Trabzon’un milattan 2000 yıl önceleri Turani
kavimler tarafından kurulduğunu
savunmasıdır. Trabzon’un MÖ 2000 yılında
kurulduğunu tezini ileri süren
Fallmerayer’dir. Turani kavimler kavramını
da Hüseyin Albayrak’ın Trabzon basın
tarihinden aldığı bellidir ki h. Albayrak
ile bu konuda yapmış olduğumuz tartışmalar
sonuca varmadan kapanmıştır. Böylece İ.
Hacıfettahoğlu’nun söz ettiği hayaller
Pontoscu hayaller değil Turani kavimler
hayalidir. Bunların hayal olduğunu anlamak
için H. Albayrak’In kaynak olarak gösterdiği
Anabass, Fallmerayer, İslam Ansiklopedisi ve
Ş. Günaltay’ın eserlerinde böyle bir
ifadenin olmadığını karşılaştırmakla ortaya
çıkar.
Nasıl ki Türkiye’de Trabzon için yazılan ilk
tarih Ş. Şevket’in kitabı ise, batı
dünyasında ve bütün dünyada Trabzon için
yazılan ilk eser de Alman profesörü J. Phl.
Fallmerayer olmuştur. Bölgeden çok uzaklarda
olan bu kişinin yazdığı Trabzon Tarihi her
ne kadar Komnenler İmpatarorluğu dönemini
kapsarsa da dünyada hiç bilinmeyen
Trabzon’un kuruluşu ve onu kuran insanların
kimlikleri hakkında ilk bilgiyi veren bir
şahsiyettir. Ama ne yazık ki gerçek
yönleriyle tanınmayan, tanıtılmayan bu
insan, Türk alehdarı olarak tanınmış ve
1940’lı yıllarda Türkçe’ye çevrilip Türk
Tarih Kurumu’na teslim edilen bu eser bugüne
kadar yayınlanmamıştır.
İngiliz tarihçisi G. Filnlay yazdığı
Yunanistan tarihi serisinde yeralan Trabzon
İmparatorluğu adlı kitabında derki
“Karanlıklara gömülmüş Trabzon Tarihi
Fallmerayer’e kadar devam eyledi.
Fallmerayer, Trabzonlu Bessarion’un Venedik
kitaplığı arasında Trabzonlu Panaretos’un
Trabzon kroniklerini buluncaya kadar ve
yayınlanmayanel yazmalarına itinalı bir
şekilde dayanarak Trabzon tarihini yazdı. Bu
muhteşem eser Geschichte des Kaisertmus
Trapezunt adı ile 1827’de Münih’te
yayınlandı.”
Bu ifadeler de Trabzon tarihinin ilk kez
yazılması Fallmerayer’e nasip olduğu, eğer o
yazmasaydı Trabzon’un tarihi meçhul kalacak
ve böyle devam edip gidecekti.
1898 yılında aslen Bursalı olup Trabzon
Lisesinde öğretmen olan İoannidis Sabba
yazdığı Yunanca Trabzon Tarihi ve
istatistikleri adlı kitabı İstanbul’da
yayınlamıştı. İkinci baskısı 1988 yılında
Selanik’te yapıldı. Bu kitap hakkında Ş.
Şevket’in Türkçe’ye çevrilmiş eserinin 23
sayfasında çeviren ve hazırlayan İ.
Hacıfettahoğlu şöyle der:
“Trabzon Rum lisesinde tarih öğretmeni
Bursalı İoannidis Sabba yazdığı, muhtevası
çoğunlukla bir takım efsane ve masallardan
olduğu bilinen bu kitap Rum mekteplerinde
ders kitabı olarak okutuluyordu”
Mitoloji ve efsanelerin tarihle ilgisi
olmadığını sananlar yanılmış olduklarının
bilincinde değillerdir.
Adı geçen kitabın ikinci bölümünde, bölgenin
eski yerli halkı başlığı altında yabancı ve
bizlerinde katıldığı Yafes soyundan söz
edilir ve Trabzon’u kuranalrın Hellen
Pelasgları olduğu söylenir. Bu bilgiler
mitolojik efsanelere dayandığı ve ilkel din
ve tarihlerin kökenleri efsanelere
dayandığını bilecek akdar kitap okumadığı
anlaşılır.
Yunan tarihinde olan yalan, yanlışlar,
efsane ve mitolojilerin Hellenlere
dayanılmasıdır.
Yunanca yazılan 2. Trabzon tarihi T.E.
Egaggelidi adlı kişinin 1898 tarihinde
yayınlanan ve 1994’de 2. Baskısı yapılan
Istoria tis Pontikis Trapezountas adlı
kitaptır. MÖ 756- MS 1897 yıllarını kapsayan
bu tarih kitabı büyük boy 377 sayfadır.
1933 yılında Trabzon Metropoliti
Xrisantos’un yazdığı Ekklisia Trapezountos
adlı eseri büyük boy 904 sayfadır. Yunan
dilinde yazılmış Trabzon monografya
niteliğinde başka eser bilmiyorum. Ne yazık
ki bunalrdan Türkçe’ye çevrilen olmadığı
gibi kaynak olarak da kullanılmadılar.
Batılı kaynaklarda Fallmerayer’den sonra
yazılan Trabzon Tarihi çalışması İngiliz
tarihçi William Miller tarafından 1968’de
Amsterdam’da yayınlandı metni 140 sayfa olan
bu eser 2007 yılında 77 sayfa olarak
Türkçe’ye çevrilip yayınlandı.
Rus İşgali sırasında F.I.Unspensky
tarafından Trabzon’dan toplanan belge ve
bilgilere dayanarak 1929 yılında
Leningrad’da bir Trabzon kitabı
yayınlanmıştır. Kapsamlı olan bu eser 184
sayfaya indirilerek Türkçeye çevrilmiş 2003
yılında Trabzon’da yayınlanmışsa da
çevirmenin tarihçilik konusundaki
yetersizliği Trabzon Tarihi çalışmalarına
olumlu bir katkı yapmamıştır.
1969 yılında Brüksel’de Janssens Emil adlı
bir kişi 300 sayfa civarında Trebizonde en
Colchide adlı bir eser yazmıştır.
1973 yılında İtalyan asıllı Tarsicio Succi
da Verica adlı bir kişi İtalyanca Trebizonda
Porta d’oriente adlı kitabı İstanbul’da
yayınlamıştır.
Bilebildiği kadarıyla dünya yüzümde Trabzon
ile ilgili monogramlar 9 tanedir. Bunlardan
5 tanesi Batılıalr, 3 tanesi Yunanlılar ve 1
tanesi de Ruslar tarafından yazılmıştır.
Türkçe’ye çevrilip yayınlanan tek eser W.
Miller’in eseridir.
Yine bir yabancı olan H. Lowry, Başbakanık
Osmanlı arşivindeki Trabzon tahrir
Defterlerine dayanarak Trabzon’un
İslamlaşması ve Türkleşmesi adı ile 1981’de
bir eser yayınlamıştır. Milliyetçi
tepkilerle eser yasaklanıp piyasadan
toplatıldıysa da sonradan yasaklığı
kaldırıldı ve 1998’de 2. Baskısı yapıldı.
H. Lowry’nin büyük bir itina, bir yabancı
oalrak başarabildiği bu esere karşı Hanefi
Bostan XV-XVI asırlarda Trabzon Sancağı’nda
Sosyal ve İktisadi Hayat adlı kapsamlı bir
eser yayınladı ama bu eser adından da
anlaşılacağı üzere tarihe değinmeye cesaret
edemedi.
Şakir Şevket dışında Trabzon ile ilgili
tarihler 20. Yüzyılın ortalarından 21.
Yüzyılın başlangıcına kadar devam etti ve
duruma göre daha devam edeceği
anlaşışmaktadır. Bu dönemlerde Trabzon kenti
yeni keşfedilmiş bir dünya gibi tarih
sahnesine çıkar. Şivesi, kültürü, etnik
yapısı, her türlü adet, anane, geleneklerşi
çalgıları, oyunları yozlaşmış bir biçimde
yerini alır. Dalga dalga Karadeniz, gümbür
gümbür Karadeniz, Karadeniz rüzgarı ve daha
birçok sıfatlarla yuvarlanır gider.
Bütün bu olumsuz uğraşılar, bütün doğunun en
eski ve şöhretli şehri olan Trabzon’un
kanıtlanması için yeterli sayılır.
Trabzon’un ününü şöhretini, her yönüyle
tarihini sözde gerçekçi olan Trabzon, 19
Mayıs Üniversiteleri Sempozyumalr hazırlar,
Profesörler, Doçentler, yüksek öğretim
görevlileri bildirilerini sunarlar.
Paneller, Festivaller, Trabzon etkinlikleri
gibi programlar hazırlanır, kutlanır,
yiyilip içilip eğlenilir.
Trabzon insanı müzik, resim, tiyatro,
sinema, fotoğraf sanatçılarından, Trabzon
yazarlarından, yayın evlerinden, turizm
acentalarından ve daha bir çok şeyler
sergilenir. Karadeniz insanı böyle
özelliklerle donatlırken Trabzon
entellktüelleri de kollarını sıvarlar,
yerlerden biten mantarlar gibi Trabzon
toprağında değil de bu topraklar dışında gün
yüzüne çıakrlar.
Bilgelik sıfatına bürünen bu insanlar hepsi
kendi bildiğinden dem vurur, karşısındakini
susturmaya bakar, bir araya toplanıp bir
komite kurup da Trabzon’un ününe, şöhret ve
eskiliğine yaraşır bir tarih ortaya
koymazlar.
Bir tutkudur Trabzon, Trabzon’u anlamak gibi
kolektif eserler ortaya koyarlar. Ama bütün
bu uğraşlarında eskilere, kökenlere inme
cesaretini gösteren pek az kişi görülür.
Bütün üretilenler somut biçime dönüşmez,
ağızlarda, dillerde kalırlar.
Bilginim, uzmanım, profesörüm yetki ve
yekteyim, etiketliyim diyen bu insanalrın
dediklerine inanmaktansa bölgenin
kırsalında, dağ köylerinde yaşayan
insanalrın ilkel aletlerle yaptıkları kaşık,
kepçe, sepet, küfe, külek gibi el
sanatlarıyla uğraşanları ziyaret edip
onların uğraşılarını dile getirmeleri
gerçeklerin tam kendisi olduğuna inanıyorum.
Ne yazık ki zamanımızda böyle yerel
sanatlardan ekmek parası kazanılmıyorsa da
bir uğraşı olalrak elden bırakılmamasını
istiyorum. Trabzon insanı tarih boyunca,
elle tutulur, gözle görülür evrenselleşmiş
uygarlıklara, kültüre çok uzaktır. Bu
insanlar bölgede keşfolunduğundan bu yana
haşin, hareketli, vurucu, kırıcı, kavgacı
oalrak tanınmış ve bilinmişlerdir. Bütün bu
özellikler bölgenin haşin doğasıyla
ilgilidir. Şimdilerde bu özellikler kaybolup
gitmektedir. Bunun dabiricik nedeni bölge
insanlarının dışa yaptıkları göç ve
yerleşmelerdir. Bu insanalrın göçtükleri
yerler kırsal bölgeler değil kentlerdir.
Elbetteki çevrelerine uyum sağlamak
zorundadırlar.
Bu göçlerden sonraki kuşaklar tamamen
medenileşecek ve gittikçe Karadenizli
kökenleri bir hayal oalcak belki de hepten
unutup bizler gibi kimlik ve kökenlerini
araştıracakalrdır. Dışa göçmeyip de
yerlerinde kalanların, bölgenin doğasının
koşullarına uygun olarak karakterleri
değişmeyecektir.
İyisi, kötüsüyle Şakir Şevketten sonra
yaklaşık olarak geçen bir asır dönemde
Trabzon Tarihi ne aşamalardan geçti?
Bilebildiğim kadarıyla 90 yıl sonra Trabzon
Tarihi’ni ele alan Mahmut Goloğlu olmuştur,
ondan önce yazanalr olmuş ise de bilim
bakımından değer taşımadıkları için onları
ele almıyorum.
Mahmut Goloğlu’nun yazdığı Anadolu’nun Milli
Devleti Pontos, ank. 1973 ve Trabzon Tarihi,
1975 kitaplarının tarafsız ve gerçeklerle
bağdaştığını sanıyorum. Özellikle bölgedeki
Hristiyanlarla Müslüman Türklerin soydaş
olduklarını yazma cesaretini gösteren ilk
kişi olarak karşımıza çıkıyor (Anadolu’nun
Milli Devleti Pontos, s. 230). Bu
cesaretinden dolayı vatan haini Rum-Yunan
uşağı gibi damgalarla damgalanmadı çünkü
T.C. Parlamentosunda görev almış bir
kişiydi. Mahmut Goloğlu’dan sonra Trabzon’la
ilgili tarihler yazılmış ise de hepsi
milliyetçi, dinci duygular etkisinde
yazıldıkalrı ilk sayfalarda göze batar.
Yukarıda adı geçen Trabzon’u anlamak adını
taşıyan kitap beni böyle bir yazı yazmaya
zorlayan kitaptır. Kitabın kadrosunu
oluşturan 11 kişiden yalnız 5’i
Trabzonludur, bunlar arasında tanınmış
kişiler Ömer Asan ve Kudret Emiroğlu’dur.
Diğerlerinin yeni filizlenen entelektüeller
olduğu anlaşılıyor. İletişim yayınları
tarafından 2008 yılında yayınlanan bu
kitapta Trabzon’la ilgili pek bilgi yok.
Kitabın arka kapağında “Son yıllarda linç
girişimleriyle, cinayetler ile tarih olmaya
hazır hatta bunun için fırsat kollayan bir
şehir manzarası arz ediyor.
Oysa bu doğu Karadeniz liman metropolünün
geçmişinde köklü ve zengin bir şehir kültürü
var, bunla beraber sarsıcı, sosyo ekonomik,
etno kültürel alt üst oluşları var.
Olayların üst üste gelmesi doğal oalrak
“Trabzon’da neler oluyor?” sorusunun
uyanmasından söz ediliyor. Böylece kitap
Trabzon’u Teksas gibi olayların yumağı
olarak ima ediyor. Kitabın tarafsız
yazıldığını şüpheye düşüren Ömer Asan’ın
kadroya alınmasına karşın Mehmet Bilgin gibi
milliyetçi karşı görüş sahiplerinin kadroya
alınmaması kitabın tarafsızlığını zedeliyor.
Trafsız bir kişi oalrak tanıdığım Kudret
Emiroğlu’nun da Trabzon uzmanı olarak
nitelenmesi de garip bir durum olarak
gözüküyor.
Trabzın ve Doğu Karadeniz Bölgesi’ne tarihi,
kültürü, insani yönlerinden baktığımızda
milliyetçi görüş tarihçilerinin baskın
olduğunu görüyoruz. Bu tarihçiler halkın
çoğunluğu tarafından desteklenirleri saygı,
sevgi ile karşılanırlar. Bu da bunarlın
doğruluğundan değil halkın çoğunluğunun
cehaletinden kaynaklanır. Yine bu tür
tarihçilere siyaset kapıalrı açıktır çünkü
siyasetin çizdiği resmi tarih sınırları,
kalıpları vardır, bunalr bu sınırlar
içerisinde dönüp dolaştıkları için siyasi
çevrelere yakındırlar.
20. yüzyıl sonlarında 21. Yüzyıl başlarına
kadar yazılan tarihlerin çoğu bu tür
tarihlerdir. Bunlardan en çok göze çarpan
Albayraklar hanedanı adını verdiği Hüseyin,
Haşim ve Eşref Albayraklardır. Bu hanedandan
Hüseyin Albayrak en ileride ve en fazla eser
verendir. Yeni yayınlanan Trabzon Maarif
Tarihi 6 büyük cilt halindedir, oysa Osman
Ergin’İn yazdığı Türk Maarif Tarihi 5
cilttir. Bir vilayetin Maarif Tarihi tüm
Türkiye’nin Maarif tarihinden kapsamlı
olması kitabın bilimsel değerinin ne
olabileceğini anlamakta güçlük çekilmez.
Yazdığı Trabzon Basın Tarihi’nde verdiği
uyduruk kaynakalr hakkında kendisiyle yazılı
tartışmamız sonuçlanmadan kesildi bu da
çaresizliğinin bir kanıtıdır.
Hanedan üyelerinden Haşim Albayrak’da aynı
çizgidedir. Haşim Albayrak’ın yazdığı “Tarih
boyunca Doğu Karadeniz’de Etnik Yapılanmalar
ve Pontus, İst. 2003” adlı kitabın sunuş
yazısını yazan Eşref Albayrak kitabı şöyle
tanıtır:
“Günümüzde baba ocağımız olan topraklarla
ilgili fazla miktarda spekülasyonlar
yapılmaktadır. Fakat biz konunun aslını
bilmemekteyiz bu konuda araştırmacılara iş
düşmektedir. Haşim kardeşimizin
çalışmalarına baktığımızda bu bilgilerin
çoğuna rahatlıkla ulaşabileceğimi gördüm.
Haşim, Doğu Karadeniz’in kısa tarihçesinin
yanında buraya kimler, hangi soylar, hangi
boylar, hangi milletler gelmiş ve şimdi
bunlar ne olmuş, onları araştırmış. Yani
Doğu Kaardeniz’in etnik kökenini incelemiş.
Bu çalışmaları incelerken, özellikle Doğu
Karadeniz kültürü oalrak nitelendirilen
Pontus Kültürü’nün Doğu Karadenizdeki
etkisine baktım. Haşim kardeşimizi konusunda
oldukça uzman, literatürü çok zengin ve
tarafsız bir kimlikle incelediği bu konudaki
en etkin isimlerden biri. O etkinlik
içerisinde aslında Pontos kültürünün yerinin
azlığını öğrendim, çünkü bölgemiz tarihi
boyunca o kadar çok kültür değişmelerine
uğramış ki, bugünkü manada Pontos
anlayışının bölgemizde etkinliğinin
olamayacağını tarihsel verilerin ışığında
öğrendim.”
Eşref Albayrak’ın bu övücü yazıalrında insan
zihnini kurcalayacak ince noktaalr vardır.
Bu da bölgenin tarihi konusunda hiçbir
bilgisi olmayan bir kişinin önüne sürülen
konu ile ilgili bir eseri olduğu gibi kabul
eyleyip imzasını atmasıdır. Bir başka mesele
de bölge kültürünün bir çok değişimlere
uğraması ama Pontos kültürüne çok yavan
bakılmasıdır ve yazarının tarfsız olduğunun
kesin şekilde söylenmesidir.
Kitabın bir çok yerlerinde PONTOS KÜLTÜRÜ
sözcüğü kullanılır, bölgenin mitolojik
çağlardan beri böyle bir adla anıldığı
bilinmiyor bu adı da ilk kez ortaya koyan
Ömer Asan’dır. Aslında bu doğa uygarlık ve
kültür verilerine uygun olmadğından bu adla
anılması bir abartıdır. Olsa olsa Ponts
folklorü, adet, anane ve gelenekleridir ki
bunalr kültürün kapsamına alınmıştır. Ama
her ne de ise bu adlandırma olumsuz yönden
önemli bir konu olarak gündem yaratmış ve
tepkilere yol açmıştır.
Haşim Albayrağın övgü dolu bu esrinin
içeriğine bir göz attığımıza Andolu tarih ve
insanalrı arasında Doğu Karadeniz’İn
yerleştirildiği görülecektir. Karadeniz’in
doğu bölgeleri de insanı, kültürü ile
Anadolu ile birleştirilir:
“Anadolu insanları , tarihleri, kültürleri
ile ilgli verdiği bilgiler doğru ancak
Anadolu’Nun ilkçağ öncesi halkının
brakisefal ırkından olması bu toplulukların
Türk olduklarını çağrıştırır (sf. 14)
Hititler (sf. 15, Kimmerler, İskitler (s.20)
Türk asıllı, Doğu Karadeniz’in çok eski
çağlardan beri Türk yırdu olduğu,
Karadeniz’İn en eski adı OQ-OZ ULIQ KÖL yani
Oğuzların gölü (sf. 28)
Milattan binlerce yıl önceleri Orta Asya’dan
gelip Karadenzi Bölgesi’ne eyrleşen Tibaren,
Muski, Halib, Haldi, Kotil (Kolhlar) Gas ve
Gudlar Turani ırka mensupturlar (s. 33)
Azziler kayıtsız şartsız bir Türk kavmi
olduğu (s.35) Gaşkalar, Kimmerler, İskitler,
Amazonların Türklüğü (sf. 36)
Haşim Albayrak’In eseri böyle devam edip
gider artık daha ileriye gitmeye gerek
yoktur çünkü Türk-Turan adı daha tarihte
görülmediği bir dönemden önceleri bölge
halkı Türk idiyse daha sonralarının
araştırılmasına gerek yoktur!
Sıralanan bu insanlar tarih, kültür
bakımından doğru ancak etnik açıdan Türk
oldukalrına hüküm vermek saçmalığın
daniskasıdır ki konuya Cansız Hoca’nın bir
söyleyişi ile son vermek istiyorum.
1960 askeri müdahalesinden sonra Milli
Birlik Komitesi üyelerinden bazıları
Trabzon’a gelir. İmamıAzam’ın Türk olup
olmadığını sormak için hocayı çağırırlar.
Hoca, “İmamı Azam’In Türklüğü kolay da
Allah’ın Türk olup olmadığını sararlarsa ne
diyeceğim diye” dert yanar.
Kudret Emiroğlu’nun yazdığı Trabzon Maçka
Etimoloji Sözlüğü ile tarafsız ve gerçekçi
olduğunu kanıtlamıştır. Kudret Emiroğlu asıl
Trabzon uzmanı olarak tanıtılmaktasa da
Trabzon uzmanı olduğunu kanıtlayacak bir
eser vermemiştir. Belki isteseydi Trabzon
Tarihi yazabilirdi ama başına gelecekelri
bildiğinden bu konuyu ele almayı düşünmemiş
olabilir.
Ömer Asan’ın yazdığı Pontus Kültürü adlı
eseriyle büyük tepkilere sebep oldu DGM’de
sorgulandı beraat etti. Bu darbe Ömer
Asan’In sönmesine yetti. Aslında Pontos
Kültürü adını verdiği eser, Pontos kültürünü
değil de yaşadığı köyün kültürünü ortaya
koyuyor ama bu ad milliyetçi bağnazlara bir
fırsat olmuştur. Abdi İpekçi ödülünü alan
yazarın kitabı Yunanca’ya çevrilip
Selaniklte yayınlandı ama Ömer Asan “vatan
haini” Helen uşağı” damgası yemekten
kurtulamadı. Böylece Ömer Asan’ı Yunanlılar
elimizden almış oldular. Bu da doğrularu
yazanlara karşı gelen milliyetçilerin zaferi
oldu.
Milliyetçiler tarafındna günümüzün en büyük
Türk tarihçisi oalrak tanınan M. Bilgin Türk
tarihçiliğinden daha zor bir tarihçilik
üstlenmiştir ki Trabzın ve Doğu Karadeniz
Türklüğünü taviz vermeden, milliyetçi
duyguların ağırlığı altında savunmasıdır.
Kaynakalrdan daha çok kendi milliyetçi
duygularına dayanan Mehmet Bilgin’e bir
zamanalr tarafsız olmasını, dini ve
milliyetçi duygulardan soyutlanmasını
yazdığımda 03.04.2002 tarihli mektubunda
şöyle cevap vermiştir:
“Ne mutlu sana, belki bende senin gibi din,
milliyuet ve memleket meselelerinden
sıyırabilsem, kendimi bu konualrda tarafsız
bir konuma koyabilsem, bunu başarabilsem
belki üzerimdeki streslerden kurtulup,
huzura erişebilirim”
M. Bilgin’in bu ifadelerinden tarafsız
olmadığı kendini milliyetçi duygularından
kurtaramadığı anlaşılıyor, elinde olmayan
bir iş. Milliyetçiler tarafından Trabzon ve
Doğu Karadeniz’in Türklüğü’nü savunmasıyla
ünlenmiş ve adı üzerinde olan Türk Ocakları
tarafından ödüllendirilmesi çok doğaldır.
Milliyetçiler tarafından bu ödüle layık
görüldüyse de karşı görüşte olanlar için
böyle bir ödüllendirme M. Bilgin’İn bölgenib
başat tarihçisi olmasına yetmez.
Karadeniz’in mitolojik adı olan Pontos
başlangıçta Karadeniz’in çevresini kapsayan
coğrafi bir deyimdi. Pontos krallığının
kurulmasıyla bu krallığın kapsadığı sahanın
siyasi adı oldu. Zaman içerisinde bazı sınır
değişiklikleri olsa da genelde Sinop-Batum
arasındaki sahilleri kaplardı. Pontos
krallığı yıkıldığından 20. yüzyıl ortalarına
kadar siyasi anlamda böyle bir sözcük
geçmez. Bizans imparatorluğu döneminde
kurulan temalar döneminde, Pontos denilen
bölge Khaldiya Teması adını alır.13. üzyılda
kurulan Komnenler İmparatorluğu’na bu ad
verilmez. Osmanlı döneminde 19. Yüzyılın
snlarına doğru Pontos cemiyetlerinden söz
edilmeye ilk kez başlanır ama diğer
azınlıklarda olduğu gibi böyle bir kuruluş
normal karşılanır.
1908 2. Meşrutiyet inkılabı ile iktidara
gelen Milliyetçi İttihat Terakki döneminde
kıpırdanmalar başlar, giderek ivme kazanan
bu durum İmparatorluğun paylaşılmasına kadar
devam eder ve Anadolu toprakları paylaşıma
başladığında Pontos Bölgesi Rumları da kendi
paylarını alıp bağımsız bir Pontos devleti
kurma girişiminde bulurlar. Burada dikkat
edilecek bir durum vardır o da kurulacak
olan Pontos Cumhuriyeti’nin hudutları aynı
eski Pontos krallığının hudutlarıdır. Bundan
da açıkça anlaşılıyor ki Pontos Cumhuriyeti
Yunanistan’a bağımlı değil, bağımsız bir
devlet olacaktır.
Kurtuluş savaşı sıralarında çeşitli
nedenlerle Türk ve Rumlar arasındaçatışmalar
başlar,bir çok can ve mal kaybına uğranır,
asırlarca birlikte dosthane yaşayan,
aralarında inançları dışında bir ayrılık
olmayan insanlar birbirlerinin acımasız
düşmanı olurlar ve sonuçta Müslüman kısım
yerinde kalırken Rum denen Hristiyanlar
Yunanistan’a sürülür.
Bu sürgünler, ata, dede vatanalrı olan bu
toprakları her fırsatta ziyaret ederler,
bunalrdan sonra gelen kuşakların da
hafızalarına eski dede, baba vatanları
çakılır, ziyaretler nesilden nesile devam
eder. İşte yakın zamanda ortaya çıkan
Pontusçular, Pontus hayalleri, dolaplar
çevriliyor, oyunlar oynanıyor, misyonerlik
çalışmaları, kültür emperyalizmi oluyor ve
benzeri sloganlarla hiç yoktan bir Pontus
sorunu yaratılmaya çalışılıyor. Çok
ilginçtir doğu Karadeniz bölgesi, Trabzon’da
merkezileştirilir, komşu iller olan Rize,
Gümüşhane, Giresun çevrelerinde böyle bir
endişe görülmez. Bu kuşkulu çalkalanmalarla
doğal oalrak bölge insanı bölünecektir.
Yukarıda da belirtildiği gibi bu bölüme
Milliyetçiler ve Gerçekçiler olarak
ayrışacaklardır.
Milliyetçiler binlerce yıllık Pontus
tarihini, insanını kültürü silip süpürme,
Pontus dendiğinde ilk akıllarına gelen
kurtuluş savaşındaki kanlı olaylar oalcak ve
Pontus’un tarihi buradan başlatılacaktır ki
bu da Karadeniz tarihi ve insanına
ihanettir.
Bu milliyetçiler bölgeden gelip geçmiş
bilinen ve bilinmeyen bütün insanları Türk
diye tanımlama isteyecekler ancak eski
çağlardan beri Anadolu ve dolayısıyla
Karadeniz Bölgesi’nde ve Yunanistan arasında
etnik, kültürel karışım kaynamalarına,
Yunanistan’ın 500 yıl kadar Osmanlı
egemenliğinde kalması sıralarında bu karışıp
kaynaşmaların yoğunlaştığı ve günümüzde
dünya yüzünde dili, dini farklı fakat etnik
ve kültürel oalrak birbiriyle en yakın iki
millet bulunuyorsa bunalr Türkler ve
Yunanlıalrdırç Bu iki millet uzun süre bir
arada yaşamış ve birbirleriyle defalarca
savaşmıştır. İşte bu kadar içli dışlı
olduğumuz en yakın komuşumuzun Türklüğünü
savunan hiç kimseye rastlamadım ama
yukarıalrda da geçtiği gibi Hititlerin,
Gaşka, Amazon, Kimemr ve daha bir sürü
milletlerin Türk olduğu savunulur.
Gerçekçi diye tanımladığım bölgenin
geçmişini, tarihini, kültürünü araştırıp
ortaya koyanalrdır. Bunalr milliyetçiler
tarafından her ne akdar vatan haini
sayılılarsa da savundukları gerçeklere gölge
düşmeyecektir. Pontıs konusu hakkında en
doğru, en gerçekçi yazıalr yazan tek kişi
Stephanos Yerasimos’Tur. Pontus Meselsi adı
ile yazdığı makale Toplum ve Bilim 43/44
1988 kış 1989, 33*76 sayfalarında ve
Milliyetler ve Sınırları İst. 1994, 351-426
sayfalarında yayınlanmıştır.
Pontos olaylarında azınlıkalrın durumu
ilgili yazılar şu kitaplarda yer alır.
1. Balcıoğlu, M. “Belgelerle Milli Mücadele
Sırasında Anadolu’da ayaklanmalar” Ank. 1991
2. Akçam, Taner. “Türk Ulusal Kimliği ve
Ermeni Sorunu” İst. 1993
3. Asan, Ömer. “Pontos Kültürü”. İst. 1996
4. Baskın, Refik. Samsun, 1919. Sam.2000
5. Pervin, Erbil. Anadolu Ağlıyordu Niobe.
İst. 2001
6. Özhan öztürk. Karadeniz Anasiklopedik
Sözlük. 2 Cilt. İst. 2005
7. Sezer, Çiğdem. “Kalbimin Kuzey Kapısı
Trabzon”. İst. 2007
8. Charles King. Karadeniz. İst. 2008
Bu kitapalr arasından Özhan Öztürk’ün
yazdığı kitap tarih içerikli değil ise de
gittikçe kayıp olmaya yüz tutan Pontos
Kültürünün bir araya toplanıp kitap haline
getşirilmesinden, önemlidir ama ne yazık ki
Milliyetçiler tarafından Trabzon’a yapılan
en büyük yıkım olarak elekştirilmiştir.
Trabzon toprağında ümit edilmeyen,
beklenmeyen bilgin, dilci, filozof ve
tarihçiliği ile özel bir konuma sahip olan
İzmet Zeki Eyüboğlu değil Trabzon belki de
Türkiye genelinde bu özellikleri ile biricik
kişi idi.
Ancak bütün çalışmalarını Anadolu uğruna
vakfetmiş olduğundan memleketi olan Trabzon
ile ilgilenmemiştir. Çocukluğunu, gençliğini
doğduğu Trabzon Maçka’da geçiren bu kişi
kendi memleketinde, kendi çevresinde
komunist, dinsiz,imansız deli İsmet oalrak
tanınırdı. Dışlandı, sahibi ve çevresi
olmadı. Yaşamının verimli yıllarını bekar
oalrak İstanbul’da kitapları arasında
geçirdi.
Anadolu uygarlığı, kültüründen tarikat ve
her türlü söylencelere kadar eline aldığı
konularda uzamnlaştı. Trabzon tarihinde
ender rastlanan bu kişi hakkıyşe gerçek bir
Trabzon tarihi yazabilirdi ama yazmadı,
yazmaya yanaşmadı çünküşiddetli tepkilerin
gelşeceğini ve ünvanlarına bir de vatan
haini, bölücü sıfatlarının eklenmesini
istemedi. Böylece onun sahibi Maçka
toprakalrı oldu ve bu toprakalra gömülüp
gitti bu dünyadan.
İlmin sonu yoktur denilir, her şeyin bir
sonu olduğu gibiilmin sonu olmadığı
söyleyişi insanı düşündürüyor. Ve görülüyor
ki bizler toplum oalrak bireysel
uğraşmalarla ortaya çıkan bilgi verilerine
haklı, haksız karşı çıkıyoruz, birbirimizin
düşüncelerini çürütüp kendi düşüncelerimizin
benimsenmesini istiyoruz, karşı düşüncelere
şiddetli tepki gösteriyoruz.
Bu tutuöuuz bilgi sınırları aşıp, sivrilmek
amacına dönüşüyor. Şiddet, şiddeti doğurur
kaidesi doğrudur, karşılıklı oalrak kavga,
çekiş, tartışma başlar, birinin yaptığı
karşı taraftan yıkılır onun yaptığı da bir
başkası tarafından yıkılır. Böylece temeller
kurulamaz, yalpanlar sağlam bir zemine
oturtulamaz. Bu yıkıp yapmalar ilmin sonu
yoktur deyişi ile savsaklanır. Yani bilim
dağarcığımızın dibi deliktir, yukardan ne
koysak aşağıdan çıakr, böylece dağarcık
hiçbir zaman dolmaz.
Bizler birey ve toplum oalrak her konuda
olduğu gibi Tarih konusunda da dörtbaşı
mamur, eksiksiz, gerçekçi biçimde
yaşadığımız memleketin tarihini yazmaktan
yoksunuz.
Yabancıların yazdıkalrını tarihler taraflı
olsa da bizim için yarayışlı bilgileri bu
tür tarihlerden süzdürüp almamız mümkün
iken, yabancı kaynak ve özellikle Bizans,
Yunan kaynakalrını dışladığımız, düşman
kaynakları olarak tanıdığımızdan geçmişte ve
halihazırda olduğu gibi gelecekte de
başarılı olamayacağımız, bocalayıp
gideceğimiz çok açık meydandadır. Boşuna
kağıt, kalem israfın agitmeyelim,
birbirimizi suçlamayalım, toplumsal
akderimize razı olalım, bundan iyisini
yapmaya yeteneğimiz olmadığı bilincine
varalım, böylece huzura kavuşalım.
Ya da ekonomik yönden dışa bağlı olduğumuz
gibi özellikle tarihimiz konusunda da dışa
bağımlı olup yabancıalrın verileriyle
yetinelim. Düşüncelerimi Hüseyin Cahit
Yalçın’ın söleriyle bitireyim:
“Fenalığı görmez değiliz,, görürüz, biliriz,
müteessir oluruz, yolsuzlukları,
yanlışlıkları düzeltmek azmini gösteririz
fakat derhal nefesimiz kesilir, bıkkınlık
gelir, neticeye avrmadan yarı yolda kalırız.
Bu bizde bir tabiat-ı seniye haline gelmiş
ve öyle bir itiyat ve müfekkire hasıl
eylemiştir ki artık hiçbir yolsuzluk bizi
derin surette sarsmıyor…”
İlyas Karagöz, 7 MART 2009
Maçka, Trabzon
|