Karalahana.com! Laz uşaklarının gayrıresmi web sitesi

 Anasayfa yap |   Sık kullanılanlara ekle  ENGLISH


 HÂFIZ EDHEM’İN ŞİİRLERİ VE HALK EDEBİYÂTI

 

Yard. Doç. Dr. Şahin KÖKTÜRK*

 

 

            Bir milleti şekillendiren unsurlardan biri de yetiştirdiği şahsiyetlerdir. Hatta bazen öyle olur ki bir tek şahıs bir milleti temsil etme gücüne sahip olur. Bilhassa sanatkâr şahsiyetler bu insanların başında gelir. Sanatın önemli bir kolu olan edebiyatta da durum aynıdır.

             Bir milletin edebiyatı hakkında hüküm verebilmek için, bütün edebî şahsiyetlerin objektif kıstaslar esas alınarak her yönüyle değerlendirilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında mensubu olduğumuz toplumda henüz üzerine hiç söz söylenmemiş nice insan olduğunu görmekteyiz. Elbette bunda son yüzyılın henüz durulmamış, sakinleşmemiş olmasının, bir başka ifadeyle, olayları üzerinden henüz yeterli zaman geçmemiş olmasının büyük etkisi vardır. Çünkü son yüzyılda yaşanan olaylar hâlâ günümüzü etkilemekte ve bakış açıları da buna bağlı olarak değişebilmektedir.

            Bu ve benzeri mülahazalarla üzerinde durulmayan, te’lif ettiği eserleri devrinde birkaç baskı yaptığı halde unutulan edebî şahsiyetlerden biri de Rizeli Hâfız Edhem Mollaömeroğlu’dur. Bu tebliğde onun kısaca hayatı, edebî şahsiyeti, fikirleri ve ayrıntılı olarak da onun şiirlerinin halk edebiyatı ile ilişkisi üzerinde durulacaktır. **

 

            1. Hayatı

 

            Şiirlerinde mahlas olarak “Hâfız” ve “Hâfız Edhem”i kullanan Hâfız Edhem Mollaömeroğlu (1910-1994)’nun asıl adı Edhem Güler’dir.

 

            Ceddim şuerâdır, hem ehl-i hüner

Şöhretine Molla Ömer derdiler,

Din İslâm yoluna can terk ettiler,

Ben de o nesilden geldim cihâne[1]

 

mısralarından “Mollaömeroğlu” lakabının sebebi anlaşılmaktadır.

            İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hafız Edhem Divanı Gönüller Açar adlı eseri hakkında verdiği karar metninde hayatıyla ilgili şu bilgiler yer almaktadır: “Babasının adı İsmail, annesinin adı Ümmügül’dür. 1328 (M. 1910) yılında Rize ilinin Kavaklı mahallesinde dünyaya gelmiştir. Okur yazar, evli ve beş çocuğu vardır. İnşaat işleriyle uğraşmaktadır.”[2]  

            Kavaklı Mahallesi Camii’nde annesinin istek ve yardımıyla küçük yaşta hâfızlığını tamamlayan, daha sonra aynı camide kısa bir süre fahrî imamlık da yapan Hâfız Edhem, İstanbul İskender Paşa Camii’nde Arapça ve tefsir derslerine devam etmiş, Eyüpsultan’da Abdülhakîm Arvasî Hazretlerine intisap etmiş, manevî feyz almıştır.

            1957 yılında annesinin vefatında cenaze başında irticâlen “Valideme Mersiye” adlı şiirini okur. Dinleyenleri duygulandıran ve hüzünlendiren bu şiirle şâirliğe adım atar.

            İlk kitabı Gönüller Açar 1961 yılında yayınlanır. Daha sonra sırasıyla Hâfız Edhem’den Şirin Sözler  ve Hâfız Edhem’den Hakikatler Hicivler adlı kitapları çıkar. Hâfız Edhem yayınladığı eserleri sebebiyle yargılanmış, davası beraatle sonuçlanmıştır. Mahkemeye verilen kitapları ile ilgili davanın kararı  Hafız Edhem Divanı Gönüller Açar adlı kitabın sonuna konulmuştur (s.236). Hafız Edhem’den Hakikatler Hicivler adlı eserinin kapağında da “Bu eser savcılık kontrolünden geçmiştir” cümlesi yer almaktadır. Hak Söz adını verdiği ve Erzurum’da Zafer Ofset’te bastırdığı, öğüt muhtevalı küçük hacimde sekiz ayrı kitabı ve dinî nasihat ihtiva eden kasetleri vardır. Kitapları birkaç baskı yapmıştır. Adı geçen üç eserinden yaptığı seçmeleri Üç Eser adı altında yeniden neşretmiştir.[3]

            12 Eylül 1980 darbesinden sonra Devlet Başkanı Kenan Evren’e “Devlet Başkanına Nasihatler” içeren bir mektup gönderir, bu mektup sebebiyle Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanır ve beraat eder.

Sarraflık, saraçlık, tuhafiyecilik ve daha çok da inşaat işleriyle kazancını temin eden Hafız Edhem 20 Aralık 1994’te vefat etmiştir, Rize’de medfundur.

 

2. Edebî şahsiyeti

 

            Fransız edebiyat tarihçisi Hippolyte Taine, bir edebî şahsiyetin “ırk, muhit, an” kavramlarıyla izah edilebileceğini belirtir. Tenkitler de yöneltilmiş olan bu görüşe göre bir sanatkâr, eserinde; mensubu olduğu milleti, içinde yetiştiği çevreyi ve yaşadığı devri yansıtır. Bir yazar/şairin de edebî şahsiyeti bu üç etkenle şekillenir.[4] 

            Şiirlerinde millet adına, yani Türk kelimesine sıkça rastlanır. O milletiyle, ecdadıyla iftihar etmektedir. Ancak bir hususu belirtmek gerekir ki Hâfız Edhem, milletinin İslam dinine hizmet ettiği dönemler ve idarecileri ile gurur duyar. Bir başka ifadeyle o, İslama hizmet ettiği sürece milletiyle övünür. Aksi yönde bir manzara onu hırçınlaştırır, mısraları keskin birer eleştiriye dönüşür. Aşağıda fikirleri anlatılırken birkaç dörtlüğü örnek olarak alıntılanan “Mukaddeme” şiiri, bu duygularını dile getirdiği dikkat çekici manzumelerinden biridir.

            Muhit açısından bakıldığında onun Rize’de yetiştiği anlaşılmaktadır. Kitaplarının kapağında “Hâfız Edhem Mollaömeroğlu” isminden sonra “Rize’li” ibaresi mutlaka yer alır. Bu kayıttan kendisinin bir “Rizelilik” şuuruna sahip olduğu fark edilir. Ancak o, mekandan çok o mekanda yaşayan insanların manevi dünyalarının selameti ile ilgilenir. Bu yüzden onun şiirleri arasında, bir şahsın, yerin veya nesnenin güzelliklerinin anlatıldığı “güzelleme” türüne örnek olacak müstakil bir şiire rastlayamayız. Yalnız Fâtih Dersiamlarından ve Rize Müftüsü Yusuf Karaalioğlu’nun[5] “Rize’de şâir var mıdır” cümlesine gönül koyan Hâfız Edhem, Rize’den çıkan değerleri ve Rize’nin güzelliklerini sıralar.[6] 

            Annesinin cenazesi başında, ilk defa ve irticalen söylediği “Valideme Mersiye” ağıtından, Hâfız Edhem’in tahsilinde annesinin önemli bir yeri olduğu ve onun teşvikiyle hıfzını tamamladığı anlaşılıyor:

 

Beni baktın nazlı nazlı

Hem okuttun gayet hazlı

Sana olsun Hakk’ın fazlı

Cennet hatunu ol anam

 

Hocama ederdin hürmet

Hâfiz’ime etsin şefkat

…….

Hıfzı sen yaptırdın bana

Minnettarım elbet sana[7]

 

            Hâfız Edhem düzenli bir dini tedris görememiştir. Ankara’da bir müddet bir müftüden sarf, nahiv, izhar dersleri almış, “âmili mâmulü çabuk bellemiş” fakat ama işi uymadığı için derslerine devam edememiştir:

 

Ankara’da bulundum işde bir müddet,

Bir müftünün dersine eyledim dikkat,

O zat-ı muhterem eyledi himmet,

Başladım sarf, nahiv, izhar dersine.[8]

 

Tahsil aldığı en önemli şahsiyet Rize Müftüsü ve Fâtih Dersiâmlarından Yusuf Karaalioğlu’dur. Aynı şiirin devamından hadis, ilm-i kelam, cemülhakâyık gibi derslere devam ettiğini, Bostan ve Gülistan’ı hocasından dinlediğini anlıyoruz.

            Onun manen yetişmesinde ve tasavvuf ile hemhal olmasında ise yukarıda da belirtildiği gibi Abdülhakim Arvasî’nin dikkate değer bir etkisi olduğu muhakkaktır. Birçok manzumesinde bu ismi saygıyla zikreder:

 

Hafız Edhem senin şeyhun Abdülhakîm ki, bir Ceyhun

Niçin sen çok gerideydun, desen Mevlâyı Mevlâyı[9]

 

            Çok heveslendim tarîk-i Nakşibendî râhine,

            Murşid-i kâmil izini tutamadım nideyim?

……

Abdülhakîm gibi bir zatı bana etmiş nasîb

Baka baka nur yüzüne doyamadım nideyim

 

            Mürşid-i kâmil idi bil hem de evlâd-ı Resûl

Onun sürisine kıtmir olamadım nideyim? [10] 

 

İntisab etmişim Abdülhâkim’den,

Onun sürüsünün kıtmırıyım ben.

Kervan ilerledi geri kaldım ben,

Şaşırdım yolumu düştüm yabane

…………

Abdülhâkim’in de öpmüş destini,

Mensubum onun tarikatine[11]

 

            Bu mısralardan Nakşibendî tarikatine mensup olduğu anlaşılan Hâfız Edhem, Kur’an ilmi ve İslam dini için samimi gayret gösterdiklerine inandığı iki ismi de özellikle zikreder. Bunlardan biri Bediüzzaman Said Nursî[12], diğeri de Hüseyin Hilmi Tunahan’dır.[13] Bu iki ismin şahsiyet ve hizmetlerine hasrettiği müstakil manzumeler kaleme almıştır.

            Mahlas olarak çoğunlukla Hâfız Edhem’i, bazen de Hâfız’ı kullanır. Mahlassız manzumeleri de mevcuttur.             Şiirlerinin çoğu aslında uzun manzumelerdir. Bu durum, söylemek adına içinin ne kadar dolu olduğunu, ayrıntılara ne kadar dikkat ettiğini gösterdiği gibi Doğu Karadeniz’e has rahat söyleyiş ustalığının da bir işaretidir.

Hafız Edhem, şiiri bir meram ifade etme, tebliğ ve ikaz vasıtası olarak görür. O kadar ki mahkemeden beraatini bile uzun bir manzume ile talep etmiştir:

 

Ey adalet meclisinin muhterem hâkimleri!

Dinleyin bu abd-i âcizi hakîr-i kemteri.

Tûl-i ömürler size versin Hüdâ-yı Lemyezel;

Bu divânda adaletli görüyorum sizleri.

 

İki yıldır bu kapıya ben gelip gitmekteyim,

Maddî kuvvet kalmadı artık daha ben nideyim?

Bitirin bu mahkemeyi size dua edeyim;

Yaşım altmış, saç ağarmış, zindana mı gireyim?

 

On ikinci seferimdir Rize’den İstanbul’a;

Cebimizde on kuruş var, onu da verdik yola.

Ya biraz daha sürerse o zaman hâlim n’ola,

İnşallah bu seferki mahkememiz son ola.

………………………………………..

Bir eser yazdım ki, manzum hem siyâsetten beri,

Biliniz ki kanuna hiç dokunacak yok yeri

Tenkit ettim fâsık u fâcirleri, zındıkları

İllâ ırz düşmanını, hâinleri, zâlimleri.

 

Kimsenin şahsını aslâ kastedip zikretmedim,

Kanunun tek bir kılını bilerek incitmedim,

Kendi kanaatime ben kötü yola gitmedim,

Bu kitabı mahkemeye verirler fikretmedim.

 

Muhterem hâkimlerim, sondur bizim müdâfaa,

İstemem meclisinizi daha fazla yormağa,

Bu kitabı her okuyan, sizlere etsin duâ,

Ömrüm oldukça ederim ben de sizlere duâ.

 

Bu makamda kimse kalmaz hep gelip geçmekteyiz,

Marifettir  kim  geride  bırakırsa  iyi  iz,

Dâimâ rahmetle onu biz de yad etmekteyiz,

Son olarak bir beraat hem talep etmekteyiz.[14]

(Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün)

 

Hafız Edhem’de mahallîlik kendini en çok kelimelerin telaffuzunda belli eder. Kendisi de bunun farkındadır:

Vezin bozulmasın diye hurufat

Nice elif yaya kalb oldu bizzat          

 

Gelir derken gelur yazdık yerine

O mısralar ki uysun birbirine[15]

 

Hâfız Edhem, şiire dinî, manevî bir görev yükleyen şâir olarak -her ne kadar “Niyâzî, Yunus’la aşık atamam”, “Şair sınıfına ben de karışsam”[16] mısralarında kendini yeterli bulmadığını ifade etse de- aruz ve hece vezinlerinin farklı kalıplarını kullanarak çok sayıda manzume yazması, Yunus Emre tarzında söylemeye çalışması, dinî-tasavvufî konuları işlemesi ile dînî-tasavvufî halk edebiyatının, bir başka ifade ile din ve tekke edebiyatının XX. yüzyıldaki edebî şahsiyetlerinden birisi olarak edebiyat tarihimizdeki yerini almıştır.

 

            3. Fikirleri

 

            Hâfız Edhem’in şiirlerinde dile getirdiği fikirleri; dînî, millî ve siyasî olmak üzere üç gruba ayırmak mümkündür:

            Esasen bu üç başlığı onun şiirlerinde birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Birinci önceliği dindir. Milletin bekasını İslam dininin hakkıyla yaşanmasında gördüğü için diğer fikirler de bu başlık çerçevesinde mütalaa edilebilir. Divanlarda mutlaka yer alan tevhid, naat, münacat gibi şiir türleri Hafız Edhem’in kitaplarında da hemen göze çarpar. Ancak bunlar bir divanda olduğu gibi mürettep değildir. “Gönüller Açar”ın “İçindekiler” kısmına bakıldığında “Ahlak Faslı” (s. 13), “Kasideler” (s. 52), “İlahî Şiirler” (s. 67), “Münacat” (s. 70), “Na’t-ı Resulullah” (s. 72), “Tasavvuf” (s. 88), “Yunusleyin” (s. 92), “Tevhid” (s. 93) ve diğerleri onun şiirlerinde hangi fikirlerin dile getirildiği hususunda yeterince fikir vermektedir.

            Hâfız Edhem’de millî duygular oldukça kuvvetlidir. Milletinden, ecdadından ve millî mefahirinden bahsederken onun mısralarındaki ses tonu yükselir. “Mukaddeme” şiiri şu dörtlükle başlar:

 

Aziz ve muhterem Müslüman Türkler

Bir nazar kılınız işbu divana

Türkün şerefine yazdım gör neler

Bu bir armağandır aklı olana

 

Elli iki dörtlük tutan bu uzun manzumenin diğer bir dörtlüğünde de tarih-Türklük ilişkisini dile getirir:

 

Türk’ün tarihine ediniz dikkat,

Bakın ecdadımız nasıl bir millet,

Bize yakışmaz asla bir zillet,

Kahraman gelmiştir Türkler cihana.[17]

 

            Şu beyitler onun değerlerimize bakışını açıkça yansıtır:

 

            Üç şey için insan canını verur

            Hem seve seve buna razı olur

 

            Biri nâmus, biri din, biri vatan,

            Feda olur bunların yolunda can.[18]

           

            Onun nazarında dinle millet sanki bir bütündür. İdarecilerin yapmış olduğu icraatları din aleyhine olarak değerlendirse de o devlete, dine, Türk Milletine daima duacıdır:

 

Allah bu devleti dâim eylesin

Bol bol bereketler ihsan eylesin

Ehl-i İslâma da nusret eylesin

Bir zeval vermesin Türk Milletine[19]

 

Yaşadığı dönemde içinde bulundukları perişan hali değerlere sırt çevirmenin bir sonucu olarak gören Hâfız Edhem, “Tarihten Örnekler” başlıklı silsile manzumelerde İslam ve Türk tarihinden iftihar tabloları sıralayarak ibret almayı öğütler. Örnek şahsiyetler olarak başta Hz. Muhammed olmak üzere din ve tasavvuf büyüklerini isim isim zikreder, Türk tarihinin parlak sayfalarından örneklerle devam eder, son olarak “Mehmetçik”in Kore’de gösterdiği kahramanlığı över ve bu tablolardan ibret almamızı tavsiye eder.[20]

            Hoş nasihatte bulunmanın âlimler için bir görev olduğunu düşünerek bu mısraları kaleme aldığını belirten Hâfız Edhem, demokrasi, devlet, millet ve orduyu yüceltir:

 

            Türkiye’de var ise demokrasi,

Elbette buna da var müsaadesi.

 

Türklerin şerefine yazdım bunu

İşte budur diyeceğim sonu.

 

Devlete millete gelmesin zevâl,

Ordumuz günden güne bulsun kemâl.

 

Yârabbi düşmanları kahreyle Sen!

Ehl-i İslamı muzaffer eyle Sen.[21]

 

            Hâfız Edhem, çeşitli gazetelerde neşrettirdiği şiirleri sebebiyle -yukarıda da belirtildiği gibi- yargılanmıştır. Kendisine rejimi değiştirme suçu isnat edilmiş o da herhangi bir gruba, partiye üye olmadığını; nüfuzunun ve gücünün olmadığını ileri sürerek kendisini savunmuş, neticede beraat etmiştir. Onun siyasî görüşleri, siyasî kimliklerin lehinde veya aleyhinde yazdığı şiirlerdedir. Bu tür şiirlerindeki hareket noktası da İslam dini ve onun yaşanmasıdır. Mektup tarzı bu şiirleri, başta zamanının cumhurbaşkanları olmak üzere her kademeden yetkiliye yazmaktan da çekinmemiştir. Bu tür şiirler çoğunlukla Hâfız Edhem’den Hakikatler Hicivler  adlı eserindedir.

 

            4. Hâfız Edhem’in Şiirleri ve Halk Edebiyâtı

 

            Şiirlerine bakıldığında Hâfız Edhem’i bir Divan Edebiyatı veya Yeni Türk Edebiyatı şâiri saymak zordur. Eğer bir müstakil alan olarak düşünülürse Dinî-Tasavvufî Edebiyat şâiri denilebilir. Ancak henüz bu adlandırma genel kabul görmüş değildir. Hâfız Edhem gibi belli bir tahsil gören ancak eserlerini geniş halk kitlelerinin istifadesine sunan şahsiyetler, daha çok halk edebiyatının bir kolu olan tasavvufî halk edebiyatı içinde değerlendirilirler. Bu bakımdan Hâfız Edhem’i de bu kategoriye dahil etmek gerekir kanaatindeyim. Pek çok şiiri de şekil bakımından Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî ve diğer mutasavvıf şairler çizgisindedir. Aşağıda bu çizginin karakteristikleri örnekleriyle sunulacaktır.

            Halk edebiyâtını; anonim halk edebiyâtı, âşık tarzı halk edebiyâtı ve tasavvufî halk edebiyâtı olmak üzere üç kola ayırmak genel kabul görmüştür. Ancak bu tasnife yapılan itirazlar da söz konusudur. Sâim Sakaoğlu halk edebiyâtı kavramını folklora dahil etmek ve anonim halk edebiyâtı için kullanmak; âşık tarzı ve tasavvufî halk edebiyâtını da sahibi belli verimler olarak edebiyâtın içinde müstakil dallar olarak değerlendirmek gerektiğini ileri sürer.[22]

            Hâfız Edhem’in nazmında halk edebiyâtının -âşık tarzı ve tasavvufî halk edebiyâtı adı verilen- iki kolu karşımıza çıkar. Bu iki kol da çeşitli tür ve şekillere örnek olabilecek şiirlerle kendini gösterir.

           

4.1. Şiirlerinin şekil yönü

 

            Şiirde şekil denilince dış unsurlar akla gelir. Bunlar kafiye, redif, durak, vezin, nazım birimi ve nazım şeklidir.

İslâmın kabulünden sonra Türk edebiyâtına Arap ve İran edebiyâtından beyit nazım birimi, aruz vezni, mesnevî ve gazel tarzı nazım şekli girdi. Bunlardan mesnevî tarzı nazım şeklinde her beyit kendi içinde kâfiyeli olduğundan uzun manzumeler yazmaya imkân tanımaktadır. Dolayısıyla Müslüman Türklerin ortaya koyduğu ilk şiirlerde dörtlükle beyti, hece vezni ile aruz veznini yan yana görmeye başladık. Ahmet Yesevî ve Yunus Emre’nin şiirlerinde de bunu gözlemleriz. Hatta o kadar ki bazen aruzla yazılmış olan musammat bir şiir şeklen beyitler hâlinde yazılmış gibi görünürken iç kâfiyelerden bölündüğünde dörtlük haline gelebilmekte; fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılmış bir şiir, vezindeki arızaların çokluğu sebebiyle hece vezninin 11’li kalıbına dönüşebilmektedir.

Hâfız Edhem’in şiirlerinin şekil yönünü Türk Halk Edebiyâtı açısından değerlendirmek istediğimizde bu hususları dikkate almak gerekir. Aşağıdaki şiir üzerinde bu hususları daha görünür hale getirebiliriz:

 

TEVHİT

Ey mü’minler diyelim: Lâ ilâhe illellah,

Gelin tevhid idelim: Lâ ilâhe illellah.

 

Kalbimize nur gelir, gönlümüz ferehlenir,

Cana bir huzur verir: Lâ ilâhe illellah.

…..

Her gireriz mescide, başlayalım tevhide,

Hafız Edhem durma de: Lâ ilâhe illellah.[23]

 

            İlk iki ve son beyti buraya alınmış olan yirmi beyit uzunluğundaki bu manzume hece vezninin 14’lü kalıbıyla yazılmıştır. Bu haliyle durakları 7+7’dir. Ancak bu şiiri dörtlük olarak da yazmak mümkündür ve o takdirde vezni 7’li, durakları 4+3 veya 3+4 olacaktır:

 

Ey mü’minler diyelim:

Lâ ilâhe illellah,

Gelin tevhid idelim:

Lâ ilâhe illellah.

 

Kalbimize nur gelir,

Gönlümüz ferehlenir,

Cana bir huzur verir:

Lâ ilâhe illellah.

.....

Her gireriz mescide,

Başlayalım tevhide,

Hafız Edhem durma de:

Lâ ilâhe illellah.

 

            Dörtlüklerin sonundaki Lâ ilâhe illellah ibaresi mısra halinde rediftir. Şiirin tamamına bakıldığında redif ağırlıklı olduğu görülür. Hâfız Edhem’in şiirlerinin şekil yönünü aruz vezni ile yazılmış bir başka manzumesiyle de örnekleyebiliriz:

 

                        NAT-I RESULÜLLAH

Senin dergâhına ben bir gedâyım Yâresulellah

Dilerim ki meded senden bulayım Yâresulellah

Sen ol bir nûr-ı Yezdansın iki âlemde sultansın

Nazar kıl ben de nurunla dolayım Yâresulellah

…..

Bütün ümmet ki mahşerde sırat mizan olan yerde,

O dar günde seni nerde bulayım Yâresulellah

Hâfız Edhem senin benden ümidim kesmezem senden,

Yüzüm kara günahımdan nolayım Yâresulellah[24]

           

            Bir önceki şiir tasavvufî edebiyatın türlerinden “tevhid” iken bu şiir ise bir başka tür olan naattir. İlk iki ve son iki beytini aldığımız bu on beyitlik manzume, aruzun mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla yazılmış musammat bir naattir. Bu şiir de iç kâfiyelerinden bölündüğünde dörtlük haline gelir. (Şiir aslında beyitler halindedir ancak kitaba dörtlükler şeklinde yazılmıştır):

 

Senin dergâhına ben bir

Gedâyım Yâresulellah

Dilerim ki meded senden

Bulayım Yâresulellah

                       

Sen ol bir nûr-ı Yezdansın

İki âlemde sultansın

Nazar kıl ben de nurunla

Dolayım Yâresulellah

…..

Bütün ümmet ki mahşerde

Sırat mizan olan yerde,

O dar günde seni nerde

Bulayım Yâresulellah

 

Hâfız Edhem senin benden

Ümidim kesmezem senden,

Yüzüm kara günahımdan

Nolayım Yâresulellah

 

 Her dörtlükte ilk üç mısra kendi arasında kâfiyeli son mısralar da birbiriyle kâfiyelidir. Bu kâfiye örgüsü âşık tarzı halk şiirinin geleneksel sekiz heceli koşma yapısını yansıtmaktadır. Bu şiirde “-ayım Yâresulellah” redif, diğer koyu harfler de kafiyedir. Bilindiği gibi halk şiirinde kuvvetli kafiyeler de olmakla birlikte genellikle tek ses benzerliği kafiye için yeterli görülür. Bazen de mısra sonlarında sadece redifle yetinilir. Yukarıdaki örnek metinlerde de bu durumu müşahede ediyoruz.

            Hâfız Edhem’in hece vezni-dörtlük ve aruz vezni-beyit ikilisiyle yazdığı çok sayıda şiiri olduğunu; serbest vezinle veya beyit-dörtlük dışında bir nazım birimiyle şiir yazmadığını da belirtelim. Ancak kitaplarında özellikle aruz vezni ile yazılmış iki beytin birleştirilip dörtlük haline getirildiğini görüyoruz. Bu durum kendi tercihi midir yoksa mürettip hatası mıdır anlaşılmıyor.

            Hâfız Edhem’in şiirlerinin şekil özelliklerinden biri de destan tarzında uzun şiirler kaleme almasıdır. Bunda mesnevi tarzı nazım şeklinin, kafiye yapısı itibariyle uzun manzumeler söylemeye imkân vermesi büyük rol oynar. Şirin Sözler adlı kitapta “Kitap Hakkında” (s. 3), “Münacat” (s.15), “Nasihat” (s.19), “Komşuluk” (s.25), “Perişan Halimiz” (s.29) başlıklı çok beyitli şiirler, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin, İbrâhim Edhem gibi tasavvuf büyükleri hakkında yazılan manzum menkıbelerin etkisini gösterdiği gibi; çok sayıda dörtlükten meydana gelen uzun manzumeler de âşık tarzının etkisine bir işarettir.

            Hâfız Edhem’in şiirlerinin sadece şeklinde değil, muhtevasında da halk edebiyatını gözlemleriz.

 

4.2. Şiirlerinin Muhtevası

 

            Halk edebiyâtında tür adları şiirlerin muhtevasını belirtir. Bir başka ifadeyle şiirlerin tür adı, dile getirilen konuyla ilgilidir. Halk edebiyâtının yukarıda bahsettiğimiz üç dalında ağıt, destan, güzelleme, koçaklama, taşlama, öğütleme (nasihatname), övgüleme (mehdiye, kaside, fahriye) gibi anonim ve âşık tarzı türlere; tevhid, na’t, münâcat, nutuk gibi dinî-tasavvufî türlere örnek şiirler yer alır.

            Türk Halk Edebiyâtı’nın İslamiyet öncesi şiirinde tabiatın, aşk ve sevginin, kahramanlık, hasret ve gurbet duygularının, ölümün işlendiğini; Divanü Lügati’t-Türk’ten, eski yazıtlardan anlıyoruz. İslamiyetin kabulünden sonra şiirimiz yeni konularla zenginleşmiş, buna bağlı olarak da türler çoğalmıştır.

            Hâfız Edhem de yukarıda saydığımız türlere örnek şiirler kaleme almıştır. İlk güzel örneğini bir destan parçası olan “Alp Er Tunga Sagusu”nda gördüğümüz ağıt, Türk edebiyatının her kolunda ve her devirde yazılmıştır. Hâfız Edhem’in de annesinin ölümü üzerine mezarı başında irticalen hecenin 8’li kalıbıyla söylediği 20 dörtlükten meydana gelen bir ağıtı vardır:

 

Ah kıymetli benim anam

Hasretine dayanamam

Ölüm bizi ayırıyor

Ciğerimi yaktın anam

 

Sensiz benim ne günüm var

Dünya geliyor bana dar

Gözüm yaşı durmaz akar

Ciğer köşem canım anam

…..

Okudum sana çok Kur’ân

Senin kalbin dolu iman

Herkes kaldı sana hayran

Yüzün nuru parlak anam

 

Seni af eylesin Ellah

Şefi olsun Resûlullah

Son nefesde Ellah Ellah

Dedin de can verdin anam.[25]

 

            “Üstad-ı Cihana Ağlayış” şiiri Bediüzzaman Said Nursî’nin ölümü üzerine aruz vezni (mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbı) ile yazdığı on beyitlik bir ağıttır:

Ah Bediüzzaman için melek hem ins ü can ağlar

Gönüller fetheden zata bütün ehl-i iman ağlar

 

Ki gelmez öyle bir dâhi bize bir lutf-i Yezdândır

O Nur’dan feyz alan şübban onun çün her zaman ağlar

…..

Hâfız Edhem yanar canı, sığamış yüzümü bir kez

Tükenmez şimdi efganım iki çeşmim de kan ağlar[26]

 

            On birli hece vezniyle yazdığı 118 dörtlükten oluşan “Öğütler” şiiri hem destan hem de öğütleme (nasihatname) türüne örnektir:

 

Nasihat babında var bir beyanım

Dinleyenler olmaz hiç peşimâni

Deme nasihate yok ihtiyacım

Lâzım olur sana gelir zamanı

 

Ne kadar âlim olursan bile

Yine iyi sözü işit, sen dinle

Şeytan matrud oldu, niçin kibrile

Kibirle azamet yıkar insanı

 

Bilirim davası yapma bir zaman

Allâme de olsan yine var noksan

Her şeye âşina olamaz insan

Yaşadıkça artar ilm ü irfânı

.....

.....

Neler daha etmek isterim hitâb

Bazı mânileri eyledim hisâb

İbret alana yeter bu kitâb

Az çok irşad eder her okuyanı

 

Gençlerin bunları bilmesi lâzım

Demeñ bu devirde bunlar ne lâzım

Modaya uyarsan ey yavrucağızım

Sonra acı çıkar onun dumanı

 

Hâfız’ın bakmayın siz kusurine

Elbette hata söz gelir diline

Kul beşerdir şaşar bazı yerine

İnsan oğlunun olur noksanı[27]

                       

            Hâfız Edhem’de âşık tarzı şiir türlerinden “güzelleme”ye örnek müstakil bir şiir olmadığını yukarıda ifade etmiştik. Ancak Fâtih dersiâmı ve Rize müftüsü Yusuf Karaalioğlu’na ithafen yazdığı güzelleme-destanda önce şu dörtlüklerle “Rize Müftüsü”nü över:

Sizin dersinize başka feyiz var

Az çok ârif olan orayı anlar

Nerde var bir alim kılı kırk yarar

Tam mânâ verecek her noktasine

 

İki gün ders verdin sade hettadan

Daha da kalmıştır dedin mânâdan

Duymadım onları bir ulemadan

Oturmuştum yine usul dersine

 

Hadisten okuduk senden meşarik

İlm-i kelâmdan cemül hakayik

Her fenden okutmak sanadır lâyik

Hiçbir noksan yokdur senin ilmine

…..

İstanbul ulemâsı takdir eylemiş

Herkes dersinize hayret eylemiş

Sanki Taftezanî geldin cihane

 

Gülistanı, Bostanı okursun bazı

İnsanın nasıl geliyor hazı

Dinleyen cemaat hep senden razı

Sözün tesir eder can kulağine

 

Memleket sâyende oldu bahtiyar

Herkes müşkülünü sizlere sorar

Hal olur mes’ele kalmaz bir gubar

Bu da kimyadır bu dar zamane[28]

           

Sonra hocasına “Rize’de şâir var mıdır” sözünden dolayı sitem eder ve bu vesileyle de Rize’yi över:

Müsaade et hocam bir şey sorayım

Ufak tekerleme burda katayım

İçim hırpalandı azcık çatayım

Sakın toz konmasın senin kalbine

 

Dediniz: “Rize’de var mıdır şâir?”

Bu söz hoş gelmedi bana pek zâhir

Niçin olmaz burda bir âşık Tâhir

Kim bilir neler var hem de pünhâne

 

Zannederim burda gönül ehli var

Nişan göstermezler yasak emri var

Her yerde bulunur boş yok bir diyar

Onlar kendisini etmez âyâne

 

Burada yetişmiş birçok evliyâ

İşitmiş bilmişiz yalan değil ya

Lüzum yok onlara isim yazmaya

Hacı Memiş vardı kutb-ı zemane

 

Daha ne erenler geldi geçdiler

Hayalî, Vardalî, Hacı Şeyihler

Heppisi bu yerde kemal bulduler

Bu belde değildir boş bir virane

 

Eskiden bu yerde çok varmış şâir

Eser yazmamışlar olmamış zâhir

Bunların içinde var idi mâhir

Sözleri kalmıştır dile destane

 

Burada yetişmiş birçok âlimler

Haddi hesapsız kavi hâfizler

Kimisi şöhretli nam kazandiler

Kimisi ders vermiş Fâtih kürsüne

 

Rize bir belde-i tayibedir ha

Envai yemişler hiç olmaz baha

Hoşdur manzarası hem âb u hava

Namı yetişmiştir Hind’e Yemen’e

 

Bu memleket kadar misafirperver

Türkiye’de belki bulunur ender

Giden memurların çoğu öyle der

Hürmet gösterirler garip düşene

 

İnsanı cesurdur her işden anlar

Harb yerinde bizden kahraman çıkar

Başka memleketler bize derler Lazlar

Kabadayısı da benzer arslane

 

Herkes vatanını metheder elbet

Öteden beri öyledir adet

Benim dediklerim istemez hüccet

Asla hilaf yokdur hiç birisine[29]

                       

            Şiirin devamı “övgüleme”dir. Kendini över ve şair, şiir, âşık gibi kavramlar üzerine de düşüncelerini belirtir:

 

Ceddim şueradır, hem ehl-i hüner

Şöhretine Molla Ömer derdiler,

Din İslam yoluna can terk ettiler,

Ben de o nesilden geldim cihane

 

Bazı bazı ben de yazarım gazel

Kimi yaman olur kimisi güzel

Aşkın şarabından az içtim ezel

Bazı da sözlerim gelir divane

 

Niyazî, Yunus’la aşık atamam

Haddimden ileri adım atamam

Her kalemşöre de demem, çatamam

Veririm payını istediğine

 

İsterdim birile biraz takışsam

Şair sınıfına ben de karışsam

Erbab-ı hüneri görsem, tanışsam

Baksam ne keramet vardır sözüme

 

Herkes emsâline olur mukabil

Üstad-ı kâmile uzatamam dil

Ganeme emsâl olur mu hiç fil

Her iş ölçülür misli misline

 

Âşık hem beyit söyler, hem de çalar saz

Bizim sözlerimiz onlara uymaz

Her ilim sahibi şiir yazamaz

Bir bağrı yanık da takar teline

 

Çoğu heves eder şiir yazmağa

Kabiliyet lâzım sözü düzmeğe

Pek de kolay değil tele dizmeğe

Yakıştıracaksın yerli yerine

 

Arabî Fârisî lügat bilecek

Maksada muvafık mânâ tutacak

Türkçesi her işin ehli olacak

Bakacak sözünun sağı solune

 

Aceb ben şâirim desem olmaz mı

Yazdığım eserden belli olmaz  mı

Bir rakip çıksa da görsem olmaz mı

Korkarım çatarım pehlivanine

 

Hâfız Edhem sen de kurma kendini

Çıkar Çapanoğlu bozar fendini

Çekil dergâhına sakla kendini

Nene lâzım senin çıkdın meydane

 

Kusurum af edin çok oldu hatam

Yeter artık burda edelim tamam

Verelim Resule selât ü selam

Hak mazhar eylesin şefaatine[30]

 

            Onun şiirleri içerisinde en sık rastlanacak tür, taşlama olsa gerektir. Edebî şahsiyetini anlatırken de belirttiğimiz gibi Hâfız Edhem şiir ve hitabetlerinde dinî-tasavvufî bilgi ve nasihatleri dile getiren bir şâirdir. Onun önceliği dinin fert ve toplum hayatında yaşanmasıdır. Bunun aksine bir yaşantı her dönemde olacağına göre onun şiirleri içinde “taşlama”lar olması kaçınılmazdır. Kitabının adı olan Hakikatler Hicivler  de bunun bir göstergesidir. 

            Bir kereden çok hacca giden hacıları “Hâfız Edhem’den HACILARA” başlıklı şiirinde şu şekilde tenkit ve daha faziletli ibâdete dâvet eder:

 

Ey hacılar, ey hocalar sizlere mesuliyet var

Vakti müsait olanlar çok mühim zaruretler var

Birinci hac farz-ı ayn, sakın onu bırakmayın

İkincisine koşmayın, burada başka hacet var

…..

Sen beş defa git ol hacı, giyeceksin Cennet tacı

Sana sarmalı kırbacı, burda cihat, şehadet var

İkinci hacdır nafile, bunu Allah sormaz bile

Gel sen beni biraz dinle, bak nerede ibadet var

…..

Bu derde kim bulur çare, eyice büyüyor yare

Para lâzım para para, hani kimde sehavet var

Hâfız Edhem şu zenginler tam zekatını verseler[31]

                        …..

            Sonra yergilerini ebeveyne, zındıklara, zenginlere, cimrilere, gâfillere, nâmertlere, vekillere, meclise, erkân-ı devlete, başvekile, reis-i cumhura, kısacası yetkili yetkisiz sorumluluğu olan hemen her kesimden insana yöneltir. 

            Kürsülerin güçlü hatibi Osman Bölükbaşı -anlaşılan o ki- camiler aleyhine bir söz sarf etmiş, Hâfız Edhem de ona on iki beyitlik bir taşlama ile karşılık vermiştir. (Şiir dörtlükler halinde yazılmış olmakla birlikte kafiyesine göre önce beyit, sonra da 8 heceli dörtlük olarak da yazılabilir):

 

Şaşırdı mı Bölükbaşı camilere çatmak ister

Altmışı geçmiştir yaşı, beddua almak ister

Daha bir şey bulamamış işi camie mi kalmış

Herhalde biraz kocamış, kusura bakmamak ister

…..

Bölükbaşı düşün bir şey, biz de verelim sana rey

Uzun sözle yorulma hey, iş uyanık olmak ister

Hâfız Edhem, Bölükbaşı, camilere attı taşı

Gücendirdi vatandaşı, bu tövbekâr olmak ister[32]

                                  

            Hâfız Edhem’in şiirleri içinde en büyük pay dinî-tasavvufî şiirlere aittir. Bunlar içinde de “tevhid, naat, münacat” hemen dikkati çeker. Dinî nasihat ihtiva eden manzumeler de önemli bir yer tutar.

            “Tevhid” türündeki şiirler Allah’ın birliğinden, yüceliğinden, mutlak kudret sahibi oluşundan vb. bahseder. Tasavvuf ve divan şairlerinin eserlerinde bu türe örnek şiirler mutlaka bulunur. Bu bir gelenek halindedir. Hafız Edhem de bu geleneğe uymuştur. Yukarıda onun şiirinin şekil yönünü ortaya koyarken bu başlıklı bir şiirin birkaç beyti örnek olarak verilmişti.

            Naat de Hz. Muhammed’i anlatan ikinci önemli türdür. Özellikle Türk edebiyatında Hz. Muhammed için yazılmış şiirler dikkat çekecek kadar çoktur. Bu tür şiirlerin en meşhuru Süleyman Çelebi’nin halk arasında “mevlit” adı verilen Vesiletü’n-Necat’ıdır. Hâfız Edhem, na’t-ı Resulullah veya kaside başlığını koyduğu birçok naat kaleme almıştır:

 

                                   KASİDE

Senin aşkın kamu derde devâdır Yâ Resulallah

Yüzüm sürsem turabinde, revadır Yâ Resulallah

Ümidim kesmezem senden Yüzüm kare günahımden

Bana bir merhamet senden atâdır Yâ Resulallah

 

Dilerim ki şehit olsam senin yolunda can koysam

Cemâlin nurini görsem sefâdır Yâ Resulallah

Seni âlemlere rahmet diye gönderdi ol Hazret

Seninçündür sekiz cennet bekâdır Yâ Resulallah

…..

Bihemdillah ki Kur’an’ı okurum sıdk ile anı

Bana matlup olan hani rızandır Yâ Resulallah

Hâfız Edhem günahın çok huzura gitmeye yüz yok

Şefaattan ümidim çok sanadır Yâ Resulallah[33]

           

            Münâcât yalvarma, yakarma demektir. Şâirler bu tür şiirlerde Allah’tan af ve bağışlanma diler, affı için dua eder; aczini, zayıflığını dile getirir. Hâfız Edhem’in kitaplarında başlığı münâcât olan pek çok şiir vardır. Ancak “Fihrist” kısmında hepsi gösterilmemiştir. Genellikle uzun şiirler olduğu için birkaç beytini örnek olmak üzere aşağıya alıyoruz (Bu şiir de dörtlük şeklinde olmakla birlikte aslında beyitler halindedir):

 

            MÜNACAT

Ya ilahi dü cihanda bize ihsan eyle sen

Var olan darüsselama bizi mihman eyle sen

Gerçi ki hadden de efzun oldu isyanım benim

Sen kerimsin hem rahimsin yine gufran eyle sen

 

Rahmetinden bizi mahrum eylemezsin ya ilah

Ol habibin hürmetine şad u handan eyle sen

Arşı kürsi sen yarattın cümle anın aşkına

Ona düşman olanın yerini niran eyle sen[34]

…..

            Hâfız Edhem’in Gönüller Açar adlı kitabında tevhid, naat ve münâcât türünde çok sayıda şiir yer almaktadır. Tamamını buraya almak mümkün olmadığı için sadece sayfalarını vermekle yetiniyoruz (münâcâtlar s. 68, 70, 71, 74, 80).

            Hâfız Edhem bir kısım şiirlerine “kaside” başlığını koymuştur. Ancak bunlar dîvân edebiyatındaki kaside ile birebir örtüşmez. Bunlarda da muhtelif dinî-tasavvufî konular dile getirilir.

           

SONUÇ

 

            Mehmet Emin Yurdakul’un “Şâirleri haykırmayan bir millet / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” mısralarında da ifade edildiği gibi bir milletin bekâsı sanatkârlarıyla doğrudan ilgilidir. Sanat adına ortaya konulan eserler gün yüzüne çıkarılmalı ve mutlaka değerlendirilmelidir. Türk edebiyâtının yakın tarihini yeterince tanıyabilmek için son dönemde eser veren şâir/yazar ve eserlerinin de bilinmesi gerekmektedir.

            Hâfız Edhem de Cumhuriyet döneminde dînî-tasavvufî muhtevada çok sayıda şiir kaleme almış şâirlerimizdendir. Şiirlerinin şekil ve muhtevasına bakıldığında Yunus Emre tarzının günümüz temsilcilerindendir diyebiliriz. Tasavvufî halk edebiyatının hem şekil unsurlarına dikkat etmiş, hem de dinî-tasavvufî türlerin çoğuna örnek şiirler vücuda getirmiştir.

Onun için şiir, din ve tasavvufun tebliği için bir vâsıtadır. Bir başka ifadeyle amaç değil araçtır. Bu yüzden de şiirlerinin sanat yönüne daha az dikkat etmiştir. Tasavvuf hakkında müstakil bir şiir de yazmış olmakla birlikte Hâfız Edhem, tasavvuftan çok dinî meseleleri dile getirir. Bunda yaşadığı dönemde öncelikle İslam’ın ilmihal kısmının ihmale uğradığı kanaatini taşımasının etkisi vardır.

            Onda madde ve kâinat karşısında derin sistematik tefekkür değil, durumlar karşısında anlık tepki veya övgüler yanında, dinî bilgi ve hassasiyetleri geniş kitlelere yayma heyecanı vardır. Bu yönüyle popüler bir kaygı taşıdığını söylemek mümkündür.  Edebî şahsiyetinin hâkim vasfı nasihat ve tenkittir. Ahlâkın iflası, siyasîlerin ve diğer sorumluların bilhassa bu konulardaki duyarsızlığı; yönetici mevkiinde olanların da ecdadın büyüklüğüne paralel davranış sergileyememesi en çok tenkit ettiği hususlardır. Tenkitlerini -yargılanmak pahasına- en üstteki idarecilere yöneltmekten çekinmemiştir. Toplum adına kaygılar taşıması onu Mehmet Akif çizgisinde sosyal gerçekçi bir konuma yaklaştırır. Kendisi için değil de milleti ve insanlık adına konuşması, muhalif duruşu onun gerçek bir sanatkâr tavrına sahip olduğunu gösterir.

            Onu belki bir Yunus Emre veya Niyazî Mısrî ile karşılaştırmak mümkün değildir ama o, bu geleneğin oldukça zayıf bir halkası durumundaki XX. yy.da bir nevi gelenek taşıyıcı ve yaşatıcısıdır. 

            Sadece şiirlerini ele aldığımız için bu tebliğde Hâfız Edhem’in mensur yazıları üzerinde durulmamıştır. Çeşitli hitabet, savunma ve mektup örnekleri olan Hâfız Edhem, mensur eserlerinde çeşitli menkıbe ve hikâyelerden yararlanmıştır.

            Kendi tercihi midir bilinmez ama bir kısım şiirleri aslında beyit olmasına rağmen dörtlükler şeklinde basılmıştır. Kitapların yeni baskısı yapıldığında bu ve benzeri bazı düzeltmelerin yapılması isabetli olacaktır.

 


 

*  Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Bl. Öğretim Üyesi.

** Bu tebliğin hazırlanması için Hafız Edhem Mollaömeroğlu’nun kitaplarını ve diğer yayınları temin eden Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi İsmail KASAP’a; Hâfız Edhem’in hayatı hakkındaki bilgiler için de Rize Anadolu Lisesi edebiyat öğretmeni Rahime Özdoğan’a teşekkürlerimi sunuyorum.

 

[1] Hafız Edhem Mollaömeroğlu, Hafız Edhem Divanı Gönüller Açar, 3. bs., İstanbul 1968, s. 104.

[2] Gönüller Açar, s. 236.

[3] Hayatı hakkındaki bilgilerin bir kısmını Hâfız Edhem’in kızından torunu, Anadolu Öğretmen Lisesi baş müdür muavini Halil İbrahim Hacıoğlu Bey’den edindim. Kendisine teşekkür ediyorum.

[4] Hippolyte TAİNE’in bu görüşü için Berna MORAN’ın Edebiyat Kuramları ve Eleştiri (İstanbul 1999, s.84-85), adlı eserine ve bu görüşe yöneltilen eleştiriler için Ruhi İNAN’ın Ahmed Şuayb’ın Tenkidçiliği (Samsun 1998, ss. 18-27) adlı basılmamış yüksek lisans tezine bakılabilir.

[5] İsmail KARA, Sözü Dilde Hayali Gözde, Dergah Yayınları, İstanbul 2005. (Bu eserin 11-25. sayfalarında Kaybolmuş Bir Hal Tercümesi (Rize Müftüsü Dersiam Yusuf Karaali)” başlığı altında adı geçen şahsiyet hakkında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır.

[6] Gönüller Açar, s. 102-105.

[7] Gönüller Açar, s. 95-96.

[8] Gönüller Açar, s. 100.

[9] Gönüller Açar, s. 98.

[10] Gönüller Açar, s. 77.

[11] Gönüller Açar, s. 60.

[12] Gönüller Açar, s. 52 (Kasideler), s. 61 (Üstad-ı Cihana Ağlayış).

[13] Gönüller Açar, s. 65.

[14] Gönüller Açar, s. 4.

[15] Gönüller Açar, s. 235.

[16] Gönüller Açar, s. 104.

[17] Gönüller Açar, s. 5.

[18] Gönüller Açar, s. 116.

[19] Hafız Edhem Mollaömeroğlu, Hafız Edhem’den Şirin Sözler, İstanbul 1972, s. 61.

[20] Gönüller Açar, s. 109.

[21] Gönüller Açar, s. 145.

[22] Saim SAKAOĞLU, ““Halk Edebiyatı” Kavramı Üzerine” II. Uluslar Arası Türk Halk Edebiyatı Semineri, 7-9 Mayıs 1985, Eskişehir 1987, ss. 287-294.                                                                                                                                                                     

[23] Gönüller Açar, s. 93.

[24] Hafız Edhem Mollaömeroğlu, Hafız Edhem’den Hakikatler Hicivler, İstanbul 1971, s. 154. (Aynı na’t Şirin Sözler adlı kitabın 38. sayfasında da yer almaktadır).

[25] Hakikatler Hicivler, s. 152. (Bu ağıt Gönüller Açar adlı kitabın 95. sayfasında da yer almaktadır.).

[26] Gönüller Açar, s. 61.

[27] Gönüller Açar, s. 35.

[28] Gönüller Açar, s. 100-101.

[29] Gönüller Açar, s. 102-103. (Şirin Sözler, s.61’de de Rize övgüsü vardır. Bu övgüleri de yine dinî meselelere dikkat çekmek içindir).

[30] Gönüller Açar, s. 104-105.

[31] Hakikatler Hicivler, s. 6. (29 Mart 1970, BUGÜN Gazetesi)

[32] Hakikatler Hicivler, s. 32. (29 Mart 1969, BUGÜN Gazetesi)

[33] Şirin Sözler, s. 36.

[34] Şirin Sözler, s. 41.

 

          

Karalahana.Com! Doğu Karadeniz Bölgesi gezi, kültür, tarih ve müzik rehberi © 2007 | Tüm hakları saklıdır