|
|
Karalahana Karadeniz Radyo
|

EVLİYA ÇELEBİ
SEYAHATNAMESİNDE KAFKASYA
Abaza ülkesi
Şehnaze Vilayeti yani Abaza ülkesi: Karadeniz, kuzey kıyalarını
tamamen kaplar. Abaza diyarının başlangıcı Faşe çayı, sonunda
batı tarafta kırk iki konak yerde Kefe eyaleti idaresindeki
Taman adası yakınında Anapa kalesi limanıdır.
Abaza kavminin tarihçesi: Tuhfe yazarı şöyle yazıyor:
Cenab- Hak Hz. Adem'i topraktan kudret eliyle yaratmıştır.
Cennetinde yakınına çağrıp bütün melekleri ona secde etmeye
memur etmiştir. Ama şeytan bu emirden yüz çevirerek hile yoluna
sapmış ve "Beni ateşten, onu topraktan yarattın" diye küstahlık
etmiştir.
Hz. Adem soyundan Hz. Peygamberi getirip, iki cihanda şefaatçı
etmek için Hz. Adem'i buğday bahanesi ile yeryüzünde,
Hindistan'a indirmiş, sonra Arafat dağında Havva ile
birleştirmiştir. İshak oğlu Muhammed'e göre Hz. Adem zamanında
kırk bine varan evladı Tatar suratlı olarak yeryüzüne
yayılmıştır. Hz. Adem cennette Arapça ve Farsça konuşurken
yeryüzüne inince Arapçayı unutarak İbrani, Süryani, Dahkali,
Durri dillerini konuşmaya başlamıştır. Halen Koncistan,
Berberistan ve öbür kara vilayetlerinde konuşulan diller
birbirine benzemiyor. Hz.Adem'in çocukları, Tufan'a kadar bu
dilleri konuşmuşlardır.
Sonra Hz. Nuh'un Ham, Sam, Yafes adlı çocuklarından yetmiş iki
millet yetmiş dil çıkmıştır. Hz. İsmail Arapça ve Farsça'nın her
ikisini de konuşmuştur. Sonra muhtelif cinsler yeryüzüne
yayılınca diller de değişmiş, her ilde bir dil ortaya çıkmıştır.
Ama çeşitli diller icad eden ilk insan Hz. İdris'tir. Çünkü
Cenab-ı Hak ona binlerce çeşit ilim ve yazıyı öğretmişti. Vahiy
yoluyla gönderilen sayfaları ciltlerdi. Tufan'dan önce bütün
kitaplarını batıda Nil ırmağının ötesinde, Hermin dağında
gizlemiştir. Bu dağları bugün de Firavun dağları derler. Ama
yanlıştır. Bunları Tufan'dan önce yapan Sevrid Kâhne'dir.
Tufan'dan sonra eski alimler bu kitapları çıkarıp gözden
geçirmişler ve yüz kırk yedi dili öğrenerek dünyaya
yaymışlardır. Sonra İshak Ays'dan Türk dili yayılmıştır ki bu
Tatar dilidir.
Tatar ırkından şu milletler türemiştir: Hind, Sind,
Moğani,Geristani, Mutani, Bombani, Ateşperest Hindistan, Çin
kavmi, Hata, Hiten, Fağfur, Kazak, Moğol, Nogol, Türk, Tatar,
Özbek, Acem, Dağıstan'da Komok, Kalmuk, Nogay, Heştürk, Lika,
Çağatay, Lezgi, Gürcü, Megril, Şavşat, Dadyan, Açıkbaş, Ermeni,
Rum, Türkmen, Kabartay, İsraili yani Yahudi Meku (Gürcüdendir);
Yakubi, Karayi (bunların bir kolu olan Frenkler de on iki kavim,
on iki dildir), İspanya, Ceneviz, Portekiz, Venedik, Dodoşka,
Sırp, Latin, Bulgar, Hırvat, Lotoryan, Talban.
Acem'den hasıl olan kollar: Menüçehr evladından dördü kaçarak
Eğri taraflarına yerleşmişler. "Siz kimsiniz?" diye
sorduklarında, "Men Çar" yani dört adamız diye karşılık
vermişler. Buradan da galat olarak adları Macar kavmi kalmıştır.
Bunlar on beş kavimdir: Orta Macar, Erdel Macarı Sigel, Saz,
Hayduşak, Leh, Çek, Korol, Tot, Karakoros v.b.
Ruslar on iki kavimdir ki bunlara da İslav denir: Eflak, Boğdan,
Sırca, İsveç, Felemenk, Donkarkız, Danimarka, Nemçe, İngiltere,
Fransa, Hırvat, Bosnak. Ama kabilelerin en şereflisi olan Arap
kavminden Mısır kıtasına kadar rengârenk kavimler meydana
gelmiştir ki şunlardır: Mağribi, Fas, Mora, Keş, Afno, Mayborno,
Cicelkan, Asvani, Sudani, Konca, Kırmanki, Boganeski, Monci,
Berberi, Nobi, Zenci, Habeş, Kilabî, Alevî, Donbi, Yemen
Arapları, Amman ve Badiye Arapları, hasılı bütün Araplar üç bin
altmış kabiledir. Ama Kureyş'in Haşimi adlı kabilesinden Arap ve
Acem'in efendisi Hazreti Muhammed dünyaya gelmiştir. Bu adı
geçen kavimlerin ataları Nuh'un çocuklarından Ham, Sam ve
Yafes'e ulaşır. Maksat Abaza kavminin çıkışını anlatmak iken
konudan ayrıldık. Güvenilir rivayetlere göre Hazreti Ömer'in
hilafeti sırasında Kureyş kabilesinden Beşe adında bir Arap
meliki vardı. Güçlü bir yönetici olup Irak, Batha, Yemen, Aden
ülkelerine sahipti. Bunun beş evladı olup büyük oğlunun adı
Cebelü'l-Heme, kazayla bir Bedevinin gözünü çıkardı. Bedevi
Hazreti Ömer'in huzuruna çıkarak şikâyetçi olunca, kısas olarak
Cebelü'l-Heme'nin gözünü çıkarmak gerekti.
Cebelü'l-Heme korkarak hemen o gece bütün aşiret halkını alıp
dört kardeşiyle birlikte Antakya'da kral Herakl'e varıp bir yer
ister. O da bunlara Şam, Trablus dağarını verip yerleştirdi.
Cebelü'l-Heme deniz kıyısında bir şehir yaptırır ki halen
Cebeliye şehri derler. Cebel burada güç sahibi olarak Şam ve
Medine taraflarını yağma etmeye başlar. Üstüne Halid bin Velid,
Mikdad bin Esved hazretlerini gönderdiler. Artık Cebel,
Cebeliye'de durmayıp gemilerle İspanya'ya kaçar. Bunlar Kureyşi
olduklarından oturdukları dağlara Kureyşi dağı, bunlara da
Kureyşi Arnavudu derler. Dillerini de Frenk dilleri ile
karıştırarak, Arnavud dilini ortaya çıkarırlar. Arnavudlar da
Araplar gibi saçlı kavimlerdir. Şiirleri, türküleri Araplar
gibidir. Onun için Arnavutların aslı Araplardandır. Ataları
Cebelü'l-Heme'dir. Mezarı İlbasan yakınlarındadır. Ama
Müslümanlığı terketmiştir derler. Çocukları ise sonraları iki
kat mürted olmuşlardır. Avlonya ile Devline arasındaki Dokat
dağlarında yaşarlar. Esmer renkli, Arap lehçeli, saçlı
Arnavudlardır. Cebelü'l-Heme'nin üzerine gelen Halid bin Velid
Hazretleri, kardeşi Arab'ı, Keysu'nun oğlu Meval'i ve Tay'ı
tutup Hicaz'a götürerek, Bağdat çölünde yer verir. Keys, Keys
kabilesine, Tay da Tay kabilesine melik olur. Amcası Arab, Umman
diyarına melik olur.
Ama Keysu ve kardeşleri Lazki ve Abaza, kendi adamlarıyla Halid
bin Velid'in elinden kaçarak Konya şehrine, oradan da
Kostantiniyye'ye gelirler. Lakin o sırada Emevilerden Ebu
Süfyan'ın oğlu Muaviye'nin İstanbul üzerine yürüyeceğini
duyduklarından orada durmayarak gemilere binip Karadeniz
sahilinde Trabzon tekfuru Yenevan'a varıp sığınacak yer
isterler. O da Lazkiye'ye Çoruh nehri kenarını verir. Laz
taifesi (Lazki) çoğalır. Laz kavminin aslı Arab'dır. Ortanca
kardeşi Keysu'ya, dağlarını verir. Bunun için Çerkesler de
Kureyştendirler. Ve Abaza'ya da bu Abaza vilayetini verdiğinden,
ondan da Karadeniz kıyısındaki Abazalar çoğalıp buraları mamur
ederler. Onun için Abaza kavminin ataları Kureyş
kabilesindendir. Çerkesler, Abazalar, Lazlar, Arnavudlar, Umman
Arabları, Kiys Arablarının hepsi kardeş çocukları olan
Kureyşlilerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Abaza Vilayetindeki mamur aşiretler
Çaçlar aşireti: Mengrelce konuşurlar. Çünkü Faşe ırmağının karşı
tarafı bütünüyle Megrelistan'dır. On bin kadar güçlü askere
sahiptirler. Hepsi aynı mezhepten değildir. Harami ve bahadır
bir kavimdirler. Cevizleri, fındıkları çoktur. Silahları Araplar
gibi ok, yay ve mızraktır. Atlıları az ise de piyadeleri yiğit,
dilberleri güzeldir. İskeleleri batıda, iki konak uzaklıkta
Lakbadırlar'dır. Trabzon'dan üç yüz mil uzakta büyük bir
iskeledir. Gemiler kışlayamaz. Çünkü kıble ve gün doğusundan çok
şiddetli rüzgâr eser. Buradan deniz yoluyla batıya doğru
gidilirse Avlan aşireti sınırında Hıfa köyüne rastlanır.
Arlan aşireti: On bin kadar yiğitleri vardır. Verimli
toprakları, adil beyleri vardır. Baş iskelesi Laçiğa'dır. Burada
bir gece misafir olduk. Güzel limandır. Kış ve yaz, gemiler
eksik olmaz. Buradan yine batı yönünde iki konak yol alarak
Çandalar aşiretine vardık.
Çandalar aşireti. On beş bin kadar yiğit kavim olup esas Abaza
bunlardır. Beyleri vardır. Bunlara Dağ Çandaları derler.
İskelesine Kakır derler. Dağda Hofa adıyla denize bakan bağlı,
bahçeli bir köyü vardır. Buradan da deniz kıyısını takiben üç
konak yol alarak Büyük Çandalar aşireti sınırına geldik.
Büyük Çandalar aşireti: Yirmi beş kadar köyleri vardır. On beş
bin askere sahip olup, ayrıca beyleri vardır. Limanına Çanda
derler. Gemiler kışlayamaz. Bu kabilenin dağlarının arkası
Maşeşah Çerkeslerinin vilayetidir. Buradan yine batıya deniz
kıyısı ile bir konak gidip Keçiler aşiretine vardık.
Keçiler aşireti: Cennet bağı gibi verimli bir vilayettir ki
yetmiş parça köyden meydana gelmiştir. İki bin kadar silahlı
askere sahip olup bir de beyleri vardır. Suları ab-ı hayat gibi
güzel ve lezzetlidir. Ama Lipu adında, içinde gemilerin
çalıştığı bir büyük limanı vardır. Bu ırmak Elburz dağlarından
gelerek burada Karadeniz'e dökülür. Temmuz ayında bile geçit
vermeyen bir sudur. Kış günleri gemiler yatar. Güvenli bir
yerdir. Keçiler kabilesinden bu yere gelinceye kadar, bu ırmağın
iki yakası çeşitli meyveler veren ağaçlarla süslüdür. Keçilerin
on bin askeri olup, çoğu atlıdır. Büyük bir kavimdir. Son derece
zengin insanlardır. Bu aşirette Havka adlı bir köyde Zaperha
adlı bir Abazanın evinde misafir olduk. Yoldaşlarımıza on koyun
keserek ziyafet verdi. Sizbak, Şilhavcı, pastalar yedik. Buradan
iki konak daha batıya giderek Art aşiretine geldik.
Art aşireti: Keçiler kavminden kalabalıktır. Ama onlar kadar
savaşçı ve cesur değillerdir. Çoğu tüccardır. Zerduva avlarlar.
Çok sayıda domuz beslerler. Alaycıdırlar. Sözlerine güvenilir
bir kavim olup, otuz bin kadar adamları vardır. Bunların da bir
beyleri var idi, kırk elli kadar baştan ayağa silahlı Abaza ile
yirmi koyun ve üç geyik getirip bize "hoş geldiniz" dedi.
Beyleri saçlı, arkasında kılçıklı kebe Çekmanı, elinde ok ve
yayı, belinde kılıcı olan cesur bir yiğit idi. Yanındakilerin
hepsi saçlı, güneş gibi temiz yiğitlerdi. İskelesine Arklar
derler. Orada bir gece misafir olduk. Limanında gemiler
kışlayamaz. Çünkü açıktır. Bir iskelesine de Leyuş derler.
Burada da gemiler kışlayamaz. Ancak yaz aylarında barınabilir.
Ama geniş iskeledir. Bunun kuzeyinde büyük dağlar içinde Sadşe
vilayeti vardır.
Sadşe Vilayeti: Seydi Ahmed Paşa'nın vilayetidir. Kuzeydeki
Çerkes kavmi ile ilişkileri olduğundan Çerkesçe ve Abazacayı çok
iyi konuşurlar. Yedi bin cesur, güçlü kuvvetli savaşçılardır.
Bunların şerrinden Çerkesler ve Abazalar her zaman çekinirler.
Art kabilesi bunlara izin verdiklerinden Artlar iskelesine esir
ve balmumu getirerek ticaret yaparlar. Takako Çerkesleri de
izinle gelip gemilerde ticaret yaparlar. Buradan gene batı
tarafına deniz kıyısını izleyerek iki tarafı ağaçlık, ormanlık
ve yüksek dağları, nice köyleri seyrederekten, üç konakta Kamış
aşiretine vardık.
Kamış aşireti: Bir beyleri olup, on bin kadar cesur ve yiğit
halkı vardır. Melek Ahmed Paşalı Kamış Mehmed Ağa bu
kabiledendir. Bunlar defalarca At kavmini bozguna uğratarak
beylerini esir almışlardır. Çünkü bu Abazalar birbirleriyle
savaşarak kadın ve çocuklarını esir alıp satarlar ve öyle
geçinirler. Bu Kamış dağlarında her biri eşek kadar olan iri
domuzlar yaşar. İskelesi varsa da o kadar işlek değildir. Çünkü
halkı asidirler. Bu Kamış kavmi içinde İstanbul'dan ve Mısır'dan
gelme Tophane Abazaları vardır. Mescitleri, çoluk çocuk sahibi
soylu Müslümanları çoktur. Suyu ve havası çok güzeldir. Köyleri
kıbleye ve denize bakar. Bunlarda da çarşı pazar yoksa da iskele
başlarında pazar yerleri bulunur. Buradan da deniz kıyısını
izleyerek batıya doğru üç konak gidip Suçeler aşiretine vardık.
Suçeler aşireti: Bunların da bir beyleri, on bin kadar piyade,
namlı askerleri vardır. Yerleri kayalık olduğundan, atlıları
azdır. İskelesi de vardır ama adı bilinmez. Burada bir gece
Kavdaka köyünde misafir olduk. O gece de düğün varmış tesadüfen.
Bize yüz tekne söğüş pişmiş koyun eti ve börülce çorbası, bol
su, boza, pasta, şilhavcı, süzme bal getirip, yüzlerce genç
hizmetimizde bulundular. Sabahleyin, Günye ağası arkadaşımız ev
sahibine bir tülbent bağışlayınca çok sevindi. Çünkü buralarda
çarşı, pazar, han, hamam, dükkân gibi şeyler yoktur. Dağ
başlarında kırkar, ellişer haneli köylerdir bunlar. İskelelerine
yılda bir kez her yandan gemiler, barut, kurşun, tüfek, ok, yay,
fişek, kılıç, kalkan, mızrak ve diğer savaş aletleri ile eski
pabuç, çuka kenarı, gömlek bezi, ocak demirleri, kazan, ocak
içine kazan asmak için kullanılan demir zincir, tuz ve sabun
gibi şeyler getirirler. Bu gemicilere genç delikanlılar yağ,
balmumu, muşamba, zerdova ve bal vererek, karşılığında adı geçen
şeylerden alırlar.
Buralarda hiçbir zaman altın ve kuruş bulamazsınız. Değiş tokuş
yoluyla alış veriş yaparlar. Suçelerden batı yönüne iki konak
gidip, Cembe aşiretine vardık.
Cembe aşireti: Bir beyleri ve iki bin piyade askerleri vardır.
İskelelerinde üç gün kalıp, bütün halkı ile iyi ilişkiler
kurduk. Tüm elbise, kilim, kebe ve keçelerimizi verip, cariye ve
köle aldık. Ben dahi köle aldım. Dördüncü gün gene batıya doğru
iki konak giderek, Bozoduk aşiretine geldik.
Bozoduk aşireti: Bunların da beyi ve on bin adamı var.
İskelelerinde on bin parça İstanbul gemisine rastlayarak
arkadaşlarımızla buluştuk. Uzun uzun sohbet ettik. Bazı
eşyalarımızı onlara emanet edip kölelerimizle yüksüz kaldık.
Mengili Giray Han bu Bozuduk kavminden üç bin askeri Ejderhan
seferine götürmüş. Ejderhan fetholununca Bozoduk aşiretini
Çerkes vilayetinde Obor dağı eteğine yerleştirmiştir. Halen
Çerkes'de Bozodok kavmi derler bunlara. Abaza Bozodoku ile
Çerkes Bozodoku'nun arasında Obor denen yüksek bir dağ vardır.
Üç konaktır. Birbirlerini basarak insanlarını kaçırırlar. Abaza
Bozodoku'ndan gene batı tarafına deniz kıyısını izleyerek iki
konak gidip Osoviş aşiretine vardık.
Osoviş aşireti: Deniz kenarında, yalçın kayalar üzerinde köhne
ve harap bir kalesi vardır. Bir gece fırtına çıktı. Uyanık
davranarak, eli tüfekli arkadaşlarımızla orada misafir olduk.
Beş koyun ile Osoviç beyi yanımıza gelip ikramda bulundu bize.
Bu aşiret, ağaçtan yay ve ardıç ağacından ok yapar. Hepsi
tüfekli üçbin kişidir bunlar. İskelesi German Osoviş'tir.
Dağlarında ayı, domuz, tilki, çakal, sansar, zerdova, osari,
geyik, kırtavuğu bulunur. Ulu dağlardır. Batıl inanışları
gereği, bu Abaza tayfası çoğu beylerinin cesetlerini sandukaya
benzeyen bir ağaç içine koyup bir yüksek ağacın tepesindeki
çatal dalına çiviler, baş ucunda da bir delik bırakırlar.
İnançlarına göre beyleri o delikten cennete bakarmış.
Sonra o delikten yüzbinlerce bal arısı girerek Abaza cesedinin
koltukları ve budu arasında bal yaparlar. Mevsiminde sandukanın
kapaklarını açıp, kıllı kıllı balları tulumlara doldurup
satarlar. Halk Abaza balıdır deyip birbirini çiğneyerek ite aka
alır. Pisliğinden habersizdirler. Abaza balından çekinmek
lazımdır. Bu Abaza ülkesinde binlerce gariplik var ise de yazmak
mümkün değildir. Buradan da gene birkaç Abaza çobanı alıp batıya
doğru iki gün gittik. Aşpılı aşiretine vardık.
Aşpılı aşireti: Bunların bir beyi olup iki bin kadar askerleri
vardır. Bütün Abazalar bunların şerrinden korkar. Çünkü son
derece cesur ve savaşçıdırlar. Burada da yıkık bir kale vardır.
İskelesine Aşga derler. Kefe, Kerş, Taman gemileri gelir. Ama
kışın yatmazlar. Açık yerdir. Ama dağları verimlidir. Buradan
batıya yine bir konak gidip, Atma köyüne vardık.
Atma köyü: Bu köy Asgılı'ya bağlıdır. Dağlar içinde mamur bir
köydür. Köyde Tophane Abazalarından Müslümanlar vardır. Burada
bir de mescid gördük. Çerkes ülkesine bir konak uzaklıktadır.
Her an Çerkeslerle savaş ederler. Oradan iki konak uzaklıktaki
Soğuksu aşiretine vardık.
Soğuksu aşireti: Bir beyleri ve üç bin askerleri vardır.
Küheylan atlara sahiptirler. İskeleleri Haruna'dır. Alâ yatak
limanı vardır. Soğuksu adına geçit vermeyen büyük bir ırmak
vardır ki Çerkes dağlarından çıkıp burada Karadeniz'e dökülür.
Ab-ı hayata benzer bir sudur. İşte bu ırmak kıyısında
bulunduklarından bu aşirete Soğuksu aşireti adı verilmiştir.
Oradan batı tarafına iki konak gidip Kotasi aşiretine vardık.
Kotasi aşireti: Bir beyleri vardır. Hepsi yedi bin askerdir.
İskelelelerine Kotasi derler. Tahtadan yapılmış hasır örtülü
mahzenleri vardır. Köyleri limanın arkasındaki dağlardadır.
Limanında Kefe ve Taman gemileri çoktur. Bu aşirete her an Kırım
tarafından atlılar gelerek alışveriş yaparlar. Halkı
itaatkârdır. Çünkü yerleri sarp değildir. Buğday bile
yetiştirirler. Bunun dışındaki öbür Abaza diyarlarında Basta
darısı ekerler. Bu Kotasi aşiretinin sazdan, tahta örtülü evleri
vardır. Ocakları ortadadır. On eve bir kabak derler. Dört yanı
bir kale gibi çitle çevrilmiştir. Bütün hayvanlarını muhafaza
edip, gece sabaha kadar aslan gibi köpekleriyle nöbet beklerler.
Bütün Abaza aşiretleri böyledir. Çünkü bütün evleri ormanlar
arasındadır. Birbirlerinden korkarlar. Bu Kotasi aşiretiyle Jane
Çerkeslerinin arası bir konaktır. Bunlar Çerkes dilini de
bilirler. Bunlar Çerkes'e, Çerkes de bunların limanına izinle
mal getirirler.
Abaza vilayeti burada tamamlandı. Buradan ta Faşe çayına
varıncaya kadar geldiğimiz ve gördüğümüz aşiretler tamamen deniz
kıyısında olup bütün köyler kıble tarafına, Karadeniz'e
bakarlar. Faşe çayından, doğudan batıya, bu Kotasi aşiretine
gelinceye kadar Abaza diyarının uzunluğu tam kırk konaktır. Eni
de beş konak olur.
Bu ülkenin kırk konak yerinde kırk büyük ırmağı var. Hepsi
Çerkes ile Abaza arasındaki dağlardan gelip Karadeniz'e dökülür.
Bunlar birbirlerine bitişik yetmiş adet büyük dağ ve iki bin
parça köydür, derler ama ben görmedim. Dağlarını gezmedim. Harac
ve diğer, bağ ve bahçe ürünleri ve öşür gibi şeyler vermezler.
Yüz binlerce asi ve itaatsiz kavimlerdir. Onlara kâfir desek,
insanı katlederler. Müslüman desek hoşlanarak severler. Bunlar
kitab ehli olmadıkları gibi hiçbir mezhebe de bağlı değillerdir.
Bununla birlikte kâfiri sevmeyip Müslüman için can verirler.
Müslüman olsalar itikat ve amelleri sağlam olur. Ataları Kureyş
kabilesinden Abaza'dır. Bunlar deniz kıyısında iskele sahibi
olan Abazalardır.
Dağlarda bulunan Abaza aşireti
Poşerhi aşireti: Mekril'e yakındır. Beyleri var. Yedi bin
nüfuslu asi bir kavimdir.
Ah Çepsi aşireti: Bunların de beyleri vardır. On bin kişidirler.
Besleb aşireti: Beyleri var. Yedi bin beş yüz kişilik cesur bir
kavimdir.
Mekliye aşireti: İşe yarar üç bin kişi olup, bir de beyleri
vardır.
Vaypiga aşireti: Bin kişilik beyleri olan bir kavimdir.
Bağrıs aşireti: Beyleri var. Hepsi sekiz yüz kişidirler.
Ala Kureyş aşireti: Beş yüz kişi olup bir de beyleri vardır.
Çimakors aşireti: Beyleri vardır. Hepsi üç bin kişidir.
Macar aşireti: Beyleri vardır. Hepsi iki bin adamdır. Savaşçı
erlerdir.
Yayharaş aşireti: Beyleri vardır. Hepsi dört bin kişidir.
Yukarda yazılan ve dağda yaşayan on âsi aşiretin hiçbirisi
Aşgılı'daki iskele Abazalarının arasına gelemezler.
mamuli, Temmuz 1997, sayı 3
Demirkapı'dan Gürcüstan'a giriş.
Önce kaleden kıbleye on iki saat orman içinden yol alarak
Dağıstan sınırındaki Küre kasabasına geldik.
Küre konağı: Dağıstan hakimi Şah Mihal Han’ın tahtı olan
Tabesaran sınırında bağ ve bahçeli, bin tane süslü ve mamur
evli, küçük camili bir kasabadır. Çarşısı ve pazarı yoktur.
Yalnızca cuma günleri çevredeki köylerden adamlar toplanıp,
alışveriş ederler. Ama altın ve kuruş nedir bilmezler.
Alışverişleri değiş tokuşladır. Eskiden beri de öyle
olagelmiştir. On bin ahalisi Şafi mezhebinde, temiz inançlı,
dindar insanlardır.
Bu şehirde hiç kadın görmedim. Meğer bu Dağıstan’da bir kadın
ancak öldükten sonra mezarlığa giderken yolu seyredermiş!kadın
kısmının kapıdan dışarı çıkmak ihtimali yoktur. Meğer ki Hacca
gitmek için ola...Halkı güler yüzlü, garip dostu, düzgün bedenli
kimselerdir. Güzel bağ ve bahçeleri vardır.
Buradan kalkıp gene dağ ve ormanlıklar içinden giderek Avar
ülkesine girdik. Burası Dağıstan hakiminin has ülkesidir. Üç gün
bu ülkedeki kasabaları seyrederek Serirallan şehrine geldik. Bu
ülkenin kalesini, eski zamanda Nuşirevan oğlu Hürmüz Tasdar
yaptırmıştır. Bu şehir için nice savaşlar olduktan sonra, Acem
Şahı Kör Hüdabende Dağıstan hakiminin elinden almıştır.
Osmanlılar istila etmesin düşüncesiyle kalesini yıktırmıştır.
Halen Acemlerin elinde olup Ars kalesi hakimi sınırları içinde,
Elburz dağı eteğindedir.
Dağıstan tarihlerinde bu şehre “serirallan” denmesinin nedeni
“Hz. Süleyman havada gezerken tahtını buraya kondurup Elburz
dağını seyrederken imar edilmesidir” şeklinde açıklanır.
Demirkapı, Şemahi, Niyazabad şehirlerinin arasında eski bir
şehirdir. Üç sınır arasında olduğundan o kadar mamur değildir.
Havası soğuk olduğundan bağı bahçesi azdır. Üç bin kadar toprak
örtülü evi ve camisi vardır. Acem elinde olduğu için camileri
garip kalmışlardır. Yedi hamamı, on bir kervansarayı, yetmiş
kadar çarşı, pazar dükkanları vardır. Bir gece misafir
olduğumuzdan, içini gezemedim. Hanlık ve kadılıktır. Kalenteri,
münşisi, darogası, bin kadar növkeri vardır. Halkının çoğu
sünnidir. Pamuk bezi dokurlar. Su ve havasının güzelliğinden
dilberleri meşhurdur. Batı tarafındaki Elburz dağından doğup,
Kür nehrine dökülen bir çayı vardır.
Buradan gene kıbleye giderek Hıten ülkesine geldik. Bu da
Dağıstan hakimi ülkelerinden üç yüz parça köyü olan mamur bir
kasabadır. Bir tarafı Elburz dağıdır. Burada da üç gün köyleri
gezdikten sonra Zahar kasabasına geldik. Bunun da yüz elli parça
kadar köyü var. Dağıstan hakimi beylerinden Emir Yusuf Bey’in
idaresindedir. Ama birkaç kez Acem’e tabi olmuştur. Halen halkı
Şafi ve Sünni olup yedi bin kadar askerleri vardır. Beyi ile bir
gece sohbet ettik. Bize elli adet zerduva postu ile yaban kedisi
postları verdi. Ben de ona üç tane nakışlı Kayasultan mendili
verdim. Bu kasabada da Şeyh Emir sultan türbesi vardır. Ulu
Sultan’dır. Dağıstan’ın bu ülkesindeki bilginler ve salih
kimseler başka tarafta yoktur. Bu ülkede yalan, dedikodu,
kötülük, kin, kibir ve düşmanlık yoktur. Ama Rafizileri ne
vilayetlerine koyarlar, ne de onlarla alışveriş ederler. Burada
yılda bir kere büyük pazar kurulur. Dağıstan burada son bulur.
Buradan Gürcüstan’a girdik.
Evvela sınırdaki Ordubar kalesi, Acemlerin idaresindedir. Bu
kale sol tarafımızda kaldı. Ben, Şeki kalesi sınırına gittim.
Biraz sonra Zohorye kasabasına geldik. Gürcüstan’da Temres Han
sınırında, Tiflis hanına bağlı büyük kasabadır. Reayası Gürcü,
Aznavur, Ermeni ve Gökdolaktır. Oradan ilerleyip Kaht şehrine
geldik. Gürcüstan’da Acem idaresindedir. İlk kurucusu
Nuşirevan’dır. Zamanla kalenin bazı yerleri harap olmuştur.
Çevresi on dört bin adımdır. Yüz yetmiş burcu, üç kapısı var.
Kale içinde iki bin adet mamur evleri var. Harab camileri, han
ve hamamları, çarşı ve pazarı vardır. Suyu çok tatlıdır. Suları
Elburz dağının dokuz tabaka aşağı eteklerinden geçip Kaht’ın bağ
ve bahçelerini suladıktan sonra Kür nehrine dökülür. Havası
soğukça olduğundan ipeği makbul değildir. Halkı Ermeni, Gökdolak
ve Gürcülerden meydana gelir. Hakimleri başlı başına sultandır.
Bin kadar askeri vardır. On iki hakimi ve kadısı vardır. Şah
İsmail, Yavuz Sultan Selim ile Çıldır cengini yapmadan önce
buranın su ve havasından hoşlanarak şehirde üç sene oturmuş,
kalenin dışında satrançvari sokaklarıyla büyük bir varoş
yaptırmış ki sanki orta Macar diyarında Kaşa şehridir.
Muharebede ise şahın yüz bin askeri kılıçtan geçmiş, ancak
kendisi Azerbaycan diyarına can atmıştır. Sonra, Osmanlı askeri
ile Gürcü askeri bu şehre gelip yağma etmiştir. Sonraları da o
kadar mamur olamamış. Ferhad Paşa Aras kalesini mamur ettiği
vakit bunun taşlarını arabalarla oraya taşıtmış. Sultanı bana
sevgi gösterisi olarak bir konak arkadaş verdi.
Kıble yönünde giderek Hodray Han kasabasında konakladık. Kür
nehri kenarında bin evli, cami, ham ve hamamlı kasabadır.
Buradan da ileri giderek Tiflis kalesine geldik.
Tiflis:İran tarihçilerinden “Şerefname” adlı eser sahibinin
dediğine göre bu şehri İskender Zülkarneyn’in hazinedari olan
Bitlis yaptırmıştır ki Van eyaletindeki Bitlis’i de o
yaptırmıştır. Sonraları bu kaleyi yüzlerce asi kuşatmış.
Hükümdardan hükümdara intikal ede ede Gürcüstan hakimlerinden
Davud Han’ın idaresine geçmiştir. Onun idaresi altındayken
kendisi Osmanlı korkusundan Acem şahına sığınarak taç giyip,
memleketine han olmuştur. Uzun zaman Nuşirevan gibi adaletle
idare edip ülkesini mamur etmişken sonunda Üçüncü Murad
zamanında Lala Serhad Paşa Gürcüstan üzerine askerle gelerek
Çıldır kalesi ile yetmiş adet ona bağlı kaleleri fethetti.
Tiflis üzerine de büyük serdarın gelmekte olduğunu Davud han
haber alınca kırk bin asker Tiflis kalesine muhafız konup,
savaşa hazır olundu. Bir taraftan da Osmanlı askeri hızla yol
alarak Şirvan sahrasına çadırlarını kurdu. Önce Serdar Tiflis’e
mektup gönderip dine davet etti: “Ya İslam dinini kabul edin,
yahut kaleyi padişaha teslim ederek kale dışında haraç verip
reaya olun. Ve illa din-i mübin uğrunda hepiniz kılıçtan
geçirilip çoluk ve çocuğunuzun esir edilmesi
kararlaştırılmıştır.”
Mektup alınıp içindeki anlaşılınca hepsi bir araya gelip
konuştular. “Osmanlı bildiğinden kalmasın” deyi elçiyi kovdular
ve kaleye kapandılar. Ama gene gelecekten endişe edenler
aralarında konuştular ve İslam askerinin kuvvetine
dayanamayacaklarını anlayarak hepsi memleketlerini terk edip
kaleyi boş bıraktılar. Bu durum büyük kumandan tarafından haber
alınınca İslam askeri ile peşlerine düşmüş, Tiflis yakınındaki
Kür nehrini geçip bir gün bir gece llgar ile Zekum kalesi
altında Tiflis hanına yetişmiş. Onlar da aileleri ile ormanlık
içine sığınmışlar. Müslüman gaziler hücum edip, Gürcülerin
başlarını vücutlarından ayırdılar. Fazlasıyla ganimet elde edip,
askerin en küçüğü bile bir kalkan dolusu altına sahip oldu.
Hemen işi zafer olan serdar yeniçeri ağasını yedi oda yeniçeri
ile Tiflis kalesinin fethine gönderip kendisi de ordusu ile
Zekum kalesini fethe yöneldi. Aman ile kaleyi fethedip içine
asker yerleştirdi. Oradan kuzeye giderek Kerim kalesini kuşattı.
Kale Osmanlı hücumuna dayanamayıp aman ile kaleyi serdara teslim
ettiler. İçinde olanlar da cehennemlerine kaçtılar. Ben, Zekum
kalesini görmedim. Ama Kaht kalesi sahrasından geçerken Kerim
kalesini görmüştüm, Lakin içine girmedim. Osmanlı Paşa ava
çıkmış aslanlar gibi bu eyaletten yirmi altı parça büyük küçük
kaleler alarak içine asker ve muhafız koydu. Sonra yoluna devam
ederek Tiflis kalesine girdiği gün büyük şenlikler oldu.
Sonra vekarlı kumandan kalesini gayet sağlam bir hale koyup
eyaleti yazdırdı. İdaresini beylerbeylik ile Kastamonu eyaletine
mutasarrıf olan solak Ferhad Paşazade Mehmed Paşa’ya verip
gerekli mühimmat ve levazımatını tamamladı. Sonra yirmi oda
yeniçeri, beş oda cebeci, beş oda topçu, yüz yetmiş parça
yıkılan öteki kalelerden askerler koyup, Tire, menteşe Teke,
Hamid sancakları ile Sivas eyaleti askerlerini toptan buraya
muhafız tayin etti. Gürcüstan’ın öteki taraflarını da yoluna
koyarak İstanbul’a hareket etti.
Beri taraftan Acemler ile Gürcüler Tiflis kalesini yedi ay
kuşattılar. Bütün müslüman gaziler kıtlık ve pahalılıktan son
derece bunaldılar. Sonunda atlarını, köpeklerini, git gide
şehitlerini bile yemek zorunda kaldılar. Hatta Subaşı adlı
birinin köpeği yedi bin akçeye satın alınıp yenildi. Durum bu
merkezde iken düşmanın yer yer hücumuna kahramanca karşı
konuluyordu. Allah’ın hikmeti Erzurum valisi Mustafa Paşa deniz
gibi asker ile koşup gelirken kaleyi kuşatan Acemlerin kumandanı
İmam Kuli de kaçarak bu kadar ganimeti ve pek çok zahireyi savaş
meydanında bıraktı. Kalede kapalı kalan gaziler bol ganimet
malına kavuştular. Mustafa Paşa kale altına ulaşınca İslam
askeri taze can buldu. İkinci defa olarak Sadramzade Hüsnü Paşa
üçerbin deve yüklü buğday ve diğer hububattan zahire getirip
ambarlara doldurdular. Hala küçük kalede ambarda vardır. Sultan
Üçüncü Murad devrinde Sultan Mustafa’nın tahta çıkışına kadar bu
kale Osmanlı elinde kaldı. Sonra Gürcüler ile Acemler birleşerek
ansızın hücum edip, kaleden Müslüman gazileri aman ile
çıkardılar ve kaleyi şaha teslim ettiler. O zamandan beri Acem
elindedir. Çok mamur olmuştur.
Tiflis Kalesi: Kür henri kenarında yalçın kaya üzerinde
birbirine karşı iki kaledir ki Bitlis ve Tiflis denir.
Aralarında Kür nehri akar. Bir kayadan bir kayaya büyük bir
hisar şeklinde olduğu için kolaylıkla kalelerin birinden
diğerine geçilebilir. Büyük kale Kür nehrinin güneyinde küçük
kale ise kuzeyindedir.
Kür nehri:Büyük kalenin ovaya bakan tarafında, küçük kaleye
açılan kapısı önünden duvara değerek akar. Yedinci konakta Bakü
kalesiyle Keylan nehri arasında Hazar denizine dökülür. Çıkış
yeri Çıldır vilayetindeki dağlar olup, Kara Ardahan’dan geçerek
Ahıska, Azgora kalelerine uğrar, sonra Tiflis’in içinden geçerek
Hazer Denizi’ne dökülür. Çok büyük bir nehir olup İran
tarihçileri buna bin altmış kadar çayın karıştığını rivayet
ederler. Bu nehir kenarında, yalçın kaya üzerinde Bitlis’in
yaptırdığı büyük kalenin çevresi altı bin adımdır. Ama eski
binadır. Duvarının yüksekliği altmış zira olup, yetmiş burcu, üç
bin bedeni vardır. Bir köprülü kapısı var. Hendeği yoktur. Kür
henri üzerinde Suluk kulesi vardır. Kuşatma sırasında su
ihtiyaçlarını oradan karşılarlar.
Hisar içinde altı yüz toprak örtülü evleri vardır. Han sarayı bu
kalededir. Camisi, han ve hamamı, küçük çarşısı var. Küçük
kalesini sonradan Yerd-i Cürd Şah yaptırmıştır. Yalçın bir tepe
üzerinde, dört köşe, küçük bir kaledir. Köprü başında bir
kapıcığı vardır. Kalesinin içinde üçyüz ev ve cami var.
Bedestanı ve diğer imareti yoktur. Bu kale büyük kalenin
kuzeyine düşer. Fakat küçük kale büyük surdan sağlamdır.
Kulelerin üç bin bekçisi vardır. Her karanlık gecede bekçileri
“Hüda hob!” diye bağırırlar. Halkının çoğu Osmanlı zamanından
beri Sünni olup Hanefi ve Şafi mezhebindendirler. Bilginleri
çoktur. Yetiştirdiği ürünlerden tane tane buğdayı, has, beyaz
Tiflis ekmeği, beyaz ve al şeftalisi var. Pamuğu, Engürü sofu
meşhurdur. Ürünlerine Kür nehrinin yararı olmaz. Hepsi yağmurla
yetişirler. Zaten Kür nehrine, çıktığı yerden başlayarak yüz
elli kadar kasabaya uğradığı halde herbirini yararlandırmadığı
için “Kör” derler. Ama Moğollar bu nehre yararsız anlamına “Ur”
derler. Suyu lezzetli ise de pek aşağı bir seviyede aktığı için
yüksek yerleri sulayamaz. Hamamlığı iyi değildir. Çünkü şehirde
ılıca var.
Tiflis ılıcası: Büyük kalenin doğu tarafında kudretten kaynar
bir sıcak sudur ki içinde koyun kelle ve paçası pişirilebilir.
Kubbeli, yararlı bir ılıcadır.
Ziyaretleri:İmam Hüsam Efendi, Ferhad Paşa kethüdası Rıdvan Ağa,
Cem Ali Efendi mana denizi imiş.
Tiflis Kaht kalesine beş konaktır. Aras kalesine dört konaktır.
Genç kalesine dört konaktır. Buradan iki yüz arkadaş ile üç
tümen Abbasi harçlık alıp, güney yönüne dar yollar içinden
giderek dört saatte Kusaht kalesine geldik. Yalçın kaya üzerinde
dört köşe bir kaledir. Acem idaresinde olup Tiflis’in
nahiyesidir. Dori kalesi de sağ tarafımızda yüksek bir dağ
üzerinde görünüyordu. Yanına varmayarak geriden seyredip geçtik.
Buradan ileride Suran kalesine geldik. Tiflis hanı idaresinde,
bir tepe üzerinde küçük bir kaledir. Ama son derece sağlam ve
sarp bir hisardır ki burç ve duvarları göklere yükselir. İlk
yapıcısı Nuşirevan’dır. Gürcüstan’ın eski kalelerindendir.
Halkının çoğu Gürcü, Gökdolak ve Ermenidir. Buradan kalkıp batı
yönüne doğru dört saat giderek Azgur kalesine vardık.
Eski Azgur Kalesi: “Aleksandr Gür” derler. “Şerefname” tarihinin
yazdığına göre Gürcüstan’da yapılan ilk kale budur. Büyük
İskender’in yapısıdır. Büyük, dört köşe mermerlerinin durumu
İskender yapısı olduğunu gösterir. Dört köşe eski bir kaledir.
Gürcüstan toprağında Ahşma sınırında naibliktir. Kıbleye bakan
bir kapısı var. Ağası tarafından idare edilir. İki yüz kadar
askeri vardır. Camisi han ve hamamı, kırk elli kadar dükkanı
var. Dilberi, bağ ve bahçesi çoktur. Burası Gürcüstan’ın Şuşad
kavmi sınırında olduğundan halkı Gürcüce konuşurlar.
Şuşad Gürcülerinin dili: Art:bir, evri:iki, sam:üç, othi:dört,
hot:beş, eksi:altı, şedi:yedi, zivay:sekiz, hicray:dokuz,
ati:on, puji:ekmek, çapal:su, hariç:at, gıte:şarap, bak:kiraz,
pesmal:armud, kovah:kabak, lağı:incir, kurz:üzüm, rathil:fındık,
nesu:kavun, proçogol:nar, harbucak:karpuz, pirevli:du, kuku:kız,
kal:karı, akmad beco:gel çocuk, pur çamur:ekmek yiyelim, dacd
becu:otuz oğlan, muktatıs:seksen, ersevides hişam:gitme yabana,
ok patoni:gel ağa, pori:ekmek, cames:yiyelim, iri:eder, akmo dar
sevidiş:gelme gitme, ducid patun:otur ağa, paton art:ağa bir,
akim tepreye:bakayım, büyük mü küçük mü?, argades:almam, kararas
kalha:iyi değil fenadır, çıhı:at, çuri:katır, viri:eşek, çağıl
kadyan:köpek yaramaz.
Daha birçok kelime ve deyimler vardır ama yazıya gelmediği
için ancak bu kadar yazılabildi.
mamuli, Mayıs 1998, Sayı 5
Aktarı:
http://www.chveneburi.net/
|
|
| |