|
|
|
DÜNYADAN BAKINCA TRABZON
Kudret Emiroğlu
- Thalasa! Thalasa!
“Deniz! Deniz!” İ.Ö. 400 yılında, Pers tahtı mücadelesine paralı
asker olarak katılan on bin Yunanlının, yurtlarına dönmek için
Doğu Anadolu2yu geçip Karadeniz dağlarından inerken denizi ilk
görüşlerini, bu seferi kaleme alan Ksenophon, Anabasis adlı
eserinde böyle ölümsüzleştirmiştir.Ve bu seferin öyküsü, denizi
ilk gördükleri yeri saptama dürtüsü, 1800 lü yıllardan beri
bölgeden geçen her gezginin kafasında yer etmiş, hemen her
seyehatnamede alıntılanmıştır.
“Yakın zamanlara kadar İngiltere’deki her öğrenci Pontuslu
Rumların kim olduğunu biliyordu çünkü Ksenophon’un Anabasis’i
klasik Yunanca eğitiminde ilk okuma metinlerinden biriydi”.
A.Bryer’in verdiği bu bilgi, gezginlerin bu “adet”ine bir
açıklama getiriyor.
Trabzon, yalnız 19.yüzyılda Batılıların “Doğu”yu keşfetme,
kendini kanıtlama, merakı tatmin etme dürtülerinin en iyi
ifadesini bulduğu yayınlar olan seyehatnamelere geçmekle
kalmıyor. Rabelais, Gargantua adlı eserinde (1534) “Bazı
komutanların sivri akılları yüzünden Pierochole’u nasıl büyük
bir tehlikeye attıkları” adlı bölümde, Pierochole’un Trabzon
İmparatoru da olmak arzusu gösterdiği anlatılır. Roman türünün
babası sayılan Cervates 1605’de birinci bölümü yayınlanan Don
Quijote (Don Kişot) ın yiğitli sayesinde en azından Trabzon
İmparatorluğu tacıyla ödüllendirildiğini yazar. Bugün daha az
ünlü olan ama zamanın popüler eserlerinde de Trabzon esinini
bulabiliriz. Perez Galdoz’un Episodos Nacionales’i veya ilk ke
1640’ta bir bölümü yayınlanan Giovanni Ambrogio Marini’nin
tamamıyla Trabzon’da geçen tarihi romanı bunlardandır. Yirminci
yüzyılın başlarında iki Alman, L.A. Franke, Kaiserin Helena adlı
şiiri ve A.Marini Langmann, Die Prinzessin von Trapezunt adlı
tiyatro oyunuyla Trabzon’u doğrudan konu edinmişlerdir.
Trabzonlu Perikles Triantafilides’in 1870’de yayınlanan tiyatro
oyununu (İ Figades, Atina) ve sonraki Yunanlı yazarların
edebieserlerini ve Nikolay Gogol’un Taras Bulba (1835) adlı
romanında, Kazakların Trabzon akınlarından birisinin anısını
anlattığı bölümü, Doğrudanilgileri veya siyasi kaygıları
nedeniyle saymasak da, yirminci yüzyıl yazarlarında da Trabzon
adını görmekteyiz. Edebi eserlerde Trabzon’un kendi bilinmeden
adı bilinen egzotik bir şehir olarak geçmesi, belleklerde yer
etmiş olan Trabzon imgesi adına daha da ilginçtir.
Efsanelere göre Roma’dan (İ.Ö. 753), İstanbul’dan (İ.Ö. 660),
Paris’ten (İ.Ö. 52), Londra’dan (İ.Ö. 43) önce, İ.Ö. 756 yılında
kurulmuş olan Trabzon şehri, Heredotos’tan (İ.Ö. 490 – 425) ,
Ksenophon’a (İ.Ö 430 – 355?), Strabon2dan (İ.Ö. 63 – 21),
Plinius’a (İ.Ö. 23 – 79), Arrianus’dan (İ.S. 95 – 178?),
Marselinus (İ.S. 330 – 400), Zosimus (5.yy) Prokopius(ölüm.562?)
kadar Yunan, Roma, Bizans eserlerinde yapıları, ürünleri,
siyasal mücadelelere katılımı, doğu seferleri için üs oluşu,
Hristiyanlık tarihi açısından yer almıştır. Bizde kamuoyuna mal
olmamış ve yalnızca ansiklobedilerde Mahmut Goloğlu’nun
Anadolu’nun Milli Devleti Pontos adlı eserinde konu edinilen
,Pers satrabı Mithridates’in kurucusu olduğu (İ.Ö.298 – 63
yılları arasında yaşayan) Pontos krallığının ünüde Avrupa’da
uzun yıllar devam etmiştir. Amasya, Sinop, Bergama’nın
başkentlik yaptığı Kırım Bosporos Devleti ile birleşen,
Helenistik Anadolu’nun bu en önemli siyasal gücü, Roma
karşısında Trabzon’a kadar geriletilmiş ve Ksenophon’un andığı
deli balı Romalılar da tatmıştır.
Doğu Karadeniz’in antik çağlardan beri ilgi çeken balı, ihraç
ünü olan fındığı, zengin bitki çeşitliliği, Pontos Devletinin
adını Avrupa’da yüzyıllarca yaşatan, bitki özlerinden yapılma
bie ilaçla simgeleşir. Adını son kral 6. Mithridates’ten alan
Mithridaticum adlı ilaç, kralın zehirlenerek öldürülmek korkusu
ile hazırladığı panzehirdir ve Neron’un doktoru Andromak
tarafından hazırlanan Tiryak’ında kökenini oluşturur.
Mithridaticum için 16.yy.da Venedikte her bahar tören yapılırdı.
Venedik yolu ile İstanbul’a gelen bu ilacı ilk kez 1539’da
Kanuni’nin annesi Hafize Sultan için Merkez Efendi kullandı.
Manisa’daki Mesir Macunu ve bayramı da Merkez Efendinin anısının
ve Mithridaticum’un devamıdır. Mithridaticum 1837 ve 1866
Fransız kodekslerine de girmiştir. Efsanevi ün kazanan bu
antidoterin yanında, İmparatorun doktoru Kraeusas’ın (İ.Ö 120 –
63) düzeni ve resimleri ile metodolojik yenilikler getiren,
çağına göre ileri bir anlayışla yazılmış olan otlarla ilgili
kitabı da, eczacılık ve botaniğin çağdaşlaması sürecinde yeniden
önplana çıkmıştır.
Tacitus (İ.S. 56? – 120?) Germania kitabını” Bundan ötede masal
diyarı başlar. Söylendiğine göre Helusilerle Oxionların başları
ve yüzleri insana, beden ve azaları hayvana benzermiş. Bunun
hakkında kesin bir delil olmadığı için meseleyi olduğu gibi
bırakıyorum” diye bırakır.
İnsanların başka insanlar ve coğrafyalara yönelik merakı her
çağda başka etkenlerce belirlenir. Matbaanın yaygınlaşmasıyla en
ilgi çeken yayınların başında gelen seyehatnamelerde, abartı,
uydurma veya eski söylencelere bolca yer verilmesi,
yazarlarınpaylaştığı genel dünya algısının yansısı olduğu kadar,
gidilmesi olanaksız yerlerle ilgili “meraklı olay” talebine
karşılık verme gayreti de olmalıdır. Başının üstünde uçan dört
bin keklikle dolaşan ve bunlardan istediği kadarını Trabzon
İmparatoruna hediye eden adamın öyküsüde bunlardan biridir.
Tarihi, dağ kabileleri ile denizci tüccar “site”sinin
birlikteliği olarak başlayan, 3.000 yıldan beri yerleşim alanı
olduğu söyleyebileceğimiz Trabzon, doğu – batı yolunda ve
ticaretindeki konumu ve hem bu yola hemde doğal yapıyla
biçimlenmiş ardalanında taşıdığı öneme dayanılarak yaratılan
siyasal ve kültürel kimliği çerçevesinde, ilgi konusu olmuştur
ve bu birikimin dönüştüğü “yarı tarihi edebi imge”nin kökeninde
bu ilgi yer alır.
Merkezi iktidarların zayıfladığı, zamanın süper-güçleri
arasındaki rekabetin egemenlik sahalarında belirsizlik yarattığı
dönemlerde, Trabzon’da devletler kurulmuştur. İsa’dan önce
kurulan Pontos devleti de, Haçlı Latinlerinin İstanbul’u
işgalinden sonra kurulan Trabzon Komnenos Devleti de, (1204 –
1461) böyle dönemlerin ürünüdür. Kurulan ticari, siyasi ve
kültürel bağlar, dönemin öncelikleri içinde ifadesini
bulacaktır. Örneğin
Avrupa’nın Doğu’ya açılan ticaret yollarını keşfedişinin öncüsü
ve zamanında çok popüler seyehatnamelerin yazarı olan Marco
Polo, Trabzon’dan geçmiş olmasına karşın şehirden söz etme
gereği duymaz. Herhalde Trabzon’u yeteri kadar “bildik”
bulmaktadır. İlk dönem Arap coğrafyacılarından Belazuri
(ölm.892) içinse Trabzon, Karadeniz’e açılan bilinen tek
kapıdır; şehirden söz etmez ama onun için Karadeniz’in adı
“Tarabazunde Denizidir.
Trabzon, çağına göre Hristiyanlık, Eski Yunan ve Milliyetçiliğe
atfedilen değerle Avrupanın gündemine girmiştir. Avrupa ve
Batı’nın sınırları ve değerleri, Haçlı seferlerinden başlayarak
değişiklik gösterirken, Anadolu’daki toplumsal gerçekliğin bu
kavramsal çerçeveye ne kadar uyduğu ne batıda nede Türkiye’de
yeterince değerlendirilmiş değildir. Sıradan insanların
yaşantısı tarihe yeni yeni konu olmaya başlamışken, kralların ve
feodallerin yaşamları, içiçe geçmişliğin örnekliğiyle doludur.
Bizans döneminde Trabzon, liman olarak önemini korurken, siyasi
olarak Arap – Müslüman ilerlemesi, Türk Beyliklerinin kurulması,
Bizans feodalleşmesinin etkilerini paylaşır. Gabrad ailesinin
tarihi bu etkilerin aynası gibidir. Kökeni tartışmalı olan aile,
979 dan 1820’lere kadar kayıtlara geçmiştir; Orta Karadeniz’in
güneyinde toprak sahibi olarak çıkan aile, 1067-1140 döneminde
Haldiya dükleri olarak Trabzon’u Türklerin elinden almış, bir
yandan da İstanbul iktidarına başkaldırıpbağımsızlık peşinde
olmuştur. Bizansa karşı siyasetinde, Konya Selçukluları ile
mücadele içinde olan Danişmentlilerlebağlaşma kurmuştur.
Melikdanişmendname’de efsaneleşen ailenin Türklere karşı savaşta
1098’de ölen önderi Thedor Gabras, 12.yüzyılda şehit,
14.yüzyılda azizler listesine dahil edilmiştir. Aile 1146 – 1256
dönemindehem Selçuk hem Bizans hizmetinde çalışan önemli
görevliler yetiştirmiştir. 1204 – 1345 yılları arasında Komnenos
hanedanının önde gelen görevlilerinden ve siyasal güçlerinden
biridir. Ailenin İstanbul, Kırım, Girit ve çeşitli Ege
adalarındaki kolları 19. yüzyıla kadar ulaşır. Gabradlar
hakkındaki kayıtlar, Trabzon’un kısa sürelerle Arap ve Türklerin
eline geçişi, Doğu Karadeniz yaylalarına sarkmaya çalışan
Türkmenlerin Gümüşhane, Bayburt, Erzincan’daki yerleşimleri
konusundaki en önemli ipuçlarıdır.
Trabzon’da Komnenos hanedanının kurduğu devlet, yerel ögeleri
yanında Bizans’ın Karadenizli örneği gibidir. İmparator – kilise
ilişkisi aynı temele yerleşmiştir, yerli yönetici ailelerle
(Gabradlar gibi) hanedan şehirli bağlaşmasınınsiyasi mücadelesi
kendisini hisettirir. Topraklarında Ceneviz-Venedik çekişmesine
sahne olmaktan kaçınamadığı gibi, kuruluşunda Gürcülerle
bağlantı sağlamış, Selçuklu tehlikesine karşı Timur, Osmanlı
tehlikesine karşı Akkoyunlular ve nihayet Papalıkla bağlaşma
aramaya mecbur kalmıştır. Ruslar, Sırplar ve Anadolu Beylikleri
ile kurduğu ilişkilerde, zamanın uluslararası kültürel, dinsel
ve siyasal sahnesinde yer alır.
Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı Mahmut Paşa ile
Trabzon’unteslim görüşmelerini yapan Komnenos devlertinin
“başbakanı” Georgios Amoirutzes akrabadır. Mahmut Paşa’nın
annesi Sırp, babası Espir’li Angelos ailesindendir. Mahmut
Paşa’nın annesi Sırp, babası Espirli Angelos ailesindendir.
Mahmut Paşa Filantropenos ailesinden biriyle evlenmiştir ve
Georgios Amoirutzes ile Trabzon mparatoru 2. Manuel bu aileden
kız kız almışlardır. Georgios Amonirutzes’in eşi ayrıca hem
Trabzon’un son İmparator’u David Komnenos’un, hem Sırp prensi
George Brankoviç’in eşlerinin kız kardeşidir. Bizans’ın ünlü
Kantakuzen ailesinden bu kızların bir üst kuşak akrabalarında da
Komnenos ve Brankoviçlerle evlilikleri vardır. Ayrıca 2.
Murat’ın karısı Mara’da George Brankoviç’in kızıdır. Fatih’in
Trabzon seferinde yanında bulunan Akkoyunlu Uzun Hasan’ın annesi
Sara Hatun’da Trabzon için şefaat ister; Uzun Hasan’ın karısı,
David’in yeğeni Teodora Komnenos’tur.
Zamanının siyasal kurumlaşması içinde ilişkileri Rusya’dan
Fransa’ya kadar uzanan Komnenos Devleti’nin Müslüman Türkler
eline geçmesi, İstanbulun fethinden sonra Hristiyan Dünyasında
büyük yankı yaratan olaylardan biri olmuştur. Osmanlı
padişahlarıda, fethedildiğinde ancak Doğu Karadeniz illerimizin
küçük bir bölümü içine sıkışmış, merkez nüfusunun beş bin kadar
olduğu bu devletin fethinin yarattığı yankıyı benimsemiş, Fatih
Asya, Yunanistan ve Trabzon’u temsil eden üç katlı, Kanuni
Sultan Süleyman Ceneviz’e ısmarladığı ve zamanında çok sözü
edilen tacına Nısır’ı da ekleyerek dört katlı taçla
resmedilmişlerdir. Fethettiği o kadar büyük devletler ve geniş
topraklar varken, Trabzon’a egemen olmayı önceden öğünç nedeni
saymışlardır.
Trabzon’un fethinden sonra da, Komnenos Devleti ileri
gelenlerinin etkinliği sürmüştür. İstanbul’a gelen Amoirutzes ve
oğulları Fatih’e danışmanlıkta bulunmuş, Hristiyanlıkla, Eski
Yunan’la ilgili çeviriler yapmışlar ve anlaşılan Maçka Sümela
–Meryem Ana manastırının fonlarını kullanarak Trabzonlu
Simenon’u skandallr içinde patrik seçtirmişlerdir(1466’da 6 ay,
1471 sonu ve 1475 başı ve 1482-1486 arasında). Öldüğünde çok
büyük servet bırakan Simeon’un malına da Amoirutzes’in
müslümanlığı kabul eden oğlu, hazinedar İskender el koymuştur.
Trabzon, bu dönemde yetiştirdiği halen ansiklobedilerde yer alan
bilginlerle de Avrupa’da etki yapmıştır. Amoirutzes’in Mehmet
adını alan öteki oğlunun Fatih’e sunduğu kitaplar yanında ,
coğrafyayla ilgili bir kitabı Nüremberg’de 1514’de basılmıştır.
Georgios Amoirutzes’in çocuklarının vaftiz babası, birlikte
Ferrara Konsiline katıldıkları Bessarion (1402-1472), Katolik ve
Ortodoks kiliselerinin birleşmesini savunmuş, İtalya’da
Rönesans’ın öncülerinden olmuş, kardinalliğe kadar çıkmış ve
Venedik’e bağışladığı kitaplığı San Marco Kütüphanesi’nin
çekirdeğini oluşturmuştur. Girit doğumlu olmakla birlikte kökeni
itibari ile Trabzon’lu olarak geçen Georgios (1396-1486), Papa
4.Eugenius’un özel sekreteri ve paplık okulunun felsefe
öğretmeni olmuş, bir çok çalışmaları yanında Latince öğrenimi
üzerine çalışması, 6.yüzyıl Latincesine dönüş sağlamıştır.
Sevastos Kiminitis (1630 –1702) ise Batı’ya en kapalı, Trabzon’a
en bağlı kalandır. İstanbul’da patriklik okulunda müdür olmuş,
Trabzon’a Frenk misyonerlerin gelindiğinin duyulmaı üzerine
1682’de şehirde Frotisteron adıyla bilinen okulu kurmuş,
buradaki dersleriyle sağladığı ünle 1691’de Bükreş’e giderek
orada da okul kurucusu olmuş ve Romanya’nın azizi olarak bu
şehirde ölmüştür.
Trabzon, Akdeniz’in uluslararası seyehatler için güvensizleştiği
1258’den, Karadeniz’in Osmanlı gölü gelişine kadar Doğu-Batı
geçişinin kapısı olmayı sürdürmüştür. İlhanlılarla görüşmek
isteyen Fransa elçisi Rubriquis (y.1240) ve ingiltere elçisi
Langley (1292), Timur’a giden İspanya elçisi Clavijo’dan (1404),
Hindistan ve in’e Sumatra’ya kadar giden rahiplere (Odoric1318,
Jordanus 1330) kadar, Kullanılan Trabzon yoludur. Yaşadıklarını
kağıda geçiren bu kişiler dışında Trabzon, ipek yolu
tüccarlarının uğrak limanıdır. Şehirde, en önemlisi şehrin
koruyucu azizi Eugenius adına olmak üzere panayırlar
düzenlenmektedir.
Trabzon fethedildiği 1461 yılından sonra da eski toplumsal
yapısını korumuş, Osmanlı fethi yerli halkın yaşantısına
doğrudan müdahale etmemiştir. Fetihten sonra kurlan ilk tımar
beylikleri, fethe katılan askerler ile 1200’lerden beri Ordu,
Giresun taraflarında beylik kurup, yaylalar üzerinden doğuya ve
vadilerden kuzeye doğru uzanan Çepni beyleri arasında
paylaştırılmıştır.Komnenos düzeninin önde gelen kişileri
Trabzon’dan uzaklaştırılırken, daha küçük düzeydeki yerel beyler
tımar ve martolos düzeni içine alınmıştır. Çepnilerin Şah İsmail
taraftarlığı nedeni ve iddiasıyla Yavuz Sultan Selim zamannda
tasfiye edilmesinden sonra tımar Beylikleri onlardan alınarak
eski yerli Rum veya Arnavutluk ve Bulgaristan’dan getirilen
sipahi ve yeniçerilere verilmiştir.
Trabzon’da nüfusun müslümanlaşması da bundan sonra olmuş,
15802lerden itibaren hızlanmıştır.
Trabzon’da tarım topraklarının azlığı, nüfusun yoğunluğu, onu
dışarısı için cazip bir yer olmaktan uzaklaştırırken, bir yanda
da dışa kapalı, sahip olduğu toprak ve ona bağlı gelenekleri
titizlikle koruyan, bir yandanda gurbetçi ve sanat sahibi bir
toplumsal yapı yaratmıştır. Babadan oğula geçen “statü” ve
mesleklerle ilgili bilgi ve söylenceler çok eski tarihlere kadar
uzanmaktadır. Patrik seçiminde trabzon hizbini oluştururken
Sümela manastırının sağladığı ekonomik güçten faydalanan
Amoirutzes ailesi, Manastır vakıflarının merkezi olan Dubera (
Livera-yazlık) köyündedir. Komnenosların kilise ve manastır
vakıfları Osmanlılarca çoğunluğu padişahlara has biçimde olmak
üzere imal edilirken, Maçka’daki Komnenos sisteminin en önde
tuttuğu üç büyük manastırın gücünün olduğu gibi bırakılması
ilginç bir durumdur ve dini, etnik, toplumsal önemli sonuçlar
doğurmuş, Trabzon’da Ortodoks Rum kültürünün yaşamasına hizmet
etmiştir. Komneos hanedanı yalnız Sümela manastırına 1364, 1386,
1417-29 yıllarında imtiyazlar tanımış ve köyler vakfetmişlerdir.
Osmanlı padişahlarının da fermanlarıyla koruduğu vakıf
arazilerle, 1890’larda Sumela’nın 15, Kuştul’un 11, Vazelon’un
20 köyü vardır. Bryer’in öztlemesiyle “toprak ağanız manastır
keşisi ise, din değiştirmek akıllıca olmaz”.
Trabzon, Osmanlı –Rus savaşları ve merkezi iktidar-ayan/derebeyi
savaşlarından fazlasıyla etkilenmiştir. Trabzon valileri
1758-59, 1827,1830 ve 1833 yıllarında isyancılar tarafından
konaklarında muhasara edilmişlerdir. 17. yüzyılda Müslüman
tüccarların daha çok Kafkaslar ve Doğu Karadeniz sahilleri,
Ermeni ve Rumların Tuna üzerinden yürüttüğü ticaret sarsıntıya
uğramıştır. Trabzonlu Rumlar, Eflak’taki etkileri nedeniyle
Fener Rumları ile rekabet edememişler, Trabzon’daki okul ve
manastırlarda bir dönem Fenerlilerin bağışları ve egemenlik
gayretleri sö zkonusu olmuştur. Rusya’nın ilerlemesinden sonra
Kafkaslarda ticaret gerilerken, Trabzon Rumları üzerinde
eğemenlik Gümüşhane madenlerinde imtiyaz alan dağ köylerinin ağa
soylarına geçmiştir. Halk dağlara çekilmiş, uzun yıllar kilise
ve devlet örgütünün dışında kalan bir yaşam sürmüştür. 1826
yılında Trabzon’a gelen Schulz- Beusher’in gördüğpü bu
mücadelelerin izidir :” bugün ticaret yavaş yavaş sönmekte ve
sefalet görülmektedir. İstanbul’da değişik anlayışlar,
çeşitlemeler olur ve projeler memnuniyet verecek başarılar olur
ancak Trabzon’un eski ticretinin canlanacağı, eski parlak
günlerini göreceği düşünülemez. Geriye sadece güzel iklimi,
verimli toprağı, onu aslı terk etmeyecek antik şehir oluşundan
gelen ünü kalacaktır”.
Oysa 180’lardan itibaren Trabzon’un tarihinde yeni bir sayfa
açılacaktır. İstanbul gerçekten yeni açılımlara girecek
(Yeniçeri Ocağının kaldırılması (1824) ve Tanzimat’la (1839)
simgelenen yeni düzen), Karadeniz2in uluslar arası ticarete
kapalılığı 1829 Osmanlı Rus Edirne anlaşması ile son bulacak ve
ilk İngiliz ticaret gemisi, buhar teknolojisinin verdiği güçle,
İran transit yolunu canlandıracak başarılı sferini yapacak
(1830), 1838 Osmanlı-İngiltere ticaret sözleşmesinden sonra
Trabzon gümrüğü yenidendüzenlenecek, Rus orduları Gümüşhane’ye
kadar ilerleyecek ve halktan kendisine katılan Rum ve Ermeni
guruplarla birlikte geri çekilecektir.
Yunanistan’ın bağımsızlığının, sanayi devriminin zorladığı yeni
pazarlar arayışı ve Romantizm içindeki yerinden Trabzon da
payını almıştır. Çağdaş Yunanlıların, antik Yunanlıların devamı
olup olmadığı konusnda tarihçiler tezler geliştirirken, Yunan
tarihi ve kültürü üstüne yorumlar getirenJakop Philipp
Fallmerayer’in ( Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt, 1827)
ve George Finlay’ın ( The History of Greece from itsConquest by
the Turks and of the Empire of Trebizond, 1851) eseleri
Trabzon’u da kapsayacaktır. 1830’lardan itibaren Trabzon’a
yönelen ilgi yalnız Avrupa Rönesans ve Aydınlanmasının antik
çağlara duyduğu kültürel ilgiyle sınırlı kalmayıp, başta
İngiltere2nin Rus yayılmasına karşı Osmanlı bütünlüğünü koruyup
korumama kararı çerçevesinde belirlenip, doğrudan ekonomik
çıkarlarla da içiçe geçecektir. Ve bölgeye gelen tüccarlar ve
konsoloslara gezginler, misyonerler, botanikçi, tarihçi, sanat
tarihçilri de katılacaklardır.
Trabzon’un tekrar İran transit ticaretinin limanı ve Avrupa’nın
Pazar kapısı haline gelmesi ile bölgenin ekonomik olduğu kadar
kültürel yaşamında da canlanma ve değişim başlamıştır. Rus,
Fransız, İngiliz, Avusturya, Fransız şirketleri düzenli gemi
seferlerini başlatmış, yabancı konsoloslukların sayısı onları
geçmiş, yerli Rum ve Ermeni okulları dışında, İran, Fransız ve
Ermeni okulları açılmış, 1834’ten itibaren misyoner faaliyetleri
başlamıştır.
Özellikle uluslararası ticaretle eklemlenme yeteneğini gösteren
ve bütün Karadeniz limanlarına ve Avrupa’ya kadar yayılan
Rumlar, ekonomik olarak zenginleşirken, toplumsal örgütlülükleri
de artmış, yeni düşünce akımları’nın özellikle Milliyetçiliğin
etkisinde kalmışlardır. 1784-1816 yılları arasında kapalı kalan
Frontisteron’un devamı kabul edilen yeni Rum okulu açılacak, bu
okulun öğretmenlerinden Triantafilidies, oğlunu Perikles adıyla
vaftis ettirip Atina’ya öğrenime gönderecektir. Perikles 1842’de
öğretmen olarak döndüğünde, hem klasik Yunancayı öğretecek hemde
“yerli ağızlar” derlenmesine ve yukarıda bir örneği anılan yerli
kültürle ilgili yayınların yayımını başlatacaktır. Bu yıldan
itibaren okulu bitiren Karadenizli çocuklar Atina’ya burslu
gönderilmeye başlanacak, cemaaten toplanan para Maçka’nın üç
manastırı ile okul arasında paylaştırılacaktır. Gelişen “Rum”
burjuvasinin, eğitimi kilise egemenliğinden çıkarma mücadelesi
ise özellikle öğreticidir.
Bu gelişmeler Trabzon’da yeni bir kuşak yaratacaktır. Osmanlı
yönetimince bölgede yeni okullar, matbaa açılıp, salname,
vilayet gazetesi yayımlamaya başlar. Açılan matbaada basılan ilk
kitaplardan biri Şakir Şevket’in Trabzon tarihidir (1870). Ancak
İmparatorluk Avrupa’nın hasta adamı olmaktan kurtulabilmiş
değildir. Osmanlı –Müslüman aydınlar bir yandan bürokrasi içinde
yer alıp, bir yandan sürgün ve sansürle belirlenen bir dünyaya
sıkışırken, gayrimüslim aydınlar Odessa, Marsilya hatta New
York’a uzanan bir ticaret dünyasının içinde yer almakta ve
yayınları da aynı oranda yoğunluk göstermektedir. Perikles
Triantafilidies (Atina 1866), Savvas İonnides (İstanbul 1870),
Epaminondas Th.Kyriakides (Atina, 1897), T.E Evangelides
(Odessa, 1898), İ.P.Elefteriades’in (Atina,1903) Trabzon ve Doğu
Karadeniz’le ilgili kitapları yanısıra, ayrıca 13 yerleşim
birimiyle ilgili tarihi çalışmaları vardır. Dede Korkut ve
Battalname’lerle ilişkisi Batılılarca araştırılan Yunan destanıı
Digenes Akritas yazması Savvas İonnides tarafından Trabzon’da
1868’de bulunmuş ve Ermeni destanı Sasonlu David, Trabzon Ermeni
piskoposu tarafından Muş’ta derlenmiş ve 1874’de yayımlanmıştır.
Çeşitli tarihlerde bölgeye gelen gezginlerin gözlemleri ve
yaklaşımları, bu değişimin aşamalarını göstermektedirler. Finlay
1850’de Sumela manastırını ziyaretinde, keşişlerin Türkçeyi
Yunancada daha iyi bildiğini hayretle gözlemlemiş, kendisi Atina
Yunancası konuşurken karşısında Trabzonluların diyalektiğini
bulmuştur.”Finlay Trabzonluların Yunanlı olmasını, Ksenophon
gibi davranmalarını ve onları istekler içinde bulmayı umuyordu”.
Bu arzular 1820’lerden beri duyulur olmuştur; 1837’de Horatio
Southgate, Gümüşhane’de yeni açılmış iki okulla karşılaşır:
“Deneyimli öğretmenler başkentten getirilmiş. Antik ve çağdaş
Yunanca, tahrirat öğretilen ana dersler. Öğrencilerden birkaçı
beni görmeye geldi. Onların ağzından Konstantinapolis
Yunancasının tatlı ve incelmiş tonlarını duymak özel bir zevkti.
Bunu okullarında öğrenmişler ; ana baları ise kendi ağızlarını
konuşuyorlar ve çevirmenim, bu dili çok iyi bilmesine rağmen,
onlarla anlaşamıyor”.
Rev.Henry F. Tozer, 1879’da Sumela’yı ziyaretinde, papazlar ve
kütüphanesiyle ilgili olarak şunları anlatır: “...dikkat çekici
bir başka yazma da 2. Mhmet’in fermanıydı... Bu yazmaları
incelerke, sözünü ettiğim cahilliğin şaşıtıcı bir örneğine daha
tanık olduk. Arkadaşım ilk fermanı verenin İstanbul’un fatihi
olduğuna emin olmak için heyecanlanırken hegumene hangi
Muhammed’i kasttettiğini sordu. Hegumen buna “niin, elbette
peygamber Muhammet” diye cevap verdi. Biz şaşkınlık içinde
birbirimize bakıp kulaklarımıza inanamazken, keşişlerden
şaşkınlığımızı gören bir başkası”doğru, büyük Muhammed –
peygamberdi” diyerek bize güvence verdi. Bunu duyduktan sonra
başka soru sormadık”.
“ Kütüphaneden söz etmek kaldı. Burayı soruşturduğumda, hegumen,
kapısına ulaşmanın yolu olmayan taş bir odayı işaret etti.
Ziyaret arzumuzu ifade ettiğimizde, merdiven istendi ve
getirildiğinde ve anahtar bulunduğunda, hegumen önümüzde,
cüssesinden beklemediğimiz ir güç sergileyerek, yukarı
tırmandık. Ve heyhat! Sönük gözlü bir penceresi ile küçük
karanlık bir oda bulduk, öyle nemli atmosfer ve arkkadaki soğuk
kaya olmasa da burası nemsiz kalmazdı ve kitaplar büyük
karışıklı içinde üst üste yığılmıştı. Onları incelrmeye olanak
yoktu ama genede tezpihsiz, iyi işçilik eseri üç yazma incil
buldum. Hegumen yeni bir kütüphane yaptıdıklarını ama kitapların
henüz oraya taşınmadıklarını ifade etti. Ama böyle bilgisiz
kişilerin elinde özenli bir muamele görme şanslarının çok az
olduğunu düşünüyorum”.
Durum çok kısa sürede değişecektir. Bir çok eserle birlikte
Komnenos dönemiyle ilgili en önemli yazmaların bulunduğu Sumela
Kütüphanesi, yöre tarih ve kültürüyle ilgilenenler arasında
nerdeyse efsaneleşecektir. Sumela Manastırının 180 bütçesi 387
sterlinken, 1904 yılında bu miktar 4.142 sterline ulaşmıştır.
1856 Islahat fermanı ile kazanılan haklar ve cemaatin
zenginleşmesi sonucu, Trabzon’un girişimci metropoliti
Konstantinos Efendi (1830-1879), bölgedeki kiliseleri restore
ettirmiş, daha doğrusu birçoğunu eski özellikleri tanınamaz hale
getirerek, bazen yıktırarak yeniden yaptırmıştır.
Sumela’da su kemeri, kütüphane ve bütün ön cephenin yapılış yılı
18642dür. Yamaçtaki ahşap yapılar yıkılmış, manastır yepyeni bir
görünüşe bürünmüştür. Komnenos hanedanının özel bir önem
verdiği, Osmanlı padişahlarından da vakıf imtiyazlarının
korunduğuna dair fermanlar alan Sumela Manastırı, haln
Trabzon’un en ilgi çeken eseri olma niteliğini korumaktadır.
Bugün dünyanın çeşitli müzelerinde ve bazıları özel
kolleksiyonlarda bulunan tarihi belgeleri, eserleri, 3.
Manuel’in armağan ettiği haçlar ve stavrotek, Aziz Lukas’ın
yaptığına inanılan ikonuyla “Sumela kültü” sürmektedir. Aziz
Lukas ve Kara Meryem ikonlarının Hristiyan inacı ve sanat tarihi
içindeki yerini Manastırla ilgili literatürü de tanıtıp
eleştirerek değerlendiren Semavi Eyice, Türkiye’de konuya
bilimsel olarak eğilen ilk kişidir: “Tarihi olan ve sanat
değerine haiz kısımların tesbiti il bu kısımların dikkatle
korunması düşünülebilir...Geri kalan ve çok menfi bir görünüş
yaratan enkazın ayıklanması...işe yarar kısmında bir kahve ve
dinlenme yeri tesis edilebilir...son yıllarda pek aşırı bir
derecede önem verilen bu yerin haiki tarihi hüviyetini ortaya
koyabildiğimizi tahmin ediyoruz...”. Bu satırların yıllar
öncesinin olanakları elverdiğince kaleme alındığı
anlaşılmaktadır. Orman Bakanlığı görevlilerininde çabasıyla
korunduğu ve sonunda müze olabildiği bilinen manastırın Rumlar
ve Müslümanlar için önemli bir ziyaret yeri olduğu açıktır.
Efsaneye göre Aziz Lukas’ın “dualara hemen karşılık veren”
Meryem Ana ikonu Atina’dan uçarak rüyasına girdiği iki keşişi
bugün bulunduğu dağa getirmiş ve manastırı kurdurtmuştur. Sumela
efsanesi 4.yüzyıla kadar giderken, Vazelon Manastır’nın 270,
Kuştul-Peristera Manastırı’nın 752 yılında kurulduğuna
inanılmaktadır.
Sumela, Müslümanların tanıdığı adla Meryem Ana manastırı,
ayazması, arka tarafındaki dilek kayası ile yüzyıllarca bölge
halkı için kutsal bir yer olmuştur. Müslüman ve gayrimüslüm
halkın, birbirlerinin dinadamlarına “okunma”yı, farklı ekollern
teknklerinden yararlanmak üzere, son ve sürpriz etkili bir çare
olarak gördüklerini biliyoruz. Ancak, Ziganoyların, 1900’lü
yıllarda Kuştul’a sedyeyle hasta sokma oyunuyla battaniye altına
sakladıkları tüfekleri çıkarıp manastırı soydukları da halen
belleklerdedir.
Kuştul Manastarı 1203’de terk edilmş, 1393’de tekrar kurulmuş,
1904’de çok büyük bir yangın geöirerek yeniden inşa edilmiştir.
Bryer’in 19.yüzyılda yapılan yeniliklerin Sumela’dan da çok
etkilenmiş olduğunu belirttiği Vazelon Manastırı, yalnız uzaktan
heybetli görüntüsü kalmış olan Kuştul’a göre çok daha iyi
durumdaysa da, bu iki manastır, Sumela kadar talihli olamamış,
halen korunma altına alınmamıştır.
Bryer, Trabzon şehrinde 1204 öncesine ait 22, sonrasına ait 56
ve 1461 sonrasında yapılmış 24 kilisetesbit eder. Eser
sayısının, kayıtlardanÖğrenilenlerle birlikte 96 olduğunu,,
tekrarlar nedeniyle bu sayının 82’ye inebileceğini bugün kendisi
veya izi görülebilen eser sayısının 37 olduğunu gösterir. Müze
yapılmış olan olan Aya Sofya ve cami yapılarak kurtarılmış olan
kiliseler, bugün Trabzon mimari mirasının zenginliğini
oluşturmaktaysa da, daha büyüğünü yapmak için cami yıkılabilen
bir yerde “mimari miras” kavramından söz etmek havada
kalmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Karadeniz ve Trabzon’u işgal
eden Ruslar, Trabzon askeri bölge şef ve vekilliğine, Rus
ordusunda beklendiği gibi bir generali değil, ast subay olan
Sergey Mintslov’u atadılar. Bilim adamı niteliği daha baskın
olan Minstlov, yayıncılık ve Trabzon tarihinin araştırılması
konulşarına büyük önem verdi. Kendisi bu görevdeyken üçü
Trabzon’la doğrudan ilgili sekiz kitap ve broşür, bir gazete
yaımlandığı gibi, zamanın en tanınmış Rus arkeologlarından olan
F.J.Uspensky başkanlığında bir heyeti de bölgeye getirtti.
Şehrin, mimari mirası üstüne araştırmalar yapan heyet, başta
Vazelon sicil defterleri olmak üzere bazı belgeleri ve taşınır
eşyayı memleketlerindeki müzeye götürdüler, daha sonra bu
araştırmaların bilimsel raporlarını ve defterlerini
yayınladılar.
Savaştan sonra galipler, istekleri doğrultusunda barış anlaşması
yapılması ve Anadolu’nun paylaşılmasını gerçekleştirmeye
çalışırken “Pontos Devleti” veya Büyük Yunanistan düşünceleri
ile Trabzon bir kez daha dünya gündemine girer. Osmanlı tarihi
hakkında da eserler veren Herbert Adams Gibbons, Trabzon’dan
Amerşka’da yayımlanan The Christian Science Monitor gazetesine
haberler gönderirken, Türkiye’nin Kemalist, İttihatçı ve
Bolşevik, komplocu bir çetenin elinde olduğunu ileri sürmekte,
Anadolu’da Hristiyanlığın kurtuluşu için Batı’yı harekete
geçmeye çalışmaktadır.
1820’lerin Avrupa’sının yeni doğan Yunan devleti nedenile
Trabzon tarihine ilgi gösterdiği gibi19202lerde yaşanan
çalkantılar da Trabzon üstünde yaratılan literatüre ivme
kazandırmıştır. Türk-Yunan savaşının ve yeni Türkiye’nin
yarattığı etkiler de Trabzon’un yeniden incelenmesine vesile
olmuştur. William Miller’in “Trebizond, The Last Greek Empire of
the Byzantine era, 1204-1461 (1926) adlı yapıtıyla başlayan
tarih çalışmaları, doktora tezi Komnenos devletinin toplumsal ve
bürokratik yapısı olan ( The Society and Isnstitutions of the
Empire of Trebizond, 1967), Pontos tarihi alanının duayeni
A.A.Bryer’la günümüze kadar gelmektedir. 1939’da yayınlanan bir
bibliyografyada, o güne kadar Trabzon üzerine yazmış olan 678
yazar saptanmaktadır.
19.yüzyılın bilime, icat ve keşiflere duyduğu ilginin edebi
ifadesi olarak değerlendirilebilecek eserleriyle popüler olan
Jules Verne (1828-1905), “ Keraban le Tetu” adlı romanında
kahramanlarna Karadeniz çevresinde ir tur yaptırırken, buradaki
şehir ve kasabalarla ilgili, kitabi olması gereken, oldukça
ayrıntılı bildiye sahip olduğunu göstermektedir. Yazar Trabzon’u
“Kökeni çok eskilere dayanan...Birinci Napolyon’un soyundan
geldiğini öne sürdüğü Kommagenes ailesnin eline geçen...Dünya
tarihinde yer almış bir kenttir” diye niteler ve kahramanı adına
“bu ünlü kenti gezip görme umuduyla ne denli sevindiğini anlamak
güç olmaz” der.
Trabzon’la ilgili seyehatname sayısı 19.yüzyılda yüzü fazlasıyla
geçmektedir ve bütünü içinde yüksek bir oran tutmaktadır.
Amerikalı misyoner, doğa karşısında duygulanırken (“...manzara
sözcüklere sığdırılamıyacak kadar muhteşemdi. Sanki Efendimiz
Küçük Asya’nın bu bölümünü özenerek yaratmış...”). Erzurum
yolunda çalşan Fransızlar han duvarlarına Paris’in ünlü
otellerinin adını kazımaktadırlar. Hamilton ve arkadaşlarının ,
on iki, on üç kadar olan binek ve yük hayvanı ihtiyaçlarının
karşılanması için Trabzon valisi emir verince, çavuşlar iki yüze
yakın hayvanı zorla toplamış, rüşvet verenler hayvanlarını
kaçırdığı için sonuçta gelenler, en kötğ durumdakiler
olmuştur.Warkworth ve arkadaşları yolculuklarına devam edebilmek
için valilikten izin almaya çalışırken, ünlü İslahat Müfettişi
Şakir Paşa, eşyalarını Maçka’daki handan boşalttırarak buraya
ailesiyle kendi yerleşir. Ancak seyyahlar görmeyi
arzuladıklarını görürken veya doğal olarak içinde ayrıksı olan
dikkatlerini çekerken, Trabzon’un ekonomik ve toplumsal yaşamı
ile ilgili en gerçekçi ve kapsamlı çözümler gene İngiltere
konsolos raporlarında bulunmaktadır. Trabzon köylüsünün ödediği
vergiler, yol inşaatında çalışma yükümlülüğü, fındık fiyatları,
mendirek inşaatı ihalesi hep bu raporlarda yer almaktadır.
Trabzon Şeriye sicilleri, Tahrir defterleri gibi Osmanlı
kaynaklarına dayalı araştırmalar, tarih, antropoloji, sosyoloji
ve iktisat tarihinde çağdaş anlayışla yapılan incelemeler, eski
seyehatnamelerin yeni baskılarıyla, Avrupalılar Trabzon hakkında
eserler vermeyi sürdürmekte, geçen yüzyılların dini ve siyasi
yargılarından arınmış akademik ürünler artmaktadır. Bir gelişim
de Mübadele ile Yunanistan’a giden Rumların 1930’lardan itibaren
yarattığı edebiyatın, çileli yıllardan sonra zenginleşen ve
eğitim gören yeni kuşakların yetişmesiyle, yeni bir evreye
girmesidir. Bu gelişme biraz bizdeki gurbetçilerin bölgeyle
ilgili eserler vermeleriyle benzeşmektedir. Yunan için yeni bir
gelişim Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Gürcistan,
Karadenz kıyıları ve Orta Asya’daki Pontos kökenlilerin
Yunanistan’a gitmeye başlamaları ile canlanan ilgi örgütlenme ve
yayın faaliyetleridir. Sovyetlerin dağılışıyla tarihe ve bugüne
ilişkin Batı’da yapıla çalışmalarınsayısı ve nitelikleri
bizdekilerden çok daha yüksektir.
Giresun’da kirazı bulup Batı’ya tanıtan, adından görkemli ve
lüks şölenleri anlatan sıfat türetilmiş olan Romalı kumandan
Lucullus’la ve altın postu bulmak için Kolh ülkesine giden
Argonotlarla Doğu Karadeniz, Batı belleğinde yer etmiştir. Roma,
Yunan ve Hristiyanlık dünyasının çok farklı bir coğrafya ve
iklimdeki halen yaşayan egzotik şehri olarak Trabzon ve
Komnenoslar romanlara esin kaynağı olmayı sürdürmektedir. İpek
yolunun öteki ucunda, Japonya’da kirazın kutsallaşması veya
anayurdu Japonya olduğu söylenen Trabzon hurmasının Trabzon’da
doğal bitki örtüsüne katılmasına ilişkin bir araştırma çalışması
herhalde çok zor. En az Evliya Çelebi’den beri söylenmekte olan
“Trabzondur yerumuz / Ahça tutmaz elumuz / Hapsi baluk olmasa /
Nice olurtu halumuz” türküsünün de tanıklık ettiği gibi, geçmişi
bugünle, yüksek yaylalardaki yaşamla çağdaş donanımı birleştiren
Trabzon’a “dünya” hep bu miras ile bakacaktır.
Birinci Dünya Savaşından sonra yeniden kurulan dünyada Trabzon,
Karadeniz’in ücra bir limanı haline gelmiştir. 1970’lerde
İran-Romanya/Tuna ticareti canlanmışsa da, Trabzon’un tek
çekiciliği, gittikçee uluslar arası çevrede daha fazla tanınmaya
başlayan Sumela Manastırı olmuştur. Trabzonspor adını Avrupalı
futbolseverlere duyurmuşsa da, şehir yeni bir aşamaya Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra girmiştir. Bugün yalnız doğuda
Bakü, Gence, Duşenbe, Stavrapol, Krasnodar, Soçi’ye uçak
seferleri olan havaalanı ve 1997 Ocak- Nisan ayları arasında
276.113 ton yükleme boşaltma yapılan limanı ile Trabzon, yalnız
Sumela, Kaçkar ve Karadeniz yaylalarını görmeye gelen
turistlerin uğrak yeri değil, ekonomik bakımdanda önem taşıyan
bölge merkezi olmuştur. Son dönemin şehre getirdikleri, nasıl iz
bırakıp, yazıya nasıl geçtiği, Trabzon imgesiyle gerçek Trabzon
arasına neler girdiği de gelecek kuşakların sorunu olmaya devam
edecek.
|
|
| |