FATİH DEVRİ
(1451-1481) OSMANLI-AKKOYUNLU İLİŞKİLERİ
Doç. Dr. Remzi KILIÇ
Niğde Üniversitesi Eğitim
Fakültesi
İlköğretim Bölümü Başkanı.
[email protected]
Osmanlı
Devleti’nin başına, babası II. Murad Edirne’de vefat
ettikten sonra, 18 Şubat 1451 tarihinde II. Mehmed, padişah
olarak geçmiştir. II. Mehmed (1451-1481) yüksek bir ilim
muhitinde iyi bir tahsil görmüş, derin bir Türk-İslam şuuru
içinde yetişmişti. Babası ona tecrübeli devlet adamlarının
yanı sıra, maddî ve manevî üstünlüğe sahip sağlam bir
devleti de miras bırakmıştı.
II. Mehmed, evvelâ
Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u 29 Mayıs
1453’te fethederek, Bizanslıların bütün topraklarını
ülkesine katıp, “Fatih” ünvanını hakkıyla alarak işe
başlamıştır. Fatih Sultan Mehmed, artık sadece Türklerin
değil, Doğu Roma’nın vârisi sıfatını ve temsil yetkisini de
kendisinde görüyordu. Bu nedenle hakimiyet sahasını
genişleterek, büyük bir devlet olmayı amaçlıyordu.
Osmanlı Devleti’nin büyüme ve yayılma sürecinde
ise, gerek doğudan gerekse batıdan son derece tehlikeli
hücumlara mâruz kaldığını görmekteyiz. Bunlardan genellikle
Osmanlı Türkleri’ni Avrupa kıtasından atmak isteyen, batıdan
gelen ve çoğu Hristiyan milletler tarafından “Haçlı ruhu”
ile el ele verilerek yapılan saldırışlar, her defasında
kırılmıştır. Hatta denebilir ki, 1448’de II. Kosova meydan
savaşından sonra, batı yönünden Osmanlı Devleti’ni tehdit
edecek derecede düzenli bir kuvvet Avrupa’dan artık
çıkamamıştır.
Buna karşılık doğu yönünden gelen hücumlar,
Osmanlı Devleti’ni büsbütün ortadan kaldırmak, yahut da o
zamanlar Anadolu’da yaşamakta olan birçok küçük beylikler
seviyesine indirmek amacını güttüğünden, çok daha tehlikeli
olmuştur. Bunlardan birincisi Timur’un 1402’deki Ankara
savaşıdır. İkincisi bundan yetmiş yıl kadar sonra olan
1473’deki Uzun Hasan’ın Otlukbeli savaşı ve nihayet üçüncüsü
de bundan kırk yıl kadar sonra olan 1514’deki Şah İsmail’in
Çaldıran savaşıdır.
Osmanlılar bu
hücumlardan, birincisi Timur karşısında ağır bir yenilgiye
uğramışlardı. Bunun sonucunda devletleri dağılma tehlikesi
geçirmiştir. Gerçekten de Ankara savaşında Osmanlı padişahı
I. Bâyezid, Timur’a esir düşmüş, bundan sonra süren
şehzâdeler mücadelesi sırasında, devlet büyük sarsıntılar
yaşamış, o zamana kadar devam eden hızlı gelişme, uzunca bir
süre sekteye uğramıştı. Buna karşılık Osmanlılar, doğudan
uğradıkları ikinci ve üçüncü hücumları kırmayı başarmışlar
ve böylece batıda Hristiyan âlemine karşı olduğu gibi, doğu
yönüne doğru da devletlerini genişletme imkanı
sağlamışlardır[1].
Rumeli topraklarında 1352’den bu tarafa yüz
yıldır, geniş fetihler yapan Osmanlı Devleti’nin kuvvetli
temellere dayanabilmesi için Anadolu’daki Türk unsurunun da
aynı çatı altında birleşmesi gerekiyordu. Böylece pek çok
Türk nüfusunu aynı bayrak altında toplayacak olan
Osmanlılar, hem Avrupa’daki sınırlarını daha güvenli bir
biçimde genişletebilecekler, hem de Türk unsurunun küçük
devletler halinde bölünerek biri birini yıpratmasını
önleyip, onları dünya çapında büyük bir Türk devletinin
sınırları içinde birleştirmek suretiyle Türklüğe seçkin bir
mevkî kazandırmış olacaklardı. Bu itibarla, Anadolu Türk
beylikleri arasında sivrilerek, Avrupa topraklarına sıçrayan
gittikçe büyüyen Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da Türk
birliğini sağlamaya çalışmaları tarihî bir zaruretti.
Osmanlı Devleti, büyümeye başladığı sırada,
Anadolu Türk beyliklerinin en kuvvetlisi olan ve kendilerini
Türkiye Selçuklu Devleti’nin vârisi sayan Karamanoğulları,
her fırsatta Osmanlılar’a karşı darbe vurmaya çalışmışlar.
Zira Osmanlılar’ın fazla büyümesi günün birinde
Karamanoğulları’nın ortadan kalkmasına yol açabilirdi. Buna
meydan vermek istemeyen Karamanoğulları, Osmanlılar ile
mücadeleden geri kalmıyorlardı. Hatta Osmanlılar’a karşı
Hristiyan batı devletleri ve Papalık ile iş birliği
yapmaktan dahi çekinmiyorlardı. Anadolu’da Türk birliğinin
sağlanmasını, devletinin bekası açısından zaruri gören Fatih
Sultan Mehmed, Karamanoğulları Beyliği’nin siyasî
hakimiyetini ortadan kaldırmayı daha başlangıçta kafaya
koymuştu.
Karamanoğulları
gibi doğuda Akkoyunlular da Osmanlı Devleti için gün
geçtikçe ciddî bir tehlike konusu olmaya başlamıştı.
Nitekim, Karadeniz sahillerine göz dikmiş olan Akkoyunlular,
Trabzon Rum İmparatorluğu ile öteden beri akrabalık bağları
kurmuştu. Akkoyunlular, bu sebepten Fatih Sultan Mehmed’in
Trabzon’u almak isteyişine engel olmak istemişlerdi. Bundan
başka İsfendiyar toprakları üzerinde hak iddia eden Kızıl
Ahmed Bey’i himaye eden ve onu Osmanlılar’a karşı kullanan
Uzun Hasan, Osmanlı-Akkoyunlu sınırları üzerinde hadiseler
çıkarmaktan geri kalmıyordu. Ayrıca Uzun Hasan, Osmanlılar’ı
önemli bir rakip gördüğü için Karamanlılar ile Osmanlılar
aleyhine iş birliği yapmaktan da geri durmuyordu. Bütün bu
hareketler, Fatih’i ister istemez doğudaki bu tehlike ile
meşgul olmaya sevketti. Osmanlı Devleti açısından, bu
tehlike var oldukça Anadolu’da henüz yeni alınmış ve Osmanlı
topraklarına katılmış olan yerlerin güvenliğini sağlamak
imkansız olacaktı. Bu itibarla Fatih Sultan Mehmed, önce
Anadolu’nun ortasındaki Karamanoğulları Devleti’ni, sonra da
doğuda büyümekte olan Akkoyunlu Devleti’ni ortadan
kaldırmayı zaruri görüyordu[2].
Osmanlı-Akkoyunlu Mücadelesi:
Akkoyunlular’ı bir devlet statüsüne çıkaran Kara
Yülük Osman Bey (1402-1435) olmuştu. 1423 tarihinde
Akkoyunlu şehzadesi Ali Bey’in oğlu olarak dünyaya gelen
Uzun Hasan (1453-1478) dedesi Kara Yülük Osman Bey’in ölümü
üzerine Akkoyunlu şehzadeleri arasında baş gösteren kavgalar
içinde büyüyerek, erkenden kendini göstermiş ve nihayet 1453
yılında bütün rakiplerini bertaraf ederek Akkoyunlu
Beyliği’nin başına geçmeyi başarmıştı.
O zamanlar
Akkoyunlu Devleti, merkezi Diyarbakır (Amid) olmak üzere
güneyde aşağı yukarı bugünkü Türkiye-Suriye sınırını takiben
Mardin’in doğusundan Urfa’nın batısına kadar kuzeyde ise,
Erzurum ve Sivas’ın kuzeyinden geçerek Harput’a kadar uzanan
ve başlıca Erzurum, Erzincan, Harput, Diyarbakır, Mardin ve
Urfa gibi şehirleri içine alan küçük bir Beylik idi.
Batısı’nda Osmanlılar, güneyinde Memlûklar ve doğusunda
Karakoyunlular gibi kuvvetli komşuları, ayrıca da mahallî
bir takım beylikler ile Trabzon-Rum İmparatorluğu gibi zayıf
komşuları vardı. Akkoyunlu Devleti’nin başına geçen Uzun
Hasan, yorulmak bilmeyen bir gayret içerisinde, planlı bir
şekilde durmadan memleketini genişletmeye çalışmıştır.
En
zayıflarından başlayarak komşularını birer birer kendisine
boyun eğdirmiş, sözde bağlı bulunduğu Karakoyunlu hükümdarı
Cihanşah’ı 1467’de bir meydan muharebesi ile imha ettikten
sonra bunun ülkelerini de kendi topraklarına katarak
Akkoyunlu Devleti’nin merkezini Tebriz’e nakletmişti.
Nihayet, Horasan hükümdarı Timur Oğulları’ndan Ebu Said’i de
1469’da bir savaşta esir alarak, İran ve Irak toprakları
dahil olmak üzere geniş bir imparatorluğa sahip olmuştur.
Böylece, Horasan’dan Sivas
dolaylarına kadar uzanan muazzam bir ülkenin kudretli ve
harîs hükümdarı Uzun Hasan ile İstanbul’u fethettikten sonra
bir yandan Balkanlar’da topraklarını genişletirken bir
yandan da Anadolu’daki küçük devletleri ortadan kaldırmayı
ihmal etmeyen Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed’in,
birbirleriyle karşılaşmaları, jeopolitik bir zaruret ve
âdeta kaçınılmaz bir mukadderât olmuştur diyebiliriz[3].
Fatih Sultan Mehmed ile Uzun
Hasan arasında 1473’de cereyan eden Otlukbeli savaşına
kadar, Osmanlı Devleti ile Akkoyunlular arasında bir çok
münasebât söz konusudur. Bizzat Uzun Hasan’ın emri ile
yazılmış olan Ebû Bekr-i Tihrânî’nin Kitâb-i
Diyarbekriyye adlı eseri 1471 yılına kadar olan
Akkoyunlular tarihini anlatmaktadır[4].
Araştırmamızda adı geçen eser ve bir takım belgeler ve diğer
araştırma çalışmaları bize ışık tutacaktır.
Osmanlı
Devleti’nin başında Fatih Sultan Mehmed, tam bir cihangîr
gibi hareket etmekte ve kendisini bütün Türklerin,
Müslümanların, hatta Hristiyanların hamisi ve “yer yüzünün
büyük hükümdarı” olarak kabul etmekteydi. Akkoyunlu
hükümdarı Uzun Hasan da kendisini bütün Türklerin ve
Müslümanların hamisi hatta Türkistan’dan Anadolu’ya kadar
uzanan geniş sahaların hükümdarı olarak görmekteydi.
Bu
anlayışların dışında Akkoyunlular, Osmanlılar’a karşı;
Venedik Cumhuriyeti, Trabzon-Rum İmparatorluğu,
Karamanoğulları Devleti, Papalık, İsfendiyaroğulları vs.
topluluklar ile iş birliği ve dayanışma içerisine
girmekteydiler. Uzun Hasan’ın amacı, her yönden çok güçlü
bir rakip olan Fatih Sultan Mehmed ve devletinin zâyi
edilmesi, Osmanlılar’ın Anadolu’dan atılması idi. Fatih
Sultan Mehmed ise, bu durumun farkında ve Anadolu’nun
Karamanoğulları’ndan Trabzon-Rum İmparatorluğu’ndan ve
Akkoyunlular elinden tamamen alınıp Osmanlı ülkelerine
katılmasını amaçlıyordu. İşte bu ve diğer bazı sebepler,
Osmanlı-Akkoyunlu mücadelesini kaçınılmaz kılıyordu.
Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethettiği 1453 yılında
Akkoyunlu Devleti tahtına oturan Uzun Hasan, mevkiini
sağlamlaştırdıktan ve Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’a karşı
ilk büyük zaferini kazanıp, Erzincan’ı ele geçirdikten
sonra, Trabzon İmparatoru IV. Kalo İonnes’in kızı Maria
Katherina (Despina Teodora) ile 1458’de evlenmişti. Uzun
Hasan, artık Trabzon-Rum İmparatorluğu ile yüz yılı aşkın
sürdürdükleri dostluk münasebetlerini kuvvetlendirmişti. Bu
evlilikle, siyasî bir gaye güden Trabzon-Rum İmparatoru’nun
arzusuna uyarak, Trabzon’u Osmanlılar’a karşı müdafaa etmeyi
üzerine almış oluyordu. Böylece Trabzon-Rum
İmparatorluğu’nun koruyuculuğuna sahiplenen Uzun Hasan, öte
yandan Papa’nın Osmanlılar’a karşı oluşturmaya çalıştığı
ittifak çemberi ile temasa gelmiş, diğer taraftan da
Trabzon’u korumak için doğrudan doğruya Fatih Sultan Mehmed
nezdinde teşebbüslere girişmeye başlamıştır[5].
Papa III. Calixtus’un (1455-1458) elçisi
Fransisken rahibi Lodovico da Bologna, Trabzon ve
Gürcistan’dan sonra 1459’da Diyarbakır’a da uğrayarak
Akkoyunlu hükümdarını “Büyük Türk” Fatih’e karşı kurulacak
ittifaka katılmaya davet etmiş ve bu teklifi müsbet
karşılayan Uzun Hasan da kendi adına Avrupa’ya bir elçi
göndermişti. Rahip Lodovico ve Trabzon ve Gürcistan elçileri
ile birlikte hareket eden bu Akkoyunlu elçisi, Alman
İmparatoru III. Friederich’e, Osmanlı sultanına karşı savaş
için Uzun Hasan’ın “elli bin” kişilik bir kuvvet
hazırlayacağını bildirmiş ve 1460 yılının Aralık ayında
Roma’ya vardığında da, yeni Papa II. Pius’a (1458-1464),
Hristiyan devletlerin Osmanlılar aleyhine batıda aynı anda
savaşa girişmeleri şartı ile Uzun Hasan’ın da doğuda harkete
geçeceğini vaadetmişti.
Bu suretle Hristiyan devletler arasındaki
birliğe girmeyi kabul eden Uzun Hasan, yine Trabzon-Rum
İmparatoru David’in (1458-1461) ricası üzerine, 1459’da
yeğeni Murad Bey’i İstanbul’a göndererek kendisine cizye
vermeyi kabul eden Trabzon İmparatorluğu’nun 1453’ten beri
Osmanlı hazinesine her yıl ödemekle mükellef olduğu ve
miktarı 1458’de iki bin dukadan üç bin dukaya çıkarılmış
olan verginin affedilmesini istemişti. Ayrıca, vaktiyle
Yıldırım Bâyezid’in Osmanlı topraklarına saldırmaması
karşılığında Kara Yülük Osman Bey’e vaat etmiş olduğu fakat
Timur’un ölümünden sonra gönderilmeyen sarık, seccade ve
eyer takımı gibi hediyelerin toptan verilmesini istemişti.
Hatta Akkoyunlu hükümdarı daha da ileriye giderek elçisi
ile, karısı Despina Teodora’ya çeyiz (cihaz) olarak verilmiş
olan Kapadokya, yani Kayseri ve havalisinin kendisine
teslimini talep etmişti. Ancak bu aşırı istekler karşısında
Fatih’in cevabı: “Haydi siz rahatça gidiniz, ben gelecek
sene kendim gelip, padişahınızın benden istediği şeyleri
beraber getireceğim ve borcumu ödeyeceğim”, demekten ibaret
olmuştu[6].
Ebu Bekr-i
Tihrânî’nin Kitâb-ı Diyârbekriyye adlı eserinde de
belirtildiği gibi, Uzun Hasan, Fatih Mehmed’e gönderdiği
elçiden olumsuz cevabı alır almaz, Osmanlı himayesinde
bulunan Koyulhisar’ı zaptetmişti[7].
Koyulhisar aslında zannedildiği gibi doğrudan doğruya
Osmanlılar’a ait bir kale olmayıp, ancak stratejik ve küçük
bir emaretin merkezi idi. İstanbul’dan Erzurum’a giden yol
üzerinde, aynı zamanda kuzey Anadolu’ya ve Trabzon’a inen
yolun da bir kilidi mesabesinde bulunuyordu. Uzun Hasan,
Koyulhisar’ı ele geçirmekle tecâvüzkâr tavrının ilk
tezâhürünü ortaya koymuş oluyordu. Fatih Sultan Mehmed, bu
hadise üzerine Uzun Hasan’a bir elçi göndermiş ve barış
istemişti. Ancak, Uzun Hasan’dan bu kaleyi almak için
yapılan girişimler sonuçsuz kalmıştı[8].
Uzun Hasan’ın bu
saldırgan hareketlerine karşılık, Fatih, Şarabdâr Hamza Beyi
Koyulhisar üzerine göndermişti. Ancak, Hamza Bey bu kalenin
fethini başaramayıp, kuvvetleriyle çevredeki köy ve
kasabaları yağmalayıp geri dönmüştür. Hamza Bey’in bu
hareketi üzerine Karamanoğulları’na yardım maksadıyla
adamlarını gönderen Uzun Hasan, bilhassa Tokat’ta büyük
ölçüde yağma, tahrip ve mezâlim yaptırmıştır[9].
Fatih Sultan Mehmed, bu defa
kendisi büyük bir ordu ile asıl hedef Trabzon olmak üzere
harekete geçmiştir. Ancak o, Uzun Hasan’ın tecavüzlerinin
artması üzerine Trabzon üzerine yapacağı seferde kendisini
arkadan vurabilecek Akkoyunlu Devleti'ni etkisiz hale
getirmek için Sivas’a doğru yönelmiştir. Akkoyunlular’ın bir
süre önce elde ettiği Koyulhisar’ı üç günlük bir çarpışmadan
sonra fethetmiştir. Bu arada Uzun Hasan’ın amcazâdesi Hurşit
Bey’in kuvvetleri ile Gedik Ahmed Paşa idaresindeki
kuvvetler arasında bir çarpışma olmuşsa da Hurşit Bey’in
kuvvetleri savaşı kaybetmişlerdir[10].
Fatih Sultan Mehmed ise,
Trabzon işini bir tarafa bırakarak, Uzun Hasan ile çarpışmak
üzere Erzincan üzerine yürümüş ve Yassı-çimen denilen yerde
ordugâh kurmuştu. Bu şekilde Osmanlı padişahının Uzun
Hasan’a hücuma hazırlandığı sırada, Uzun Hasan tarafından
gönderilen bir elçilik heyeti, Osmanlı ordugâhına geldi.
Bunların arasında Uzun Hasan’ın annesi Sare Hatun ve
Çemişgezek Beyi Hasan da vardı. Fatih Sultan Mehmed’in çok
değer verdiği ve Ana diye hitap ettiği Sare Hatun’un
ricaları ve Mahmud Paşa’nın da iltimâsı üzerine Osmanlı
memleketlerine ve onların himayeleri altındaki yerlere
tecavüz etmemek ve Trabzon-Rum İmparatorluğu’na yardımda
bulunmamak şartıyla onlarla bir anlaşma yapıldı. Fatih, bu
anlaşmadan sonra kuzeye doğru dönerek Trabzon üzerine
yürümüş ve 15 Ağustos 1461 tarihinde Trabzon’u sulhen
fethetmiştir. Ailesi dolayısıyla vâris olduğu için Trabzon
hazinesinin bir kısmı da Uzun Hasan Bey’e gönderilmiştir[11].
Fatih’in Trabzon seferi
sırasında Uzun Hasan’a güveni olmadığını ve sefer sırasında
onu hareketsiz bırakabilmek için gönderdiği elçileri âdeta
rehin gibi yanında alıkoyduğunu biliyoruz. “Uzun Hasan Bey
rikâb-ı devletin hizmetine gelüb sevâb-ı gazâdan ve avâtıf-ı
husrevânemden behremend olmadı. Vâlidesi mutemedleri ile
rikâb-ı kâm-yâbın yanınca bile olsunlar”[12]
diyerek, Uzun Hasan’a gönderdiği mektupta; “egerçi ki
zimmeti hizmetinize lâzım olan zümre-i guzâta rehber ve
hemrâh olmak ve muavenet icab eden mahallerde bezl-i
müzâheretiniz vukû bulmak vâcibât-ı dîn ü devletten idi.
Zâhir budur ki mevâni-i ârızî hasebiyle ol mâna müte’azzir
olmuşdur” deyip, annesi ile elçilerin Trabzon alındıktan
sonra iade edileceklerini bildirmişti[13].
Fatih Sultan Mehmed ile Uzun
Hasan arasında ilk çatışma, 1461 yılında Osmanlı padişahının
Trabzon seferi sırasında görülmektedir. Uzun Hasan bir
baskınla ele geçirdiği Koyulhisar’ı muhafaza edemediği gibi,
Fatih Sultan Mehmed’in 1461 yılında Amasra ve Sinop’u da
zaptederek Yassı-çimen mevkiine kadar ilerlemesine engel
olamamıştır. Uzun Hasan, Fatih’in bu başarıları karşısında,
annesi Sare Hatun ile Çemişgezek Beyi Hasan’ı Osmanlı
ordugâhına göndererek barış istemek zorunda kalmıştı.
Osmanlı padişahına elçi olarak gönderdiği annesinin Fatih’in
sefer sonuna kadar yanında alıkoymasına razı olmak ve eşinin
memleketi ve müttefiki olan Trabzon’un Osmanlılar eline
geçmesine uzaktan seyretmek durumunda kalmıştı. Fatih Sultan
Mehmed ile Uzun Hasan arasındaki mücadelenin birinci
safhası, 1461’de Trabzon-Rum İmparatorluğu’nun ortadan
kaldırılması ile Fatih lehine sonuçlanmış oluyordu[14].
Bununla beraber Uzun Hasan, Anadolu’ya hakim
olmak hususunda, Osmanlı padişahı ile mücadeleden aslâ
vazgeçmiş değildir. Ancak o, zaman için fırsat kollamakta,
henüz kâfi derecede ilerlemiş bulunmayan hazırlıklarını
tamamlamak için kesin hesaplaşmayı geleceğe ertelemek
durumunda kalmıştı. Osmanlılar Anadolu’ya doğru devamlı
surette genişliyorlardı. Bu durumda iki devletin çatışması
için vesile teşkil edecek fırsatlar nasıl olsa çıkacaktı.
Birkaç yıl sonra Karamanoğulları Beyliği hadisesi ortaya
çıkmıştır. Trabzon’u Osmanlılar’a kaptıran Uzun Hasan’ın, bu
defa da Karaman arazisini kendi nüfuz sahası telakki etmesi
üzerine mücadelenin uzun süren ikinci safhası başlamıştır.
Karamanoğulları da Osmanlılar’a karşı sürdürdükleri
mücadelede bir taraftan diğer Anadolu beylikleri, Balkan
devletleri, Venedik Cumhuriyeti, Papalık ve Haçlı
kuvvetleriyle yaptıkları ittifaklardan arzuladıkları
neticeyi alamamışlardı. Bu defa Karamanoğulları, Doğu
Anadolu’da kurulup büyümekte olan Akkoyunlular ile
Osmanlılar’a karşı ittifak olmak için girişimlerde
bulunuyorlardı.
Osmanlılar’a karşı en büyük hasım olup, Çelebi
Sultan Mehmed’in (1412-1421) damadı olan Karamanoğlu İbrahim
Bey (1424-1463) otuz dokuz yıl hükümdarlık ettikten sonra
vefât etmiş, tahtını veliahdı ve büyük oğlu İshak Bey’e
bırakmıştı. Karamanoğlu İbrahim’in Çelebi Mehmed’in kızından
doğmuş olan ikinci oğlu Pir Ahmed Bey ile diğer kardeşleri,
üvey kardeşleri İshak Bey’in hükümdarlığına karşı çıktılar.
İshak Bey muhalefete geçen kardeşlerine karşı koyamayınca
Silifke taraflarına çekilmiş ve Pir Ahmed Bey, Konya ve
havalisinde Karamanoğulları’nın hükümdarı olmuştu. İçel
taraflarına çekilen İshak Bey önce Memlûklar’dan yardım
istemiş ve netice alamayınca, kendisi bizzat Suriye yolu ile
Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in yanına gitmiştir. Akkoyunlu Uzun
Hasan’dan aldığı yardım kuvvetleriyle gelerek, Karaman
beyliğini tekrar ele geçirdiğinden, bu defa da Pir Ahmed Bey
Osmanlılar’a müracaat eylemişti. Pîr Ahmed Bey, Karaman
ilinden bazı yerleri terketmek şartıyla Sultan II. Mehmed’in
himayesini istemiştir[15].
Karamanoğulları arasındaki bu taht kavgaları,
Karamanoğulları ülkesi için iki büyük komşusu olan
Osmanlılar ve Akkoyunlular’ı kendi arasında bir nüfuz
mücadelesine sürüklemişti. Jeopolitik mevkii bakımından
Karaman, Anadolu hakimiyeti için son derece önemli bir
bölgedir. Bu itibarla ne Fatih Sultan Mehmed’in, ne de Uzun
Hasan’ın orada olup bitenlere bigâne kalması mümkün değildi.
Kaldı ki, Karamanoğulları Uzun Hasan’ın eski bir müttefiki
idi. Ayrıca Uzun Hasan’ın doğuda Karakoyunlular gibi
kudretli bir düşmana karşı koyabilmesi için Karaman’ı nüfuzu
altında bulundurmak suretiyle gerisini emniyet altına alması
gayet tabiî idi[16].
Görüldüğü üzere gerek Osmanlılar, gerekse Akkoyunlular her
ikisi de Karamanoğulları ülkesi üzerine İbrahim Bey’in
vefâtı ile başlayan süreçte, yoğun bir nüfuz ve hakimiyet
mücadelesine girmişlerdi.
Osmanlı hükümeti, Pir Ahmed Bey’e yardıma karar
verdi. Pir Ahmed, Antalya sancakbeyi Köse Hamza Bey
kuvvetlerinin yardımıyla Karaman’a girmeyi başarmıştı.
Ermenek ve Dağpazarı muharebesinde mağlup olan İshak Bey,
yine Silifke’ye çekildi. Ailesi ile oğlunu orada bırakarak
kendisine yardım temin etmek üzere Diyarbakır’a Uzun
Hasan’ın yanına gitti. Pir Ahmed Bey, bu defa ana-baba bir
olan kardeşi Kasım Bey ile uğraşmak durumunda kaldı. Bu iç
olayları bertaraf ettikten sonra, tekrar Osmanlı’ya vermiş
olduğu yerleri almak için Uzun Hasan’dan yardım gördü ve
Osmanlılar’a karşı mücadeleye girdi. Karamanoğlu Pir Ahmed,
1469’da bir “Ehl-i Salip” halinde Fatih Sultan Mehmed’e
karşı mücadeleye başlamış olan Venedik, Papa, Napoli, Macar,
Arnavutluk ve Rodos şövalyeleri harekâtından yaralanmak
istemiştir[17].
Venedik Cumhuriyeti senatosu 2 Aralık 1463’de Fatih Sultan
Mehmed’e yani Osmanlılar’a karşı Akkoyunlular ve
Anadolu’daki diğer beylikler ile ittifak yapılması kararını
almıştır. Venedik yönetimi 1464’ten sonra Akkoyunlu sarayına
bazı heyetler göndermişti. Venedik 1463-1479 yılları
arasında Osmanlılar ile on altı yıl sürecek olan savaşı da
başlatmış oluyordu. Venedik Cumhuriyeti, oysa yıllarca
Osmanlı Devleti’nin kendilerine sağladıkları ticarî
imtiyazlardan yararlanmışlardı.
Akkoyunlular, bir yandan Osmanlılar’a karşı kurulan
ittifaklarda yer alırken bir yandan da onlarla doğrudan
doğruya çatışmalara girdiler. Akkoyunlular tarafından
bakıldığında, Fatih Sultan Mehmed, Asya-Avrupa transit
ticaret yollarını kontrol altında tutmakta, yüksek vergiler
alarak Avrupa devletleri ile Akkoyunlular Devleti’nin
çıkarlarına engel olmaktaydı. Bunun yanı sıra Avrupalılar da
iki Türk devleti arasına kendi çıkarları uğruna ikilik
sokmak istiyorlardı. Venedik, Fatih’e karşı kendisine
yardımcılar ararken, Karamanlılar ve Akkoyunlular ile temasa
geçmekte hiçbir güçlük çekmedi. Çünkü her iki devlet de Orta
Anadolu’yu hakimiyet altına almak istiyorlardı ve
karşılarında yegâne rakip Osmanlılar idi.
Uzun Hasan Bey, Gürcüler üzerine düzenlediği seferler
istisnâ edilirse, genelde Hristiyanlar ile iyi ilişkiler
içerisinde olmuştur. Trabzon Rumları ile akrabalık
derecesine varan ilişkiler yanında, Venedik başta olmak
üzere bazı önemli Avrupa devletleri ile ittifaklar
yapmıştır. Trabzon şehri, Akkoyunlular için hayati önem
taşıyordu. Bu limandan Avrupa ve dünyaya açılmak
istiyorlardı. Venedik ve diğer Avrupa devletleri ile ticari
ilişkilerini Trabzon limanından sürdürüyorlardı. Ama artık
Trabzon, Osmanlılar’ın eline geçmişti. Çünkü Trabzon limanı
ticari ve stratejik bakımdan Osmanlılar için de son derece
önemli idi. Hatta son Trabzon-Rum İmparatoru Komnenos David
(1458-1461) Osmanlılar’a karşı bir doğu-batı ittifakı kurmak
için yoğun çaba göstermekle kalmamış kendilerini Bizans’ın
meşru vârisi ve Rumların hamisi gibi görmeye başlamıştı[18].
Bütün bunları bilen ve iyi hesaplayan Fatih Sultan Mehmed,
ansızın yaptığı kuşatma ile Trabzon-Rum İmparatorluğu’na son
vermişti.
Venedik, Akkoyunlu hükümdarına daha önce yapmış olduğu
ittifak teklifini Karamanoğlu İshak Bey ile de yenilemiş,
İbrahim Bey’in ölümünden sonra Toroslar’a kadar gelen Uzun
Hasan da, Kâtip Mehmed adında bir elçisini Halep-Rodos
üzerinden 1464’de Venedik’e göndermişti. Akkoyunlu elçisi,
Uzun Hasan’ın “altmış bin” süvariden oluşan bir kuvvetle
gelecek baharda Osmanlılar’a karşı harekete geçeceğini ve
Gelibolu Boğazı sahillerine varacağını söyleyerek, bu sayede
Venedik donanmasının da İstanbul’a kadar ilerleyebileceğine
işaret etmekte ve Uzun Hasan’ın Cumhuriyetin iştiraki
olmadan Osmanlı ile aslâ münferit barış yapmayacağına söz
vererek, Venedik’ten de aynı teminatta bulunmasını istiyordu[19].
Fatih Sultan Mehmed, Osmanlılar için Karaman bölgesinin de
önemini bilmektedir ve bunun için her şeyi yapmayı göze
almıştır. Buna karşılık Uzun Hasan, Karamanoğlu İbrahim
Bey’in vefâtından sonra giriştiği Karaman teşebbüsü ile
Anadolu’ya hakim olmak istediğini göstermiş, ancak Fatih’in
kararlı müdahelesi üzerine geri çekilmiştir. Esasen, Uzun
Hasan kendisine sığınan Karaman hükümdarı İshak Bey’in
1465’de ölümü üzerine, tıpkı vaktiyle Trabzon meselesinde
olduğu gibi, şimdi de Karaman ülkesi için Osmanlılar ile boy
ölçüşemeyeceğini anlamış, böylece bir defa daha ricat
etmiştir. Gerçekte ise Uzun Hasan, Osmanlılar ile kesin bir
şekilde hesaplaşmayı henüz göze alacak kuvveti kendisinde
görememiştir.
Fatih Sultan Mehmed ise, Karaman bölgesinde Pir Ahmed Bey ve
kardeşi Kasım Bey’in ortaya çıkmaları ve Venedik, Papalık,
Avrupa devletleri ve Akkoyunlu padişahı Uzun Hasan ile temas
kurarak harekete geçmeleri üzerine, Karaman’ı büsbütün ele
geçirmek üzere hareket etmişti. Rum Mehmed Paşa’nın
Karaman’da Türkler üzerine yaptığı şiddetli baskından sonra,
Karaman bölgesi valiliğine Manisa sancakbeyi olan Şehzâde
Mustafa 1466’da tayin edilmişti. Karaman Oğulları
hâkimiyetine 1468’de son verilmekle beraber, Toroslar’da
direnişleri uzun süre devam etmiştir[20].
Bu durum Çukurova’da Osmanlı-Memlûklu çekişmesine de yol
açmıştır[21].
Karaman halkı iki yüz yıldan fazladır bağlı bulundukları
Karaman Hanedanlığı’nın bu şekilde söndürülmesine razı
olmadıkları için zaman zaman sürekli isyan etmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmed, Karaman ailesini tamamen elde edip
onları ortadan kaldırmak için onlar üzerine Rum Mehmed
Paşa’yı göndermiş, pek zâlim olan bu sadrazam insafsızca
hareket ederek pek çok adam öldürmüştü. Cami, türbe ve
medreseleri soydu, ağır vergiler ile halkı ezdi, kendisine
verilen vazifenin aksini yaparak halkı tamamiyle devlet
aleyhine döndürdü. Varsak Türkmenleri tarafından mağlup
edilen Rum Mehmed Paşa, döndükten sonra azledilerek idam
edilmiş ve yerine İshak Paşa 1470’de tayin edilmiştir[22].
Pir Ahmed Bey mücadeleye tekrar devam etmek istemişse de
başarılı olamamış, önce İçel’e oradan da halkı sindirildiği
için tutunamayarak yine Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a
sığınmıştır.
Uzun Hasan ise, bu sırada doğudaki kendisi için rakip olan
diğer Türk hanedanlarını mağlup etmekle meşgul olmuştur.
1464-1465 kışından 1468-1469 kışına kadar geçen zaman
zarfında; 1465’de Harput’u Dulkadıroğlu Arslan Bey’den almış
ve onu mağlup ederek payitahtı olan Elbistan’a kadar
ilerlemiş ve onu barışa mecbur etmiştir. 1467’de en büyük
hasmı olan Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’ı, 1468’de
Cihanşah’ın oğlu Hasan Ali’yi ve Timur oğlu Ebû Said’i
ortadan kaldırmış ve hepsinin memleketlerini ele
geçirmiştir. Uzun Hasan, Kirman (1469) ve Bağdat’ı (1470)
ele geçirdiği gibi, Ahlat ve Cezire yöreleri ile Muş ve
Bitlis’i de aldı[23].
1465-1470 yılları arsında Uzun Hasan ile Fatih Sultan Mehmed
arasında doğrudan her hangi bir savaşa veya rekabete
rastlanmamıştır[24].
Otlukbeli Savaşına Doğru:
Uzun Hasan, 1469 yılına kadarki faaliyetleri ile doğu
taraflarında işlerini bitirip, Horasan’dan Karaman
sınırlarına kadar uzanan geniş ülkelerin hakimi olmuştu.
Bundan sonra Uzun Hasan’ın şimdi tek rakibi kalmıştı ki, o
da Fatih Sultan Mehmed’dir. Bununla kesin hesaplaşma günü
artık yaklaşmakta idi. Maddi güç ve kuvvet bakımından Uzun
Hasan, Osmanlı padişahından hiç de geri kalmamaktadır.
Osmanlılar’ın önünden kaçmış olan birçok hükümdar ona
sığınmışlardı, ondan yardım ve himaye talep ediyorlardı.
Bunların hâmisi tavrını takınan Uzun Hasan, şimdi kendisini
Timur’dan daha kuvvetli ve her bakımdan daha üstün
görmekteydi.
Karaman diyarında ise, Osmanlı otoritesini kabul etmeyip,
karşı çıkanlar ve halkın ileri gelenleri öldürülmüştü. Fakat
Fatih, bunu yeterli görmeyerek, Karamanoğulları’nın kuvvet
ve kudretini azaltmak çarelerini düşündü. Bu arada Karaman
Beyliği halkından bir kısmının İstanbul’a tehcirini emretti.
Bu esnada birçok âlim, sanatkâr ve tüccar İstanbul’a
nakledilmiştir[25].
Hatta, İstanbul’un Aksaray mahallesi Karaman ili
Aksaray’ından getirilen ahalî ikamet edilerek
oluşturulmuştur.
Karamanoğlu Pir Ahmed Bey, Uzun Hasan’a ilticâ etmeden önce
Mısır komutanlarından yardım görmüş, bunun üzerine Fatih,
Mısır sultanına bir mektup yazmıştır[26].
Mektubunda ona meâlen; “...İshak Paşa onu emirlerinizden
istemiş, fakat elde edememiştir. Karamanoğlu’nun yarattığı
fitne ve fesadın devamına artık tahammülümüz kalmadığından
onu yakalayarak bize göndermelerini komutanlarınıza
emretmelisiniz. İki memleketten birinin dost olduğuna
ötekinin de dost olması, birinin düşman olduğuna ötekinin de
düşman olması kaidesi bunu icabettirmektedir. Biz bu
yoldayız, sizden de bunu bekleriz” diyordu. İhtimal ki,
Fatih ile dostluğu bozmak istemeyen Mısır sultanı
komutanlarına Karamanoğlu Pir Ahmed’in himaye edilmemesini
emretmiştir. Böylece Pir Ahmed, daha sonra Uzun Hasan’a
sğınmıştır. Karamanoğlu Kasım Bey ise Bulgar dağına
çekilmişti. Osmanlı kuvvetleri ile gelen İshak Paşa ile
hayli mücadeleden sonra, o dahi Uzun Hasan’a ilticâ etmek
mecbûriyetinde kalmıştır[27].
Osmanlı padişahı, Karaman bölgesine Gedik Ahmed Paşa’yı
göndermişti. Karamanoğulları’nın anası ve Fatih’in halası,
çocuklarının affedilmesini Fatih’ten istemek üzere yola
çıkarılmış, fakat yolda ölmüştü. Bunun üzerine Uzun Hasan’ın
anası tarafından Fatih’e başvurulmuştu. Karamanoğulları’nın
bir mültecî olduğu ve Uzun Hasan’ın onları bu bakımdan kabul
ettiği, yakın akrabaya şefkat ve merhamet göstermenin
Allah’ın emri olduğu gibi hususlar yazılmıştı. Ancak Osmanlı
padişahını tuttuğu yoldan döndürmek hiçbir surette mümkün
olmadı. Bu girişimlerden netice çıkmayınca, kendisini
yeterli derecede kuvvetli hisseden Uzun Hasan, Fatih’e karşı
gerçek yüzünü göstermiş, Karamanoğulları’na fiilen yardım
ederek Osmanlılar’a karşı düşmanlık kapısını aralamıştır.
Karamanoğulları’ndan Pir Ahmed Bey ve Kasım Bey,
İsfendiyaroğlu Kızıl Ahmed Bey, Akkoyunlu Zeynel Bey
komutasında otuz bin kişilik bir kuvvetle 1470’de önce
Erzincan’dan Tokat’a doğru harekete geçmişlerdi. Uzun Hasan,
kendisi Gürcistan üzerine sefere gitmişti. Uzun Hasan
1472’de aynı beylere Bektaşoğlu Ömer Bey komutasında otuz
bin kişilik bir takviye kuvvet daha ilave etmiştir. Pir
Ahmed ve Kasım beyler ile hareket eden bu kuvvetler Tokat’ı
pek korkunç bir surette tahrip ettiler. Bunlardan ayrılan
yirmi bin kişilik bir kuvvet Uzun Hasan Bey’in kardeşi oğlu
Yusufca Mirzâ komutasında Karaman Oğulları topraklarına
girmişti. Gedik Ahmed Paşa, bu kuvvetlere karşı koyamayarak
Konya’ya çekilmiş ve orada Şehzâde Mustafa’nın emrine
girmişti. Şehzâde Mustafa ise Afyon Karahisar’a çekilerek
durumu İstanbul’a bildirmiştir.
Bektaşoğlu Ömer Bey, Osmanlı kaynaklarının ifadelerine göre
bir hile ile sınırı geçtikten sonra ansızın Tokat şehrini
basmış ve taş üstünde taş bırakmayacak şekilde şehri tahrip
etmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunan bir
fetihnâmeye göre, Tokat’ın tahribi Ağustos 1472’de meydana
gelmiştir. Iorga ile Babinger’in faydalanmış bulundukları
yabancı kaynaklarla da doğrulanan bu tarihi, öyle
anlaşılıyorki Uzun Hasan bilerek seçmiştir. Çünkü mevsim
hayli ilerlemiş olduğu için Fatih’in büyük bir ordu ile
İstanbul’dan kalkıp üzerine gelmesi için artık vakit çok geç
olmuştur. Böylece gelecek mevsime kadar kazanılmış olacak
zaman zarfında, Venedik’ten beklenen silahlar da gelmiş,
dolayısıyla zafer ihtimâli artmış olacaktır.
Tokat’ın yağma ve tahribinde yapılan zulümler vaktiyle
Timur’un Sivas’ta yaptığı zulümleri hatırlatmaktaydı. İşte
bu hareketiyle Uzun Hasan, Osmanlılar’a karşı büyük seferine
başlamış bulunuyordu. Yine Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde
bulunan ve Uzun Hasan tarafından Karamanoğlu Pir Ahmed’e
Tokat’ın yağmasından hemen sonra yazılan 5 Eylül 1472
tarihli bir mektup vardır. Bu mektubunda Uzun Hasan,
olayların arzusuna uygun bir tarzda geliştiğini ve işin
artık kolaylaşmış bulunduğunu, kendisinin de artık konak
konak ilerlediğini, kışı Osmanlı topraklarında geçireceğini
bildirmektedir[28].
Tokat’ın tahribi ve Yusufca Mirza’nın Karaman topraklarına
girmiş olduğu haberi İstanbul’da duyulunca Fatih, derhal
Uzun Hasan üzerine yürümeye karar vermişti. Fakat bu
fikrinden vaz geçerek, Anadolu Beylerbeyisi Davut Paşa’yı
kuvvetleri ile birlikte Şehzâde Mustafa’nın emrinde Yusufca
Mirzâ’ya karşı savaşmak üzere Anadolu’ya göndermişti.
Kütahya’ya kadar geri çekilmiş olan Şehzâde Mustafa, Davut
Paşa kuvvetleri ile birleşince sayıları “altmış bin”i bulan
asker ve yanında “elli bin” kişi ile Anadolu içlerine kadar
ilerleyen Yusufca Mirzâ’ya karşı yürümüşlerdi. Beyşehir
taraflarında Eflâtun Pınarı yakınlarında yapılan çok kanlı
bir çarpışmadan sonra Akkoyunlu askerleri ağır bir yenilgi
almıştır. On binlerce asker öldürülmüştür. Yusufca Mirzâ
esir edilmiş ve diğer esirler ile birlikte İstanbul’a
gönderilmiş, bu arada Pir Ahmed ve Kızıl Ahmed beyler tekrar
Uzun Hasan’a sığınmışlar, Kasım Bey ise İçel-Silifke
taraflarına çekilmiştir. Gedik Ahmed Paşa da Kasım Beyi
tâkibe koyulmuştur[29].
Böylece Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Karamanoğulları’nı
Osmanlılar’a karşı destekleme ve himayeye girişmesi
yüzünden, bir kez daha Osmanlı kuvvetlerinden ağır bir darbe
yemişti. Uzun Hasan, herşeye rağmen Anadolu üzerinde
hakimiyet kurma düşüncesinden aslâ vazgeçmiyordu. Osmanlı
padişahı ile karşı karşıya geleceği zamana kendisini
hazırlıyordu. Bu iş için batıdaki Hristiyan devletler ile
devamlı surette ilişkilerini sürdürüyordu. Akkoyunlular’ın
Karamanoğulları’na yardımı Fatih ile Uzun Hasan’ı karşı
karşıya getirecektir.
Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Karamanoğulları’na yardım
ve destek sağlamadaki amaçları arasında; Osmanlı
hakimiyetini Orta Anadolu ve Güney Anadolu’da kırmak,
Malatya-Halep arasındaki ticaret yolunu ele geçirmek ve
Akdeniz’e çıkış yolu sağlamak, böylece Avrupalı müttefikleri
ile bağlantı kurma arzusunu yerine getirebilmekti[30].
Bu düşünceler ile Osmanlı-Memlûklu rekâbetinden yararlanmak
üzere Uzun Hasan’ın bölgeye öteden beri dikkatlerinin
yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Nitekim, 1465’de Harput’u
alarak, peşinden Malatya ve Elbistan’ı kuşatmıştı[31].
Uzun Hasan,
kölelikten gelme kökleri nedeniyle 1472’de Memlûklu
Devleti’ni ortadan kaldırmak için Memlûklu vassalı
Dulkadırlu Şah Budak’tan topraklarının teslimini ve
Mısır’daki sultana bağlılığına son vermesini istemiştir.
Uzun Hasan 1472 yılı başlarında Fırat’ı geçerek Malatya,
Kahta, Gerger, Ayıntab’ı ele geçirmiş, Memlûklu karakolu
Birecik’i istilâ etmiş, Halep civarına kadar ulaşmıştır.
Böylece Dulkadıroğlu topraklarının büyük bir kısmında
Akkoyunlu hakimiyeti sağlanması, Uzun Hasan’a Doğu Toroslar
geçitleri üzerinde denetim imkânı sağlamıştı. Fakat
müttefiki olan Venedik’ten yardım beklerken, Memlûklu
komutanı Yaşbek kuvvetleri tarafından yenilgiye uğrayan
Akkoyunlu kuvvetleri Ruha’ya kadar tâkip edilmişlerdi[32].
Fırat
havalisinden Maveraünnehir’e kadar hakimiyetini sağlayan
Uzun Hasan, kendisini devrin en güçlü Türk hanedanı sayarak,
çağının gereği birçok mültecî konumuna düşmüş devlet adamını
ve ilim erbâbını yanına toplamıştı. Bunlar, Karamanoğlu Pir
Ahmed ve Kasım beyler, İsfendiyaroğlu Kızıl Ahmed Bey,
Germiyanoğlu, Dulkadıroğlu Şah Mehmed, Rüstem ve Süleyman
beyler, İnaloğlu, Bozca emirleri, Pazarlı Beyoğlu, Tozanlı
Oğulları, Defterdâr Mehmed Çelebi vb. beyler idi. Bu
kimseler vaktiyle Timur’un yapmış olduğu gibi, Uzun Hasan’ın
Osmanlı padişahını yendikten sonra kendilerini tahtlarına
iade edeceğini ummakta ve hâmilerini bir an evvel Fatih
Sultan Mehmed üzerine harekete geçmeye teşvik etmekteydiler.
Aynı zamanda Batı-Hristiyan âlemi de, bilhassa son
zamanlarda pek tehlikeli bir hal alan Osmanlı padişahına
karşı Uzun Hasan’ın kuvvetlerine büyük ümitler bağlamışlar
ve onun bütün yardım isteklerini kabul ederek, faaliyete
geçmesini sağlamaya çalışmakta idiler.
Bunlardan başka Uzun Hasan,
zamanın ünlü bilginlerini ve ümerâsını da yanında
bulundurmaktadır: Tirek Sinanoğlu Alem Bey, Kadı Mahmud
Şüreyhî, Timuroğulları’ndan Muhammedî Bakır Mirzâ, Muzaffer
Mirzâ, Çağatay ileri gelenlerinden Baba Hacı Beyoğlu Yusuf
Bey, Zeynel Mirzâ, Kemah Beyi Suvar Bey, gibi şahsiyetler,
onun yanında yer almışlardı. Hasılı Akkoyunlu hükümdarı,
Osmanlılar aleyhinde olmak üzere kendilerinden
faydalanabileceği bütün elemanları yanına çekmeye
çalışıyordu[33].
Öte yandan Fatih Sultan
Mehmed’in 12 Temmuz 1470’de batıda çok önemli bir merkez
olan Ağriboz Kalesi’ni ele geçirmesi Papa II. Paulus ve
Venedik’te bir şok tesiri yapmıştı. Zira çağdaş yazar
Domenico Malipiero: “Senato üyeleri, tehlikenin ana şehrin
kapılarına yaklaşmasından korkan halkın sorularına cevap
vermeksizin, başları öne eğik, şaşkın bir halde evlerinin
yolunu tutmuşlardı. Ağriboz’un sukutu ile Venedik’in şan ve
itibarı kaybolmuş, gururu alçalmış idi”[34]
demektedir.
Fatih
Sultan Mehmed, batıda ve doğuda Osmanlı Devleti’ne karşı
düşmanlık yapan her devleti yakından tâkip etmekte ve onlara
karşı devamlı yeni stratejiler geliştirerek, çağının en
büyük hükümdarı olmayı hak etmişti. Venedik Cumhuriyeti,
Akkoyunlular, Karamanoğulları ve bunların müttefikleri ile
aynı anda savaşmakta ve baş edebilmekteydi.
Venedik
için artık Uzun Hasan ile olan ittifaka sarılmaktan ve onu
Osmanlı padişahı aleyhine tahrik etmekten başka çare
kalmamıştı. 1464’ten beri Akkoyunlu sarayında Venedik’‘in
temsilcisi olarak bulunan Lazaro Quirini, memleketine
dönmeye karar verince, Uzun Hasan’da, aslen Ermeni olan
Murad’ı (Mirat) kendi nâmına elçi olarak Venedik’e
göndermeyi uygun bulmuştu. Doc Cristoforo Moro ile Papa II.
Paulus’a hitaben yazılmış bir mektubu da götüren Murad,
Lazaro Quirini ile birlikte hareket ederek 1471yılı
Şubat’ında Venedik’e ulaşmıştı. Uzun Hasan 2 Ağustos 1470’de
Sultaniye’den yazdığı Farsça mektubunda şöyle diyordu;
“...Osmanlı Türklerinin oğlundan Mehmed Bey’den başka bir
düşmanımız, yolumuz üzerinde bir mânia yoktur. O da
yenilmeyecek, mülkünden ve saltanatından atılmayacak bir şey
değildir. Biz sizinle ciddî bir iş birliği yapıp, sizin
donanmanız denizden, bizim çok kuvvetli ordumuz da karadan
hareket edince, Osmanoğlu Asya ve Avrupa’daki bütün
topraklarından mahrum olacaktır”.
Görülüyor ki, Fatih Sultan
Mehmed’e karşı harekete geçme zamanını geldiğine kanaat
getiren Uzun Hasan, 1464 ittifakına dayanarak Venedik’i
ciddî bir iş birliğine davet ediyordu. Uzun Hasan ayrıca,
Kıbrıs Kralı II. Jacques (Giacomo), Rodos Şövalyeleri Reisi
Giovanni Orsini (1467-1476) ve Alâiyye Hâkimi Alâi Bey’e
gönderdiği 21 Şubat 1471 tarihli mektuplar ile “Karaman
Oğulları’nın ricası üzerine Osmanlılar’ı Karaman’dan
çıkarmak için harekete geçmek üzere olduğunu” bildirmişti[35].
Bunu tâkiben Venedik Cumhuriyet
Senatosu tarafından, Akkoyunlu hükümdarı nezdine elçi olarak
gitmek üzere, Caterino Zeno’ya 18 Mayıs ve 10 Eylül 1471’de
iki tâlimat verilmiştir. O’da Akkoyunlu elçisi Murad ile
birlikte İran’a gidip, Uzun Hasan’a ittifak gereğince
donanma ile yardıma koşmaya hazır olduklarını bildirmek
üzere yola çıkmıştı. Ancak, Caterino Zeno birkaç ay Rodos’ta
beklemek zorunda kalmıştır. Çünkü, Uzun Hasan ile Venedik
arasındaki “ciddî iş birliği” Fatih tarafından haber
alınmıştı[36].
Bundan dolayı, Osmanlı padişahı Venedik Cumhuriyeti’ni
şaşırtmak için İstanbul’daki barış görüşmelerini uzatıyordu.
Venedik
elçisi Caterino Zeno, Tebriz’e vardığı zaman, Uzun Hasan’ın
Osmanlı ülkesine yürümek üzere bulunduğunu ve “Türk
Sultanı”nı bozguna uğratmadıkça Anadolu’dan çekilmemeye
azimli olduğunu, bu durumu bildirmek üzere, İspanyol asıllı
bir Yahudi olan İsaac’ı Venedik’e doğru yola çıkarmış
olduğunu öğrendi. Ancak Uzun Hasan’ı düşündüren biricik
mesele, süvarilerden oluşan ordusunun, Osmanlılar’da fazlası
ile mevcut bulunan ateşli silahlardan, bilhassa top’tan
mahrum oluşu idi. Uzun Hasan, bu eksiklerini müttefiki
Venedik’ten tamamlamanın mümkün olacağını biliyordu. İşte
bunun için Uzun Hasan, Yahudi İsaac’tan sonra Venedik’e 30
Mayıs 1472’de Tebriz’den elçisi Hacı Muhammed’i önce
Kıbrıs’ta Başamiral Pietro Mocenigo ile görüşerek yola devam
etmek üzere gönderdi.
Venedik’ten istediği top ve
diğer silahların yakında kendisine ulaşacağını tahmin eden
Uzun Hasan, üç-dört defa üzerine sefer yaptığı Gürcü
Kralı’na mektupla, arkadan vurulmamak için savaş haline son
verilmesini isteyerek, Osmanlı topraklarının istilâsına
kendisine en yakın ve İstanbul’a en uzak olan Trabzon’dan
başlamak istiyordu. Bunda da, Komenonlar’dan olan eşi
Teodora ile Komenonlar’ın akrabası olan Venedik elçisi
Caterino Zeno’nun tesiri olsa gerektir[37].
Bu desteklerden iyice cesaretlenen Uzun Hasan artık Fatih
Sultan Mehmed ile savaşabileceğine karar vermiş oluyordu.
Uzun
Hasan, hükümdarlık tahtına oturuncaya kadar Akkoyunlular
önemli görünmüyorlardı. Fakat onun iş başına gelmesi ile
birlikte durum değişmişti. Çünkü o Karakoyunlu hükümdarı
Cihanşah ile Maveraünnehir hükümdarı Ebu Said Miranşah’ı
öldürmeye ve topraklarını kendi ülkesine katmaya muvaffak
olmuştu. Horasan hükümdarı Hüseyin Baykara’yı yenerek
topraklarından bir kısmını alan Uzun Hasan, Fırat’tan
Maveraünnehir’e kadar büyük ve kuvvetli bir devlet kurmuştu.
Akkoyunlu hükümdarı “cihangîr” olmak arzusu ile Osmanlı
topraklarını da almak istiyordu. O, Fatih Sultan Mehmed’i de
yenebileceğini tahmin ediyordu.
Hatta
rivayete göre, Ebu Said Han’ı mağlup ettiği gün Uzun Hasan,
atını meydana sürmüş ve; “Bu diyârın serdârları şecaatim
âsarını gördüler, fırsat el verirse nevbet isterim ki cür’et
ve celâdetim hüdâvendigâra (Osmanlı padişahı) gösterem”
demişti. Ancak biliyordu ki, Osmanlı Devleti şimdiye dek
yendiklerinden kıyaslanamayacak kadar çok güçlüydü. Bunun
için bir taraftan hazırlık yaparken diğer yandan
Osmanlılar’ı zayıf düşürmek için Osmanlılar ile ihtilâf
halinde olan devletleri himaye ederek onlara bilfiil askerî
yardımda bulunmuştu.
Otlukbeli Savaşı (1473):
Fatih Sultan Mehmed, Uzun
Hasan’a bir mektup yazarak şunları belirtiyordu: Bundan önce
annenin ricasıyla “pençe-i gazabımdan” kurtulmuştun. Biz de
seni “semt-i salâha” yönelmiş kabul ederek affetmiştik.
Halbuki senin gibi imansız bir Türkmen’in benim zamanı
ma’delet-nişân-ı husrevânemde saltanat ve istiklâl davasında
bulunması haramdır. Hattâ bütün kudret ve şevketine bizim
müsâade ve müsamahamız sebep oldu. Buna rağmen bâde-i gurur
ile mest ü medhûş olarak ve inâyât-ı pâdişâhânem hukukunu
unutarak adâletli idârem altında yaşayan Tokat’a ve sonra da
Karaman ülkelerine askerlerini göndererek ...ahâliye
zulmettirdiğin bir takım şiddetlere başvurduğun ve
rezâletlere sebep olduğun malûmumuzdur. O’nun için seni
öldürmek ve memleketini tahrip etmek üzere bu yılın
baharında harekete karar verdik. Seni affetmek katiyen
düşünülmemektedir. Sen vilayet yıkmayı pâdişâhlık mı
zannettin...Çekinmeden korkmadan topraklarımıza tecavüz
ettiğin için kılıcımız senin göğsünde kana bulanmalıdır. Er
isen meydana gel. Delikten deliğe girme, hazırlıklarını yap,
haber verilmedi deme. Zîrâ ki vücûd-ı habîsin arza-i
telefdür ve bu bâbda özür bahane bertarafdur”[38]
deniliyordu. Şimdiye kadar yapacağı savaşları en
yakınlarından bile gizleyen Fatih, bu sefer tersine olarak,
mektupta ne zaman hareket edeceğini de Uzun Hasan’a
bildirmişti. Bu seferi sadece Uzun Hasan’a değil başkalarına
duyurmaktan da çekinmemiştir.
Pâdişâh “âli dîvân idüp
vüzerâ-ı izâma” ilk baharda “şarkta pâdişâh-ı İslam nâmında”
olan fakat şeriata uygun hareket etmeyen, Osmanlı tebasına
karşı düşmanlık gösteren Uzun Hasan’a karşı yürüyeceğini,
kendisine tâbi olan Hristiyan prenslerine, bütün Rumeli ve
Anadolu beylerine savaş için hazırlık yapmaları hususunda
emirler ve adamlar göndermiştir. Padişah bunların orduya
katılacakları yerleri de belirtmişti. Fatih’in emri üzere
Rumlar, Sırplar, Arnavutlar ve Eflaklılar’dan oluşan
Hristiyan kuvvetleri Ankara’da orduya katılacaklardı.
Emirler kısa sürede yerlerine ulaştırıldı. Osmanlı
Devleti’nin bütün illerinde hazırlıklara başlandı. 1472 yılı
sonbaharını ve kışı hazırlıklar ile geçiren Osmanlılar esas
ordunun toplanma yeri olarak Bursa Yenişehir’i
kararlaştırdılar. Rumeli’de toplanan kuvvetler Anadolu’ya
Gelibolu’dan geçmişlerdi. Fatih Sultan Mehmed ise,
İstanbul’daki kuvvetlerin başında 11 Nisan 1473’de hareket
ederek İznik yolu ile Yenişehir’e gelmiştir. Beypazarı’nda
Karaman Valisi Şehzâde Mustafa, Kazabat’ta Amasya Valisi
Şehzâde Bâyezid kuvvetleriyle gelip orduya katılmışlardır.
Osmanlı ordusu seksen beş bin kişiye ulaşmıştır. Bunların
altmış bini zırhlı ve silahlı yirmi beş bini yeniçeri idi[39].
Başka bir ifade ise, Fatih’in yüz elli bin kişilik ordusu
ile Üsküdar’dan Akkoyunlular ile kesin olarak hesaplaşmak
için sefere çıktığını[40],
belirtmekte ki, bu sayı da fazla gözükmektedir.
Öte yandan kendisi Birecik
önlerinde bulunan Uzun Hasan, oğlu Uğurlu Mehmed ile
Bektaşoğlu Ömer Beyi yüz bin kişilik bir kuvvet ile önden
göndermişti. Akkoyunlu kuvvetleri, 15 Nisan 1473’te Şebin
Karahisar önlerinde Amasya sancakbeyi Şehzâde Bâyezid
kuvvetlerini mağlup etmişti. Ayrıca, Fatih tarafından
yardıma gönderilen Mihaloğlu Ali Bey kuvvetlerini de zayiata
uğratmışlardı. Bu muştulu haberler üzerine Uzun Hasan,
Birecik’ten hareket ederek, Venedik ve müttefiklerinin de
yardımları ile Anadolu’daki Osmanlı hakimiyetine son
vereceğini düşünerek, ikinci bir Timur edasıyla Anadolu’yu
paylaşmak ve Karaman Devleti’ni ihya etmek amacıyla harekete
geçmiştir. Uzun Hasan, Kasım Bey’e gönderdiği mektubunda;
Fırat’ı geçerek Ankara yolu ile Osmanlı kuvvetleri üzerine
yürüyeceğini, Anadolu’yu ele geçirip kış mevsimini Aydın’da
geçireceğini buraları Karamanoğlu Pir Ahmed’e vereceğini vs.
hususları bildiriyordu[41].
17 Haziran 1473’te Harput
önlerinde olan Uzun Hasan, Temmuz başlarında Erzincan
civarına ulaşmıştı. Erzincan Uzun Hasan’ın ordusunun
toplanma yeri idi. Uzun Hasan’ın kuvvetleri üç yüz bin kişi
olarak ifade edilmekte ise de, bu çok mübalağalı olsa
gerektir. Çok geçmeden 11 Temmuz’da Akkoyunlu ordugâhına
Fatih’in bir elçisi gelmiştir. Fatih’in elçisi İstanbul’dan
Osmanlı ordusunun Akkoyunlu ülkesine yürüdüğünü ve Uzun
Hasan ile savaşa hazır olduklarını bildiren mektubu
getirmiştir. Fakat Uzun Hasan, Venedik’in gönderdiği top ve
silahların kendisine ulaşacağını zannederek, Fatih’in
elçisini huzuruna kabul etmemiştir. Venedik elçisi Caterino
Zeno’ya Venedik Cumhuriyeti ile müttefik olduğunu, onun
iştiraki olmadan barış yapmayacağını söyleyerek, Osmanlı
elçisine; “Biz de kanlar akıtan askerimizle o diyara
teveccüh ettik. Sizde yakına gelin ki, bir birimize mukabele
edelim”, sözlerini Fatih’e nakletmesini istemiş, hatta
ordugâhta yakaladığı bazı Osmanlı casuslarının kafalarını
vurdurup Fatih’e yollamış ve ondan “çabuk gelmesini”
istemiştir[42].
Uzun Hasan, bir taraftan böyle derken, aslında Osmanlı
ordusunun erken gelmesinden de rahatsız olmuştu. Çünkü
kendisine henüz Venedik’ten gönderilen top, silah vs.
mühimmat daha eline ulaşmamıştır.
Oysa Uzun Hasan, Venedik ile
yaptığı anlaşma gereğince; Venedik gemileri ateşli silahlar
ile bunları kullanacak küçük bir kuvveti Karaman kıyılarına
getirecek, Uzun Hasan da bu tarafa bir kuvvet göndererek,
müttefiki ile temas temin edecekti. Uzun Hasan Anadolu’yu
alacak, Osmanlı padişahına kıyılarda hisar yapmaması ve
Karadeniz’i Venedik gemilerine açık bulundurması kabul
ettirilecek, Mora, Midilli, Ağriboz ve Argos’un Venedik’e
iadesi sağlanacak, Venedikliler Uzun Hasan’a boğazları
geçerek İstanbul’u zaptedeceklerini söylemekte idiler[43].
Ancak, bir taraftan da Venedik,
Napoli, Rodos, Papalık ve Kıbrıs gemilerinden oluşmuş büyük
bir haçlı donanması 1472 yazından beri Osmanlılar’ın Akdeniz
kıyısında dehşet saçıyorlardı. Ağustos 1472’de Antalya, 13
Eylül 1472’de İzmir yağma edilmiş ve yakılmış idi. Bu
donanma 1473 baharında Silifke’de bulunan Karamanoğlu Kasım
Bey ile iş birliği yapmıştı. Bununla beraber Fatih’in Rumeli
akıncı kuvvetlerini daha kıştan Sivas bölgesine göndermesi
ve baharda büyük bir ordu ile Erzincan’a doğru ilerlemesi
üzerine, Uzun Hasan İçel sahillerine kuvvet göndermek ve
Hristiyan kuvvetleri ile temas kurmak imkânı bulamadı. Artık
her şey Fırat vâdisindeki savaşın neticesine bağlıydı[44].
Fatih Mehmed, bir meydan savaşı
yaparak kesin bir netice almak istiyordu[45].
Uzun Hasan ise, üslerinden çok uzak düşmüş olan Osmanlı
ordusunu yıpratmak ve iaşesiz bırakmak suretiyle ezmek
istiyordu. Fatih’in ordusu en fazla yetmiş bin ile yüz bin
arasında tahmin olunmaktadır. Tercan ile Erzincan arasında
bir düzlükte Uzun Hasan, Osmanlı ordusunu görünce; “vay
...ne deryadır”, diyerek hayretini ifade etmiştir.
Osmanlılar toplarını ve arabalarını sahraya yayarak derhal
savaş vaziyeti almışlardır[46].
Venedik elçisi Caterino Zeno, Akkoyunlu kuvvetlerini üç yüz
bin olarak gösterse de bu yanlış olmalıdır. Çünkü
kaynakların çoğuna bakıldığında, Uzun Hasan’ın asker sayısı
Fatih’in askerinden daha az olduğu gerçeğini ortaya
koymaktadır.
Fırat’ın kuzey kıyısı boyunca
Tercan bölgesinde Osmanlı ordusu bulunuyordu. Fırat’ın öbür
yakasında ise Akkoyunlu ordusu vardı. İki ordu ilk
karşılaştıklarında Uzun Hasan oğlu Uğurlu Mehmed
komutasındaki Akkoyunlular sahte bir çekilme yaptılar. Bunun
üzerine Osmanlı öncü kuvvetleri başında bulunan Rumeli
beylerbeyi Has Murad, Fırat’ı geçerek onların tâkibine
koyuldu. Osmanlı öncü kuvvetlerini dar bir geçide çeken
Akkoyunlular onları imha etmişlerdir. Bu ilk müsademe 4
Ağustos 1473’te cereyan eylemiş ve savaş Osmanlı
kuvvetlerinin aleyhine dönmüş, Has Murad başta olmak üzere
Osmanlılar’dan on iki bin asker hayatını kaybetmiştir. Bunun
üzerine Osmanlı ordusu hızla Fırat vâdisinden Bayburt’a
doğru çekilmiştir ve Otlukbeli yakınlarındaki Başköy/Başkent
mevkiine konaklamıştır. Fatih askerin uğradığı bozgun ruhunu
düzeltmek için bir hafta savaşa girmemiş, bu arada yedi
sekiz günlük bir iaşe kalmıştır[47].
Uğurlu Mehmed, derhal Osmanlı ordusunu tâkip ederek savaşa
devam edilmesinde ısrar etmişse de Uzun Hasan’a bu
düşüncesini kabul ettirememiştir.
Uzun
Hasan, Otlukbeli savaşından sonra Venedik Doc’una yazdığı
bir mektubunda, Osmanlı ordusu ile öncü birliklerin
çarpışmasında elli altı bin kişinin öldürüldüğünü, yüz elli
Subaşı ve otuz beş bey’in esir alınmış olduğunu
bildirmiştir. Uzun Hasan belli bir üstünlük elde etmiş
olmasına rağmen, Fatih, nihâi savaşı kabul edebilecek bir
tarzda hareket etmeyi sağlamış ve derhal subaşılarından
birini Akkoyunlu otağına barış için göndermiştir.
Akkoyunlu kuvvetleri 11 Ağustos
1473’te Tercan civarında Üç-Ağızlı (Otluk-beli) yada Başkent
mevkiinde Fatih’in ordusuna yetişmişlerdi. Uzun Hasan,
oğullarının da ısrarı ile bir dere içerisinde bulunan
Fatih’in ordusunu her taraftan kuşatma altına almıştı.
Osmanlı ordusunda; Sağ kol’da Şehzâde Bâyezid ve Gedik Ahmed
Paşa komutasında kırk sancakbeyi ve yirmi bin kapı kulu
askeri vardı. Sol kol’da ise Şehzâda Mustafa yirmi dört
sancakbeyi ve yirmi bin zırhlı azap olduğu halde bulunuyordu[48].
Fatih ise merkezde yer almıştı.
Uzun Hasan ise, oğlu Uğurlu
Mehmed ile Karamanoğlu Pir Ahmed kuvvetlerini Osmanlı
ordugâhı üzerine sevkederken, diğer oğlu Zeynel Bey ile
Bayındır Beyi bir miktar süvari ile Osmanlı kuvvetlerini
muhasara altına almalarını söylemiş, kendisi de ordusunun
büyük bir kısmı ile cepheden harekete geçmiştir. Uzun Hasan
da bu kanlı savaşa bizzat katılmış, hatta atıyla Osmanlı
saflarına kadar ilerlemiş ve top arabalarının bulunduğu yere
kadar gelmiştir. Akkoyunlu kuvvetlerinin arkasından küçük
toplar ve humbaralarla şiddetli bir ateş açılmış, bu top
ateşiyle piyadelerin tüfenk ateşi arasında kalan Uzun
Hasan’ın “ölüm makinelerinin sesine alışık olmayan”
askerleri paniğe uğrayarak kaçışmaya ve dağılmaya
çalışmışlardı. Zeynel Bey komutasındaki Akkoyunlu askeri
tamamen bozulmuş, kaçanlar çadırlarını ve bütün
ağırlıklarını terk ettikleri için Akkoyunlu ordugâhı ve ordu
pazarı tamamen Osmanlı kuvvetlerinin eline geçmiştir.
Osmanlılar’ın üstün topçu ateşleri karşısında savaş
meydanını terk eden Akkoyunlu hükümdarı önce kadın ve
çocukların bulunduğu yere gelmiş, yanına ulaşabilen Uğurlu
Mehmed ve Pir Ahmed beyler ve diğer askeriyle Tebriz’e doğru
çekip gitmişlerdir[49].
Neşrî Mehmed Efendi kendi
üslubu ile; “Rivayettir, çünkü Has Murad vâkıâsı oldu. Andan
sonra Hünkâr Baayburd’a müteveccih oldu. Altı göç dahi
göçüb, Çarşamba günü Üç-Ağızlı dimekle mâruf yere yetişüp,
konmak tedarikinde iken Otluk-beli dedikleri yerden na-gâh
tepe başından Hasan Dıraz askerinden Kâfir İshak nâm kimse
öğle vaktinde göründü. Davud Paşa’yı kâmrân ve Âsafü’z-zaman
ol vakit Anadolu beylerbeyisi idi”[50]
diyerek savaşı anlatmaktadır.
Aşıkpaşaoğlu ise kitabının 151.
bâb’ında bu savaşı şöyle nakleder: Padişah, Bayburt’a
yöneldi, bu hadiseden sonra altı gün daha yürüdüler. Yedinci
gün Çarşamba günüydü düşman gözüktü. Bir sarp dereli tepeli
yerde bir nice alay belirdi. Bildiler ki istedikleri düşman
budur. Padişah da daima hazır yürüdü. Durmadılar, yürüdüler
ve bu dereyi tepeyi geçtiler. Padişahın iki oğlu iki koldan
yürüdü. Şehzâde Mustafa koluna Uzun Hasan’ın bir oğlu karşı
oldu ki, adına Zeynel derlerdi. Şehzâde Bâyezid koluna bir
oğlu karşı oldu ki, ona Uğurlu Mehmed derlerdi. Padişah’ın
karşısında Uzun Hasan’ın kendi durdu. Her kolda askerler saf
saf karşılıklı durdu. Sultan Mehmed Han Gazi’ye Hak Tealâ
inayet etti. Talihi galib oldu. Düşmanını mağlub ediverdi.
Her kol bir birine yürüyüş etti. Şehzâde Mustafa kolundaki
azablar Zeynel’i tuttular, başını kestiler. Onunla birlikte
olan beylerin çoğunu kırdılar. Nicelerini de diri tuttular.
Çok silah ve malzemelerini aldılar. Uğurlu Mehmed’i
tutamadılar. O kaçıp gitti.... Uzun Hasan kaçıp gitti[51].
O günkü konuşulan Türkçe ile yazılan bu eser ifade ve dil
bakımından çok yalın bir şekilde olayları nakletmektedir.
Savaş öncesi Osmanlı ordusunun
ancak sekiz günlük erzâkı kalmıştı. Tepeleri tutmaya
muvaffak olan Davud ve Mahmud paşaların gayretleri
neticesinde, Osmanlı ordusu dar bir vâdide baskın etkisinden
kurtularak, savaş nizamı alabilmiştir. Şehzâde Mustafa
komutasındaki sol kolda bulunan Anadolu azaplarının başarılı
taarruzu ve Uzun Hasan oğlu Zeynel’in öldürülmesi savaşı
belirlemişti. Fatih Mehmed kumandasındaki Kapı kulunun
esaslı bir savaşa girmesine gerek kalmadan, Uzun Hasan
durumu ümitsiz görerek, savaş meydanından çekilmiştir.
Savaştan sonra Akkoyunlular’dan dört bin kişi idam edilmiş
ve iki bin elli kişi esir alınmıştır. Fatih bundan sonra
Şebin Karahisar üzerine yürümüş ve burayı ele geçirmiştir[52].
Sonuç:
Sonuç
olarak, Osmanlılar Otlukbeli savaşının sonunda,
Akkoyunlular’ı uzun uzadıya takip etmediler. Akkoyunlular bu
savaşta; Koyulhisar, Şebin Karahisar ve Niksar dışında ciddî
bir toprak kaybına uğramadılar. Ancak, Azerbaycan ve İran’a
atılmışlardı. Akkoyunlular, askerî kuvvetlerini, bölgede
hâkimiyetlerini, Türkmen boyları üzerindeki nüfuzlarını,
belki de en önemlisi büyük devlet olma iddialarını
kaybetmişlerdi. Bir daha bellerini doğrultamayacaklardır.
Akkoyunlular git gide dağılma sürecine girmişlerdir. Fatih
bir kısım beyleri eski yönetimlerine serbest bırakmıştır.
Fatih, Şebin Karahisar’da iken,
Uzun Hasan’ın elçileri ulemâdan Mevlana Ahmed Bekricî
gelerek barış teklifinde bulunmuş ve esir düşen Akkoyunlu
beylerini kurtarmak üzere teşebbüse geçmiştir. Fatih Sultan
Mehmed, bu âlime büyük bir saygı göstererek, savaştan sonra,
esir düşen Karakoyunlu beyleri ile Akkoyunlu beylerinin
çoğunu affetmiştir[53].
Bir daha Osmanlı ülkelerine tecavüz etmemek ve Şebin
Karahisar’ın fethini kabul etmek şartlarıyla, Fatih ile
anlaşan Uzun Hasan, belgelere göre[54]
aynı elçiyi İstanbul’a göndermiş, bir daha aslâ Osmanlı
topraklarına tecavüz etmemeyi teyid etmiştir. Bununla
beraber Uzun Hasan’ın sözünde durmayarak Venedik ile tekrar
temesa geçtiği haberleri duyulmuştur. Nitekim, Fatih Sultan
Mehmed, Timur ailesinden Herat hükümdarı Hüseyin Baykara’ya
mektup göndererek, Uzun Hasan’ı ortadan kaldırmak için iki
taraftan birlikte hareket etmeyi teklif etmiştir. Bu arada
Uzun Hasan ile kendisini sulh yapmaya râzı eden veziri
Mahmud Paşa’yı da İstanbul’a döner dönmez görevden almıştı.
Bununla beraber, Osmanı Devleti Akkoyunlular ile yaptıkları
barış anlaşmalarına sâdık kalmışlardır[55].
11 Ağustos 1473’de Tercan
yakınlarındaki Otlukbeli denilen yerde yapılan Osmanlılar
ile Akkoyunlular arasındaki tarihî savaşta, Akkoyunlular
ağır bir yenilgiye uğramışlardı. Fatih’in ordusu yüz bin
kişi Uzun Hasan’ın ordusu yetmiş bin kişi kadar kabul
edilmektedir. Sayı bakımından az olmasının yanı sıra,
Venedik’ten gönderilen top ve silahların zamanında
gelmemesi, Osmanlı kuvvetlerinin top ve silah bakımdan
üstünlüğü, Akkoyunlu ordusunun yenilmesine sebep olmuştur[56]
diyebiliriz.
Uzun Hasan bu hadiseden sonra,
1476’da Gürcistan üzerine dördüncü seferini yapmıştır. Bazı
başarılar elde ederek geri dönmüş ve 1478 yılı başlarında
elli dört yaşında iken Tebriz’de ölmüş ve yaptırmış olduğu
Nâsıriyye Medresesi’ne defnedilmiştir[57].
Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed, onun nüfuz sahası olan,
Gümüşhâne-Trabzon yolu üzerindeki Torul mevkiinin Rum
hâkimini ortadan kaldırmış, Gürcistan ile Trabzon sancağı
hududunda bulunan bazı yerleri zaptettirmiş ve böylece
Trabzon havalisinin güvenliği tamamen sağlanmıştır.
Otlukbeli zaferi, Osmanlı Devleti’ne Fırat nehri havzasının
ve Anadolu topraklarının kesin hâkimiyetini temin etmekte ve
Venedik Cumhuriyeti ile diğer batılı devletlerin Osmanlı
Devleti’ne karşı başarı ümitlerini kırmıştır[58].
Avrupalılar’ın “Büyük Türk”
olarak andıkları, Akkoyunlu elçisi Kâtip Mehmed’in de “büyük
bir ağaç” diye vasıflandırdığı Fatih Sultan Mehmed’i
“kemirip bitirmek” veya “adını ve sanını tamamıyla yok
etmek” gibi büyük gayeler taşıyan Venedik-Uzun Hasan
ittifâkı, 1464-1472 yıllarında kısmî başarılar sağlamışsa
da, Otlukbeli savaşından sonra can çekişmeye başlamış, Uzun
Hasan’ın vefâtıyla da tarihe karışmıştır[59].
Ancak, Uzun Hasan Otlukbeli
savaşı sonrası, Anadolu’da kendisine bağlı boy ve
oymaklardan; Ustacalu, Rumlu, Tekeli, Musullu, Bayburdlu,
Karamanlı, Çapanlı, Afşarlu, Varsaklu, Kaçarlu, Karacadağlı
gibi Türkmen topluluklarını İran topraklarına götürerek,
Doğu Anadolu’da Türk nüfusunun azalmasına sebebiyet
vermiştir[60],
diyebiliriz.
Osmanlılar
kendi devirlerinde en gelişmiş ateşli silahlara sahiptiler.
Bu üstün silahlar, Akkoyunlular’ı yenilgiye uğratmada önemli
bir etken olmuştur. Ancak bu savaştan sonra Osmanlılar,
Akkoyunlular ile Batılılar arasındaki bütün yolları kontrol
altına almışlardı. Söz konusu savaştan sonra Akkoyunlular
tamamen İran’a çekilmiş ve zamanla Fars kültürünün tesirine
girmişlerdir. Otlukbeli savaşından sonra, Akkoyunlular
artık, Memlûklar ve Anadolu beylikleri için korkulu bir
tehdit olmaktan çıkmışlar. Batılılar için de artık Osmanlı
Devleti’ne karşı güçlü bir müttefik olmaktan geri
kalmışlardır. Akkoyunlu Devleti yıkılmaya başlamış,
mağlubiyet üzerine doğudaki aşiretler isyana başlamışlardı.
Akkoyunlular bir müddet yalnız kalmışlar. Otlukbeli
savaşından sonra Akkoyunlular’ın karşılaştığı en önemli
hadiselerden biri de, Tebriz’de Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu
Mehmed öncülüğünde Bayındır Hanedanı’na karşı başlatılan
muhalefet hareketidir, diyebiliriz. Bu da Akkoyunlular’ın
yıkılışında önemli sebeplerden biri olmuştur.
KAYNAKÇA: