PONTOS SORUNU
SAİT ÇETİNOĞLU
DARA CİBRAN
Pontos[1]’un
kelime anlamı denizdir. Pontos sözcüğü bir
milletin/ulusun veya etnik grubun adı değildir.
Tarihsel Pontos Bölgesi ise kabaca,
Osmanlı’ların Gümüşhane, Lazistan, Samsun (Canik)
Sancaklarını kapsayan Trabzon Vilayetini içine
almaktadır. Cizye kayıtlarına göre bu bölge
16.yy dan beri Anadolu’daki Hıristiyanların en
kalabalık oldukları yerdir. Bunların büyük
bölümü Ortodoks Hıristiyanlardır, ancak onların
Yunanlı olduklarını söylemek güçtür. Bunlar 4.
yy dan itibaren Gürcülerin Hıristiyanlaştırılan
iki ana grubu Tzanlar (Canik bölgesinde) ile
Lazların (Lazistan Bölgesinde) soylarından
geldikleri, genellikle Rumca konuşmakla beraber
yerel bir diyalekt kullandıkları ve kendilerine
özgü pek çok adetlerinin olduğu bilinmektedir.
Kıyı şeridindekilere, eski Yunan kolonileriyle,
bölgeye özellikle Trabzon İmparatorluğu
döneminde yerleşen Helenleşmiş Bizans
ailelerinin soyundan gelenleri de ekleyebiliriz.
Trabzon'un ve dolayısıyla Karadeniz'in
fethinden
sonra Tzan ve Lazların önemli bölümü
Müslümanlığı kabul etmiştir, bunların bir bölümü
de 19 yy da uyanan Yunan milliyetçiliğinin
etkisi ve Tanzimat ile Islahat fermanlarıyla
dinsel özgürlük geldiği kanısıyla yeniden
Hıristiyanlığa dönen Of yöresinde yaşayanlar
gibi iki din arasında belirlenmemiş bir inanca
bağlı kalmışlardır.[2]
Pontos’luların dinsel geçmişi başkalarının
olduğu gibi kendileri için de merak konusudur.
Trabzon'un ve dolayısıyla Karadeniz'in
fethinden sonra bölgede başlayan İslamlaşma
süreci sonunda ilginç dinsel gruplar oluşmuştur.
Türkçe konuşan ama Yunan alfabesiyle yazan ve
okuyan Hıristiyanlar olduğu gibi, Rumca konuşan
ve Yunan alfabesi kullanan Rumlar varlıklarını
koruyabilmişlerdir. Bunun yanında Rumca konuşan
ancak Müslümanlaşan ve Arap alfabesi kullanan
gruplar meydana geldi. Hatta 17. ve 18. yy da
Gizli Hıristiyan (Kriptochristian)
gruplarının olduğu bir gerçektir. Bir başka
gerçek de, Müslüman olmalarına rağmen
Hıristiyanlık öncesine kadar uzanan eski
dillerini ve geleneklerini terk etmeyen
grupların varlığıdır.[3]
1908 yılında Of’ta kaymakam vekilliği ve
Trabzon'da maiyet memurluğu yapan ve daha
sonraları TBMM 2. Devre Milletvekili olarak
görev yapan A. Faik Hurşit Günday,
Hayat ve
Hatırlarım adlı kitabında, Trabzon'daki
gizli Hıristiyanlarla ilgili şu bilgiyi
vermektedir: "Meşrutiyetin
ilanını müteakip Yomra, Maçka, Tonya, Şarlı
nahiyelerinde Müslümanların tanassur etmeye
başladıkları görüldü. Hatta bu yüzden birçok
köylerde vukuatlar olmakta idi. Mesela ölen bir
adamın cenazesini defnetmek için Rum Ortodokslar
o adamın Ortodoks olduğunu, Müslümanlar da
Müslüman olduğunu iddia ediyor ve her biri ölüyü
kendisinin gömeceğini ileri sürüyordu. Hükümetçe
yapılan tahkikatte bazan Ortodokslara, bazan da
Müslümanlara veriliyor ve bazan da mesele hal
edilemediği için hükümet tarafından
defnediliyordu. Bu adamların ellerindeki nüfus
tezkerelerinde Müslüman oldukları ve Müslüman
ismi yazılı olduğu ve babasının da Müslüman
olduğu görülüyordu. Buna rağmen kendileri
Ortodoks olduklarını ve isimlerinin Yani ve
Niko gibi Rum isimleri olduğunu ve gizli din
taşıdıklarını söylüyorlardı. Kendileri Osman
Paşa Müslümanı olduklarını ve meşrutiyete kadar
babaları ve kendileri ve aileleri efradı gizli
Ortodoks dinini ve zahirende müslüman gözükmek
suretiyle Ortodoksluklarını muhafaza ettiklerini
söylüyorlardı. Haznedarzade ailesinin 1260
tarihindeki son valisi Osman Paşa tarafından
ismi geçen nahiyelerdeki Rom Ortodoksları cebren
Müslüman yapılmış olduğu için meşrutiyetin
ilanıyla başlayan irtidat keyfiyetinin hakikati
anlaşılmıştı. Bu hadise karşısında mezkür
nahiyelerde ve bilhassa irtidadın vuku bulduğu
köylerde tahkikat yapıldı. Oralarda köy mektep
hocası bile yok, cami yok, İslamiyeti halka
telkin edecek en iptidai bir müessesenin yok
olduğu görüldü.”[4]
Görüldüğü gibi bölgenin dinsel yapısı oldukça
karışıktır.
Türkiye’de Milliyetçilik üzerine çok şey
yazılmasına rağmen milliyetçiliğe ilişkin olarak
Yunan kaynaklarından derlediğimiz Türk
milliyetçiliğine Yunan kaynaklarının bakışını
aşağıya alıyoruz.[5]
20 yy. başlarına kadar da Osmanlı Türklerinin
ulusal bilinçleri yoktur. İmparatorluğu
oluşturan halkları ve ülkeleri egemenlikleri
altına alan savaşçı bir grup özellikleri ön
plandadır. Kendilerini Müslüman topluluk -Ümmeti
Muhammed- olarak tanımlamaktadırlar. Yani dinsel
özellikleriyle tanınmaktadırlar ve din, ulusal
bilinçlerini belirlememektedir.[6]
Osmanlı imparatorluğundaki Türk unsurunda ilk
milliyetçi hareket, Çarlık Rusya’sının –Osmanlı
sınırlarının dışında- 19.yy’ın sonunda
egemenliği altındaki Müslümanları
Hıristiyanlaştırmaya çalışınca ortaya çıkar.
Çarlık Rusya’sındaki Müslümanların bu politikaya
tepkisi Osmanlı imparatorluğunu heyecanlandırır,
zira ilk kez Türk, Tatar ve Hunların ortak
ülkesi olarak anılan ve Ural-Altay da bulunan
mitolojik Turan ülkesinden bahsedilmiştir.
Dolayısıyla Osmanlıdaki ilk milliyetçi bilinç,
değişik halkları, varsayılan ortak kökenlerine
göre aynı sayan Panturanizm seklinde ortaya
çıkar. Temeli olmayan bir ütopyadır. Bu hayali
Tasavvura halklar ya kayıtsız kaldılar ya da
karşı cıktılar[7].
Ancak sınırların dışında cereyan eden bu olay
karşısındaki heyecan veya etkilenme üç değişik
ideolojik akımın doğmasına öncülük etmiştir.
1.Osmanlıcılık
2.İslamcılık-Panislâmcılık
3.ve Türkçülük-Pantürkizm
Resmi devlete, bu akımlardan, açık dini temele
dayanan ikincisi yani Panislâmcılık egemendi ve
diğer iki akım devletin kovuşturmasına maruz
kaldı[8].
Panislâmcılık Osmanlı halkı ve ortak vatanı
diyebileceğimiz bir anlayış olarak vücut
buluyordu.
Cahit Bey
Tanin
de İslamcılık ve Osmanlıcılığı tarif ederken
şöyle yazmaktadır:
a. Türkler arasında
b. Müslümanların kendi aralarında
c. Ve Osmanlıların arasında bu bağlılığın
gerçekleşmesini istemekteyiz. Ancak bağlılıkları
en çok kuvvetlenecek olan Türk kavmi olacaktır[9].
Türkleri azınlık olarak ele alan 1908 Anayasası
da, Panislâmcı düşüncenin
iyileştirilmesine-geliştirilmesine yöneliktir[10].
19.yy in ortalarına kadar da Osmanlı Türk
yazarların eserlerinde “Türkiye” kavramı
kullanılmamaktadır. Daha çok saldırganlık ve
fetih ile özdeşleşmiş Türklük ile tanımlanmak
αskeri-bürokratik egemen sınıfa mensup birisi
için çok da cazip gelmez.[11]
Bütün olumsuz göndermeleri içermesine rağmen,
Osmanlılar 18.yy’dan itibaren bu isimlerini
kabullenmeye başladılar. Aynı yüzyılda Osmanlı
dili pratikte Türk dili olarak kabul
edilmektedir.[12]
1889 da İttihat ve Terakki komitesi Midhad
Paşa’nın imparatorluk bünyesindeki değişik
etnisitelerin varlığını, eşit haklar temelinde
ve gelecekte uluslar federasyonuna dönüşmesini
öngören tezlerini kabul ederek kurulmuştur.
20.yy’ın başında İmparatorlukta ulusal
ayaklanmalar baş gösterince bu tezlerin esamesi
okunmayacak ve bu hareketler her zaman
katliamlarla karşılanacaktır.[13]
Makedonya’da Hilmi Bey, İngiliz, Fransız ve
Rusların desteğiyle özerkliğini ilan edince
Almanların Berlin’i İstanbul’a ve oradan da
Bağdat’a bağlayacak olan demiryolu projesi
tehlikeye düşer. Bunun üzerine Almanlar da karşı
atak olarak Hilmi Bey’in Makedonya’daki otonom
rejimini devirmek için Jöntürklerle dirsek
temasına geçerler. 24 Temmuz 1908 de Selanik’te
Jöntürk hareketi patlak verir. Hilmi Bey’in
rejimine son verilerek, Sultan’a Midhat Paşa’nın
Anayasası dayatılır.
İttihat ve Terakki’nin[14]
Jöntürkleri 1907 den sonra ve Paris Kongresinin
ardından her ne kadar ilk çıkış ideolojilerine
sadık gibi görünseler de aslında imparatorluğu
oluşturan bütün halkları ve ulusları
Türkleştirmeye karar aldılar. Nihai karar
1911’deki Selanik kongresinde
alınır ve ilk etapta yönelip yok
edilecekler listesinde, kuşkusuz ulusal
bilinçleri daha gelişmiş olan Rum ve Ermeniler
olacaktır.
Mustafa Kemal dönemine kadar Jöntürkler,
Osmanlıcılığı öne sürerek gerçek amaçlarını
bulanıklaştırma yöntemiyle hareket ettiler. Türk
kimliğine ilişkin en açık tarifi getirecek olan
M. Kemal olacaktır[15].
19 yy’la birlikte milliyetçiliğin gelişmesi,
bölgenin Hıristiyan nüfusunu da etkiler ve her
Osmanlı unsuru gibi öncülüğünü burjuvazinin
yaptığı milliyetçi bir canlanmanın etkisiyle
birlikte, Yunan ulusuna ait olma duygusu
benimsenmeye başlanır. Ancak bu romantik bir
bağlılıktır. Gerçekte Yunanistan’ın
Pontos’lulara ilgisi
yoktur.
19. cu ve
20.ci yüzyılda ortaya çıkan
Kimlik
Krizi çağdaş Hellenizmin de oluşturucu
öğelerinden biridir. Çünkü temel yönelimlerinden
biri kendine ilişkin bilincin (öz bilinç) yeni
veriler üzerinde yeniden kurulumu üzerinedir. Bu
kriz sonuçları itibariyle kültürel kimliğin
politik kimliğe dönüşümü ile ilgilidir. Bu yeni
(ulusal) kimlik, politik bir içeriğe sahiptir ve
Hellenizmin bağımsız bir devlet olarak
uluslararası dünya sistemiyle bütünleşmesini
öngörmektedir. Aynı kimlik krizi
Pontos’lular
için de geçerlidir. Ancak Pontus ideali,
dönemin reel politiğinde değişik güç
merkezlerinin çıkarları arasında parçalanır.
Pontos, 1916 ile 1918 arasındaki dönemde yarı
bağımsızlığı tatmış ve Türk - Yunan Savaşına
kadar (1922) politik mücadelesini sürdürmüştür.
Bağımsızlık mücadelesi ideolojisinden
farklılaşanlar
kaçak
ve Yunanlıları
dinleyenler olarak karakterize edilirler.
Pontos’luların yurtlarına ne kadar bağlı
olduklarına ilişkin çarpıcı bir örnek olması
acısından Pontos Kongresi başkanı Pontos’lu K.
Konstantinidis'in, dönemin Yunan başbakanı
Elefterios Venizelos’a 1. dünya savasının hemen
ardından düzenlenen Barış Görüşmeleri sırasında
ilettiği metninde de görülmektedir. Bu metinde
Yunan dışişleri bakanı N. Politi'nin, Pontos'un
ekonomik yapısı üzerine olan görüşlerini
kınadıktan sonra sözü ülkenin (Pontos’un)
endüstriyel gelişmesine ve ihracat politikasının
dinamiğine getirmektedir.
Ve gelişme potansiyellerinin bir kaç yıl
içinde bir kaç kez katlanabileceğini
vurgulamaktadır. Pontos Osmanlı’nın en gelişmiş
bölgelerinden biridir.
İster Yunanca isterse de Türkçe konuşsunlar bu
Hıristiyan halk yalnızca bu özelliklerinden
dolayı (dinlerinden dolayı) Lozan antlaşmasına
göre 1924 yılına kadar yaşadıkları toprakları,
yani 3 bin yıldır emek verdikleri, ekip
biçtikleri toprakları geride bir tek kişi
kalmayacak şekilde terk ederek başta Yunanistan
olmak üzere gezegene mülteci olarak ve
örgütsüzce yayılmaya mecbur bırakılmışlardır.
Her iki kişiden birinin kaybolduğu, kalanların
da bir dönem bağımsızlık düşleriyle uğrunda
mücadele ettikleri ülkelerini artık katliamlarve
kovulmayla anımsamaktadırlar.
Devrimci
hareket ulusların gelecekleriyle ilgili net bir
görüş sahibidir. Örneğin Lenin UKKTH’da (1914)
ulusal hareketlerin devrimci yanına dikkat
çekerek feodal gericiliğe karşı ulusal
hareketlerden yana tavır almış ve ulusların
kendi bağımsız devletlerini kurmalarını
savunmuştur. Lenin’in sözleriyle: "Kendi
kaderini tayin derken ulusun yabancı ulusal
bütünlükten koparak bağımsız devlet olarak
örgütlenmesini anlıyoruz". Ulusal baskıyı
ise emperyalizmin yeni biçimi olarak algılamakta
ve "bir başka ulusu ezen ulusların
kendilerinin de asla özgür olamayacağını"
ileri sürmektedir.
Lenin’in analizlerinin Rum, Ermeni, Arap ve
Kürtlerin durumuna tıpa tıp uyduğunu söylemek
mümkün.
Bolşeviklerin Türkler hakkındaki görüşleri ise:
"Türkler, şimdiye kadarki asimilasyoncular
içinde en şiddetli olanları olarak, yüzyıllar
boyunca ulusları sakatladılar ve toplu
kıyımlardan geçirdiler.”(Lenin, UKKTH sayfa 57
Yunanca baskı)
Keza Bolşevikler Türk milliyetçiliğinin tarihsel
alanının İyonya, Pontos, Doğu Trakya olmadığını,
ancak Anadolu’nun iç kısımları olduğuna
inanırlar. Bu anlamda kendisini oluşturan
parçalara bölünmesinin de pozitif bir süreç
olduğunun altını çizmektedirler. Ulusal
hareketlere karşı mesafeli duruşu ve
uluslararası sosyalist harekete önceliği ile
bilinen Roza Luxemburg ise şöyle demektedir:
"Türkiye
kendisini oluşturan diğer unsurlarla birlikte
yeniden dirilemez çünkü değişik uluslardan
oluşmaktadır. Bunun (bu birlikteliğin) hiç bir
maddi çıkarı ve ortak çıkarı olacak şekilde
koşulları yoktur. Tersine, diğer uluslar
aleyhine baskı ve sefalet koşulları her gün daha
da artmaktadır. Bundan dolayı da diğer uluslar
kendi toplumsal gelişmelerini tamamlamak üzere
ayrılarak kendi devletlerini kurmanın peşine
düşmüşlerdir. Türkiye için tarihsel kriz gelip
çatmıştır: Dağılmaya mahkûmdur !( R.
Luxemburg, Türkiye de Mücadeleler ve
Sosyaldemokrasi)[16]
Luxemburg, Hıristiyan devletlerin kendi
kaderlerini tayin mücadelesine karşı, devrimci
mücadelenin görevini ise sınırsız dayanışma
biçiminde tarif ederek. Şöyle der: "Türk
egemenliğinde kaldıkça hiç bir ülkenin ilerleme
şansı yoktur. Doğu sorunu karşısındaki
görevimiz, Türkiye’nin parçalanmasını bir
gerçeklik olarak kabul etmek ve bu Hıristiyan
uluslara karşı sınırsız dayanışmada bulunmaktır".[17]
Ancak Osmanlı devletinde iktidarın Jön Türklerce
ele geçirilmesi konusunda devrimci hareket ikiye
ayrılmaktadır. Örneğin, Luxemburg "yeni
Türk hükümetinin iç olgunlaşmamışlığından ve
karşı devrimci karakteri"nden
bahsederken Lenin, onları
otantik
devrimciler olarak nitelemektedir. Kendi
sözleriyle Jöntürkleri şöyle olumlamaktadır:
"Ben ve
Bolşevikler Sovyet Devriminin Jöntürkleriyiz".
Ancak sonraları "Büyük Sovyet Ansiklopedisi"ne
Jöntürkler tarihin sahte yazıcıları olarak ve
Pantürkist şoven doğmanın ilham kaynağı olarak
geçecektir.
Roza Luxemburg un
'Türkiye’de Alman emperyalistlerinin
faaliyetleri'[18]
adlı çalışmasında Almanların, Türkiye’de çok
büyük ekonomik ve askeri çıkarları olduğundan
bahsetmektedir. Keza güçlü bir Türkiye olursa
Britanya ile daha iyi baş edeceğini
düşünmektedir. Tam da bundan dolayı Türkiye’nin
toprak bütünlüğünü en az onun kadar istemekte ve
bu bütünlüğe yönelen her ulusal hareketin yok
edilmesinde elinden gelen yardımı yapmıştır.
Böylece Osmanlı toprakları, Almanların en önemli
faaliyet alanı olarak öne çıkar. Bunun en önemli
ayağını ise Alman bankaları oluşturmaktadır. Bu
faaliyet ve göz boyamanın bir örneği de;
8 Kasım 1898 de Şam’da bir bayram gününde
yaptıkları yemindir; Almanlar, Selahaddin
Eyyubi’nin izinde ve peygamberin yeşil
bayrağının altında Müslüman toplumu koruyup
kollama sözü vermekten çekinmezler.
Roza Luxemburg’un adı gecen eserinde ifade
ettiği gibi Osmanlı devletinin yeniden
dirilişinin Almanlarca üstlenilmiş olması, ölüyü
cilalamaktan başka bir şey değildir.
Roza Luxemburg’un görüşleri, Bağdat demiryolu
inşaatının, Osmanlı İmparatorluğundaki halk
yığınlarının sömürülmesinin gerici niteliğini
daha savaş ortasında görülmesi ve gözler önüne
serilmesi
bakımından önemlidir. Rosa Luxemburg,
Berlin kadınlar hapisanesinde şöyle
seslenmektedir:"Alman emperyalizminin en önemli
harekât alanı Türkiye, burada yolları açan da,
Almanya'nın doğu politikasında ağırlık
noktasını meydana getiren Deutsche Bank ile onun
Asya'da giriştiği büyük işler olmuştur. ... Bu
yoldan ... iki türlü sonuç elde ediliyor.
Anadolu'nun köylü ekonomisi, Avrupa, özellikle
Alman banka ve sanayi sermayesinin yararına
işleyecek iyi düzenlenmiş bir sömürme sürecinin
hedefi haline geliyor. Böylece Türkiye'de
Almanya'nın 'çıkar alanları' genişliyor. Bunlar,
gene Türkiye'nin siyasal 'korunması' için temel
ve fırsat sağlıyor. Aynı zamanda köylülerin
ekonomik sömürüsü için gerekli emme aygıtı, Türk
hükümeti, Alman dış politikasının uslu bir
aleti, kâhyası durumuna giriyor.”[19]
Balkan savaşlarından sonra Almanlar, Türkleri
imparatorluğun diğer (Gayrimüslim) halklarına
karsı fanatikleştirmek için büyük caba
harcamıştır. Dido Sotiriyu’nun[20]
aktardığı gibi; Filistin’de Alman Bankasının
dağıttığı bir bildiri her şeyi ortaya
sermektedir:
"Biz Türkler eğer acı çekiyor ve aç kalmışsak
nedeni, elimizdeki zenginliğimizi çalan ve
ticareti de elimizden alan gavurlardandır. Daha
ne kadar bu duruma göz yumacağız. Mallarını
boykot edin ve onlarla her türlü alışverişi
durdurun. Onların arkadaşlığından ne
umuyorsunuz? Onlara bunca sevgi ve kardeşlik
sunmanın karı nedir?[21]
Anadolu’daki etnik temizlik hareketi Balkan
Savaşından sonra Rumlara karşı ilk kovulma
hareketleri 1914 yılında başlamıştır. Bunun
ardından 1915 yılında ise 1 buçuk milyon
Ermeni’nin yok edilmesiyle sonuçlanan jenosit
yaşanacaktır.
1916 yılında ise yukarıdaki politika ışığında
Alman Ordu komutanı Liman Von Sanders’in
öncülüğünde Pontus Rumlarının "iç alanlara göç
ettirilmeleri"ne geçilmiştir[22].
Sanders Ayvalıkta Rumların hala yerlerinde
olduğunu gördüğünde söylediği söz:
Bu
gavurları hala sürmediniz mi! Olur.
Türkçe’de Pontos Sorunu konusunda yazılanlar öz
ve biçim olarak aynıdır ve tek kaynaktan
beslenmektedirler. Konuyla ilgili tüm neşriyat,
Matbuat ve İstihbarat Matbaasında 1922 tarihinde
basılan Pontus Meselesi[23]
adlı propaganda kitabından iktibas edilerek
birbirlerini tekrar ederler. Temel alınan kaynak
bir propaganda metnidir. Pontos hareketi her
kaynakta aynı sözlerle ifade edilir: Pontus Rum
Cemiyeti ilk defa 1904 yılında Merzifon Amerikan
Koleji'nde gizli olarak kurulmuştu. 1908 yılında
Samsun'da "Müdafaa-i Meşrute", daha sonra
"Mukaddes Anadolu Rum" cemiyetlerinin
kurulmasıyla Pontus teşkilatı genişletilmiş,
Batum'dan İnebolu'ya kadar olan bölgede birçok
şube açılmıştı. Pontus Rum Cemiyeti 1909
yılında Atina'daki Küçük Asya (Asya-yı Sugra)
Cemiyeti'nin emri altına girmiş, ertesi yıl
"Pontus" adlı bir risale yayımlayarak
çalışmalarını daha da yoğunlaştırmıştı. Birinci
Dünya Savaşı sırasında Rus işgal döneminin
himaye ettiği bu faaliyetler, Mondros ateşkesi
sonrasında bu kez Yunanistan'ın güdümünde
yeniden hız kazanmıştı. Cemiyetin amacı
Batum'dan Sinop'a kadar uzanan Karadeniz
sahillerinde başkenti Trabzon veya Samsun olan
bir Karadeniz Rum Cumhuriyeti kurmaktır.[24]Sözleriyle
tekrar edilenler Pontos’ta olanları anlatmaktan
acizdir.
Sorunun kaynağının birincisi, her ulusal
harekette olduğu gibi, ekonomik güç ile siyasi
güç arasındaki çelişkidir.19.yy’ın ortalarından
itibaren Karadeniz’deki ticaret büyük bir
gelişme gösterir. Tütün, Fındık gibi ürünlerle
kapitalist Pazar için üretim yapılmaktadır.
Deniz ulaşımının kolaylığı da ticaretin
gelişmesine ve ürünlerin pazarlara ulaşımında
sağladığı kolaylıklar dolayısıyla Pontos’lu
tüccarlar bütün Karadeniz kıyılarındaki ticari
yasamda egemenlik kurarlar.
Ekonomik güç ister istemez siyasi talepleri de
harekete geçirecektir. Pontos aydınlarının
ulusal Helen ideallerini benimsemeleri
19.yüzyılın ikinci yarısına dek gider ve 1870'te
İstanbul'da yayınlanan Pontos'la ilgili bir
kitapta bu inancın hayli kökleştiği görülür.
Pontos hareketini 19 yy’ın ilk yarısına kadar
götürenler de bulunmaktadır. “1840 yılından
başlayarak, Rize’den İstanbul Boğazına kadar
Anadolu’nun Karadeniz havzasında, eski
Yunanlılığın ihyası için çalışan ve dışarıdan
yönlendirilen ayrılıkçı bir Rum Grubun varlığı
bilinmektedir.”[25]
M. Kemal, Nutuk’ta
Pontos’tan
söz ederken aynı ifadeleri kullanmaktadır,
Pontos’taki gelişmeleri anlatırken soruna
verdiği önem belirgindir.
Başlangıçta kültürel kulüpler olarak kurulan
Pontos kulüplerinde, Pontos’ta siyasi bir
eylemin mümkün olduğu fikri, 1908 Jöntürk
devriminden sonra doğacak, 1912 Balkan savaşıyla
gelişecek ve 1914'te 1. Dünya savaşının
başlamasıyla siyaset gündemine girecektir.[26]
Pontos Hareketinin başını çekenler, gerek
mizaçları gerek siyasi bağlılıkları bakımından
birbirlerinin tam zıddı olan iki din adamıdır.
Amasya Metropoliti Ghermanos (Germanos)
Karavangelis ve Trabzon Metropoliti Chrisanthos
(Khrisantos). Germanos Yunanistana bağlı bir
Pontos fikri geliştirirken, Barışçıl ve
uzlaşmacı bir çizgi izleyen Khrisantos diğer
halklarla birlikte bağımsız ya da
eşitlikçi-otonom bir Pontos fikrinin savunucusu
olarak mücadele etmektedir. Pontos
Cumhuriyetinde sosyalistlerin de var olmasına
rağmen, harekette belirleyicilik daha çok bu iki
din adamının kişiliğinde şekillenmiştir.
Balkan savaşları, İmparatorluğun olduğu gibi
Bölgenin kaderinde de bir dönüm noktasıdır.
Mehmet Akif, Beyazıt Camiindeki bir vaazında,
Balkan Savaşlarını, Allahın, kendisini
toparlamayı bilmeyen topluma ilahi bir cezası
olarak nitelemektedir.[27]
Balkan savaşları sonunda Jöntürkler artık
Osmanlıcılık maskesini çıkarmış Türkçülük
temelinde toparlanmaya başlamışlardır. Balkan
savaşları, Türk Milliyetçiliğinin
zincirinden boşalmasına etken olacaktır.
Meşrutiyetle beraber Gayrimüslimlere de askerlik
yükümlülüğünün getirilmesiyle birlikte bölge
halkının askerliğe tavrı göze batmaya başlar.
Zaten Bölge halkının zenginliği de
İttihatçıların gözlerini kamaştırmaktadır. Bölge
halkı da askere gidip
amele
taburlarında kırılmak istememektedir.
Aslında asker kaçakları her millette ne kadar
varsa Pontos’lularda da aşağı yukarı aynıdır.
Balkan savaşlarıyla birlikte başlayan ve Anadolu
köylüleri tarafından bir bütün olarak hiç de iyi
karşılanmayan seferberlik, kilise ve okulun
propagandasının kurtarıcı olarak tanıttığı
ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğundan
Pontos’lular tarafından daha da kötü
algılanmıştır.
O tarihe kadar silah altına alınmamış, sadece
donanmada angarya hizmetlerinde çalıştırılan
Pontos halkının düzenli orduya besledikleri
nefretle, ulusal duyguların bunda ne kadar
etkili olduğunu birbirinden ayırmak zorsa da,
savaşın ilk aylarında askerlerin ordudan
kitlesel bir biçimde kaçtıkları bir olgudur.
Silahlarıyla ya da silahsız olarak
memleketlerine dönen köylüler, köylerinde
yaşamaya cesaret edemezler ama, yine de
ailelerini korumak ve tarla işlerine yardımcı
olmak amacıyla köylerinin civarında kalırlar.
Böylece bölgede silahlı birlikler kendiliğinden
kurulur.[28]
Hükümetin bölgede Balkan göçmenlerinin bir
bölümünü yerleştirmeye çalışmasıyla, olayların
ikinci bir aşamasına geçilir. Pontos
köylülerinin,
göçmenleri kendi köylerine kabul
etmemekte kararlı olmaları, otoritelere ilk
başkaldırı eylemlerini başlatır.
Bu durum karşısında hükümet 1915 sonbaharında,
olaylara en fazla karışan ve göçmenlerin
yerleştirilmesini önlemiş olan köylere karşı (
Ökse, Çirahman ve Tevkeris) ilk cezalandırma
harekâtına girişilir. Köyler ateşe verilir,
nüfus dağıtılır ve işe yarar erkekler, en
tanınmışı Vasilis Anthopoulos-Vasil Usta olan
şeflerin etrafında örgütlenmeye başlayan silahlı
gruplara katılırlar. Çok sayıda silahlı gruplar
Bafra Nebiyan bölgesinde toplanırlar.
Balkan savaşlarına kadar da Pontos’lu aydınlarda
hakim olan görüş: Türklerle barış içinde ve
işbirliği ile bir Türk Pontos Birliğinin
yaratılmasına ilişkin yanılsamadır. Bu
düşüncelerin yayılmasında Trabzon Metropolitani
Khrisanthos’un Doğu Partisinin[29]
görüşlerinin katkısı önemlidir.
Balkan savaşlarından sonra özellikle de Birinci
Dünya Savaşı öncesinde Jöntürkler 1911 yılında
Selanik Kongresinde kararlaştırdıkları gibi
Anadolu’daki ulusal sorunları diğer ulusları
imha ederek "çözme"ye başlarlar[30].
Savaşla birlikte de
tehcir
uygulaması başlatılır.
1916 yılında bağımsız bir Pontus Cumhuriyetinin
kurulması düşüncesinin kolaylıkla taraftar
bulmasının bir nedeni de Jöntürklerin
uyguladıkları bu politikaya olan tepkidir.
Neredeyse bütün Pontos yerleşim yerlerinde
Pontos’luların politik haklarını savunmayı
öncelikli hedef sayan örgütlenmeler dönemi
baslar. Pontos’lu devrimciler arasında küçük de
olsa Yunanistan ile birleşmeyi savunan bir grup
da vardır. Bunlara
birlikçiler denir. Ancak somut şartlar
(coğrafik mesafe) bağımsızlıkçıların, yani
Pontos ta bağımsız bir devlet düşüncesine daha
elverişlidir. Pontos’un bağımsızlıkçı çizgisini
savunanlar arasında Trabzon’da çıkan Epoxi
(Mevsim) gazetesinin sahibi Kapetanidis de
bulunmaktadır, Kapetanidis 1921 yılında Amasya
da öldürülmüştür. Pontos’un bağımsızlığını
hedefleyen Pontus Ulusal Merkez Konseyi, Güney
Rusya da Ekim 1917 de kurulur. Ayni ay,
Elefterios Venizelos ile görüşen K.
Konstantinidis kendisine Pontus hareketinin
hedefleri hakkında bilgiler verir.
Pontos’lulara yaptığı bir konuşmada
Konstantinidis söyle der: Yurttaşlar, ulusal
istemek ve başarmak isi bize düştü. Gelin
bağımsızlık amacı altında birleşelim ve ümit
edelim ki himayeci devletler Rusya, İngiltere ve
Fransa yüzyıllardır içimizde büyüttüğümüz bu
yüce isteğimizi ve hukukumuzu tanısınlar ve
Pontus cumhuriyetimizi desteklerler[31].
1917 Ekim ayı ortasında Atina'da, Pontos’luları
bağımsız bir devlet içerisinde birleştirme
amacını güden bir konferans toplanır.
Eski Giresun belediye başkanı olan Kaptan
Yorgi'nin oğlu olan Konstantin Konstanidis,
görünüşte, Sovyetlerin, Rus İmparatorluğunda
yaşayan halkların kaderini kendilerinin
belirlemeleri yolundaki deklerasyondan
esinlenerek Marsilya’da bir
Tüm
Pontos’lular Kongresini
toplar. 4 Şubat 1918 de Avrupa, ABD ve
diğer ülkelerden Pontus temsilcileri Marsilya da
bir araya gelerek birinci tüm Pontos
konferansını gerçekleştirirler. Konferans
Sovyetlerin desteğini almak için dışişleri
bakanı Leon Trotsky'e bir mektup gönderme kararı
alırlar. Mektup Trabzon’un tekrar Türklere geri
verilmesinin büyük bir yanlış olacağını ve
Pontos Cumhuriyeti düşüncesini desteklenmesini
içermektedir.
Trotsky'ye gönderilen telgrafı aşağıya olduğu
gibi alıyoruz:
Pontos ve yakin bölgelerden gelen
pontuslularin yanı sıra ABD, İsviçre,
İngiltere, Fransa, Mısır ve Avrupa ile
amerikanın diğer ülkelerinden gelen
temsilcilerin Marsilya da düzenledikleri
Konferans, Rus ordusunun geri çekilmesinden
sonra ülkenin Türk egemenliğine yeniden
girmemesi için sizden bu ülke için (Pontus)
kendi kaderini tayin hakkini tanımanızı
istemektedir.
Arzumuz, Rusya sınırlarından Sinop'a ve iç
bölgelere de yayılan bir alanda bağımsız bir
devlet inşa etmektir.
Sizden bu sonucun oluşması için aktif olarak
müdahale etmenizi etmekteyiz.
Sizin sonuç âlici desteğinize güvenmekteyiz
ve şimdiden teşekkürlerimizi iletiyoruz.
Konferans Başkanı
K. Konstantinidis[32].
Trotsky'ye gönderilen bu mektup müttefikler ve
Fransa tarafından iyi karşılanmaz.”[33]
Yukarıdan da anlaşıldığı üzere Konferans
bağımsızlık mücadelesini ilan etmiştir.
Kurulması öngörülen Pontos Cumhuriyetinin
haritasının da sunulduğu konferansta öne çıkan
sloganlar (talepler) ise şunlar:
Pontus’lular başkaldırın! Yaşamda, bağımsızlıkta
ve bağımsız uluslar içindeki yüksek haklarınızı
düşünün!
4 Mart 1918 den itibaren Pontos’lu
bağımsızlıkçıların sesi olan Pontos gazetesi
İstanbul’da yayınlanmaya başlanır. Kasım 1918
den itibaren çok fazla Pontos’lunun yasadığı
İstanbul da da İstanbul Pontos Derneği’nin
faaliyetleri sonucu Pontos sorunu büyük boyutlar
kazanır[34].
Doğu Pontos
1916 da bölgenin Rus işgaline uğraması Pontos’u
ikiye bölmüş ayrılan bölgelerin kaderleri de
ayrı yönlerde gelişmiştir. Rus ordusu Gomoura'ya
geldiğinde ( Trabzon'un doğusunda, Pyxitis
suyunun bir kaç kilometre ötesinde bugünkü
Yomra) artık Trabzon'un düşmesi kaçınılmazdır.
Gelişmeleri babası Pontos Parlamento üyesi olan,
Pontos kökenli yazar Yorgo Andreadis şöyle
anlatır: “Bu [Trabzon’un düşmesi] kesinleştiği
için Türk yönetimi Başpiskopos Krisanthos'u ve
Rum ileri gelenlerini çağırdı, kenti onların
eline teslim etti, kaçma olanağı olmadığı için
orada kalan, kentin yoksul Müslümanlarının
kaderini de bu insanlara emanet etti. Tarihi
bir gündü. Trabzon valisi Mehmet Cemal Azmi ve
Jöntürk hükümetinin Trabzon temsilcisi Ali Rıza,
kenti Başpiskopos Krisanthos başkanlığındaki
geçici bir yönetime bıraktı. Bu geçici yönetim
emniyet müdüründen, jandarma komutanından, G.
Fostiropulos, P. Grammatikopulos ve G.
Kogalidis'ten oluşuyordu. Kısa bir devir teslim
töreninden sonra, Vali Azmi, Krisanthos'a şöyle
dedi: Bu
memleketi Rumlardan aldık, şimdi de Rumlara
iade ediyoruz. O gün, yani 16 Ağustos
1916'da Ruslar Trabzon'a girdiklerinde,
karşılarında bir Türk yönetimi değil, Rum
yönetimi buldu. İş bu kadarla da kalmadı.
Trabzon ve çevresindeki köylerde yaşayan tüm
Hıristiyanlar gözyaşları içinde sokaklara
dökülmüştü, yüzyıllardan beri besledikleri bir
düş artık gerçekleşmişti. Başpiskopos Krisanthos
24 saat içinde Rusça dualar Öğrenmiş, Aya
Gregori katedralinde, Trabzon'a giren Rus
askerleri onuruna bir ayin düzenlemişti.
Trabzonluların coşkusu o denli büyüktü ki, hepsi
devletin
kurtarıcıları ile konuşabilmek için bir iki
kelime Rusça öğrendi. Doğuda Elenizm
kutlanırken, Pontus'un batısında durum
kötüleşti. Rus ordusu herhangi bir direnişle
karşılaşmadan Tirebolu yakınlarındaki Harşit
(Harsiotis) suyuna kadar ilerledi. Sürekli geri
çekilen Türk ordusu, burada bir savunma hattı
oluşturdu, Ruslar, Ekim Devrimine kadar buraya
saplandı kaldı.”[35]
Rus ordusu Doğu Pontos’da kaldığı sürece
Hıristiyan nüfusun görece olarak rahat olduğunu
söyleyebiliriz buna Khrisanthos’un kişiliği de
büyük bir etkendir. Khrisanthos, Ortodoks
kilisesinin Bizansçı çizgisindedir. Rum
topluluğunun Türk topluluğuyla işbirliği yaparak
barışçıl bir şekilde ilerleyebileceğine ve böyle
bir evrimin kaçınılmaz olarak İmparatorluk
bünyesinde Rum öğesinin üstünlüğüne yol
açacağına inanmaktadır. Bu ilkelerden yola
çıkarak, göreve seçilir seçilmez, kendi
topluluğuna yönelik yoğun bir kültürel gelişme
ve Türk yetkililerle iyi geçinme politikası
uygulamaya başlar. 1914 seferberliği sırasında
Trabzon valisi Cemal Azmi Bey'le görüşerek
şehrin silah altına alınan Rum halkının,
Trabzon'da sivil görevlerde görevlendirilmesini
sağlar ve böylece Rus vatandaşlığına geçmiş olan
Rumların tehcire uğramasını önler.[36]
Doğu Pontos’ta Khrisanthos’un önderliğinde bir
Pontos Parlamentosu oluşturulur ve Türklerin
geri gelmesine kadar Doğu Pontos yönetimi bu
Parlamentonun elindedir. “Gürcistan'daki Batum
kentinde, Pontus’lular Ulusal Meclisi kuruldu,
Pontus'u bağımsız bir devlet olarak ilan eden bu
meclisin adı, Pontus Parlamentosuydu.
Başpiskoposun gölgesi her yerde hazır ve
nazırdı. Müslüman erkekler korkudan, muhacir
olup, kaçıp gittiğinden aileleri ve küçük
çocukları ise savunmasız kalmıştır. Baş rahip
Müslüman çocuklara çorba dağıtan mutfaklar
oluşturdu ve ilk kez Müslüman çocukları için
belediyeye bağlı bir ilkokul yaptırdı. Baş rahip
diplomasi yürüterek, geleceğin tüm toplumlarını
kapsayacak eşitlikçi bir demokrasi için
Pontus'a yeni bir ruh ve yeni politikalar
getirmeğe çalıştı”[37].
Doğu Pontos’taki bu yarı bağımsız yapı, 1917'de
Trabzon Sovyeti’ne katılır.
Sovyet Devriminden sonra Rusya’nın Kafkasya
cephesinin çökmesinin ardından, batılı
müttefiklerin temsilcileri bu bölgede Türk
ilerlemesini durduracak bir kuşak oluşturmaya
çalışırlar; bu kuşağa kuzeyden güneye doğru
Pontus Rumlarının, Gürcülerin, Ermenilerin ve
Urmiye Nasturilerinin katılmaları söz konusudur.
Pontos’un ulusal birliğinin oluşturulmasında
başı çeken Khrisantos, müttefiklerin Tiflis’teki
girişimlerine fazla bir başarı tanımadığından,
1917 yazında ve bölgenin iç kesimlerindeki
köylüleri Rusların bıraktıkları silahlarla
donatmaya girişir. Silahlı köylülerle Osmanlı
ordusunun öncü güçlerini oluşturan Türk çeteleri
arasında ilk çatışmalar başlayınca Hrisantos,
Vehib Paşa'ya bir heyet göndererek, Türklerin
geri dönme koşullarını müzakere etmeye karar
verir. Bu sırada iç kesimlerde de silahlı Türk
ve Rum köyleri arasında bir barış ya da ateşkes
anlaşmasına varılmıştır. Çatışma alanında bu
olaylar Rusya, Yunanistan ve Avrupa'ya dağılmış
olan Pontos’lular arasında heyecan
uyandırmaktadır.
Khrisantos’un çizgisi, bağımsızlıkçı ya da
eşitlikçi-otonomi çizgisi olarak
nitelenmektedir.Trabzon’daki bu Pontos faktörü
savaş boyunca gerek Türkler tarafından gerekse
de İttifak güçlerince de resmi olarak
tanınmışlardır.
16 Nisan 1916 da Trabzon valisi şehrin
yönetimini Metropolit Khrisanthos’un başında
olduğu üç kişilik heyete devredince şunları
söyler: "Bu alanları Yunanlılardan aldık ve
buğun yine Yunanlılara veriyoruz. Size camilere
dönüştürdüğümüz kiliselerinizi de veriyoruz,
uygun görürseniz yine kilise olarak da kulanın[38].
18 Nisan da Ruslar Trabzon’a girerler. Halk ve
metropolit Rus Ordusunu büyük bir coşkuyla
karşılarlar. Pontos’lular baskı, şiddet ve
ekonomik sömürü ile gecen 455 yıllık Türk
iktidarından sonra ilk kez kendini özgür
hissediyor. Bundan dolayı Rus ordusuna büyük
sempati gösterilir.
Artik Trabzon da yeni bir yasam kurulmaya
başlanmıştır. Pontos’luların kendilerine güveni
yeniden gelmiştir. Ulusal duyguların gelişmesi
öyle bir asamaya gelmişti ki Rus Ordusu ile
birlikte gelen din adamlarının dini törenlerde
kullanmak için Rus yönetiminden istedikleri
Chrisokefalis kilisesinde Rus din adamlarının
kullanmasına karsı çıkacaklardır. Rusların
faaliyetlerinden duydukları rahatsızlıkları
ifade etmekten de çekinmezler. Bir Rus
arkeologun Bizans’a ait mozaik örneklerini
yerlerinden sokup Rusya’ya göndermesi girişimine
karsı çıkarak onu geri adim atmaya dahi
zorlamışlardır.
Trabzon Geçici Hükümeti
bölge devletlerinin de tanıdığı meşru bir güç
olarak iki yıl iktidarını sürdürür. Bu iki
yıllık süreç Trabzon Bizans ihtişamına benzer
günler yasadı. Khrisanthos
Geçici
Hükümet düşüncesinin ilham kaynağıdır.
Kendisi "Doğu Partisi"nin görüşlerine yakindir
ve bu görüşleri hayata geçirmektedir. Rum
kimliğinin temel rol oynadığı bir Rum – Müslüman
federasyonu düşüncesi kendisine çok çekici
geliyordu. Bu politika Türklerle barışma ve
çelişkileri törpüleme politikasıydı[39].
Tam da bu politikadan dolayı Rusya’ya göçmüş
olan Rumların geri dönme projesine karsı
çıkıyordu. (bu göçlerin en önemli nedeni
askerden kaçmak ve 1914 ta başlayan Türk
saldırılarına karsı canini güvenceye almak
içindir) Ancak Pontos’lu mülteciler
Khrisanthos’un bu politikasını
benimsemiyorlardı. İdeolojik düzeyde ise
mülteciler daha liberal eğilimler taşıyorlardı,
bu yüzden hem Khrisanthos un teokratik rejimi
hem de Türk egemenliğini de reddediyorlardı.
Sırasıyla Khrisanthos da Kafkas kökenli Rumları,
özellikle de Kars Rumlarını devrimden
etkilenmişler olarak nitelendiriyordu.
Trabzon’da çıkan Epoxi (mevsim) gazetesinde 1919
yılında Rusya’daki mültecilerin yazdığı bir
yazıda şu cümleler yer almaktadır: "Rusya’da ne
olduysa burada da o olacaktır, o yüzden dışarıya
göç edenler için en iyisi buraya tekrar geri
gelmeleridir[40].
Ancak savaştan çok daha önceleri Trabzon da
sosyalist düşünceler kök salmaya başlamıştır.
(Yazar Yorgos Fotiadis Pontos’taki teokratik
eğitim sistemini eleştirerek gençleri
sağırlaştıran ve gözlerini kör eden bir eğitim
sistemi olduğunu belirtiyor. Fotiadis Yunanca
ilk antikapitalist tiyatro oyununu yazmıştır)
Keza İstanbul’da çıkan sosyalist Laos(Halk)
gazetesi Pontos’ta da dağıtılmaktadır.
Okuyucuların gönderdikleri yazılardan da
anlaşıldığı üzere gazetenin büyük bir etkisi
vardır[41].
Pontostaki sosyalist düşüncelerin önemli bir
diğer göstergesi de daha 1910 yılında Trabzon da
sosyalist bir gazetenin basılıyor olmasıdır.
1917 de Rusya’da yaşanan gelişmeler Pontosu da
dolaysız etkilemektedir. 1917 Martında Rusya’da
Çarın mutlak egemenliğini sınırlayan burjuva
devrimi, Pontus’ta da savaş cephesini de
etkilemektedir. Keza Rus Ordusunun ilerlemesi
durdurulacaktır. Rusçadaki geçici hükümetin
basındaki Kerensky Trabzon’da Pontos’lularin
lehine olan siyasal koşulların korunmasından
yana bir politika izlemektedir.
Sovyetlerin kontrolünde olan bütün alanlarda
kendiliğinden isçi, koylu ve askeri birlikleri
(Sovyetler) örgütlenecektir. Böylece
Pontos’luların katılımıyla Trabzon’da da
Sovyetler hayata geçirilecektir. İlginçtir,
metropolit Khrisanthos’un kendisi de bu
Sovyetlerde yer alacaktır. Orduda hizmet eden
Kafkas Pontoslularinin taşra niteliklerinden
dolayı askeri Sovyetler de örgütlenecektir[42].
Oluşturulan halk temsilcileri konseylerine
böylece Pontoslular da katılır. Sovyetlerin en
karakteristik örneklerden birisi de
yönetimindeki dört komiser'in yani bir ermeni,
bir Müslüman, bir Rus ve bir Pontoslunun
üstlendiği Kars ilindeki yönetimdir. Pontos
cemaatini dolaysız etkileyen
düzenlemelerden(reform) biri de eğitim
üzerindeki kilise etkisinin kaldırılarak
devletleştirilme uygulamasıdır.
Pontos’taki eğitim camiasında iki önemli siyasal
eğilim gözlenmektedir: Birincisi
toplumsal-devrimci ve ikincisi de liberal
milliyetçi eğilimler. Aralarındaki en önemli
farklardan biri de Türkler karsısındaki tutuma
iliksindir. Birinci gruptakiler
(toplumsal-devrimci) tıpkı ayni ideolojik
geleneği savunan Ermeni benzerleri ve
Menşevikler gibi Türk düşmanı bir politika
izlemektedir, liberal milliyetçiler ise Türklere
karsı daha ilimli bir politika sahibiydi. Mart
1917 de Kurulan geçici hükümet bu anlayışa daha
yakindir ve sonuçta bunlar daha baskın
çıkacaktır.
Batı
Pontos
Batı Pontos’da ise durum Doğudan farklıdır: 1916
yılının başında, Ruslar Karadeniz kıyısında
Trabzon'un işgali ve Çarlık ordusunun Tirebolu
yakınlarındaki Harşit nehrine kadar
ilerlemesiyle sonuçlanan bir saldırı
başlatırken, Londra'da Sir Mark Sykes ve
François Georges Picot, Osmanlı
İmparatorluğu'nun bölüşülmesiyle ilgili taslağın
son rötüşlarını yapar ve Rus hükümetinin onayını
almak üzere Petrograd'a giderler. Görünüşte
gafil avlanmış olan Rus hükümeti konuyla ilgili
tavrını belirtmek amacıyla alelacele toplanır.
Tartışılacak sorunlardan biride Anadolu'nun
Karadeniz kıyısındaki Rus-Türk sınırıdır. 17
Mart 1916'da yapılan ilk bakanlar kurulu
toplantısında Donanma sınırın Sinop’tan
başlamasını ister, fakat Kara Kuvvetleri gerisi
sağlama alınmış olmayan çok uzun bir kıyı
konusunda endişelidir... Sazanov Petrograd'daki
Fransa elçisi Paleologue'a Osmanlı
İmparatorluğunun paylaşılmasıyla ilgili İngiliz-
Fransız - Rus anlaşmalarında
Trabzon'un batısında belirlenecek bir nokta
ibaresine yer verilir. Bununla beraber 2.
Nikolas bu belgeye şu notu düşmüştür: İlk nokta
hariç ( yukarıda belirtilen durum ) katılıyorum.
Eğer ordumuz Sinop'a ulaşmayı başarırsa,
sınırımız bu şehirden başlamalıdır. Demek ki söz
silahlara bırakılmakta ve bu bağlamda Tirebolu
ile Sinop arasında kalan topraklardaki yerel
koşullar özel bir önem kazanmaktadır. Batı
Pontos’ta kendiliğinden oluşmuş silahlı
birliklerin mevcudiyetini yukarıda belirtmiştik.
Bunlar az çok siyasi olgunluğa ulaşmışlardır.
Trabzon'a yerleşen Rus İstihbaratı,yeni
kurulmakta olan Pontus gerilla hareketinin en
önemli şahsiyeti olan Vasilis Anthopoulos-Vasil
Usta’yla ilişkiye geçmekte tereddüt etmez. Batı
Pontos’un kaderini artık silahlar
belirleyecektir.[43]
Daha 1914'lerde Türk Ordusundan kaçan (ister bir
dönem askerlik yapıp kaçan isterse de askere hiç
gitmeyip kacak durumda olan) birçok Pontus’lu
dağlara sığınmışlardı. Ancak gerilla gruplarının
oluşması Türklerin Bati Pontus Rumlarını yok
etmeye başlamasından sonra özellikle de 1916 dan
sonra baslar. İlk baslarda birbirinden habersiz
ve daha çok koy savunma gruplarıydılar. İlk
gerilla gruplarından birisi Vasili
Anthopoulos'nun 3 Temmuz 1916 da Sivas ta
oluşturduğu gruptur. Genel görüşe göre, Rusların
ilerlemesiyle birlikte Pontos’ta bir genel
devrim öngörülmektedir[45].
Ancak Rus ordusunun çakılıp kalması ve Pontos
bölgesini bütünüyle işgal edememesi
Anthopoulos'un da bütün planlarını alt üst eder.
Zamanla
Anthopoulos ile Ruslar arasında bir görüş
ayrılığı ortaya çıkar; Vasilis Anthopoulos hemen
yapılacak müdahaleden, Ruslar ise Türk
ordularının uzun dönemde oyalanmasından yanadır.
Sonunda Rusların onu oyalamalarından endişe eden
Vasilis Anthopoulos, 24 Eylül'de büyük bir darbe
indirmeye karar verir. 80 adamıyla hem bir
cezalandırma eylemi hem de Rusları etkilemeyi
amaçlayan bir eylem tasarlayarak
harekatı başlatır. Vasilis Anthopoulos ve
adamları Türk köylerinden geçerken
Hıristiyanlara eziyet ettikleri varsayılan
insanları öldürüp evlerini yakarlar. Ordu
yakınlarında Askeri birliklerle yapılan
çatışmanın ardından Vasilis
Anthopoulos’un birlikleri
çatışmayı kaybederler ve Anthopoulos 9
adamı 18 Ekim'de Trabzon'a sığınır; Vasilis
Anthopoulos, savaşın sonuna kadar Trabzon’da
kalacaktır.
Türklerin bu olaylara iki farklı tepkisi
olacaktır: Türk çetelerinin giriştikleri karşı
saldırılar ve sürgün. Bunlardan birincisi daha
çok yerel kuvvetlerin eseri gibi görünmektedir.
Müslümanlar arasında da Hıristiyanlar kadar
asker kaçağı vardır ve İttihat ve Terakki
Partisine bağlı eşraf, partinin milliyetçi
ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır. “Giresun
ve civarında Rumculuk Faaliyetlerini önleme
görevi asker destekli sivil güçlere verilmiştir.
Bunlar arasında en ünlüsü, İttihat ve Terakki
mensubu Topal Osman ve yardımcılarıdır”[46].
Osman Ağa yerel eşraf ve yönetimin desteğiyle,
hiç bir engellenme ile karşılaşmadan Hıristiyan
nüfusu etnik arındırmaya tabi tutmaktadır.
Bütün bu kanun kaçakları ve caniler, hiç bir
yasaya aldırmadan serbestçe hareket etmektedir.
Burada kısaca Topal Osman’ın bölgedeki
faaliyetlerinden söz edelim: “Topal Osman'ın bu
nevi faaliyetleri sırasında yaptığı uygulamalar,
mülki makamlarda hoşnutsuzluk yaratmıştır. Başta
Trabzon Valisi Cemal Azmi olmak üzere, Giresun
Mutasarrıfı da Topal Osman'ın hükümet işlerine
müdahale ettiğini ve 37. Fırkaca himaye
olunduğunu belirterek, Osman'ın Giresun'dan
kaldırılmasını isteyen şikâyet yazılarını 3.
Orduya İletmişlerdir[47].
Mülki makamların 37. Fırka'yı da suçlayan bu
yazısından sonra Topal Osman, ifadesi alınmak
üzere Sivas Divanı Harbi'ne çağrılmış ve onu
getirmekle de Menzil Müfettişliği
görevlendirilmiştir. Bu defa 37. Fırka Kafkas
Kolordusu Komutanları, Orduya Topal Osman'ı
müdafaa eden ve mülki makamları suçlayıcı
yazılarıyla Osman'ı Divan-ı Harpten kurtarmak
istemişlerdir. Bilhassa 37. Fırka Komutanı
tarafından 3. Orduya yazılan yazıda onun Fırkaya
pek çok hizmet ettiğini, Balkan Muharebesi
esnasında aldığı yarası hala kapanmamışken,
yaranın tesiriyle cansız bir ceset halinde
sürüklediği bacağını, iştirak eylediği gaza için
bir işaret sayan Osman'ın adî bir mücrim gibi
görülmesinin doğru olmayacağı belirtilmiştir.
Bütün bu savunmalara rağmen Topal Osman'ın, 3.
Ordu Komutanlığından ısrarla Sivas'a celbe
dilmesi istenmiştir. 25 Ağustos 1936'da Sivas
Divanı Harbi'nde muhakeme edilen Osman Ağa bir
süre gözaltında kalmış,[48]
dönüşünde tekrar çetesinin başına geçen…
Mütareke sırasında yeniden kovuşturmaya uğrayan
Topal Osman devamlı kaçmak ve saklanmak zorunda
kalmıştır. Karadeniz Bölgesi Rumları da yeni
vasattan yararlanıp, bir Pontus devleti kurma
hazırlıklarına girişmişlerdir. Bu defa da
bölgede direniş teşkilatı kurmak isteyenler
Topal Osman ve adamlarına müracaatla yardımını
istemişlerdir. Topal Osman sert metodlarla Rum
çetelerini ezmiş, Giresun'dan Samsun'a kadar
uzanan bölgenin hâkimi olmuştur. Bu olağanüstü
dönemde 17–18 Ocak 1919 yılında toplanan Kars
Kongresi’nde Giresun'da kurulması
kararlaştırılan müdafaa örgütünün teşkiline
Osman Ağa memur edilmiştir. Bu arada Belediye
Başkanlığı'nı da uhdesine alan Topal Osman, 17
Mayıs'ta İzmir'in işgalinden iki gün sonra
Giresun'da büyük bir miting tertip ettirmiştir.
O sıralarda Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa
tarafından Havza'da kendisiyle görüşüldüğü ve
bu bölgenin emniyetinin sağlanmasıyla
görevlendirildiği bazı kaynaklar tarafından
tespit edilmiştir.”[49]
Topal Osman bölgede bir terör unsurudur. Öyle ki
Giresun Alayının 3. taburunun Ordu Sancağına
geleceğinin haber alınması bile eşrafı telaşa
düşürmeye yetmiştir. Ordu Mutasarrıfı Merkez
Ordusu kumandanı Nurettin Paşa’ya endişelerini
bildirir. Ordu eşrafının Osman Ağa’dan korkuları
boşuna değildir. Osman Ağa’nın teröründen
Türkler de nasibini almaktadır. Osman Ağa
birliklerinin Tokat’ta ve Mecitözü’nde de bir
çok köye tecavüzleri şikayet konusu olur. Yine
bölgede Rizeli Hafız Efendi idaresindeki 150
kişilik müfrezenin uygulamaları Ordu’da şikayet
konusu olur. Hafız tutuklandıysa da kısa süre
sonra serbest bırakılıp Batı Cephesine yollanır.
Yine Tokat’ta Jandarmaların erbab-ı şekavete
rahmet okutturacak eylemleri Merkez Ordusuna
şikayet edilir.[50]
Pontos silahlı birliklerinin basındaki en önemli
isimlerinden (askeri lider de diyebiliriz) biri
de Andon Pasa dır. Esi Pelagia ile birlikte
Pontus gerilla birliklerini yöneten Andon Pasa
Pontus köylerini savunurken,
bir yandan Türk devletinin diğer yandan
da Türk çetelerinin en önemli korkularından biri
haline gelir. Türk devleti basına 50.000 lira
ödül koymuştur. Andon Pasa gerilla birlikleri
için birleştirici bir öğedir aynı zamanda.
Kendisi 1917 yılında oldurulur ancak esi (ki
kaptan Pelagia olarak anılmaktadır) 1923 yılına
kadar da yoluna devam eder. Sovyet yazar N.
Novitsef "Vaprosi Istorii" adli kitabında Bati
Pontos’da taşra devrimi hareketinin
geliştiğinden bahsetmemdir. Pontosluların yani
sıra Müslüman Çerkesler de kendi bağımsız
gerilla hareketine ulaşmışlardır. Bu
hareketlerin askeri teçhizat kaynakları ise Türk
ordusundan ele geçirilenler silahlar ve esas
itibariyle de Rusya’dan (gerek Rusya’daki
Pontos’lulardan gerekse de Rus devletinden)
gelen yardımlardır.
Pontos gerilla hareketinin basından sonuna kadar
otonom olduğu söylenir. Örgütlenmelerine
baktığımızda bu durum açıkça görülmektedir:
Sanda da Türk çetelerinin Rum köylerine
saldırılarını arttırması üzerine 15 Aralık 1917
de yerleşim alanında kalanlarının hepsi genel
kurula çağrılarak görüşleri istenir. Kurula
hâkim olan slogan: "Hırsızlara ayni yöntemle
cevap verelim". Kurulda bir yürütme kurulu
seçilerek mutlak yetkilerle donatılırlar. Bu
yürütme kurulu askeri konseyi oluşturur ve bu
konsey ayrıca 9 askeri sorumluyu daha atar.
18–50 arasındaki bütün erkekler yerleşim
alanlarının savunması için günlük askeri eğitime
başlarlar. Sanda yerleşim alanı olağanüstü
koşulları yasayan askeri kamp gibi islemeye
baslar. Pontos’un her bölgesinde böylece gizli
örgütlenmeler oluşmaya baslar. Pontoslu metal
çalışanları kendi olanaklarıyla silah yapmaya
çalışırlar.
Bölge halkının maruz kaldığı durumları Andreadis
söyle ifade eder: “Bütün Karadeniz kıyısı,
Harsiotis suyunun batısında kalan alan tamamen
boşaltıldı. Çeteler, kendi deyişleriyle, intikam
almak için Hıristiyan köylerine dalıyorlardı.
Çaresiz halkın mallarını yağmalıyor, onları
ürkütüp kaçırmak için evleri ateşe veriyorlardı.
Direnmeğe kalkışan ise derhal öldürülüyordu.
1916 yazı çok sıcak geçti”[51]
sözleriyle çatışmaları, yağmaları ve sürgünleri
özetlemektedir
Rus Ordusuna casusluk yapılıyor, lojistik destek
sağlanıyor gerekçesiyle Harşit Çayının
batısındaki Hıristiyan nüfusun Cephenin 50 kilometre güneyine
sürülme kararı alınır. Karar servetlerine de el
konularak azınlıkların saf dışı edilmesiyle yek
vücut güçlü bir devletin oluşturulmasına dair
Alman-ittihatçı planının bir parçasıdır,
sürgünlerin ilki o sırada bir sınır şehri olan
Tirebolu Rumlarıyla ilgili olarak, muhtemelen
ekim ayı sonunda kararlaştırılmış, halka 9
kasım'da duyurulmuş ve 16 Kasım'dan itibaren
uygulanmaya başlamıştır.
Berlin’e gönderilmek üzere hazırlanmış bir
metinde Avusturya Dışişleri Bakanlığı Sürgünlere
ilişkin şunları ifade etmektedir: Türklerin
politikası devlete karsı tehlike olarak
gördükleri Yunanlıları genelleşmiş bir kovulma
hareketi ile bütünüyle ortadan kaldırmak ki daha
önce Ermenilere karsı da ayni politikayı
uygulamıştı. Türkler nüfusu hiç bir ayırıma
bakmaksızın ve hayatta kalmalarına hiç bir
olanak vermeksizin başka alanlara göçertme
taktiği altında, yani sahillerden iç alanlara
doğru, onları insanlık dışı ve sefil koşullar
altında açlığa terk ederek ölüme terk ediyorlar.
Boşaltılan evler ise çeteciler tarafından el
geçirildikten sonra yağmalanıp yakılıp
yıkılıyor. Ermenilerin kovulmaları sırasında
alınan bütün tedbirler Pontus Rumlarına karşı da
aynen uygulanmaktadır[52].
Başlangıçta sürgünün Ermeni Soykırımı derecesine
varamaması Yunanistan’ın tarafsızlığına ihtiyaç
duyulmasındandır. Yunanistan tarafsızlığını
bozduğunda ise süreç Batı Pontos’lular için
kanla noktalanacaktır. “Bu gün Yunanistan’da
Doğu Pontos’tan gelme çok sayıda insana
rastlanırken neden Batı Pontos’tan gelenlere pek
rastlanılmadığının açıklaması da”[53]
bu olayların sonucunun
kanla noktalanmasının ardında
yatmaktadır.
Andreadis yaşananları özetlerken “Selanik
Elefteria (Özgürlük) Meydanında başlayan ve
Fransız Devrimi gibi liberal ve insani değerler
üstüne dayanan ve Sultan'ın tüm tebasına hitap
eden, onun iktidarına ve sorumsuzluğuna karşı
herkesi bir araya gelerek devrime katılmağa
çağıran Jön Türk hareketi, kısa süre içinde
milliyetçi, faşist bir Türk hareketine dönüştü.
Jön Türklerin sloganı artık
Özgürlük,
Eşitlik ve Kardeşlik değil,
Türkiye
Türklerindir olmuştur. 1916 yılında
işitilen tek slogan buydu. Vehip Paşa ordusunu
böyle bir hava içinde sürmüştü cepheye… 1916
Kasımında Alman danışmanları ile birlikte,
masum
bir askeri güvenlik planı hazırlamış… Plan,
güvenlik nedeniyle, Rus cephesi üzerinde
bulunan tüm Hıristiyanların, cepheden 50 kilometre kadar
geriye aktarılması gerektiğini ileri sürüyordu.
Plana göre, Ruslar Ortodoks Hıristiyan olduğu
için, cephe hattında Hıristiyanların varlığı
bir güvenlik sorunu yaratıyordu. Plan,
Tirebolu'dan Bafra, Samsun ve Sinop'a kadar tüm
bölgeyi kapsıyordu. Bu sözde geçici bir plandı,
mantıklı ve de masum nedenlerle hazırlanmıştı.
Evet, bu belki mantıklı ve amaca uygun bir
plandı, ama asla masumane değildi. Eğer siz,
soğukkanlılıkla, tüm bir nüfusu kış ortasında
yerinden yurdundan edip sürerseniz, onları
açlıkla, soğuk ve hastalıkla yok olmağa
itmişsiniz demektir. Üstüne üstlük, elli
kilometre iki yüz kilometreye çıkarsa, planın
hedefi iyice aşikâr olur. Ve sürgünlerin
geçeceği bilinen yol üzerinde, her 20
kilometrede bir, sanki tesadüfmüş gibi, çeteler
bekleyip pusu kurar ve çaresiz Hıristiyanları
katlederse, bu planın daha da iğrenç olduğu
anlaşılır.”[54]
Pontos Yürütme Konseyi'nin 2.11.1921 tarihli ve
Yunan Dışişleri bakanlığına gönderdiği metinde
hayatta kalmayı bir şekilde basarmış bazı
Pontos’luların şahitliklerine yer verilmektedir.[55]
Türkiye’nin Birinci Dünya Savasında yenilmesi
üzerine Pontus bölgesine, İngiliz ordusu
(İngiliz komutanların başında olduğu Hint
askerler) konuşlanır. İngilizler kendi
çıkarlarının mutlak şekilde isleyeceğini
garantiye almak için Pontus’lu gerilla
gruplarından silahlarını Türk askeri
birliklerine teslim etmelerini ister[56].
Gerillalar bu tuzağa düşmezler ve silahlarını da
teslim etmezler. Kemalist hareketin gelişmesine
kadar ki bütün bir süreç boyunca Pontos nüfusu
Pontos Cumhuriyeti düşlerini olduğu gibi
korurlar. Rusya ya göçmüş olan yaklaşık 100.000
Pontoslu Bölgeye döner. Gerillalar dağlardan
yavaş yavaş şehirlere inmeye baslar. Amasya gibi
yerlerde gece gündüz yollarda dolaşmaya
başlarlar. Pontus hareketi tehlikeli bir asamaya
geldiği içindir ki Osmanlı yönetimi Mustafa
Kemal'i Pontus hareketini bastırmak için bölgeye
gönderir.[57]
Mustafa Kemal, Pontos hareketini bastırmak için
başladığı gezisine İngilizlerin istekleri,
sultanin maddi manevi destekleri ve
yardımlarıyla baslar. “Samsun'a gelir gelmez
İngiliz temsilci Yüzbaşı Hurst'la görüşen
Mustafa Kemal, toplulukların başkanlarını
karargahına davet etti. Rumların önderi Garmanos
bu davete icabet etmedi. Mustafa Kemal, bölgenin
durumuyla ilgili olarak İstanbul'a gönderdiği 22
Mayıs 1919 tarihli raporlarda; Germanos'un
idaresindeki Rum çetelerinin siyasi bir
mahiyetleri olduğunu belirtmektedir. Raporda
otuz üçü Samsun'da, kırk kadar Rum çetesi
sayılmakta, buna karşılık altısı Samsun'da
bulunan on üç kadar Türk çetesi olduğu
bildirilmektedir.[58]
Mustafa Kemal 5 Haziran 1919'da Havza'dan
gönderdiği raporlarla, Rum faaliyetleriyle
ilgili yeni bilgiler verir. Ona göre azınlıkta
olmalarına rağmen Sivas Vilayeti'nin Amasya ve
Tokat Sancaklarında da, aynı Canik Livası'nda
olduğu gibi Rumlar çetecilik ve siyasi amaçlı
çalışmalar yapmaktadırlar… Mustafa Kemal Paşa'ya
göre, Samsun ve güneyindeki asayişin sağlanması
için mevcut jandarma ve birlikler yetmeyeceği
için birkaç bin erin silah altına alınması uygun
olacaktır.[59]
Ayrıca Samsun'daki Ortodoks Piskoposunun da
bölgeden uzaklaştırılmasının yerinde olacağını
düşünmektedir. Yunan Hükümeti'nden emir alan
Mavri Mira adlı örgütün, Samsun ve Trabzon
mıntıkasında ihtilaller çıkarmak için silah ve
cephane dağıtımı yaptığını belirten Mustafa
Kemal, Harbiye Nezareti'nden bunlara karşı
tedbir alınmasını da istemektedir[60].
Karadeniz Bölgesi'ndeki Rum faaliyetleri
karşısında, İstanbul Hükümetlerinin de duyarsız
kalmadıkları gözlenmektedir[61].
Nitekim, 15 Temmuz 1919'da Vakit Gazetesi
ile bir mülakat yapan Nafıa Nazırı Ferid Bey,
Anadolu'dan ne maksatla çıktıkları bilinen
Rumların tekrar geri dönmelerine engel
olacaklarını, bu konuda Trabzon ve Samsun'daki
yetkililerin, daha önce Ali Kemal Bey zamanında
böyle kesin emirler aldıklarını da belirterek;
bu konuda İtilaf Devletleri temsilcilerinin de
aydınlatıldığını ifade etmektedir.”[62]
19 Mayıs’ta Samsuna ayak basar basmaz Pontos
özgürlük hareketine karşı Türk çetelerini
örgütleyerek ise baslar. İlk görüştüklerinden
birisi de Topal Osman olduğu söylenir. Türk
devletinin kendi arşivlerinden de çıkan
değerlendirmelere bakılırsa Mustafa Kemal Pontus
gerilla hareketine Yunan devletinden daha çok
önem verir. Bu yüzden de gerilla birliklerinin
dağıtılması için iki kolorduyu harekete geçirir.
30 bin Türk askeri 18 bin gerilla ve basındaki
300 gerilla önderine karsı harekete geçirilir.
M. Kemal
Nutuk’ta Pontos hareketinden söz ederken verdiği
önem gözlenmektedir.[63]
Pontus gerilla hareketinin en önemli zaafı ortak
bir kumanda merkezinden yoksun oluşudur. Yunan
ordusunda komutanlık yapan Pontus kökenli X.
Karaiskos aslında bunu yapmaya yeltenir. Atina
Pontus Kurulu da aslında bunu gerçekleştirmeye
çalışır.
Gerillalar, Rum nüfusun tehcirini önlemeyi
başaramamış olmakla beraber, özellikle yakılan
köylerden kaçan Rumları bir araya getirerek
dağlarda "kurtarılmış bölgeler" oluşturarak,
yeni birliklerin kurulması ve Türk ordusunun bu
ayaklanma karşısında etkisiz kalması karşısında,
yerel bir uzlaşma sağlanır ve Türk köylüleri
kendi güvenliklerini sağlamak üzere silahlı
gerilla birliklerinin ve Yunan sürgünlerinin
yiyecek gereksinmelerini karşılamayı kabul
ederler. Savaş bittiğinde bu "modus vivendi"
hala geçerlidir ve 1918'de tehcire uğrayan
Rumlar yavaş yavaş kendi köylerine dönmeye
başladıklarında, tabii ki, şehirli ve kırsal
kesimden Müslümanlar, tehcire uğrayan Rum ve
Ermenilerin mallarını geri vermekten hiç
memnun olmazlar. Çatışmalar yeniden
başlar[64].
Kurtarılmış bölgelerde Gerillalar kendi
yönetimlerini ve hukuklarını oluşturma
faaliyetlerine geçerler, Gerilla komutanlarından
Stilianos Kosmidis’in çabalarıyla üst askeri
konsey oluşturulup birbiriyle çatışan gruplar
arasındaki ilişkileri düzenleyen bir ceza hukuku
ardından da kurtarılmış alanlarda mahkemeler
oluşturulur, silah taşıma hizmeti devreye
sokulur. Bölgedeki Çerkes gerillaları ile
dayanışma grupları oluşturulur. Pontos
Bölgesindeki Çerkeslerin faaliyetleri hakkında
yazılanlar bölge Çerkeslerinin de Batı
Anadolu’daki gibi bir tehlike olarak
algılandığını görüyoruz: “Çerkezlerin
yıkıcı etkileri Merkez Ordusu Bölgesi'nde
[Pontos] de görüldü. Ordu mıntıkasının çeşitli
yerlerinde bulunan Çerkezler, daha yoğun olarak
Çarşamba, Bafra, Tokat ve özellikle Sivas Uzun
Yayla ile Aziziye (Pınarbaşı) kazasında
yaşıyorlardı. Osmanlı Devleti'nin mütarekeden
sonra içinde bulunduğu zaaftan yararlanmak
isteyen çeşitli unsurlar gibi Çerkezler de,
merkezi Anadolu'da karışıklık çıkardılar. Daha 6
Haziran 19l9'da 15. Fırka 3. Kolordu yazısında
Alaçam ve Bafra yöresinde geniş bölücü Çerkez
çeteleri hareketi görüldüğünü bildirerek,
uyarmaklaydı.”[65]
Bu başarılı çalışmalardan sonra daha önce de
bahsini ettiğimiz Yunan ordusunda komutanlık
yapan Pontus kökenli X. Karaiskos İstanbul’a
gidip oradan Pontus’a silah sevkıyatı için
Yunanlı yetkililerle görüşür, ancak çabalar
boşunadır, Yunanlı yetkililer buna
yanaşmadıkları gibi Karaiskos’un Pontos’a
geçişini de engellerler.
Gerillalar Yunan hükümetlerinden - Hem
kralcılardan hem de Venizelostan - defalarca
yardım talebinde bulunurlar. Ancak başvurular
faydasızdır, yanıt alamazlar. Pontoslu
gerillaların 16.8.1919 da yazdıkları ve en son
Yunan dışişlerine ulasan aşağıdaki mektup
oldukça dikkate değerdir.
Pontos’un bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan
gerilla önderlerinin emirleri doğrultusunda
sizlere aşağıdakileri belirtmek isteriz:
Bilindiği üzere Pontos’un evlatları kendi
önderleri etrafında Türkçülüğe karsı son 5
yıldır başkaldırmış durumda. Maalesef bunlar
sadece mavzer ile savaşıyorlar ki bunları bile
Türklerden satın almakta zorlanmaktalar, keza
yiyecek sorunu başlı başına bir sorun. Kışa
kadar kendilerini zor çıkarırlar, bu yüzden
Ekime kadar gıda tedariki için bir şeyler
yapılmalıdır. Bunların yanında giyecek ve
kuşanacak malzeme eksikliği de yaşanmaktadır.
Yaralılar için ilaç ve gerekli malzemeler de bir
başka sorun. Mitralyöz ve diğer silah
eksikliklerimiz tam teçhizat giderilmelidir. Bu
yüzden kendimiz masraflarını karşılamak üzere
iki kişiyi buraya askeri eğitim için göndermek
istiyoruz. Ülkelerinin bağımsızlığı için
umutsuzca çarpışan sevgili ülkemizin mücadeleci
çocuklarının ihtiyaçlarını sizlere bildiriyoruz[66]
Yunan devleti Pontos Bağımsızlık Mücadelesini
kavramamış ya da anlamak istememiştir. Bu
yüzden, Pontoslu gerillalara Yunanistan’dan hiç
bir yardım gönderilmemiştir. Pire limanında
Amasya’ya gitmek üzere silah ve cephaneliğin bir
gemiye doldurulduğu söylense de bu gemi asla
hareket etmeyecektir. “Eskişehir'in Yunanlılarca
işgal edilmesinden sonra İstanbul'daki Pontus
Komitesi, o sırada İzmir'de bulunan Yunan
Başbakanı Gunaris'i ziyaret ederek Pontus'a
asker çıkarılması yolunda son bir talepte
bulunduysa da bu talep Ankara yönünde ilerlemeyi
yeğleyen Yunan Genelkurmayı tarafından
reddedildi. Bir defa daha Yunanlılar Pontus
Rumlarını yalnız bırakmışlardı”[67].
Bu durum ilk başlardaki başarılara ve
gerillaların birleşme, ortak komuta merkezinden
yönetilmelerine büyük bir darbe vurur. Gerilla
gruplarında moralsizlik hızla yayılmaktadır.
Türk ordusu Bolşeviklerin yardımıyla yeniden
toparlanır ve Fransızlar ile İtalyanların
yardımlarını da alarak üstün duruma geçer. Bu
durum gerilla gruplarının ortak kumanda
merkezince yönetilmesi eğilimini zayıflatır ve
gerilla grupları kendi başlarına ve bazen de
kendi aralarında boğuşmaya başlarlar. Sonuç ise
trajiktir.
Yunan devletinin mesafeli duruşuna rağmen Pontus
hareketinin her zaman Yunan devleti ile
özdeşleşir tavırları vardır. Romantik bağlılık
devam eder. Örneğin 1922 yılında Yunan ordusu
Ege’den içlere doğru ilerleyince Pontus gerilla
hareketinden Kiriakos Papadopoulos (diğer
ismiyle Parasukli kısa bacak) 500 gerillayla
birlikte Pontostan kalkarak Yunan ordusu ile
birleşmek ister.
Pontus gerilla hareketinin otonom yapısının
bedeli çok ağır ödenir. Batum’da General Anonya
tarafından oluşturulan birlik Bolşevikler
tarafından
dağıtılır. Hatta Rusya’da Bolşeviklerce
tutuklanıp Türklere teslim edilen Pontos
gerillalarının olduğuna dair tanıklıklar
bulunmaktadır. Keza Türk - Sovyet yakınlaşması
Bolşeviklerin Anadolu’daki ulusal kurtuluş
hareketlerine karsı olumsuz tavrıyla sonuçlanır.
Hatta Pontoslu gerillaların ticari amaçla
bölgede bulunan Amerikalı denizcilerce
tutuklanıp Amasya’daki Türk askeri birliklerine
teslim edildiğine iliksin şikâyetler söz
konusudur.
Ankara Hükümeti Bölgedeki gerilla faaliyetini
önlemek için gerillanın lojistik destek aldığı
köyleri boşaltarak tekrar sürgüne başvurur.
Ankara kontrol bölgesindeki istikrarı
bozabilecek her türlü unsuru askere alarak
sorunu çözümleme kararındadır, Gayrimüslimleri
de askere alarak, Pontoslulardan gelebilecek
tehlikeyi bertaraf etmek için Osmanlı gibi
yeniden Amele taburları oluşturulmuştur.
Pontosluların bir kısmı davete uymadılarsa da,
celbe uyanlardan amele taburları oluşturularak,
bir kısmı da etkisiz hale getirilirler.
Merkez Ordusunun 12 Mart 1921 tarihli detaylı
emrinde bu amele taburları teşkili, saka
arabaları ve koşumlu hayvanların temini ile
birlikte zikredilmektedir[68]
Peyderpey celp edilen Hıristiyanlarla her
taburun mevcudunun 800’e çıkarılması için
çalışmalara devam edileceği kaydedilmektedir.
Bu taburlara numaralar verilmiştir. Tespit
edebildiğimiz Amele taburlarının numaraları 8
den başlayıp 13 de bittiğine göre başka amele
taburları da söz konusu olmalıdır.
Ardından Bölgede silah toplanmasına geçilir,
silah toplanmasına önce Gayrimüslimlerden
başlanır. Samsun ve diğer bölgelerde silah
toplayan müfrezelere karşı konulur. Ordu
birliklerinin
silah toplama faaliyeti sırasında
Tokat,Çarşamba ve Bafra’da Nebiyan bölgesi en
çok karşılık gördüğü bölgelerdir.
6 nisan 1921 tarihinde başlayan harekat yoğun
şiddete rağmen başarılı olamaz. Ordu birlikleri
ve Giresun alayından takviyeli birlikler Nebiyan
ve Çarşamba’da varlık gösteremezler.
Çarşamba’daki birliklerin komutanı Kemal Bey
Divan-ı Harbe verilir. Çarşamba’da gösterilen
başarısızlık üzerine, buraya şiddeti ile tanınan
Giresun Alayına bağlı takımlar gönderilir.
Gönderilen alayın şiddeti ve terörü,
Mülki amirlerin bile şikâyetlerine maruz
kalacaktır. Bu birliklerden bir kısmı halkın
baskısıyla geri çekilirler. Ankara 12 haziran
1921 de bütün Karadeniz mıntıkasını savaş
bölgesi ilan ederek bölgedeki Pontos’luların
sürgününe karar verir. Kırsal bölgeler zaten
daha önce boşaltılmış, köyler yakılmıştır. Bu
kararın ardından, 16 Haziran'da İcra Vekilleri
Heyeti Samsun'a bir Yunan çıkarması ihtimalinin
arttığı gerekçesiyle 16-50 yaş arasında eli
silah tutan Rumların bölge dışına şevklerini
kararlaştırılır.[69]
Kararın alınmasıyla birlikte Samsun, Bafra ve
Alaçam şehirlerindeki 15 ile 50 yaş arasındaki
erkeklerin tutuklanmasına başlandı. Ertesi gün,
ilk göçmen kafilesi iç bölgelere gitmek için
Samsun'dan yola çıkarıldı. Kafile ilk durak yeri
olan Kavak'ta Türk kaynaklarına göre Rum
çetelerinin, Rum kaynaklarına göre Türk
Muhafızlarının ateşine maruz kaldı ve pek çok
insan öldü. Haziran ayı içerisinde yapılan
sevklerde de benzer olaylar meydan geldi.[70]
Böyle olayları meydana getirenler, daha çok
muhafızların tutumundan da istifade eden Türk
Çeteleriydi. Bunların başında da Topal Osman
Çetesi ile Tokat yöresindeki Şaki Ali Çetesi
vardır.[71]
Olayın tepki çekmesi karşısında 25 Haziran
tarihli Dahiliye Vekaletinden gelen yazıda
Karadeniz şeridindeki Rumların sürgününün
Ordu'nun güvenliği için alınmış bir tedbir
olduğu, tehcir olmadığı belirtilmektedir. Ayrıca
15-50 yaş arasındakilerin dışında ve bilhassa
kadın ve çocukların sürgününün katiyen doğru
olmayacağı vurgulanan yazıda, Rumların mal ve
gayr-i menkullerine tecavüz, çapul ve gayr-i
meşru hareketler de uygun görülmemektedir.
Erkeklerin şevki üzerine, yalnız kalacak olan
çocuk ve kadınların ırz ve namuslarının
korunmasına fevkalade itina gösterilmesini
isteyen Dahiliye Vekaleti, bu hususlarda
suistimali görülecek bütün memurların
cezalandırılması, saldırılara meydan verilmemesi
verilen emirlere aykırı hareket edenlerin derhal
azlini ve haklarında Kanuni işlem yapılmasını
ister.[72]
Ancak Uygulamaların öyle olmadığını Dönemin
Sağlı Bakanı Rıza Nur’dan öğreniyoruz.Rıza Nur
Hatırat’ında Topal Osman’la aralarında geçen bir
konuşmayı aktarır: “Ağa,
Pontusu iyi temizle! dedim.
«Temizliyorum dedi.
Rum
köylerinde taş taş üstünde bırakma.
dedim. «Öyle
yapıyorum ama, kiliseleri ve iyi binaları lâzım
olur diye saklıyorum» dedi.
Onları da
yık, hattâ taşlarım uzaklara yolla, dağıt. Ne
olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı
diyemesinler.» dedim.
Sahi öyle yapalım. Bu kadar akıl edemedim.
dedi.
Topal Osman yeni bir Koroğlu'dur.”[73]
Merkez Ordusu Komutanlığı, Temmuz ve Ağustos
aylarında Batı Cephesi'nin büyük ihtiyaç duyduğu
birlikleri göndermeye çalıştığı için sürgüne
gönderme yavaşladı. Sakarya Savaşı'nda
Yunanlıların yenilgi ile geri çekilmeleri
üzerine Pontos’a karşı esas harekat başlatıldı.
“Bu sırada hem dağlardaki Rum çetelerine karşı
harekat gerçekleştiriliyor hem de sürgün işleri
artan bir hızla devam ediyordu. Bu devrede
gönderilen sürgünler arasında kadın, çocuk ve
ihtiyarlar da vardı. Sürgün Kararnamesinde
bunların gönderilmesi ile ilgili bir hüküm
olmamasına rağmen, Nurettin Paşa tarafından bu
karara varılmıştı. Bu hususta, yetkili makamlar
hiçbir tepki göstermemişlerdir. Nurettin Paşa'ya
göre;
Memleketimizdeki Rumlar bir yılandır ve bu
yılanların zehirleri kadınlardır. Kadınlar,
Pontusçuluk emeli güden erkeklerine fikren,
bedenen ve malca yardım etmişlerdir. Ayrıca
İstiklal Mahkemesi'ne verilenler arasında
eşkıyaya yataklık, cinayete teşvik ve muhbirlik
yapmakla suçlanan kadınlar da vardır. Bu yüzden
kadınlara da erkeklerle aynı şeyi yaptıklarını
belirten Nurettin Paşa, ihtiyarların tehciriyle
ilgili olarak da, şöyle demektedir:
Gümenez'de ihtiyardır diye sevk edilmeyen 65
yaşındaki bir Rum, Alaçam kıyılarında dolaşan
Yunan torpidosuna bayrak sallamış, onlar da bir
sandalla kıyıya çıkmışlardır. Yetişen kuvvetler
Yunanlıları sahilden püskürtmüşlerdi!.
İhtiyar, Kel Nikola da bayrak salladığı yerde
astırılmıştır. Nurettin Paşa'ya göre bunlar
Rumların kadın, erkek, çocuk-yaşlı tehcirleri
için haklı gerekçelerdir. Anlaşılıyor ki, Rum
unsuru arasında devlet olma fikri kuvvetli bir
biçimde yer edinmiştir. Bu yüzden çetecilere
dayanak olabilecek hiçbir unsur bırakmamak yolu
tutulmuştur.”[74]
Pontus Harekatı'nın devam ettiği
sırada, T.B.M.M.'de yapılan görüşmelerde,
Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa'nın
kanunsuz uygulamalar yaptığı, başarısızlık
gösterdiği şeklinde iddialarla 3 Kasım 1921'de,
Merkez Ordusu Komutanlığı'ndan alınır. Bir süre
sonra 8 Şubat 1922'de Merkez ordusu da
lağvedilerek, Pontos harekatını yürütme görevi
Dahiliye Vekaleti kontrolünde, 10. Fırka'ya
bırakılır. Bu fırkanın komutanlığına da Cemil
Cahit Bey (Gen. Toydemir) tayin edilir. İnsan ve
silah bakımından daha da kuvvetlendirilen
birlikler, yıllar süren bu sorunu 1923'ün Şubat
ayında tamamen bitirirler.[75]
Pontos’taki gerilla hareketi için sonun
başlangıcı aslında Aralık 1920 dır. Ermeni
hareketinin bütünüyle ezilmesiyle Kemalistler,
Bolşeviklerle dirsek temasına girerler. Bir
yandan Sovyetlerden Kemalistlere akan yardım,
diğer yandan İngiltere-Sovyetler,
Sovyetler-Türkiye ve İngiltere ile Bekir Sami
arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan
anlaşmayla Pontus hareketinin kaderi çizilmiş
olur. İngiltere, Sovyetlerle arasında ki
Türkiye’yi
bir tampon devlet olarak var olmasını
desteklemektedir. Bu tarihten sonra İngilizler
tarafsızlığını ilan ederler. Basta Yunan devleti
olmak üzere Pontos da kaderine terk edilir.
Dönemin reel politiği –bir anlamda
detant
diyebiliriz- Pontos hareketinin sonunu
belirleyen koşullardır. Lozan antlaşmasının
imzalanmasından sonra kalan son gerilla
birlikleri de dağlardan Karadeniz sahillerine
inerek gemilerle ya Yunanistan’a ya da Rusya ya
doğru kaçtılar. Yunan ordusunun Anadolu’daki
yenilgisinden bir yıl sonra bile Pontus
dağlarında çarpışan gerillalar mevcuttur.
Pontus Merkez Birliğinin 1922 yılında Atina da
hesapladığı istatistiklere Gore 1914 ile 1922
arası Pontos Jenosidinde toplam 303.238 kişi
hayatini kaybetmiştir. Bunlardan 232.556 kişi
birinci dünya savası esnasında yani 1914 ile
1918 arasında katledilmişlerdi. Ağustosta Yunan
cephesinin çökmesinden 1924 baharına kadar ise
çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 50.000
kişi daha katledilir[76].
G. Valavanis ise Pontus un insan kaybının 1924
yılına kadar 353.000 olduğunu açıklamaktadır.
Kaynaklar
1.
Ali Güler,Yunan Gizli Teşkilatları, Kültür ve
Turizm Bakanlığı1988,
2.
Andreadis Yorgos
Tamama
Pontos'un Yitik Kızı çev.
Ragıp
Zarakolu,
Belge
Y.
2003
3.
Andreadis Yorgos,
Gizli Din
Taşıyanlar, Çev.
Atilla Tuygan, Belge Y. 1999.
4.
Asan Ömer,
Pontos
Kültürü, Belge yayınları, 2000 s xxxv
5.
Balcıoğlu Mustafa
Teşkilat-ı Mahsusadan Cumhuriyete, Nobel Y.
2001
6.
Balcıoğlu Mustafa, Bir Paşa İki İsyan, Nobel,
2003.
7.
Yılmaz Kurt,
Pontos
Meselesi, TBMM Basımevi, 1995)
8.
H.T.V.D. Sayı: 4 (Haziran 1953), Vesika: 71.
9.
R Luxemburg,
Ausgeıvahlte Reden und Schriften, Berlin 1951, Akt. Kemal Atatürk ve
Çağdaş Türkiye johannes Glasneck çev Arif Gelen
Onur yayınları 1976
10.
Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım İşaret y.1992
11.
Sotiriyu Dido, Benden Selam Söyle Anadolu'ya Çev
Attila Tokatlı Sander Y.
12.
Sotiriyu Dido,
Ματωμ
ένα
Χ
ώματα
(Kanlı Topraklar)
13.
Tunaya Tarık Zafer,
Türkiye'de Siyasal Partiler, İletişim
Y.2000, Cilt 3
14.
Türk İstiklal Harbi VI. Cilt
Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı 1974
15.
Α.Υ.Ε. Αθήνα 1922, Α/5/VI(17)
16.
Αγτζιδη, Β (1995)
Ποντιακός
Ελληνισμός,
(Vlasi Avcidi, Pontus Hellenizmi)
Γ
Έκδοση, Αδελφών ΚυριακίδηΑΕ, Θες/νική,
17.
Αγτζιδη, Β (1995) Ποντιακός Ελληνισμός, Γ
Έκδοση, Αδελφών ΚυριακίδηΑΕ, Θες/νική,
18.
Αλέξης, Α (1980)
Το Εθνικό
Πνεύμα των Ποντίων
( A. Aleksis, Pontusluların Ulusal Ruhu)
, εκδ. Φιλιππότη,
Αθήνα,
19.
Βαλαβάνης
Γ
(1986)
Σύγχρονος
γενική
Ιστορία
του
Πόντου
(G. Valavanis,
Çağdaş Genel Potus Tarihi)
,
εκδ.
Αφών
Κυριακίδη,
20.
Γαβριηλίδου
Ν
(1987)
Ο
Πατέρας
μου
Κώστας
Γαβριηλίδης,
(N. Gavriilidis, Babam Kostas Gavriilidis)
Εκδ.
Εξάντας
21.
Ι
Ζάρεβαντ
(1971)
Ενωμένη
και
Ανεξάρτητη
Τουρκία,(I.
Zarevant, Birleşik ve Bağımsız Türkiye)Λονδίνο
22.
Κουτσογαννόπουλος,
Δ
(1936)
Ανάμεσα
στους
αντάρτες
του
Πόντου
( D. Kuçoyannopulos, Pontus Gerillaları
Arasında),
Θες.νίκη,
23.
Ν.Σαρρής
(1982)
Εξωτερική
Πολιτική
&
Πολιτικές
Εξελίξεις
στην
πρώτη
Τουρκική
Δημοκρατία
( Neoklis Saris, İlk Türk Cumhuriyetinde Dış
Politika ve Siyasal Gelişmeler),
Εκδ.
Γόρδιος, Αθήνα, σελ 159
24.
Ν.Σαρρής (1990)
Οσμανική
Πραγματικότητα, (Neoklis
Sarris,
Osmanlı
Gerçekliği)Εκδ.
Αρσενίδη,
Τομος
Α,
Αθήνα,
σελ
92
25.
Ν.Σαρρής, 1990, Τομος
B,
σελ.134
26.
Ν.Σαρρής, 1990, Τομος Α, σελ.49
27.
Οδυσσέας, Λ(1957)
Οι
Έλληνες του Πόντου υπό τους Τούρκους 1461- 1922,
(L. Odisseas, 1461-1922 arasında Türk
egemenliğindeki Pontus Rumları)
Ποντιακά Έρευναι, Αθήνα,
28.
Ροδάκης Περικλής (1990)
ο Γόρδιος
Δεσμός των Εθνοτήτων (Periklis
Rodakis,
Milliyetçiliğin
Kör
Düğümü)
Εκδ. Ρήσος,
Αθήνα,
σελ
33
29.
Ροδάκης Περικλής , 1990, σελ 34-36
30.
Σκαλιέρη
Κλ.Γιώργου
(1990 )
Λαοί
και
Φυλαί
της
Μικράς
Ασίας
(Skalieris Yorgos, Anadolu Halkları ve
Aşiretleri),
Εκδ.
Ρήσος,
σελ
18-21
31.
Χρήστος, Σ. ,
Το
Χρονικό του Κάρς,
( S. Christos, Kars Yıllığı)
εκδ. Γκοβόστη,
32.
Ψαθάς, Δ,
Η γη του Πόντου
(D. Psatas, Pontus Toprağı),
εκδ. Μαρή, Αθήνα
33.
Ψαθάς, Δ, Η γη του Πόντου, εκδ. Μαρή, Αθήνα
a)
Alev Coşkun, AB tarafından Dayatılan Yeni Bir
Konu: Pontus, Cumhuriyet 16.11.2006
b)
Alev Coşkun AB tarafından Dayatılan Yeni Bir
Konu:
Pontus Cumhuriyet 18.11.2006
c)
Kurdistan Press, Ed. Orhan Kotan İsveç sayı 8,
31/12/1986
a)
Καϊσιδης
Π
(1989)
Συνθήματα
στον
Πόντο
(P. Kaisidis, Pontustaki Sloganlar başlıklı
yazısı),
εφ.
Δεσμός,
τεύχ.
4,
Θες/νίκη,
σελ
2
b)
Γράμμα από την Τραπεζούντα
(Trabzondan Mektuplar, 1908, İstanbul),
εφιμ. Ο Λαός, Κων/πολη, 14/12/1908,σελ 5
c)
Π.Κ. Ενεπεκίδη, Το ολοκαύτωμα του Μικρασιαστικου
Ελληνισμού
( P.K. Enepekidis, Anadolu Hellenizminin
Soykırımı, 7-14 Temmuz 1985 Selanik Konferansı),
Α Παγκ.
Συνέδριο
Θες/νίκη,
7-14
Ιούλη
1985
·
Yerasimos Stefanos, Pontus Meselesi (1912-1923)
karalahana.com
·
Yunanca
Λαοί
(Halklar) Dergisi
Birinci Sayısı, 1987
[1]
Pontos çeşitli yayınlarda Pontus olarak
geçmesine rağmen, en eski belgelerde
Pontos olarak zikredilmektedir biz de bu
eski söylenişini tercih ettik
[2]
Andreadis Yorgo, Gizli Din Taşıyanlar,
Çev. Atilla Tuygan, Belge Y. 1999.
Yerasimos Stefanos, Pontus Meselesi
(1912-1923)
karalahana.com
[3]
Asan Ömer, (2000) sayfa xxxv
[4]
Yerasimos,
Pontos Meselesi
[5]
Yazıdaki tüm Yunanca kaynaklar Dara
Cibran tarafından değerlendirilmiştir.
[6]
Ροδάκης Περικλής (1990), sayfa 33
[7]
Ν.Σαρρής (1990) sayfa 92
[8]
Ροδάκης Περικλής, 1990, sayfa 34-36, Ι
Ζάρεβαντ (1971), sayfa
3-11
[9]
Σκαλιέρη Κλ.Γιώργου (1990), sayfa18-21
[10]
Σκαλιέρη Κλ.Γιώργου, 1990, σελ 18-21 de
su dipnot eklenmiş: Osmanlıcılık
düşüncesinin yenilgiye uğramasından
sonra Türkler 1913 yılında Panislam
Bağlantısını (Cemiyeti Hamiye)
oluşturdular ve bu bağlantıdan çok şey
bekliyorlardı
[11]
Osmanlı devletinin Paris elcisi Mehmet
Sait Halit bey’in Fransız başkentinde
Türk olarak anılmasından dolayı
gururunun incindiği, gücendiğinden
bahsedilmektedir. 1897’ye kadar da
Osmanlı imparatorluğunda Türk kavramı
çok nadiren kullanılıyordu. Kullanıldığı
durumlarda da en uç düzeyde küçümseme
sıfatı olarak, mesela Turk kafalı,
kullanılıyordu…. Aktaran
Ν.Σαρρής, 1990, Birinci Cilt,
sayfa.49
[12]
Ν.Σαρρής, 1990, İkinci Cilt, sayfa134
[13]
1821 Yunan başkaldırısı, 1875–6 Bulgar
ayaklanması, 1892–96 ve 1905 Ermeni
hareketi ki 1915–16 da büyük Ermeni
jenosidine dönüştü
[14]
Bürokratik Burjuvazi (Askeri bürokrasi),
bu kez İttihat ve Terakki Partisi
kılıfında yeniyetme orta sınıf yönetici
sınıfın ve silahlı güçlerin kent kimliği
edinme (burjuvalaşma) isteklerinin her
gün daha da artan ifadesi oldu. Bu sınıf
atlama ancak sahte ve yapay bir
milliyetçiliğin yükselişi ile mümkün
olabilirdi. Bu piç (gayri meşru)
burjuvalaşma, Hıristiyan özellikle de
Rum ve Ermeni burjuvazisine karşıtlık
temelinde hayat buldu. Aktaran Ν. Σαρρής
(1982) sayfa 159
[16]
Yunanca
Λαοί
(Halklar) Dergisi Birinci Sayısı, 1987,
sayfa 44
[19]
R Luxemburg, Ausgeıvahlte Reden und
Schriften, Berlin 1951, s. 294, 297. Akt.Kemal
Atatürk ve Çağdaş Türkiye Johannes
Glasneck çev Arif Gelen
onur y 1976 s 49-50
[20]
Sotiriyu Dido, Ματωμένα
Χώματα
(Kanlı Topraklar) sayfa 87
[21]
Sotiriyu Dido, Benden Selam Söyle
Anadolu’ya, Çev Attila Tokatlı Sander Y.
s 50
[22]
Alman Faktörü konusunda Dido
Sotiriyu’nun eseri öğreticidir
[23]
Pontus Meselesi, ilk kez 1922 yılında
TBMM Hükümeti Matbuat Müdiriyet-i
Umumisi tarafından, Matbuat ve
İstihbarat Matbaasında
basılmıştır.Yılmaz Kurt tarafından yeni
harflerle yayına hazırlanmış ve TMMM
tarafından yeni harflerle 1995 tarihinde
yeniden
basılmıştır. (Pontos Meselesi
Haz. Dr.Yılmaz Kurt, TBMM Basımevi.
1995)
[24]
Alev Coşkun,
AB tarafından Dayatılan Yeni Bir Konu:
Pontus,
Cumhuriyet 16.11.2006,
Ali Güler,
Yunan Gizli Teşkilatları, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, 1988
Yılmaz Kurt,
Pontos Meselesi, TBMM 1995, Türk
İstiklal Harbi VI. Cilt
Genelkurmay Harp Tarihi
Başkanlığı 1974
[25]
Balcıoğlu Mustafa, (2001) sayfa 236
[26]
Yerasimos S.
Pontus Meselesi
[27]
Tunaya Tarık Zafer, (2000), Cilt 3, s
561
[28]
Yerasimos,
Pontos Meselesi
[29]
Οδυσσέας, Λ(1957) sayfa 84
[30]
İttihat ve Terakki, Balkan Savaşından
sonra Batı Anadolu’da halkı terörize
ederek büyük bir Rum göçü gerçekleştirir
[31]
Οδυσσέας, Λ(1957) Οι Έλληνες του Πόντου
υπό τους Τούρκους 1461- 1922, Ποντιακά
Έρευναι, Αθήνα, σελ
33
[32]
Αγτζιδη, Β (1995) Ποντιακός Ελληνισμός,
Γ Έκδοση, Αδελφών ΚυριακίδηΑΕ, Θες/νική,
σελ 41
[33]
Yerasimos, Pontus Meselesi
[34]
Αλέξης, Α (1980) sayfa 155
[35]
Andreadis Yorgo (2003) sayfa 55-56
[37]
Andreadis Yorgo, Tamama… s 70- 71
[38]
Χρήστος,
Σ. , sayfa 133
[40]
Καϊσιδης Π
Pontusta Sloganlar adlı yazı,
Desmos Gazetesi, sayı 4 sayfa 2,
Selanik, 1989
[41]
Γράμμα από την Τραπεζούντα, Trabzondan
Mektuplar, 14.12.1908, İstanbul,
Halklar Dergisi sayfa 5
[42]
Γαβριηλίδου Ν (1987) sayfa 25
[44]
Bu konudaki Türkçe yayınlarda çete
terimi kullanılmakla birlikte
bağımsızlıkçı hareket olduğundan biz
gerilla terimini kullanmayı uygun bulduk
[45]
Κουτσογαννόπουλος, Δ (1936) sayfa 19
[46]
Balcıoğlu Mustafa, (2001) sayfa 99
[47]
ATASE Arş., Kls. 1888. Ds. 362, fhr, 41.
Aktaran Balcıoğlu, (2001) … s178.
[48]
ATASE Arş-, Kls 1888, Ds. 362. fhr. 43.
Aktaran Balcıoğlu, (2001) … s178.
[49]
Balcıoğlu, (2001) sayfa 178-179
[50]
Balcıoğlu, Bir Paşa İki isyan, sayfa
186-187
[51]
Andreadis Yorgos, sayfa 56-57
[52]
Π.Κ. Ενεπεκίδη, Anadolu Hellenizminin
Soykırımı, 7-14 Temmuz 1985 Selanik
Konferansı
[53]
Andreadis Yorgos, Tamama… s 62
[54]
Andreadis Yorgos, Tamama… s 59-61
[55]
Α.Υ.Ε. Αθήνα 1922, Α/5/VI(17)
[57]
Kurdistan Press, Ed. Orhan Kotan
İsveç sayı 8, 31/12/1986
[58]
H.T.V.D.
Sayı: 4 {Haziran 1953), Vesika:
69 Akt. Balcıoğlu Bir Paşa… s 82
[59]
H.T.V.D. Sayı: 4 (Haziran 1953),
Vesika: 71.
[60]
T.B.M.M. Arş. Rumuz i, Ds.4. Akt
Balcıoğlu, Bir Paşa… s 83
[61]
Vakit Gazetesi, "Rum ve Ermeni
Muhareceti", 15 Temmuz 1919 Akt
Balcıoğlu, Bir Paşa… s 83
[62]
Balcıoğlu, Bir Paşa… s 82- 83
[63]
Alev Coşkun
Cumhuriyet18.11.2006
[65]
Balcıoğlu Mustafa, Bir Paşa İki İsyan,
Nobel, 2003. s 200-201
[66]
Bu metin sahte isimlerle Atina’daki
Pontus Merkez Kurulu toplantısına
katılan birisi tarafından Yunan
dışişleri bakanlığına iletilir,
Konstantinos Fotiadis in arşivi,
aktaran, Αγτζιδη, Β (1995) sayfa 37
[67]
Balcıoğlu, Bir Paşa… s 119
[68]
“Milli Mücadele”de amele taburları
konusu Mustafa Balcıoğlu’nun İki İsyan
Koçgiri Pontus , Bir Paşa Nurettin Paşa,
babil y.2003 s 32-36
[69]
TBMM Arş. Rumuz
i, Ds 4 Akt Balcıoğlu İki İsyan..
s 117
[71]
ATASE Arş , Kls, 1124, Ds, 17 Rhr, 2,11
Akt Balcıoğlu
İki İsyan… s 117
[72]
Balcıoğlu, Bir Paşa… s 102-118
[73]
Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım İşaret
y.1992 s 164
[74]
Balcıoğlu, Bir Paşa… s 119-120
[75]
Balcıoğlu Bir Paşa… s 126
[76]
Βαλαβάνης Γ (1986) Σ΄γχρονος γενική
Ιστορία του Πόντου, εκδ. Αφών Κυριακίδη,
σελ 263
|