
Bir mübadele Öyküsü
|
Temel'e "dönüşen"
Todoron'un zenginlikten fakirliğe,
mutluluktan mutsuzluğa dönüşünün öyküsü...
Ve yazarın annesi ona kızdığı zaman neden
"İkram'ın Uşakları" dediğini
hatırlamasının...
Yazı: Nezahat Turhan
Birkaç yıl
önceydi. Virgül dergisinin yeni çıkan kitaplar
bölümünde "Son Pontuslu" başlıklı bir yazı
dikkatimi çekmişti. Trabzon-Maçka doğumluydum ve
Rum kültürüne duyduğum ilginin nedeni, ninemin
Pontusça konuşmasıyla sınırlı değildi.
Başlangıçta böylesine bir merakla okuduğum yazı
birden benim için değişik bir anlam kazanıverdi.
Zihnimde iki isim birleşmişti: Stama ve Temel
Garip. Stama bizim köyümüzdü; Temel Garip ise
adı çocukluğumdan beri evimizde sıkça geçen
İkram Temel.
Bir an
duraklıyorum. 10'lu yaşlarımdayım. Kardeşimle
sokaktan yeni dönmüşüz; el, yüz kir içinde.
Korka korka merdivenleri çıkıyoruz; anneme ne
diyeceğiz? Bir gün önce eve yine böyle gecikince
şoför komşumuzun otobüsünü ucu keskin taşlarla
boydan boya çizmiş, suçu tabii ki başkalarının
üzerine atıp bütün mahalleyi ayağa kaldırmıştık.
Bu sefer ne diyeceğiz? Bilmiyoruz. Annem bütün
hışmıyla kapıda; böyle durumlarda her zaman
duymayı beklediğimiz cümlesi çınlıyor
kulaklarımızda: İkram'ın Uşakları... Kimdi bu
İkram? Her yaramazlıktan sonra neden onun çocuğu
oluveriyorduk. Bunları daha sonradan
öğrenecektik; ama o günlerde bildiğimiz tek şey
İkram'ın yabani bir şey olduğuydu. Yazıyı okur
okumaz koşuyorum. Haberi anneme yetiştirmeliyim.
Kara trenlerle ikiye bölünen İzmit'i arkada
bırakarak eve giriyorum. Anne! Anne! Annem yok.
Temel amcanın kitabını yazmışlar.
SINIRDIŞI
ZAMANI
Yıl 1913...
Stama'nın zengin ailelerinden İkramoğlu
ailesinin tek oğlu Yannis, Kromnili maden
zengini Seyitağa'nın yeğeni Sotira ile
evlendirilir. Seyitağa ismi sizi şaşırtmasın;
ailenin asıl adı Lazaridis'tir. Yaşadıkları
yıllarda uygulanan baskı nedeniyle bu tür
isimler almış, Müslüman yaşam tarzı benimsemiş
gibi görünseler de, 1856'da Sultan'ın Hatt-ı
Hümayun’u yayımlamasıyla (Bu ıslahat fermanına
göre, bütün Osmanlı tebası, artık istediği dine
inanmakta serbesttir) yörenin pek çok ailesinin
yaptığı gibi eski dinlerine geri dönerler.
Devlet, gizli Hıristiyanlar'a "Tenesur" yani
dönmeler; Pontus'ta oturanlarsa onlara "Klostus"
yani dönenler adını verecektir.
Yıl 1914...
Yannis ve Sotira'nın çocukları Todoron (Temel
Garip) doğar. "Hiçbir zaman kadere inanmak
istemedim. Her zaman insanın kendi kaderini
kendisinin yarattığında ısrar ettim ve hâlâ
ederim. Fakat eğer Anadolu'da yaşıyorsan, en
azından bu diyarlarda kaderin insanın yaşamında
gerçekten de bir rol aldığını kabul etmek
zorunda kalırsın. Todori için de 'kader' böyle
oyunlar oynayacaktı. 1914 yılında dünyaya
gelmişti. Stama'da bir sevinç, bir sevinç ki
sormayın!"
1915'in
ilkbaharında gelin Sotira hastalanır. Köyün
deneyimli insanları tedavi için doğaya başvursa
da - o zamanlar başka köylerde olduğu gibi, bu
köyde de doktor yoktur - işe yaramaz. Sotira'nın
durumu gittikçe kötüleşir. Gelini Trabzon'a
götürmeye karar verirler. Teşhis, zamanın en
korkulan hastalığı veremdir. Yannis ne
yapacağını şaşırır. Stama'ya dönüş hazırlığına
başlarken sokaklardan tellal sesleri duyulur:
"Bütün
Ermeniler ortaya çıksın! Kimse gizlenmesin!
Hükümet kefildir. Ermeniler büyük Ermenistan'a
gideceklerdir..."
Yollar kesilir,
Ermeniler için korku dolu günler başlar. Ermeni
dostlarını gizleyen Rumlar ve Türkler
cezalandırılır. Yaşanan tam bir kaostur; iki ay
sürer. Osmanlı için bir Ermeni sorunu daha
çözüldükten sonra yollar açılınca, Yannis ve
Sotira, Stama'ya dönerler.
1916 Şubatı'nda
Rus ordusu ilerlemeye başlar. Pontus'u istila
eder. Bu hengâme içinde Todori'nin önce dedesi,
birkaç hafta sonra da annesi ve ninesi ölür.
Babası Trabzon'a gidince, küçük Todori hiç
evlenmemiş teyzesi Kereki'yle birlikte kalmaya
başlar. (Bu arada Rusya'da Ekim Devrimi
olmuştur. Pek çok insan gibi, Todori'nin babası
da şansını denemek için Rusya'ya gider; ama kısa
bir süre sonra tutuklanır.)
CENNETİN
PEŞİNDE
9 Ocak 1923
sabahı, mübadele kararıyla Pontuslu Rumlar, tüm
köklerini ve anılarını Trabzon'da bırakarak, 2
saat içinde sınırdışı edilirler.
"İki saat
içinde bütün o halk, yaşamlarındaki değerli
şeylerini ve tarihlerini omuzlarına yükleyerek,
yokuş aşağı, Trabzon'a doğru inmeye başlamıştı."
Mübadele
sırasında Trabzon'u terketmeyen üç kişi vardır:
Todori, yatalak teyzesi Kereki ve Trabzon'da
yaşayan zengin akrabaları Eleni Lazaridis.
Eleni, gitmemekte ısrar etmiş ve Rus tebasından
olduğu için, kimse kalmasına ses çıkaramamıştır.
İşin ilginç yanı, Eleni ve Todori'yi sadece 40
km'nin ayırması ve her ikisinin de bundan haberi
olmamasıdır. Eleni, bütün Rumlar'ın Trabzon'dan
ayrıldığını düşünür; emir açıktır.
Stama halkını
ellerinde eşyalarıyla giderken gören Todori
hemen eve koşar, durumu Kereki'ye anlatır.
Kereki yatalaktır ve bu, Todori'ye verilen "kal"
emridir. Çevre köylerden yavaş yavaş Stama'ya
gelen Müslümanlar, boş evlere yerleşir ve
Hıristiyanlar'dan kalan tarlalara el koyar.
Stama'nın yeni sakinleri, acıdıkları için Kereki
ve Todori'yle biraz ilgilenirler. Fakat bu durum
uzun sürmez ve Kereki'nin ölümüyle birlikte,
Todori evinden de atılır. Artık yapayalnızdır.
Dedesinin yağmurlu havalarda sığınak olarak
kullanmak üzere yaptığı, köyden 400 metre
yükseklikteki kulübeye yerleşir.
"Kulübecik
köyden iki kilometre uzakta, yaklaşık dört yüz
metre yüksekliktedir. İkramoğlu ve Seyitağa'nın
torunu, oradaki sığınağında yaşamını sürdürür."
Todori'yle,
yarı cahil bir tip olan Hoca İsmail ilgilenir.
Hoca İsmail, bu gâvur çocuğu Müslüman yaparak
kendi ruhu için cenneti garantilemek
derdindedir. Bu sırada, Soyadı Kanunu çıkar.
Todoron İkramoglina da, içinde bulunduğu durumla
son derece alâkalı bir künyeye sahip olur: Temel
Garip.
"Todori,
Müslüman ve inanan biri olmuştu. Belki de
herkesin onu gâvur olarak düşünmesine son vermek
için bu bir zorunluluktu. Her insan yaşadığı
toplumu tanıma gereksinimi duyar. Aslında
Todori'nin de ruhunun derinliklerinde, kökeni
konusunda bir tasa kalmıştı. Tanrının yakacağı
bu Rumlar kimdi acaba?"
Todori askere
gider. Belki bir Rum'a rastlarım ümidi,
hayâlkırıklığıyla sonuçlanır. Astsubayı,
İstanbullu bir Rum'dur; ama bırakın Rumlar'a ait
bir şeyler öğrenmeyi, ondan beklediği ilgiyi
bile göremez. Astsubay, Pontusça konuşan
Todori'ye, Elence karşılık verir.
"Pontusça
konuşan Türkler'e karşı bu sakınma, İstanbul'da
bugün bile geçerlidir; hatta onlara güvenmezler
bile."
Böylece
Todori'nin, Rum olan herşeye karşı ilgisi de
sona erer. Asker dönüşü Hoca İsmail tarafından
evlendirilir; bir sürü çocuğu olur.
Hoca İsmail'in
etkisi Todori'de bir ömür sürecek ve 80
yaşındayken ziyaretine gelen yazara (Yorgo
Andreadis) ve arkadaşlarına, onları büyük bir
üzüntüye duçar kılacak şu sözleri sarfedecekti:
"Tanrı Rumlar'ı istemiyor."
"Bu nasıl
sözdür? Bir tespit mi? Bir yakınma mı? Bir
kötümserlik mi? Kadercilik mi? Yoksa bunlardan
da öte bir şey mi? Todori'yi, bugünkü Temel
Garip'i, Pontus'taki Rum halkının kalıntısını,
Stama'nın tepesinde bırakarak, suskun ayrıldık."
Bundan sonra ne
mi oldu? Bütün ömrü Stama'nın sınırlarıyla
çevrili olan bir insanın yaşamında ne
olabilirse... Ne o kimseyi aradı, ne de kimse
onu. Stama'da başlayan hayatı, 82 yaşında, yine
Stama'da sona erdi. Eleni'ye gelince; oldukça
saygın bir yaşam süren Eleni, 1965 yılında, çok
sevdiği Trabzon'da, yalnızlık içinde hayata
gözlerini yumdu. Stama'da yaşayan bir akrabası
olduğundan ve kendilerini sadece 40 km'nin
ayırdığından ise asla haberi olmadı.
AH ŞU
ANADOLU...
Yazının
başında, çocuk belleğimde İkram'ın yabani bir
anlam taşıdığını söylemiştim.
Yabaniydi.
Mübadeleden önce Stama'nın yarısından çoğuna
sahip olan ailesi, artık yoktu ve Stama'nın yeni
halkı onu evinden kovduğu için, köyün tepesinde,
herkesten uzak yaşıyordu. Ve herşeye rağmen,
Stama halkına yakınlık gösterse de Müslüman olsa
da, onların gözünde hep gâvur olarak kalacaktı.
Fakirdi. Çok
zenginlikten yoksulluğa uzanan hayatında, evinin
çevresindeki arazide yetiştirdiği ürünler tek
geçim kaynağıydı. Bazı ihtiyaçlarını karşılamak
için Maçka'ya gitmesi gerektiğinde, parasızlığı
nedeniyle herhangi bir vasıtaya binemediği için,
Stama-Maçka arasındaki 16 km'lik yolu yürüyerek
gidip gelirdi. Utanılacak kadar fakirdi.
Şanssızdı.
Herşey bir yana, Trabzon'da yaşayan Eleni'yi hiç
tanımadı.
Yazar, "Tanrı
Rumlar'ı istemiyor" cümlesini unutamamış. Ben
de, 1998'in sonbaharında, elimde yazarın kitabı,
anneme ve Stamalılar'a inat Todori'nin evine
doğru yola koyulduğumda, Koma Irmağı kıyısında
gördüğüm ninenin sözünü unutamadım: "Todori
iyiydi kızım. Asıl gâvur bizimkilerdi!.."
Yazımızı,
Karadeniz kültürü üzerine 20'den fazla kitabı
yayımlanan, Trabzon ve çevresini 38 kez ziyaret
etmiş, "Tamama" adlı kitabıyla 1993 "Abdi İpekçi
Barış ve Dostluk Ödülü"nü kazanmış, Türk-Yunan
dostluğunun gerçekleşebilirliği ümidinin yılmaz
savunucusu Yorgo Andreadis'i selamlayarak
bitirelim:
"Ah şu Anadolu!
Bu dünyada herşey keşfedilse bile, Anadolu gizli
tarihle dolu olmayı sürdürecek. Farklı bir
diyardır Anadolumuz! De ki, görülen şeylerin
ardında, ziyaret edenin gözünden iyi gizlenmiş
binlerce sırrı saklayan sınırsız bir denizdir o.
Keşfettiğini sandığın sırada, yeni bir tarih
çıkar ortaya. Anlaşılan Anadolu'daki sırların
sonu gelmeyecek..."
Makale Chronicle dergisinden alıntıdır.
|