|
|
|
DOĞU KARADENİZ'DE DOĞAL VE
TARİHSEL MİRAS
TRABZON KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KURULU
BAŞKANI CENGİZ ERUZUN İLE SÖYLEŞİ
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu'nun başkanısınız. Bu koruma kurulunun görev
alanına nereler giriyor, yetkileri nelerdir? Bunları
yerine getirecek olanaklara sahip midir?
Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
çok yakın zamana kadar Sarp'tan İnce Burun'a kadar,
iç kesimlerden de Gümüşhane dahil olmak üzere
neredeyse bütün Doğu Karadeniz bölgesini içeren
geniş bir alanı kapsıyordu. Bu alanın çok geniş
olduğu ve burada ikinci bir koruma kurulunun
kurulmasının zorunlu olduğunu kendimiz dile
getirdik. Bunun üzerine epeyce uzun zaman geçtikten
sonra nihayet Samsun'da bir kurul daha
oluşturuldu.Trabzon'a kalan alanlar ise Giresun,
Trabzon, Gümüşhane, Rize ve Artvin illerini
kapsıyor.

1. Fatsa'nın doğusunda Bolaman Konağı.
Konak eski bir kalenin üzerine 18. yüzyılda inşa
edilmiş.
Osman Köker
2. Ordu'nun Fatsa ilçesinde birinci derece
doğal sit alanı olan
Gaga Gölü
Cengiz Eruzun
Fakat bu alan daralması Trabzon Koruma Kurulu'nun
yoğun çalışmalarına rahatlama getirmiyor. Doğu
Karadeniz, kültür varlıklarına oranla tabiat
varlıkları bakımından çok zengin bir bölge. Fırtına
Vadisi ve Deresi son günlerde oldukça sık gündeme
geldi. Topografik biçimleniş, flora (bitki) ve fauna
(bitki dışındaki canlılar) bakımından dünyada
benzerine rastlanılmayan zenginliğe sahip; ama bütün
bölgede, çok geniş bir alana yayılan, benzer
karakterde vadiler var. Bu vadilerde de hem kültür
varlığı olarak korunması gereken kırsal yerleşmeler,
hem de birinci derecede doğal sit karakterini
oluşturan dağlar, tepeler, kayalar, yöreye özgün
ormanlar var. Buralara ulaşabilmek için engebeli
arazide emniyetli ulaşım sağlayabilen araç gerekir.
Resmi kuruluşlardan sağlanan araçlar oldukça eski ve
güvensiz. Üstelik çoğu kez araç vermekten imtina
ediyorlar. Ya belediyelerin sağladığı araçlarla
gidiyorsunuz ya da minibüs tutuyorsunuz. Stabilize
bile olmayan toprak yollarda, yağışlı günlerde o
minibüslerle yaylaya çıkmak gibi bir zorunluluk var.
Yükseklik korkusu olan arkadaşlar bu tür araçlara
binmekten çekiniyorlar. Can güvenliğinin sağlanması
gerekiyor; en azından arazi vitesi olan cipler
devletin elinde var, onlardan birinin bize tahsis
edilmesi ya da istediğimiz an kullandırılması
gerekirken bu mümkün olamıyor. Bu nedenden ötürü
Trabzon Koruma Kurulu zor koşullar altında çalışan
bir kuruldur.
Kurulumuz sürekli eksik üyelerle çalışıyor, şu anda
da 5 kişiyi tamamlayamadık.
Aslında yetkilerimiz fena değildi, ama daha sonra
yönetmelikte yapılan birtakım kısıtlamalar söz
konusudur. Mesela, kurulun devamlılığı esastır,
eskiden alınan ve son ilke kararlarına ters düşen
kararları değiştirme olanağı yoktur. Koruma
anlayışında sürekli bir gelişme var. Bu gelişmeyi
dikkate alıp bugünkü ilke kararlarını yürürlüğe
soktuğunuz zaman, "vatandaşın kazanılmış hakları"
gibi bir sorun ortaya çıkıyor. Eski ilke kararlarına
göre uygulaması tamamlanmış konular için bu
değerlendirme doğrudur. Ama uygulamaya geçilemeyen,
sürüncemede kalmış, aradan on yıl gibi bir süre
geçmiş ve zamanaşımına uğramış konular yeniden
gündeme geldiğinde bugün yürürlükte olan ilke
kararlarına göre değerlendirme yapılması gerekir.
Ama Kültür Bakanlığı'nın yorumu, ancak vatandaşın
lehine olabilecek kararların bugünkü ilke
kararlarıyla sanuçlandırılabileceği; vatandaşın
aleyhine olabilecek bazı durumlar için ise eski ilke
kararlarının kullanılabileceği biçimindedir. Bir
başka deyişle 1995'te yürürlükten kalkmış olan bir
ilke kararını bugün de çalıştırmamız gerektiği
yorumu yapılmaktadır. Uluslararası koruma
ilkeleriyle de çelişen bu yorumlar bir anlamda
koruma kurullarının özgür iradelerini sınırlandırma
anlamına da geliyor.
Ayrıca yorumdaki, vatandaşın "lehine" ve "aleyhine"
olabilecek kararların kriteri nedir? Örneğin koruma
kurulu bir karar veriyor ve yapılaşmada kat
sınırlaması getiriyorsa, bu karar için "vatandaşın
aleyhine" yorumu yapılabilir mi? Gerçekte koruma
kamu yararınadır ve kamunun lehine olan bütün
uygulamalar vatandaşın da lehinedir. Korunan
tarihsel çevrede kat ilave etmeden yapılacak bir
bina veya herhangi bir uygulama çevreye uyumu
açısından daha değerli olacaktır. Antalya Kaleiçi
örneklenirse, sit alanındaki tescilli bir ev bir
apartman değerinde olabilmektedir. Demek ki, bir
apartman yapmaya gerek yok.
Koruma ilkelerini belirlerken, her ne kadar her ülke
kendi koşullarına göre bu ilkeleri belirliyorsa da,
uluslararası standartlara uymamız gerektiğini
düşünüyorum. 1995 yılından önce üçüncü ve dördüncü
grup tarihi eser uygulaması vardı. Röleve
çıkardıktan ve arşivledikten sonra binanın
korunmasına artık gerek yok anlamına gelen bir
uygulamaydı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey
yoktur. Çünkü korumada amaç röleve değil, eserin
yıkılmadan korunmasıdır. 1995 yılından sonra
ülkemizde de üçüncü, dördüncü grup uygulaması
ortadan kalktı. Daha önce açıkladığım gibi
"vatandaşın lehine" yorumu ile üçüncü, dördüncü grup
uygulamasını sürdürmek gibi bir durumla karşı
karşıya kalıyoruz. Buradaki çelişkiler, bu konunun
kamuda henüz kabul edilmediğini, gerekli bilincin
henüz aşılanamadığını ortaya koyuyor.
Bir de milli parklar, kuş cennetleri var. Bizim
koruma alanımızın dışına çıkarılmış olan
Kızılırmak'ın deltası Bafra Ovası'nda kaçak olarak
deniz kıyılarına yapılmış villalar var. Kıyı
çizgisinin deniz tarafında kaldıkları için bu
ruhsatsız binaların yasallaştırılması mümkün değil.
Bu konuda vatandaş deniz çizgisinin değiştirileceği
beklentisi içinde; birinci derece doğal sit
alanlarının üçüncü derece doğal sit alanı olarak
değiştirilmesini talep edebiliyor. Kıyı çizgisinin
değişmeyen bir doğal sınır olduğunu, mahkeme
kararıyla değiştirilemeyeceğini anlatabilmek adeta
imkânsızlaşıyor.
Bölgenizdeki tarihsel varlıkların envanteri hangi
oranda çıkarılmış durumda?
Bence, kendi bölgemizin envanterinin henüz yüzde
10'u bile tamamlanmış değil. Ulaşılması zor olan dağ
yerleşimleri ile korunması gereken havzalarda
yerleşmeler var ki, bunların çoğunun yolu patikadır,
vasıta bile giremez. Tabii buralara ulaşım ille de
karayoluyla olacak diye bir zorunluluk yok.
Teleferik gibi doğaya uygun başka teknolojiler de
kullanılabilir. Ülkemizde bu gibi ulaşım
sistemlerine itibar edilmediği için ulaşma olanağı
oldukça güçtür. Kültür Bakanlığı'nın da bu konuda
parasızlık nedeniyle katkısı olamıyor.
Envanter çalışmasının Türkiye genelinde yüzde 15
civarında gerçekleştiği, yüzde 20'ye ulaşılamadığı
yaklaşık olarak ifade ediliyor. Kesin bir oran
verilemez. Kesin bir oran verilebilmesi için zaten
korunması gereken kültür ve tabiat varlıklarının
toplamının kesin bilinmesi gerekir ki bu da
envanterin tamamlanması demektir.
Doğu Karadeniz'deki bazı doğal sit alanları
eleştirilirken, aşırı geniş alanın korunmasından
yakınmalar oluyor. Oysa "doğal sit"i tarif eden
metin var, eğer tanımları uyuyorsa geniş veya dar
olması önemli değil; ne kadar benzer alan varsa
hepsinin doğal sit olması lazım. Doğu Karadeniz'de
alınan kararlar geniş değil, aksine sınırlıdır.
Çünkü birçok vadiye henüz ulaşılamamıştır. Örneğin
Melet Irmağı'nın belki bütünü sit olabilecekken,
ulaşılamadığı için bilemiyoruz. Belgelemek için
belki de helikoperterden yararlanarak hava
fotoğraflarını elde etmek, yakına yaklaşıp detaylar
almak gerekir diye düşünüyorum.
Envanterin tamamlanmasında en büyük problemlerden
biri de harita yokluğudur. Yalnızca 1/25000 ölçekli
askeri haritalar var. Onları da gizli haritalar
olduğu için elde etmek son derece zor. Hatta
mülkiyet haritaları (kadastro haritaları) bile
tamamlanmamıştır. Haritalar tamamlanmadan sağlıklı
bir envanter çalışması yapabilme olanağı yoktur.
Envanter meselesinin ciddi bir biçimde ele alınması
gerekir. Bu konuda önerilerimiz, envanterin tek
başına Kültür Bakanlığı tarafından yapılmamasıdır.
Envanter, kültür ve tabiat varlıklarının tespit ve
tescilinden ibaret bir çalışmadır. Tespiti, tespit
fişlerini doldurup fotoğrafları yapıştırabilecek her
vatandaş yapabilir; ama tescili koruma kurulları
yapmalıdır. Kültür ve tabiat varlıklarını koruma
yönetmeliklerine göre tespit ve tescil yapmak
bakanlığın yetkisindedir. Bakanlık Kaçkarlar'ın
tepesine çıkıp tespit yapmaya ne zaman, ne kadro, ne
de para ayırabiliyor.

1. Fatsa civarında Yasun Kilisesi.
Kilisenin zemini define avcıları tarafından delik
deşik edilmiş durumda.
Neşe Ozan
2. Rize Çamlıhemşin Fırtına Deresi üzerinde
taş köprü.
Köprünün hemen kuzeyinde taşocağı açılmış.
Cengiz Eruzun
Yetkilerin tümünü elinde tuttuğunda da envanter
çalışmasının ancak yüzde 10'larda dolaşması,
Türkiye'nin gerçek değerinin ortaya çıkamaması
sonucu ortaya çıkıyor. Envanter tamamlanabilse
Türkiye'nin bu konuda ne denli önemli bir ülke
olduğu dünyaca kavranacak ve belki de bundan sonra
bazı yardımlar almak mümkün olabilecektir.
Türkiye'de tüm bölgelerimize, hatta kentlerimize
yayılmış üniversiteler var. Bunların öğretim üyesi
sıkıntıları olmasına karşın mimarlık, şehircilik,
restorasyon eğitimi gören, yüksek lisans eğitimi
yapan pek çok üniversite envanter oluşturmada görev
üstlenebilir. Yaz aylarında yazokulu ve benzeri
uygulamalar yapabilirler. Hem kendi arşivlerini, hem
de bakanlığın arşivini zenginleştirecek çalışmalar
yapabilirler. Bakanlığın da buna bir miktar para
ayırması gerekir. Bu kaynak, restorasyon için
vatandaşa verilmek üzere ayrılan paralardan
sağlanabilir.
Envanter oluştururken koruyucu envanter ve bilimsel
envanter olmak üzere iki yaklaşım var. Koruyucu
envanter tarihi eserleri yıkımdan kurtarmaya yönelik
tedbirlerdir. Bir başka deyişle koruyucu envanter
tarihi eserler, doğal sit alanları belirlenerek, sit
sınırları geçirilerek oluşturulur. Ama dereceleri ve
nitelikleri tam olarak belli değildir, sınırları da
çok doğru olmayabilir. Bilimsel envanter, koruyucu
envanter çalışmasından sonra başlatılır. Yöre
hakkında tarihi, yazılı, görsel ve çizili bilgiler
elde edildikten sonra bilimsel envanter oluşturulur.
Son dönemde barajlar çok tartışılmaya başlandı.
Karadeniz'de de Fırtına Vadisi'nde baraj çalışması
var. Bu vadinin özelliği nedir? Yapılacak olan baraj
hangi doğal ve kültürel varlıkları tehdit ediyor?
Sadece Çamlıhemşin'deki Fırtına Deresi değil, Doğu
Karadeniz'deki birçok vadi benzer
karakterdedirTehlike tek başına barajlar da
değildir. Fırtına Deresi'nde baraja karşı çıkılırken
unutulan bir şey var: Karadeniz otoyolunda
kullanılmak üzere açılmış taşocakları.
Taşocaklarının barajdan daha büyük tahribatı
olduğunu düşünüyorum. Sivil toplum kuruluşları haklı
olarak kendilerini bilgi alabildikleri alandan
sorumlu hissediyorlar ve o konuda mücadele
ediyorlar. Taşocakları konusunda bilgileri olmadığı
için o konuda hiç mücadele vermemişlerdir.

1. Hidroelektrik santrali yapıldığında suyun debisi
yüzde 10'a düşecek
2. Çoruh Nehri.
Birbirini takip eden barajlar yapıldığında nehir,
içi su dolu dev basamakları hatırlatan bir merdiven
haline gelecek.İhsan Avcı
Karadeniz'in özellikle ilkbaharda çok büyük debiyle
akan, yazın da tamamen yok olmayan küçük akarsuları
var. "Bunlar boşa akıyor, değerlendirmek gerekir"
söylemleri ile son yıllarda küçük barajlar gündeme
geldi. Barajın ekolojik dengeyi bozacağı, belli bir
alanı da su altında bırakacağı gerekçesiyle bazı
kesimlerde barajlardan vazgeçildi, onun yerine
hidroelektrik santralları öngörülüyor. Çoruh Nehri
üzerinde de yedi ya da sekiz kadar arka arkaya baraj
projeleri var. Bunlardan biri uygulama
aşamasındadır. Artvin'in biraz daha iç taraflarında
baraj için set çalışmaları yapılıyor. Bu baraj
gölünün bittiği yerden ikinci baraj, ikinci baraj
gölünün bitiminde de üçüncü baraj gibi, içi su dolu
dev basamakları hatırlatan bir merdiven düşünün,
işte Çoruh Nehri adeta yedi sekiz basamaklı barajlar
merdivenine dönüşecek. Orada elektrik enerjisi elde
edilecek; ancak akan suyun bu hale gelmesinin
getireceği ekolojik dengesizliğin sonuçları ne
olacak, bunun vereceği zarar barajın getireceği
yararla denkleştirildiğinde hangisi ağır basar, onu
şimdiden tam bilmek mümkün değil. Bildiğimiz
Çoruh'un dar bir havza olduğu, bu havzada büyük
güçlüklerle su kenarlarında meyve sebze
yetiştirilmekte olduğudur. Bütün bunlar barajın
altında kalıyor. Bu geçim kaynaklarının yerine neyi
koyacaksınız, insanlar nasıl geçinecekler?
Bu barajlar yapılırken, benim zamanımda Trabzon
Koruma Kurulu'na sorulmamıştır. Belki de daha önceki
kurul karar vermiş olabilir. Belki de Çoruh
Vadisi'nin rant değeri olmadığı peşinen kabul
edildiği için sorulmamıştır. Oysa sadece ağaçlar ve
bitkilerden değil, kaya biçimlenişleri ve ilginç
topografya özelliklerinden dolayı da doğal sit
karakterini görmek mümkündür. Orada kanyonlar, dik
kayalar ve kayalıkların belirlediği değişik
görünümler var, bütün bunlar şimdi baraj sularının
altında kalacak.
Doğu Karadeniz bölgesinin diğer bölümlerinde, nerede
bir yerleşme varsa orada bir dere bulunmaktadır.
Hopa'nın, Arhavi'nin, Fındıklı'nın yakınında dereler
vardır. Fırtına Deresi de Ardeşen'in deresidir.
Çayeli'nde, Rize'de, İkizdere'de dereler vardır.
Ayrıca Trabzon'un batısında da pek çok dere
bulunmaktadır. Bütün bu derelerin etüt edilmesi
gerekiyor. Tümünde olmasa bile kayalıkları olan
yerlerde taşocağı vardır. Bu taşocakları taşın
tümünü çıkarmak üzere hem derinlemesine ve hem de
alta doğru inen ocaklardır. Doğayı tahrip ediyor ve
tahrip ettikten sonra da riskli bir bölge
oluşturuyor. Toprak kaymasına neden olduğuna, bazı
alanların evlerle birlikte kaydığına, bazı yerlerde
derenin önüne setler yığarak göl oluşturduğuna, daha
sonraki şiddetli bir yağmurda ise yumuşak olan setin
de yıkılmasıyla mil taşıyan bir sel felaketine yol
açtığına tanık oluyoruz.
Hidroelektrik santrallarının, doğal çevrenin
ekolojik dengelerini bozması gibi olumsuz etkileri
söz konusudur. Bu santralların ekolojik dengeyi
bozmadığı iddia edilse bile uygulama sırasında bazı
yolların açılma zorunluluğu; su çok küçük göletlerle
alınacağından çevreyi bozmayacağı söylense bile
yüksekliği 6-7 metreyi bulan setler oluşturulma
zorunluluğu nedeniyle doğanın zarar göreceği
açıktır. Derelerden alınan sular yeraltından
götürülüp elektrik santralına indiriliyor. Suyun
yeraltından götürülmesini doğayı aşırı tahrip
etmesini engelleyen bir uygulama olarak
değerlendirebiliriz. Ama gene bu tünellere ulaşmak
için oralara yol yapılması söz konusu olduğu zaman
bir doğa tahribatı söz konusu oluyor.
Hidroelektrik santrallarındaki en büyük olumsuzluk,
suyu aldıktan sonra, alınan noktadan santrala kadar
olan bölümdeki suyun içinde herhangi bir canlı
yaşayamaması; su alınan noktadan hidroelektrik
santralına kadar olan bölümde endemik balık
türlerinin yaşamasına olanak tanıyacak kadar
bırakılması gereken su miktarı tespit edilemiyor.
Mesela yüzde 10 civarında bırakıldığı zaman bu suyun
canlıların yaşamına imkân vermediği çevre
uzmanlarınca ifade edilmektedir.
Bu da suya bağlı olan canlıların yok olmasının yanı
sıra hem orada yaşayan insanlara hem de doğanın
bundan sonraki yaşamına olumsuz etki ettiği için
çözümü olanaksız büyük problem olarak ortaya
çıkıyor.
Fırtına Vadisi'nde yol açılmış, ağaçlar kesilmiş,
arazi kaymaları olmuştur. Doğa ve orman uzmanlarınca
Fırtına Vadisi'ndeki doğal alanın olduğu gibi
korunması, tek bir ağacın bile kesilmemesi gerektiği
ifade edilmektedir; yaşı tükense bile ağaçlara
müdahale edilmeden kendi kendine yıkılmasına olanak
verilmesinin doğru olduğu, flora ve fauna zenginliği
nedeniyle laboratuvar olarak korunabileceği
tespitleri yapılmıştır. Bitki türleri çok zengin
olduğu için dünyaya referans verebilecek bazı
bulgular burada elde edilebilir.
Bütünü sit alanı ilan edilmiş olsa da olmasa da bu
yörelerin tamamı bana göre sit karakteri taşıyor.
Vadilerin tümünde envanter çalışmalarının yapılması
ve bu verilere dayalı tedbirler alınması gerekir.
Yayla turizmi için en uygun yerlerden biri olarak
bilinen Uzungöl için bile bir hidroelektrik santralı
projesi vardı.
Uzungöl için birden fazla, belki dört ya da beş
kadar barajın kurulması için projeler vardı. Ama
orada daha projeler kurulumuza gelmeden ÇED
raporları reddedildiği için şimdilik öyle bir konu
gündemimize gelmemiştir.
Bölgedeki tarihsel varlıklar da oldukça dağınık
vaziyette, değil mi?
Doğu Karadeniz bölgesinin özellikle iç kesiminde
daha çok noktasal kuleler biçiminde küçük kaleler
var. Kıyı kesiminde de eskiden bazı kaleler varmış
ama onlar çoğunlukla tahrip olmuş. Giresun'da adanın
üzerinde bir kale var. Pazar'da bir kale var, ama
hemen hemen yıkılmış durumda. Fırtına Vadisi'nde Zil
Kale ve Kale-i Balâ adıyla bilinen iki kale var.
Trabzon'un iç taraflarında, Maçka yakınlarındaki
tepelerde çok küçük arazi parçasının surlarla
çevrilmiş olduğunu görüyoruz. Bunların henüz
bilimsel envanteri oluşturulmadığından yalnızca
koruyucu envanter olarak tespit ve tescili
yapılmıştır.
Bunların dışında sayılarının 250'yi aştığı söylenen
küçük kiliseler, şapeller var. Trabzon Koruma
Kurulu'nun raportörleri çok çalışkandır. Kendi
imkânlarıyla gidip orada tespitler yapıyorlar,
fotoğraflar çekiyorlar. Kendi imkânlarımızla
envanteri tamamlamaya çalışıyoruz. Ama bu çok
yetersiz. Her yerin üzerinde iki üç ay çalışmak
gerekir. Hava fotoğrafları da oralarda çok önemli.
İçerideki dağ köylerinde eski olanaklarla,
geleneksel malzeme kullanılarak yapılan evlerin
oluşturduğu yerleşmeler var. Bunların hepsini henüz
tespit edebilmiş değiliz. Ama büyük bir özveri ile
çalışmaları sürdürüyoruz. Özellikle taş köprüler,
mezarlıklar, mescitler yöreye özgü mimari karakter
taşımaktadır.
Karadeniz otoyolu bölgeyi nasıl etkileyecek,
özellikle kültür ve doğa varlıkları bakımından?
Şimdiden çok kötü etkiliyor. Birincisi otoyolun
malzemesini, hep anlatmaya çalıştığım gibi sit
karakteri taşıyan vadiler sağlıyor. Bunlardan bir
tanesi Kızılırmak Vadisi'ndedir. Bafra Ovası'nın
biraz arkasına gidildiğinde kaya mezarlarının olduğu
kanyonlar var. Sert kayalar sütun şeklinde oyularak
kayanın arkası da boşaltılmıştır. Yekpare kaya
içinden çıkarılmış bir boşluk yaratılmış. Olağanüstü
değerli ve güzel arkeolojik kalıntılar yer
almaktadır. Orada çok büyük bir taşocağı açılmış.
Burada Karadeniz otoyolu için mıcır kırılıyor.
Böylesine bir imalatın orada olmaması gerekirken
teknik elemanlarca en iyi, en dayanıklı malzeme bu
kayalardan elde edilebildiğinden buranın tercih
edildiği ifade edilmiştir.
Aslında doğal değerler de işin içine giriyor:
Kanyonun kendisi bir doğa varlığı, hemen arkasında
koyu yeşilliğin taşları sarmasından kaynaklanan
ilginç görüntü geliyor.
Ordu ilinde Melet Irmağı'ndaki taşocakları açılırken
Kültür Bakanlığı'ndan önce bütün bakanlıkların izni
alınmış. Koruma kurulu sit karakterini belirlediği
için için doğal sit kararını aldı. Vatandaşlar
kararı yetersiz bularak mahkemeye başvurdu, mahkeme
de olumlu karar verince, sit alanı bölge idare
mahkemesi kararı doğrultusunda genişletilmiştir.
Doğu Karadeniz'de sadece vadilerdeki değil,
kıyılardaki taşlar da kırılıyor ve deniz
dolduruluyor. Bazı yerlerde kayalar kırılarak
hafriyatlar yapılıyor. Çıkan malzemeler taşınarak
başka yerlerde deniz dolduruluyor. Karadeniz'in
denizden görünümü tamamen değişti. Eskiden
yeşilliklerin kıyının üstüne konsollar oluşturduğu,
dik kayalarla kıyının bütünleştiği, ayrıca denizin
içinde de çeşitli biçimde kayaların su ile birlikte
ilginç görünümler oluşturduğu ve bu kayaların
üzerinde martıların ve diğer su kuşlarının
kaynaştığı alanlar şimdi yok. Gürültü nedeniyle
deniz kuşlarının hepsi göç etmiş. Kıyının biraz
açıklarında eğer küçük bir kaya varsa martıların
bütünüyle orada konaklamış olduğunu görüyorsunuz,
kayanın üzerinde bir tek martı konacak kadar yer
kalmamacasına. Martıları bile yurtsuz bırakılacak
kadar bir doğa tahribatı var.

Trabzon Sürmene'de
Yakuboğlu Memiş Ağa Konağı.
19. yüzyıl başında Yakuboğlu derebeyi ailesi
tarafından yapılmış. Kastel Konağı olarak da bilinen
konak deniz kıyısındaki bir yükseltinin üzerinde
kurulu. Daha sonra önünden üç yol geçirilmiş:
1916'da Rus işgali sırasında yapılan ve Trabzon ile
Rize'yi ilk kez birbirine bağlayan yol, Cumhuriyet
döneminde yapılan karayolu ve şimde de Karadeniz
otoyolu.
Konak şimdi denizden bir hayli uzakta kalmış.
Neşe Ozan
Cengiz Eruzun
Deniz doldurulurken otuz metre derine kaya atılıyor,
onun üzerine yol yapılıyor. Bu büyük harcama ile
yapılan tahribatı Karadeniz'in affetmesi mümkün
değildir. Günün birinde deniz alanları oyacak ve
insanlardan öcünü alacak. Ama yine de bu kolay
kazancın tadını alanlar yılmayacak, yeniden kaya
kırarak yeniden denize dökeceklerdir. Denizin
doldurulması maliyeti yükselten bir unsur. Karayolu
yanlıştır. Ama madem ki yapılıyor, hiç olmazsa
denize uzanan dik burunların tünellerle geçilmesi
gerekiyor. İşte o zaman bu güzellikler tahrip olmaz.
Karadeniz otoyolunun fizibilitesi 2 katrilyon
civarındadır. Ancak bu israfla maliyet 5 katrilyonu
geçecektir. Aslında Karadeniz'in sıfır maliyetli bir
denizyolu vardır. Karadeniz yerleşmeleri tümü ile
kıyıdadır. Buna rağmen şimdi Trabzon'a gemiyle
gidilemiyor. Denizyolları seferleri iptal etmiş
durumdadır. Gerekçesi de yolculuğun üç günde
tamamlanabilmesinden ötürü vatandaşların karayolunu
tercih etmesi olarak gösteriliyor. Karayolundaki
2000 model otobüsün yerine denizde 2000 yılında
üretilmiş bir deniz taşıtı alternatif olarak
sunulmuyor. Sunulmadığında zorunlu tercih otobüs
olacaktır. Ama bu alternatif yaratıldığında yolculuk
çok daha kısa süreceğinden ve konforlu bir yolculuk
sağlayacağından denizyolunun tercih edileceği çok
açıktır.
Otoyolun yerleşim alanlarında da kıyıdan geçmemesi
gerekir ama, koruma kurullarının ilgi alanı ancak
doğal sit karakteri taşıyan yerlerle sınırlıdır.
Raportörlerimizin yapmış olduğu envanter çalışmaları
doğrultusunda belirlenen doğal sitlerde başarı elde
edildi. Örneğin Konakönü'nde arkadan yol varken
kıyıdaki kayalar kırılmaya çalışılıyordu. Konakönü
sit alanı ilan edildikten sonra bu uygulamadan
vazgeçildi. Deniz de sit bitişiği olduğu için
denizin doldurulması önlenmiş oldu. Arkadaki yolu
genişleterek nispeten daha doğru bir uygulama
olabildi. Diğer bazı sit alanlarında da tünellerden
yararlanılmıştır. Denizin doldurulması, kayaların
kırılması vs yol maliyetini artırıcı etken
olduğundan, bazı imtiyazlı kişilerin çıkarlarına
uygun düşmektedir. Herhangi bir ulaşım planına
dayandırılmadan yöre insanına ve ülkemize dayatılan
Karadeniz otoyolu, yalnızca sit alanlarını değil
bütün kıyı şeridini tahrip eden, yerleşimlerin
denizle ilişkisini kesen, balıkçıların işlerini zora
sokan korkunç bir proje. Yapılmaması gereken bir yol
çok büyük paralarla yapılıyor. Yakın bir gelecekte
teknolojik gelişmeler ulaşım sistemlerini de
değiştirecektir. Ama Doğu Karadeniz'in yok edilen
kültürel ve doğal değerleri geri gelmeyecektir.
not : bu yazı http://www.tarihvakfi.org.tr/ adlı
sitenin toplumsal tarih adlı aylık yayınından
aktarılmıştır
* Söyleşi:Osman Köker
|
|
| |