RESİMLER
| |
|
|
| |
|
|

Vakfıbekir gelenek ve görenekler
a) Doğum
Çocuk ailenin devamını
sağlayan bir varlıktır. Yeni evlenen çiftlerin
en az İki yıl içinde çocuk yapmaları beklenir.
İlk çocuğun kız ya da erkek oluşu çok
önemsenmez. Evlendikten sonra İki üç yıl geçtiği
halde çocuk olmamışsa bir takım yollar denenir.
İlk akla gelen yeni gelinin nikâh sırasında
"basılması" ya da erkeğin basılmasıdır. Nikâh
kıyıldıktan sonra gelini ve güvey el ele tutarak
birlikte kalkıp otururlar. Bu hareket sırasında
biri diğerinden erken oturursa diğeri basık
olur, yedi yıl çocukları olmayacağına inanılır.
Bu durumu ortadan kaldırmak için köydeki
kocakarılar tarafından basık ilacı yapılır.
Basık ilacı yapılacak gün için yeni ayın ilk
çarşamba günü beklenir.
Gebelik dönemi kadının en çok korunması gereken
dönemdir. Bu döneme iki canlılık adı verilir.
Gebeliğin önemli bir bölümü "aş örme" dönemidir.
Gebelik döneminin ortasında gebe kadının kime ya
da neye bakarsa çocuğunun ona benzeyeceğine
inanılır. Ailede erkeğin sözünün geçmesi ailenin
devamını baba ocağını tütmesini sağlayacak
olanın erkek çocuk olması erkek çocuğun
istenmesine neden olur.
Gebe kadın yere baktığı sırada kirpikleri gri
renkle görünüyorsa doğacak çocuk kız olur.
İlerlemiş gebelik döneminde gebenin yüzü
güzelleşmiş ise doğacak çocuk kız olur,
çirkinleşmiş ise erkek olur.
Doğumdan sonra kadınlar yeni anneye ziyarete
gelirler. Lohusalık döneminde kadının ya da
çocuğun basılmaması için önlemler alınır. Kırk
güne kadar eve kullanılmamış demir araçlar ve
tartılmış yiyecekler getirilmez. Bebeğe nazar
değmemesi için giysilerine ya da saçlarına nazar
boncuğu takılır.
Lohusaya giderken süt, sütlaç, bir paket lokum,
eğlence (yalancı meme), çocuk için bazı giysiler
götürülür.
Geç yürüyen çocuklarda ayak bağı olduğuna
inanılır. Ayak bağının kestirilmesi için Cuma
günü çocuk caminin kapısına götürülür. Annesinin
en büyük çocuğu (erkek) olan kişi Cuma namazının
cemaat le kılınan bölümünü tamamladıktan sonra
hiç kimseyle konuşmadan dışarıya çıkar. Çocuğun
ayağına bağlanmış bölümünü dışarıya tamamlar.
b) Sünnet
Vakfıkebir yöresinde
sünnete dair herhangi bir tören yapıldığına
rastlanmamıştır. Ancak çocukların sünnet
ettirilmesi İçin muhtelif zamanlarda elinde koca
çantası ile sünnetçiler köyleri geziyordu.
Sünnet ettirilerek çocuklar hazır duruma
getiriliyor, kolları ve bacakları kuvvetli
kişiler tarafından tutulması için önlemler
alınıyor. Hazırlık böylece tamamlanmış oluyordu.
Sünnetçi elindeki ilkel aletlerle sünnet işini
yapıyor. Yaranın üzerine (hayvan dışkısı)
yakılarak kül haline getirilip sürülüyordu.
Kestiği parçayı da çocuğa göstererek duvarın
deliğine soktum, kalktın mı alırsın diyordu.
Çocuk iki gün sonra duvarın deliğinden bu parça
arayıp duruyordu.
Sünnet olan çocuğa entari şeklinde giysiler
giydiriliyordu.
Günümüzde bazı aileler sünnet düğünü yapıyor,
bazıları da doktorlara sünnet ettiriyor.
c) Askerlik
Bölge halkı için askerlik
ve askerlik çağı büyük önem taşır. Bütün
Karadeniz uşakları seve seve giderler askere.
Ancak köylerinden yavuklularından ayrılmaları
çok güç olur. Bunu da biraz imparatorluk
dönemindeki "dönüşü olmayan askere gidiş'in
yarattığı soğukluğa bağlamak gerek. Çünkü o
yıllar ta uzaklara, Yemen'e kadar askere
gidenlerin 7 - 8 yıl askerlik yaptıktan sonra
sağ olarak dönenlerin anlattıkları acı
yaşantıları bugünün gençlerine değin gelir.
Asker ettiler beni
Kuram çikdi Yemen'e
Sol taraftan vuruldum
Kanım akdi çümene
Askerliği yaklaşan gençler, genellikle iki üç ay
önceden işi gücü bırakır; bir yandan dinlenir,
bir yandan da eşi dostu ziyaret ederek
vedalaşırlar. Derken sevk günü gelip çatar.
Konu-komşu hısım-akraba, eş-dost son gece askere
gidecek gençlerin evlerinde toplanırlar.
Askerlik üzerine fıkralar, öyküler, anılar,
destanlar türküler söylenir, dinlenir. Öğütler
verilir. Kadınlar da ayrı bir odada "dertleşir"
bir köylünün deyimiyle "Asker anasına yürek
serinliği verilir."
Ertesi gün, asker adayları bunların
uğurlayıcıları, köyün kasa¬banın elverişli
bin/erinde toplanırlar. Kemence ya da davul
zurna çalmağa, uşaklar oynamaya başlar.
Tabancalar boşaltılır, dinamitler patlatırlar.
Mavzer tüfekler de atılır. Türkülerle takılmalar
düzenfi şekilde yakılan mermiler giderek
donanmaya dönüşmesi, bunu; kucaklaşıp öpüşme,
helâllaşma sahnesi izler. Analar, babalar,
yavuklular gözleri yaşlı bakakalırlar. Gönül
gönül kopup giden gençlerin ardından, Özellikle
yavuklusu bulunanların "sevdalık edenler" in
ayrılıkları güç olur. Sevdalı olanlar
sevdalarına türkü atarlar.
Asker ettiler beni
Toğri surdiler Van'a
Yok midur benim yarim
Ağlasun yana yana
Ağlama sevduceğim
Ağladuyusun beni
Kirsâm kara toprağa
Kene onulmam seni...
Yaşlıların, hacı-hocaların dualarıyla askerler
selametlenir.
Analar oğullarının arkalarından su dökerler, tez
dönsünler diye.
Gençlerin askere gidişlerinde olduğu gibi
dönüşlerinde de şenlik ve donanma yapılır.
Askerin gelişi, koy içinde, ilkin birkaç el
tabanca atışı ile duyrulur. Sonra köyün değişik
yerlerinde mermiler yakılmağa başlar. Bu arada
coşkunluktan sevinçten haykırmalar olur.
Tanıdıklar yakınları, askere hoş-beşe giderler.
Askerlik önemli bir geçittir. Temelli bir iş
tutmak, Allah'ın emri, peygamberin kavliyle
evlenip yuva kurmak, genellikle bundan sonraya
bırakılmak istenir. Askerliğini yapmayana sen
daha "uşaksın" adam olamadın denir.
d) Evlenme
Beşik kertmesi bundan 30-40
yıl Önceleri vardır. Çocuklar daha beşikte iken
babaları, anneleri tarafından birbirlerine söz
kesilerek beşikleri işaretlenirdi. Şimdi ise
böyle bir olaya rastlanmamaktadır.
Gençler askerliklerini yaptıktan sonra
evlendirilmeleri yeğ tutulur. Bununla birlikte
daha askerlik çağına girmeden genellikle 17-18
yaşlarında evlenenler çoğunluktadır. Bu
evlenmelerde çeşitli ekonomik nedenler
(yalnızlık, erkek çocuk yetiştirip aileyi
güçlendirme, gurbete giden gençlerin yerlerine
çalışabilecek bir kimse bırakmak istemeleri vs.)
rol oynadığı gibi, "kız kaçırma" (anne ve
babaların izni dışındaki evlenmelerdin de etkisi
vardır.
Evlenmelerin kimisi ana-babanın seçimine göre
yapılır, kimisi de oğlanla kızın İsteğine
uyulur. 20-25 yıl önceleri gelini de damadı da
olup biterdi. Genellikle oğlanla kızın görüşleri
alınmazdı. Bir baba kızını köre topala da verse
gitmem diyemezdi. Elbette babasının bir bildiği
vardı. Böyle düşünülürdü.
Çocuk evlendirmedeki bu tutum, bir takım
tarihsel ve toplumsal (dinsel, töresel, ekonomik
vb.) nedenlere dayanmaktadır. Özellikle köylerde
kız ve oğlan babalar çocuklarına eş seçerler.
Daha çok ailelerin soylu, varlıklı, çiftlerinde
işe dayanıklı boylu, boslu, saygılı, oturaklı
olarak uyuşmaları, anlaşarak mutlu bir yuva
kurup kuramayacakları düşünülmez. Bundan başka
aile birliğini bozulmaması toprağın çok
bölünmemesi nedeniyle yapılan akraba içi
evlenmelerin de etkisi vardır.
Şimdiler de genellikle oğlanla kıza eş seçme
hakkı tanınıyor. Bununla birlikte oğlanın
isteğine uyulduğu ölçüde kızın isteğine
uyulmuyor. Bir başka deyişle, oğlan evleneceği
kızı kendi beğenip seçebiliyor, kızlara eş
seçmede bu tip bir özgürlük tanınmıyor. Ancak
istemedikleri bir kişiye de verilmiyorlar.
Önceleri kızla oğlan birbirini pek görmezlerdi.
Görüşme törece yasak sayılırdı. Son yıllarda bu
engel iyiden iyiye aşılmştır. Şimdi kızla oğlan
birbirlerini görüyor ve çoğu kez de sevişerek
evleniyorlar.
Kız oğlan; düğünlerde, derneklerde, tarlalarda,
fındık bahçelerin¬de, ırgat ve meçi (imece)lerde,
yaylalarda birbirlerini görürler. Oğlan anlamlı
bakışlarla ilk İşareti verdikten sonra türkü ile
sevgisini-açığa vurur.
Ormanda karayılan
Atam arar yemeye
Kız sağa sevdalıyım
Utanırım temeye
Kız sevse de karşılık vermez. Bu sataşmaya oğlan
yine devam eder.
İki kemi yanyana
Temiratti limana
Yalvarıyırım sağa
Kel imana imana
Kız ses çıkmaz. Bu aldırmazlığa kızan uşak şöyle
devam eder:
Kiderim ben ormana
Tallarini kırarım
Bi kün olur sari kız
Hallarinİ sorarım
Gerçekten seven bir uşak kolay kolay vazgeçmez.
Kızın soyunu sopunu, huyunu-suyunu araştırır.
Ailesin de durumu haber alınca aynı araştırmayı
yapar. Sonunda bu kız bize yarar kanısına
varırlarsa, kız istemeye giderler.
Kız istemeye gidenlere bu yörede "Düngüncü"
adını verirler. Kız ailesinin durumuna göre kız
istemeye ya doğrudan ya da köyün ileri
gelenlerinin birinin Öncülüğünde gidilir. Bir
kızı istemek üzere ilk söze başlamak gibi,
bunlara karşılık vermekte çok güçtür. Bunu
belirtmek üzere bir köylü "İsdiyenler, sözi
döndurur dolaştırır bozakıran, kız babası da
ocağun küllerini karıştırır durur” der.
Genellikle şöyle başlanır söze; Allah'ın emri,
peygamberin kavliyle kızınız ... yi, oğlumuz ...
ya istiyoruz. Kızın babası hemen karşılık
vermez. Şu yolda sözler söyler çoğu kez: Bir
düşünelim, kıza soralım, nasip kısmet Allah
yazdıysa ne denir. Sonra kesin söz söyleyeceği
zamanı bildirir. Bu ilk gecede kesin sözler
dışında olumlu ya da olumsuz herhangi bir sonuca
varılmadan dağılınır. Bu arada şunu da belirtmek
gerekir. Kız kendisini istemeye geldiklerini
biliyorsa, hiç bir zaman düngürcülerin karşısına
çıkmaz. Çıkarsa saygısızlık sayılır.
Bu arada oğlanla kız gizlice görüşür.
Birbirlerini yadigâr verirler. Oğlan mendil
verir. Kız saçlarından bir tutam verir. Yadigar
alınıp verildikten sonra kız artık babasına
sormaz. Yadigar alınıp verildiğinde oğlan kaleyi
içten fethetmiş olur. Düngürcüler kız evine
ikinci kez ümitli giderler. İkinci kez konu
açıldığında bazı kız babaları konuyu uzatmadan
"He" der bazı kız babaları kolay "He" demezler.
Ancak "He" dedirtmek için direnir sonunda
başarırlar.
Bundan sonra kız babasının istekleri üzerine
durulur. BAŞLIK adı altında kız babasına
verilecek para üzerinde konuşulur. Önceleri
mutlaka başlık parası alınırdı. Yörenin ekonomik
sıkıntıları nedeniyle gençler başlık parasını
kazanmak için gurbete çıkarlardı. Bu konuyu da
içleri yana yana bir türkü ile belirtirlerdi.
Sevdalık kötü maraz
Yürek yakar can almaz
Sevda halinden bilen
Kızından para almaz.
Günümüzde böyle bir para pek nadir alınmaktadır.
Söz kesilirken nişanın ya da düğünün ne zaman
yapılacağı konuşulur. Çoğunlukla kıza alınanlar;
entari, yaşmak, peştemal, ayakkabı, küpe, gümüş
kemer, ayrıca zenginler kızın anasına babasına
çamaşır çıkarırlar. Söz kesme işinde ayrıca
alınacak ziynet eşyası konuşulur. Ziynet
eşyaları genellikle bilezik, hasır bilezik, üç
kat kordon bir bütün küpe, saat olur.
Bu eşyalar üzerinde anlaşma yapılır. Kız evinde
ayrılırken kızın alındığını İlan etmek için bir
kaç tel tabanca atılır. Nişanlanma işi ailenin
ekonomik yapısına bağlıdır. Eğer ailenin durumu
evlenme masraflarını karşılayacak seviyede
değilse nişan yapılır. Para kazanmak için
gurbete gidilir. Oğlan tarafı zengin ise çok
bekletmeden kızı alır.
Nişanlılık döneminde kızla oğlanın gezmesi
yasaktır. Günümüzde ise bu yasaklama çok az
görülmekte. Oğlan kızın ailesinden İzin alarak
nişanlısı ile gezebilmektedir. Gerçek olan şu
ki, eski geleneklerden yavaş yavaş
vazgeçilmekte, sert ve katı kurallara son
verilmektedir.
e) Düğün
Bölgede düğünler daha çok
güz yada kış mevsiminde yapılır. Bunun ekonomik
ve toplumsal nedenleri var. Güzün fındık ve
diğer ürünlerden para sağlandığı gibi
yaylacılarında dönüş zamanıdır. Kışında
genellikle gurbetçiler evlerine dönerler.
Düğün zamanı gelince, kız ve oğlan aileleri
birlikte gelinlik, güveylik, bakır v.b. almaya
giderler. Buna yöremizde "Urbaya gitme" denir.
Urbaya gidildiğinde kıza sandık giysileriyle
altını ve ne varsa alınır tamamlanır. Bu arada
ev eşyası da alınır. Bir araba tutulur. Arabaya
havlular takılarak süs yapılır. Her gören bunun
"urba" arabası olduğunu anlar. Ayrıca kızın
anasına süt hakkı olarak entari, erkek
kardeşleriyle amca ve dayılarına ayakkabı kız
kardeşleriyle hala ve teyzelerine entarilik,
eteklik, basma ya da yazma, kına alınırdı.
Düğün eskiden perşembe günleri yapılırdı. Şimdi
ise pazar günleri yapılmaktadır. Düğünde biri
gece biri gündüz olmak üzere iki şenlik yapılır.
Cumartesi gecesi yapılan şenliğe "kına gecesi"
pazar günü yapılan yenliğe "Orta düğünü, büyük
düğün" adı verilir
Kına Gecesi
Cumartesiyi Pazara bağlayan
gece (Asıl düğün gününden bir önceki gece)
kızlar, kadınlar kız evinde toplanırlar.
Birbirlerine türkü atar, horon oynar, çalıp
çağırarak gece geç saatlere kadar eğlenirler.
Gelin ortada bir koltuk ya da, bir sandalyede
oturur. Yüzü bir tülbentle örtülür. Gelinin yanı
başına annesini oturturlar. Gelinin eline kına
koyma işini onun yakını nikahlı bir kadın yapar.
Kınadan sonra gelinin ellerini bağlarlar.
Geline türküler söylenir. Gelin ağlamaya başlar.
Daha sonra türkü söylemeye son verilir. Geline
armağanlar toplanır. (Hani gelinin kaynanası,
görümcesi, halası, teyzesi, dayı karıları)
getirsinler armağanlarını "Eşarp, yaşmak, altın
vb." ardından gönlünden coşan herkes katılır
armağan vermeye. Kadın-kız, kınalama, geleni
ağlatma, armağan toplama işi bittikten sonra bir
nöbet oynar ve dağılırlar.
Düğün Günü
Düğün günü oğlan evinde
toplanılır. Günün erken saatlerinde davul zurna
ya da kemence çalmağa, düğüncüler bölük bölük
oğlan evine akmağa başlar. Her topluluğun önünde
önemli bir kişi bulunur. Topluluk onun
işaretlerine göre yürür, "atın" dedi mi birden
silahlar çekilir ve boşaltılır. Mermi mermiyi
bilir havada.
Bu öncü düğün yerine yaklaşıncaya bölüğünü
durdurur. Birer şarjör daha boşaltılır. Bu atış
gelen var, horonu durdurun, karşılama anlamına
gelir. Gerçekten horon bir ara durur. Çalgıcılar
gelenleri karşılar. Öncü çalgıcıların cebine
yara kor (bahşiş) ya da alnına yapıştırır. Her
iki taraf çok mermi yakar. Hoşbeşten sonra
gelenlerin bir kısmı oturur bir kısmı da hemen
horona girer. Yeni gelenlerin hepsi böyle bir
törenle karşılanır.
Düğün günü şenlikler açık havada, genişçe bir
düzlükte yapılır. Köyün kadınları yüksekçe bir
yerden horon oynayanları seyrederler. Öğle
saatlerine kadar horon oynama işi devam eder.
Öğle vaktinden sonra güveyi traşa oturur.
Güveyi odada çalgı ile giydirilir. Bir öncü
tarafından (sağdıç) kolundan tutularak meydanda
hazırlanmış koltuğa oturtulur. Berberin traş
takımları bir sininin üzerindedir. Berber
güveyinin yüzünü sabunlar. Usturayı alır,
güveyinin favorisine tutar ve bağırmaya başlar
Us¬tura kesmeyi der. Sağdan soldan hani bunun "Babaluğu"
derler. Berber bahşiş isteyi. Babası, anası,
amcası, dayısı bütün yakınları ve davetliler tek
tek bahşiş verirler.
Bahşiş veren bir şarjör mermi boşaltır. Bahşiş
işi bittikten sonra berber traşı tamamlar. Traşı
biten güveyi büyüklerin elini öper. Horona girer
bir İki horonda döner. Sonra güveyi alıp
götürürler. Güveyi traşı bittikten sonra
sofralar hazırlanır. Önce erkekler ve misafir
olanlar yedirilir. Daha sonra kadınlar
yedirilir, ayrıca bir çocuk sofrası hazırlanır.
Çocuk sofraları çok ilginçtir. Bu sofralara
genellikle katı yemekler konur. Bütün çocuklar
birden tabağa elleriyle hücum ederler. Bir
kargaşadır gider. Düğüne gelenlerin tümü
özellikle çocuk sofralarını seyrederler.
Kahkahalarla katıla katıla gülerler.
Yemekten sonra, davullu zurnalı, kemençeli çala
çağıra ata tuta gelin almağa giderler. Erkekler
önde, kadınlar arkada bir alay halinde yürürler.
Buna gelin alayı denir. Gelin alayı yaklaşınca
kız tarafı karşılamaya çıkar. Yine karşılıklı
atmalar olur. Birlikte horon oynanır. Oyundan
sorra çalgıcılar kapıya yaklaşır ve ağlama
havası çalarlar. Kız tarafını ağlatırlar. Bu
sırada kaynata kaynana gelini almak için odanın
kapısına yaklaşırlar. Ancak kapı açılmaz.
Özellikle kızın erkek kardeş' kapı parası ister.
Kaynata kapı aralığından İstenilen parayı verir.
Böylece kapı açılır. Gelin odasından çıkarılır.
Kapıda hazır bekleyen ata bindirilir. Gelin atı
Özel olarak süslenir. Gelin atı önde, düğüne
katılanlar arkada, ata ata oynaya oynaya oğlan
evine gelirler. Ancak yolda giderken gençler
tarafından yol kesilir. Oğlan tarafından yo!
kesme parası istenir. Oğlan tarafı yol kesenlere
parayı vererek yolu açtırır. Yol kesme olayı
oğlan evine kadar sık sık tekrarlanır.
Gelin oğlan evinin kapısına geldiğinde damat
kapıya gelir gelinin başına bir tabakla bozuk
para ya da şeker döker. Küçük çocuklar dökülen
bu paraları ya da şekerlen toplarlar. Güveyi bir
şarjör mermi atar. Sonra gelinin koluna girer,
buna "koltuk yapma" denir. Gelini odaya götürür.
Gelinin erkek kardeşi hemen sandığın üzerinde
oturur. Bu oturma bahşiş isteme anlamına gelir.
Kaynana ona bahşiş verir ve onu kaldırarak
gelini oturtur. Gelinin kucağına bir erkek çocuk
verirler, erkek doğursun diye. (Çünkü yörede
erkek çocuğa verilen değer Çok büyüktür.) Bundan
sonra biraz daha eğlence yapılır herkes dağılır.
Hava karardıktan sonra önceden konuşulan hoca
gelir İmam nikahı yapılır. Çoğu kez imam nikahı
gürbüz bir aşlamanın (aşılanmış ağaç) dibinde
yapılır, sağlıklı ve iyi huylu çocuklar doğursun
diye. Nikahta şerbet dağıtılır, bu şerbetten
gelin ile güveyi içerler. Şerbet içerken güveyi
gelinin ayağına basarsa onun sözü geçerli olur,
İnancı yaygındır. Şerbet içildikten sonra düğün
tamamlanmış olur. Yalnız o gece ev boşaltılır.
Evde sadece gelin güveyi kalır. Bir ya da iki
kişi evin çevresinde bekletilir. Buna güveyi
bekleme denilir. Güveyi gerdeğe girdikten sonra
bekleyenlere haber verir, onlarda evlerine
giderler.
Görüşme Düğünü
Düğünden en az yedi gün
sonra gelinle damat kız babası tarafından
çağırılır. Bu çağırıya yakın akrabalar da
iştirak ederler. Toplu halde kız evine giderler.
Bu gidiş genellikle akşam saatlerinde olur. Eve
vardıklarında kaynata, kaynana kızın yakın
akrabaları düzenli bir şekilde oturmuş hazır
halde beklerler. Damat önde kız arkada sırayla
herkesin elini öperler. Hoşbeş edilir. Hal hatır
sorulduktan sonra yemek sofraları hazırlanır,
özellikle damatın bulunduğu sofraya belli
kişiler oturur. Sofraya önce çorba konulur, hiç
kimse çorbaya uzanmaz. Oturanlardan birisi
çorbanın tadına tuzuna bakayım diyerek bir kaşık
alır ağzına götürür, bu çorbanın tadı tuzu yok
diyerek yüzünü kırıştırır, damat ısrarlara
rağmen çorbaya uzanmaz. Onun vekili olarak
çorbaya ilk uzanan çorbanın tadını tuzunu
ayarlayın ondan sonra damat yesin diye
konuşmasının sürdürür. Bu olaya "Damat Küstü"
denir. Kızın babasından bahşiş isteniyor
anlamına gelir. Çorbanın tadı tuzu verilen
parayla ancak yerine getirilir. Yeteri kadar
para verildiğine kanaat edilirse hep beraber
çorba içilir. Gelen tüm yemekler yenir.
Sofra kalkmadan hiç kimse sofradan kalkamaz. Kız
tarafından bir temsilci sofrayı kaldırmak için
gelir, elini sofraya tutar geriye doğru yatarak
sürekli hamle yaparak çeker, bir anda elini
bırakır ve arkaya düşer. Yahu, bu sofra ne kadar
ağırmış bir türlü kalkmıyor der. Bunun anlamı;
sofraya oturan damat tarafının bahşiş vererek
sofrayı hafifletmesidir. Sofranın kaldırılması
işi sofrayı hafifletecek paranın verilmesine
kadar sürer. Yeteri kadar para verildi mi, sofra
hafifler ve kaldırılır. Böylece görüşme düğünü
de tamamlanır.
f) Ölüm
Ölüm olaylarının biçimi ne
olursa olsun cenaze töreni düzenlenir. Kişi
öğleden önce can vermiş ise aynı gün gömülür,
ancak genellikle cenaze töreni ve ölüyü gömme
bir gün sonraya bırakılır.
Ölüye ağlama işini genellikle kadınlar yürütür.
Ağıt yakan ağıtçılar bir yandan ölünün çeşitli
eşyalarını gösterirken bir yandan da onun
çeşitli huylarını ve özelliklerini anlatırlar.
Mezar taşları mermerden ya da yontulmaya
elverişli taşlardan yapılır. Mezar taşlarının
yöresel bir özelliği de mezar taşlarına tabanca
ve tüfek resimlerinin yapılmasıdır.
g) Batıl İnançlar
1- Boş beşik sallanırsa
çocuğun karnı ağrır.
2- Mayıs'ın 7 sinde (Miladi 20 Mayıs), deniz
suyu ile yıkananlar kayığa binenler,
yakalandıkları hastalıklardan kurtulurlar.
3- Hamile kadın bilmeden bıçak üzerine oturursa
erkek çocuk doğurur.
4- Lohusa kadına tükürülürse sütü kesilir.
5- Ayrı evlerdeki ayran ya da sütler birbirine
karıştırılırsa yayık bozulur.
6- Sacayak boş olarak yanan ateşte bırakılırsa,
ölü suyu bekler.
7- Hamile kadın, karaciğer yerken ciğer parçası
neresine sürülürse doğacak çocuğun orasında ben
olur.
8- Akşamdan sonra öten horoz uğursuz sayılır.
Kafası kesilir.
9- Baykuş, e\'in bacasında öterse uğursuzluk
getirdiğine inanılır.
10- Gece köpek ulursa, çevrede ölü var denir.
h) Kocakarı İlaçları
Baş Ağrısı: Baş ağrısı
olanlar çevredeki hocalara giderek okunurlar.
Nefesinin iyi geldiğine, baş ağrısını geçtiğine
inanılır.
Çıban: Çıbanların olgunlaşıp boşalmaları için
üzerine damarotu (Lapaza) denilen geniş yapraklı
bir ot konulur.
Yaralar: Yaraların erken iyileşmesi için üzerine
çam ağacı zifti sarılır.
Kanama: Kesik ya da sıyrıklar sonucu meydana
gelen kanamaları durdurmak için yaraya ovat
yaprağı (Böğürtlen), tütün ve sigara külü
bastırılır.
Sarılık: Sarılığa yakalanan hastanın ustura ile
damak, el ve ayak tırnaklarının dipleri kesilir.
Uyuz: Uyuza yakalanan hastanın kükürt, yumurta,
tereyağı ve zeytin yağı karıştırılarak
hazırlanan ilaç vücuda sürülür.
Türkülerimiz
Vakfıkebir yöresinde
söylenen türküler, mani özelliği taşır. Maniler,
en yaygın halk şiiri türüdür. Genellikle dize ve
her dize yedi hecedir. Manilerin, genellike
üçüncü dizeleri serbest, diğer üç dize kendi
arasında uyaklıdır. Halk edebiyatında sözlü
ürünleri olan manilerin söyleyeni belli
değildir. Ağızdan ağıza dolaşarak günümüze kadar
gelmişlerdir. Uyak yapısı iki biçimdedir. En çok
görülen uyak; a-a-b-a biçimindedir, ikinci tür
uyak Ölçüsü de, a-b-c-d biçimindedir. Türküler,
hemen hemen her fırsatta söylenir, belirli bir
coşkunluk özlemle ayrılır gibi duygular
türkülerle açığa vurulur. Türkülerin önemli bir
bölümü sevda üstüne söylenmiştir.
Örnek :
Yayla çümenlerinde
Sallanır da gezersin
Yedi türli çiçek var
Hangisine benzersin
Sarmaşık bilbilleri
Yiyeyim o dilleri
Açti yeşil yapraklar
Tam sevdaluk günleri
Gel bakalum aynaya
Bakıp güzellenelım
E kız nenen keliyi
Nereye güzlen elim
Karadeniz türkülerinin kimileri dörtten çok
dizeli olarak karşımıza çıkar.
Örnek :
En dereye dereye
Al dereden taşlari
Cebimdedir cebimde
Sevduğumun saçlari
İnanmasan gelda bak
Görünuyi uçları
Tabancanın yaninda
Bi da piçak olacak
Delikanlı olanın
İki yari olacak
Birisi darilan da Ebiri sarilacak
|
|
VAKFIKEBİR, Fol deresi,
Vakf-ı kebir, Vakfıkebirliler, Trabzon,
| |