RESİMLER
| |
GEREKLİ
LİNKLER
| |
|
|
|
|
| |
|
|
LAZ HALKI VE LAZ TARİHİ

Arhavi’de Laz erkek ve kadınını temsil eden heykel
Lazi is. Antik Çağdan günümüze değin Güney batı Kafkasya
ve Kuzey Doğu Anadolu’da yaşayan bir halkın kendini tanımladığı
isim.
Antik Yunan kaynaklarında:
Lazi (Λάσοι [Arrian, Peripl. s. 11; Plin. vi. 4])
Laze (Λαζαι [Ptol. v. 10. § 5]).
Gürcüce Megreli, Č’ani
Orta dönem Ermenice Çen (Tvn) (Vaux, 1996: 3)
Türkçe Laz.
Trabzon ve Rize Türkçe dialektlerinin terminolojisinde:
(Bk) moḫti, komoḫti (Trabzon, Rize)
Laz tarihi açısından bilinen en eski arkeolojik kanıt, Urartu
kralı II. Sarduri dönemine ait bir kitabede sözü geçmekte olan
Qulha adlı ülkedir:
“İldamuşa kenti, Qulhai halkının kralı olan ...’nın krallık
şehir” (kralın adı çözümlenememiştir) bahsedilen ülke Kolhis
olmalıdır (Bk. Kulha)
Arrian, Abhazya’nın kuzeybatı sınırında, Malassa adlı bir kralın
Palaia (eski) Lazikê olarak adlandırılan bir bölgeden bahseder
(Per.15) ve Trabzon ile Dioskuria (Sebasto-polis) arasında
yaşayan halklar arasında Lazlar’ı da sayar:
(Kolhlar, Saniyalılar, Malahonlar, Heiohlar, Helonlar,
Tsitreitler, Lazlar, Apsiller, Abaz-glar, Sanigler) (Per.11)
Roma imparatoru Diokletian (284-303) Dönemi’nde, Kırım’lı
Sauromat’lar, Lazia’yı işgal eder ve Kızılırmağa (Halys) kadar
iler-lerler. Kiros’u Theodereti (MS 293-466) Laziler, Sanigler
ve Abazlar’ın Roma’nın egemenliğini kendi istekleriyle kabul
ettik-lerini yazmıştır (Theodereti Episcopi Cyren-sis Graecorum
affetionum curatio, ed. J. Raeder, Lpz. 1904, s. 223, 15; ed. P.
Canivet, Theodoret de Cyr, in: Sources chr. T. 57, 1u, 2.p 1958;
T. 2. S. 339; 17-340, 1 mit a.1 des Thrapeutique des maladies
Helleniques)
Bizanslı yazarların seyrek de olsa adından bahsettiği Lazi
Halkı’nın tarih sahne-sinde boy göstermesi, MS 456 yılında Roma
İmparatoru Marcian’ın Laz Kralı Gobazes’e (Gubaz) boyun
eğdirmesiyle başlar (Prisc. Exc. de Leg. Rom. s. 71; Le Beau,
Bas Empire, vol. vi. s. 385)
İmparator Justinian ve Chosroes arasın-da, Phasis nehri
havzasında yaşanan kıyası-ya mücadele, en ince ayrıntılarına
kadar kaydedilmiştir (Procop. B. P. ii. 15, 17, 28, 29, 30, B.
G. iv. 7--16, Agath. ii. iii. iv. ss. 55-132, 141; Menand.
Protect. Exc. de Leg. Gent. s. 99, 101, 133--147; Gibbon, c.
xlii.; Le Beau, vol. ix. ss. 44, 133, 209--220, 312-353)
Özellikle Prokopius’un (MS 554) notları Tzani/Çani’ler hakkında
bizzat kendi gözlemlerini yansıttığı için son derece değerlidir:
“Tzaniler, kadim zamanlardan beri, her-hangi bir hükümdara bağlı
olmayan bağımsız bir halk olarak yaşamışlardır. Vahşice bir
yaşam biçimi sürdürerek, ağaçlara, kuşlara ve çeşitli mahluklara
tanrıları gibi hür-met ederler ve onlara taparlar. Ömürlerinin
tamamını gökyüzüne doğru uzanan ve or-manlarla kaplı olan bu
dağlarda yaşayarak geçirirler, ama hayatlarını, ziraat ile
değil, haydutlukla ve eşkiyalıkla kazanırlar. Zira, toprağı
işleme konusunda usta değillerdir ve memleketleri, sarp dağların
en az olduğu yerlerde bile oldukça engebelidir. Bu yaylalar,
engebeli olmanın ötesinde, son derece taşlık, işlenmesi zor ve
hiç bir mahsule uy-gun olmayan bir toprak yapısına sahiptir.
Onlar tarım yapacak olsalar bile, ürün ye-tiştirmek için yeterli
toprak bulamazlar. Bu-rada, ne araziyi sulamak, ne de tahıl
yetiş-tirmek mümkün değildir; çünkü bu bölgede düz bir arazi
bulunmaz ve hatta buralarda ağaç da yetiştiği halde, bunlar
meyve ver-meyen ağaçlardır. Zira bu bölge; bitmek bilmeyen kışın
etkisiyle, uzun süre kar altında kaldığından, ilkbaharın
başlangıç dönemi son derece belirsiz ve düzensizdir. Bu
ne-denlerden dolayı Tzaniler eski çağlarda ba-ğımsız bir yaşam
sürmüşler, ama şimdiki imparator Justinianus’un saltanatı
sırasında, general Tzittas’ın komutasındaki bir Roma ordusu
tarafından bozguna uğratıldılar ve hepsi kısa sürede mücadeleden
vazgeçerek boyun eğdiler. Böylece, tehlikeli bir özgür-lüğün
yerine, sıkıntısı daha az olan esareti tercih etmiş oldular. Ve
onlar hemen Tanrıya itaat ederek, Hristiyanlığı kabul ettiler.
Böylece, her tür haydutluktan vazgeçerek yaşam biçimlerini
huzurlu bir yola sokmuş oldular ve daha sonra düşmana karşı
sefere çıkıldığında, her zaman Ro-malıların yanında yer aldılar”
(Prokopius, Buildings, III. vi. 17; AMC 101)
Prokopius, Tzanika seyehatinde bugünkü Bayburt şehri civarından
Trapezus kentine doğru yolculuk ederken Ermeniler ile Tzaniler
arasında Horoni adlı bir kale inşa edildiğini (Prokopius,
Buildings, III. vi. 15- 17) ve Horoni’den iki gün uzaklıktaki
bir yerde Tzanilerin Okeniti (bugünkü Çaykara Ogene köyü?)
olarak bilinen bölgesinin baş-ladığını ve Kharti (< bugünkü
Bayburt Hart köyü?) adlı bir bölge eskiden inşa edilmiş bir
kalenin İmparator tarafından tamir etti-rildiğini yazmıştır
(Prokopius, Buildings, III. vi. 18-19)
Laz’lar Roma İmparatorluğu’nun doğu sınırını korumaları
karşılığında yarı bağımsız krallıklarında özgür bir hayat
sürmekteydiler Agathias’ın yanısıra Prokpius’un notları da (MS
6. yüzyıl) bu ilişkiye tanıklık etmektedir:
“Laziler ilk önce Romalılara bağlı kalarak Kolkhis’e
yerleşmişlerdi. Ama sadece onlar vergi ödeme ve Romalıların her
dediğini yapmakla yükümlü değillerdir. Kralları öldüğü zaman,
Roma imparatoru, tahta geçecek olana imparatorluğun simgelerini
göndere-cek ve onlarda Roma’nın sınırlarını koruyacaktı. Düşman
Hunlar Kafkas dağlarını aşıp Lazika’yı geçip Romalılardan hiç
para ve ordu yardımı almadan ama Pontos Euxe-nios’un etrafında
yaşayan Roma halkıyla ti-caret yapacaklardı. Kendilerinin tuzu,
hububatı ve iyi bir şeyleri yoktu. Ama ihtiyaçlarını köle ve
deri vererek karşılıyorlardı”
(Procopius, Peri ton Polemon, II. XV. 1-6; AKKB 212)
Kolhis’teki sayısız küçük kabilenin tek hakimi olan Laziler,
genişleme arzusu duyarak bölge üzerinde hakimiyet kurmak isteyen
Pers ve Roma İmparatorlukları ile Kafkasya’nın kuzeyinden talan
amaçlı akın-lar yapan atlı göçebelerin arasında sıkışmış bir
pozisyonda yaşamak zorunda kalmıştır. Perslerin amacı Lazileri
bölgeden atıp yerlerine kendi halkını yerleştirmek olduğundan,
Lazlar Roma’ya yakın durmuşlardır.
Lazi’ler, MS 520 - 512 arasında bir tarihte, Theophane döneminde
Hristiyanlığı kabul edip (Gibbon, l. c.; Neander, Gesch. der
Christl. Religion, vol. iii. s. 236), 6.-7. yüzyıllar Kolhis’e
hakim olup güneye doğru inmiş ve Batum ile Akampsis (Çoruh)
nehri arasına yerleşmiştirlerdir.
MS 6. yüzyılda yaşamış olan Bizans tarihçisi Agathias, “Lazlar
büyük ve gururlu bir halktır ve onlar, oldukça önemli başka
kavimlere hükmetmektedirler. Kolkhidalıların antik isimlerine
bağlı olmaları ile abartılı bir şekilde gurur duyuyorlar ve
muhtemelen kibirli yaklaşımları da bundan kaynaklanmaktadır.
Eminim ki, bize bağlı kavimler arasında, böyle bol insan gücü
kaynaklarına sahip olan, bu kadar ideal bir coğrafi ko-numa
sahip olan, böylesine bolluk içinde bir yaşam biçimleri olan ve
böylesine yüksek bir medeniyete ve inceliğe sahip olan, bir
başka kavim daha yoktur” (Agathias III, 5.1) notlarıyla, Laz’lar
hakkında değerli bilgiler vermesinin dışında, Roma
İmparatorluğu’na bağlı yerel hükümranlıkları olan Laz krallarını
da anlatmıştır.
Roma ordusunun Persliler karşısında bozguna uğramasından Laz
kralı Gubaz’ı sorumlu tutan Roma’lı komutanlar Hopi/Khopi nehri
kıyısında kendisiyle buluşup ona suikast düzenlerler:
“Zavallı adam kendinden emin ve rahat bir şekilde, sadece bir
kaç silahsız adamı ile bir-likte orada onlarla buluştu. Tabii
ki, bu-luşacağı insanlar yabancı olsa başka şekilde davranırdı,
ancak onun randevulaştığı insanlar düşmanları değil, müttefik
bildiği ve tanıdığı insanlardı. Onlar, onun ülkesini sa-vunmak
ve istilacıları püskürtmek için gönderilmemişler miydi?”
(Agahthias, III. 3. 9)

Ḫopi, Ḫobi (Lat (DMS) 42° 19' 37N Long (DMS) 41° 53' 50E
Altitude (meters) 20 m)
Krallarının öldürülmesinin ardından Laz ileri gelenleri toplantı
yapıp, Bizans’a karşı nasıl bir tavır alınacağını tartışırlar.
Laz ileri gelenlerinden Phartaz, akılcı ve mantıklı düşünülmesi
gerektiğini, suikastle İmparato-run alakası olamıyacağını,
tekrar Perslerle ittifak kurmanın akılcı olmayacağını ileri
sürer. Phartaz’ın görüşleri kabul edilerek, yeni Laz kralı II.
Tzathi, Roma İmparatoru tarafından taç giydirilmek üzere
Constantinapol’e (İstanbul’a) gönderilir (Agathias, III. 15. 2)
Pers kralı Kosroes ordusuyla, İberya’yı (Gürcistan’ın iç
kısımların Gürcülerin ana yurdu olarak bilinen bölge) aşıp
Lazika’ya girip, ordusunun rahat ilerleyebilmesi için ağaçları
kese kese ilerleyerek Kolhis’in mer-kezine ulaşarak, Daras
şehrini kuşatınca Laz kralı Gubaz, Roma İmparatoru’ndan yardım
ister:
“Kosroes’in amacı, ani bir saldırıyla Daras şehrini alarak, tüm
Kollkhislileri Lazika’dan çıkarıp yerlerine Persli halkı
yerleştirmek olduğu için, amacında kendisine yardım için bu iki
adamı seçti (Pharizos ve Isdigousnas) Kendisine göre şanslı bir
saldırı ve Kolkhis’in tamamını ele geçirmek için önemli bir
ge-lişme olacaktı. Ona göre bu bir çok yönüyle Pers ordusuna
avantajlar kazandıracaktı” (Procopius Peri ton Polemon,II.
XXVIII. 17-18)
Roma İmparatoru Iustinianius, Laz kralının beklediği orduyu
gönderir:
7.000 Roma askeri ve 1.000 Tzani.
Bölgeyi çok iyi bilen Prokopius’un notlarında, genellikle aynı
halkı nitelemek için kullanılan Tzan (Çani) ve Lazi kelimeleri
farklı kabileler için kullanılmıştır.
Tzani’lerin Trapezus civarında yani Roma İmparatorluğu
topraklarında yaşayan, Lazilerin ise Phasis nehri civarında
yaşayan birer Kolh kavmi olduğu bilinmektedir. MS 6. yüzyılda
Prokopius’un her iki halkı ayrı kelimelerle ifade etmesi
(Lazi’lerin en yakın komşuları olan Gürcüler Tzani kelimesinin
bir formu olan Çani, Ermeniler’in ise Çen olarak tanımlamasından
hareketle gerçekte bu iki terimin aynı halkı nitelediği
düşünüle-bilir) acaba farklı etnisitelere sahip oldukları için
midir? Tzani adı verilen Kolh kabilesinin özgün adları yaşamakla
birlikte (Trabzon İmparatorluğu yıkılıp bölge İslamlaşıncaya
kadar bu isim kullanılacaktır) artık Rumlaş-mış (Roma adetleri
edinmiş, Rumca konuşmaya başlamış vs...) olduğu için midir?
soruları henüz cevapsızdır:
“...Ve Gubazes, İmparator Iustinianos’a içinde bulundukları
durumu bildirdi ve Lazilerin geçmişte yaptıklarında dolayı özür
diledi. Media boyunduruğundan dolayı kuvvetleriyle onlara yardım
etmesini istedi. Kendi başlarına bırakılan Kolhisliler,
Perslerin ellerinden kurtulamayacaklardı. İmpa-rator Iustinianos
bunu duyunca, kabul etti ve Dagisthaeus liderliğinde yedi bin
adamını ve bin Tzani’yi, Lazi’ye yardıma gönderdi. Bu kuvvet
Kolkhis topraklarına ulaştığında, Laziler ve Gubazes’le birlikte
Petra yakınla-rında kamp kurdu ve burayı kuşatma altına aldı”
(Prokopios, Peri ton Polemon, III.XXIX. 9-11; AKKB 213)
Gözüpek savaşçılar olan Tzani’ler kaçan Roma askerlerini takip
etmeyip Perslerin bir bölümünü öldürdükten sonra yürüyerek
vatanları Trabzon’a geri döneceklerdir:
“Dagisthasios, ordusuna emir bile vermeden kuşatmayı bıraktı ve
Phasis nehrine doğru ilerledi Tüm Romalılar da onu izledi.
Onların herşeylerini kamplarda bıraktıklarını gören Persler
kapıları açarak dışarı çıktılar ve kampı talan etmeye
kalkıştılar. Ama Dagisthaios’u takip etmeyen Tzani’ler derhal
kampı savunmaya koştular ve bir çok Pers-li’yi öldürdüler.
Persler kaçtılar. Roma kampını yağmalayan Tzani’ler, Rhizaeum’a
(bugünkü Rize) ilerlediler. Buradan Atina’ya (bugünkü Rize,
Pazar) gelerek Trapezuntion topraklarından eve döndüler”
(Prokopius, Peri ton Polemon, II.xxx.11-14; AKKB 214)
Tzan’ların Roma İmparatorluğu tarafından düzenli askeri güçlerin
dışında paralı asker olarak kullanıldığını yine aynı kaynaktan
öğrenmekteyiz “İtalya’dan yeni dönmüştü ve emri altında sekiz
yüz Tzanı vardı”
(Prokopius, Peri ton Polemon, VIII. XIII.8-28; AKKB 216)
Prokopius, Phasis nehrinin kuzeyinde yaşadıklarını ve eskiden
Yunan ve Romalılar tarafından Tzani veya Kolhian olarak bilinen
halkın artık Lazi olarak adlandırıldığından bahsederken daha o
zaman bile olan terim karmaşasına açıklık getirmeye çalışır:
“Örneğin bazı yazarlar, Trapezuntion böl-gesinin, şu anda Tzani
(Τζάνοι) denen Sani (Σάνους) bölgesiyle, ya da şu anda Lazi
(Λαζούς) denen Kolkhislilere (Κόλχους) komşu olduğunu yazarlar.
Ancak bu açık-lamalardan hiç biri doğru değildir. İlk önce,
Tzaniler sahilden uzakta, içerde Armenia ile komşuydular. Orada
ise geçilemez dağlar vardı ve burası insanların yaşamasına uygun
değildi. Ormanlı yükseklikler ve geçilmez uçurumlar, tüm bunlar
onların (Tzanilerin) kıyıya ulaşmasını engellemektedir. İkinci
o-larak Kolkhisliler, bunlar Lazi olamazdı çün-kü onlar Phasis
nehrinin karşısındaydılar ve Kolkhisliler isimlerini diğer bazı
milletler gibi sonradan Lazi’ye çevirdiler ama bundan ayrı
olarak, bu anlatımların yazılmasının üzerinden çok uzun seneler
geçti ve olayların gelişimi değişikliklere uğradı. Ortaya
ko-nulan durumların yerini başkaları aldı. Bunlara neden
milletlerin göç etmesi, yönetici ve isimlerin sürekli
değişmesiydi”
(Prokopius, Peri ton Polemon I, XXIII, 12-15; AKKB 214)
Romalılarla Persler arasında yapılan bir anlaşmanın 4. yılında
kalabalık bir Pers or-dusu Khorianes adlı bir komutanın
liderliğinde yanında pek çok Alan klanından savaşçıyla Kolhis
topraklarına girdiyse de ba-şarı sağalayamadan geri dönmüştü.
Prokopius, Perslerin Lazika’da yaptığı kıyımlardan da
bahsetmiştir:
“Hüsrev’in yönetimindeki İranlılar üç defa Bizans toprağını
işgal ettiler ve kentleri yer-le bir ettiler. Saldırdıkları
kentlerde yakaladıkları kadın ve erkeklerden kimini kestiler,
kimini götürdüler, geçtikleri her yeri bütü-nüyle insansız hale
getirdiler. Kolhis’i işgal ettiklerinden bu yana Kolhislilerin,
Lazikalıların ve Bizanslıların kıyımını sürdürdüler” BGT 115.
Bizans ile Persliler arasındaki mücadele so-na erip, MS 7.
yüzyılın sonlarında, Kolhis’in Arap işgaline uğraması Laz’lar
için dönüm noktası olabilecek bir çağın başlangıcı olmuştur.
Tzani/Çani kelimeleri ise Lazi’lerin, Yunan ve Gürcü
kaynaklarında geçen diğer adı olup, Bizans Kültürüne adapte
olmuş Lazları ifade etmek için de kullanılmıştır.
· Çaniyeturi (Lat (DMS) 41° 58' 0N Long (DMS) 41° 55' 60E
Altitude (meters) 92 m)
· Ḉana (Lat (DMS) 42° 52' 44N Long (DMS) 43° 9' 7E Altitude
(meters) 1668 m) adlı köyler bulunmaktadır.
Bugün bile Gürcistan içlerinde Çaniyeti olarak adlandırılan
köyler bulunmaktadır. İlginç olan Lazca ile oldukça yakın bir
dili konuşan Megreller, Lazlar’ın yaşadığı bölgeyi Çanişi
(WaniS-i) MNG 581 “Lazistan” yani Çanlara ait bir bölge olarak
adlandırırken Çan adını kendilerinin dışında
değerlendirmektedir.
· Çaniyeti (Lat (DMS) 41° 52' 43N Long (DMS) 41° 59' 1E Altitude
(meters) 199 m)
Kobuleti kasabası civarında yapılan arke-olojik incelemelerde,
MÖ 5. yüzyıla ait 42 tanesi güneşin doğuş yönüne dönük 167
mezarda bulunan 49 sikkeden Sinope kaynaklı bir tanesi dışında
diğerlerinin bizzat Kolha sikkesi olduğu görülmüş, Ege kaynaklı
çanak çömlek kalıntıları, 2 mezarda silah araç gereçleri (üç
tane demir mızrak, altı bronz ok ucu) bulunmuştur.
Kolhların yazılı dilleri olmamasına rağ-men ölen asillerin
adlarının Yunan harfle-riyle yazılı olduğu görülmüştür
(Tsetskh-ladze, 1994; AMC 25)
Elde edilen bulgulardan Yunanlıların ti-caret amacıyla bölgeye
geldiği, Yunan kültürüyle etkileşimin başladığının
işaretleridir.
MÖ 335 yılında Pseudo Skylax tara-fından hazırlanan bir coğrafya
kitabında bölge hakkında bilgi verilmektedir:
Kuzeyden güneye Dioskuria (bugünkü Sohumi), Gyenos (bugünkü
Oçamçire yakın-larında), Phasis (bugünkü Poti), adlı Yunan
kolonileri ve Gyenos, Kherobios, Khorsos, Arios, Phasis
akarsuları bulunur. Phasis’den daha aşağıda Ris, İsis, Latronum
nehirleri ve Apsarus bulunmakta, ardından Byzeri kabilesi,
Daraanon ve Arion dereleri, Ekekhiri/ Ekriti kabilesi,
Arabis/Arkhabis deresi, Limne kenti, Bekhiri kabilesi ve Bekhiri
adlı Yunan kolonisi, Makrokephali kabilesi (<? Mak-ron’lar),
Psoron limanı (? Bugünkü Araklı) ve Yunan kolonisi Trapezus
kenti (bugünkü Trabzon) AMC 34.
Romalı mimar Vitruvius’un MÖ 25 yılı civarında yayınladığı 10
ciltlik eserde Kolh-ların kendine özgü ahşap yapım
teknik-lerinden bahseder ki bugün Rize ve Artvin’in ormanlık
alanlara yakın bazı yaylalarında ahşap yayla evleri aynı şekilde
inşa edil-mektedir:
“Karadeniz’deki Kolkhi Kavmi, bol kereste kaynaklarına sahiptir
ve onların yapı teknik-leri de bu kaynaklara bağımlıdır. Onlar,
iki ağacı zeminin üzerine paralel bir şekilde yatırarak
aralarında bir ağaç boyu mesafe bı-rakırlar, sonra da bunları;
üzerlerine, uç kı-sımlarından karşılıklı iki ağaç daha koyarak
birleştirirler. Bu belirlenmiş alan içinde kalan yer evin iç
kısmı olur. Bu dört kenardaki duvar aynı şekilde üstüste ağaçlar
koyarak yukarı doğru yükseltilir. Böylece köşelerde, her ağaç
bir diğerini düşey olarak des-teklemiş olur. Ağaçların
kalınlıklarına bağlı olarak arta kalan karşılıklı boşluklar,
çamurla ve küçük parçalarla kapatılır. Çatının yapımı içinde
aynı yöntem uygulanır. Ağaçların uzunlukları aşamalı olarak
azaltılarak, köşeler arası mesafe giderek daraltılır ve böylece
piramite benzer bir çatı formu elde edilir. Çatıyı dal parçaları
ile örterler ve ü-zerini balçıkla sıvarlar. Böylece onların bu
dörtkenarlı çatıları, kabaca bir tonoz şeklini almış olur”
(Vitrivus, De Architectura, II. I. 4; AMC 46)
Amasya’lı Strabon’un MÖ 5 yılında ta-mamladığı Coğrafya adlı
çalışmasında, Kol-his’in kuzey sahilinde yaşayan ve korsanlık
yapan halklar hakkında bilgi verilmektedir:
“Kafkas dağlarının uzantısı olan, bu sarp ve dağlık sahil
kesiminde, kuzeyden güneye sırasıyla, Achaei, Zygi ve Heniokhi
kabilele-rinin toprakları yer alır. Bu insanlar denizde
korsanlık yaparak geçinirler. Onların Yu-nanca ‘kamarae’ olarak
isimlendirilen küçük ve hafif tekneleri, ortalama yirmibeş, en
fazla otuz kişiyi alacak boyutlardadır... Gerektiğinde bu
tekneleri süratle biraraya toplayarak, korsan filoları
oluştururlar; ticari gemilere, ülkelere ve sahil kentlerine
sal-dırılar düzenlerler; bu şekilde denizdeki hakimiyeti
ellerinde tutarlar... Ve bu sahil-lerde yerleşik kabilelerin
tümü, her zaman korsanlıkla geçinirler; gece ya da gündüz, adam
kaçırma amacı ile ormanlık sahillerde gizledikleri tekneleriyle
pusuya yatarlar ve bu şekilde esir aldıkları insanlar için hemen
bir fidye tutarı belirleyerek,onların yakınla-rına gönderirler”
(Strabon 11. 2. 12-13)
1910 yılında Osmanlı Lazistanı’nı gezen Rus dilbilimci N. Marr
Megrellerle Çanları öz-deşleştirmiştir. Marr, Çanileri, Çoruh’un
do-ğusundaki yerli halk olarak tanımlayıp, böl-genin Gürcü
(Kart) ve Ermenilerin gelme-lerinden önceki yerli halkı olduğu
kanaatindedir (Marr, 1910)
10. yüzyılda Arap coğrafyacı Abul Feda, Trabzon’un bir Laz
limanı olduğundan bahsedecek ABFD 40, 13. yüzyılda ise Roma’lı
tarihçiler Trabzon krallarından küçümseyerek, Lazlar’ın
yöneticisi olarak söz edecektir (Nikephoros Gregoras, i, 149; AB
1)
Trabzon İmparatorluğu’nda şehirli elit Helenler ve taşralı
Tzan’lar arasında yaşanan iktidar mücadelesi sırasında Laz
savaş-çılar Anna Anachoutlou’yu iktidara getirmişlerdir (17
Temmuz 1341)
Lazlar, Trabzon İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından, kısa
bir süre için varlıklarını bağımsız sürdürmüşlerse de Osman-lı
egemenliği altında 1580 yılında toplu olarak İslam’a
geçmişlerdir.
1396’da Yıldırım Beyazıt’a, 1402’de Timur’a esir düşen,
Bavyera’lı seyyah Schiltberger, 1427’de yayınladığı anılarında
bölge hakkında:
“Kereson (Giresun) şehrine vardık. Lasia bölgesi de yukarıda adı
geçen krallığa (Tarbesanda Krallığı) aittir, verimli bir
memleket olup şarap (üzüm) yetiştirilir, ahalisi Rumdur... Kursi
(Gürcü) Krallığındaki ahalinin dini, Rum inancıdır, kavgacı
insanlardır... Baş-kenti Kathon (Chari) olan Megral (Megrel),
ahalisi Rum dininden olan küçük bir böl-gedir” notlarını
düşmüştür SCH 106-7.
Evliya Çelebi ve Aşık Çelebi (Menazırü’l-Avalim) bölgeyi bizzat
gezmişler ve Trab-zon’un güneybatısındaki Çepnilerin dışında
Trabzon Eyaleti’nin geri kalan halkını Laz olarak
nitelemişlerdir:
“Gerçekten de eyalet halkının çoğu Laz ve hepsi de kul oğlu kul
yeniçeriler olup Trabzon merkezindeki halkın bile anlamadığı bir
dille konuşurlar” (Evliya Çelebi) MG 62.
Evliya Çelebi, Kanunî Sultan Süleyman'ın emri ile İstanbul’da
kurulan Yeniköy Kasabası’nın 3.000 kadar evden (hâneden)
oluştuğunu ve burada yaşayan halkın tamamının ‘Trabzonlu’
olduğunu belirtmiş ve Arnavutköy'de 1.000 kadar Rum ve Yahudi
evi bulunduğunu ve Rum Hristiyanlar’ın çoğu-nun Laz olduğunu
kaydetmiştir (Zillioğlu Mehmed (Evliya Çelebi), Seyahatname I,
İstanbul 1314, s. 452-458)
Roma’lı tarihçi Chalcocondyles’in kayıtla-rından, Trabzon’un
fethinin hemen ardından (1461) şehir merkezi nüfusunun bir
bölümünün İstanbul’a gönderildiğini biliyoruz LWRY 5. Anlaşılan,
aradan iki asır geçtikten sonra bile, İstanbul’da gönderilen
Trabzon şehrinin asil aileleri, kendilerini Laz olarak
tanımlamakta ya da en azından yabancılar tarafından farkedilecek
ölçüde Karadeniz-lilere özgü gelenekleri devam ettirmektedir.
Hanefi Bostan, Robert Mantran’ın (17. Yüzyılın İkinci Yarısında
İstanbul I, trc. M. A. Kılıçbay- E. Özcan, Ankara 1986, s. 57)
bu kişilerin ‘Trabzon kökenli Rumlar’ olduğu yorumunu da
aktarıp, Evliya’nın gözlemiyle birleştirerek XVI. asırda
İstanbul'un Yeniköy ve Arnavutköy kasabalarında Trabzon
Sancağı’ndan sürülen yaklaşık 3.500 hane Hris-tiyanın yaşadığı
anlaşılmaktadır dedikten sonra bunların çoğunun Trabzon
sancağının kaza ve nahiyelerinden ve bir kısmının da Trabzon
şehrinden sürüldüklerini belirtir.
Günümüzde, kendini Laz olarak adlandıran üç topluluk
bulunmaktadır:
1. Ana dili Lazca (Bk. Lazuri nena) olan ve batıda Rize
ili Pazar ilçesinde Melyat De-resi’nden, doğuda Sarpi köyüne
kadar Pazar (Atina), Ardeşen (Artaşeni), Çamlıhemşin (Vijadibi),
Fındıklı (Viçe), Arhavi (Arkhabi), Hopa (Xopa) ve Borçka
ilçelerinde otoktan olarak, Sapanca, Akçakoca, Düzce, Yalova,
Karamürsel, İzmit ve Gölcük kentlerinde 93 harbi (1877
Osmanlı-Rus savaşı) muhacirleri olarak yaşayan bir halk
topluluğu.
Büyük kısmı 1877 yılında Osmanlı topraklarına göç etmiş olan
Gürcistan Lazlarının bugünkü sayısı, Gürcü hükümetinin Megrel ve
Lazları da Gürcü etnik kimliği içerisinde değerlendirmesi
yüzünden net olarak bilinmemektedir.
2. Ana dili Türkçe olan Doğu Trabzon ve Rize’nin batı
sahilinde yaşayan halk topluluğu.
Yöresel Türkçe üzerine yapılan araştırmalarda Lazi Dilinin
(Lazuri nena) dolayısıyla Kafkas gırtlağının Türkçe konuşulan
Batı Rize ve Trabzon’u, hatta daha da batısını etkilediğini
göstermiştir (Brendemoen 1990 b: 56-58)
M. Meeker, eski Osmanlı belgelerinide araştırarak, 19. yüzyılın
başlarında Of ilçesi dolaylarında, toplulukların ve insanların
kaynaşmasında dilin herhangi bir önemi olma-dığını ileri
sürmüştür ki, yerliler ve sonradan gelenlerin bugün tek parçalı
bir etnisite görünümü vermesinin sebebi de bu durum olmalıdır.
Trabzon’lular, komşuları Gümüşhane ve Bayburtlular tarafından
“Laz” olarak adlandırılırken, onlar muhataplarını “Halt” (<
Hal-diya’lı), Lazca konuşan halkı ise Laz olarak değil “mohti ve
komohti” (Bk) terimleriyle tanımlamaktadırlar.
Brendemoen’in textlerinde 90 yaşındaki Sürmene’li kadın ise
Sürmenelileri Laz olarak tanımlarken Çaykara’nın Haldiya ile
olan sınır köyünü bu tanımın dışında tutmaktadır “Xaldizen
şeydedur şera tarafında//onlar xalt biz laz” BR 74 (Sürmene
Arpalı)
Trabzon’un doğusunda yeralan İkizdere’de, iç bölgelerde
yaşıyanlar sahilden gelen, muhtemelen kendilerinden farklı bir
etnisiteye sahip olmayan köylüleri Laz olarak adlandırmaktadır:
“Bu konuşmalar, yaylacı olmayıp, yaylayıcıya inek veren kimseler
arasında geçmektedir. Bu konumdaki kişilere, yaylacının tabiri
ile Laz adı verilmektedir. Savurganlık yapan yaylacıya
komşusundan şöyle eleştiri gelir.
- O Paçi... o sütleri harca, harca...Yayla inimine bakayım
“Lazlara” ne hesap vere-cesun.
- Çok konuşma... sen cendu “lazlarunun” sorilarına veap hazırla”
RK 295 (İkizdere)”, “25 Ağustosda, yaylada evi bulunmayanlar
(Laz’lar), ineklerini almak üzere topluca yaylaya gelirler” RK
297.
İlginç olan
Trabzon’dakinden farklı olarak, etnik olmaktan çok coğrafi bir
ayrımı ifade eden benzer bir tanımın Giresun’da da
kullanılmasıdır. Giresun’lu dağ köylüleri Giresun sahiline Cenik
adını vermektedirler ki bu tanımın Çanik kelimesinden
kaynaklanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Trabzon ağzında
(özellikle Sürmene civarı) /c/ harfi-nin /ċ/ (IPA dz) formunda
telaffuz edilme eğilimi vardır. Kısacası Giresunlu’nun can
dediği Trabzon’da dzan, Rize’de tsan/ḉan-dır.
Bölgeye yabancı olan birisine bu karmaşık tanımlamaları
açıklamak için günü-müzde kullanılan bir tabir de “gerçek
Laz-dır”. Laz olanlar ve olmayanlar arasında gerçek ve sahte
kavramları, cumhuriyet sonrası ulus ideolojisinin zoraki kimlik
ta-nımları da işin içine girince, içinden çıkılmaz tartışmalara,
Batı Rize’li Türklerin, Lazlara “Megreli dönmesi” olarak
köklerini hatırlat-masına, karşılığında kendisinin de “Horumi”
olarak nitelenmesine kadar uzayabilmek-tedir.
Burhanettin Oğuz, Pont Grekleri olarak tanımladığı Karadeniz
Rumları ile Karadeniz’li Türklerin giyim, folklor ve menşei
bakımından aralarında büyük benzerlik olduğunu, bu halkların
Türk, Grek veya iki-sinden evvelki halklarla alakasının teşhis
edilemediğini kaydetmiştir.
Hemşin’liler gibi farklı etnik kökene sahip üstelik Laz’larla
pek iyi ilişkileri olmayan topluluklar bile, bölge dışına
çıktıklarında, çağlar boyunca korku salan becerikli korsan ve
savaşçılar olarak algılanan Laz kimliğini sahiplenmektedir.
Günay’ın (1978), Çamlıhemşin Aşağıviçe köyünden derlediği, bir
Hemşinli’nin (Hüseyin Şenocak, 74) askerlik anısında, Oflu Çavuş
ile birbirlerinin gözünü korkutmak amacıyla ne derece Laz
olduklarını ispatlamaya çalışmaları eğlenceli olduğu kadar
ilginçtir de:
“Ben ç’avuş mavuş ‘bilmem, vuṟaṟím ağzuni burnuni ḳèṟáṟím”
dedim, “hiç’ dinl’ámám, bana laz dárle” dedim “ben da lazim”
dedi. “Laz isen dedím, “işte bi ḳavuşaluk da bakalum sen misen
laz, ben mi?” RA
Başka bir derlemeden de anlaşılacağı gibi gerçekte Hemşin’liler,
Lazların kim olduğunu çok iyi bilmektedir:
“sizun ḳaṟşinuzda sizin kibi bi seṟseri Laz olac’ağ idi ḳi senun
şindi postuni dáṟeye atsáydi, dua et ḳi bi Hemşinli vaṟ
karşíńde” RA 46/34 (Çamlıhemşin Şenyuva)
Gerçekten de Hemşinli’ler ile Laz’lar arasında günümüzde
yumuşamakla birlikte etkisi halen süren bir rekabet, gerek batı
ge-rekse doğuda asırlardır sürmektedir. Yakın zamanlara kadar
Laz’lar, komşularını Hopa çarşısı içine sokmazlar, hatta
rastladıklarını tartaklar, bir hafta sonraki pazarda aynı
Hemşinli’yi tekrar pazarda görünce, dayaktan etkilenmemelerine
dolayısıyla kemiklerinin sağlamlığına atıfta bulunarak, “kalın
kaburgalı” adını verirlerdi.
Hopa Hemşinlilerin de komşuları için benzer tanımları vardır.
Vaux’un kaydettiği “jinjuxnon çak xelk onin (kuş kadar beyni
yok)” gibi (Vaux & Laporta &Tucker). Günümüzde iki toplum
arasındaki kız alıp vermek dahil ilişkiler normalleşmeye
başlamıştır.
Balıkçı’nın Rize ili, Pazar ilçesi Akbucak, Ortayol ve Uğrak
Köyleri'nde yaptığı derlemelerinde de benzer ifadelere
rastlanmaktadır:
“Lazlar'la ilişki yok, kız alıp veririz ama Laz-ları sevmeyiz,
herşeyleri bizden farklı ters ve kavgacı insanlar, onlar yalan
yere iş çıka-rırlar... Lazlar kan davası güder. Hemşinliler kan
gütmezler, Lazlar bir dikme üstüne kan çıkarırlar. Kız kaçırma
olayı da Lazlıkta çok olur... Bize en yakın Laz köyleri var,
kom-şularımız onlar. Türkçe konuşurlar. Ama asıl dilleri Lazca.
Lazlar'ın giyim kuşamları bizimkinden farklı olur, gidişatları
da bizim gibi değil. Lazlar eskiden çok adam vururlardı, yayla
yollarında yüklerimizi alırlardı... Bizden başka burda Lazlar
yaşıyor, Lazları iyi kabul edemem, Hemşin insanı güler yüzlü
görünüşünden belli olur. Lazlarla mecliste oturup muhabbet
edilmez hemen hadise çıkarmaya hazırdırlar... Burda bize en
yakın Lazlar var ama biz onlarla komşuluk etmeyiz. Onların giyim
kuşamları değişik dilleri değişik, Lazlar bir kızın başörtüsünü
başından alınca o kız onun olur” GB 37
N. Marr notlarında, Laz kabilelerinin geçmişte Karadeniz sahili
boyunca yayıldıkları için Kızılırmak’ın eski adı olan “Hallys”in
Lazca ğali “ırmak” kelimesininden kaynaklandığını iddia
etmekteyse de bu iddiayı (ya da tam tersini) kanıtlayabilecek
maddi delil bulunmamaktadır.
Yine N. Marr notlarında (1910), sıklıkla karıştırılan Laz
kavramına, modern yazarlar tarafından pek çok kez alıntı
yapılarak kullanılan Fevzi Bey adlı arkadaşının gözlemiyle
açıklık getirmeye çalışır:
“İstanbul’da Samsunlular ve Sinoplular dahil bütün
Trabzonlular’a, Trabzonlular da Rizeliler’e Laz derler. Ancak
diyor Fevzi Bey ‘bizim şehirliler, Rizeliler ve geri kalanlar
doğruyu söyler. En azından biz Rizeliler’e Laz demiyoruz” N.
MARR 66. Marr, Meeker ve Benningahus Karadeniz Türklerinin
kendileri ve Anadolulular tarafından Laz olarak
adlandırılmalarını tartışmışlardır.
Frunze, 1921’de ziyaret ettiği bölgede Laz kelimesini yarı bir
dili olan bir çeşit Gürcü olarak tanımladıktan sonra, Giresun’lu
Topal Osman’ı ve Laz müfrezesini hatta Samsun Batum arasında
erkekler tarafından takılan geleneksel erkek başlığını (kukula,
kabakak) takan herkesi bu gruba dahil etmiştir:
Mihail Vasiyeviç Frunze, 1921 (Trabzon)
... Kentte yaşayanların önemli çoğunluğu Türkler’den
meydana gelmiş. Giydikleri geleneksel başlıkları kırmızı
fesleriyle hemen ötekilerden ayrılıyorlar. Türklerin
yanısıra, sayıları gittikçe azalmasına rağmen Rum-lar’da
giyiyor fesi. Ama onlarınki daha uzun. Bir de Laz’lar
var bu yörede. Bunlar Karadeniz bölgesi’nin
güneydoğusundaki köylerde yerleşmişler çoğunlukla. Onlar
da kendilerine özgü başlıklarıyla seçiliyorlar. Bir
başlık ve başlarının çevresine sarık gibi bağlanan bir
sargı. Bu sargının en belirgin rengi koyu, bazende
sarımsı gri. Lazlar ayrı bir dil konuşan Gürcülerdir;
hemen hemen eski ulusal benliklerini tümüyle
yi-tirmişler ve artık Türkiye’nin bu uçta en sağlam
parçası haline gelmişler. Sayıca aşağı yukarı yarım
milyon kişiler. Bunlar son derece yiğit ve çalışkan
insanlar; ordu içinde mükemmel bir kaynak. İslam dininin
ve Türk Devleti’nin desteği olma görevlerine yalnızca
Lazistan’da değil, Türkiye’nin ö-teki bölgelerinde de
yerine getiriyorlar. Kısa bir süre önce Lazistan’ın en
etkili önderlerinen biri olan Osman ağa, gönüllü
Lazlardan topladığı bir kuvvetle, Türklere karşı
ayaklanan Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Kürtleri ve Samsun
Sancağı’ndaki Rumlar’ı kan ve ateşe boğdu AAST 213
|
3. Ana dili Rumca olan ve tamamına yakın bölümü 1923
mübadelesinde Yunanistan’a gönderilen, bir kısmı ise Osmanlı
dönemi sırasında Rusya ve diğer eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde
yerleşmiş halk topluluğu (Bk. Urum, Romeika)
Meeker, Laz kelimesinin Bizans Dönemi’nde bugün kullanıldığı
anlamıyla kullanıldığını belirtmiştir:
“Geç dönem Bizans’ta kullanılan Laz sözcüğü belki de bugün
Türklerin kullandığı Laz sözcüğüne benzerdi. Sözcüğün
anlamındaki bu dönüşüm belki de Rum olmayan Pontus halklarının
bribirinden ayrı, özerk sayısız kabileler halinden daha homojen,
Bizanslaşmış, Rumlarla çeşitli asimilasyon süreçlerinden sonra
imparatorluğa katılmış bir topluluğa dönüşmeleriyle aynı
dönemlidir”
(Meeker, 1970: 25-6; İBYÇ 25)
Modern Türk toplumunca üretilen ve Laz fıkrası olarak Temel
kimliğinde karakterize edilen fıkralarda, Osmanlı döneminin
Karagöz oyununda, hızlı ve gülünç bir şive, bir merhaba ve
“anami tanaymisun, babami tanamisun?” girişiyle başlıyan yüksek
sesli konuşmasını karşısındakinin cevap vermesine izin vermeden
on beş dakika aralıksız sürdüren, gemicilik yapan, öfkesi
birdenbire parlayıp sönen, Laz karakteri de aynı ölçüde Trabzon
veya Rize’lidir. Gerek fıkralarda gerekse Osmanlı döneminde
revaçta olan doğaçlama Karagöz oyunu dialoglarında, Laz’ın
Türkçe dışında başka bir dil bildiğine dair en ufak bir ima
bulunmamaktadır.
1950’li yılların ardından başta İstanbul olmak üzere,
metropollere büyük kitleler halinde yerleşen Karadenizliler,
yöresel dialekt, gelenek ve yaşam tarzlarını büyük ölçüde
değiştirerek kentleşirken, diğer etnik topluluklar ile kurulan
ilişki, Laz kimliğinin, ulusal kimlik içinde erimesinin
yanısıra, farklı etnik grupların kitleler halinde yaşayıp, yoğun
rekabet içine girdiği kenar mahallelerde etnik kimlik ve dağlı
kavimlere özgü dayanışma etkisini henüz kaybetmemiştir. Pek çok
büyük şehirde yakın zamana kadar Of, Sürmene ve Arsinliler’in
kaymağını yediği bir Mafya örgütlenmesine rastlanması, antik
Heniochilerin, Laz’ların antik çağdan itibaren sürdürdüğü
korsanlık dönem-lerinin mirası olarak da değerlendirilebilir.
1894 yılında Borçka’da görevli bir Gürcü subay, Gürcü köylerinde
tütün yarıcılığı yapan Laz’lardan benzer nedenlerden dolayı
yakınmaktadır:
“Lazlar’ın bu memlekete zarardan başka bir şey verdiği yok.
Buranın yerleşik insanları olmadığı için zarar vermekten
kaçınmıyorlar. Örneğin geçen yıl bir Laz, Acarlı bir askeri
Murgul’da öldürdü. Olaydan iki saat sonra da Osmanlı Ükesi’nde
soluğu aldı ve halen kaçak. Bu yılda muhtar Bolukvadze’yi
öldürdüler. Katillerden biri de Lazdı. O da ilki gibi Osmanlı
topraklarında aldı soluğu. Bu Lazlar’a karşı bir önlem
alınabilseydi ve bu kötü eylemlerine son verilebilseydi, halk
için çok yararlı ve iyi bir iş olurdu” BM 88-89.
19. yüzyılda bölgeyi gezen Ritter (1843) Laz’ların Gürcüler ve
Türkler arasındaki kötü ününe sebep olan karakterini tahlil
etmeye çalışmıştır:
“Bu topraklarda yaşayan Lasisch soyundan gelenler genellikle
fazla çekici olmayan vücut ve yüz özellikleriyle değil de
dilleri ve gelenek görenekleriyle Kafkas ırklarıyla
iliş-kilerini ele verirler. Dilleri ve gelenek görenekleri söz
konusu olduğunda en belirgin özelliklerinden, sık sık insanların
ölümüne yol açan kan davalarını da gütmelerine neden olan
inatçılıklarından bahsetmek gerekir. Sözgelimi, Batum’a gelmeden
önceki beş hafta içinde kan davaları yüzünden sekiz kişi
öldürüldü. Bütün bu şartların beraberinde getirdiği tehlikeleri
düşünürsek hiç kimsenin silahsız evden çıkmaması gerekiyor. Ne
vakit bir Lase görsek, nereye giderse gitsin, ister ormanlara,
ister deniz kenarında kürek çekiyor olsun, her zaman silah
taşır; ya omuzunda tüfek vardır, ya belinde jatagan, mümkünse
bir çift tabanca bile taşır... Çocukluklarından beri adaleti
kendi elleriyle uygulamaya alışmışlardır; hem saldırıya hem de
savunmaya hazır-dırlar. Öyle vahşi, öyle tuttuğunu koparan bir
karakterleri vardır ki, Türkler’le Gürcüler arasında kötü bir
ünlerinin olması boşuna değildir. Sınırların korunması için
lazım olmasa ellerindeki silahları Paşalar çoktan alırdı”
(Ritter 1843, 222; İBYÇ 23)
Etnik bir terim olarak Laz kelimesi, ilk olarak Pliny’nin
Naturalis Historia adlı ese-rinde geçmekte olup, Prokopius’un da
be-lirttiği gibi birden fazla Kolhis kabilesi tarafından zamanla
benimsenmiş bir isim olmalıdır.
Evliya Çelebi (17. yüzyıl) hatta onu kaynak alan modern Türk
tarihçilerinin bile Lazları bir Doğu Kafkas kavmi olan
Lezgiler’le karıştırması, bazı tarihçilerin Lazların Türk
olduklarını ispatlamaya çalışması (Goloğlu 1973 s.109) ya da
Rumların halk etimolojisinde, bir dönem Türklerin dilini kestiği
yöre halkının, Helazi yerine Lazi demesi gibi siyaset kokan
önermeler gerçeklikten uzaktır.
V. Minorsky, Çan kelimesinin Yunanca Sannoi/Tzannoi
kelimeleriyle aynı şeyi ifade etiğini (ISLM Laz), Prokopius ise
Tzani veya Kolhian olarak bilinen halkın artık Lazi olarak
adlandırıldığından bahsetmiştir (Prokopi-us, Peri ton Polemon I,
XXIII, 12-15).
W.E.D Allen ve N. Marr ise başka bir Kolhis kabilesi olan
Svan’ların, Gürcüce Ça-neti olan Laz Bölgesi’ne Lazan adını
ver-diklerini, bu adın La (bölgesel ön takı) + Zan (Laz’ların
eski adı) etimolojisine sahip olduğunu belirtmektedir (Allen,
1929: 153), (Marr, 1910b: 66)
Pek çok ilkel dilde kabile adının “adam” kelimesi, ya da
“yiğitlik, cesaret” çağrıştıran bir kelimeyle özdeş olduğu göze
alındığında Megrelce Wan-i (Xan-i) “güç, kuvvet” MNG 667 [kraft,
stärke], La + (Megrelce) zana (zana) “üst; çok yüksek, zirve
[oberer]” MNG 117 birlikteliğinden “dağlılar ya da soylular”
gibi bir anlamda çıkartılabilirse de bu önermelerin gerçekliği
tartışılabilir. Zugdidi civarında alçak ve düz ovalarda yaşayan
Megreller de aynı dili konuşan ve tüm Kolhis’e hükmeden
akrabalarını dağlılar olarak kendilerinden ayırmış olabilirler.
Zehiroğlu, Lazi adının ilk ortaya çıktığı Phasis nehrinin
kuzeyinde, özellikle iç kesimlerde ‘Laşketi, Latali, Lenojedi,
Lenketi, Lçkhumi’ gibi yer adlarına dikkat çekmiştir AMC 61.
Tüm Kolhis halklarına hükmeden bu kabilenin adı zamanla
“güçlülerin/soyluların toprağı; dağda yaşayanlar” anlamına gelen
Lazani kelimesinden gelmiş olabilir.
Minorsky, herhangi somut bir kanıt sun-madan “Rumca konuşan
Karadenizli’ler” olarak tanımladığı Karadeniz’li Rumların Laz
orijinli olduğunu, MS 7. yüzyıldan sonra Bi-zans yönetimi
altında Rumlaşıp, günümüzde ise Türkleştiği kanaatindedir.
Megrelce de ċan-i/tzan-i (wan-i) “güney veya batıdan gelen deniz
rüzgarı” MNG 546 aynı zamanda Tzan adı verilen halkın Megrellere
göre yaşadığı coğrafi konumu çağrıştırmaktadır. Bu durumda
Megreller’in Çanlar’ı kendileri dışında tanımladığını bir
ihtimal yaşadıkları coğrafyaya göre Lazi’ler ve Tzaniler olarak
tanımladıklarına işaret edebilir.
Strabon’un, bir halk adı olan Kolhi (κολχοί) ve o halkın
yaşadığı coğrafyanın adı olan Kolheti (κολχίς) kelimelerini eş
anlamda kullanması tesadüf olmayabilir.
Bugün anadili Lazca olan veya daha batıda Rumlaşan Laz’ların
ortak ve orjinal adı çeşitli şivelerde Can/Ċan/Tzan/Ḉan olması
da (Tonluluk ve tonsuzluk yönünden kararsızlık gösteren Trabzon
ağzında /ċ/ ve /ḉ/ yani dz ile ts seslerinin karışması sık
rastlanılan bir olaydır [Brendemoen, 1989: 13]), Giresun
sahiline ve Samsun bölgesine neden Canik denildiğini, Bizans
tarihçilerinin Trabzon yerlilerine neden Tzan olarak andığını da
bu bağlamda Türklerin ve Rumların geçmişte bu dili
konuştuklarına dair bir bilgiye sahip olmamalarına rağmen Laz
adını sahiplenmelerini bir ölçüde aydınlatabilmektedir.
Macar Türkolog Ignácz Kúnos 1891 yılında, Doğu Karadeniz’e hiç
gitmeden, İstanbul’da Laz denizcilerden geleneksel türküler
derler ve Lazları İstanbulluların anlamadığı garip bir Türkçe
konuşan bir halk olarak tanımlayıp, Trapezan’ın Lazlar’ın ana
merkezi olduğunu belirtir:
“Bu Lazlar, Samsun ve Trabzon limanları arasındaki Karadeniz’de
yaşarlar ve dilleri, İstanbul’daki halkın büyük zorlukla
anlaya-bildikleri diğer Türkçe dialektlerden çok farklıdır. Çok
hızlı konuşurlar, sayısız yaban-cı kelime kullanırlar ve ses
uyumunu öyle karıştırırlar ki, konuşmaları bozulmuş Türkçe
izlenimini uyandırır. Türkleşmiş, belirli yerlerde hala kendi
dilini kullanan yabancı bir soy oldukları düşünülür. İstanbul
kayıkçıları-nın çoğu Laz olduğundan, İstanbul’da bile dillerini
tanımak için büyük bir fırsatım oldu” ETK 58.
Kúnos’un, Lazca konuşan halktan çok Trabzon ve civarındaki
Türkleri işaret etmesi bölgeyi tanımaması kadar o dönemde
Trabzon ve çevresinde yaşıyan Türk ve Rumların, Anadolu Türkleri
ve Rumları’ndan ayırıcı kültürel farklılıklarını tanımlamak için
Laz kelimesini fazlasıyla sahiplenmelerinden kaynaklanmaktadır.
Gerek anadili Rumca olan Trabzon’lu Rumların, Rumca’nın Trabzon
dialektini, gerekse anadilleri Türkçe olan Karadenizliler’in,
Trabzon ve Rize Türkçe dialektini, zaman zaman Lazca olarak
nitelendirmeleri bilgisizlikten ve ait oldukları dil
gruplarından haberdar olmamalarından değil, kendilerini
geleneksel olarak Laz olarak tanımladıklarından, doğal olarak
konuştukları dilin de kendi kabile isimleriyle tanımlanacağı düz
mantığıdır.
MS 3 - 4. yüzyıllar arasında kurulan ve MS 561 yılında yıkılan
Lazi Krallığı döneminde, genel olarak Can/Çan/Zan olarak anılan
birbiriyle akraba olan veya olmayan pek çok Kolh kabilesi,
Giresun civarından, Kafkasya’nın iç bölgelerine değin
yaşa-dıkları bölgede Laz/Lazi adını benimsemiş, bu isim Roma,
Trabzon ve Osmanlı İmparatorlukları döneminde de geleneksel
olarak kullanılmaya devam etmiştir.
Bugün Rize’nin doğusunda yaşayıp adı Lazca (Lazuri nena) olan,
Megrelce’yle akra-ba bir Kafkas dilini konuşan halktan farklı
olarak, ana dili Türkçe veya Rumca olup, Laz adını benimseyen
batıdakiler, asimilasyona uğramış aynı kabile mensupları
değildirler. Kafkasya’nın Arap ordularının işgaline uğradığı
dönemde bazı Kolh kabileri güneye bugün yaşadıkları bölgeye göç
etmek zorunda kalmışlardır ve bugün Lazca konuşmaktadırlar.
Batıdakiler ise ilk çağlardan beri yerlisi oldukları topraklarda
yaşayan ve Anabasis’te (MÖ 401) Mossionik, Makron, Kolh ardından
bir dönem Heniokhi olarak adlandırılıp, Lazi Krallığı döneminde
diğer Kolh klanlarıyla birlikte aynı adı benimseyen halklardır.
Çeşitli dönemlerde Yunanlı, Haldiyalı ve Türk klanlarıyla
karışmalarına rağmen kısmen varlıklarını korumuş olmalı-dırlar.
Tabii ki, önemli bir ayrıntı gözden kaçırımamalıdır. Tarih
boyunca Laz’larla içiçe yaşamış olan Abhaz kabileleri hep kendi
adlarıyla anılmış ve antik çağ yazarları tarafından bile
Kolhlarla karıştırılmamıştır.
Bizanslı yazar Agathias, Misimyalılar ve Apsiller gibi Abhaz
kabilelerinden ve bu kabilelerin topraklarının arasında
Çibili/Çivilon (τζιβιλι, τζιβιλον) kalesinden bahsederken, her
iki halkın da Kolhların yani Lazların egemenliği altında
yaşadığını belirtmekte ama Lazca’yla akraba bir dili konuşan bu
halkı Kolh/Laz kimliği dışında tutmaktadır. Yazarın bu
yaklaşımı, Kolh/Laz/Çan isimlerini taşıyan halkı oluşturan doğu
ve batı klanlarının, bir zamanlar konuştukları dil veya dillerin
(muhtemelen aynı dilin dialektlerinin) en azından Abhazcayla
Lazca ile olduğundan daha yakın olması gerektiği
düşündürmektedir.
Kaynak: Öztürk, Özhan (2005). Karadeniz: Ansiklopedik
Sözlük. 2 Cilt. Heyamola Yayıncılık. İstanbul.
ISBN 975-6121-00-9.
Lazi maddesi (Sayfa 757-68 [Kısaltılarak atarılmıştır]). İzinsiz
alıntı yapılamaz.
Not: Sayfayı doğru görüntülemek için Antik Yunanca,
Gürcüce, Ermenice, Lazca fontları
indirip Widows/fonts/ klasörüne kopyalamalısınız.Aksi taktirde
bazı harfleri hatalı olarak görürsünüz. |
|
META
TAG: Lazlar,
Lazuri, Kolheti, Laz tarihi, Lazca, kolhis,
kim kimdir, biyografi, kimdir, trabzonlular,
Trabzonlu, giresunlu, rizeli, ordulu, samsunlu,
sinoplu, artvinli, gümüşhaneli, bayburtlu,
tokatlı, karadenizli,
Karadeniz bölgesi, Karadeniz müzikleri, kemençe,
horon, kemençe mp3, horon video, Anadolu,
Trabzon, Rize, Artvin, Giresun, Karadeniz
resimleri, Karadeniz fotoğrafları, Karadeniz
tarihi, Karadeniz kültürü, Karadenizliler,
Karadeniz gezisi, Karadeniz emlak, Karadeniz
otel, Karadeniz yemekleri, Karadeniz mutfağı,
Karadeniz kitapları, Karadeniz TV, Karadeniz
radyoları, Karadeniz gazeteleri, Karadeniz
haberleri, Karadeniz halk oyunları, Karadeniz
bölgesi folkloru, Karadeniz bölgesi coğrafyası,
Karadeniz bölgesi turizm, Karadeniz bölgesi kim
kimdir, biyografiler, ünlü kişiler, sanatçılar,
sporcular, futbol takımları, okullar
| |