|
|
|
ANTİK ÇAĞDA DOĞU KARADENİZ
Ahmet Mican Zehiroğlu
Çiviyazıları 2000-05-22
Giriş
Karadeniz’in doğu sahilleri ile ilgili ilk yazılı kayıtlar
Urartu dönemi ile başlar ve bu dönem, aynı zamanda bölge yazılı
tarihinin de başlangıcı sayılır. Bölgenin tarih öncesi dönemine
atfedilen efsanelerde, adından sıkça söz edilen gizemli Kolkhis
diyarı; antik çağ tarihçilerinin tanıklıklarıyla, efsanelerin
ötesinde, tarihsel bir gerçeklik olarak günümüze kadar
ulaşmıştır. Yazılı tarih sürecine ait bu belgeler, Doğu
Karadeniz’le ilgili günümüze dek ulaşan etnik tanımlamaların ve
yerel coğrafi terimlerin tarihsel köklerine de ışık
tutmaktadırlar.
Antik çağda, Doğu Karadeniz sahillerinin kültürel yapısını
tanımlamak için kullanılan en yaygın ifade Kolkhi terimidir. En
az bin yıllık bir zaman diliminde geçerliliğini koruyan bu
terim, Bizans dönemiyle birlikte, yerini Lazi terimine
bırakmıştır. Her iki terim de tarihsel sürecin büyük bir
kısmında, birer kabile ismi olmalarının ötesine, bölgeyi bir
bütün olarak ifade eden tanımlamalar olarak algılanmışlar ve o
anlamda kullanılmışlardır. Aynı fonksiyonu ile günümüze dek
ulaşan Laz teriminin, öncülü olan Kolkhi teriminin yerini alması
ve etnik bir terim olmanın ötesine geçip bölge kültürünü ifade
eden genel bir tanımlama haline dönüşmesi, yüzlerce yıllık bir
süreçte kullanılmıştır.
Antik kaynaklarca aktarılan son derece sağlam tarihsel kayıtlar
ve tanıklıklar, bu terminolojik dönüşümü net bir şekilde ortaya
koymaktadır. Örneğin, MS 6.yüzyılda Doğu Karadeniz’ibizzat
gezip, elde ettiği bilgileri ve gözlemlerini kaydeden Bizanslı
tarihçi Agathias, bu durumu kesin bir dille ifade etmektedir;
“Lazika’da yerleşik olanlar, eskiden Kolkhiler olarak
bilinirlerdi ve bu Lazlar ile Kolkhiler de anı halktır”
(Agathias II.18.4)
Aynı dönemin bir başka Bizanslı yazar, Lydus da; yakın zamana
kadar “Kolkhida” olarak bilinen ülkenin, kendi döneminde “Lazika
“olarak adlandırıldığını yazar ve Lazlardan bahsederken, kendisi
de “Kolkhi” terimini kullanmaktadır. Geçmişi antik dönemlere dek
uzanan bu terminolojik dönüşüm süreci, tarihsel belgelerin ve
tanıklıkların ışığında değerlendirildiğinde, yerli Dğu Karadeniz
kültürünün, özünde tamamen kendi coğrafyasına ait özgün ve
otokton bir kültür olduğu ortaya çıkmaktadır. Kendi yazılı
geleneği olamayan ve bu nedenle, yazılı tarih süreci oldukça geç
denilebilecek dönemlerde başlayan Doğu Karadeniz Bölgesi, tarih
öncesine ait tüm bilinmeyenleri ve gizemleriyle birlikte, kendi
coğrafyasına özgü portak ayırtedici özelliklerini ve
farklılıklarını günümüzde de bünyesinde barındırmaya devam
etmektedir. Doğu Karadeniz kültürünün bilimsel açıdan tahlil
edilebilmesi, öncelikle bölgenin tarihsel gelişim sürecinin gün
ışığına çıkartılabilmesiyle mümkündür. Bu sürecin aydınlatılması
da ağırlıklı olarak, rivayetlere ya da söylencelere dayanan
varsayımlarla değil: doğrudan bölgeye ilişkin tanıklıkları
aktaran antik kaynaklar ve yazılı belgeler esas alınarak
gerçekleştirilmelidir.
URARTU KİTABELERİ (Sf-14,15)
Doğu Karadeniz’e Kolkha isimli bir ülkenin varlığından söz eden
en eski yazılı belge, MÖ 764 yılında Urartu kralı olan, Sarduri
II’nin dönemine ait bir kitabedir. Bugünkü Van gölü civarında
kurulan ve en güçlü döneminde egemenlik alanını, kuzeyde bugünkü
Kars ve Ardahan bölgelerine kadar ulaştırdığı bilinen Urartu
Krallığına ait bu kitabede, kral Sarduri II’nin seferleri
anlatılırken, kuzeydeki Qulha isimli bir ülkeden ve Qulha
halkından da bahsedilir; “Qulhai halei =Qulha halkı”. Urartu
dili ve tarihi uzmanları, bu ülkenin, antik batı kaynaklarında
da adı geçen, Doğu Karadeniz’deki “Kolkha ülkesi” olduğu
konusunda hemfikirdirler. En önemli Urartu dili uzmanlarından
birisi olan, G.A.Melikkişvili de “Qulha” olarak okunan bu
sözcüğün “Kolha” olarak da okunabileceğini belirtmektedir [
Diakonoff, I.M. ve Kashkai, S.M.(1981); Melikişvili, G.A. (1971)
Söz konusu kitabede, Sarduri II tarafından istila edilen,
Qulhalıların İldamuşa isimli başkentlerinden de söz
edilmektedir;
“İldamuşa kenti, Qulhai halkının kralı olan .....’nın krallık
şehri...” [Bu kralın ismi
çözümlenememiştir]
Tüm bu ifadelere rağmen, Urartuların Kolkha ülkesinin tarihsel
merkezi olan Phasis nehrine kadar ilerleyebilmiş olmaları pek
mümkün görünmemektedir. Zira, bu kayıtlarda Urartuların
Karadeniz’i gördüklerine dair bir belirti yoktur. Karadeniz
boyutunda bir denizle ilk kez karşılaşacak olan Urartuların
böylesine bir olayı kayıtlarınd amutlaka belirtmiş olmaları
gerekirdi. Ayrıca bölgedeki feodal yapının, o dönemde merkezi
devlet organizasyonu düzeyine ulaşıp ulaşmadığı da oldukça
şüphelidir. Şu ana kadar elde edilebilen arkeolojik bulgulara
göre, Kolkla’da merkezi devlet örgütlenmesi geleneği, oldukça
geç dönemlerde, özellikle İran ve Grek kültürleri ile kurulan
ilişkiler sonucu oluşmaya başlamıştır [Tsetskhladze, G.R.
(1994)]. Sonraki çağlara ait tarihsel verilerde de görüleceği
üzere, komünal imece toplumu yapısının terkedilip, ilk feodal
toplum belirtilerinin ortaya çıkması bile, özellikle
içkesimlerdeki dağ kabilelerinde oldukça geç dönmelerde
gerçekleşmiştir.
Bütün bu bilgiler ışığında, Sarduri II’nin kitabesinde geçen
“İldamuşa” isminin, gerçekte, merkezi Kolkha’nın başkentini
değil, Kolkha kültürü içindeki feodal oluşumlardan birini ve
muhtemelen de, bir sınır derebeyliğini ifade ediyor olması, daha
güçlü bir ihtimaldir. Kapancyan isimli araştırmacı da, İldamuşa
adıyla geçen yerleşimi, bugünkü Ardanuç kasabası civarında
konumlandırmaktadır. [Melikişvili, G.A. (1971)]. İldamuşa ve
Ardanuç isimleri arasındaki morfolojik yakınlık, bu tezi oldukça
güçlü kılmaktadır. Zira, Güneybatı Kafkas dillerinin ses değişim
kuralları ve gramer özellikleri dikkate alındığında; her iki
sözcük de, ortak bir ismin iki farklı türevi gibi görümketedir.
Bölgede, ilk Yunan ticaret kolonilerinin kurulmasından çok daha
öncesine ait olan bu kitabenin kayıtları, efsanelerin ötesinde,
“Kolkha” isimli
Bir ülkenin gerçekten de var olduğunu gösteren en eski yazılı
kayıtları günümüze ulaştırmıştır. Aynı yüzyılda yaşamış olan
Yunan ozanı Eumelos’un günümüze ulaşan dizelerinde de “Kolkis
ülkesi” ifadesinin geçiyor olması, Yunanlıların da bu yüzyılda
Kolkha ülkesinin varlığından haberdar olduklarını
göstermektedir. [Tsetskhladze, G.R. ve Vnukov, S.Y. (1992)
KOLKHA KRALLIĞI (Sf.17-21)
Arkeolojik bulgular, Yunanlı tüccarların, yerli halkla alışveriş
yapmak için oluşturdukları geçici küçük Pazar yerleri dışında,
bölgede gerçek anlamda kalıcı ticaret kolonileri kurmalarının,
çok daha geç dönemlerde gerçekleştiğini göstermektedir. Geç
bronz çağından sonraki zamanlarda da uzunca bir süre, coğrafi
izolasyon nedeniyle, nispeten diğer kültürlerde kopuk bir tarih
süreci yaşayan Kolkha kültürü, oldukça geç sayılabilecek
dönemlerde dışa açılmaya başlamıştır.
Pers imparatoru Kyrus II’nin MS 546 yılında gerçekleştirdiği
Lidya seferinden bahseden ve o çağlarda yaşayan kralların sahip
sahip oldukları zenginliklere değinen Plinius, bu zengin krallar
arasında Kolkha ülkesinin Saulak isimli kralına da yer
vermiştir;
“Aiete’nin soyundan gelen Kolkhis kralı Saulak, Suani bölgesinde
ve diğer bölgelerde sahip olduğu el değmemiş geniş arazilerde,
büyük miktarlarda altın ve gümüş madeni elde etmişti. Onun
krallığı ayrıca ‘Altın Post’ nedeniyle de meşhurdu.” (Naturalis
Historia XXXIII.xv) [Rackham, E. (1952)]
Plinus’un aktardığı bu bilgi, Saulak isimli kralın muhtemelen
Kyrus döneminde ya da önceki çağlarda Kolkha ülkesinde hüküm
sürdüğü izlenimini vermektedir. Kolkha sikkeleri konusunda
önemli bir uzman olan G.F.Dundua, Karadeniz’in kuzey
sahillerinde elde edilen Kolkha menşeli sikkeler arasında,
üzerinde kısmen okunabilen “Kral Sau...” şeklinde bir ibare yer
alan sikkenin, kral Saulak dönemine ait olabileceğini ifade
etmektedir.[ Golenko, K.V. (1972); Braund, D. (1994)]
Arkeolojik bulgular da, Kolkha ülkesinde merkezi bir devlet
örgütlenmesinin, bu yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış
olabileceğini göstermektedir. Muhtemelen, bu yıllarda güçlü bir
krallık çatısı altında birleşen Kolkha derebeylikleri doğu
komşuları olan güçlü İran Akhamenid İmparatorluğu’nun sınırları
dşında bağımsız bir devlet olarak varlıklarını devam
ettiremişler, ama aynı zamanda İranlılarla yakın ittifak
ilişkileri içinde olmuşlardır. [Tsetskhladze, G.R. (1993)]. Aynı
döneme tarihlenen eski bir Kolkha sikkesinde, yerde uzanmış ve
ağzı açık bir şekilde başını arkaya dönmüş olan bir arslan
tasvir edilmiştir. [Head, B.V. (1911)]. Pers egemenliği
dönemindeki Milet sikkeleri ile benzerlik gösteren bu örnekler,
kolkha ülkesinin o yıllardaki ekonomik ve siyasi etkinliğiyle
birlikte, karşılıklı kültürel etkileşimlerini de yansıtmaktadır.
[Tsetskhladze, G.R. (1994)].
Doğu Karadeniz sahillerinde ilk Yunan ticaret kolonlerinin
kurulması da yine aynı döneme rastlamaktadır. Bölgedeki en
önemli iki ticaret kolonisi, Trapezus ve Dioskuria, farklı
yazılı kaynaklarda geçmişi daha eski dayandırılırsa da ,
gerçekte bu yüzyılda kurulmuşlardır. Dioskuria kenti civarında,
bugünkü Krasny Mayak yakınlarında yapılan kazılarda elde edilen,
Yunan yerleşimine dair en eski arkeolojik bulgular, bu yüzyılın
ortalarına aittir. [Lang, D.D. (1955)].
Mö 500’lü yılların sonuna doğru yazıldığı tahmin edilen
[Wiesner,A.(1994)] Hekateus’un “Periegeseis” isimli coğrafya
eserinde de, Kolkha ülklesinden ve Kolkhalılardan bahsedildiği
bilinmektedir. Ancak, bu eserin günümüze ulaşabilen
parçalarında, Doğu Karadeniz sahillerinde, o yıllarda var olduğu
bilinen Trapezus kolonisi dışında, daha doğuda herhangi bir
Yunan koloni yerleşiminden bahsedilmemktedir.[Koshelenko, G.A.
ve Kuznetsov, V.D. (1996)]
M.Ö. 481 yılında Yunanistan seferine çıkan Pers kralı Kserkes’in
mütefiklerini sıralayan Heredot, bu sefere katılan bir Kolkha
birliğinden de söz eder. Ona göre Kolkhalılar da, ağaçtan
yapılmış miğferler, ham deriden yapılmış küçük kalkanları, kısa
mızrakları ve eğri kılıçları ile bu sefere katılan kavimler
arasında yer almışlardır.[Ökmen,M.(1991)]
MÖ 440’lı yıllarda yazıldığı tahmin edilen, ünlü ve bir o kadar
da tartışmalı eserinde Heredot, verdiği önemli bilgilerin
yanında, çelişkili yorumları ve hatalı bilgileri ile
tarihçilerin işini oldukça zorlaştırmıştır. [Age; Marincola, J.
1994] Bizzat görmediği halde, Kolkha ülkesi ve Kolkhalıların
kökeni ile ilgili yorumlar da yapan Heredot, kitabının bazı
bölümlerinde, muhtemelen isim benzerliği nedeniyle, onları
Afrikalı bazı kabilelerle karıştırmıştır.[Aithiopia (<>Aietia?)
Benzer isim karışıklıklarına sonraki çağlarda da
rastlanmaktadır. (Afrika kaynaklı “Libyan Kolkhian” ve
“Aethiopia” terimleri de bu terminolojik karışıklıkla ilişkili
gibi görünmektedirler)].
Heredot’un Kolkha ülkesi ile ilgili aktardığı rivayetlerden
sadece bir kısmı, doğrulanabilir niteliktedir. Kolkha
ülkesindeki keten dokumacılığından söz eden Herodot, Pers
imparatorluğu sınırları dışında olmalarına rağmen, onların da
beş yılda bir, imparatora armağan olarak 100 genç kız ve 100
genç erkek gönderdiklerini bildirmektedir. [Okmen, M. (1991),
Rawlinson, G. (1862).
HİPPOKRAT’IN PHASİS NOTLARI (Sf.22-26)
Herodot’un çağdaşı olan Hippokrat ise, onun aksine, Phasis
bölgesiyle ilgili olarak; duyumlarını ve tahminlerini değil,
doğrudan kendi gözlemlerini aktarmıştır. Phasis bölgesinin
oldukça gerçeğe yakın coğrafi bir tasvirinin yapıldığı bu
çalışmada, bölge insanları ile ilgili gözlemler ve tasvir edilen
ortam, muhtemelen yazarın, bölgede sıtma gibi oldukça ciddi bir
salgın hastalığın koşullarına ve belirtilerine şahit olduğu
göstermektedir. [Braund, D. (1994)]
“Phasis’in yerlilerine gelince; onların memleketleri; sıcak,
rutubetli, bataklık ve ormanlıktır; her mevsim şiddetli
yağmurlar olur; bölge sakinlerinin yaşamları, bataklıkların
arasında geçer; çünkü onların evleri, suların üzerinde, ağaçtan
ve kamışlardan inşa edilmiştir. Şehre ya da pazara nadiren
yürüyerek giderler, ama daha çok tek parça ağaçtan yapılmış
kanolarıyla, nehirde yukarı aşağı seyehat ederler. Zira nehirde
pek çok kanal vardır. Onlar, güneşin altında çürümüş olan yağmur
suyu birikintilerinin, sıcak ve durgun olan sularını içerler.
Phasis, tüm nehirlerin en durgunudur ve sakince akar. Burada
yetişen tüm meyveler zararlıdır. Zira, aşırı miktarda su ve tüm
ülkeye yayılmış bu sulardan kaynaklanan yoğun buhar yüzünden
güçsüz kalan v egelişmeyen filizler, yine aynı nedenlerle, tam
olaral olgunlaşamazlar. Bu sebeplerden dolayı Phasisliler, geniş
bedenleri ve tombul yapıları ile diğer tüm insanlardan farklı
bir görünüşe sahiptirler, öyleki, şişmanlıktan eklemleri ve
damarları bile görülmez. Renkleri sarılık hasytalığına
yakalanmışçasına soluk benizlidir. Temiz olmayan sisli ve
rutubetli bir atmosferi soludukları için bu nsanların tamamı
oldukça kaba seslidir, ayrıca onlar doğal olarak bu ağır
bedenlerini yormamak için oldukça uyuşuk davranırlar. Mevsimler
arasında sıcaklık açısından çok az farklılıklar vardır.
Rüzgarları genellikle güneyden eser ve bu ülkeye has özellikler
gösteriri. Bu rüzgarlar, bazı zamanlarda kuvvetli eserler,
oldukça sert ve şiddetidirler, onlar buna “rüzgar senkronu”
derler. Kuzey rüzgarı ise onlara zor ulaşır ve estiği zaman da
oldukça zayıf ve yumuşaktır...” (Hippokrates; havalar, sular ve
yerler hakkında, 15) [Jones, W.H.S.(1923)]
Hippokrat’In bu gözlemlerini Phasis’in hangi kesiminde yaptığı
bilinmemekle beraber, elde edilen arkeolojik bulgular, bu
yüzyılın son çeyreğinde, Kolkha kültürünün yüksek bir üretim
seviyesine ulaştığını ve merkezi feodalizmin diğer uygarlıklarla
karşılaştırılabilecek düzeyde gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Nispeten izole bir yaşam sürmeye devam eden dağlı kabilelerden
farklı olarak, merkezi Kolkha’dai ova kültürü; Yunan ve Pers
kültürleriyle güçlü bir etkileşim içinde gelişerek, yabancı
Paganist ögeler ile yerli “Güneş Tanrı” ve “Ana Tanrıça”
kültlerinin farklı sentezlerini ortaya çıkarmıştır.
Bu nedenledir ki, ithal güneş tanrıları “”Helios” ve “Apollon”
ile birlikte “Artemis” ve “Athena” tanrıçaları, oldukça geç
dönemlere kadar, bu topraklarda en az kendi anavatanlarında
olduğu kadar itibar görmüşlerdir. Kuzeyde Azak denizinin doğu
kıyısında, Kuban nehri havzasında bir öyük mezarda bulunan ve
yine yıllara tarihlendirilen gümüş bir kabın üzerinde “Ben
Phasis’de bulunan tanrı Apollon’Un kuluyum” yazısı okunmaktadır.
Geyik başlarıyla ve yılan motifleri ile süslenmiş olan bu eserin
Kolkhalı bir sanatkarın ürünü olduğu tahmin edilmektedir.
[Tsetskhladze, G.R. (1994)]. Güneş Tanrı ve Ana tanrıça
geleneğinin eski Kolkha kültüründeki yeri ve önemi henüz tüm
derinliği ile açığa çıkartılmamış olsa da; özellikle Yunan
mitolojisinde, eski Kolkha krallarının, Güneş Tanrısı’nın
soyundan geldiklerine inanılması ve bölgeyi referans alan Amazon
söylenceleri, antik Kolkha mitolojisine dair önemli ipuçları
içermektedir.
Aynı döneme ait Kolkha yapımı çanak çömlek ürünlerinin miktarı
ve yaygınlığı da, bölgedeki ekonomik yapının üst düzeyde
gelişimini göstermektedir. [Tsetskhlazde, G.R ve Vnukov, S.Y.
(1992)]. Kolkha yapımı çanak çömlelere, önemli bir ihraç ürünü
olarak, ülke dışındaki topraklarda da rastlamak mümkündür.
Karadeniz’in kuzey kıyılarında Don nehri havzasında yapılan
arkeolojik kazılarda, bu dönemlere ait Kolkha yapımı çanak ve
çömlek örneklerine rastlanmıştır[Brashinskii, I.B. (1980)].
Ekonomik ve kültürel gelişimin doğal sonucu olarak gelişen
ülkeler arası ticaret, kültürler arası etkileşime de zemin
hazırlamıştır. Doğuda İran kültürü ile, Karadeniz sahillerinde
de Yunan ticaret kolonileri ile kurulan ilişkiler, Kolkha
kültürünün gelişim sürecinde önemli etkiler yaratmıştır.
Bugünkü Kobuleti kasabası civarında bulunan, aynı yüzyıla ait
bir Kolkha mezarlığında yapılan arkeolojik incelemelerde, o
dönemde bölgenin kültür dokusunda meydana gelen değişikliklere
ilişkin ipuçları elde edilmeye çalışılmıştır. Buna göre 167
mezarın 42 tanesinde, cenaze güneşin doğuşu istikametine doğru
gömülmüştür. 19 mezarda toplam 49 tane sikke bulunmuş olup,
Sinope kaynaklı bir sikke dışında, diğerlerinin tamamı Kolkha
sikkesidir. Sadece 6 mezarda çanak ve çömlek kalıntıları
bulunmuştur ve bunlar Ege kaynaklıdır. Yine sadece 2 mezarda
silah araç gereçleri bulunmuştur; bunlardan birinde bir ok ucu,
diğerinde ise üç tane demir mızrak ve altı tane bronz ok ucuna
rastlanmıştır. Bu yıllarda, yerli Kolkhalı asilzadeelere ait
mezarlarda, kendi yazı dilleri olmamasına rağmen Grek harfleri
ile ölen kişinin isminin kazınmış olması bu kültürel etkileşimin
ilk belirtisidir. Örneğin, Kolkha’nın kuzeydoğu kısmında,
Sairjke civarında bulunan ve yine aynı yüzyılda yaşamış Kolkhalı
savaşçılara ait olduğu sanılan mezarlardan birinin üzerinde,
ölen savaşçının ismi, Grek harfleri ile “Metos” olarak
yazılmıştır. [Tsetskhladze, G.R. (1994)].
Yine bu döneme ait çok sayıda Kolkha sikkesi örneklerinin
günümüze kadar ulaşmış olması, ülkede merkezi bir krallığın
hüküm sürmeye devam ettiğini göstermektedir.
Yüzyılın sonunda, İran seferinden dönmekte olan bir Yunan
ordusuyla birlikte bugünkü Trabzon bölgesinde yaklaşık bir ay
konaklayan Xenophon da bunu doğrulamakta ve o sıralar Phasis
bölgesinde Aiet’in soyundan gelen bir kralın hüküm sürdüğünü
bildirmektedir. Güçlü ve bağımsız bir merkezi bir yönetime sahip
olduğu anlaşılan Kolkha’nın aynı zamanda da zengin bir ülke
olduğu, yine Xenophon’un notlarından anlaşılmaktadır. Zira,
normalde Trapezus üzerinden deniz yolu ile Yunanistan2a geri
dönmeyi amaçlayan Yunanlı komutanlar bir süre sonra sonra fikir
değiştirerek, daha doğudaki Kolkha krallığını istila etmeyi
karar vermişler, ancak askerlerini ikna edemediklerinden dolayı
bu düşüncelerini gerçekleştirememişlerdir. [Gökçöl, T. (1974)].
XENOPHON’UN NOTLARI (27-33)
Xenophon, Anabasis isimli esrinde, Doğu seferinden dönen bir
Yuan ordusunun, Doğu Anadolu’yu güneyden kuzeye geçerek MÖ 400
yılında [Glombiowski,K.(1994)] Karadeniz’e ulaşmasını ve oradaki
Yunan kolonilerinin yardımıyla Yunanistan’a geri dönmesini
anlatır. Tarihe “Onbinlerin Dönüşü” olarak geçen bu seferin tüm
ayrıntlı kayıtları, bu sefere katılan Xenophon tarafından
tutulmuştur. Xenophon’un kendi gözlemlerine dayanan bu kayıtlar,
yerli halkı Kolkha kültürüne mensup olan, ancak Kolkha krallığı
sınırları dışında kalan, bugünkü Trabzon bölgesine dair en eski
ve en ayrıntılı tarihsel verileri içerir. Yazarın bölgeye
ilişkin gözlemlerinin son derece gerçekçi ve tutarlı olması
nedeniyle, bu çalışma, bölgeyle ilgili en güvenilir antik yazılı
kaynak niteliğini taşımaktadır.
Xenophon’a göre; aylar süren yürüyüş sonunda, bugünkü Bayburt
yakınlarında olduğu sanılan Gymnias isimli kente vardıklarında,
kendilerine, Zigana dağlarını aşarak Karadeniz’e ulaşmalarında
yardımcı olacak bir kılavuz temin etmişler, o da onlara, beş gün
içinde denizi görebilecekleri konusunda söz vermiş ve sözünü
tutmuştu.
“...Beşinci gün Thekes isimli dağa vardılar. İlk askerler doruğa
varır varmaz büyük bir çığlık yükseldi. Xenophon ile artçılar
bunu işitince cephenin de saldırıya uğradıüğını sandılar. Çünkü
kendilerini, yakmış oldukları bölgenin halkı izliyordu. Hatta
artçılar bir pusuda bunlardan birkaçını öldürmüş ve tutsak
almışlar, yirmi kadar işlenmemiş öküz derisiyle kaplı kalkan ele
geçöirmişlerdi.... Ama çok geçmeden askerlerin ‘Deniz, deniz’
diye haykırdıkları duyuldu. (...) Tüm askerler doruğa varınca,
komutanlar gözleri yaşararak birbirlerini kucakladılar.”
(Anabasis 4.7.2112) [Gökçöl, T. (1974)].
Burada sözü edilen Thekes dağı, bugünkü Trabzon ilinin
güneydğusunda yer alan, Madur tepesi olmalıdır. Zira, Bayburt
Trabzon güzergahında, denizin görülebileceği en uygun mevki
Madur tepesidir. Yunan ordusu bu tepeyi geçtikten sonra
Ziganaların kuzey yamaçlarından aşağı, Trapezus kentine doğru
ilerlemeye devam etmiş olmalıdır. İlk karşılaştıkları Doğu
Karadenizliler, yüksek kesimlerde yaşayan ve Xenophon’un
“Mkarın” adıyla kaydettği kabileidir;
“... Sorgun ağacından kalkanlarla ve mızraklarla
silahlandırılmış olan ve kıldan elbiseler giyen Makronlar ırmak
geçidinin öbür kıyısında savaş düzeninde beklemekteydiler;
birbirlerine cesaret veriyor ve ırmağa taş savuruyorlardı.
Attıkları taşlar Yunanlılara erişemiyor ve hiç bir zarar
vermiyordu. O zaman Atina’da kölelik ettiğini söyleyen bir
asker, Xenophon’un yanına gidip bu halkın dilini bildiğini
söyledi. ‘Sanırım burası benim anavatanım. Bir sakıncası yoksa
onlarla konuşmak isterim’ dedi. Xenophon ‘Hiç bir sakınca yok.
Haydi konuş onlarla ve önce kim olduklarını öğren’ dedi. Asker
soruyu onlara sordu.” Makronlarız” diye cevap verdiler. Xenophon
“şimdi de bize karşı neden savaş düzenine girdiklerini ve neden
bize düşman olmaya gerek duyduklarını sor” dedi. Çünkü ülkemizi
istila ediyorsunuz” diye cevap verdilker”. (Anabasis, 4.8.36)
[Age]
Xenophon’un Makron’ olarak yazdığı bu isim, daha sonraları
yanlış olarak Yunanca “Makro” sözcüğüne bağlanmıştır. Oysa bu
noktada çok önemli bir ayrıntı gözden kaçırılmıştır. Zira bu
kabile, Yunanlılarla tercüman aracılığıyla konuşmuş ve Xenophon
onlara kendi isimlerini sorduğunda; aldığı yanıtı “makron”
olarak kaydetmiştir. Yunanca bilmeyen bu insanların kendilerine
Yunanca isim verdikleri düşünülmeyeceğine göre, “Makron” olarak
kaydedilen bu isim, yerli bir ismin Yunanca formunda yazılmış
şekli olmalıdır. Xenophon’a göre; Yunanlılar Makronlar’a
amaçlarının istila değil denize ulaşmak olduğunu söylemişler ve
onların geleneklerine göre mızraklarını karşılıklı değiştirerek
Tanrıların tanıklığında barış yapmışlardı. Makronlar da
kendilerine yol açarak sahile ulaşmalarına yardım etmişlerdi.
Ancak daha aşağıda sahile yakın kesimlerde yaşayan yerli halk,
Yunanlılara Makronlar kadar dostça davranmamıştı. Xenophon’Un
“Kolkhiler” olarak tanıttığı bu insanlar, Yunanlıları tuzağa
düşürmüşler ve terk ettikleri köylerinde bol miktarda zehirli
bal (deli bal) bırakarak, Yunanlıların kitle halinde komaya
girmelerine sebep olmuşlardı. Yunanlılar ölümcül bir etkisi
olmayan bu balın etkisinden ancak üç dört gün sonra kurtulup
yollarına devam edebilmişlerdi. Daha sonra iki günlük bir
yürüyüşle Trapezus’a ulaşan Yunan ordusunun erzak sıkıntısına
düşmesi ve bu nedenle yerli halka saldırarak köylerini
yağmalaması da, Anabasis’te ayrıntılı şekilde anlatılmıştır;
“...Karadeniz kıyısındaki Trapezus, Sinope’nin Kolkhilerin
ülkesindeki kolonisidir. Orada otuz gün kadar Kolkhilerin
köylerinde kaldılar. Bu köyleri üs olarak kullanıp Kolkhilerin
ülkesini talan ettiler. Trapezus’lular, onları şehirlerine kabul
edip konukseverlik armağanı olarak öküzler, arpa unu ve şarap
verdikten sonra ordugahlarna bir Pazar kurmuşlardı. Ayrıca çoğu
ovada yaşayan Kolkhilerle onlar lehine görüştüler ve Kolkhiler
de Yunanlılara konukseverlik teminatı olarak öküzler verdiler”
(Anabasis, 4.8.2224).
Tüm bu teminatlara rağmen, erzak sıkıntıları had safhaya ulaşan
Yunanlılar, bir taraftan geri dönüş için gemi temin etmeye
çalışırlarken, diğer taraftan bölgeyi talan etmeye devam
ediyorlardı. Eserinin sondaki bölümlerinden birinde, kendi
ordusuyla ilgili özeleştirilerde bulunan yazar, örnek vermek
amacıyla Yunanlılarca taşlanarak öldürülen Kolkhi elçilerinden
ve muhafızlarından söz etmektedir. Bu ada yağmacılığın yöntemi
üzerinde kendi aralarında bir tartışmaya da girişmişlerdi. Bu
tartışmada Xenophon, yağmalama faaliyetleri sırasında daha
tedbirli davranılması gerektiğini savunuyordu;
“...Pazar, ihtiyaçlarımıza yetmiyor ve bir kaç kişi dışında
yiyecek satın alacak paramızyok. Oysa düşman ülkede
olduğumuzdan, yiyecek sağlamaya tedbirsizce gidersek çok adam
kaybetmemizden korkarım. Bence, yiyecek aramaya mangalar halinde
gitmeli, sağ salim geri dönmek istiyorsanız kırlarda rastlanıyla
dolaşacağnıza bu akımların denetimini bize bırakmalısınız
(Anabasis, 5.1.67).
Xenophon’un bu öğüdünü dikkate almayarak kendi başına, yerli
halka ait bir kaleye saldıran Yunanlı bir komutan, yanındaki
askerlerin çoğuyla birlikte ölmüş ve bu arada çevre köylerdeki
kaynakları tüketen diğer Yunanlılar da daha yüksek kesimlere
yönelmişlerdi;
“ Aynı gün içinde erzak temin edip ordugaha dönmek artık
imkansızlaştığından Xenophon bir kaç Trapezuslu klavuz alarak,
ordunun yarısıyla Drillerin üzerine yürüdü, öbür yarısını da
karargahta bıraktı, çünkü köylerinen kovulan Kolkhiler bir araya
toplanıp tepelere yerleşmişlerdi. Trapezuslularsa, Yunanlıları
yiyecek sağlamanın kolay olduğu yerlere götürmüyor, ama zarar
gördükleri Drillerin ülkesine seve seve götürüyorlardı. Bu halk,
dağlık ulaşılması güç bir bölgede oturuyordu ve Karadeniz’İn en
savaşçı halkıydı. (Anabasis, 5.2.12).
Yunanlıların “Dril” adıyla andıkları bu kabile ve onların
topraklaroına yönelik Yunan saldırısı, Xenophon tarafından tüm
ayrıntılarıyla uzun uzun anlatılmıştır;
“...merkezleri olan ve tümünün içinde toplandığı müstahkem bir
yer vardı. Bu kale olağanüstü derinlikte bir ırmak yatağı ile
çevriliydi ve içine girilmesi çok zordu. (...) iç kalenin
dışındaki her şey Yunanlılar tarafından yağmalanıp götürüldü
(...)iç kalenin alınmasının kesinlikle imkansız olduğuna karar
verildi(...) Geri çekilmeye başladıkları zaman, düşmanlar iç
kaleden topluca çıktılar; kalkanlarla, mızraklarla, baldır
zırhlarıyla ve mihferlerle donanmışlardı.(...) Yunanlılar ne
yapacaklarını bilmez durumda döğüşürken Xenophon bütün evleri
ateşe verdi, evler ahşap olduğundan çabucak tutuşular...
Yunanlılar kaleden işte böylece güçlükle, kendileriyle düşman
arasında yaktıkları ateş sayesinde çekilebildiler. Her şey;
şehir, evler, kuleler, yanıp tahrip oldu. Ertesi gün Yunanlılar
ele geçirdikleri erzakla geri çekildiler. Her şey; şehir, evler,
kuleler yanıp kül oldu. Ertesi gün Yunanlılar ele geçirdikleri
erzakla geri çekildiler. Ama Trapezus’a inen yol sarp ve dar
olduğu için.” (Anabasis, 5.2.328)
Xenophon’un Anabasis’de Dril adıyla sözettiği kabile; yazarın
aktardıklarından anlaşıldığı kadarıyla, Ziana dağlarının yüksek
yamaçlarında, bugünkü Tonya, Maçka ve Torul[Torul ismide büyük
ihtimalle bu kabilenin ismiyle ilişkilidir] kasabaları
arasındaki bölgede yerleşik olmalıdır.
“Üç günlük bir yürüyüşten sonra, Kolkhilerin ülkesinde, deniz
kıyısında Sinope’nin kolonisi olan Yunan şehri Kerasus’a
varıldı. Orada üç gün kaldılar...” (Anabasis, 5.3.2)
“Denizden yol almış olanlar Kerasus’tan aynı yolla ayrıldılar,
öbürleri yollarına karadan devam ettiler. Mossynoik’lerin
sınırına varılınca bu halkla ilşkileri olan Trapezus’lu
Timesitheus, topraklarından geçerken dost mu yoksa düşman kabul
edileceklerini sormak için elçi olarak gönderildi...” (Anabasis,
5.4.12).
PSEUDO- SKYLAX’IN COĞRAFYA NOTLARI (34-36)
MÖ 335 yılına doğru, PseudoSkylax tarafından hazırlanan bir
coğrafya kitabında da, Kolkha ülkesi ile ilgili bilgiler yer
almaktadır. Bu kayıtlarda, daha kuzeydeki bazı Sarmatia
kabilelerinin isimleri sıralandıktan sonra, Kolkha sahilleri
hakkında bilgiler verilir. Buna göre sahilde kuzeyden güneye
sırasıyla, Dioskuria [Bugünkü Sohumi kenti], Gyenos [Muhtemelen
bugünkü Oçamçire yakınlarında], ve Phasis [Muhtemelen bugünkü
Poti yakınlarında] isimli Yunan koloni kentleri ile Gyenos,
Kherobios, Khorsos, Arios ve Phasis isili akarsular bulunur.
Phasis’den sonra da sırasıyla güneybatıya doğru, Ris, İsis ve
Latronun isimli akarsular ve Apsaros bulunur. Ardından da,
Byzeri [farklı kaynaklarda Buzeri ya da Bueri olarak da geçer]
kabilesi ile Daraanon ve Arion dereleri, Ekekhiri [Farklı
kaynaklarda Ekriti ] kabilesi, Pordanis [Farklı kaynaklarda
Byritanis olarak da geçen bugünkü Furtuna deresi] ve Arabis
dereleri [Farklı kaynaklarda rkhabis olarak da geçen bugünkü
Arhavi deresi] dereleri,Limne kenti ve Odini isimli Yunan koloni
kenti ve ardından Bekhiri limanı, Bekhiri kabilesi ve yine
Bekhiri adıyla anılan Yunan koloni kenti, Makrokephali
kabilesi[Uzun kafalılar anlamına gelen Mkarokephali tabiri,
Makhroni adıyla bilinen ve bu bölgenin yüksek kesimlerinde
yaşayan yerli bir kabileye Yunanlılarca yakıştırılmış bir isim
olmalıdır. Xenophon da aynı kabileyi Makron adıyla
kaydetmiştir].
Skylax, sahil boyunca sıraladığı tüm bu yerlerin dışında, Kolkha
ülkesinin iç kısımlarında, Phasis nehrinden yaklaşık 30-35 km iç
kısımlarında olduğunu belirttiği, ancak ismini açıklamadığı,
yerlilere aiy büyük bir kentin varlığı da
belirtilmektedir.[Müller, K.(1855)]. Skylax’ın bahsettiği bu
kent, muhtemelen Phasis nehri havzasında, bugünkü Vani mevkiinde
kalıntılarına ulaşılan antik Kolha kentidir. Bu bölgede
yıllardır yürütülen kazılar sonucu, Kolkha uygarlığına ait bir
çok buluntu elde edilmiştir. Bu yerleşime ait kalıntılar, yine
Sairkhe civarında bulunan diğer bir antik Kolkha yerleşim
kalıntılarıyla birlikte, şu ana dek ulaşılabilen en büyük iki
yerleşlim kalıntılarıyla birlikte, şu ana dek ulaşılabilen en
büyük iki yerleşimden birinin ve muhtemelen de Kolkha
başkentinin izlerini günümüze taşımaktadır. Kolkhalıların yazı
dilleri olmaması nedeniyle, Kolkha ülkesinin bu en büyük
kentinin ismine dair kesin bir kayda ulaşmak mümkün olmamaıştır.
Ancak, D. Braund’a göre; son dönem kazılarda, bu kentin
kalıntıları arasında bulunan bronz bir parça üzerinde, yer adı
olarak geçen “Souris” şeklindeki bir yazı, coğrafyacı
Ptolemeus’un Kolkha haritesında görülen ve ondan önce de Plinius
tarafından bahsedilen Surium kentinin ismiyle benzeşmektedir
[Braund, D (1994)]. Plinius’Un kendi döneminde, Phasis
havzasında ayakta kalabilmiş tek Kolkha kenti olarak tanıttığı
Surium kenti, büyük ihtimalle Skylax’ın kayıtlarında da
“yerlilere ait büyük kent” olarak geçen yerleşimdir ve Braund
tarafından işaret edildiği gibi bugünkü Vani civarında bulunan
kalıntılar da ine aynı kentin harabeleri olmalıdır... Bu
kalıntılar arasında, özellikle Skylax’ın yaşadığı döneme ait
zengin buluntular elde edilmesi, bu bilgileri doğrulamakta; aynı
zamanda, yine bu kalıntılar arasında bulunan ve Kolkhalı
yöneticilere ait oldukları düşünülen [Braund, D (1994)] bir grup
damga, Surium kentinin o dönemde Kolkha ülkesinin başkenti
olabileceğini göstermektedir. Bu damgaların büyük olanında Grek
harfleri ile “Kral Melabe” yazmaktadır. Daha küçük olan diğer
damgalarda ise, “Khorsip”, “Orazo” ve “Ermo...” isimleri
okunmaktadır [Tsetskhladze,G.R. (1991)] ve bu diğerleri, kraldan
sonra gelen Kolkhalı yöneticilere aitmiş gibi görünmektedir.
BÜYÜK İSKENDER DÖNEMİ VE SONRASI (37-41)
Büyük İskender’in, Pers İmparatorluğu’nu ele geçirerek,
Önasya’da İran egemenliğine son verdiği yıllarda, Doğu
Karadeniz’De varlığını devam ettirmekte olan Kolkha krallığı, bu
gelişmelerden etkilenmemiş ve bağımsızlığını korumuştur. Bu
yıllara tarihlendirilen çok sayıda Kolkha sikkesi, ülkede
merkezi bir siyasi otoritenin varlığını göstermektedir.
Bu yüzyılda gelişen arz talep ilişkileri sonucu, Doğu
Karadeniz’de dış pazarlara yönelik köle ticareti, oldukça
yoğunlaşmıştır. Özellikle, Yunanistan’da ve Kırım bölgesinde
elde edilen arkeolojik bulgular, bu ticaretin izlerini günümüze
kadar taşımaktadır. Bu bölgelerde, bu döneme ait kayıtlarda
sıkça rastlanan “Kolkh” ve “Kolkhos” benzeri insan isimlerinin,
Kolkha kökenli köleleri ve onların soylarını temsil ettiği
düşünülmektedir [Braund, D ve Tsetskhlazde, G.R. (1989)]. Bu
döneme tarihlendirilen, Yunanistan’da çömlek imalatında
çalıştırılan bir grup kölenin puantaj tablosu da, bu yöndeki
örneklerden sadece bir tanesidir. Bu tabloda, etnik kökenleriyle
ya da isimleriyle tanımlanan köle listesi içinde, Kolkh
ibaresine de rastlanmaktadır.
Bu yıllarda Kolkha ülkesi ile ilginç bir kayıt da, Büyük
İskender’in Doğu seferine katılarak, Anadolu ve Ortadoğu’yu
dolaşan Aristoteles’e aittir. Hyavancılığı konu aldığı bir
yazısında Aristoteles, Phasis bölgesindeki küçük cins sığırların
Yunanistandaki büyük sığırlara göre çok daha fazla süt verimine
sahip olduğunu belirtmektedir. Kolkhalıların, sadece
hayvancılıkta değil, diğer alanlardaki gelişmişlik düzeyleri de
ilgi çekici ayrıntılarla günümüze ulaşmıştır. Xenophon “avcılık”
isimli bir çalışmasında, keten dokumalarıyla tanınan
Kolkhalıların, ürettikleri kendir iplerinin de, ağ yapımındaen
makbul malzemelrden biri olduğunu vurgulamaktadır. Çok eski bir
metalurji birikimine sahip olan Kolkhalılar, para basımı
konusunda da oldukça yetenekliydiler. Elde edilen arkeolojik
bulgular, onların bu potansiyellerini, kendi Kolkha sikkelerinin
dışında da kullanılmış olduklarını göstermektedir.
Kolkhalılar, gerek bu yıllarda; gerekse MÖ 323 yılında Büyük
iskenderin ölümünden [Suzanne,B (1998)] sonra ve onun halefi
olan Lysimakhus döneminde; kendi sikkeleri dışında bol miktarda
sahte Makedonya sikkesi de basarak ülkeler arası dolaşıma
sokmuşlardır. Kolkha’da basılan bu taklit sikkelerin,
Makedonyalıların siyasi itibarlarından yararlanılarak, Kuzey
Kafkasya’dan, Orta Avrupa’ya kadar çok geniş bir alanda piyasaya
sürülmüş olduğu anlaşılmaktadır. [Golenko, K.V. (1972)].
Doğu Karadeniz ile ilgili gözlemleri dolaylı olarak günümüze
ulaşmış olanlardan birisi de, MÖ 283 YILINDA Mısır kralı olan
Philadelphus’un [Tsetskhladze,GR 1993] Timosthenes isimli
donanma komuatnıdır. Plinius’un, Timosthenes’i referans olarak
göstererek aktardığı bir rivayete göre; Kolkha ülkesindeki sahil
kenti Dioskuria [Sokhumi], o zamanlarda, farklı diller konuşan
300 ayrı kabilenin uğrak yeriydi ve buradaki tüccarlar, ticari
faaliyetlerini yürütebilmek için kadrolarında, 130 kişilik bir
çevirmen kadrosu bulundururlardı [Rackham, H. (1942)]. Gerçekten
de, bu yıllarda kendi sikkelerini basan, bağımsız bir Yunan
koloni kenti olan Dioskuria, bölge ticaretinin en öenmli
merkezlerinde birisi durumundaydı [Bernhard, M.L. (1976)].
Bir sonraki yüzyılın başlarında basıldığı tahmin edilen ve
üzerinde “Kral AKİ” İBARESİ BULUNAN Kolkha sikkeleri, Kolkha
Krallığı’nın, bu yıllarda da varlığını devam ettirmekte olduğunu
göstermektedir. Kral Aki sikkelerinin bilinen iki örneğinden
birisi, merkezi Kolkha’nın iç kısımlarında, Tsulukidze
civarında, diğeri ise Trabzon yakınlarında bulunmuştur. [Braund,
D (1994)]. Yine aynı dönemde, MÖ 144 yılına kadar olan
gelişmeleri yazan, Yunan tarihçisi Polybius, eserinin bir
bölümünde, Yunanistan ile Karadeniz ülkeleri arasındaki ticari
ilşkilere dair bilgiler vermekteir. Buna göre, Karadeniz
ülkeleri, büyükbaş hayvan ve köle kaynakları açısından oldukça
bereketlidir. Aynı bölgenin diğer ideal ürünleri, “bal, balmumu
ve tuzlanmış balık” olarak sıralanır. Polybius’a göre,
Yunanlılar ithal ettikleri ürünlere karşılık, bölgeye
“zeytinyağı ve şarap ihraç” etmektedirler. [Braund, D ve
Tsetskhladze, G.r. (1989); Paton, W.R. (1922)] Bahsedien tüm bu
ticari ürünler, diğer antik çağ kaynaklarında da, Doğu Karadeniz
sahillerinin önemli ihraç ürünleri olarak geçmektedir ve söz
konusu ticaretin ağırlıklı olarak gerçekleştiği yer de,
muhtemelen Kolkha ülkesidir.
MİTHRİDAT EGEMENLİĞİ DÖNEMİ (42-44)
Büyük İskender döneminde İran egemenliğine son verilmesinin
ardından, Anadolu’da bir çok eni siyasi oluşum ortaya çıkmış,
çoğu İran kökenli olan eski valiler, kendilerini bulundukları
bölgelerin kralı olarak ilan etmişlerdi. Bunlardan biri de,
Karadeniz Kapadokyası olarak bilinen bölgede, Amasya kentini
kendilerine yönetim merkezi olarak bilinen bölgede, Amasya
kentini kendilerinine yönetim merkezi olarak seçen, İran menşeli
Mithridat hanedanıdır. MÖ 114 yılında iktidara gelen Mithridat
VI Eupator’un saltanatı sırasında en parlak çağını yaşayan bu
hanedan batılı kaynaklarca daha sonra farklı ünvanlarla anılmış
olsa da, gerçekte; Mithridatların yaşadığı çağa tanıklık eden
tarihçiler, bu siyasi oluşumu genellikle krallarının ismi ile
anmışlardır. Dönemin kaynaklarında, sadece Mithridatların şahsi
iktidarları ön plana çıkarılmış ve son kral Mithridat VI’dan söz
edilirken de, her hangi bir ülke ya da devlet adı anılmadan,
sadece “Büyük Kral Mithridat” ya da “Mithridat Eupator”
ünvanları kullanılmıştır. [Walton, F.R. (1957), f.r. (1967);
Platon, W.R. (1926).
Mithridat VI, saltanatının ilk yıllarında, başkentini önce
Amasya’dan Sinop’a taşımış, sonraki yıllarda, egemenlik alanı
Trakya ve Yunanistan’a doğru genişlediğinde de, Ege
sahillerindeki Bergama kentini yeni yönetim merkezi olarak
belirlemiştir. MÖ 110 yılına doğru, Kolkha ülkesini de
egemenliği altına alan Mithridat, bu ülkeyi valileri
aracılığıyla yönetmeye başlamıştır. Mithridat egemenliğinde
Kolkha ülkesinin durumu ile ilgili bilgiler oldukça yatersiz
olmakla birlikte, MÖ 83 yılında, Kolkhalıların ayaklanması ve
valinin değiştirilmesi talebinde bulunmaları, bu dönemde,
bölgeye ilişkin tarihsel kayıtlarda yer almaktadır. [Dundua, G.F
ve Lordkipanidze, G.A. (1979).
MÖ 65 yılında Romalılara karşı yürüttüğü savaşı kesin olarak
kaybeden ve Anadolu’daki egemenliğinden vazgeçmek zorunda kalan
Mithridat, son çare olarak Kırım bölgesindeki topraklarına
giderek, hükümranlığını orada sürdürmeye karar verir. Bu
yolculuğunda, Roma donanmasının Karadenizdeki varlığı nedeniyle,
kara yolculuğunu tercih eder ve Karadeniz’in doğusundan Kolkha
ülkesi toprakları üzerinden geçerek, Kırım bölgesine ulaşır.
Onun bu maceralı yolculuğu ile ilgili olarak aktarılan
rivayetlerde, özellikle Kolkha’nın kuzeyindeki sahillerde
karşılaştığı yerli kabilelere ve onlarla olan ilişkilerine
değinilir;
“...Mithridat’In kendi ülkesini terk edip, Bosphorus’a kaçtığı
dönemde Heniokhi’lerin dört kralı vardı. Mithridat onların
ülkesinden herhangi bir engelleme ile karşılaşmadan geçebilmiş;
ancak Zygi kabilesinin topraklarından geçerken, bu memleketin
engebeli, sarp arazisi ve sakinlerinin vahşiliği nedeniyle,
yolun büyük bir kısında ancak denizin kenarından yürüyerek
ilerleyebilmiş, Akhai topraklarına zorlukla ulaşabilmişti.
(Strabon, 11.2.13)[Jones, H.L. (1917)].
ROMA EGEMENLİĞİ DÖNEMİ (Sf.45-47)
MÖ 64 yılında, Roma imparatoru Pompeius, Mithridat’a karşı
kazandığı seferin ardından, daha önce Mithridat’ın egemenliği
yada etkisi altında olan ülkelerin yönetimlerini, savaşta
kendisini destekleyen müttefik dostlarına paye olarak
dağıtmıştır. Bu paylaşım sırasında,Kolkha ülkesi de, Aristarkhus
adıyla bilinen yerli bir derebeyinin mülkiyetine verilmiştir.
Kendisini Kolkha kralı olarak ilan etmiş ve adına sikkeler
bastırmış olmasına rağmen, Aristarkhus’un Kolkha ülkesinede
merkezi bir otorite kuramadığı ve doğrudan Roma’ya bağlı yerel
bir vali olmanın ötesine geçemediği düşünülmektedir. Bastırmış
olduğu sikkelerden birinin üzerinde yer alan “onikinci yıl”
ibaresi onun, MÖ 52 yılında da saltanatını devam ettirmekte
olduğunu göstermektedir [Golenko, K.V (1974)]. Antik çağda
Kolkha kültüründe önemli bir olgu olan “Güneş Tanrı” kültü onun
sikelerinde de izlerini devam ettirmiştir. Sonraki yıllarda,
Roma imparatorluğu’nda Pompeius ile Sezar arasındaki iktidar
mücadelesi, bağlı devletleri de kapsayan büyük bir iç savaşa
dönüşmüş ve bu dönemde Kolkha ülkesi de bu gelişmelerden
etkilenmiştir. Latin şairi Lucan, Roma iç savaşını konu alan
“Pharsalia” isimli eserinde, Pompeius’un müttefikleri arasında
Kolkhi ve Heniokhileri de saymaktayız. Yine aynı dönemde, MÖ 48
yılına doğru, Mithridat’ın oğlu Pharnak, Roma’daki iç
karışıklıklardan yararlanılarak Kolkha ülkesini istila etmiş ve
ardından Romalılarca yenilgiye uğratılmıştır. (Braund, D. 1994).
Romalı mimar Vitruvius, MÖ 25 yılına doğru yayınladığı (Slivnik,
L. (1997) on ciltlik ünlü eserinde, farklı kültürlerin, farklı
inşaat tekniklerinden ve mimarilerinden bahsederken,
Kolkhalıların kendilerine özgü ahşap konutlarına ve yapı
tekniklerine değinir;
“Karadenizdeki Kolkhi kavmi, bol kereste kaynaklarına sahiptir
ve onların yapı teknikleri de bu kaynaklara bağımlıdır.. Onlar,
iki ağacı zeminin üzerine paralel bir şekilde yatırarak
aralarında bir ağaç boyu mesafe bırakırlar, sonra da bunları;
üzerlerinde, uç kısımlarından karşılıklı iki ağaç daha koyarak
birleştirirler. Bu belirlenmiş alan içinde kalan yer evin iç
kısmı olur. Bu dört kenardaki duvar aynı şekilde üstüste ağaçlar
koyarak, yukarıya doğru yükseltilir. Böylece köşelerde, her ağaç
bir diğerini düşey olarak desteklemiş olur. Ağaçların
kalınlıklarına bağlı olarak arta kalan karşılıklı boşluklar,
çamurla ve küçük parçalarla kapatılır. Çatının yapımı için
deaynı yöntem uygulanır. Ağaçların uzunlukları aşamalı olarak
azaltılarak, köşeler arası mesafe giderek daraltılr ve böylece
piramite benzer bir çatı formu elde edilir.
Çatıyı dal parçaları ile ötrterler ve üzerini balçıkla sıvarlar.
Böylece onların bu dört kenarlı çatıları, kabaca bir tonoz
şeklini almış olur. (Vitruvus; De Architectura, II,1, 4) [
Granger, F.(1931) ]
Vitruvius’un eserini yazdığı bu yıllarda, Roma imparatorluğu da
doğu eyaletlerinin yönetimi ile ilgili yeni düzenlemeleri,
yürürlüğe koymuştur. Buna göre, bugünkü Trabzon ve çevresi,
Amasya’da hüküm süren “Polemon” hanedanının yönetimine verilmiş
ve bu şekilde bu bölgeyiğ de içine alacak şekilde, Roma’ya bağlı
“Karadenzi Polemonia Krallığı” kurulmuştur. Kolkha ülkesi de, MÖ
8.yılında Kral Polemon I’in ölümünden sonra tahta geçen kraliçe
Pythodoris tarafından Polemonia Krallığı’nın topraklarına dahil
edilmiş ve bu kraliçenin saltanatı süresince, Polemonia
Krallığı’nın egemenliği altında kalmıştır. [Braund, D (1994)]
STRABON’UN NOTLARI
Çağının en önemli coğrafya kitabını yazan Amasyalı Strabon, daha
sonra yaptığı bazı düzeltme ve eklemelerin dışında, büyük
kısmını, en geç MÖ 5 yılına doğru tamamladığı düşünülen [Dilke,
O.A.W. (1985)] bu eserinde, Doğu Karadeniz sahilleri ile ilgili
önemli biğlgiler vermiştir. Strabon, Doğu Karadeniz’den
bahsettiği bölümün ilk kısmında, Kolkha’nın kuzeyindeki
sahillerde yerleşik olan denizci kabilelerin yaşam biçimleri ile
ilgili ayrıntılı bilgiler verir;
“Kafkas dağlarının uzantısı olan, bu sarp ve dağlık sahil
kesiminde, kuzeyden günye sırasıyla, Achaei, Zygi ve Heniokhi
kabilelerinin toprakları yer alır. Bu insanlar denizde korsanlık
yaparak geçinirler. Onalrın Yunanlılarca “Kamarae” olarak
isimlendirilen küçük ve hafif tekneleri, ortalama yirmibeş, en
fazla otuz kişi alabilecek boyutlardadır. (...)
Gerektiğinde bu tekneleri süratle bir araya toplayarak, korsan
filoları oluştururlar, ticari gemilere, ülkelere ve sahil
kentlerine saldırılar düzenlerler, bu şeklide denizdeki
hakimiyeti ellerinde tutarlar. Ve hatta onlar bazen Kırım
sahillerindeki topluluklarla işbirliği yaparak, dönüş yolunda ve
bu iskelelere ve Pazar yerlerine uğrarlar, elde ettikleri
ganimetleri elden çıkararak, ihtiyaçlarını temin ederler.
Memleketlerine döndüklerinde ise, teknelerini sahilde
bırakmayarak, omuzlarında karaya çıkarırlar ve onları ormanların
arasında yer alan barınaklarına kadar götürürler. Yeni bir
sefere çıkacaklarında da, teknelerini tekrarsahile götürürler.
Ve bu sahillerde yerleşik kabilelerin tümü, her zaman bu tür
korsanlıklarla geçinirler; gece yada gündüz, adam kaçırma amacı
amacı ile ormanlık sahillerde gizledikleri tekneleriyle pusuya
yatarlar ve bu şekilde esir aldıkları insanlar için hemen bir
fidye tutarı belirleyerek, onların yakınlarına haber
gönderirler. (...)
Bu insanların yaşam biçimi böyledir. Onlar, “asa taşıyanlar”
[“Skeptukhi” ] olarak adlandırılan kabile şeflerine bağlıdırlar,
ama ‘asa taşıyanların’ kendileri de bir tiranın veya bir kralın
tebasıdır.” ( Strabon 11.2.1213) [ Jones, H.L. (1917)].
Sahildeki denizci toplulukladan farklı olarak, Kafkas dağlarının
Güneybatı yamaçlarında oturan dağlı topluluklar da, sahil
bölgelerinde Pazar yerleri ile ticari ilişkiler içindedirler.
Starbon eserinde, bu dağlı kabilelerden de bahseder;
“Bölge halkı, çoğunlukla tuz satın almak için Dioskuria [Bugünkü
Sokhumi kenti] kentinde toplanır. Bu kabilelerin bazıları,
yüksek dağ yamaçlarında, dar vadilerin arasındaki mekanlarda
yaşarlar. Çoğunlukla av hayvanlarıyla, yabani meyvelerle ve süle
beslenirler. Dağların dorukları kışın geçit vermez, ama bu
insanlar yaz aylarında, işlenmemeiş öküz derisinden yapılan ve
karda, buzda yürüyebilmek için çivilerle donatılan, davulo gibi
geniş ayakkabıları ayaklarına geçirerek oralara çıkarlar ve
yükleri ile birlikte postların üzerine oturup kayarak aşağıya
inerler. [Strabon 11.5.6] [Jones, h.l. (1917) ]
Doğu Karadeniz’de, sarp kayalık sahillerde oturan ve
denizcilikle geçinen topluluklar [ Eski kaynaklarda, bu
toplulukların tamamı, coğrafi ayrım gözetilmeksizin Heniokhi adı
anılmaktadır. “Heniokhi” tabiri, ortak bir soydan çok ortak bir
yaşam biçimini ifade ediyor gibi görünmektedir.] ile dağlık
kesimlerde yaşayan dağlı toplulukların dışında; üretim
ilişkileri ve yaşam biçimleri açısından üçüncü temel gurubu
teşkil eden, merkezi bölgelerdeki ova toplumu da, Srabon
tarafından ayrıca değerlendirmişler. Uzun süredir Yunan kültürü
ile yakın ilişkiler içinde olan merkezi Kolkha halkı, diğer
batılı antik yazarlar gibi Strabon’u gözünde de, nisbeten daha
uygar bir toplum görünümündedir;
“Bunun dışında, Kolkhida ülkesinin arta kalan bölümünün büyük
kısmı Karadeniz sahili üzerinde yer alır ve büyük bir nehir olan
Phasis bu sahilin orta yerinde denize dökülür. Bu nehir
kaynağını Ermeni ülkesinden alır ve komşu dağlardan çıkan
Glaucus ile Hippus nehirleri ile birleşerek denize dökülür...
Phasis nehri vasıtasıyla Sarapana kentine kadar ulaşılabilir.
Burası tüm kent nüfusunu içinde barındırabilecek genişlikte
surlarla çevrilidir ve buradaki insanlar karadan bir yol
aracılığı ile dört günde Kyrus nehrine ulaşabilirler. Phasis
nehri üzerinde kurulu bulunan ve yine Phasis ismini taşıyan bir
kent Kolkhalıların Pazar yeridir. Bu kent bir cephesinden bir
göl, bire cephesinden nehir ve diğer cephesinden denizle çevrili
olarak doğal bir korunmaya sahiptir. Oradan insanlar deniz yolu
ile ik üç günlük bir seyehatla Amisus ve Sinope’ye gidebilirler.
Zira sahil boyu, nehir ağızları sayesinde mutedildir.
Bu ülke, hem ürünleriyle, hemde gemi inşaasına yönelik her
konuda mükemmel düzeydedir; balları hariç, zira balları oldukça
serttir. Üretilen keresteler nehirlerin üzerinde aşağılara
taşınır ve halk başta keten olmak üzere, kendir, balmumu ve zift
üretimi ile uğraşır. Öncelerden beri dış ülkelere keten ihraç
ettiklerinden, keten kumaşı imalatında yaygın bir ün
kazanmışlardır. (Strabon 11.2.17) [Jones, H.L. (1917)]
Phasis nehri boyunca doğuya doğru ilerleyerek, Kolkha ülkesinin
doğu komşusu olan İberia sınırına kadar ulaştığı anşlaşılan
Strabon, bu güzergahla ilgili gözlemlerinin yanısıra, İberia ile
Kolkha arasındaki coğrafi sınıra dair bilgiler de aktarmaktadır;
“ Onların ülkesine dört ana geçiş vardır; biri Sarapana
üzerinden, ki burada dar geçitlerin arasında bir Kolkhi kalesi
bulunur, bu geçitlerin arasında, nehrin dolambaçlı rotası
yüzünden 120 tane köprü yapılmıştır. Bu bölgede ağır sağanak
yağmurlar zamanında, seller nedeniyle derin yarıklar oluşur ve
nehir şiddetli, yoğun akıntıyla Kolkhida’ya iner.
........ Bu şekilde, Kolkhida’dan, Iberi’ya geçiş imkanları,
kayalıklarla, kalelerle ve derin vadilerden akan nehirlerle
engelenmiş durumdadır.” (Strabon 11.3.4)
HENİOKHİLER
MS 9 yılında, bugünkü Romanya’nın sahil kenti Köstence’ye
sürgüne gönderilen ünlü Latin şairi Ovidius; burada yaşadığı
dönemde, dostlarına yazdığı manzum mektupları “Karadeniz’den
Mektuplar” isimli eserinde toplamıştır.
Bunlardan birinde; MS 14 yılında dostu Albinovanus’a yazdığı bir
mektubunda da, Karadeniz’e dökülen ünlü nehirleri sayarken,
bunların arasında çok bilinen Phasis nehrinin yanısıra, yine
Kolkha ülkesinde olduğu bilinen Penius nehrinide sayar. Ayrıca,
yine aynı mektubunda daha önceki antik yazarlarında bahsettiği
Doğu Karadenizli Heniokhia korsanlarından söz eder. Ovidius’a
göre; Heniokhia korsan gemileri, gemicilere büyük zararlar
vermektedirler ve Doğu Karadenizli korsanlar yalnız kendi
bölgelerini değil, Batı Karadeniz’i de tehdit etmektedirler [
richmond, J. (1995); Dürüşken.Ç (1999)] Ovidius’Un mektubundaki
bu küçük ayrıntı, o sıralar, tüm Karadeniz’de dehşet saçan
heniokhilerin, geniş bir coğrafyada etkin olduklarını ve aynı
zamanda denizaşırı korsanlık yapabilecek düzeyde, köklü bir
deniz kültürüne sahip olduklarını göstermektedirler. [ bu
ayrıntı, aynı zamanda Heniokhi kabilesinin kökeni ile ilgili
yorumlar açısından da önem taşımaktadır. Zira, yerli isimleri
fonetik açıdan olabildiğince en yakın Yunanca sözcüklere
yakıştırarak kaydeden antik Yunan yazarları, bu kabilenin (özgün
şeklini bilmediğimiz) ismini de “Heniokhi” oşlarak yazmışlardır
ve Heniokhi sözcüğü de eski Yunanca “Arabacılar” anlamına
gelmektedir. Bu isimden yola çıkan bazı araştırmacılar, yerli
isimler üzerinde Yunan merkezli mitolojik ve etimolojik yorumlar
yapma alışkanlıkları olan antik Yunan yazarlarının hatalarını,
aynı şekilde devam ettirmişlerdir. Oysa, Heniokhi ismi altında
ifade edilen denizci Kolkha kabilelerinin, tarihsel yerleşim
alanları, kuzeyde de, güneyde de, sarp kayalıklardan oluşan dar
sahil şeritleridir ve o çağlarda söz konusu sahillerde, değil
“atlı araba”, tek başına “at” kullanımı dahi mümkün değildir.
Tarihsel yorumlar yaparken, ilgili çağların coğrafya ve tabiat
koşullarının gözardı edilmesi, bu tür yorum hatalarını
kaçınılmaz kılmaktadır.].
Romalı tarihçi C.Tacitus’un kayıtlarında da, Heniokhi
kabilesinin bu dönemde bölgedeki belirgin üstünlüğü
farkedilmektedir. Tacitus, eserinde, MS 20’li yıllara doğru
meyana gelen gelişmeleri anlatırken, bu bölgede sadece
“Heniokhia”, sonraki yıllarda da bağımsızlıklarını sürdürecek
olan güneyli Heniokhilerin krallığıdır. Bugünkü Of ile Batum
arasındaki sahil şeridinde egemen olan denizci Heniokhilerin bu
küçük ülkesi, Kolkha Krallığı’nın bağımsızlığını kaybetmesinden
sonra da, bölgede küçük bir krallık olarak varlığını devam
ettirmiştir.
Pomponius Mela tarafından MS 44 yılına doğru yayınlanan “De
Chorographia” isimli eserde, sırasıyla; Trapezus’un batısında
Buzeri ve Bekhiri kabileleri, daha doğuda, Phasis nehrinin
denize döküldüğü yerde de, Phrixos’un [Yunan mitolojisinde
Phrixos, Athamas’ın oğlu olarak geçer ve altın postlu birkoçun
üzerinde uçarak Kolkha ülkesine gittiğine inanılır.] tapınağının
ve altın Postun saklandığı ormanların bulunduğu Kolkhilerin
ülkesinin olduğu belirtilir. Mela’ya göre, bölgede Trapezus
dışında diğer Yunan koloni kentleri; Miletliler tarafından
Phasis nehri ğzında kurulmuş olan ve nehir ile aynı adı taşıyan
bir kale kent; onun kuzeyinde Yunan tüccarları tarafından
kurulan Kynus; ve daha kuzeyde de Dioskuria olarak sıralanır
[Koshelenko, G.A. ve Kuznetsov, V.D. (1996); Braund, D (1994)].
NERON DÖNEMİ (SF.55-56)
MS 54 yılında Roma imparatoru olan Neron’un saltanatının ilk
yıllarını aktaran C.Tacitus da, Trapezus’dan, stratejik açıdan
önemli bir kent olarak söz ederken daha doğudaki etnik ve siyasi
gelişmelere değinmez. İmparator Neron, saltanaının sonraki
yıllarında merkezi yönetimi sertleştirerek, yerel yönetimlere ve
bölgesel krallıklara karşı büyük bir baskı politikasını
uygulamaya koymuştur.
Neron’un hküm sürdüğü bu yıllara mal edilen, Hristiyan
mitolojisine ait ilginç bir öyküde ,her ne kadar bilimsel açıdan
bir değeri olmasada, içerdiği ilginç bir ayrıntıyla,kayda değer
nir nitelik taşımaktadır.
Asırlar sonra Dorotheus tarafından aktarılan bu rivayette, on
ikiş havariden biri olan Matthias’ın Doğu Karadenizde faaliyet
gösterdiği, Hyssus [Bugünkü Araklı limanı] limanında , Phasis’de
ve bu bölgenin iç kısımlarında, oralarda yaşayan vahşi
barbarlara vaaz verdiği ve onları dine davet ettiği
anlatılmaktadır. Aynı rivayete göre havari Matthias yine bu
bölgede, Sebastopolis [Bugünkü Sohumi kenti] kentinde ölmüş ve
burda bir güneş tapınağının yakınlarına gömülmüştür. [Jacquier,
E. (1911)].
Bu, Ön Asya’da hemen her bölgeye mahsus birer örneği olan
sayısız havari öykülerinden biridir. Havarilerin bölge bölge
gezdikleri bilinse de, daha o yıllarda bu bölgeye ulaşabilmiş
olmaları pek mümkün görünmemektedir. Yine bu öykünün ilginç
yanı, Doğu Karadeniz’den “Aethiopia” adıyla bahsedilmiş
olmasıdır. Bu durum, “Kolkhida” adıyla bilinen Doğu Karadeniz
sahillerinin, asırlar boyunca bir çok antik yazar tarafından
Afrika’daki Aethiopia [Bugünkü Etyopya] ülkesi ile
karşılaştırılmasının en geç örneklerinden biridir. Hiç bir
coğrafi ya da etnik bağlantıya dayanmayan Aiet’in ismiyle
özdeşleştirilmesiyle ve Aethiopia ismiyle Aiet ismi arasında
benzerlik kurulmasıyla açıklanabilmektedir.
MS 64 yılında Roma imparatoru Neron, Karadeniz Polemonia
Krallığına son verir ve bu krallığa bağlı özerk kent statüsünde
olan Trapezus kentini doğrudan Roma’ya bağlama kararı alır. Aynı
yıllarda, uzun süreden beri büyük çalkantılara sahne olan
imparatorluk, Ortadoğu’da büyük bir Yahudi ayaklanmasıyla
sarsılmaktadır.
MS 68 yılı civarında, Yahudi kralı Agrippa II, tarihçi Josephus
tarafından aktarılan bir söylevinde, Roma İmparatorluğu’nun o
günkü siyasi ve etnik sorunlarından bahsetmektedir. Agrippa II,
sıraladığı sorunlu bölgeler ve etniğk gruplar listesinde, Doğu
Karadeniz’den Kolkhi ve Heniokhi adlarını da sayarak
imparatorluk genelindeki büyük huzursuzluğu vurgulamaktadır.
[Thackeray, H.S.J (1927)] Tam bir kaos ortamı tablosu çizen bu
tespitler doğrudur, zira imparatorluğun dört bir tarafında
isyanlar ve karışıklıklar artmaktadır.
ANİKETUS AYAKLANMASI (Sf.57-58)
MS 69 yılının sonlarına doğru Doğu Karadeniz’De Roma
egemenliğine karşı şıkan, aniketus isimli yerli bir denizci, bir
ayaklanma başlatır ve yerli halkın da desteğini alarak, Yunan
kolonisinin yaşadığı Trapezus kentine saldırır. Tarihçi
Tacitus’a göre, Aniketus’ daha önceden Polemonia Krallığının
donanma komutanlığını yapmış olan ve bölgede Roma egeömenliğine
karşı çıkan etkili bir şahsiyettir. Aniketus’Un önderlik ettiği
isyancılar, Trapezus’u ele geçirerek yağmalarlar ve limandaki
donanmanın büyük kısmını yakarlar. İmparator Vespasianus,
ayaklanmanın derhal basırılmasını emreder ve bölgeye bir ordu
ile deniz filosu gönderiri. Roma ordusunun müdahalesi üzerine
isyancılar “kamarae” adı verilen küçük tekneleriyle Trapezusdan
çekilirler. Tacitus’a göre isyancı yerlilerin kullandığı bu çift
pruvalı tekneler, her iki yöne haraeket edebilecek şekilde ve
metal bağlantı elemanları kullanılmadan, tamamen ahşaptan
yapılmıştı. Fırtına ve büyük dalgalara karşı üst kısımları
tamamen kapanabiliyor be böylece dalgalar arasında yuvarlansalar
bile batmıyorloardı. Ancak bu tür küçük teknelerle Roma
donanmasına karşı koyamıyacaklarını bilen isyancılar kısa sürede
dağılırlar. Aniketus ve yandaşları Kohibus [muhtemelen ismi
hatalı yazılan bu nehir, yaygın görüşe göre bugünkü Khobi
nehridir. Müller, K. (1855)] nehri ağzında sıkıştırılırlar ve
burada yşayan Sedokhezi kabilesine sığınırlar. Sedokhezi
kabilesinin şefi, önce Romalılara Aniketus’u teslim etmiyeceğini
bildirir, ancak daha sonra direnemeyeceğini anlayarak kendisini
yandaşları ile birlikte Romalılara teslim eder. [Church, A.J. ve
Brodribb,, W.J. (1942)].
Aniketus’un başlattığı isyanın bölge halkından destek bulmuş
olması, onun yerli kökenli bir ayaklanma lideri olduğuna dair
güçlü bir işarettir. Bunun ötesinde, onun sığınmak için seçtiği
yer de, tarihsel açıdan oldukça ilginçtir. Zira, Aniketus’un
sığındığı Khobi dersi civarı, bir süre sonra kendilerini antik
Kolkha Krallığı’Nın mirasçıları olarak ilan edecek olan,
[Frendo, J.D. (1975)] Lazi isimli yeni bir derebeyliğin de ilk
kez ortaya çıktığı bölge olacaktır. Bu gelişmelerden kısa bir
süre sonra, aynı bölge ile ilgili gözlemlerini aktaran Plninius,
burada, daha sonra yeni Kolkha Krallığı’nın da nüvesini
oluşturacak olan Lazi derebeyliğinin ortaya çıkışına tanıklık
edecektir.
PLİNİUS’UN NOTLARI (Sf.59-61)
MS 77 tarihinde Plinius tarafından yayınlanan [Dennis,J. (1995)]
Naturalis Historia isimli eser, çok net olmamakla birlikte, Doğu
Karadeniz sahillerinin o yıllardaki durumu ile ilgili önemli
bazı verileri içerir. Plinius, özetle ve sadeleştirilmiş
şekliyle, bölgeye ilişkin şu bilgilerei verir;
Trapezus yakınındaki dağların ardında [Bugünkü Harşit nehri
havzası] Armenokhalib kabilesi [Armenokhalib (rmen-o-Khalib)
terimi; Doğu Anadolu’nun yerli halkı olan ve Urartu uygarlığının
varisi olarak kabul edilen Paleokafkas kökenli Khai
(Khaldi/Khalib) kavminin, bu dönemde henüz Hind-Avrupa kökenli
Ermeni kültürü içinde tam olarak erimediğini göstermektedir. Bu
kaynaşma süreci asırlar sonra, Ermeni kilisesi çatısı altında
tamamlanacak, öylece yerli Khai kültürü, tüm Kafkasik dil ve
folklor özellikleri ile birlikte Ermeni kültürünün önemli bir
bileşeni olacaktır. Hatta, yüzyıllar sonra Ermeniler, bu eski
kavmin adını “Haik” biçimiyle sahiplenecekler ve bu şekilde adı;
bölgede çok köklü bir geçmişe sahip olduklarının bir kanıtı
olarak kullanacaklardır.], daha ötede ise Armeni topraklarıyer
alır. Sahil tarafında ise, Trapezus’dan itibaren, nehri ağzında
aynı ismi taşıyan kaleye [Bugünkü Gonio kasabası civarı] kadar
bölgede Sanni ve Heniokhi kabileleri egemendir.[ Trabzon ile
Batum arasındaki bu bölgede egemen olan bu iki kabileden ,
(sonraki çağlarda “Tzani” adıyla kaydedilecek olan” dağlı
Sanniler, iç kesimlerde yaşamakta, denizci Heniokhiler’in
toprakları ise, daha ötedeki Phasis nehrine doğru, dar sahil
şeridi boyunca uzanmaktaydı)] .Absarro civarındaki dağların
ardında ise İberia’ya bağlı topraklar [Eski Taokhi bölgesi;
bugünkü Ardahan, Artvin ve Ahiska arasında kalan bölge] yer
alır. Sahilde Heniokhilerin ötesinde sırasıyla Ampreuti ve Lazi
kabileleri yerleşiktir. Yine aynı bölgede, Akamsi, İsis, Nogrus
ve Bathys isimli akarsular, Kolkhalı kabileler [Bu ifade ile,
ülkeye isimlerini veren asıl Kolkhi kabilesi ya da eski hükümran
hanedanı temsil eden topluluklar kastediliyor olmalıdır]. Matium
kenti, Herakles nehri ve Karadeniz’in en meşhur akarsuyu olan
Phasis bulunmaktadır [Strabon’un hatasınıaynı şekilde
tekrarlayan Plinius’da, Phasis’in kaynakları ile Bathys nehrinin
kaynaklarını birbirine karıştırmış ve yanlış olarak, bu nehrin,
kaynağını Moskhi topraklarından aldığını yazmıştır.]Bu nehrin
üzerinde 120 tane köprü mevcuttur ve yaklaşık 40 mil kadar
içeriye doğru gemilerin seyrine elverişlidir. Ufak tekneler ise,
daha iç kısımlar5a kadar ilerleyebilirler. Eskiden bu nehir
boyunca çok sayıda yerleşim birimi bulunmaktaydı. Bunlarn içinde
en önemlileri; Tyndarida, Kirka, Kynus ve nehrin ağzında er alan
Phasis kentleri idi. Ama içlerinde en meşhur olanı, denizden
15mil içeride, karşılıklı iki ayrı nehrin Phasis üzerinde,
sadece Surium isimli bir kent bulunur ve ismini nehrin geniş bir
kolundan almaktadır. Daha kuzeydeki diğer önemli akarsular da,
Kharien ve Suani bölgesinden çıkan Khobus nehirleridir.
Buralarda da iç kesimlerde Saltia ve Sanni isimli kabieler
yaşar. Sahilden kuzeye doğru ise, Rhoan, Eğriti bölgesi, Apsil
kabilesi, Sebastopolis kalesi, Saniga kabilesi, Kygnus kenti,
Penius nehri ile aynı ismi taşıyan Penius kenti, daha sonra da
farklı isimler kullanan Heniokhi kabileleri sıralanır. Anthemus
nehri üzerindeki Kolkha kenti Dioskuria ise şu anda terk edilmiş
durumdadır. [Metin için, Rackham, H. (1942), isimler için ,
Mayhoff, K. (1905)]
Konumlandırıldığı bölgenin yerel topoğrafik terminolojisi de
dikkate aldığında, burada, ilk kez bir yazılı kaynakta yer alan
“Lazi” teriminin, önceleri bir yer adı olduğu, daha sonra
topşlum ismi haline dönüştürü anlaşılmaktadır: Zira, Doğu
Kardeniz’İn dış etkilerden uzak yüksek kesimlerinde, günümüze
kadar ulaşan bazı yer isimlerinfde “La, Le” gibi ön eklere
rastlanmaktadır ve büyük ihtimalle bu, yerli Güneybatı Kafkas
dil ailesine özgü bir yapı gibi görünmektedir. [ Lazi, adının
ilk ortaya çıktığı Phasis nehrinin kuzeyinde, özellikle
“Laşketi, Latali, Lenojedi, Lentekti, Leçkhumi” gibi bir çok yer
adı günümüze kadar ulaşmıştır.] “Lazi” terimininde aynı formda
bir yer adı olarak ortaya çıkmış olması, oldukça güçlü bir
ihtimaldir.
Plinius’un kayıtlarına da belirgin şekilde yansıyan, Kolkha
kabilelerinin kuzeyden güneye yoğun hareketlilikleri, aslında
Sarmat kabilelerinin istilası sonucu, oturdukları sahilleri terk
eden yerli halkın güneye doğru gerçekleştirdikleri tarihi bir
ricatı işaret etmektedir. Bu süreçte, bölgede meydana gelen
toplumsal değişiklikler ve değişen yerel güç dengeleri, kısa bir
sonra burada tekrar kurulacak olan yeni Kolha Krallığı’nın diğer
adıyla Lazi krallığının oluşumunda belirleyici etkenler
olacaktır. Lazi derbeyliğinin önderliğinde kurulacak olan bu
yeni Kolkha krallığı, ülkede yüzyıllar boyunca hüküm sürecek
olan yeni bir hanedanın egemenliğini de beraberinde
getirecektir.
LAZİ KRALLIĞININ KURULUŞU (Sf.62-63)
Doğu Karadeniz’de yerel güç dengelerinin, savaşlar ve göç
hareketleriyle tamamen değişmesi, yeni bazı derebeyliklerin ve
prensliklerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Nüfusları
ve etkinlikleri açısından ağırlıklı olmamalarına rağmen, güneye
sarkan Sarmat kökenli yeni bazı unsurlarda, muhtemelen bu yeni
oluşumlara farklı oranlarda katılmışlardır. Bu süreçte ortaya
çıkan, birbirinden bağımsız irili ufaklı derebeylikler içinde,
özellikle Romalılarla iyi geçinenler, imparatorluğun desteğini
arkalarına alarak güçlenmeye başlamışlr ve diğer kabileleri de
egemenlikleri altında birleştirmeye girişerek, zamanla küçük
krallıklar haline dönüşmüşlerdir.
Her biri Roma İmparatorluğu’nun doğal müttefiği olan bu küçük
yerel krallıklardan birisi, bugünkü Trabzon ile Batum kentleri
arasındaki sahil şeridine egemen olan Heniokhi krallığıdır.
Romalıların eski düşmanları olan Heniokhiler, sahilin ardındaki
dağlık kesimde yaşayan ve daha önceki çağlarda “makron” adıyla
kaydedilen makheloni kabilesini de egemenlikleri altına alarak
bölgede Romalıların en önemli müttefiklerinden biri olmuşlardır.
Cassius Dio’nun kayıtlarına göre MS 114 yılında, Heniokhi-
Makheloni kralı Ankhialus, Stala civarında kamp kuran Roma
imparatoru Trajan’ı ziyaret etmiş ve kendisinden çeşitli
armağanlar almıştır. [Cary, E. (1925)]
Daha ötede, Phasis nehrinin kuzeyinde etkin olan Lazi
derebeyliğide, benzer şekilde Roma imapratorluğunu desteğini
arkasına alarak, Kolkhanın merkezi bölgelerinde egemenlik
alanını genişletmeye başlamış ve bir üsre sonra yeni Kolkha
krallığı olarak ortaya çıkacak olan oluşumun temelleri de bu
dönemde atılmıştır. Sonraki çağlarda yaşamış oloan Bizanslı
Suidas, kayıtlarında, MS 117 yılında Roma imparatoru olan
Hadrianus’un, Dometianus isimli birini;”Lazilerin ve Kolkhaların
kralı” olarak tayin ettiğine dair bilgi aktarmaktadır. [Müller,
K (1855)]. Herhangi bir tanıklığa dayanmasa da, bu aktarma
bilgi; Lazi derebeyliğinin nderliğinde birleşmekte olan Kolkha
kabilelerinin, yeni bir krallığın kurulması sürecinde, o ıralar
en kudretli dönemini yaşayan “dostve müttefik” Roma
İmparatorluğu’nun hegemonyası altında olduklarını
göstermektedir.
ARRİANUS’UN RAPORU (Sf.64-66)
Roma İmparatorluğu’Nun Kapadokya valisi olan Arrianus MS 130’lu
yılların başında gerçekleştirdiği Karadeniz seyehati ile ilgili
olarak, İmparator Hadrianus’a hitaben bir rapor yazmıştır. Bu
rapor, Trapezus’dan itibaren tüm Doğu Karadeniz sahillerinin
durumu ile ilgili ayrıntılı bilgiler içermektedir.
Raporunda, özellikle Trapezus kenti ile ilgili gözlemlerini ve
çalışmalarını aktaran Arrianus’Un buradaki bir tapınağın yazıtı
ile ilgili yorumu oldukça ilgi çekicidir. Arrianus, yerli
yazıcılar tarafından yazılmış olduğu için, bu yazıttaki Yunanca
yazıları hatalarla dolu olduğunu açıklar ve imparatora, bu
yazıları tekrar doğru bir şekilde yazdıracağını bildirir [Eğer
bir gün, Doğu Karadeniz yerlileri tarafından “hatalı” şekilde
yazılmış olan bu Yunanca yazıtın kalıntıları ortaya çıkarsa,
bölgenin o yıllardaki kültürel dokusu ile ilgili bazı verilere
ulaşılabileceği şüphesizdir.]Arrianus, raporunun sonraki
bölümlerinde de Trapezus’dan itibaren sahil boyunca, doğuya
doğru gerçekeştirdiği bir deniz yolculuğunun notlarını aktarır.
Buna göre, Trapezus’dan ayrıldıktan sonra, önce Hysus limanına
uğrarlar [Bugünkü Araklı civarı], oradam sonra da Ophis deresine
ulaşılır. Arrianus’A göre, bu dere Kolkha bölgesi ile Thiannika
[Farklı kaynaklarda, Tzanika ya da Sannika olarak da geçer]
arasındaki sınırı oluşturmaktadır.
Bugünkü Of civarında olan bu sınır gerçekte, Roma
İmparatorluğunun o yıllardaki doğu sınırıdır. Sınırın ötesinde,
doğrudan Roma hakimiyeti dışında olan tüm toplulukların “Kolkha”
kimliği altında tanımlanması önemli bir ayrıntıdır. Sınırın beri
tarafındaki yerlileri, onlardan ayırt etmek içinde, aslında
sahilden içeride, yüksek kesimlerde yaşamakta olan Sanni
kabilesinin adı, bölge ismi olarak kullanılmaktadır ve raporda
bu bölgenin adı da muhtemelen hatalı olarak, Tzanika ya da
Sannika yerine “Thiannika” olarak yazılmıştır. Snırın öte
tarafında Pfhasis nehrine kadar olan akarsular, Psykro, Kalo
[İyidere], Rizi [Bugünkü Rize], Askuro [Aynı eresin anonymous
kopyasında Askurna olarak geçer], Adeino [Aynı eserin anonymous
kopyasında Adina olarak geçer], Zagatis [ Farlı kopyalarda
Zaggalis, Zagalo ya da Zagalis olarak geçer], Athena, Prytanis
[Bugünkü Furtuna deresi], Arkhabi, Apsaros, Bathe, İsi ve Mogro
olarak sıralanırlar. Phasis’in kuzeyindeki akarsular ise, eski
adı Dioskuria olan, Sebastopolis kentine kadar, Karien, Khobo
[Bugünkü Khobi nehri], Sigamo, Tarsura, Hippos ve Astelephos
olarak sıralanırlar.
Bir sonraki bölümde de, Trapezus ile Dioskuria arasındaki bu
bölgede yaşayan toplumlardan bahsedilir. Buna göre, Trapezus
kentinin de dahil olduğu ve doğrudan Roma’ya bağlı olan Sannika
bölgesinde Sanni kabilesi yaşamaktadır. Sınırın hemen öte
tarafında ise kralo Ankhialus yönetimindeki, Heniokhi ve
Makhelon kabilelerini kapsayan küçük bir yerli krallık bulunur.
Bugünkü Of ile Batum arasındaki sahil şeridinde yerleşik olan ve
Heniokhi olarak isimlendirilen bu toplum muhtemelen küçük yerli
denizci kabilelerden oluşmaktadır. Kralları olan Ankhialus’Un
sarayı bugünkü Ardeşen yakınlarında, Furtuna Deresi ağzında
bulunmaktadır. Heniokhilerin, aynı sahiin yüksek kesimlerinde
yaşayan ve farklı kaynaklarda Makron olarak da adlandırılan,
dağlı Makhelon kabilesi de egemenlik alanına almış olduları
anlaşılmaktadır.
Onların doğusunda da, bugünkü Adzara ve Guria bölgelerinin iç
kesimleinde, İberia krallığına bağlı olan Zydrit kabilesi yer
alır [Bu bilgi , Kolkha bölgesindeki otorite boşuğundan
yararlanan, doğudaki İberia krallığının ölgeye yönelik ilk
yayılma girişimini yansıtmaktadır]. Bu bölgenin kuzeyinde ise,
sırasıyla Malassas liderliğindeki Lazi krallığı; İulianos
liderliğindei Apsila; Resmagas liderliğindeki Abaski ve Spadagas
liderliğindeki Saniga krallıkları [Tüm bu yerel hanedanlardan,
Arrianus’un kayıtlarında birer kral olarak bahsedilsede,
gerçekte, her biri, birleşik Kolkha krallığının ardından ortaya
çıkan yerel derebeyliklerin uzantılarıdır ve içlerinde en
güçlüleri olan Heniokhiler ve Lazlar da dahil olmak üzere, henüz
hiç birisi diğer kabilelerin tamamına üstünlük kuramamıştır].
Yer almaktadır[Müller, K. (1855)].
PTOLEMEUS’UN NOTLARI (Sf.68-70)
Aynı dönemde Doğu Karadeniz’le ilgili bilgiler veren bir başka
kaynak da, günümüze ulaşabilen kopyaların aslına uygunluğu ve
güvenililirliği oldukça şüpheli ola, Ptolemeus’un “Geographica”
isimli eseridir.
MS 138 yılında, Antoninus Pius Roma imparatoru olduğu sırada,
mısır’ın İskenderiye kentindematematik ve astronomi çalışmaları
yürütmekte olan Ptolemeus bu imparatorun saltanatı döneminde,
modern anlamda bilinen en eski coğrafya atlasını yayınlamıştır.
Ptolemeus; başta çağdaşı Marinus olmak üzere, diğer eski
coğrafyacıların eserlerinden de yararlanarak hazırladığı bu
atlasta, kendi geliştirdiği koordinat sistemini kullanmış ve
yaşadığı dönemin dünyasına ait tüm coğrafi bilgilerin ayrıntılı
bir dökümünü yapmıştır. İlk yayın tarihi belirsiz olmakla
birlikte, yaygın bir varsayımla; en geç MS 150 yılına doğru
yayınlanmış olabileceği düşünülmektedir. [Grumbles, G.(1995)]
Ptolemeus, antik çağlardan beri batılı kaynaklarda Kolkhis
olarak isimlendirilen Doğu Karadeniz sahillerini üç ayrı bölüm
olarak ele alır. Kerasus ve Trapezus kentlerini de içine alarak
Phasis nehrinin güneyine kadar uzanan batı kesimi doğrudan Roma
imparatorluğu sınırlarına dahildir ve idari yapılanmada
“Karadeniz Kapadkyası” adı altında, Kapadokya eyaletine bağlı
bir alt bölge olarak yönetilmektedir. Bu bölgenin kıyı
kesimindeki yerleşim birimleri batıdan doğuya doğru şöyle
sıralanır; İskhoolis; Kerasus; Pharnakia; Hyssi
limanı;[Muhtemelen bir hata sonucu Trabzon’un batısında
gösterilen bu limanın aslında daha doğuda bugünkü Aralı
civarında kurulu olduğu bilinmektedir. Mısırlı coğrafyacı’nın bu
tür bazı hataları, onun bölgeye ilişkin bilgilerinin oldukça
sağlıksız olduğunu göstermektedir.]; Trapezus, Kissius; Pitiusa
[Pitiusa, bugünkü Of kasabasının bilinen en eski ismidir.
Latince kaynaklarda bu şekilde kaydedilen isim, sonraki Bizans
kaynaklarında, sırasıyla; Opius, Ophius ve Ophis şekillerine
dönüşecektir. Hatta, Ptolemeus’un haritasında, “Pitiusa” olarak
gösterilen bu isim, 19.yüzyılda eseri yeniden yayınlayan
C.Müller tarafından da , “Ophius” olark düzeltilmiştir (!)];
Rhizus limanı; Athena burnu; Khordyle; Arkahabis nehrinin
ağzında Morthula; Ksyline nehrinin ağzında Kissa; Apsorrus
nehrinin ağzında Apsorrus ve Sebastopolis. Bu bölgenin, bugünkü
Zigana dağlarının kuzey yamaçlarını oluşturan iç kesimlerinde
ise; Aza, Kokalia; Asiba; Mardra ve Kamuresarbum, belli başı
yerleşimler olarak sıralanır.
Ptolemeus’a göre; Kolkhis’in, Roma impratorluğu dışında kalan
merkezi kesimi ise sahilde Phasis nehrinin güneyinden, kuzeydeki
Koraksi nehrine kadar uzanmakta ve bu kıyı şeridinin tamamı Lazi
kabilesinin kontrolü altına girmiş bulunmaktadır. Onların hemen
bitişiğinde iç kesimde ise Manrali kabilesi yerleşiktir ve
yaşadıkları bölge Ekritika olarak adlandırılır. Lazilerin egemen
olduğu sahil şeridinde yer alan yerleşim birimleri, güneyden
kuzeye sırasıyla, Phasis kenti; Khariustus nehri ağzındaki Aia
kenti; Sigane; Kyane nehri ağzındaki Neapolis ve Hippus nehri
ağzındaki Dioskuria’dır.
Kolkhis’in iç kısımlarındaki belli başlı yerleşim birimleri de;
Mekhles, Sarake, Madia, Surium ve Zadris olarak sıralanır.
[Stevenson,E.L. (1932)].
Ptolemeus, kitabında Kolkhis ile ilgili bilgileri aktardığı
9.bölümün ardından, bir sonraki 10.bölümde; Kolkhis kültürünün
daha doğudaki arkaik uzantılarını ihtiva eden ve o sıralar Roma
himayesindeki diğer bir krallık olan İberia ülkesinden de kısaca
bahseder. Asırlar sonra Gürcü” adıyla tarh sahnesine çıkarak,
tüm Güney Kafkasya’yı egemenliği altına alacak olan Kartveli
kabilesinin de çıkış yeri olan İberia topraklarında, Ptolemeus’a
göre o yıllarda belli başlı yerleşim birişimleri şunlardır;
Lubi, Agina, Vasaeda, Varika, Sura, Artanissa, Mestleta, Zalissa
ve Harmastika.
Ptolemeus, Kolkha’nın kuzeyinde ise, tüm Kuzey Kafkasya’yı
topraklarına katmış olan Sarmat ülkesinin bulunduğunu belirtir.
Buna göre, Koraks nehrinden itibaren kuzeye doğru Karadeniz’in
doğu yakasında, eski Heniokhi, Kerkitae ve Akhaei kabilelerinin
isimleri hala yaşamakta, Kafkas dağlarının güneye bakan yüksek
yamaçlarında da; Kukunda; batrakhe ve Naana isimli yerleşim
birimleri ile Suani kabilesinin toprakları yer almaktadır.
[Stevenson,E.L. (1932)].
LAZİ KRALLIĞININ GELİŞİMİ (72-74)
Ms 161 yılında Roma imparatoru Pius’un ölümünün ardından, taip
eden dönemde, Lazi hanedanı ekonomik gelişim ve siyasi
bağımsızlık açısından oldukça önemli gelişmeler kaydetmiştir.
Krallığın güçlenmesine paralel olarak yerel feodal yapı da,
muhtemelen, özellikle köle ticareti sayesinde büyük ekonomik güç
kazanmışve bu ekonomik gelişim de, güçlü bir yerel elit
tabakanın oluşumunu beraberinde getirmiştir.
Sahil kesimindeki ticaret merkezlerinde bulunan bu döneme ait
arkeolojik bulgular, özellikle de yerel feodallere ait süs
eşyaları ve mücehverler, batı tarzı yaşam biçimi ve
geleneklerin, bu dönemde zenginler arasında oldukça populer hale
geldiğini göstermektedir.
Bu tür batı kaynaklı ithal geleneklerin en ilginç olanlarından
biri de, kabartma resimli portrelerdir. Sokhumi kenti
yakınlarında bulunan bu tür kabartmada üç yerli feodalin
portreleri resmedilmiş ve bu kişilerin isimleri Latin
harfleriyle Vanokh, Thyezan, Ninas olarak kaydedilmiştir. Roma
kültüründe oldukça yaygın olan portreli madalyonların ve
mücehverlerin bir benzeride, Enguri nehri yakınlarındaki Kldeeti
mevkiinde ortaya çıkarılan eski bir Kolkha mezarlığında
bulunmuştur. Burada, Laz feodallerinden ya da krallarından
birine ait olduğu sanılan ve üzerinde, saçları ilginç bir stilde
toplanmış, sakallı bir insan portresi yer alanaltın bir broş
bulunmuştur. [Braund,D (1994)] Üzerinde herhangi bir yazı
bulunmayan bu portrenin bir Laz kralına ait olması güçlü bir
ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Lazi Krallığı’nın bu
gelişme döneminde, Lazi hanedanına mensup kralların isimleri
batılı kaynaklarda pek geçmemiştir. Bunun da en önemli nedeni,
kuşkusuz, bu dönemde Romalıların Kolkha’daki etkinliklerinin
azalmış olmasıdır.
Romalıların bu yıllarda pek bahsetmedikleri Lazi hanedanından,
Kommagene Krallığı topraklarında yetişen ünlü hiciv yazarı
Samsatlı Lucian, MS 163 yılına doğru yazdığı tahin edilen,”
Toxaris” isimli öyküsünde bahsetmekte ve Tigrapat isimli bir Laz
prensinin ismini anmaktadır. [Harmon, A.M. (1936)].Kırım
bölgesinde geçen bu öyküde, adı geçen bu prensin gerçekten
yaşadığına dair sağlam bir kayıt yoktur. Ancak, metinde geçen
diğer bazı ifadeleri değerlendiren araştırmacılar, bu öykünün
gerçek bir takım gözlemleriyansıttığını, dolayısıyla da
Lucian’ın Karadeniz’i gerçekten görmüş olabileceğini
düşünmektedirler. [Amberger, J.C. (1996)].Öyküde geçen ismin
gerçekliği kesin olmasa da, Sarmatlı bir yazarı, bu yıllarda bir
Laz hükümdarından bahsetmiş olması, Kolkhalıların eskiden olduğu
gibi, yeni isimleri ile de, en azından öykülere ve şiirlere konu
olmaya devam ettiklerini göstermektedir.
Bu yıllarda bölgede artık bir derebeylik olmaktan çıkıp, güçlü
bir otorite haline gelmeye başlayan Lazi hanedanı, Phasis
havzasında yeni Kolkha Krallığı’nın merkezi gücü olarak, diğer
derebeylikleri de aynı açtı altında birleştirmek için uzun bir
mücadeleye girişmiştir. Aradan, yaklaşık yüz yıllık bir zaman
geçtikten sonra, Goth istilası vesilesiyle, bölgeden bahseden
kayıtlar, burada tekrar, küçük ama güçlü bir Kolkha Krallığı’nın
varlığını bildireceklerdir. Bu yeni oluşum, Lazi hanedanı
önderliğinde kurulan yeni Kolkha krallığdır ve derebeylikler
döneminden, tekrar birleşik Kolkha Krallığı dönemine geçiş,
arada geçen bu yaklaşık yüzyıllık karanlık dönemde
gerçekleşmiştir. Söçz konusu Goth istilasının da, ülkenin siyasi
yükselişi ve buna paralel olan ekonomik gelişim ile ilgili
olduğu şüphesizdir. Doğu Karadeniz’deki ekonomik canlılık,
Kolkha Krallığı’nın, tarih boyunca sürekli ticari ilişkiler
içinde olduğu Kırım bölgesi ve buradaki Bosporan krallığı
aracılığıyla, istilacı Goth kavimlerinin de dikkatini çekmiş
olmalıdır.
GOTH İSTİLASI (Sf.75-77)
Traihçi Zosimus’un aktardığı bilgilere göre; MS 255 yılında
Karadeniz’in kuzeyindeki, Bosporan Krallığı’Nı istila eden Goth
kabilelerinden Boraniler, buradan saüğladıkları gemiler ve
rehberlerle birlikte Doğu Karadeniz seferine çıkarlar. İlk
hedefleri Kolkha’nın kuzeyinde bir Roma garnizonu olan Pitius
kentidir. Ancak, burada büyük bir hezimete uğrarlar. Daha sonra,
Bosporanlardan aldıkları gemilerle tekrar yeni bir donanma
oluştururlar ve daha hazırlıklı bir şekilde aynı bölgeye ikinci
bir sefere çıkarlar. Bu kez önce, meşhur Artemis tapınağının ve
Kolkha kralı Aiet’İn sarayının bulunduğu Phasis bölgesine
giderler. Gemilerini buraya demirleyen Boraniler, burada bulunan
tapınağı yağmalamak için başarısız bir girişim de bulnurlar ve
ardından da tekrar kuzeydeki Pitius kentine yönelirler [Ridley,
R.T.1982]
Boranilerin, Phasis çevresinde tutunamayışları, büyük
olasılıkla, o dönemde oldukça güçlü olan Lazi Krallığının
varlığı ile ilişkilidir. Kolkhi hanedanının mirasçısı olarak,
eski krallığı tekrar canlandırmaya çalışan Lazilerin, isimleri
geçmese de, daha önceki ve daha sonraki kaynaklarn
kayıtlarından, bu yıllarda Phasis nehri çevresinde oldukça güçlü
bir konumda ldukları kesin olarak bilinmektedir. Zosimus’un,
sarayının varlığından sözettiği Aiet de muhtemelen Lazi
hanedanına mensup, dönemin Kolkha kralı olmalıdır. Zira, daha
önce Strabo’nun da belirttiği gibi, Kolkhalılar arasında
efsanevi kral Aiet’in ismi ve hatırası hala yaşamaktaydı. [Henüz
tespit edilememiş olsa da, Kolkha tarihi boyunca bir çok kralın
, Helenistik kaynaklardn öğrendikleri bu ismi kullanmış olmaları
muhtemeldir. Bir kaç yüzyıl sonra, bölge ile ilgili bilgiler
veren Agatthias’ın kayıtlarında da, Laz ileri gelenlerinden
birinin adını “Aiet” olarak geçmesi, bu ismin Kolkha eliti
arasında o yıllarda bile hala yaşadığını göstermektedir.
Dolayısıyla, Zosimus’un bahsettiği bu isim, ilk bakışta
mitolojik Aiet’i ifade ettiği izlenimini verse de gerçekte
bahsedilen, muhtemelen dönemin Lazi krallığıdır ve bu kral,
belki de, bu topraklarda hüküğm sürmüş olan Aiet isimli onlarca
kraldan sadece bir tanesidir]. Yağma için gelen Boranilerin
Artemis tapınağına yönelik saldırılarının başarısız olması ve
kısa sürede bölgeyi terketmiş olmalar, Aiet dönemindeki lazi
Krallığının askeri çıdan oldukça güçlü olduğunu göstermektedir.
Zira, aynı Boraniler bu bölgeden çekildikten sonra kuzeyde güçlü
bir Roma garnizonu ola Pitius kentini kolayca ele
geçirmişlerdir. Yaz aylarında, ele geçirdikleri tutsaklarla
birlikte Pitius kentinde konaklayan Boraniler bir süre sonra da
donanmalarıyla birlikte Trapezus’a doğru yola çıkarlar. Bu
sırada Trapezus’da, önlem olarak, kentteki garnizona, dışarıdan
onbin askerlik bir takviye alınmıştı. Zosimus’a göre, alınan tüm
tedbirlere rağmen, Boranilerin saldırısı, Trapezus için tam
anlamıyla bir felaket olmuştur;
“... Onlar kente saldırdıklarında, iki ayrı surla çevrilmiş bu
korunaklı kenti, ele geçirebi
leceklerini akıllarından bile geçirmiyorlardı. Bununla birlikte,
şehirdeki askerler iyice miskinliğe ve ayyaşlığa kapılmışlar,
surların üzerindeki nöbetçiler bile görevlerini ihmal ederek
sefaya, aleme dalmışlardı. İstilacılar, tırmanmak için
hazırladıkları ağaçları önceden surların önüne yığdılar. Kısa
bir üsre sonra da, gece olduğunda, surlara tırmanarak şehre
girdiler. Bu ani ve beklenmedik saldırı, askerlerde paniğe neden
oldu ve bir kısmı kentin muhtelif kapılarından dışarıya kaçtı,
diğerleri ise düşman tarafından öldürüldü. Böylece şehir
zaptedildi. İstilacılar sayılamayacak miktarda para ve çok
sayıda esir ele geçirdiler, çünkü tüm bölge halkı, korunaklı
olduğu için kentte toplanmıştı. Daha sonra tapınakları, evleri
ve güzelliği ya da büyüklüğü ile dikkate değer olan her şeyi
yıktılar. Çevredeki bölgeyi de istila ettikten sonra, muazzam
bir ganimet öreni düzenleyerek, tekrar ülkelerine geri
döndüler.” (Zosimus; Nea Historia, I.33) [Ridley, R.T.(1982)].
Sadece Doğu Karadeniz’de değil, Anadolu’da da etkili olan bu
istilaların ne kadar süre devam ettiği bilinmemektedir. Ancak,
yüzyıllar sonra, bir Bizans imparatoru tarafından kaleme alınan
bir eserde; MS 284 yılında imparator olan Diocletianus
zamanında, Bosporanlıların Laz ülkesini istila ederek, Halys
[Bugünkü Kızılırmak] nehrine kadar ulaştıklarının anlatılması
[Moravcsik, G. Ve Jenkins,R.J.H (1967)].
LAZİ KRALLIĞININ YÜKSELİŞİ (78-85)
Lazi Krallığı’nın yükseliş devri, Roma İmparatorlğu’nun
Docletianus döneminin ardından bölünme sürecine girişiyle aynı
yıllara denk düşmektedir. İç sorunlarıyla ve de özellikle
toplumsal bir tehdit haline gelmeye başlayan Hristiyanlıkla
mücadele Eden Romalılar açısından, Doğu Karadeniz’deki ticari ve
askeri çıkarlar ikinci plana düşmüştür.Muhtemelen bu durumdan
yararlanan Lazi krallığı, bu dönemde oldukça güçlenmiş ve eski
Kolkha Krallığının tarihsel toprakları üzerinde kalıcı bir
egemenlik kurmuştur. Bu dönemde, Doğu Karadenzi’de, Kolkha
sahillerinin iki ucunda yer alan kadim Roma garnizonları
Trapezus ve Pitius, bölgede Roma varlığını ve etkisini sembolik
olarak da olsa devam ettiren iki önemliş kenttir. Tehlikeli bir
halk hareketine dönüşmek üzere olan Hristiyan akımları denetim
altına almaya karar veren Roma İmparatorluğu, MS 325 yılında,
Hristiyanlığı başıbozuk bir halk hareketi olmaktan çıkarıp, ilk
kez kurumsal bir yapıya kavuşturmayı amaçlayan İznik konsülünü
organize etmiş ve bu konsüle Doğu Karadeniz’deki Roma kentleri;
Trapezus ve Pitius’tan [Petrides,S.(1913)] da iki hristiyan
dinadamıda temsilci olarak katılmıştır. Bu bilgiler, Doğu
Karadeniz2de hristiyanlığın geçmişine ilişkin en eski
kayıtlardır. Önceleri sadaece bölgede yaşayan Romalılara hitap
eden hristiyanlık, iki yüz yıl kadar sonra, yerli halk üzerinde
de ekili olmaya başlayacak ve bu gelişmelerde de kuşkusuz, MS
337 yılından itibaren Hristiyanlığı resmi din olaak kabul eden
Roma yönetminin büyük etkisi olacaktır. Hristiyanlıkla ilgili
gelişmelere odaklanan bu dönemin tarihçileri, ne yazık ki
eserlerinde Lazi Krallığı’Nın durumu ile ilgili kayıtlara pek
yer vermemişlerdir. Marcellinus’Un “Res Gestae” isimli eserinde,
İmparator Julian’ın MS 363 yılındaki İran seferi dönemine
ilişkin bölümlerinde, Doğu Karadeniz sahilleri ile ilgili
bilgiler verilir. Ancak bu bilgilerin, yazarın gözlemlerine ve
güncel bilgilerine değil, eski coğrafya kitaplarından yapmış
olduğu alıntılara dayandığı kesin olarak saptanmıştır.
[Drijvers, J.W. (1995)]. Yine aynı dönemde Pacatus tarafından
yazılan ve MS 389 yılına tarihlenen bir eserde, Kolkha
ülkesinin, Roma imparatorluğundan ayrı bağımsız bir ülke olduğu
vurgulanmaktadır. [Zuckerman, C. (1989)].
Ms 396 yılı civarında yazıldığı düşünülen Notitia Dignitatum
isimli resmi bir belgede, Roma İmparatorluğu’nun askeri ve idari
yapılanmasına ilişkin durumu rapor edilmiştir. [Seeck] Tüm
eyalet ve bağlı bölgelerdeki kale ve askeri birliklerin
ayrıntılı olarak sıralandığı bu raporun, Doğu Karadeniz ile
ilgili kısmının topografyası üzerine en ciddi çalışmalardan biri
C. Zuckerman tarafından gerçekleştirilmiştir. Bölgede, aynı
isimleri taşıyan farklı yerlere sıkça rastlanışlması nedeniyle
ortaya çıkan karışıklıklar, Zuckerman’ın tahlilleriyle
olabildiğince giderilmiş ve bu çalışma ile listede adı geçen
garnizonlardan bazılarnın yerleri yaklaşık olarak netlik
kazanmıştır [Zuckerman, C. (1989)]. Buna göre;
Yssi porto; Yssi limanı: Trapezus’un 30 km doğusunda, Karadere
nehri ağzında, bugünkü Araklı yakınlarındadır.
Kaene Parembole; Bu yıllarda Romalıların en doğudaki sınır
karakolu olan bu yer, Rize’nin 15 km. Batısında, Kalo deresi
ağzında, bugünkü İyidere yakınlarındadır.
Khaszanenika; Trapezus’un yaklaşık 25 km.güneyindedir.
Mokhora; Bazı yazarlar, bu yeri o sırada bağımsız bir devlet
olan Kolkha’nın topraklarındaki Mokherisis kalesi ile
karıştırmışlardır. Oysa, bu listede Mokhora ismiyle geçen bu
yer, gerçekte, Trapezus’un yaklaşık 55 km. Güneyindedir.
Tamamı, idari açıdan Armeni düklüğüne bağlı olan bu
garnizonlardan bazılarının yerleri ise tartışmalıdır,
Pithia; Bugünkü Of’un bilinen en eski olan Pitiusa’yı
çağrıştırıyor olmakla birlikte, Romanın kuzey Kolkha’daki deniz
aşırı askeri üssü Pityus’u ifade ediyor olması da güçlü bir
ihtimaldir.
Ziganne; Bu garnizonun yeri de benzer isimler taşıyan farklı
yerler olması nedeniyle kesin değildir. Ancak, yine Kolkha
sahillerinde, Sigami ya da Zigani olarak da bilinen Roma
kalesini ifade ediyor olması en güçlü ihtimaldir.
Sebastopolis; Burası da muhtemelen, bugünkü Sokhumi civarında,
eski Dioskuri kentinin yerine kurulan Roma kalesi Sebastopolis
olmalıdır.
Sisila; Sonraki dönemlerde, Prokopius tarafından Sisilis olarak
anılan ve Trapezus’un güneyinde yer alan bir kalenin ismi
ilebenzerlik göstermekle birlikte, kesin olarak nerede olduğu
bilinmemektedir.
Aynı yüzyılda Doğu Karadenizde köle ticareti yoğun bir şekilde
devam etmektedir. Özellikle Bizans sarayında, üstlendikleri
önemli görevler nedeniyle, hadım edilmiş Kolkha menşeli
devşirmelerin isimlerine sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan en çok
bilinenler, Bizans sarayında önemli sörevler üstlenmiş olan
Subarmakh ve Pharisman isimli devşirmelerdir.[Braund,D (1994) ]
Yüzyılın ilk yarrısında, Batılı kaynaklarda Kolkha Krallığı’nın
durumu ilgili bilgilere pek rastlanmaması; bu yıllarda Goth ve
Hun istilaları ile boğuşan Romalıların, Doğu Karadeniz’de
etkinliklerinin azalmış olmasından kaynaklanır. Aynı yıllarda,
Lazi hanedanı, muhtemeln en güçlü dönemini yaşamaktadır ve tüm
bölge kabileleri, krallığın çatısı altında toplanmaktadır. Suani
kabilesinin de bu yıllarda Kolkha Krallığı’na dahil olduğuna
dair bir bilgi, bir sonraki yüzyılın tarihçisi Menander
tarafından bildirilir. Buna göre, İran ve Bizans arasında Suani
bölgesinin egemenliği üzerine çıkan anlaşmazlıkta, Bizans
elçisii Petrus, İran şahına, Suani prenslerinin MS 420’li
yıllardan beri Laz krallarına bağlı olduğunu ispatlayn bir belge
sunmuştur. Bir “Laz kral sitesi” olan bu belge de, aynı yüzyılın
sonuna kadar, her Laz kralının karşısında, ona bağlı olan Suani
prensinin adı kayıtlıdır. [Blockley, R.C. (1985)] 5.yüzyıl’ın
ilk yarısında Kolkha’da Bizans etkinliğinin en alt düzeyde
olduğu dikkate alınırsa;içeriği günümüze ulaşmayan bu kral
çizelgesinin varlığı, Laz krallarının da, kendilerine özgü bir
devlet arşivine sahip oldularını göstermektedir. Egemenlik
alanlarını Kafkas dapğlarının yüksek zirvelerine kadar
gemnişleten Lazlar, yüyılın ikinci yarısına kadar, muhtemeln en
parlak dönemlerini yaşamışlardır.
MS 450’li yllardan sonra, Orta Avrupa’da Goth ve Hun tehditlerin
etkisini azaltması ile birlikte, Bizanslılar, doğuda tekrar
yayılmacı siyasetlerine hız vermişler, aynı yıllardan itibaren
de Doğu Karadeniz ileilgii gelişmeler tekrar resmi kayıtlara
geçmeye başlamıştır.
MS yılına doğru, Bizanslıların Lazlara karşı ikinci bir
saldırının içerisinde olduklarını bildiren Priskus’a göre, o
sıralarda, düzenlenecek olan bu seferle ilgili planlar müzakere
edilmektedir. İlk saldırının zamanı ve sonuçları ile ilgili
kayıtlar günümüze ulaşmamıştır. Ancak, Bizanslıların bu sefer
sırasında izlenecek rota konusundaki tereddütleri; bir önceki
seferde olduğu gibi deniz yolunu kullanmalarının oldukça riskli
olduğunu; Doğu Karadeniz sahillerinde, donanmaları için barınma
imkanı olmadığını belirtirler ve en uygun yolun karadan gitmek
olduğuna karar verirler. Ancak, Kolkha ülkesine varabilmek için
o sıralar İran egemenliğinde olan Armenia topraklarından geçmek
zorunda olduklarından , İran’a bir elçi heyeti göndererek, bu
bölgeden eçiş izni ister. Bu sırada, gelişmelerden haberdar olan
Laz kralı Gubaz I de diplomatik girişimlerde bulunarak, bu
seferi önlemeye çalışır. İlk önce İran’a bir elçi heyeti
göndererek destek ister. Bizans’ın resmi tarihçisi Priskus’a
göre, o sırada doğuda Hunlarla savaş halinde olan Şahı,
“kendisinden yardım isteyen Lazları başından defetmiştir” (!).
Bunun üzerine Gubaz I, ikinci bir elçi heyetini de İstanbul’a
göndererek, savaşı önlemeye çalışır. Büyük ihtimalle, aslında
sadece önceki savaşın intikamına yönelik olan bu seferin, resmi
gerekçesi de, bir ültimatom olarak Laz elçilere açıklanır;
“...Gobaz [Laz Kralı Gubaz I] Bizanslılara bir elçi heyeti
gönderdi. Bizanslılar, Gobaz tarafından gönderilen elçilere,
eğer Gobaz kendisi hükümdarlıktan ayrılırsa ya da oğlunun
yetkilerine son verirse düşmanlıklarından vazgeçeceklerini, zira
yerleşik geleneklere aykırı olarak, ikisinin birden ülkeyi
yönetmesinin uygun olmadığını söylediler. Sadece biri ya da
diğeri, yani yada Gobaz ya da oğlu Kolkhida kralı
olabilirdi....” (Priskus,33.2) [Blockley, R.C.]
Geri dönen elçilerden, bu ültimatomu öğrenen Gubaz I, kedisine
sunulan tercih hakkını kullanarak, tüm krallık yetkilerini ve
kraliyet armalarını oğluna devreder. İstanbul’a tekrar elçiler
göndererek, artık ülkeyi tek kral olarak oğlunun yönettiğini
bildirir ve bir süre sonra da imparator tarafından görüşmek için
İstanbul’a çağrılır.
Ancak, kilise kaynaklarınd da, ms 465 yılında Gubaz I’in
İstanbul’da bulunduğundan bahsedilmesi ve kendisinden hala Laz
kralı olarak söz edilmesi, kronolojik bir çelişki gibi
görünmektedir. Bu kaynağa göre, Aziz Daniel, Gubaz I’e telkin ve
öğütlerde bulunmuş , ayrıca Bizans imparatoru ile onun arasında
arabuluculuk yapmıştı;
|
|
| |