|
|
|
"ANTİK ÇAĞDA SURMENE VE ÇEVRESİ"
A. Mican Zehiroğlu
Karadeniz'in doğu sahillerinde, bölgenin doğal yapısı gereği,
tarih boyunca ağaç ve ahşap kültürünün ağırlıkta olması, en eski
dönemlere ait kalıntıların günümüze ulaşmasını büyük ölçüde
imkansız kılmıştır. Güneyindeki ve kuzeyindeki sıradağlar, bu
sahillere kapalı bir havza özelliği vermiş ve bu durum, bölgede
en eski çağlardan beri var olduğu bilinen insan topluluklarının
izole bir kültürel gelişim sürecine sahip olmalarına zemin
hazırlamıştır. Tamamen, bölgenin kendi doğası içinde gelişim
gösteren bu özgün yerli kültüre ait bazı arkeolojik veriler, bu
sahillerin eski Sovyet topraklarında kalan kısmında kısmen elde
edilebilmiştir. Yontma taş el aletlerinden bronz baltalara kadar
uzanan bu nadir bulgular, bölge kültürünün taş devrinden, tunç
devrine kadar uzanan geçmişine dair arkeolojik verileri
içermektedir.
Bölge yerli kültürünün, batı dünyasıyla ilk tanışmasına dair
efsaneler, geç bronz çağı dönemine atfedilen ve mitolojik Yunan
kahramanlarının bu gizemli sahillere gerçekleştirdikleri
yolculukları anlatan öyküler üzerine kuruludur. Eski Yunan
mitolojisinde önemli bir yer tutan bu öykülerde, Karadeniz'in
Doğu sahilleri " Kolchis " adıyla, burada yaşayan insanlar ise "
Kolchi " adıyla anılır. Eski Yunan denizcilerinin bu
yolculuklarının, zamanla düzenli ticari faaliyetlere dönüştüğü
ve daha sonra bu amaçla bölge sahillerinde pazar yerleri
kurulduğu düşünülmektedir.
MÖ 500 lü yıllarla birlikte bu pazar yerleri, kolonici
tüccarlara ait iskelelere dönüşmeye başlamış ve muhtemelen
Trapezos da bir ticari koloni yerleşimi olarak bu dönemde
kurulmuştur. Doğu Karadeniz'de Trapezos isimli bir Yunan koloni
yerleşiminden bahseden ilk yazılı kaynak Anabasis'tir ve aynı
zamanda Doğu Karadeniz'e dair en eski, en sağlıklı gözlemleri
aktaran bu eser Xenophon'a aittir.
MÖ 400 yılında Doğu seferinden dönen bir Yunan ordusunun, Doğu
Anadolu’yu güneyden kuzeye geçerek Karadeniz'e ulaşması ve
Trapezos'daki Yunan kolonisinin yardımıyla Yunanistan’a geri
dönmesi, bu sefere katılan Xenophon'un Anabasis isimli eserinde
ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Trapezos kentine ulaşmak için,
Bayburt üzerinden Surmene yaylalarına varmaları ve Madur
tepesinden denizi görmeleri, Xenophon'un heyecenla aktardığı
sefer notları arasında yer alır ;
"...Beşinci gün Thekes isimli bir dağa vardılar. İlk askerler
doruğa varır varmaz büyük bir çığlık yükseldi. Xenophon ile
artçılar bunu işitince cephenin saldırıya uğradığını sandılar.
Çünkü kendilerini, yakmış oldukları bölgenin halkı izliyordu.
Ama çok geçmeden askerlerin “Deniz, deniz” diye haykırdıkları
duyuldu. Tüm askerler doruğa varınca, komutanlar gözleri
yaşararak birbirlerini kutladılar..” (Anabasis - 4.7)
Bugünkü Madur tepesini aştıktan sonra, daha sonraki çağlara ait
tarihsel kayıtlarda Tzani adıyla anılacak olan Doğu Karadeniz
dağlı yerlileri ile karşılaşan Yunanlılar, onlarla bir tercüman
aracılığıyla iletişim kurarak, amaçlarının istilâ değil, denize
ulaşmak olduğunu söylemişler ve onların geleneklerine göre
mızraklarını karşılıklı değiştirerek, tanrıların tanıklığında
barış yapmışlardı. Onlar da kendilerine yol açarak sahile
ulaşmalarına yardım etmişlerdi. Ancak daha aşağıda, sahile yakın
kesimlerde yaşayan yerli halk, Yunanlılara onlar kadar dostca
davranmamışlardı. Xenophon’un Kolşi adıyla bahsettiği bu
insanlar, Yunanlıları tuzağa düşürmüşler ve terk ettikleri
köylerinde bol miktarda deli bal bırakarak, Yunanlıların kitle
halinde komaya girmelerine neden olmuşlardı. Yunanlılar, ölümcül
olmayan bu balın etkisinden ancak üç dört gün sonra kurtulup
yollarına devam edebilmişlerdi.
Daha sonra iki günlük bir yürüyüşle Trapezus’a ulaşan Yunan
ordusunun, burada erzak sıkıntısına düşmesi ve bu nedenle yerli
halka saldırarak köylerini yağmalaması da, Anabasis’de ayrıntılı
şekilde anlatılmıştır ;
"...Karadeniz kıyısındaki Trapezus , Sinope’nin Kolşi
ülkesindeki kolonisidir. Yunanlılar orada otuz gün kadar Kolşi
köylerinde kaldılar. Bu köyleri üs olarak kullanıp Kolşilerin
memleketini talan ettiler..." (Anabasis 4.VIII.23)
Xenophon, eserinin sonraki bölümlerinde de Kolşi adıyla
bahsettiği Trapezos civarındaki yerli halkın, Yunanlı askerlerle
ilişkilerine değinir ve kendi askerlerine hitaben bir konuşma
yaparak yağma faaliyetlerini daha düzenli bir şekilde yapmaları
gerektiğini anlatır ;
"...pazar ihtiyaçlarımıza yetmiyor ve birkaç kişi dışında
yiyecek satın alacak paramız yok. Oysa düşman ülkede
olduğumuzdan, yiyecek sağlamaya tedbirsizce gidersek çok adam
kaybetmemizden korkarım. Bence yiyecek aramaya mangalar halinde
gitmeli, sağ salim geri dönmek istiyorsanız kırlarda rastgele
dolaşacağınıza bu akınların tertiplenmesini bize
bırakmalısınız..." (Anabasis 5.I.5)
Xenophon'un bu uyarısını dikkate almayan Yunan askerleri,
Trapezos civarındaki yerleşim bölgelerine yönelik yağmalama
faaliyetlerine devam ederler ve bu saldırılardan birinde
komutanlarıyla birlikte iki bölük askerin tamamı yerliler
tarafından imha edilir. Yerli Kolşilerle Yunanlılar arasındaki
bu çatışmalar, Yunanlılar bölgeden ayrılıncaya kadar devam eder.
Xenophon eserinin bir başka yerinde de taşlanarak öldürülen
yerli Kolşi elçilerinden ve muhafızlarından bahsederek, kendi
askerleriyle ilgili özeleştirilerde bulunur. Xenophon, bugünkü
Trabzon civarındaki yerli halk olarak bahsettiği Kolşilerin
yaşam biçimlerine dair ayrıntılı bilgiler vermemiştir. Ancak,
ondan asırlar sonra çağının en önemli coğrafya kitabını yazan
Strabon'un, daha doğuda, Phasis nehri civarında yaşayan
Kolşilerle ilgili verdiği bilgiler bize bu konuda bazı ipuçları
vermektedir ;
"Gerektiğinde teknelerini süratle bir araya toplayarak, korsan
filoları oluştururlar; ticari gemilere, ülkelere ve sahil
kentlerine saldırılar düzenlerler, bu şekilde denizdeki
hakimiyeti ellerinde tutarlar.(...) Memleketlerine döndüklerinde
ise, teknelerini sahilde bırakmayarak omuzlarında karaya
çıkarırlar ve onları ormanların arasında yer alan barınaklarına
kadar götürürler. Yeni bir sefere çıkacaklarında da ,
teknelerini tekrar sahile indirirler. Ve bu sahillerde yerleşik
kabilelerin tümü, her zaman bu tür korsanlıklarla geçinirler...”
(Strabon 11.2.12)
"Bu ülke, hem ürünleriyle, hem de gemi inşasına yönelik her
konuda mükemmel düzeydedir; -balları hariç, zira balları oldukça
serttir- üretilen keresteler nehirlerin üzerinde aşağılara
taşınır ve halk başta keten olmak üzere, kendir, balmumu ve zift
üretimi ile uğraşır. Eski zamanlardan beri dış ülkelere kendir
ihraç ettiklerinden, kendir kumaşı imalatında yaygın bir ün
kazanmışlardır.” (Strabon 11.2.17)
MÖ 335 yılına doğru derlendiği tahmin edilen Pseudo-Scylax' ın
coğrafya kitabında, bölgeye ve yerel kültürüne ilişkin
bilgilerin ötesinde, özel olarak bugünkü Surmene civarı ile
ilişkilendirilebilecek en eski kayıt yer alır. Pseudo-Scylax 'ın
bu eserinde Trapezos kentinin doğusunda, Psoron isimli bir
limandan bahsedilmektedir. Daha sonraki çağlarda Surmene'nin ilk
kuruluş yeri olacak olan, bugünkü Karadere nehri ağzının gemiler
için uygun korunaklı yapısı dikkate alındığında, Psoron
limanının burası olabileceği düşünülmektedir. Bu dönemde kendi
parasını basan Yunan koloni kenti Trapezos, uzunca bir süre
serbest bir ticaret kenti statüsünde varlığını devam ettirmiş ve
bölgenin yerli halkıyla, batı dünyası arasındaki ticari
ilişkilerde köprü görevi üstlenmiştir.
MÖ144 yılına kadar olan gelişmeleri yazan tarihçi Polybius,
eserinin bir yerinde Yunanistan ile Karadeniz memleketleri
arasındaki ticari ilişkilerden bahsederken, buralardan temin
edilen malları; büyük baş hayvan, köle, bal, balmumu ve
tuzlanmış balık olarak sıralar. Aynı bölgeye ihraç edilen
başlıca ürünler ise zeytinyağı ve şaraptır.
MÖ114 yılından itibaren Karadeniz Kapadokyasını merkez alarak,
Anadolu'da Romalılara karşı egemenlik mücadelesine girişen, İran
menşeli Mithridat VI, bir süre sonra Trapezos kentini ve
çevresini de hakimiyeti altına alır. Bir sonraki yüzyılda bu
hanedanın egemenliğine son veren Romalılar, Trapezos ve çevresi
de dahil olmak üzere tüm Doğu Karadeniz sahillerinde hakimiyet
kurarlar. Ancak tüm bu gelişmelerden, Trapezos kenti dışındaki
yerli halkın fazlaca etkilenmediği, sonraki asırlara ait
kayıtlardan anlaşılmaktadır. İzleyen yıllarda Trapezos kenti ve
çevresi, Amasya'da Roma imparatorluğuna bağlı olarak kurulan
Karadeniz Polemonia kralığının topraklarına dahil edilmiştir.
MS1. yüzyıla ait bir haritadan geliştirildiği düşünülen Tabula
Peutingeriana isimli bir Roma yol kılavuzu, muhtemelen,
günümüzdeki Surmene ile ilişkili gibi görünen yerleşime dair en
eski bilgiyi içermektedir. Orta çağa ait bir kopyası günümüze
ulaşan bu çalışmanın bir çok kısmı yüzyıllar içinde
güncellenerek genişletilmiştir. Ancak, diğer verilerden açık ve
net bir şekilde anlaşılmaktadır ki, Doğu Karadeniz ile ilgili
kısımlarında, MS.1 yüzyıla ait bilgiler, orjinal şekilleriyle
kalmışlardır. Bu nedenle, bu belgede geçen Hyssilime adının,
bugünkü Surmene kasabası ile ilgili en eski yazılı kayıt
niteliğini taşıdığı söylenebilir. Bu belgeye göre Trapezunte'den
sonra Hyssilime, daha sonra da Opiunte gelmektedir ve Hyssilime;
sahilde Trapezunte ile Opiunte arasında bir Roma askeri
istasyonu olarak görünmektedir.
MS69 yılının sonlarına doğru bugünkü Surmene çevresinin de dahil
olduğu sahiller, büyük bir ayaklanmaya sahne olur. Tacitus' un
aktardığı bilgilere göre, Aniketus isimli yerli bir denizcinin
önderliğinde Romalılara karşı ayaklanan yerli halk, tekneleriyle
Trapezus kentini kuşatarak limandaki Roma gemilerini yakarlar ve
kentteki kolonicilerin mallarını mülklerini yağmalarlar.
Tacitus’ a göre, isyancı yerlilerin kullandığı tekneler ; çift
pruvalı, her iki yöne hareket edebilecek şekilde ve metal
bağlantı elemanları kullanılmadan, tamamen ahşaptan yapılmıştı.
Fırtına ve büyük dalgalara karşı üst kısımları tamamen
kapanabiliyor ve böylece dalgalar arasında yuvarlansalar bile
batmıyorlardı. Roma imparatoru Vespasianus, bölgeye bir ordu ile
bir deniz filosu göndererek bu ayaklanmayı bastırır. Bu
ayaklanma, tarih boyunca Doğu Karadeniz halkının egemen
devletlerin otoritelerine karşı gerçekleştirdikleri sayısız
isyanlardan biri olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
MS130' lu yılların başında Roma imparatorluğunun Kapadokya
valisi olan Arrianus, gerçekleştirdiği Karadeniz seyahati ile
ilgili olarak, imparator Hadrianus’a hitaben bir rapor yazmış ve
bu raporun bir bölümünde de Trapezus’dan itibaren sahil boyunca,
doğuya doğru gerçekleştirdiği bir deniz yolculuğunun notlarını
aktarmıştır. Buna göre, Trapezus'dan ayrıldıktan sonra, önce
küçük bir Roma askeri birliğinin konuşlandırılmış olduğu Hyssu
limanına uğramış, oradan sonra da Ophis deresine ulaşmıştır.
Arrianus’a göre bu dere, Kolşi bölgesi ile Thiannika (Tzanika)
arasındaki sınırı oluşturmaktadır.
Arrianus'un mezar taşında, MS 2. yüzyıla ait bir Karadeniz
teknesi. MS150 yılına doğru yayınlandığı düşünülen coğrafya
atlasında Ptolemeus, başta çağdaşı Marinus olmak üzere, diğer
eski coğrafyacıların eserlerinden yararlanmıştır. Hazırladığı bu
atlasta, derlediği coğrafi bilgileri kendi geliştirdiği bir
koordinat sistemine aktarmıştır. Bu çalışmanın günümüze ulaşan
oldukça geç tarihli bir kopyasında, önceki ve sonraki tüm
kaynaklarda Trapezus'un doğusunda gösterilen Hyssi limanı
muhtemelen bir hata sonucu Trapezus'un batısında
işaretlenmiştir. Ptolemeus'un haritasına göre, Trapezos ve
bugünkü Surmenenin bulunduğu bölge Roma imparatorluğunun
"Karadeniz Kapadokyası" eyaletine bağlıdır.
MS407 yılına tarihlendirilen bir Roma askeri raporu Notitia
Dignitatum'da da, uzunca bir süre tarihsel kayıtlarda adı pek
geçmeyen Hyssi limanından tekrar bahsedilir. Bu belgede, Ysi
Porto olarak geçen askeri garnizon Trapezus'un 30 km kadar
doğusunda gösterilmiştir.
MS470 li yıllara ait bir başka bilgi de, Antakyalı Johannes
tarafından aktarılır. Buna göre, Trapezus çevresinde yaşayan
yerli Tzani halkının Romalılara büyük zararlar verdikleri,
imparator Leo'nun da bunun üzerine bölgeye destek kuvvet
gönderdiği belirtilmektedir.
MS540 lı yıllarda Bizans ile İran arasındaki savaşlar sırasında
bölgeye dair bir kayıt da tarihçi Prokopius'a aittir. Buna göre,
Trapezus çevresinde yaşayan Tzani halkından bin kişilik bir
kuvvet de Bizanslıların yanında İranlılara karşı savaşa
katılmıştır.
MS550 li yılların başında gemiyle Trapezus'dan doğuya doğru
seyahat eden Prokopius, bu sahillerle ilgili gözlemlerini ve
bilgilerini de seyahat notlarına ekler ;
“…Buradan, Trapezunt bölgesinden Susurmena köyüne ve Rize
denilen yere varılır(…) Trapezunt civarındaki tüm yerlerde
üretilen ballar, oldukça serttir(…) Bu bölgenin sağ tarafında,
yukarıda, Tzanika’nın dağları yükselir, ve onların arkasında da
Ermeniler yer alır, ki bunlar Bizanslılara bağlıdırlar…” (
Prokopius VIII. ii. 3-5 )
Prokopius, Tzanika memleketi olarak adlandırdığı bölgenin yüksek
kesimleri ile ilgili gözlemlerini de daha sonraki yıllarda
imparator adına gerçekleştirdiği bir teftiş gezisi sırasında
aktarmıştır. Onun bu gözlemleri ve seyahat notları, bugünkü
Trabzon çevresinin dağlık kesimine ve yerli halkına dair oldukça
sağlam bir tarihsel tanıklık niteliği taşır. Asırlar önce
Xenophon'un izlediği güzergahı kullanarak Bayburt tarafından
bugünkü Soğanlı dağlarını aşan Prokopius, Surmene ve Of
yaylalarının bulunduğu yerleri geçerek Trapezus'a ulaşmıştır. Bu
yolculuğu sırasında, bugünkü Surmene, Of yaylaları ile ilgili
gözlemleri ve orada karşılaştığı dağlı yerlilerin yaşam
biçimleri ile ilgili aktardığı bilgiler, bölgenin bugünkü
kültürel dokusunun kökleriyle ilgili önemli ipuçları içerir ;
“Tzaniler, kadim zamanlardan beri, herhangi bir hükümdara bağlı
olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Vahşice bir
yaşam biçimi sürdürerek, ağaçlara, kuşlara ve çeşitli mahluklara
tanrıları gibi hürmet ederler ve onlara taparlar. Ömürlerinin
tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve ormanlarla kaplı olan bu
dağlarda yaşayarak geçirirler, ama hayatlarını, ziraat ile
değil, haydutlukla ve eşkiyalıkla kazanırlar. Zira, toprağı
işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların
en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar,
engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve
hiç bir mahsule uygun olmayan bir toprak yapısına sahiptir.
Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün yetiştirmek için yeterli
toprak bulamazlar. Burada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl
yetiştirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi
bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar
meyve vermeyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın
etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın
başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu
nedenlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda bağımsız bir yaşam
sürmüşlerdir, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı
sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu
tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden
vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgürlüğün
yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve
onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiler.
Böylece, her tür haydutluktan vazgeçerek yaşam biçimlerini
huzurlu bir yola sokmuş oldular ve -daha sonra- düşmana karşı
sefere çıkıldığında, her zaman Romalıların yanında yer aldılar.
Ve imparator Justinianus, Tzani’lerin bir zaman sonra yaşam
biçimlerini tekrar değiştirerek, daha ilkel olan eski
geleneklerine dönebilecekleri endişesiyle, aşağıdaki önlemleri
tasarladı:
Tzanika ulaşılması zor bir memleketti, özellikle de atlılar için
bu kesinlikle mümkün değildi, zira belirtmiş olduğum gibi her
taraf uçurumlarla çevrili ve ormanlarla kaplıydı. Bu nedenle
Tzanilerin komşuları ile ilişki kurmaları mümkün olmuyordu ve
yabani hayvanlar misali, kendi aralarında izole bir yaşam
sürüyorlardı. Bu durumu değiştirmek için, imparatorun emri ile
ulaşıma engel olan ormanlarda ağaçlar kesilerek yollar açıldı ve
engebeli yerler düzeltilerek, atların ilerleyebilmesi için uygun
hale getirildi. Bu şekilde onların komşularıyla ilişki kurmaya
yönelmeleri ve normal insanlar gibi diğer toplumlarla biraraya
gelmeleri sağlanmış oldu. Daha sonra imparator, Skhamalinişi
adıyla bilinen bir yerde onlar için bir kilise inşa ettirdi ve
böylece onlara, ayinlerini gerçekleştirmeleri, kutsanmış ekmeği
bölüşmeleri, dualarla tanrıya sığınmaları ve diğer dini
vecibeleri yerine getirebilmeleri için imkan sağlamış oldu. Bu
sayede, artık onlar da insan olduklarını bileceklerdi. Ve
memleketin her tarafına kaleler inşa etti, Roma ordusunun bu
güçlü garnizonlarında onlara görevler vererek, diğer toplumlarla
ilişki kurmalarını kolaylaştırdı. Şimdi Tzanika’da inşa edilen
bu kalelerin yerlerini sayacağım...”
(Prokopius,Yapılar,III.vi.1-14)
Prokopius'un bahsettiği Hristiyanlaştırma çalışmaları, bölge
yerli halkının Hristiyanlıkla gerçek anlamda tanışmasının,
Justinianus döneminde gerçekleştiğini göstermektedir. Bölgede
devlet hakimiyetini kurmak için önemli bir araç olarak
kullanılan Hristiyanlık, sonraki yıllarda da bölge kırsal
kesiminin Rumlaşması ve bölgede Bizans egemenliğinin kökleşmesi
açısından önemli bir rol üstlenecektir. Bugün hala bölgede aynı
şekilde devam ettirilen yaylacılık geleneği de Prokopius'un söz
ettiği bir başka ilginç ayrıntı olarak dikkat çekmektedir ;
“...Ve buradan biraz doğu tarafına gidildiğinde, kuzeye doğru
uzanan sarp bir vadi vardır; -imparator- burada da Barkhon
isimli büyük bir yeni kale inşa ettirdi. Söylediklerine göre, bu
kalenin ötesinde, dağların aşağı tarafları Okeniti Tzanilerinin
sığırlarını barındırdıkları köylerin bulunduğu yerlerdir. Onlar
bu sığırları, toprağı sürüp işlemek için değil, sürekli bir süt
kaynağına sahip olmak ve etleriyle beslenmek için
yetiştirirler.” (Prokopius,Yapılar,III.vi.20-21)
Kaynakça :
Blockley, R.C.
“The Fragmentary classicising Historians of the Later Roman
Empire, vol.II”, Wiltshire, 1983
Church, A.J. ve Brodribb, W.J.
“The Complete Works of Tacitus”, 1942
Dewing, H.B.
“Procopius : The Persian Wars, Vol I”, LOEB, 1914
“Procopius : The Gothic War, Vol.V”, LOEB, 1928
“Procopius : On Buildings, Vol VII”, LOEB, 1940
Glombiowski, K.
“The Campaign of Cyrus the Younger and the Retreat of the Ten
Thousand: The Chronology” , Pomoerium 1, 1994
Gökçöl, T.
“Ksenophon : Anabasis, Onbinlerin Dönüşü” İstanbul, 1974
Grumbles, G.
“C. Ptolemy and Geography”, Austin, 1995
Janssens, E.
“Trébizonde en Colchide” , Bruxelles, 1969
Jones, H.L.
“The Geography of Strabo” LOEB, 1917
Koshelenko, G. A. ve Kuznetsov, V.D.
“Colchis and Bosporus: Two models of Colonisation?” , New
studies on the Black Sea Littoral, 1996
Müller, K.
“Geographi Graeci Minores”, Paris, 1855
Paton, W.R.
“The Histories of Polybius, Vol. II”, London, 1922
“The Histories of Polybius, Vol. III”, London, 1926
Seeck, O.
“Notitia Dignitatum”, Berlin, 1876
Silver, M.
“ Ancient Economies: The Argonaut Epos and Bronze Age Economic
History”, Newyork, 1999
Stevenson, E.L.
“Claudius Ptolemy: The Geography”, Newyork, 1932
Zuckerman, C.
“The Early Byzantine Strongholds in Eastern Pontus”, Travaux et
mémories, 11, 1991
|
|
| |