Eğitimci, hukukçu, halk kültürü uzmanı, araştırmacı-yazar :
Süleyman Kazmaz
Fatih Sultan KAR
Yeşil Rize
Ey Karadenizin şirin beldesi;
Dağıttın kalbimden kederi, yesi.
Bir ninni okuyor sana her zaman
Önünde çırpınan denizin sesi.
Uzanmış kolların engine doğru,
Dumanlı dağların her gün bulutlu.
Sularla öpüşen sahillerinle,
Ne kadar güzelsin, ne kadar mutlu
Coşkun derelerin, her yanın gülşen,
Artar güzelliğin güneş doğarken.
Yaşarsın kalplerde, sevginle Rize
Meftunuz hep sana ne kadar bilsen
Kalemini halk kültürünün hizmetine sunan Süleyman Kazmaz’ın
ilk şiiri Rize Vilayet Gazetesi’nde 6 Ağustos 1931 tarihinde
“Süleyman” imzasıyla yayınlanır. Küçük Süleyman, o zaman Rize
Orta Mektebi’nin 197 numaralı talebesidir. Bu şiirle yayın
dünyasına merhaba diyen ve halk kültürü araştırmalarını
aralıksız sürdüren Kazmaz, zaman içerisinde 36 kitaba, yüzlerce
makaleye, araştırmaya ve derlemeye imza atarak ülkemizin
sanatını, kültürünü, güzelliklerini ve gerçek değerlerini
dünyaya tanıtır. Dimdik ayakta olan bu bilge çınar hala yazmayı
sürdürmektedir.
1931-1936 yılları arasında Rize Orta Mektebi’nde Türkçe
Öğretmeni olarak görev yapan Sıtkı Can, Ordu Halkevi tarafından
1940 yılında yayınlanan “Rize Şairleri” isimli kitabında
Kazmaz’dan şöyle söz ediyor: “Süleyman Kazmaz, içli bir
gençtir. Bazı noktalarda kendisini irşat ederdim. Dergilerde
yazılarını okudukça hevesinin hızlandığını görüyorum. Kendisinde
gittikçe derinleşen bir seziş var. Kültürü yerinde bu hassas
talebem parlak bir istikbale namzettir.”
Kazmaz’ın eserleri, kültürel çalışmalar yönünden çok da şanslı
olmayan Rize için büyük bir kazançtır. “Rize Halk Şairleri”
(1976), “Rize Halk Şairleri ve Halk Kültürü” (1992), “Rize
Yemekleri ve Yemek Kültürü” (1992), “Çayeli Halk Şairleri”
(1993), “Çayeli Geçmiş Günler ve Halk Kültürü” (1994), “Beyazsu
-Bir Köy Araştırması” (1994), “Milli Mücadelede İpsiz Recep ve
Rizeli Gönüllüler” (1996), “Kestane Karası – Hikayeler” (1998),
“Rize- Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları I” (1998), “Rize-
Çayeli Halk Kültürü Araştırmaları II” (2001), “Rize-Çayeli Halk
Kültürü Araştırmaları III” (2003) ve “Kazmaz Ailesinden
Hatıralar” (2004) yazarın bir çırpıda sayılabilecek kitapları
arasındadır.
Rize tarihine bu denli katkılar sağlayan bu bilge çınarı, hayatı
ve eserleri hakkında konuşmak üzere Ankara’daki bürosunda
ziyaret ettik.
Konuya başlamadan önce bize Kazmaz ailesinin tarihiyle ilgili
biraz bilgi verebilir misiniz?
Biz Çayeli’nin Beyazsu köyündeniz. Asıl köken Caferpaşa köyü.
Bizim ecdadımızdan ismini tespit edebildiğimiz en eski şahıs
Ahmet, Cafer Paşa’yla birlikte Caferpaşa köyüne gelmiş. Bunu
dedemin dedesi Hacı Mustafa Efendi’nin el yazısıyla yazdığı bir
Kur’anı Kerim’den öreniyoruz. Bu Kur’anı Kerim’de Hacı Mustafa
Efendi, Ahmet’ten sonra gelenleri yazar. Cafer Paşa, Caferpaşa
Köyü’nde bir cami yaptırdı, Ahmet’i de camiye imam olarak
bıraktı. Bir süre orada kalan Ahmet, evinin sel yüzünden
yıkılması üzerine Beyazsu Köyü’ne geldi. Babamın dedesi Hacı
Osman Efendi oradan Çayeli’ne nakletti, Çayeli’nde tepede Harun
Efendi’nin evi olarak andığımız evi kasnak halinde alarak
tamamladı, oraya yerleşti. Çocukları orada yetişti. Hacı Osman
Efendi’nin oğlu, iki kardeş Hacı Haşim Efendi ve Hacı Ahmet
Efendi okumak üzere İstanbul’a gitti. Dedem Hacı Mustafa Efendi
Çayeli’nde kaldı, Eskipazar Mahallesi’nde, kıyıdaki evi
yaptırdı, babamı o evde evlendirdi. Biz o evde yetiştik. Ben
1960 yılında evlendim. Eşim Muazzez Ispartalı’dır, ev hanımıdır.
Bir oğlum, bir torunum var. Oğlum Osman Cem yüksek inşaat
mühendisidir.
Çayeli’nde Kuvay-ı Milliye Beyannamesini okuyan ilk kişi
babanızmış. Ondan biraz bahseder misiniz?
Babam hakimdi. Ayrıca Medrese mezunuydu, din adamıydı. Edirne
Medresesinden müderrislik payesi almıştı. Bir süre İttihat
Terakki Fırkası’na katılmıştı. Mithat Paşa’yı severdi. Hatta
şöyle bir hatırası vardır: Babam, Mithat Paşa’ya ait olan kitabı
her açtığında gözleri yaşarır, “Oğul Mithat boğdular seni”
derdi. Çünkü Abdülhamit Mithat Paşa’yı özel mahkemede önce idama
mahkum ettirmiş, sonra cezasını sürgüne çevirmiş, fakat sürgünde
boğdurmuştu.
Babam Atatürk taraftarıydı. Kuvay-ı Milliye Beyannamesi’ni
Çayeli Camiinde ilk kez o okudu. Bu, onun eseridir. Babam
Çayeli’nden hiç kopmadı. Naiplik, hakimlik yaptı. Bir süre
Oltu’ya gitti. Orada Tapu Tahrir Naipliği, bugünkü deyimiyle
Kadastro Hakimliği yaptı, sonra yine Çayeli’nde çalıştı. Ondan
sonraki hayatını bütünüyle Çayeli’nde geçirdi.
Doğumunuz ülkenin zor dönemlerine rastlıyor. Çocukluğunuza
dair belleğinizde kalan hatıralardan bahseder misiniz?
Doğum tarihim 1915. Çocukluğumun ilk yılları Rus istilasına
rastlar. Önce Mahalle Mektebi’ne gittim, Rize’de Kale
Mahallesi’ndeki camide okudum. Ondan sonra Çayeli’nde Şairler
Köyü’ndeki Mahalle Mektebi’ne devam ettim. Ardından Çayeli
İlkokulu’na başladım. Bu okulda hocalarımız Yelkenci Ali Efendi,
Şevki Bey, İzzet Bey ve Sadık Bey’di. İlk okulu 1929 yılında
bitirdim. O zamanlarda Rize’de okumak bir meseleydi. Bu yüzden
bir sene ara verdim. Bu süre içinde Çayeli Belediyesi yazı
işlerinde çalıştım.
Çayeli Belediyesi’nde mi çalıştınız? Daha o yaşlarda?
O zamanlar Çayeli Belediye Reisi Hacı Maksut Efendi’ydi. Bir gün
Belediye’ye gittim. Hacı Maksut Efendi ile Belediye Katibi Hafız
İsmail Hakkı Bayraktar oturuyorlardı. Hafız İsmail Hakkı
Bayraktar, Belediye Reisi Hacı Mesut Efendi’ye dert yanıyordu:
“Yeni harflerin üstesinden gelemiyorum, ne edeyim?” dedi. Hacı
Mesut Efendi, “Aha, Süleyman, onu al yanına.” diyerek beni
gösterdi. Böylece Çayeli Yazı İşleri’nde çalışmaya başladım.
Hafız İsmail Hakkı Bayraktar söyler, ben yazardım. Aynı zamanda
da o zamanki adıyla arzuhal, bugünkü deyimiyle dilekçe yazardık.
Hafız İsmail Hakkı Bayraktar olmadığı zamanlarda elimdeki
müsveddelere, uygun olana bakar, ona göre yazardım. O zamanlarda
yaşım 14-15 idi. Dilekçe başına 5 kuruş, 7,5 kuruş alırdım.
Böylece para kazanmaya başladım. Bir gün gurbetten gelen
vatandaş bir dilekçe yazdırdı, 25 kuruş verdi. O zamana kadar
aldığım en yüksek paraydı. 25 kuruşa iri olduğu için manda gözü
derlerdi. Bir sene böyle geçti.
Rize Orta Okuluna kaydoluyorsunuz. O dönem eğitimciler
nasıldı?
İkinci sene Rize Orta Okulu’na kaydoldum. O zaman pansiyon yok.
Rize’de halam vardı. Onun yanında kalıyordum. Orta Okul tepede,
Maksut Paşa’nın konağındaydı. Şimdi orası sanırım Kız
Enstitüsü’dür. Yapı ahşaptı, bahçesi vardı. Hocalarımız İsmail
Uğuz Bey, aynı zamanda Okul Müdürü. Türkçe Öğretmeni Sıtkı Can,
Tarih Öğretmeni Enver Kayadeniz, Jimnastik Öğretmeni Mahmut Bey,
Tabiiye Öğretmeni Muhittin Bey, Fransızca Öğretmenimiz önce Esat
Bey, sonra Rıfat Bey. Yine bir öğretmenimiz Vahdi Bey. Ben
Fransızca’yı Arif Bey sayesinde öğrendim. Arif Bey çok
disiplinliydi, çok iyi öğretirdi. Düşünün daha Orta Okul’da iken
Fransızca’dan tercüme yaptım. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü
bitirdiğim zaman Devlet yabancı dil imtihanına girdim ve
imtihanı kazandım. Ondan sonra da kitap tercüme ettim.
Yazın dünyasıyla Orta Okul yıllarında mı tanıştınız?
Evet. Yazı hayatım Orta Okul’da başladı. İsmail Uğuz Bey ve
Sıtkı Bey Rize Vilayet Gazetesi’nde yayımlarlardı. Orta Okul’dan
1933 yılında mezun oldum. Aynı yılın son baharında Trabzon
Lisesi’ne kaydoldum, o zaman Trabzon’da parayla okumak
meseleydi. Bir süre bir akrabanın yanında kaldım. Daha önce
Öğretmen Okulu imtihanına girmiştim. İmtihanı kazanınca Trabzon
Erkek Öğretmen Okulu’na geçtim.
O zaman Trabzon’da ve Rize’de sosyal hayat nasıldı?
Yokluk dünyası. Yollar berbat. İlk yolculuğumda Rize’den
Trabzon’a bir günde geldim. Öğleye kadar Of’a gittik. Orada öğle
yemeğini yedik, akşam Trabzon’a vardık. O zamanlarda en iyi
vasıta kamyonlardı. Kamyonların arka kısmına tahta sıralar
koyarlardı. O tahtalara oturarak seyahat ederdim. Aynı zamanda
motorlar da vardı. O tarihte 29 Ekim’de Rize’ye gidecektim.
Vasıta yoktu, otomobil yoktu. Limana indim. Bir motor var.
Motora bindin. Yağmur başladı. Kaptan beni kamaraya indirdi.
Fakat orada mazot dumanından duramadım, “Aman kaptan ben buradan
çıkayım.” dedim. Dümen başındaki kaptanın yanına gittim, orada
oturdum. Fakat sabaha kadar yağmur sırtımdan geçti. Kaptan
üzerime battaniyeyi örttü. Fakat sabahleyin Rize’de karaya
çıktığım zaman sırılsıklam ıslanmıştım. Bir süre sonra Trabzon’a
gideceğim. Rize’den motorla yola çıktık. Hava güzel. Birden
fırtına başladı, motor yola devam edemedi. Paşa Limanında karaya
çıktık. Motoru kıyıya çektiler. Havanın düzelmesini bekledik.
Motor ne zaman kalkacak, belli değil. Bir saat, iki saat geçti,
hava düzeldi, deniz sakinleşti. Motoru suya attılar. Tekrar yola
çıktık. Sabaha kadar motorda, tahtanın üstünde yattık.
Sabahleyin yine Trabzon’a çıktık.
İkinci sınıfa geçtim. 1934-1935 öğretim yılında Trabzon Öğretmen
Okulu İstanbul’a nakledildi. Haydarpaşa Lisesi’nin bir bölümü
Öğretmen Okulu’na tahsis edildi. İki sene orada okudum.
Burada Son Posta Gazetesinde yayınlanan maceranız var.
Anlatır mısınız?
İkinci senenin sonunda okulda isyan çıkardık, Yemeklerimiz iyi
değil, yatakhane iyi değil diye. İki arkadaşımız öldü. “Vay sıra
bize geldi” diye bir grup arkadaşla birlikte kalktık, gazetelere
gittik. İlk gittiğimiz Cumhuriyet gazetesiydi, derdimizi
anlattık. Yazı İşleri Müdürü olduğunu sandığımız bir yetkili,
“Bakın, son sınıfa geldiniz, okuyun. Bir okulda isyan edenleri
kovdular, sizi de kovarlar.” diye bize öğüt verdi. Fakat tatmin
olmadık. Son Posta Gazetesine gittik. Bizi dinleyen yetkili
söylediklerimizi “Doğruysa çok yazık” başlığı altında sıraladı.
“Yemeklerimiz iyi değil, yatakhane garaj gibi, bakmıyorlar bize.
İki arkadaşımız öldü” diye yazdı.
Ertesi günü arkadaşımızın cenazesi için Kadıköy’de, Osmanağa
Camii’ne gittik. Ölümün sebebi hastalık ama biz o zamana kadar
görmediğimiz demir karyolayı okulda gördük. Benim de sadece bir
portatif karyolam vardı. Yemeklerimiz iyiydi. Fakat gençlik bu.
Kadıköy’de, Osmanağa Camiinin önünde arkadaşımızın cenaze töreni
sırasında bir arkadaşımız Son Posta Gazetesi’ni aldı, yazıyı
gördü. Öteki Müdür Muavinimizin dikkatini çekti. Onlar da
gazeteyi alınca yazıyı gördük. Biz aramızda kesinlikle
söylemeyeceğiz diye karar aldık. Okula döndük. Bir süre sonra
müfettiş geldi, bizi tek tek sorguya çekti. Ben önce inkar
ettim. Sonra öğüt verdiler. Bunun üzerine doğruyu söyledim,
bülbül gibi anlattık. Tahkikat üzerine Fransızca hocamız Yusuf
Cemil Bey, “Bunlar son sınıfa geldi, kovmayalım.” diye şefaat
etti. Bunun üzerine 1936 Nisan ayında bizi Edirne’ye
naklettiler. Gençlik heyecanı, yaptığımız bir şey yok ama o
zamanın şartları böyle. Bir öğrencinin gazeteye gitmesi önemli
bir olay. Macera böyle geçti.
Öğrencilikten sonra askerlik ve çalışma hayatınız...
Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra 1936 yılında askere gittim.
Askerliğimin hazırlık kıtası ve öğrencilik dönemi
Halıcıoğlu’nda Yedek Subay Okulu’nda geçti. Subaylığı
Trabzon’da yaptım. O sırada Gazi Eğitim Enstitüsü’ne gittim. Bu
arada Çayeli’nin Çukurluhoca Köyü İlk Okulu’na öğretmen olarak
tayin edilmiştim. Fakat Gazi Eğitim Enstitüsü’ne girdiğim için
ilkokul öğretmenliği yapmadım. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü
bitirdikten sonra Ankara Bölge Sanat Okulu’na tayin edildim. Bu
arada Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Felsefe Şubesini bitirdim. Üniversiteye girmek, Fransa’ya
giderek Felsefe Doktorası yapmak istedim. İkisi de olmayınca
1946 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ne girdim. 1950 yılında
Fakülte’yi bitirdim, staj yaptıktan sonra avukatlığa başladım.
Bir süre avukatlıkla öğretmenliği bir arada yürüttüm. 1964
yılında Ankara Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu’nda iken kendi
isteğimle emekliye ayrıldım. Ondan sonra avukatlığa devam ettim.
Bu arada kültürel çalışmalarınız ne aşamadadır?
Çok değerli şair, kültür adamı Ahmet Kutsi Tecer, Gazi Eğitim
Enstitüsü’nde hocamızdı. O sırada Ankara Halkevi, “Memleket
Küçük Hikayeleri” başlıklı bir hikaye yarışması açmıştı. Ben
“Soğuksu” başlıklı hikayemle bu yarışmaya katıldım. Hikaye,
Çayeli’nde, Kaptanpaşa yolunda geçiyordu. Bu hikaye ilkin Ankara
Halkevi tarafından Memleket Küçük Hikayeleri başlıklı kitapta
yayınlandı. Sonraları aynı hikayeyi “Kestane Karası” adlı
kitabımda yayınladım. Bu hikayem yarışmada derece kazanan
hikayeler arasında yer aldı. Kutsi Bey beni o hikayemle tanıdı.
Odan sonra asistan gibi Kutsi Bey’in yanında bulundum. Onun için
Kutsi Bey’i daima veli-i nimetin olarak anarım. 1940 yılı son
baharında “Anadili” adlı bir dergi çıkaracaktık. Hatta bu amaçla
geziye çıktım, dergi için hazırlıklı olmaları bakımından
arkadaşlarım Konya’da Cevdet Ekemen, Erzincan’da Sıtkı Mutman ve
Sivas’ta Abdullah Birkan’la görüştüm. Fakat tatil dönüşü 1940
yılında askere alındım. Sarıkamış’a gittim. Giderken Kutsi Bey
bana “Köylü Temsilleri” adlı kitabını verdi, o yolda araştırma
yapmamı istedi. Sarıkamış’ta bulunduğum 14 ay içinde boş
zamanlarımı köyleri, Allahüekber Dağları’nı dolaştım, geniş
ölçüde halk kültürü araştırmaları yaptım.
Bir gün erler bana “İsmail oyun çıkaracak” dediler. Bu deyimi
ilk kez duyuyordum. Akşam koğuşa gittim. Baktım, erler ranzaları
kenara çekmişler. Ortada küçük bir sahne meydana gelmiş. Sonra
İsmail adlı er oyuna başladı. Küçük çapta bir temsil, daha
doğrusu köy tiyatrosu. Bu oyunlar birkaç kez tekrarlandı. Erler
oynarken metinleri yazdım. Böylece “Köy Tiyatrosu” adlı kitap
meydana geldi. Sonra bu metinler Ülkü Dergisi’nde tefrika
halinde yayınlandı. Bunun dışında Sarıkamış’ta yaptığım köy
araştırmaları ve derlemeleri “Sarıkamış’ta Köy Gezileri” ve
“Çıldırlı Aşık İlyas Anlatıyor” başlıklı kitaplarla yayımlandı.
1943 yılında, Ankara’da iki arkadaşım Cevdet Ekemen ve Adli
Kısagün ile birlikte “Kök Dergisi”’ni yayımladık. Ancak bu
derginin birinci sayısını yayımlayabildik, arkasını getiremedik.
Ankara Radyosu’nda 1951-1967 yılları arasında “Köyün Saati”’nde
haftalık, 1957-1960 yıllarında “Eğitim Saati”’nde on beş günde
bir konuşmalar yaptım. Ayrıca Kutsi Bey hocamın yönettiği “Ülkü
Dergisi”’nde sürekli makaleler yayımladım. Bu makalelerin bir
kısmı Rize halk kültürüne ilişkindir.
Halk Kültürü ile ilgili yayınlara ağırlık veriyorsunuz...
Kutsi Bey’in yanında bulunduğum sürece şiir ve romanla birlikte
halk kültürü alanında yayınlar yaptım. Romanlarımdan dördü,
“Seninle”, “Çifte Çamlık”, “Aşka Dönüş” ve “Ağaç Meyve Verince”
kitap halinde yayınlandı. Bunlardan başka “Çalışan Kızlar” ve
“Hayaller ve Hakikatler” adlı iki romanım Zafer Gazetesi’nde
tefrika halinde yayımlandı. Bu iki romanı henüz kitap halinde
yayımlamadım. Bu arada denemelerim var: “İnsanca Bir Dünya” ve
“Atatürk Hakkında Yeni Bir Güneş.” Bir de telif hakları üzerinde
hukuki bir inceleme: “Halk Kültürü Ürünlerinde Telif Hakkı” Türk
Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı’nı kurduktan sonra
halk kültürü alanındaki yayınlara ağırlık verdim. Sadece Rize
halk kültürü üzerine on kitap yayımladım. Gerek bu alanda gerek
inceleme ve seyahat alanında yayınlara devam etmekteyim. “Biz ve
Onlar”, “Dış Geziler” (Çin, Rusya, Portekiz, Doğu Akdeniz
Ülkeleri ve Düşünceler) adlı kitapları bu arada kaydedebilirim.
Fotoğraf ve belgeler Fatih Sultan KAR Koleksiyonundan
alınmıştır.
|