Batı Karadeniz Bölgesinde
geleneksel köy düğünleri ve Küre Dağları gezisi

Yüreğimizde keyifli bir telaş, elimizde düğün
davetiyesi Karadeniz sahilinde, Amasra’dan
doğuya, Küre Dağları boyunca gökkuşağının
renklerini takip ediyoruz.
Yol boyunca bizi sarıp
sarmalayan doğanın coşkusuna bakılırsa tek
davetli biz değiliz. Anlaşılan Karadeniz’in
mavisiyle, dağların yeşili de davetliler
arasında.
Yola çıktığımızdan beri, evdeki hesapla
Karadeniz arasında bir uyuşmazlıktır gidiyor.
Her tepe ardında, mavi-yeşil bir koyak gizliyor.
Bir yanımızda Batı Karadeniz dağlarının heybetli
görüntüsü, öbür yanımızda denizin barışcıl
esintisi. Deniz, kocaman mavi gövdesiyle Gideros
Koyu’nun kaya kapılarını zorluyor. Ak köpüklü
dalgalar güçlü kollarını kıyıdaki yeşile
uzatmış. Beyaz bulutların arasında iki martının
beyaz çığlıkları. Tepedeki düzlükte oynayan
çocukların sesleri, balıkçı teknesindeki pancar
motorun patırtısına karışıyor. Bunca karmaşaya
rağmen, Gideros Koyu’nda huzur egemen.
Batı kıyıda küçük bir plaj, doğu ucunda bir iki
restoran var. Kabarık hesaplı butik lezzetler
yerine, günlük hayatın köşelerine sıkışmış,
doğanın sürpriz tadlarını sunan mütevazi
mutfaklar. Tekir tavası ve fasulye turşulu
salatası pek ünlü. Biz, özlediğimiz mısırunlu
hamsi tavanın peşindeyiz.

GİDEROS’TAN CİDE’YE
Gideros’un tadı henüz damağımızdayken, bu sefer
Cide’yle karşılaşıyoruz. Cide’nin upuzun
kumsalına serilen deniz, uzaktan rengârenk
hünerlerini sergiliyor. Yaz olsa sahilde
çadırlamanın ayrı bir tadı olurdu. Cide’den
sonra da dağlara vurup,
Şenpazar-Azdavay-Pınarbaşı rotası. Şoförün işi
zor. En büyük tehlike gözünüzü alamadığınız
manzara. İnsanın gözü, kâh vadiye sıkışmış bir
bulut kümesine, kâh ağacın endamıyla anıtlaşan
ahşap evlere, kâh dik yamaçlarda durmaksızın
çalışan insanlara takılıyor.
Artık, Küre Dağları Ekoturizm Proje
Alanı’ndayız. Avrupa’nın en yaşlı doğal
ormanları burada. Küre Dağları Milli Park
Alanı’nda (KDMP) yer alan 675 bitkiden 109’unun,
132 memeliden 40’ının (bu türler vaşak,
susamuru, geyik ve karaca gibi soyu tehlike
altındaki hayvanları da içeriyor), 454 kuş
türünden 129’unun sadece bu bölgeye özgü
özellikler taşıdığını unutmamalı. Park, ‘Vahşi
Cennet’ tanımlamasını hak ediyor.

KAŞIKÇILAR ÇOKTAN ŞİMŞİRLERİ DİKMİŞLER
Koca çınarlarına ve yoldan zorlukla seçilen eski
ahşap evlerine hayran kaldığımız bir köye
dalıveriyoruz. Bu bölge, şimşir kaşık yapımının
yoğun olduğu yerlerden. Kaşık der demez, bizi
kaşıkçıya yönlendiriyorlar. Harmangeriş Köyü’nde
kaşıkçıların konuğu oluyoruz. Geçerken uğradık
deyimi, ballı cevizli bir çay masasına ve demli
sohbete dönüşüveriyor. Kaşıkçılık dededen toruna
geçiyor. Soyu tükenmekte olan şimşirden
vazgeçmek istiyorlar ama ellerine de, mutfaklara
da pek yakıştığının farkındalar. Kayın
kullanmaya başlamışlarsa da, çaba ve hünerlerini
daha iyi gösteren şimşirden nasıl
vazgeçeceklerini kara kara düşünüyorlar. Sohbete
doyamadan yola koyuluyoruz. Bir de kestirme yol
tarifi alıyoruz şimşir kaşıkçılarından.
Deretekeli Köyü’nün bitimindeki köprüden önceki
sapaktan Azdavay yoluna dalıyoruz. Ve olanlar
oluyor…
KIRMIZI, TURUNCU VE MOR DÜŞLER DİYARI
Endamı güzel ahşap evlere bir de, tarlalarında
rengârenk kıyafetleri ile çalışan köylü
kadınlar, genç kızlar ekleniyor. Rengârenk deyip
geçmemeli. İçinde sarının, turuncunun coşkusu,
kırmızının gücü, morun, eflatunun gizemi, tüm
renklerin ve doğanın sevinci var. Güneşin yedi
rengi, çiçek, yaprak motifleriyle oluşan ışık
lekelerinde harman olmuş. Kıyafetlerde ışık ve
renk şöleni almış başını gidiyor. Biri kuzuların
başında çoban, biri traktöre buğday yüklüyor.
Geçenlerde bir modacı arkadaş “turuncuyu yeni
keşfettik” diyordu. Bu topraklara gelebilseler
neler kaçırdıklarını fark edecekler oysa.
Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan düğüne
yetişme telaşı başlıyor. Akşam olmadan
Pınarbaşı’na yetişmek için koşturuyoruz.
AZDAVAY’DAN PINARBAŞI’NA
Azdavay’dan 23 kilometre sonra, bir tepenin
ardından batmakta olan güneşin altında Pınarbaşı
görünüyor. Bizi ilk karşılayan ise Paşa Konağı
oluyor. Bu iki yüzyıllık ağaç konağın alçak
gönüllü görüntüsü, zarif mimarisiyle kalbimizi
çalıveriyor. Bir yapıda, ağacın eve dönüşmesi bu
kadar kolay görülebilir mi? İki katlı büyükçe
bir yapı bu kadar doğadan yana tavır alabilir
mi? Ya dokuma perdelerin güzelliği!
Paşa Konağı bölgede turizmin sembolü olmuş.
Konak yedi yıl önce, deyim yerindeyse yakacak
odun fiyatına satışa çıkarılınca, örnek bir
vali, kaymakam ve sivil işbirliğiyle işe
girişilmiş. Ve konak restore edilmiş. Sonra da
on üç ortaklı bir şirket tarafından kiralanmış.
Bölgedeki turizm seferberliği, iyi bir sivil
öncülük ve işbirliği örneği. Buradaki turizm bol
yıldızlı otellerdeki tatillerden farklı şeyler
sunuyor. Doğanın taze kanını damarlarınıza
aktaracak türden. Konakta bir gece, tüm
yorgunluğumuzu alıveriyor.
Sabah, gün ışıkları dokuma perdelerin dantelleri
arasından süzülüp bizi yeni güne uyandırıyor.
Ballı kaymaklı kahvaltıdan sonra rota; Ekoturizm
Projesi’nde pilot köy seçilen Zümrüt Köy.
EKOTURİSTLERİN GÖZDESİ, ZÜMRÜT KÖY
Zümrüt’ün yolu Azdavay-Şenpazar arasında,
ormanın kalbinden geçiyor. Altı kilometresi
stabilize olan yolda göknarlar, kayınlar,
şimşirler, meşeler, gürgenler, akçaağaçlar,
porsuklar, ıhlamurlar, kestaneler yoldaşlık
ediyor. Zaten Zümrüt Köy de onların bir parçası.
Yıllar boyu ormanla dost yaşamayı, yarenlik
etmeyi becermiş, güleryüzlü misafirperver
insanların yurdu olmuş. Köy doğasıyla, insanıyla
ekoturizmin gözdesi olmaya aday. Yüzyıllardır
renkli ışık demetlerinden oluşan geleneksel
‘fistan’larını giyen kadınlar, doğanın
büyüleyici görüntüsüyle uyum içerisindeler.
Özellikle orman köylerinde yaşayan kadınların
çoğunun tercih ettiği sarı, yeşil ve mor
renklerden oluşan ‘fistan’ Pınarbaşı ve
Azdavay’a özgü. ‘Bekâr', ‘gelin’ ve ‘evli
kadınlar’ için farklı özelliklere sahip olan
fistanlar beş parçadan oluşuyor. Günlük,
bayramlık ve düğünler için ayrı giyilen
kıyafetler, ‘yelek', ‘kuşak', ‘önlük', ‘şalvar’
ve ‘boncuklu takke’den oluşuyor. Renkleri ve
coşkusunu, iç içe yaşadığı dağlardan,
ormanlardan, çiçeklerden almış.
KÖY DÜĞÜNLERİNDE DAVETİYE SORULMAZ
Damat evinin hakçıları at üstünde uzaktan
gözüküyor. İki hakçı da köyün 50’leri devirmiş
analarından. Ama ata öyle bir binişleri var ki,
gençlere taş çıkartıyorlar dersiniz! Hakçılar,
tanınmamak için yüzlerini geleneksel örtüleriyle
örtüyorlar. İşleri zor; çünkü kız evinde damadın
haklarını koruyacaklar. Çünkü kız evi, bilindiği
üzere naz evi. Gelin de, kırmızı ayyıldız
işlemeli duvağıyla atına binip “Ya nasip” diyor.
Ardında çeyiz sandıkları. Damat evinde şenlik
büyüyor. Köy meydanında, davullar zurnalar
köçeklere eşlik ediyor. Karadeniz’in mavi göğü
ve Küre Dağları’nın deli yeşili de davetliler
arasında. Köydeki bahar havasına, evlenecek
çiftin umut ve neşesi de ekleniyor.
Umut ve neşe bu topraklarda ekmeğinize katık
oluyor. Davet beklemeye gerek yok. Bu yüce
gönüllü insanların ülkesinde, köy düğünlerinde
davetiye sorulmaz
YAZI-FOTO: FARUK ÜRÜNDÜL,
skylife