Karalahana.com! Laz uşaklarının gayrıresmi web sitesi

 Anasayfa yap |   Sık kullanılanlara ekle  ENGLISH


 

GELENEKSELLİK VE MODERNLİK BAĞLAMINDA RİZE'DE DİNİ HAYAT

 

Ali AKDOĞAN*

Giriş

 

Geleneksellik ve modernlik tartışmaları uzun bir süredir insanlığın gündeminde bulunmaktadır. Aslında bu tartışma farklı şekillerde ve adlar altında daha önceki dönemlerde de yapılmıştır. Ancak geleneksel ve modern kavramları çerçevesinde yapılan tartışmalar, Batı kaynaklı olup, Batı toplumlarında başlamış ve batı dışı toplumlara da yansımıştır. Diğer alanlarda olduğu gibi bu konuda da Batı, tartışmaların merkezi konumunda bulunmaktadır.

Gelenek kelimesi, sözlük anlamı olarak, devretmek, teslim etmek anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla gelenek, geçmişe ait olanların yaşanan çağa aktarılması ve devam ettirilmesi anlamlarına gelmektedir. Bunun nasıl devam ettirileceği, yaşanan hayata nasıl ve hangi boyutlarda aktarılacağı ise ayrı bir inceleme konusudur. Ama bilinen ve aşikâr olan husus, geleneğin geçmişe aitliği ve onun bugün yeniden oluşturulması ve yaşam alanına katılması olarak belirmektedir.

Modern kelimesi ise günümüze, çağa ait olan, onu çağrıştıran gibi anlamlara gelmektedir. Bundan dolayı modern kelimesi, eski ve geleneksel olana karşı yeni olanı ifade etmektedir. Dolayısıyla modern kavramının referansı içinde yaşanılan zamana bağlı olarak şimdiyedir.

Geleneksellik ve modernlik kavramları farklı iki anlam dünyasını içermektedir. Bunlardan birisinin referansı eskiye, geçmişe ve tarihe olurken, diğerinin referansı yeni, çağdaş olan bugünedir. Dolayısıyla tartışma da tam bu noktada başlamaktadır. Geleneği savunanlar, hayatın anlamının geçmişi yaşatmakla, onu bir şekilde bugüne taşıyıp devam ettirmekle elde edilebileceğini düşünürken, modernler ise, geçmişin artık geçmiş ve eski olduğunu, bugüne ait olmadığını, bugün yeni ve çağdaş olana yönelmenin gerekliliğini iddia etmektedirler.

Geleneksellik ve modernlik tartışması ekonomiden siyasete, kültürden sanata, aileden dine hayatın hemen her alanında görülmektedir. Burada ortaya çıkan sorun, bugünün hangi şartlarda ve nasıl yaşanacağı ve bunu belirleyen paradigmanın neler olabileceği noktasında düğümlenmektedir. Geleneği savunanlar, bir yandan geçmişi yücelterek devamlılığını isterken, diğer yandan da bugünün geçmişle daha anlamlı olacağı ve sorunların çözümü konusunda geleneğin gücünden yararlanılmasının gerekliliğini vurgulamaktadırlar. Hatta yaşanan sorunların geleneksizlikten kaynaklandığını, geleneğe bağlanılması durumunda sorunların üstesinden daha kolay gelinebileceğini düşünmektedirler. Modernlik taraftarları ise, gelenek taraftarlarının aksine, gelenekten kurtulmanın bir gereklilik olduğunu, bugünkü sorunların da geleneğe bağlılıktan kaynaklandığını düşünmektedirler. Dolayısıyla sorunlar karşısında yeni çözümler üretmenin gerekliliğini, bunun da bugünkü çağdaş düşünceyle ancak mümkün olabileceğini iddia etmektedirler. Bu düşünceler çerçevesinde geleneksellik ve modernlik tartışmaları bitmeyecek bir süreç olarak devam etmektedir. Bu tartışmalar din alanında da kendisini göstermektedir. Bize öyle geliyor ki insanlık hayatı devam ettiği sürece, eski ile yeni, gelenksel ile modern arasındaki tartışma bitmeyecek, her dönem farklı şekil ve boyutlarda devam edecektir.

Geleneksellik ve modernlik tartışması ülkemizde de yaşanan, hâlâ da yaşanmakta olan bir durumdur. Dini hayat da bu tartışmalar çerçevesinde bir şekilde değerlendirilmektedir. Öyle ki dini inanç, ibadet ve dinin sosyal boyutu geleneksellik ve modernlik çerçevesinde tartışılmaktadır. Zira din, bir takım öğretilere sahip olduğundan geçmişle ilişkili bir boyut taşımaktadır. Zaten dini alanla ilgili yapılan tartışmalar da dinin nasıl ve hangi boyutlarda devam ettirilmesi ya da ettirilmemesi noktasındadır. Bir başka değişle din, geleneksellik ve modernlik bağlamında hayatın neresinde durmakta ve nasıl bir anlam ifade etmektedir. Bütün bunlar dini hayat söz konusu olduğunda gündeme gelen tartışma konularıdır. Ama bilinen ve yaşanan bir olgu olarak din, insanlık tarihinin her döneminde hatta insanların yaşamlarında farklı biçim ve şekillerde de olsa varlığını devam ettiren sosyal bir fenomendir. Burada tartışılması gereken dinin, insan ve toplum hayatındaki anlamı ve yeri nedir? Eğer bu bir ihtiyaçşa, nasıl ve hangi boyutlarda devam ettirilmelidir? İnsan ve toplum açısından zorunlu bir ihtiyaç olarak beliren din, insanın inanma ihtiyacına karşılık geldiğinden modernliği de yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıyla din, bir yandan geleneksel, diğer yandan da modernliği ilgilendiren bir anlama sahiptir. Zaten yapılan tartışmalar da bu iki alanın kesiştiği noktada ortaya çıkmaktadır.

Geleneksellik ve modernlik bağlamında dini hayatta yaşanan değişimi görme açısından Rize ili önemli bir örneklik teşkil etmektedir. Öyle ki Rize ilinin ahlaki ve dini yapısı incelendiğinde, Osmanlı döneminden günümüze ahlaki ve dini bir atmosferin bulunduğu görülmektedir. Sosyal hayatın işleyişinde önceleri daha etkin olan dini hayatın, özellikle modernleşme sürecine bağlı olarak, son dönemlere doğru kısmen zayıfladığı ya da farklılaştığı belirtilmektedir. Daha önceki dönemlerde bölgede geleneksel ve dini değerlerin insanların yaşamı üzerinde doğrudan etkili olduğu, sosyal işleyişi belirlediği, son dönemlerde ise geleneksel yapıda kısmi kırılmaların ve farklılaşmaların yaşandığı ifade edilmektedir.

Rize ili geleneksel ve modern değerlerin bir arada yaşaması açısından da farklı bir örneklik oluşturmaktadır. Öyle ki bir yandan geleneksel değerler varlığını devam ettirip, insanların hayatlarında belirleyici bir rol oynarken, diğer yandan da modern olarak tanımlanabilecek faktörler yaşam alanına girmektedir. Bu faktörler aynı insanın yaşamında da görülebilmektedir. Yani bir kişi hem geleneksel hem de modern unsurları hayatına yansıtabilmektedir. Hatta bu iki alanın uzlaştırılması şeklinde bir görünüm de ortaya çıkabilmektedir. Aslında bu yapı toplumun geneli için de söylenebilir. Bir yandan geleneksel değerler, diğer yandan da modern unsurlar toplumsal hayatta varlığını devam ettirmektedir. Gelenekselliğin ve modernliğin bir arada, uzlaşma içerisinde yaşaması bakımından Rize ilinin sosyolojik görünümü ayrı ve farklı bir anlam taşımaktadır.

Biz yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız Rize ili ile ilgili panoramayı, il merkezinde toplumun farklı kesimlerinden seçtiğimiz örneklemle yaptığımız mülakatlar çerçevesinde ortaya koymaya çalıştık.

 

a. İnanç açısından Rize

 

Dini değerlere inanma bakımından Rize ilinde yaşayan insanların inançlı ve dini değerlere bağlı olduğu görülmektedir. Özellikle Allah inancı söz konusu olduğunda, toplumda güçlü bir dini inanç bulunmaktadır. Bununla beraber dinin diğer kutsallarına da benzer şekilde inanç söz konusudur. Fakat dini inancın içeriği ve nasıllığı farklı anlam ve boyutlar taşımaktadır. Bilinen ve kabul edilen ortak değer, kutsal fenomenlere inanma bakımından toplumda ortak bir duygu ve düşüncenin olduğudur. Bu bağlamda Rize ili inançlı insanların yaşadığı, muhafazakar bir görünüme sahiptir.

Dini inanç açısından söz konusu bu görünümün önceleri daha belirgin olduğu söylenmektedir. Bu kanaatte olanlar, daha çok toplumun orta ve üst yaş grubundan oluşmaktadır. Onlar Rize ilinin geçmişte daha dindar olduğunu ve her geçen gün bunun azaldığını ifade etmektedirler. Bununla beraber, dış görünüşün dindar olduğunu düşünenler de bulunmaktadır. Onlara göre ise bu dindarlık, görünüm dindarlığı olarak ifade edilmektedir. Yani bilinçli, farkında olarak inanma anlamında bir dindarlıktan söz etmenin zor olduğu kanatindedirler. Toplumun diğer bir bölümü ise Rize'nin inançlı ve dindar bir halkı bulunduğunu düşünmektedirler. Onlara göre Rize, dini inanç ve değerlere bağlılık bakımından Türkiye'nin önde gelen illerinden birisi hatta birincisi olarak düşünülmektedir.

Sosyolojik açıdan bakıldığında da Rize ilinin dini inanç değerlerine bağlı, en azından inanan bir toplumsal dokuya sahip olduğu görülmektedir. Toplumun cinsiyet, yaş, sosyo-kültürel ve ekonomik dağılımı açısından geneline bakıldığında kutsal değerlere inandıkları hatta savundukları açıkça görülmektedir. Bizim 1995-1998 tarihleri arasında Rize'de yapmış olduğumuz çalışmanın[1] sonuçlarıyla bugünü mukayese ettiğimizde, kutsal ve değerlere inanma bakımından ilde bir değişimin olduğu görülmemektedir. Yani Rize insanı son on yıllarda dini değerlerine inanmada herhangi bir dejenerasyona uğramamıştır. Özellikle gençler arasında da bu dejenerasyonun yaşanmadığını söyleyebiliriz. Ancak kutsala olan inançla onun hayata yansıması bakımından bir değişimin yaşandığı açıktır. Söylemek istediğimiz, Allah'a, Kur'an'ı Kerim'e ve peygamberlere olan inanç konusunda toplumda bir sorunun olmadığıdır. Zaten sosyal hayata bakıldığında dış görünüşün dindar olduğu açıkça görülmektedir. İnsanlarla konuşulduğunda da bu duygu ve düşüncelere ulaşma imkanı vardır. Fakat genel kanaat Rize'nin eski Rize olmadığı şeklindedir.

Rize'nin eski Rize olmaması konusunda farklı kanaatler bulunmaktadır. Bu konuda en genel anlamda iki yaklaşımdan söz edilebilir. Birincisi önceleri Rize'nin daha dindar olduğu, ilerleyen süreçte toplumun dindarlığının zayıfladığı, gelenksel ve dini değerlerde bir azalmanın olduğu kanaatidir. Onlara göre toplum, bir değişim süreci yaşamaktadır. Önceki dönemlerdeki dini ve ahlaki inanç değerleri büyük oranda zayıflamıştır, hatta her geçen gün daha da zayıflamaktadır. Sözgelimi bu konuda mülakaatta bulunduğumuz bir kişi (Erkek yaş 54), "Önceden kocakarı imanı diye bir şey vardı. Bugün o da kalmadı. Bugün bir kısmı araştırıyor, bir kısmı boş hatta bazıları dini hiçbir şeye katmak istemiyor" şeklinde düşünmektedir. Yine ona göre "sokaktaki kavgada gençler Allah'a, Kitab'a küfrediyor. Önceden dine küfredilmezdi. Önceden sarhoş bile dine küfretmezdi." Yine mülakatta bulunduğumuz bir kişi inanç konusunda, (Erkek yaş 50), "Bugün iman noktasında bir sıkıntı var" diyerek, duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır.

Diğer düşüncede olanlar ise, önceki dönemlerdeki dindarlığın geleneksel ve yüzeysel bir dindarlık olduğu, bilinçli ve bilgiye dayalı bir dindarlık olmadığı kanaatindedirler. Onlar, bugünkü dindarlığın ve dini değerlere inancın daha bilinçli olduğunu, doğru olanın ve olması gerekenin de bugünkü dindarlık olduğu şeklindedir. Yine bu kanaatte olanlar, gençlerden dine yönelenlerin bilinçli yöneldiğini, bilerek-öğrenerek dini inanca sahip olduklarını ifade etmektedirler. Örneğin mülakaatta bulunduğumuz insanlardan bazıları (Erkek yaş 50'nin üzeri üç kişi), "Gençlerde dine yönelenler bilinçli yöneliyor. Bilinçli bir dindarlaşma var. Önceden ataerkil. Bugün az da olsa bilerek öğrenerek yaşamaya çalışıyorlar. Camide küpeli, top sakallı insanlar-gençler var" diye dini inanç konusundaki bilinçlenmeden söz etmektedirler. Aslında toplumun genel kanaati, daha önceki dönemlerde geleneksel bir dindarlığın olduğu ve toplumun genelinin bu yapıya uygun davranmak durumunda bulunduğu şeklindedir. Bugüne gelindiğinde ise sosyal ve kültürel hayatta meydana gelen değişime bağlı olarak dini inanç ve değerlerde de buna bağlı bir değişim süreci yaşandığı, dinin adeta geleneksel formundan farklılaşarak, bireysel bir anlam ve boyut kazandığı görülmektedir.

 

b. İbadet açısından Rize

 

Rize toplum yapısına bakıldığında, camiler, Kur'an Kursları itibariyle dindar ve ibadetine bağlı bir kent görünümündedir. İbadet denilince ilk akla gelen ve dinin de en önemli emirlerinden olan beş vakit namaz kılma oranı oldukça yüksektir. Öyle ki cemaatle camilerde kılma özellikle öğle, ikindi ve akşam namazlarında daha yoğundur. Söz konusu vakitlerde camilere bakıldığında bu açıkça görülmektedir. Özellikle haftada bir kez kılınan Cuma namazında camiler adeta dolmakta, yer bulma sıkıntısı yaşanmaktadır. Bu belki Türkiye'nin genel yapısında görülen bir durumdur. Ancak Rize'de cami ve yaşayan insan sayısı dikkate alındığında bu yoğunluk açıkça görülebilir. Ramazan ayında kılınan teravih namazlarına da önemli bir ilginin olduğu görülmektedir. Bu ilginin önceki dönemlerde daha yoğun olduğu, öyle ki önceki dönemlerde köylerden arabalarla kentteki büyük camilere namaz kılmak için gelindiği söylenmektedir. Ancak son dönemlerde bunun oldukça azaldığı hatta gelinmediği ifade edilmektedir. Bunun sosyal, kültürel ve farklı sebepleri olabilir. Ayrıca, kadir gecelerinde yine camilere büyük ilgi gösterilmektedir.

Beş vakit düzenli namaz kılmayanların önemli bir bölümü Cuma ve bayram namazlarına gittiklerini ifade etmektedirler. Bütün bunlarla beraber kentte ara sıra namaz kılanlar olduğu gibi hiç kılmayanlar da bulunmaktadır. Ancak genel olarak, beş vakit, Cuma, teravih, bayram namazı kılma konusunda genel bir ilginin olduğu söylenebilir. Bu konuda mülakaat yaptığımız bir kişi (Erkek yaş 60), "Rize'lilerin genelde ibadete bağlılıkları var" demektedir. Yine bu konuda bir başka kişi (Erkek yaş 48), "1970'li yıllarda insanlar daha dindardı. Ama içi pek dolu değildi. Fakat onlar daha samimiydi. İhlas ve samimiyetleri fazlaydı. Bugün bilgi çok, bağlılık az. Dini hassasiyetlerde bir kaygı yok" şeklinde değerlendirmektedir. Bu bağlamda yine bir başka kişi (Erkek yaş 40), "İbadet, kuru bir ibadet var. Camiye gidenlerin %90'ı sahtedir." Biz kendisine bunun büyük bir rakam olduğunu ifade ettiğimizde, bize "Az bile dedim." diyerek düşüncesini açıklamaktadır. Dolayısıyla söz konusu kişi toplumda yaşanan dejenerasyonu ifade anlamında böyle bir tepkide bulunmaktadır. Bu bağlamda bir başka kişi (Erkek yaş 41), "Camiler doluyor ama bilinçli olduğunu düşünmüyorum. Hayat bütünlüğünde dinin etkisi görülüyor. Olay menfaate intikal ettiğinde iş değişiyor" şeklinde kanaatini belirtmektedir. Yine ibadetteki samimiyetin azalması bağlamında bir başka kişi (Erkek yaş 43 esnaf) "Gösteriş için ibadet, eller bağlı gözler radar" şeklinde bir düşünceyi ifade etmektedir. Namaz ibadeti ile ilgili bir başka kanaat ise (Erkek yaş 55 emekli), "Önceden bir mahallede sabah namazına kalkanlar çoğunlukta, bugün azınlıkta" diyerek, namaz ibadetindeki azalmaya dikkat çekmektedir.

Namaz ibadeti konusunda geçmiş dönemle bugünü mukayese bağlamında Rize'nin dini hayatında önemli yeri olan emekli ve halen din hizmeti gören bir kişi'nin tespiti bu ibadet alanında yaşanan değişimin görülmesi açısından önemlidir. O (Erkek Yaş 70 üzeri emekli), "Önceleri eşkıya bile namazlıydı" diyerek, bu ibadete bağlılığı anlatmaktadır.

Namaz ibadeti konusunda Rize ilinde genelde bir bağlılığın olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu ibadetin yapılışında ihlas ve samimiyet konusunda bir azalma olduğu düşünülmektedir. Bunun da sosyal, kültürel, ekonomik ve benzeri pek çok nedenleri olabilir. Ancak düşünülen genel kanaat ibadetlerde samimiyetin azaldığı şeklindedir. Bunu temellendirme anlamında mülakaatta bulunduğumuz bir kişi (Bayan yaş 43 esnaf), "camilere gidilir, gösteriş, desinler, halbuki din vicdanen de yaşanmalıdır" diye düşünmektedir.

Yaptığımız mülakaatlar ve gözlemlerimiz namaz ibadetine kentte büyük önem verildiği doğrultusundadır. Öyle ki görünüş itibariyle namaz ibadeti hemen herkesi yakından ilgilendiren bir anlam ve öneme sahip görülmektedir. Ancak toplumun genel kanaati bu ibadetin diğer alanlara da olumlu anlamda yansıması ve toplumu daha yaşanabilir kılması, birey ve toplumun duygu, düşünce ve davranışlarını olumlu yönde etkilemesi şeklindedir. Zaten bütün yakınmalar da görünüşteki dindarlığın davranışlar üzerinde görülmesi konusundaki eksiklikte yatmaktadır.

Namaz ibadetinin dışında, oruç, zekat, fitre, kurban, sadaka vb. ibadetlere de toplumda önem verildiği görülmektedir. Bu konuda beş vakit namaz kılmayanların bile duyarlı oldukları söylenebilir. Özellikle oruç ibadeti toplumun büyük bir bölümü tarafından yerine getirlmektedir. Özellikle fakire-fukaraya yardım konusunda da toplumda önemli bir duyarlılık bulunmaktadır. Bunun hayata geçirilmesinde toplumda geçerli olan dini inanç ve duyguların büyük önemi bulunmaktadır. Bu inanç ve duygu insanları başkalarına maddi ve manevi anlamda yardımcı olmaya yöneltmektedir. Bu konuda geçmiş dönemlerde daha hassas davranıldığı, son dönemlerde ise geçmişe oranla bir azalmanın olduğu görülmektedir. Özellikle esnaf ramazan ayında dükkanında pişirdiği yemekleri, dükkanının önüne kurduğu iftar sofralarında başkalarıyla paylaşmakta ve dini coşkuyu birlikte yaşamaktadır. Bu ve benzeri adetler kısmen de olsa devam etmekle beraber, bu konularda bir azalmanın olduğu, önceki tutum ve davranışların önemli ölçüde azalmaya başladığı belirtilmektedir. Bu konuda bir kişi (Erkek yaş 60 emekli) "Temel dayanışma zekat ama yeterli verilmiyor" diye şikayetini dile getirmektedir. Ancak bazı esnaflar yıllık zekatlarını hesaplayarak, özellikle ramazan ayında fakir-fukaraya dağıtmakta ve onların ihtiyaçlarını gidermektedirler. Bütün bunlara rağmen biz hem insanlarla yaptığımız mülakaatlardan hem de genel gözlemlerimizden edindiğimiz verilere göre, toplumun yine de zekat, fitre, yardım konularında önemli bir duyarlılığa sahip olduğunu görmekteyiz.

Yardımlaşma konularında azalma olduğunu düşünenler, geçmişle mukayesede bulunarak, bunların geçmişte daha yaygın olduğunu, insanların biribirlerinden haberdar yaşadıklarını, fakir-fukaranın yoksulluk çekmediğini, bugün ise aynı duyarlılığın olmadığını belirtmektedirler. Tabii bunda yaşanan sosyal, ekonomik ve benzeri faktörlerin de etkisi bulunmaktadır. Ama yaşanan ve bilinen bir olgu, günümüzde bireyselleşme, gelecekten endişe etme, imkanları paylaşmama duygusunun her geçen gün arttığı, bunun Rize insanı üzerinde de etkili olduğu görülmektedir. Bu bağlamda dini ve ahlaki değerlerin canlı tutulması, insanlara yardımcı olma duygusunun geliştirilmesi ihtiyacı da aynı oranda artmaktadır. Yani yardımlaşma duygusunun azalması, bireyselleşmenin artmasına karşıt olarak yardımlaşma ve paylaşma duygu ve düşüncesinin arttırılması bir sorun olarak belirmektedir. Belki il genelinde düşünüldüğünde çay gelirinde önemli bir azalma olmuştur. Ancak burada beliren sorun, sadece ekonomik alım gücünün azalması değil, dini inanç, ibadet ve hayata bakış konularında bir farklılaşmanın olmasıdır. Bu aynı zamanda geçmişte daha canlı ve dinamik olan "biz" duygusunun bugün "ben" duygusu doğrultusunda değişime uğraması olarak düşünülebilir. Aslında "ben" ve "biz" duygularının dengeli bir şekilde devamlılığı birey ve toplum açısından da büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla Rize ili bağlamında bakıldığında bireyselleşme anlamında dengenin değişime uğradığı görülmektedir. Bu durum da paylaşma, yardımlaşma ve benzeri fedakarlıkları önemli ölçüde etkilemektedir.

Bütün bunlara rağmen, Rize toplum yapısında ibadet, yardımlaşma, fakire-fukaraya yardımcı olma konusunda az da olsa bir duyarlılıktan söz edilebilir. Bu anlamda ilde fakirlik oranı düşüktür denebilir.

 

c. Dinin sosyal fonksiyonları açısından Rize

 

ca. Din ve aile

 

Rize insanının aileye büyük önem verdiği, adeta onu kutsal bir yapı olarak gördüğü bilinmektedir. Bu duygunun oluşmasında dini ve ahlaki değerlerin anlam ve önemi açıkça görülmektedir. Zaten bu yapının sağlam olması aile ve toplum ilişkilerini de olumlu yönde etkilemektedir. Bu bağlamda görüştüğümüz bir kişi (Erkek yaş 60), "Kendi ailesine çok düşkün" tespitinde bulunmaktadır. Bu düşkünlüğün önceleri daha yoğun olduğu, bugün ailelerde belli oranda bir kırılmanın ve değişimin yaşandığı söylenmektedir. Tabii bunda çok farklı sosyal, kültürel, ekonomik vb. faktörlerin etkisi olabilir. Zaten insanlar da basın-yayın ve bugünkü yaşam tarzlarının hayatın hemen her alanını etkilemesi gibi aileyi de etkilediğini söylemektedirler.

Rize'nin aile ve din ilişkileri bakımından geçmiş dönemlerde muhafazakar ve dindar bir durumda olduğu, aile bağları ve ilişkilerinin daha sıkı ve tutucu bir konumda bulunduğu belirtilmektedir. Bu düşünceler 60 yaş ve üzeri insanların bize verdiği bilgilere ve Rize ile igili yazılan kaynaklara dayanmaktadır. Bütün bu verilerden anlıyoruz ki Rize aile yapısı geçmiş dönemlerde aile ilişkileri açısından koruyucu, tutucu ve güçlü bir dayanışmaya sahiptir. Dolayısıyla geleneksel geniş aile çerçevesinde bir yaşam tarzına sahiptir. Bilindiği üzere geleneksel geniş aile yaşamında "biz" duygusu baskın, hayatın sosyal, kültürel ve ekonomik işleyişinde birlikte hareket etme düşüncesi ve davranışı vardır. Bireysellik yerinde topluluk düşüncesi temel belirleyici olmaktadır. Yani aile yaşamında dede-babaanne, baba ve anne kararların alınmasında ve aile işlerinin devamında daha etkin bir konumdadırlar. Hatta örf, adet ve geleneğin daha baskın olduğu ailelerde yaş itibariyle en büyük olanın dediği değişmez bir kural olarak ailenin kaderini etkilemektedir. Bu tür aileler ataerkil bir yapıya sahip olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.

Geleneksel geniş aile yapısının bulunduğu ailelerde aile ile ilgili en genel kararların alınmasında aile büyüklerinin sözleri geçerli olduğu gibi, bireylerin kendi özel durumları hakkında da aile büyüklerinin dediği geçerli olmaktadır. Sözgelimi evlenme ilişkilerinde görücü usulü denilen aile büyüklerinin verdiği kararlar geçerlidir. Öyle ki 50 ve daha büyük yaşta olanlarla konuştuğumuzda evliliklerinin görücü usulü olduğu, yani anne-babalarının kararlarına göre evlendikleri görülmektedir. Bu evliliklerde anne-babanın kararı temel belirleyici olmaktadır. Kaldı ki kişinin en önemli hayat yaşamında kendisi yerine büyükleri karar vermektedir. Bu çerçevede Rize ilinde de önceki dönemlerde geleneksel aile yaşamının bulunduğu söylenebilir.

Rize'nin aile yapısında geleneksel geniş aileden modern çekirdek aile yönüne doğru bir değişimin olduğu görülmektedir. Tam anlamıyla çekirdek aileye geçildiği söylenemez. Yaşanan durum geniş aile modeli ile çekirdek aile modeli arasında bir konumdadır. Belki bu "dar aile" olarak nitelenen bir ifadeyle açıklanabilir. Öyle ki dar aile bir yandan geleneksel geniş aile özelliklerini taşırken, diğer yandan da çekirdek aile özelliklerini taşımaktadır. Zaten Rize'de de insanlar bir yandan örf, adet ve geleneklerini diğer alanlarda olduğu gibi aile hayatında da devam ettirmeye hem de yeni gelişme ve değişmeleri yaşamaya çalışmaktadırlar. Bu durum kendi içerisinde bir anlam ve bütünlük oluştursa da kimi zaman geleneksel aile özelliklerinden bir kırılmaya da işaret etmektedir. Burada beliren durum yaş itibariyle 50'nin üzerinde olanlar genelde geçmişe özlem duyarken, daha genç olanlar ise genelde yeni tarz ve modelleri tercih etmektedirler. Bu aile ilişkilerinde temel belirleyici olmaktadır. Aslında aile yaşamı bu anlamda bir ikilemi de yaşamaktadır. Bu durumu tespit anlamında bir kişi (Erkek yaş 46 memur), "ailede bozulma var. Geleneksel geniş aile vardı. Dini baskı vardı. Bugün çekirdek aile yapısına doğru gidiş. Giyim-kuşamda vb. bir değişim var. Aile yönünden tahribat var. Düğünlerde, bayramlarda, sokakta bunu açıkça görebiliriz", diye söylemektedir.

Aile yapısının değiştiğini ifade bağlamında başka bir kişi, (Erkek yaş 58), "Komşuluk akrabalık ilişkileri zayıfladı. Apartman hayatı, kentleşme insani ve ailevi ilişkileri tahrip etti" diyerek ailelerdeki bozulmaya dikkat çekmektedir. Bu bağlamda aynı kişiye dükkanında kendisiyle beraber bulunan hanımına da birkaç soru sorup-soramayacağımı belirttiğimde, "zaten erkek-kadınla konuşmaya başlayınca ahlak bozulmaya başlıyor," cevabını verdi. Bu durum aile konusundaki tutum açısından bir örneklik oluşturmaktadır. Ancak genelin böyle olduğu söylenemez.

Evlilik ilişkilerinde de önemli değişimlerin olduğu söylenebilir. Öyle ki önceki dönemlerde görücü usulü evliliğin yerini artık, tarafların karşılıklı anlaşması ve anne-babanın onaylaması ya da onaylamak durumunda kalması şeklinde bir tutum almıştır. Ancak çekirdek ailede var olan tarafların bağımsız karar almaları, Rize için bütünüyle geçerli değildir. Zira evlenecek olanlar kendi anlaşmalarının yanında anne-babalarının kabulünü de arzu etmektedirler. Bu durum da toplumda aile konusunda bağların halen devam ettiğini yani "dar aile" modelinin hakim olduğunun bir göstergesidir.

Çocuk sayısı bakımından önceleri daha fazla çocuk tercih edilirken, bugün daha az çocuk yapma tercih edilmektedir. Bunda da kentleşme vb. faktörlerin etkisi büyüktür. Zira Rize il merkezi önceleri daha az nüfusa sahipmiş. Bugün bu sayı her geçen gün artmaktadır. Önceleri yaşam köylerde devam ettiğinden, çocuk sayısı daha fazlaymış. Bugün ise kent yaşamında hem yaşam koşullarının zorluğu hem de diğer faktörlerden dolayı insanlar az çocuk yaparak onlara daha iyi imkanlar hazırlamayı düşünmektedirler. Bu anlamda konuştuğumuz insanlar, "biz 8 kardeştik, benim ise üç tane çocuğum var" şeklinde cevap vermektedirler. Dolayısıykla her geçen gün daha az çocuk yapma düşüncesi yerleşmektedir.

Miras konusunda ise önceleri kadına daha az verilen hatta hiç verilmeyen miras son yıllarda kısmen de olsa bir değişime uğramıştır. Kadın da duruma göre babasından miras alabilmektedir. Ancak bölgede erkek çocuğuna daha fazla değer verildiği bir realitedir. Son zamanlarda bu duygunun önemli ölçüde değiştiği görülmektedir. Aslında önceleri de kız çocuğu ayırıma tabii tutulmamaktadır. Hatta daha fazla muhafaza edilmektedir. Fakat son yıllarda onların da okutulması, geleceklerinin teminat altına alınması konularında daha hassas davranıldığı söylenebilir. Bu konuda bir kişi şöyle söylemektedir((Erkek yaş 40); "Miras erkek çocuğa verilir. Kız ikinci planda. Normal standartlarda olanlarda kız ikinci planda. Yeni kuşakta kız normale gelecek. Tartışmalı bir konu"  Burada değişen durum, kadının önceleri sosyal hayata açılımında yaşanan endişenin bugün kısmen ortadan kalktığı şeklinde değerlendirilebilir. Miras konusunda ise, onun hakkına da riayet edilmektedir. Önceleri ise, evlenen kızların da mutlu olmaları, fakir-fukaralık yaşamamaları düşünülmektedir. Bugün ise bizzat mirastan alacağı hakkın verilmesi yolu tercih edilmektedir. Bununla beraber kısmen de olsa erkek öncelikli bazı durumlar olabilmektedir.

Ailelerin değişimi ve bozulması bağlamında yakınılan en önemli faktörlerin başında tv., basın-yayın unsurları gösterilmektedir. Bu konuda toplumun önemli bir bölümü ciddi rahatsızlıklarını ifade etmektedirler. Yapılan yayınların örf, adet, gelenek ve görenekleriyle örtüşmediğini, özellikle çocukları üzerinde olumsuz etki meydana getirdiğini belirtmektedirler. Eğer bu gidişat devam ederse, aile gibi temel yapı taşlarının ilerleyen süreçte ciddi dejenerasyona uğrayacağını belirtmektedirler.

Aile konusunda belirtilmesi gereken önemli bir değişim göstergesi de giyim-kuşam ve yaşam tarzı konusundadır. Önceki dönemlerde kadınlar çarşaf ve benzeri giysileri giyerken, zaman sürecine bağlı olarak giyimde bir değişim yaşanmıştır. Öyle ki, babaanne çarşaf giymekte, anne pardüse giymekte, kızı ise pardüsenin altına pantolon giymektedir. Aile ve sosyal yaşamdaki değişim konusunda düşüncelerini ifade eden bir kişi (Kadın yaş 30), "Gidişat iyi değil, Batı tarzı bir yaşam her geçen gün hayata geçiyor, bunlar da kötü örnek oluyor", diye söylemektedir. Yine bir başkası (Erkek yaş 54), "Ataerkil aile yıkıldı. Anaya babaya itiraz başladı. Ben babama minnet etmiyorum. Sana mı edeyim, düşüncesi başladı. Saygı kalmadı." şeklinde değerlendirmektedir.

Rize aile yapısı söz konusu olduğunda üzerinde durulması gereken bir husus da Sarp sınır kapısının açılmasıyla "nataşa" olarak nitelenen kadınların bölgeye gelmeleridir. Bu konu bölge üzerinde çok farklı ve değişik bir etki meydana getirmiştir. Kimilerine göre bu durum Rize insanının aile, cinsellik ve din konularında test olmasına sebep olmuştur. Onlara göre Rize kapalı toplum özelliği taşıyan, geleneksel değerlerin etkin olduğu bir bölgedir. Kapının açılmasıyla bölgeye gelen kadınlar bazı insanların hayatını köklü bir biçimde etkilemiştir. Bu süreçte, dini ve manevi duygularına sahip, aile bağları güçlü olan insanlar, bu durumdan etkilenmemişlerdir. Ancak bazı insanlar olumsuz anlamda etkilenerek, aile yaşamlarında ciddi sorunlar yaşamışlardır. Son zamanlarda ise bu etkinin önemli ölçüde ortadan kalktığı görülmektedir. Zaten bu anlamda-gidiş-gelişin de çok az olduğu söylenebilir. Bu konuda yapılan yorumlar ise "bir dalgaydı, geldi- geçti" şeklindedir. Ama bunun az da olsa etkilerinin olduğu kısmen söylenebilir. Bu konu sadece Rize'yi değil, tüm bölgeyi de yakından ilgilendiren bir durumdur.

 

cb. Din ve Eğitim

 

Birey ve toplumun eğitimi açısından Rize iline baktığımızda, eğitim ve kültür düzeyinin istenilen düzeyde olduğu söylenemez. Bunun çok farklı sebepleri olabilir. Öyle ki üniversite sınavlarında bu açıkça görülmektedir. Ancak son yıllarda eğitim ve kültür düzeyi alanında bir gelişmenin olduğu aşikârdır. Yapılan yeni okul binaları ve kültürel arayışlar bunun göstergesidir. Hatta üniversite sınavları sonuçlarına göre Türkiye genelinde son sıralarda aşağılara doğru tedrici bir gelişme vardır.

Rize ilinin eğitim ve kültür hayatı bağlamında önceki dönemler için, "medeniyetten önce para girdi" ifadesi kullanılmaktadır. Öyle ki çay geliri önceleri yüksek bir düzeydeymiş. Bu bağlamda mülakat yaptığımız bir kişi (Erkek yaş 53 sağlıkçı), "Ekonomik imkan verildi. Kültürel hizmet verilmedi. Her şeyi bilir. Ben falancanın şeyiyim düşüncesi vardır" diyerek kültürel hayatı değerlendirmektedir. Yine bir başka kişi (Erkek yaş 46 esnaf), "Okumamak her şeyin başı. Çay parası girdi. Para var. Ancak medeniyet unsurları yok. Çok bilmişlik havası var" diye nitelemektedir. Son yıllarda ise hem toprakların kardeşler arasında paylaşılması hem de çay gelirindeki düşüş sebebiyle ekonomik rahatlık giderek yerini darlığa bırakmıştır. Yine çayın belli bir geliri olsa bile insanlar yeni arayışlara girmişlerdir. Bunlardan birisi, belki de en önemlisi eğitim ve kültür alanında kendini göstermektedir. Artık İl'de eğitim, hem kültürlenme hem de bir geçim kapısı olarak düşünülmektedir. Bu da hem genel kültürün artmasına hem de dini kültür düzeyinin yükselmesine olumlu katkı sağlamaktadır.

Bu eğitim ve kültür düzeyine dini açıdan bakıldığında, geçmiş dönemde belirli bir dindarlığın olduğu, ancak bu dindarlığın, bilinçli ve bilgiye dayalı olduğunu söyleyebilmek sanıldığı kadar kolay değildir. Geçmişteki dindarlık daha çok kulaktan dolma, anne-babadan ve hocalardan işiterek öğrenmeye yönelik bir boyut taşımaktadır. Bununla beraber, İl'de Kur'an Kursları ve benzeri dini kuruluşların olması dini ve manevi alanda belli bir birikimin ve kültürün olduğunun göstergesidir. Bu anlamda Rize, dini kültür açısından diğer il ve bölgelere göre önemli bir düzeyi oluşturmaktadır. Önceki dönemlerde daha çok sorgulamaksızın kabule dayalı bir dini inanç ve kabul bulunurken son dönemlerde artık sorgulayan, anlamaya çalışan, neden ve sonuçlarını tartışarak kabul etmeye ve inanmaya yönelik bir dini kültürden söz edilebilir. Bu da dini alanda bilinçlenmenin bir göstergesi olarak düşünülebilir. Yani önceki dönemlerdeki kabullenici yaklaşımın yerini sorgulayıcı yaklaşıma bıraktığı dikkati çekmektedir. Bu anlamda bireysel bir kültürlenme kendini göstermektedir.

Yapmış olduğumuz mülâkatlardan da yukarıda ifadeye çalıştıklarımızı görme ve anlama imkânı vardır. Sözgelimi mülâkat yaptığımız bir kişi (Erkek yaş 60 emekli), "Rize, eğitim kültür yönünden zayıf. Din eğitimi genelde camide ve Kuran Kurslarında. O da yeterli değil. Önceden verileni olduğu gibi alma, tek kaynaktan öğrenme, bugün farklı kaynaklardan aynı bilgiye ulaşma imkanı var. Bu dini hayata bakışı da etkilemektedir. Buna bağlı olarak da tek düze bir dini hayat değil, farklılaşan bir dini yaşam ortaya çıkmaktadır." diye düşüncelerini belirtmektedir.

Dini eğitimin genel eğitimden çok farklı olduğu söylenemez. Yani kitaptan okuyarak bilgilenme yeterli düzeyde gözükmemektedir. Bu anlamda geleneksel bir dindarlık ve bilgi düzeyi vardır. Mülakat yaptığımız insanlar da aynı durumu teyit edici açıklamalarda bulunmaktadırlar. Sözgelimi bunlardan birisi (Erkek yaş 40), "Kulaktan dolma müslümanlık, okumaya dayalı değil. Dinimizi bilmiyoruz " şeklinde açıklamalarda bulunmaktadır. Hatta bu konuda eğitime olan ihtiyacı hararetli bir şekilde savunmaktadırlar. Genel eğitimle beraber, din eğitim ve öğretiminin de örgün ve yaygın olarak daha sistematik bir şekilde verilmesinin gerekliliğini vurgulamaktadırlar. Kültür ve bilgi konusunda bir başka kişi (Erkek yaş 54), "Kültür, bilgi artmış. Faydalı bilginin hayata yansıması %10 olumlu, %90 olumsuz" değerlendirmesini yapmaktadır. Ayrıca şu yorumlar yapılmaktadır; "Çocuklar için din eğitimi Kur'an Kursları ve Camilerde azalınca ahlaki erozyon artmaya başladı. İşsizlik boyutu da ilave edilince hep arttı." Yine bu konuda bir kişi (Erkek yaş 46), "Rize'li ne kaybettiyse eğitimsizlikten kaybetti. Dini eğitimin artırılması gerekir. Kur'an kurslarının açılması lazım" şeklinde belirtmektedir. Bir başka kişi (Erkek yaş 23), Eğitim konusunda geriyiz. Din konusunda geriyiz"diye söylemektedir. Benzer şekilde bir kişi (Erkek yaş 25), "Gençlikte özenti var. Baskıcı bir zihniyet var. Önceden daha iyiydi. Saygı-terbiye vardı. Şimdi saygı-terbiye kalmadı. Kültürel faaliyetlere ağırlık verilmeli" demekte, benzer şekilde başka bir kişi (Bayan yaş 22), "değişim var olumlu değil, yeni gençlik bambaşka, herkesin karakteri farklı" diye yakınmaktadır. Yine bir başka genç (Erkek yaş 20), Saygı yok, dine bağlı olanlarda da", diye söylemektedir. Yine bir genç (Kadın yaş 20), "Genel gidişat bozulmaya doğru. Yüksek okuldan çekiniyorum" diye endişelerini dile getirmektedir.

Din ve eğitim konularında din görevlilerinin daha fazla çalışmaları ve dini anlatmaları gerektiği vurgulanmaktadır. Toplumun dini bilgi ve davranışlar konusunda yeterli düzeyde olmadığı, bunda din görevlilerinin de payı olduğu ifade edilmektedir. Bu konuda din görevlilerine büyük görevler düştüğü, görevlerini özveriyle yapmalarının gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Hatta bu konuda görüş belirten bir kişi (Kadın yaş 43), "Din görevlileri yeterince çalışmıyor" diyerek kaygılarını ifade etmektedir. Yine aynı kişi, "camilere gidilir, gösteriş, hâlbuki din vicdanen yaşanmalı. Kadınlar da ikinci planda görülüyor" diye eklemektedir.

Yaptığımız mülakatlardan ve genel gözlemlerimizden edindiğimiz verilere göre genel eğitim-öğretim düzeyinin yükseltilmesine paralel olarak dini bilgi ve kültür düzeyinin de yükseltilmesi bir sorun olarak toplumun önünde durmaktadır. Hem genel eğitim hem de din eğitim ve öğretimi düzeyinde meydana gelecek bir gelişimin toplumun duygu, düşünce, tavır ve davranışları üzerinde etkili olarak, daha yaşanabilir bir ortamın oluşmasına imkan sağlayacağı düşünülmektedir.

 

cc. Din ve Ticaret

 

Sosyal hayat bir bütündür. Dolayısıyla insan ve toplumu ilgilendiren bütün alanlar arasında az ya da çok yakın bir ilişki söz konusudur. Bu bağlamda din ile ticaret arasında da bir ilişkiden söz edilebilir. Zira her ikisi de insanın bir ihtiyacına karşılık gelmektedir. Hatta insan düşünce ve davranışta bulunurken çok farklı faktörlerin etkisinde bulunmaktadır. O nedenle din ile ticaret arasında insandan insana, toplumdan topluma değişmekle beraber bir ilişki söz konusudur. Öyle ki İslam dini söz konusu olduğunda, onun da ticaret konusunda bazı öğretileri bulunmaktadır. Bu öğretiler kısmen de olsa ticari hayat üzerinde etkili olmaktadır.

Rize toplum yapısının dindar görünümüne paralel olarak ticari hayatta da helal kazanca dayalı bir yapı beklenmektedir. Bu nedenle sağlıklı bir ticari işleyiş toplumun genel beklentisi olmaktadır. Yani dindar olup ticaret yapan insanların, ticaretlerinde dürüst davranmaları arzu edilmektedir. Zira dindar geçinen ya da görünen insanların ticaret hayatlarında yaşanan bir olumsuzluk, daha fazla dikkat çekmekte ve bu olumsuz tutum ticaret yapan dindarlar aleyhine yorumlanmaktadır.

Din-ticaret ilişkileri açısından Rize iline bakıldığında esnafın en genel anlamda muhafazakâr bir yapıda olduğu söylenebilir. Ancak din-ticaret ilişkileri konusunda dindarlıkla ticari hayatın paralel bir boyutta devam ettiğini söylemek sanıldığı kadar kolay gözükmemektedir. Zaten insanların en çok yakındıkları ve sorunlu olarak gördükleri alan, din-ticaret ve din siyaset alanı olarak belirmektedir. Yani bu iki alan toplum değerleri ve bakışı açısından problemli olarak yorumlanmaktadır. Burada sorgulanan din değil, din ve dindarlık adına insanların ya da müslümanların yaptığı kişisel tutum ve davranışlardır. Bu konuda toplum bireylerinin anlayışlarında da bir sorun olduğu söylenebilir.

Din-ticaret ilişkisi konusunda Rize halkı arasında farklı kanaatler bulunmakla birlikte, bu kanaatlerin birleştiği nokta, dini hayat ile ticari hayatın aynı oranda seyretmediğidir. Sözgelimi kendisiyle mülakaatta bulunduğumuz bir kişi (Erkek yaş 53)," Bugün terazi şaşmış. Önceden dengeliydi. Dengeyi koruyanlar gerilemiş, teraziyi şaşıranlar ilerlemiş. Dengeyi koruyanlar hacc vazifesini yapabilecek imkanı zor bulurlar" demektedir. Başka bir kişi (Erkek yaş 34, "Her şeyin bir kuralı var. Esnafın %25'i mal hakkında garantili bilgi vermiyor" diye ifade etmektedir. Bir başka kişi (Erkek yaş 60 emekli), "Çayın gelişi ekonomilerini düzeltti. Çalışma süresi üç aya düştü. Tembellik ve kahveler arttı. Çay bahçeleri artık yarılığa veriliyor. Parasal açıdan tatmin olmuyorlar. Dışarıdan gelen işçi çocukları çalışıyor, kendi çocukları kahvede oturuyor. Dini ticarette kullanıyorlar. Çoğu zaman dindar diye gidilince yanılıyor" şeklinde değerlendirmektedir. Yine bir başka kişi (Erkek yaş 40), "Öncelerden İstanbul'dan mal alındığında Rize'liyim denildiğinde, senet-sepet yoktu. Kapı açıldıktan sonra senet-çek bile kabul edilmiyor. Toplumun dengeleri değişti" demektedir. Bir başka kişi benzer şekilde (Erkek yaş 46), "Söz önceden senetti. Çay parası vardı, ödeniyordu. Şimdi Rize'liye yine itimat var, ancak bu önemli ölçüde zayıfladı" diye değerlendirmektedir.

Rize insanının ticari hayatını göstermesi bakımından şu düşünce de önemli gözükmektedir. Belirten kişiye göre (Erkek yaş 46), "Rize'de anonim şirketler 10 yıla gitmezler. Ben olacağım. Az olsun benim olsun düşüncesi vardır." Bu düşünce de ticari hayatın hangi düzeyde ve ne şekilde olduğunun bir göstergesi olarak düşünülebilir. Zaten ticari hayata baktığımızda genelde bireysel bir çabanın olduğu, anonom şirket şeklinde bir yapının olabildiğince az bulunduğu görülmektedir.

Din-ticaret ilişkileri bağlamında bir güven bunalımının olduğu söylenebilir. Yani insanlar dindar insan haksızlık yapmaz, helal kazancın dışında fahiş fiyattan mal satmaz düşüncesinin geçerli olmasını düşünmektedirler. Ancak bu düşüncenin çok güçlü bir şekilde bulunduğunu söylemek çok kolay gözükmemektedir. Öyle ki ticari hayatın bir işleyişi vardır. Geçerli olan odur. Esnafın dindar olup-olmaması farketmez, düşüncesi bulunmaktadır. Bu konuda dindar esnaf konusunda da az da olsa bir kaygı bulunmaktadır. Bununla beraber, gerçekten, dindarlığı ile ticareti arasında yakın ilişkinin olduğu, doğru ve dürüstlüğüyle bilinen insanların da azınsanmayacak düzeyde olduğu ifade edilmektedir.

Din-ticaret ilişkileri konusunda her yerde olduğu gibi Rize'de de "ticaretin kendine özgü kuralları vardır, bu geçerlidir." Ancak insanların dindarlığıyla ön plana çıkan esnaftan beklediği şey, daha az kârla mal satmasıdır. Yani dindarlığı ile ticareti arasında paralel bir ilişki beklenmektedir. Öyle ki sattığı mal konusunda insanları doğru bilgilendirici ve güven verici, garantili bir ticaret arzu edilmektedir. Bu konularda önemli dejenerasyonun yaşandığı kısmen söylenmektedir. Bunu genelleştirmek doğru olmamakla beraber bir sorunun olduğu aşikârdır. Sözgelimi mülakaatta bulunduğumuz bir kişi, bazı dindar insanların para söz konusu olduğunda yalan konuşabildiğini ifade etmektedir. Ona göre (Erkek yaş 40), "Sakallı otopark ücretinde saate uymuyor. Dünyalık menfaati için rahat rahat yalan söylüyor" diyerek şikâyetini dile getirmektedir. Dolayısıyla din-ticaret ilişkilerinde istenilen ve beklenilen bir standardın oluştuğunu söyleyebilmek zor gözükmektedir.

Burada işlenilmesi ve güçlendirilmesi gereken daha önceki dönemlerdeki güven, dürüstlük ve helal kazanç duygusunun yeniden hayata geçirilmesidir. Bu da hem genel eğitim hem de din eğitiminin geliştirilmesiyle yakından ilişkili bir konudur. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da bilgi ve bilinç düzeyi yükseldikçe söz konusu sorunlar da azalmaya başlayacaktır. Ama ilgili ve yetkililere önemli görev ve sorumluluklar düştüğü de unutulmamalıdır.

 

cd. Din ve siyaset

 

Toplumun iki farklı alanını ilgilendiren din ve siyaset arasındaki ilişki tartışmalı bir konudur. Bu tartışma toplumdan topluma, ülkeden ülkeye farklı şekil ve boyutlarda varlığını her zaman sürdürmüştür. Bu tartışma ülkemizde de farklı zamanlarda farklı şekillerde yapılmaktadır. Bu konuda insanların kendilerine göre farklı yaklaşımları ve düşünceleri bulunmaktadır. Ancak bu konuda üzerinde anlaşılan, herkesin kabul edebileceği belirgin bir düşüncenin olduğunu söylemek kolay değildir. Zaten konu çok nazik ve hassas bir boyut taşımaktadır. Aslında yapılan tartışmaların ana eksenini dinin siyasete alet edilip-edilmemesi ya da istismar edilip-edilmemesi oluşturmaktadır. O nedenle din ve siyaset arasında oluşturulacak kalıcı ve çözümleyici bir düşünce hem insanların zihinlerinin berraklaşmasına hem de sorunların olumlu anlamda çözümlenmesine katkı sağlayacaktır.

Din ve siyaset ilişkileri açısından Rize iline baktığımızda farklı düşünceler belirmektedir. Sözgelimi bu düşüncelerden bazıları şöyledir: "(Erkek yaş 46 esnaf), Siyaset her şeye el attı. Her şey siyasallaştı. Siyasetçilerin yakınlarının cenazesine gidenlerin bazılarının hatta çoğunluğunun cenazeyle hiç alakası yok; (Erkek yaş 34 esnaf), Rize siyaset kenti. Bu maddi ve manevi açıdan geri kalmışlığın en büyük sebebidir. Bizden olsun gerisi lazım değildir; (Erkek yaş 50), Rize çok fazla siyasallaştı. Din de zaman zaman kullanılıyor. Bazı şeyleri suistimal ediyorlar; (Erkek yaş 60), Fanatizm devam ediyor. Kim istikbal vaad ediyorsa, hemşeri olarak onun yanındadırlar. Afiş asılmış, 'Hemşehrisi başbakan olanın partisi olmaz'. Tek şart Rize'li olmak; (Erkek yaş 53), Üçkâğıtçı siyasetçiler, kesinlikle yalan söylemeden hedeflerine ulaşabileceklerine inanmıyorum; (Erkek yaş 34 esnaf), Dinin siyasete alet edilmesi yok denecek kadar az; (Kadın yaş 43 esnaf), Din-laiklik konusunda iki taraf da uçta. Kötü niyet var; (Erkek yaş 40), Dinin siyasetle bir alakası olmaması lazım. Din siyasete alet ediliyor."

Yukarıda belirtilen kanaatlerin de ortaya koyduğu üzere İl'de çok fazla siyaset konuşulduğu, sosyal hayatın siyaset endeksli bir yapı arzettiği söylenebilir. Dolayısıyla siyaset ve siyasetçi olmadan sosyal, kültürel, ekonomik ve diğer alanlarda bir açılım ve gelişim kolay gözükmemektedir. İnsanların da ifade ettiği üzere siyaset temel belirleyici bir unsur olarak fonksiyon görmektedir. Bu da işlerin kendi doğal akışı yerine siyasetin ve siyasetçinin arzusu istikametinde gelişmesine neden olmaktadır. Her ne kadar Rize bir siyaset kenti olarak ön plana çıksa da, insanların önemli bir bölümü her şeyin aşırı siyasallaşmasından rahatsız olduklarını, bunun kentin gelişmesine olumsuz etki yaptığını düşünmektedirler. Zaten kente baktığımızda, sosyal, kültürel, ekonomik ve kentsel dönüşüm alanlarında bazı sorunlar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla burada bir sorun belirmektedir. O da siyasette kalitenin yükseltilmesi ve siyasetin insan ve toplumun hizmeti doğrultusunda kullanılması sorunudur. Yani siyasetçi hemen her konuda temel belirleyici olma yerine, kendine özgü alanda hizmet verme sürecinde olmalıdır. Sözgelimi uzmanlık ve bilgi gerektiren konularda siyasetçi yerine, bilginin ve uzmanların görüşleri temel belirleyici olmak durumundadır. Aksi takdirde insanların da şikayetçi olduğu üzere, toplumun geri kalması sorunuyla karşı karşıya kalınmaktadır. Zira siyasetçi hemen her konuda doğru yapar, doğru karar verir düşüncesi herhalde bilimsel olmasa gerektir.

Din, insanların manevi anlamda, en temel ihtiyaçlarına karşılık gelen bir alandır. İnsanlar hayatlarının hemen her döneminde bir şekilde din ve dini değerlerle karşılaşmaktadırlar. Dolayısıyla din, çok hassas ve nazik bir konudur. Kendi amacı dışında kullanılması, onun istismarına neden olabilir. O nedenle din ve toplum ilişkilerini düzenlerken daha dikkatli olunması beklenir. Zira bu konuda gösterilecek hassasiyet hem din açısından hem de toplum açısından büyük önem taşır. Bundan dolayıdır ki din ve siyaset konusunda da daha dikkatli davranılması, insanların nazik dini duygularının istismar edilmemesi temel gaye olmak durumundadır.

 

Sonuç ve Değerlendirme

 

Rize dini inanç, ibadet ve sosyal hayat bakımından genel anlamda muhafazakar bir yapıya sahiptir. Bu muhafazakarlık önceki dönemlerde daha belirginken, bugüne gelinceye kadar bazı kırılma ve değişimlere uğramıştır. İnsanların genel kanaati, toplumun açık ve belirgin bir değişim süreci yaşadığı şeklindedir. Bu değişim, diğer alanlarda olduğu gibi dini hayatta da kendini göstermektedir. Belki dini alanda çok belirgin olmamakla beraber, diğer alanlardaki değişim bir şekilde, dini inanç, ibadet ve dinin diğer alanlarını etkilemektedir. Ortaya çıkan sosyal gerçeklik, ülkemizin genelinde görülen değişim sürecinin Rize ilinde de yaşanıyor olması ve bunun hayatın hemen her alanını az ya da çok etkilemesi şeklindedir. İşte bu süreçte dini hayat da değişimden nasibini almaktadır. Zaten dini hayatta doğal değişim sürecine bağlı olarak bazı değişimlerin yaşanması, dini açıdan da bir ihtiyaç olarak belirmektedir. Ancak burada yaşanan, sözünü ettiğimiz, zaman, mekan ve şartlara göre dini hayatta yaşanan değişim değil, yani doğal değişim süreci değil, etkin bir dönüşüm olarak ortaya çıkmaktadır.

Bugün insanlık çok farklı sosyo-kültürel, ekonomik, dini ve siyasi etkilerle karşı karşıyadır. Buna bağlı olarak, basın-yayın, internet vb. faktörler çok etkili bir şekilde hayatı kuşatmaktadır. Bu süreçte hemen her gün hatta her saat yeni ve farklı düşünce ve uygulamalar söz konusudur. Böyle bir ortamda dini hayatın etkilenmemesi düşünülemez. Ancak burada sorun olan, bir toplumun zaman, mekan ve şartlara bağlı olarak değiştirmesi daha doğru bir deyişle yenilemesi gereken boyutunun kendi değerlerinin dışında farklı bir kültür ve düşünceyle değiştirilmesidir. Yani bir toplum yenilikleri kendi dinamikleriyle buluşturarak değiştirme yerine, farklı ve başka olan değerlerle değiştirmek durumunda kalmaktadır.

Dini hayat da dış dünyanın söz konusu etkilerinden büyük oranda nasibini almaktadır. Rize bağlamında meseleye baktığımızda, aslında Rize geçmişinde geleneklerine ve değerlerine bağlı bir toplumsal yapıya sahip gözükmektedir. Ancak sözünü ettiğimiz değişim süreci Rize gibi geleneksel bir toplumu da önemli ölçüde etkileyerek inancı, ibadeti, aile hayatı, eğitimi, kültürü ve ticareti üzerinde etkili olmuştur. Bu nedenle İl'de yaşayan insanlar özellikle orta ve yukarı kuşak geçmişe bir özlem duymaktadırlar. Çünkü bugün yaşanan süreçte sosyal problemler artmış ve her geçen gün artmaktadır. Buradan bakıldığında geçmişin daha güvenli ve yaşanabilir olduğu ortaya çıkmaktadır. Belki bugün çok farklı ve yeni imkanlar olmasına rağmen, istenilen ve arzu edilen bir yaşam ortamı görülmemektedir. Bu bağlamda din ve dini değerler de önemli ölçüde sosyal hayatta insanların yaşamında etkili olmamaktadır. Yani dini hayatın etkisi önemli ölçüde azalmıştır. Dolayısıyla bütün yakınmalar da "Neden din, aile, kültür, ticaret vb. alanlarda etkili olmamakta ve insanlar yanlış ve olumsuz tutum ve davranışlarda bulunmaktadırlar?" sorusunda düğümlenmektedir. Buradan anlıyoruz ki dinin daha önceki dönemlerdeki bireysel ve toplumsal fonksiyonelliği bugün önemli ölçüde azalmış ve din, bireysel bir anlam ve boyut kazanmıştır. Hatta bireysel anlamda bile önemli bir değişime uğramıştır. İşte bu noktada dinin yeniden düşünülmesi ve daha yaşanabilir bir sosyal ortamın oluşmasının sağlanması sorunu bulunmaktadır. Bu konuda da ilgililere ve yetkililere önemli görevler ve sorumluluklar düşmektedir.


 

* Doç. Dr. Rize Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

e-mail: [email protected]

[1] Bkz: Ali Akdoğan, Geleneksel Toplumdamn Modern Topluma Geçişte Dini Hayat, Rağbet Yay., İstanbul 2002.


 

          

Karalahana.Com! Doğu Karadeniz Bölgesi gezi, kültür, tarih ve müzik rehberi © 2007 | Tüm hakları saklıdır