HÂFIZ
EDHEM’İN ŞİİRLERİ VE HALK EDEBİYÂTI
Yard.
Doç. Dr. Şahin KÖKTÜRK*
Bir milleti şekillendiren unsurlardan biri de yetiştirdiği
şahsiyetlerdir. Hatta bazen öyle olur ki bir tek şahıs bir
milleti temsil etme gücüne sahip olur. Bilhassa sanatkâr
şahsiyetler bu insanların başında gelir. Sanatın önemli bir kolu
olan edebiyatta da durum aynıdır.
Bir milletin edebiyatı hakkında hüküm verebilmek için, bütün
edebî şahsiyetlerin objektif kıstaslar esas alınarak her yönüyle
değerlendirilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında mensubu
olduğumuz toplumda henüz üzerine hiç söz söylenmemiş nice insan
olduğunu görmekteyiz. Elbette bunda son yüzyılın henüz
durulmamış, sakinleşmemiş olmasının, bir başka ifadeyle,
olayları üzerinden henüz yeterli zaman geçmemiş olmasının büyük
etkisi vardır. Çünkü son yüzyılda yaşanan olaylar hâlâ günümüzü
etkilemekte ve bakış açıları da buna bağlı olarak
değişebilmektedir.
Bu ve benzeri mülahazalarla üzerinde durulmayan, te’lif ettiği
eserleri devrinde birkaç baskı yaptığı halde unutulan edebî
şahsiyetlerden biri de Rizeli Hâfız Edhem Mollaömeroğlu’dur. Bu
tebliğde onun kısaca hayatı, edebî şahsiyeti, fikirleri ve
ayrıntılı olarak da onun şiirlerinin halk edebiyatı ile ilişkisi
üzerinde durulacaktır. **
1. Hayatı
Şiirlerinde mahlas olarak “Hâfız” ve “Hâfız Edhem”i kullanan
Hâfız Edhem Mollaömeroğlu (1910-1994)’nun asıl adı Edhem
Güler’dir.
Ceddim şuerâdır, hem ehl-i hüner
Şöhretine
Molla Ömer derdiler,
Din İslâm
yoluna can terk ettiler,
Ben de o
nesilden geldim cihâne[1]
mısralarından
“Mollaömeroğlu” lakabının sebebi anlaşılmaktadır.
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hafız Edhem Divanı Gönüller
Açar adlı eseri hakkında verdiği karar metninde hayatıyla
ilgili şu bilgiler yer almaktadır: “Babasının adı İsmail,
annesinin adı Ümmügül’dür. 1328 (M. 1910) yılında Rize ilinin
Kavaklı mahallesinde dünyaya gelmiştir. Okur yazar, evli ve beş
çocuğu vardır. İnşaat işleriyle uğraşmaktadır.”[2]
Kavaklı Mahallesi Camii’nde annesinin istek ve yardımıyla küçük
yaşta hâfızlığını tamamlayan, daha sonra aynı camide kısa bir
süre fahrî imamlık da yapan Hâfız Edhem, İstanbul İskender Paşa
Camii’nde Arapça ve tefsir derslerine devam etmiş, Eyüpsultan’da
Abdülhakîm Arvasî Hazretlerine intisap etmiş, manevî feyz
almıştır.
1957 yılında annesinin vefatında cenaze başında irticâlen
“Valideme Mersiye” adlı şiirini okur. Dinleyenleri duygulandıran
ve hüzünlendiren bu şiirle şâirliğe adım atar.
İlk kitabı Gönüller Açar 1961 yılında yayınlanır. Daha
sonra sırasıyla Hâfız Edhem’den Şirin Sözler ve Hâfız
Edhem’den Hakikatler Hicivler adlı kitapları çıkar. Hâfız
Edhem yayınladığı eserleri sebebiyle yargılanmış, davası
beraatle sonuçlanmıştır. Mahkemeye verilen kitapları ile ilgili
davanın kararı Hafız Edhem Divanı Gönüller Açar adlı
kitabın sonuna konulmuştur (s.236). Hafız Edhem’den
Hakikatler Hicivler adlı eserinin kapağında da “Bu eser
savcılık kontrolünden geçmiştir” cümlesi yer almaktadır. Hak
Söz adını verdiği ve Erzurum’da Zafer Ofset’te bastırdığı,
öğüt muhtevalı küçük hacimde sekiz ayrı kitabı ve dinî nasihat
ihtiva eden kasetleri vardır. Kitapları birkaç baskı yapmıştır.
Adı geçen üç eserinden yaptığı seçmeleri Üç Eser adı
altında yeniden neşretmiştir.[3]
12 Eylül 1980 darbesinden sonra Devlet Başkanı Kenan Evren’e
“Devlet Başkanına Nasihatler” içeren bir mektup gönderir, bu
mektup sebebiyle Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde
yargılanır ve beraat eder.
Sarraflık,
saraçlık, tuhafiyecilik ve daha çok da inşaat işleriyle
kazancını temin eden Hafız Edhem 20 Aralık 1994’te vefat
etmiştir, Rize’de medfundur.
2. Edebî
şahsiyeti
Fransız edebiyat
tarihçisi Hippolyte Taine, bir edebî şahsiyetin “ırk, muhit, an”
kavramlarıyla izah edilebileceğini belirtir. Tenkitler de
yöneltilmiş olan bu görüşe göre bir sanatkâr, eserinde; mensubu
olduğu milleti, içinde yetiştiği çevreyi ve yaşadığı devri
yansıtır. Bir yazar/şairin de edebî şahsiyeti bu üç etkenle
şekillenir.[4]
Şiirlerinde millet adına, yani Türk kelimesine sıkça rastlanır.
O milletiyle, ecdadıyla iftihar etmektedir. Ancak bir hususu
belirtmek gerekir ki Hâfız Edhem, milletinin İslam dinine hizmet
ettiği dönemler ve idarecileri ile gurur duyar. Bir başka
ifadeyle o, İslama hizmet ettiği sürece milletiyle övünür. Aksi
yönde bir manzara onu hırçınlaştırır, mısraları keskin birer
eleştiriye dönüşür. Aşağıda fikirleri anlatılırken birkaç
dörtlüğü örnek olarak alıntılanan “Mukaddeme” şiiri, bu
duygularını dile getirdiği dikkat çekici manzumelerinden
biridir.
Muhit açısından
bakıldığında onun Rize’de yetiştiği anlaşılmaktadır.
Kitaplarının kapağında “Hâfız Edhem Mollaömeroğlu” isminden
sonra “Rize’li” ibaresi mutlaka yer alır. Bu kayıttan kendisinin
bir “Rizelilik” şuuruna sahip olduğu fark edilir. Ancak o,
mekandan çok o mekanda yaşayan insanların manevi dünyalarının
selameti ile ilgilenir. Bu yüzden onun şiirleri arasında, bir
şahsın, yerin veya nesnenin güzelliklerinin anlatıldığı
“güzelleme” türüne örnek olacak müstakil bir şiire
rastlayamayız. Yalnız Fâtih Dersiamlarından ve Rize Müftüsü
Yusuf Karaalioğlu’nun[5]
“Rize’de şâir var mıdır” cümlesine gönül koyan Hâfız Edhem,
Rize’den çıkan değerleri ve Rize’nin güzelliklerini sıralar.[6]
Annesinin cenazesi başında, ilk defa ve irticalen söylediği
“Valideme Mersiye” ağıtından, Hâfız Edhem’in tahsilinde
annesinin önemli bir yeri olduğu ve onun teşvikiyle hıfzını
tamamladığı anlaşılıyor:
Beni
baktın nazlı nazlı
Hem
okuttun gayet hazlı
Sana olsun
Hakk’ın fazlı
Cennet
hatunu ol anam
Hocama
ederdin hürmet
Hâfiz’ime
etsin şefkat
…….
Hıfzı sen
yaptırdın bana
Minnettarım elbet sana[7]
Hâfız Edhem düzenli bir dini tedris görememiştir. Ankara’da bir
müddet bir müftüden sarf, nahiv, izhar dersleri almış, “âmili
mâmulü çabuk bellemiş” fakat ama işi uymadığı için derslerine
devam edememiştir:
Ankara’da
bulundum işde bir müddet,
Bir
müftünün dersine eyledim dikkat,
O zat-ı
muhterem eyledi himmet,
Başladım
sarf, nahiv, izhar dersine.[8]
Tahsil aldığı
en önemli şahsiyet Rize Müftüsü ve Fâtih Dersiâmlarından Yusuf
Karaalioğlu’dur. Aynı şiirin devamından hadis, ilm-i kelam,
cemülhakâyık gibi derslere devam ettiğini, Bostan ve Gülistan’ı
hocasından dinlediğini anlıyoruz.
Onun manen yetişmesinde ve tasavvuf ile hemhal olmasında ise
yukarıda da belirtildiği gibi Abdülhakim Arvasî’nin dikkate
değer bir etkisi olduğu muhakkaktır. Birçok manzumesinde bu ismi
saygıyla zikreder:
Hafız
Edhem senin şeyhun Abdülhakîm ki, bir Ceyhun
Niçin sen
çok gerideydun, desen Mevlâyı Mevlâyı[9]
Çok heveslendim tarîk-i Nakşibendî râhine,
Murşid-i kâmil izini tutamadım nideyim?
……
Abdülhakîm
gibi bir zatı bana etmiş nasîb
Baka baka
nur yüzüne doyamadım nideyim
Mürşid-i kâmil idi bil hem de evlâd-ı Resûl
Onun
sürisine kıtmir olamadım nideyim?
[10]
İntisab
etmişim Abdülhâkim’den,
Onun
sürüsünün kıtmırıyım ben.
Kervan
ilerledi geri kaldım ben,
Şaşırdım
yolumu düştüm yabane
…………
Abdülhâkim’in de öpmüş destini,
Mensubum
onun tarikatine[11]
Bu mısralardan
Nakşibendî tarikatine mensup olduğu anlaşılan Hâfız Edhem,
Kur’an ilmi ve İslam dini için samimi gayret gösterdiklerine
inandığı iki ismi de özellikle zikreder. Bunlardan biri
Bediüzzaman Said Nursî[12],
diğeri de Hüseyin Hilmi Tunahan’dır.[13]
Bu iki ismin şahsiyet ve hizmetlerine hasrettiği müstakil
manzumeler kaleme almıştır.
Mahlas olarak çoğunlukla Hâfız Edhem’i, bazen de Hâfız’ı
kullanır. Mahlassız manzumeleri de mevcuttur.
Şiirlerinin çoğu aslında uzun manzumelerdir. Bu durum, söylemek
adına içinin ne kadar dolu olduğunu, ayrıntılara ne kadar dikkat
ettiğini gösterdiği gibi Doğu Karadeniz’e has rahat söyleyiş
ustalığının da bir işaretidir.
Hafız Edhem,
şiiri bir meram ifade etme, tebliğ ve ikaz vasıtası olarak
görür. O kadar ki mahkemeden beraatini bile uzun bir manzume ile
talep etmiştir:
Ey adalet
meclisinin muhterem hâkimleri!
Dinleyin
bu abd-i âcizi hakîr-i kemteri.
Tûl-i
ömürler size versin Hüdâ-yı Lemyezel;
Bu divânda
adaletli görüyorum sizleri.
İki yıldır
bu kapıya ben gelip gitmekteyim,
Maddî
kuvvet kalmadı artık daha ben nideyim?
Bitirin bu
mahkemeyi size dua edeyim;
Yaşım
altmış, saç ağarmış, zindana mı gireyim?
On ikinci
seferimdir Rize’den İstanbul’a;
Cebimizde
on kuruş var, onu da verdik yola.
Ya biraz
daha sürerse o zaman hâlim n’ola,
İnşallah
bu seferki mahkememiz son ola.
………………………………………..
Bir eser
yazdım ki, manzum hem siyâsetten beri,
Biliniz ki
kanuna hiç dokunacak yok yeri
Tenkit
ettim fâsık u fâcirleri, zındıkları
İllâ ırz
düşmanını, hâinleri, zâlimleri.
Kimsenin
şahsını aslâ kastedip zikretmedim,
Kanunun
tek bir kılını bilerek incitmedim,
Kendi
kanaatime ben kötü yola gitmedim,
Bu kitabı
mahkemeye verirler fikretmedim.
Muhterem
hâkimlerim, sondur bizim müdâfaa,
İstemem
meclisinizi daha fazla yormağa,
Bu kitabı
her okuyan, sizlere etsin duâ,
Ömrüm
oldukça ederim ben de sizlere duâ.
Bu makamda
kimse kalmaz hep gelip geçmekteyiz,
Marifettir kim geride bırakırsa iyi iz,
Dâimâ
rahmetle onu biz de yad etmekteyiz,
Son olarak
bir beraat hem talep etmekteyiz.[14]
(Fâilâtün
fâilâtün fâilâtün fâilün)
Hafız
Edhem’de mahallîlik kendini en çok kelimelerin telaffuzunda
belli eder. Kendisi de bunun farkındadır:
Vezin
bozulmasın diye hurufat
Nice elif
yaya kalb oldu bizzat
Gelir
derken gelur yazdık yerine
O mısralar
ki uysun birbirine[15]
Hâfız Edhem,
şiire dinî, manevî bir görev yükleyen şâir olarak -her ne kadar
“Niyâzî, Yunus’la aşık atamam”, “Şair sınıfına ben de karışsam”[16]
mısralarında kendini yeterli bulmadığını ifade etse de- aruz ve
hece vezinlerinin farklı kalıplarını kullanarak çok sayıda
manzume yazması, Yunus Emre tarzında söylemeye çalışması,
dinî-tasavvufî konuları işlemesi ile dînî-tasavvufî halk
edebiyatının, bir başka ifade ile din ve tekke edebiyatının XX.
yüzyıldaki edebî şahsiyetlerinden birisi olarak edebiyat
tarihimizdeki yerini almıştır.
3. Fikirleri
Hâfız Edhem’in şiirlerinde dile getirdiği fikirleri; dînî, millî
ve siyasî olmak üzere üç gruba ayırmak mümkündür:
Esasen bu üç başlığı onun şiirlerinde birbirinden ayrı düşünmek
mümkün değildir. Birinci önceliği dindir. Milletin bekasını
İslam dininin hakkıyla yaşanmasında gördüğü için diğer fikirler
de bu başlık çerçevesinde mütalaa edilebilir. Divanlarda mutlaka
yer alan tevhid, naat, münacat gibi şiir türleri Hafız Edhem’in
kitaplarında da hemen göze çarpar. Ancak bunlar bir divanda
olduğu gibi mürettep değildir. “Gönüller Açar”ın “İçindekiler”
kısmına bakıldığında “Ahlak Faslı” (s. 13), “Kasideler” (s. 52),
“İlahî Şiirler” (s. 67), “Münacat” (s. 70), “Na’t-ı Resulullah”
(s. 72), “Tasavvuf” (s. 88), “Yunusleyin” (s. 92), “Tevhid” (s.
93) ve diğerleri onun şiirlerinde hangi fikirlerin dile
getirildiği hususunda yeterince fikir vermektedir.
Hâfız Edhem’de millî duygular oldukça kuvvetlidir. Milletinden,
ecdadından ve millî mefahirinden bahsederken onun mısralarındaki
ses tonu yükselir. “Mukaddeme” şiiri şu dörtlükle başlar:
Aziz ve
muhterem Müslüman Türkler
Bir nazar
kılınız işbu divana
Türkün
şerefine yazdım gör neler
Bu bir
armağandır aklı olana
Elli iki
dörtlük tutan bu uzun manzumenin diğer bir dörtlüğünde de
tarih-Türklük ilişkisini dile getirir:
Türk’ün
tarihine ediniz dikkat,
Bakın
ecdadımız nasıl bir millet,
Bize
yakışmaz asla bir zillet,
Kahraman
gelmiştir Türkler cihana.[17]
Şu beyitler onun değerlerimize bakışını açıkça yansıtır:
Üç şey için insan canını verur
Hem seve seve buna razı olur
Biri nâmus, biri din, biri vatan,
Feda olur bunların yolunda can.[18]
Onun nazarında dinle millet sanki bir bütündür. İdarecilerin
yapmış olduğu icraatları din aleyhine olarak değerlendirse de o
devlete, dine, Türk Milletine daima duacıdır:
Allah bu
devleti dâim eylesin
Bol bol
bereketler ihsan eylesin
Ehl-i
İslâma da nusret eylesin
Bir zeval
vermesin Türk Milletine[19]
Yaşadığı
dönemde içinde bulundukları perişan hali değerlere sırt
çevirmenin bir sonucu olarak gören Hâfız Edhem, “Tarihten
Örnekler” başlıklı silsile manzumelerde İslam ve Türk tarihinden
iftihar tabloları sıralayarak ibret almayı öğütler. Örnek
şahsiyetler olarak başta Hz. Muhammed olmak üzere din ve
tasavvuf büyüklerini isim isim zikreder, Türk tarihinin parlak
sayfalarından örneklerle devam eder, son olarak “Mehmetçik”in
Kore’de gösterdiği kahramanlığı över ve bu tablolardan ibret
almamızı tavsiye eder.[20]
Hoş nasihatte bulunmanın âlimler için bir görev olduğunu
düşünerek bu mısraları kaleme aldığını belirten Hâfız Edhem,
demokrasi, devlet, millet ve orduyu yüceltir:
Türkiye’de var ise demokrasi,
Elbette
buna da var müsaadesi.
Türklerin
şerefine yazdım bunu
İşte budur
diyeceğim sonu.
Devlete
millete gelmesin zevâl,
Ordumuz
günden güne bulsun kemâl.
Yârabbi
düşmanları kahreyle Sen!
Ehl-i İslamı
muzaffer eyle Sen.[21]
Hâfız Edhem, çeşitli gazetelerde neşrettirdiği şiirleri
sebebiyle -yukarıda da belirtildiği gibi- yargılanmıştır.
Kendisine rejimi değiştirme suçu isnat edilmiş o da herhangi bir
gruba, partiye üye olmadığını; nüfuzunun ve gücünün olmadığını
ileri sürerek kendisini savunmuş, neticede beraat etmiştir. Onun
siyasî görüşleri, siyasî kimliklerin lehinde veya aleyhinde
yazdığı şiirlerdedir. Bu tür şiirlerindeki hareket noktası da
İslam dini ve onun yaşanmasıdır. Mektup tarzı bu şiirleri, başta
zamanının cumhurbaşkanları olmak üzere her kademeden yetkiliye
yazmaktan da çekinmemiştir. Bu tür şiirler çoğunlukla Hâfız
Edhem’den Hakikatler Hicivler adlı eserindedir.
4. Hâfız Edhem’in Şiirleri ve Halk Edebiyâtı
Şiirlerine bakıldığında Hâfız Edhem’i bir Divan Edebiyatı veya
Yeni Türk Edebiyatı şâiri saymak zordur. Eğer bir müstakil alan
olarak düşünülürse Dinî-Tasavvufî Edebiyat şâiri denilebilir.
Ancak henüz bu adlandırma genel kabul görmüş değildir. Hâfız
Edhem gibi belli bir tahsil gören ancak eserlerini geniş halk
kitlelerinin istifadesine sunan şahsiyetler, daha çok halk
edebiyatının bir kolu olan tasavvufî halk edebiyatı içinde
değerlendirilirler. Bu bakımdan Hâfız Edhem’i de bu kategoriye
dahil etmek gerekir kanaatindeyim. Pek çok şiiri de şekil
bakımından Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî ve diğer
mutasavvıf şairler çizgisindedir. Aşağıda bu çizginin
karakteristikleri örnekleriyle sunulacaktır.
Halk edebiyâtını;
anonim halk edebiyâtı, âşık tarzı halk edebiyâtı ve tasavvufî
halk edebiyâtı olmak üzere üç kola ayırmak genel kabul
görmüştür. Ancak bu tasnife yapılan itirazlar da söz konusudur.
Sâim Sakaoğlu halk edebiyâtı kavramını folklora dahil etmek ve
anonim halk edebiyâtı için kullanmak; âşık tarzı ve tasavvufî
halk edebiyâtını da sahibi belli verimler olarak edebiyâtın
içinde müstakil dallar olarak değerlendirmek gerektiğini ileri
sürer.[22]
Hâfız Edhem’in nazmında halk edebiyâtının -âşık tarzı ve
tasavvufî halk edebiyâtı adı verilen- iki kolu karşımıza çıkar.
Bu iki kol da çeşitli tür ve şekillere örnek olabilecek
şiirlerle kendini gösterir.
4.1.
Şiirlerinin şekil yönü
Şiirde şekil denilince dış unsurlar akla gelir. Bunlar kafiye,
redif, durak, vezin, nazım birimi ve nazım şeklidir.
İslâmın
kabulünden sonra Türk edebiyâtına Arap ve İran edebiyâtından
beyit nazım birimi, aruz vezni, mesnevî ve gazel tarzı nazım
şekli girdi. Bunlardan mesnevî tarzı nazım şeklinde her beyit
kendi içinde kâfiyeli olduğundan uzun manzumeler yazmaya imkân
tanımaktadır. Dolayısıyla Müslüman Türklerin ortaya koyduğu ilk
şiirlerde dörtlükle beyti, hece vezni ile aruz veznini yan yana
görmeye başladık. Ahmet Yesevî ve Yunus Emre’nin şiirlerinde de
bunu gözlemleriz. Hatta o kadar ki bazen aruzla yazılmış olan
musammat bir şiir şeklen beyitler hâlinde yazılmış gibi
görünürken iç kâfiyelerden bölündüğünde dörtlük haline
gelebilmekte; fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılmış bir
şiir, vezindeki arızaların çokluğu sebebiyle hece vezninin 11’li
kalıbına dönüşebilmektedir.
Hâfız
Edhem’in şiirlerinin şekil yönünü Türk Halk Edebiyâtı açısından
değerlendirmek istediğimizde bu hususları dikkate almak gerekir.
Aşağıdaki şiir üzerinde bu hususları daha görünür hale
getirebiliriz:
TEVHİT
Ey
mü’minler diyelim: Lâ ilâhe illellah,
Gelin
tevhid idelim: Lâ ilâhe illellah.
Kalbimize
nur gelir, gönlümüz ferehlenir,
Cana bir
huzur verir: Lâ ilâhe illellah.
…..
Her
gireriz mescide, başlayalım tevhide,
Hafız Edhem
durma de: Lâ ilâhe illellah.[23]
İlk iki ve son beyti buraya alınmış olan yirmi beyit
uzunluğundaki bu manzume hece vezninin 14’lü kalıbıyla
yazılmıştır. Bu haliyle durakları 7+7’dir. Ancak bu şiiri
dörtlük olarak da yazmak mümkündür ve o takdirde vezni 7’li,
durakları 4+3 veya 3+4 olacaktır:
Ey
mü’minler diyelim:
Lâ ilâhe
illellah,
Gelin
tevhid idelim:
Lâ
ilâhe illellah.
Kalbimize
nur gelir,
Gönlümüz
ferehlenir,
Cana bir
huzur verir:
Lâ ilâhe
illellah.
.....
Her
gireriz mescide,
Başlayalım
tevhide,
Hafız
Edhem durma de:
Lâ ilâhe
illellah.
Dörtlüklerin sonundaki Lâ ilâhe illellah ibaresi mısra
halinde rediftir. Şiirin tamamına bakıldığında redif ağırlıklı
olduğu görülür. Hâfız Edhem’in şiirlerinin şekil yönünü aruz
vezni ile yazılmış bir başka manzumesiyle de örnekleyebiliriz:
NAT-I RESULÜLLAH
Senin
dergâhına ben bir gedâyım Yâresulellah
Dilerim ki
meded senden bulayım Yâresulellah
Sen ol bir
nûr-ı Yezdansın iki âlemde sultansın
Nazar kıl
ben de nurunla dolayım Yâresulellah
…..
Bütün
ümmet ki mahşerde sırat mizan olan yerde,
O dar
günde seni nerde bulayım Yâresulellah
Hâfız
Edhem senin benden ümidim kesmezem senden,
Yüzüm kara
günahımdan nolayım Yâresulellah[24]
Bir önceki şiir tasavvufî edebiyatın türlerinden “tevhid” iken
bu şiir ise bir başka tür olan naattir. İlk iki ve son iki
beytini aldığımız bu on beyitlik manzume, aruzun mefâîlün
mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla yazılmış musammat bir
naattir. Bu şiir de iç kâfiyelerinden bölündüğünde dörtlük
haline gelir. (Şiir aslında beyitler halindedir ancak kitaba
dörtlükler şeklinde yazılmıştır):
Senin
dergâhına ben bir
Gedâyım
Yâresulellah
Dilerim ki
meded senden
Bulayım
Yâresulellah
Sen ol bir
nûr-ı Yezdansın
İki âlemde
sultansın
Nazar kıl
ben de nurunla
Dolayım
Yâresulellah
…..
Bütün
ümmet ki mahşerde
Sırat
mizan olan yerde,
O dar
günde seni nerde
Bulayım
Yâresulellah
Hâfız
Edhem senin benden
Ümidim
kesmezem senden,
Yüzüm kara
günahımdan
Nolayım
Yâresulellah
Her
dörtlükte ilk üç mısra kendi arasında kâfiyeli son mısralar da
birbiriyle kâfiyelidir. Bu kâfiye örgüsü âşık tarzı halk
şiirinin geleneksel sekiz heceli koşma yapısını yansıtmaktadır.
Bu şiirde “-ayım Yâresulellah” redif, diğer koyu
harfler de kafiyedir. Bilindiği gibi halk şiirinde kuvvetli
kafiyeler de olmakla birlikte genellikle tek ses benzerliği
kafiye için yeterli görülür. Bazen de mısra sonlarında sadece
redifle yetinilir. Yukarıdaki örnek metinlerde de bu durumu
müşahede ediyoruz.
Hâfız Edhem’in hece vezni-dörtlük ve aruz vezni-beyit ikilisiyle
yazdığı çok sayıda şiiri olduğunu; serbest vezinle veya
beyit-dörtlük dışında bir nazım birimiyle şiir yazmadığını da
belirtelim. Ancak kitaplarında özellikle aruz vezni ile yazılmış
iki beytin birleştirilip dörtlük haline getirildiğini görüyoruz.
Bu durum kendi tercihi midir yoksa mürettip hatası mıdır
anlaşılmıyor.
Hâfız Edhem’in şiirlerinin şekil özelliklerinden biri de destan
tarzında uzun şiirler kaleme almasıdır. Bunda mesnevi tarzı
nazım şeklinin, kafiye yapısı itibariyle uzun manzumeler
söylemeye imkân vermesi büyük rol oynar. Şirin Sözler
adlı kitapta “Kitap Hakkında” (s. 3), “Münacat” (s.15),
“Nasihat” (s.19), “Komşuluk” (s.25), “Perişan Halimiz” (s.29)
başlıklı çok beyitli şiirler, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin,
İbrâhim Edhem gibi tasavvuf büyükleri hakkında yazılan manzum
menkıbelerin etkisini gösterdiği gibi; çok sayıda dörtlükten
meydana gelen uzun manzumeler de âşık tarzının etkisine bir
işarettir.
Hâfız Edhem’in şiirlerinin sadece şeklinde değil, muhtevasında
da halk edebiyatını gözlemleriz.
4.2.
Şiirlerinin Muhtevası
Halk edebiyâtında tür adları şiirlerin muhtevasını belirtir. Bir
başka ifadeyle şiirlerin tür adı, dile getirilen konuyla
ilgilidir. Halk edebiyâtının yukarıda bahsettiğimiz üç dalında
ağıt, destan, güzelleme, koçaklama, taşlama, öğütleme
(nasihatname), övgüleme (mehdiye, kaside, fahriye) gibi anonim
ve âşık tarzı türlere; tevhid, na’t, münâcat, nutuk gibi
dinî-tasavvufî türlere örnek şiirler yer alır.
Türk Halk Edebiyâtı’nın İslamiyet öncesi şiirinde tabiatın, aşk
ve sevginin, kahramanlık, hasret ve gurbet duygularının, ölümün
işlendiğini; Divanü Lügati’t-Türk’ten, eski yazıtlardan
anlıyoruz. İslamiyetin kabulünden sonra şiirimiz yeni konularla
zenginleşmiş, buna bağlı olarak da türler çoğalmıştır.
Hâfız Edhem de yukarıda saydığımız türlere örnek şiirler kaleme
almıştır. İlk güzel örneğini bir destan parçası olan “Alp Er
Tunga Sagusu”nda gördüğümüz ağıt, Türk edebiyatının her kolunda
ve her devirde yazılmıştır. Hâfız Edhem’in de annesinin ölümü
üzerine mezarı başında irticalen hecenin 8’li kalıbıyla
söylediği 20 dörtlükten meydana gelen bir ağıtı vardır:
Ah
kıymetli benim anam
Hasretine
dayanamam
Ölüm bizi
ayırıyor
Ciğerimi
yaktın anam
Sensiz
benim ne günüm var
Dünya
geliyor bana dar
Gözüm yaşı
durmaz akar
Ciğer
köşem canım anam
…..
Okudum
sana çok Kur’ân
Senin
kalbin dolu iman
Herkes
kaldı sana hayran
Yüzün nuru
parlak anam
Seni af
eylesin Ellah
Şefi olsun
Resûlullah
Son
nefesde Ellah Ellah
Dedin de can
verdin anam.[25]
“Üstad-ı Cihana Ağlayış” şiiri Bediüzzaman Said Nursî’nin ölümü
üzerine aruz vezni (mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün
kalıbı) ile yazdığı on beyitlik bir ağıttır:
Ah
Bediüzzaman için melek hem ins ü can ağlar
Gönüller
fetheden zata bütün ehl-i iman ağlar
Ki gelmez
öyle bir dâhi bize bir lutf-i Yezdândır
O Nur’dan
feyz alan şübban onun çün her zaman ağlar
…..
Hâfız
Edhem yanar canı, sığamış yüzümü bir kez
Tükenmez
şimdi efganım iki çeşmim de kan ağlar[26]
On birli hece vezniyle yazdığı 118 dörtlükten oluşan “Öğütler”
şiiri hem destan hem de öğütleme (nasihatname) türüne örnektir:
Nasihat
babında var bir beyanım
Dinleyenler olmaz hiç peşimâni
Deme
nasihate yok ihtiyacım
Lâzım olur
sana gelir zamanı
Ne kadar
âlim olursan bile
Yine iyi
sözü işit, sen dinle
Şeytan
matrud oldu, niçin kibrile
Kibirle
azamet yıkar insanı
Bilirim
davası yapma bir zaman
Allâme de
olsan yine var noksan
Her şeye
âşina olamaz insan
Yaşadıkça
artar ilm ü irfânı
.....
.....
Neler daha
etmek isterim hitâb
Bazı
mânileri eyledim hisâb
İbret
alana yeter bu kitâb
Az çok
irşad eder her okuyanı
Gençlerin
bunları bilmesi lâzım
Demeñ bu
devirde bunlar ne lâzım
Modaya
uyarsan ey yavrucağızım
Sonra acı
çıkar onun dumanı
Hâfız’ın
bakmayın siz kusurine
Elbette
hata söz gelir diline
Kul
beşerdir şaşar bazı yerine
İnsan
oğlunun olur noksanı[27]
Hâfız Edhem’de âşık tarzı şiir türlerinden “güzelleme”ye örnek
müstakil bir şiir olmadığını yukarıda ifade etmiştik. Ancak
Fâtih dersiâmı ve Rize müftüsü Yusuf Karaalioğlu’na ithafen
yazdığı güzelleme-destanda önce şu dörtlüklerle “Rize Müftüsü”nü
över:
Sizin
dersinize başka feyiz var
Az çok
ârif olan orayı anlar
Nerde var
bir alim kılı kırk yarar
Tam mânâ
verecek her noktasine
İki gün
ders verdin sade hettadan
Daha da
kalmıştır dedin mânâdan
Duymadım
onları bir ulemadan
Oturmuştum
yine usul dersine
Hadisten
okuduk senden meşarik
İlm-i
kelâmdan cemül hakayik
Her fenden
okutmak sanadır lâyik
Hiçbir
noksan yokdur senin ilmine
…..
İstanbul
ulemâsı takdir eylemiş
Herkes
dersinize hayret eylemiş
Sanki
Taftezanî geldin cihane
Gülistanı,
Bostanı okursun bazı
İnsanın
nasıl geliyor hazı
Dinleyen
cemaat hep senden razı
Sözün
tesir eder can kulağine
Memleket
sâyende oldu bahtiyar
Herkes
müşkülünü sizlere sorar
Hal olur
mes’ele kalmaz bir gubar
Bu da
kimyadır bu dar zamane[28]
Sonra
hocasına “Rize’de şâir var mıdır” sözünden dolayı sitem eder ve
bu vesileyle de Rize’yi över:
Müsaade et
hocam bir şey sorayım
Ufak
tekerleme burda katayım
İçim
hırpalandı azcık çatayım
Sakın toz
konmasın senin kalbine
Dediniz:
“Rize’de var mıdır şâir?”
Bu söz hoş
gelmedi bana pek zâhir
Niçin
olmaz burda bir âşık Tâhir
Kim bilir
neler var hem de pünhâne
Zannederim
burda gönül ehli var
Nişan
göstermezler yasak emri var
Her yerde
bulunur boş yok bir diyar
Onlar
kendisini etmez âyâne
Burada
yetişmiş birçok evliyâ
İşitmiş
bilmişiz yalan değil ya
Lüzum yok
onlara isim yazmaya
Hacı Memiş
vardı kutb-ı zemane
Daha ne
erenler geldi geçdiler
Hayalî,
Vardalî, Hacı Şeyihler
Heppisi bu
yerde kemal bulduler
Bu belde
değildir boş bir virane
Eskiden bu
yerde çok varmış şâir
Eser
yazmamışlar olmamış zâhir
Bunların
içinde var idi mâhir
Sözleri
kalmıştır dile destane
Burada
yetişmiş birçok âlimler
Haddi
hesapsız kavi hâfizler
Kimisi
şöhretli nam kazandiler
Kimisi
ders vermiş Fâtih kürsüne
Rize bir
belde-i tayibedir ha
Envai
yemişler hiç olmaz baha
Hoşdur
manzarası hem âb u hava
Namı
yetişmiştir Hind’e Yemen’e
Bu
memleket kadar misafirperver
Türkiye’de
belki bulunur ender
Giden
memurların çoğu öyle der
Hürmet
gösterirler garip düşene
İnsanı
cesurdur her işden anlar
Harb
yerinde bizden kahraman çıkar
Başka
memleketler bize derler Lazlar
Kabadayısı
da benzer arslane
Herkes
vatanını metheder elbet
Öteden
beri öyledir adet
Benim
dediklerim istemez hüccet
Asla hilaf
yokdur hiç birisine[29]
Şiirin devamı “övgüleme”dir. Kendini över ve şair, şiir, âşık
gibi kavramlar üzerine de düşüncelerini belirtir:
Ceddim
şueradır, hem ehl-i hüner
Şöhretine
Molla Ömer derdiler,
Din İslam
yoluna can terk ettiler,
Ben de o
nesilden geldim cihane
Bazı bazı
ben de yazarım gazel
Kimi yaman
olur kimisi güzel
Aşkın
şarabından az içtim ezel
Bazı da
sözlerim gelir divane
Niyazî,
Yunus’la aşık atamam
Haddimden
ileri adım atamam
Her
kalemşöre de demem, çatamam
Veririm
payını istediğine
İsterdim
birile biraz takışsam
Şair
sınıfına ben de karışsam
Erbab-ı
hüneri görsem, tanışsam
Baksam ne
keramet vardır sözüme
Herkes
emsâline olur mukabil
Üstad-ı
kâmile uzatamam dil
Ganeme
emsâl olur mu hiç fil
Her iş
ölçülür misli misline
Âşık hem
beyit söyler, hem de çalar saz
Bizim
sözlerimiz onlara uymaz
Her ilim
sahibi şiir yazamaz
Bir bağrı
yanık da takar teline
Çoğu heves
eder şiir yazmağa
Kabiliyet
lâzım sözü düzmeğe
Pek de
kolay değil tele dizmeğe
Yakıştıracaksın yerli yerine
Arabî
Fârisî lügat bilecek
Maksada
muvafık mânâ tutacak
Türkçesi
her işin ehli olacak
Bakacak
sözünun sağı solune
Aceb ben
şâirim desem olmaz mı
Yazdığım
eserden belli olmaz mı
Bir rakip
çıksa da görsem olmaz mı
Korkarım
çatarım pehlivanine
Hâfız
Edhem sen de kurma kendini
Çıkar
Çapanoğlu bozar fendini
Çekil
dergâhına sakla kendini
Nene lâzım
senin çıkdın meydane
Kusurum af
edin çok oldu hatam
Yeter
artık burda edelim tamam
Verelim
Resule selât ü selam
Hak mazhar
eylesin şefaatine[30]
Onun şiirleri içerisinde en sık rastlanacak tür, taşlama olsa
gerektir. Edebî şahsiyetini anlatırken de belirttiğimiz gibi
Hâfız Edhem şiir ve hitabetlerinde dinî-tasavvufî bilgi ve
nasihatleri dile getiren bir şâirdir. Onun önceliği dinin fert
ve toplum hayatında yaşanmasıdır. Bunun aksine bir yaşantı her
dönemde olacağına göre onun şiirleri içinde “taşlama”lar olması
kaçınılmazdır. Kitabının adı olan Hakikatler Hicivler de
bunun bir göstergesidir.
Bir kereden çok hacca giden hacıları “Hâfız Edhem’den HACILARA”
başlıklı şiirinde şu şekilde tenkit ve daha faziletli ibâdete
dâvet eder:
Ey
hacılar, ey hocalar sizlere mesuliyet var
Vakti
müsait olanlar çok mühim zaruretler var
Birinci
hac farz-ı ayn, sakın onu bırakmayın
İkincisine
koşmayın, burada başka hacet var
…..
Sen beş
defa git ol hacı, giyeceksin Cennet tacı
Sana
sarmalı kırbacı, burda cihat, şehadet var
İkinci
hacdır nafile, bunu Allah sormaz bile
Gel sen
beni biraz dinle, bak nerede ibadet var
…..
Bu derde
kim bulur çare, eyice büyüyor yare
Para lâzım
para para, hani kimde sehavet var
Hâfız
Edhem
şu zenginler tam zekatını verseler[31]
…..
Sonra yergilerini ebeveyne, zındıklara, zenginlere, cimrilere,
gâfillere, nâmertlere, vekillere, meclise, erkân-ı devlete,
başvekile, reis-i cumhura, kısacası yetkili yetkisiz sorumluluğu
olan hemen her kesimden insana yöneltir.
Kürsülerin güçlü hatibi Osman Bölükbaşı -anlaşılan o ki- camiler
aleyhine bir söz sarf etmiş, Hâfız Edhem de ona on iki beyitlik
bir taşlama ile karşılık vermiştir. (Şiir dörtlükler halinde
yazılmış olmakla birlikte kafiyesine göre önce beyit, sonra da 8
heceli dörtlük olarak da yazılabilir):
Şaşırdı mı
Bölükbaşı camilere çatmak ister
Altmışı
geçmiştir yaşı, beddua almak ister
Daha bir
şey bulamamış işi camie mi kalmış
Herhalde
biraz kocamış, kusura bakmamak ister
…..
Bölükbaşı
düşün bir şey, biz de verelim sana rey
Uzun sözle
yorulma hey, iş uyanık olmak ister
Hâfız
Edhem, Bölükbaşı, camilere attı taşı
Gücendirdi
vatandaşı, bu tövbekâr olmak ister[32]
Hâfız Edhem’in şiirleri içinde en büyük pay dinî-tasavvufî
şiirlere aittir. Bunlar içinde de “tevhid, naat, münacat” hemen
dikkati çeker. Dinî nasihat ihtiva eden manzumeler de önemli bir
yer tutar.
“Tevhid” türündeki şiirler Allah’ın birliğinden, yüceliğinden,
mutlak kudret sahibi oluşundan vb. bahseder. Tasavvuf ve divan
şairlerinin eserlerinde bu türe örnek şiirler mutlaka bulunur.
Bu bir gelenek halindedir. Hafız Edhem de bu geleneğe uymuştur.
Yukarıda onun şiirinin şekil yönünü ortaya koyarken bu başlıklı
bir şiirin birkaç beyti örnek olarak verilmişti.
Naat de Hz. Muhammed’i anlatan ikinci önemli türdür. Özellikle
Türk edebiyatında Hz. Muhammed için yazılmış şiirler dikkat
çekecek kadar çoktur. Bu tür şiirlerin en meşhuru Süleyman
Çelebi’nin halk arasında “mevlit” adı verilen
Vesiletü’n-Necat’ıdır. Hâfız Edhem, na’t-ı Resulullah veya
kaside başlığını koyduğu birçok naat kaleme almıştır:
KASİDE
Senin
aşkın kamu derde devâdır Yâ Resulallah
Yüzüm
sürsem turabinde, revadır Yâ Resulallah
Ümidim
kesmezem senden Yüzüm kare günahımden
Bana bir
merhamet senden atâdır Yâ Resulallah
Dilerim ki
şehit olsam senin yolunda can koysam
Cemâlin
nurini görsem sefâdır Yâ Resulallah
Seni
âlemlere rahmet diye gönderdi ol Hazret
Seninçündür sekiz cennet bekâdır Yâ Resulallah
…..
Bihemdillah ki Kur’an’ı okurum sıdk ile anı
Bana
matlup olan hani rızandır Yâ Resulallah
Hâfız
Edhem günahın çok huzura gitmeye yüz yok
Şefaattan
ümidim çok sanadır Yâ Resulallah[33]
Münâcât yalvarma, yakarma demektir. Şâirler bu tür şiirlerde
Allah’tan af ve bağışlanma diler, affı için dua eder; aczini,
zayıflığını dile getirir. Hâfız Edhem’in kitaplarında başlığı
münâcât olan pek çok şiir vardır. Ancak “Fihrist” kısmında hepsi
gösterilmemiştir. Genellikle uzun şiirler olduğu için birkaç
beytini örnek olmak üzere aşağıya alıyoruz (Bu şiir de
dörtlük şeklinde olmakla birlikte aslında beyitler halindedir):
MÜNACAT
Ya ilahi
dü cihanda bize ihsan eyle sen
Var olan
darüsselama bizi mihman eyle sen
Gerçi ki
hadden de efzun oldu isyanım benim
Sen
kerimsin hem rahimsin yine gufran eyle sen
Rahmetinden bizi mahrum eylemezsin ya ilah
Ol habibin
hürmetine şad u handan eyle sen
Arşı kürsi
sen yarattın cümle anın aşkına
Ona düşman
olanın yerini niran eyle sen[34]
…..
Hâfız Edhem’in Gönüller Açar adlı kitabında tevhid, naat
ve münâcât türünde çok sayıda şiir yer almaktadır. Tamamını
buraya almak mümkün olmadığı için sadece sayfalarını vermekle
yetiniyoruz (münâcâtlar s. 68, 70, 71, 74, 80).
Hâfız Edhem bir kısım şiirlerine “kaside” başlığını koymuştur.
Ancak bunlar dîvân edebiyatındaki kaside ile birebir örtüşmez.
Bunlarda da muhtelif dinî-tasavvufî konular dile getirilir.
SONUÇ
Mehmet Emin Yurdakul’un “Şâirleri haykırmayan bir millet /
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” mısralarında da
ifade edildiği gibi bir milletin bekâsı sanatkârlarıyla doğrudan
ilgilidir. Sanat adına ortaya konulan eserler gün yüzüne
çıkarılmalı ve mutlaka değerlendirilmelidir. Türk edebiyâtının
yakın tarihini yeterince tanıyabilmek için son dönemde eser
veren şâir/yazar ve eserlerinin de bilinmesi gerekmektedir.
Hâfız Edhem de Cumhuriyet döneminde dînî-tasavvufî muhtevada çok
sayıda şiir kaleme almış şâirlerimizdendir. Şiirlerinin şekil ve
muhtevasına bakıldığında Yunus Emre tarzının günümüz
temsilcilerindendir diyebiliriz. Tasavvufî halk edebiyatının hem
şekil unsurlarına dikkat etmiş, hem de dinî-tasavvufî türlerin
çoğuna örnek şiirler vücuda getirmiştir.
Onun için
şiir, din ve tasavvufun tebliği için bir vâsıtadır. Bir başka
ifadeyle amaç değil araçtır. Bu yüzden de şiirlerinin sanat
yönüne daha az dikkat etmiştir. Tasavvuf hakkında müstakil bir
şiir de yazmış olmakla birlikte Hâfız Edhem, tasavvuftan çok
dinî meseleleri dile getirir. Bunda yaşadığı dönemde öncelikle
İslam’ın ilmihal kısmının ihmale uğradığı kanaatini taşımasının
etkisi vardır.
Onda madde ve kâinat karşısında derin sistematik tefekkür değil,
durumlar karşısında anlık tepki veya övgüler yanında, dinî bilgi
ve hassasiyetleri geniş kitlelere yayma heyecanı vardır. Bu
yönüyle popüler bir kaygı taşıdığını söylemek mümkündür. Edebî
şahsiyetinin hâkim vasfı nasihat ve tenkittir. Ahlâkın iflası,
siyasîlerin ve diğer sorumluların bilhassa bu konulardaki
duyarsızlığı; yönetici mevkiinde olanların da ecdadın
büyüklüğüne paralel davranış sergileyememesi en çok tenkit
ettiği hususlardır. Tenkitlerini -yargılanmak pahasına- en
üstteki idarecilere yöneltmekten çekinmemiştir. Toplum adına
kaygılar taşıması onu Mehmet Akif çizgisinde sosyal gerçekçi bir
konuma yaklaştırır. Kendisi için değil de milleti ve insanlık
adına konuşması, muhalif duruşu onun gerçek bir sanatkâr tavrına
sahip olduğunu gösterir.
Onu belki bir Yunus Emre veya Niyazî Mısrî ile karşılaştırmak
mümkün değildir ama o, bu geleneğin oldukça zayıf bir halkası
durumundaki XX. yy.da bir nevi gelenek taşıyıcı ve
yaşatıcısıdır.
Sadece şiirlerini ele aldığımız için bu tebliğde Hâfız Edhem’in
mensur yazıları üzerinde durulmamıştır. Çeşitli hitabet, savunma
ve mektup örnekleri olan Hâfız Edhem, mensur eserlerinde çeşitli
menkıbe ve hikâyelerden yararlanmıştır.
Kendi tercihi midir bilinmez ama bir kısım şiirleri aslında
beyit olmasına rağmen dörtlükler şeklinde basılmıştır.
Kitapların yeni baskısı yapıldığında bu ve benzeri bazı
düzeltmelerin yapılması isabetli olacaktır.
* Ondokuz Mayıs
Üniversitesi, Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Bl. Öğretim
Üyesi.
** Bu tebliğin hazırlanması
için Hafız Edhem Mollaömeroğlu’nun kitaplarını ve diğer
yayınları temin eden Ahi Evran Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi
İsmail KASAP’a; Hâfız Edhem’in hayatı hakkındaki
bilgiler için de Rize Anadolu Lisesi edebiyat öğretmeni
Rahime Özdoğan’a teşekkürlerimi sunuyorum.
[1]
Hafız Edhem Mollaömeroğlu, Hafız Edhem Divanı
Gönüller Açar, 3. bs., İstanbul 1968, s. 104.
[2]
Gönüller Açar, s. 236.
[3]
Hayatı hakkındaki bilgilerin bir kısmını Hâfız Edhem’in
kızından torunu, Anadolu Öğretmen Lisesi baş müdür
muavini Halil İbrahim Hacıoğlu Bey’den edindim.
Kendisine teşekkür ediyorum.
[4]
Hippolyte TAİNE’in bu görüşü için Berna MORAN’ın
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri (İstanbul 1999,
s.84-85), adlı eserine ve bu görüşe yöneltilen
eleştiriler için Ruhi İNAN’ın Ahmed Şuayb’ın
Tenkidçiliği (Samsun 1998, ss. 18-27) adlı
basılmamış yüksek lisans tezine bakılabilir.
[5]
İsmail KARA, Sözü Dilde Hayali Gözde, Dergah
Yayınları, İstanbul 2005. (Bu eserin 11-25. sayfalarında
“Kaybolmuş Bir Hal
Tercümesi (Rize Müftüsü Dersiam Yusuf Karaali)”
başlığı altında
adı geçen şahsiyet hakkında ayrıntılı bilgi
bulunmaktadır.
[6]
Gönüller Açar, s. 102-105.
[7]
Gönüller Açar, s. 95-96.
[8]
Gönüller Açar, s. 100.
[9]
Gönüller Açar, s. 98.
[10]
Gönüller Açar, s. 77.
[11]
Gönüller Açar, s. 60.
[12]
Gönüller Açar, s. 52 (Kasideler), s. 61
(Üstad-ı Cihana Ağlayış).
[13]
Gönüller Açar, s. 65.
[14]
Gönüller Açar, s. 4.
[15]
Gönüller Açar, s. 235.
[16]
Gönüller Açar, s. 104.
[17]
Gönüller Açar, s. 5.
[18]
Gönüller Açar, s. 116.
[19]
Hafız Edhem Mollaömeroğlu, Hafız Edhem’den
Şirin Sözler, İstanbul 1972, s. 61.
[20]
Gönüller Açar, s. 109.
[21]
Gönüller Açar, s. 145.
[22]
Saim SAKAOĞLU, ““Halk Edebiyatı” Kavramı Üzerine”
II. Uluslar Arası Türk Halk Edebiyatı Semineri, 7-9
Mayıs 1985, Eskişehir 1987, ss.
287-294.
[23]
Gönüller Açar, s. 93.
[24]
Hafız Edhem Mollaömeroğlu, Hafız Edhem’den Hakikatler
Hicivler, İstanbul 1971, s. 154. (Aynı na’t Şirin
Sözler adlı kitabın 38. sayfasında da yer
almaktadır).
[25]
Hakikatler Hicivler, s. 152. (Bu ağıt Gönüller
Açar adlı kitabın 95. sayfasında da yer
almaktadır.).
[26]
Gönüller Açar, s. 61.
[27]
Gönüller Açar, s. 35.
[28]
Gönüller Açar, s. 100-101.
[29]
Gönüller Açar, s. 102-103. (Şirin
Sözler, s.61’de de Rize övgüsü vardır. Bu övgüleri
de yine dinî meselelere dikkat çekmek içindir).
[30]
Gönüller Açar, s. 104-105.
[31]
Hakikatler Hicivler, s. 6. (29 Mart 1970, BUGÜN
Gazetesi)
[32]
Hakikatler Hicivler, s. 32. (29 Mart 1969, BUGÜN
Gazetesi)
[33]
Şirin Sözler, s. 36.
[34]
Şirin Sözler, s. 41.
|