PONTOS MESELESİ (1912- 1923)
Stefanos Yerasimos
Günümüzde Pontus sorunundan
sözedilmesi, uzun birr geçmişi olan Türk -Yunan anlaşmazlığına,
birbirleriyle bağdaştırılması olanaksız iki görüş daha eklemekten başka
bir işe yaramamaktadır. Türklere göre sorun, Yunanlıların emperyalist
megalomanyıklarının yol açtığı ve dolayısıyla hak ettiği akibete varan
bir yanılgıdan ibarettir. Yunanlılara göre ise Yunan soyunun Türklerin
barbarlığı sonucu katlanmak zorunda kaldığı büyük acılardan bir
başkasıdır. İki tarafın tek anlaştıkları nokta, olaylara olguların
incelenmesini önleyen kalıpçı bir bakışla yaklaşılmasıdır. Bu yüzden
sorunun bugüne dek gerçekten incelendiğini söylemek olanaksızdır. Oysa,
Pontus meselesinin, Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında patlak
veren ulus çatışmaları çerçevesinde, pek çok nedenle, örnek değeri
taşıyan bir olay olduğunu düşünmek mümkündür. Zaman ve mekan yönlerinden
sınırlı oluşu, çerçevesinin çizilmesini kolaylaştırmaktadır. Geniş
kamuoyu tarafından unutulmuş bir olay oluşu, heyecanlardan arınmış bir
biçimde ele alınmasını ve böylece Cumhuriyet Türkiyesi ile Osmanlı
İmparatorluğundan ayrılan öbür halkların birbirine karşı bıkmadan
yönelttikleri isyan ve baskı suçlamalarını değerlendirecek bir kıstas
bulunmasını sağlayabilir. Bu anlamda Ermeni meselesi gibi karmaşık
olayların aydınlatılmasına da yardımcı olabilir...
Dönemin büyük güçleri
tarafından, Ortadoğu politikasında doğurduğu zaman önemli sonuçlara
rağmen, oldukça önemsiz bir olay görülmesi, arşivlerde Pontus
belgelerinin ayrı bir başlık altında sınıflandırılmasına yol açmıştır.
Nitekim bu olayla ilgili belgeler Türkiye, Kafkasya, Yunanistan vb.
dosyalara dağılmış durumdadır. Öte yandan bildiğim kadarıyla bu konuda
hiç bir inceleme yapılmamıştır...Atina'da bölgeden göçedenlerin
kurdukları özel bir kuruluş olan ve 1930'lu yıllardan beri Pontus arşivi
diye, ama daha çok etnografik çalışmalara yer veren bir dergi yayınlayan
aynı adlı arşivden söz edilebilir.
Pontus bölgesi kabaca,
Osmanlıların Gümüşhane, Lazistan, Samsun ( Canik ) sancaklarını kapsayan
Trabzon vilayetini içine almaktadır. Cizye kayıtlarına göre bu bölge
16.yüzyıldan beri Anadolu'daki hristiyanların en kalabalık olduğu yerdi.
Bunların büyük bölümü Ortodoks hristiyan idiler, yani Ermeni değildiler
ama o dönemde Ortodoksların Yunanlı olduklarını söylemek güçtü. Çünkü
bunların esas olarak 4. yüzyıldan itibaren Gürcülerin
Hristiyanlaştırılan iki ana gurubu olan Tzanlar (Canik bölgesinde) ile
Lazların (Lazistan bölgesinde) soylarından geldikleri, genellikle Rumca
konuşmakla beraber yerel bir dialekt kullandıkları ve kendilerine özgü
pek çok adetlerinin olduğu bilinmekteydi. Bunlara birde kıyı şeridindeki
Yunan kolonileriyle bölgeye özellikle Trabzon İmparatorluğu (1207-1461)
döneminde yerleşen, Helenleşmiş büyük Bizans ailelerinin soyundan
gelenleri eklemek gerekir. Türk fethinden sonra Tzanların ve Lazların
büyük bölümü İslamiyeti kabul etmiş, bir bölümü de 19. yüzyıulda uyanan
Yunan milliyetçiliğinin etkisi altında yeniden Hristiyanlığa dönen Of
yöresinde yaşayanlar, yani Oflular gibi, iki din arasında, iyi
belirlenmemiş bir inanca bağlı kalmışlardır.
Bu Ortodoks Hristiyan
nüfus, 19.yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise ile
yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek
ve kökeni ne olursa olsun Anadolu'da yaşayan, Türkçe yada Rumca konuşan
bütün Ortodoks Hristiyanlar gibi, Yunan Ulusuna ait olma duygusunu
benimsemeye başlayacaklardır. ...
Sorunun niceliksel yönüyle
ilgili olarak, sonu gelmez sayılar savaşına girmeden, 19.yüzyılın
sonunda, bundan böyle Yunan ulusal etkisine tabi oldukları için Rum diye
adlandıracağımız nüfusun, 1890'lara doğru Cuinet'in verdiği rakamlara
göre toıplam nüfusun yaklaşık beşte birini (800bin müslüman ve 50 bin
Ermeni'ye karşılık 200 bin Rum) oluşturduğunu söyleyebiliriz...
Ekonomik güç ister istemez
siyasi istekleri de harekete geçirecekti. Aydınların ulusal Helen
ideallerini benimsemseleri 19.yüzyılın ikinci yarısına dek gider ve
1870'te İstanbul'da yayınlanan Pontus'la ilgili bir kitapta bu inancın
hayli kökleştiği görülür. Ancak siyasi bir eylemin mümkün olduğu fikri
1908 Jön Türk devriminden sonra doğacak, 1912 Balkan savaşıyla gelişecek
ve 1914'te 1. Dünya savaşının bailamasıyla siyaset gündemine
girecektir. O dönemde artık önemli bir ekonomik ve aydın çekirdeğinin
bulunmasına rağmen, eyleme geçme sırasında liderliğini dayatan hala
kilisedir.Osmanlı İmparatorluğunda başgösteren milliyetçi hareketler
içerisinde dini liderlerin rollerihenüz incelenmemiştir ve
milliyetçiliğin sisleri arasında kaybolup gitmektedir. Bu liderlerin
Yunanlıların gözünde "kutsal bir şehit", Türklerin gözünde"iğrenç hain"
olarak görülmesi , bu iki vasfa sahip olsalar bile başka pek çok
özelliği olan bu insanların siyasi kişiliklerinin gerektiği gibi
çözümlenmesine olanak bırakmamaktadır. Oysa Pontos olayının başını
çekenler, gerek mizaçları gerek siyasi bağlılıkları bakımından
birbirlerinin tam zıddı olan iki din adamıdır.
O sıralarda Ortodoks
Kilisesi içerisinde karşıt iki eğilimin bulunduğu kimse için bir sır
değildir. Bunlardan Neo Emperyalist diyebileceğimiz birincisi, yeni
Yunan Devletinin Osmanlı İmparatorluğu ile yeni kurulan Balkan
Devletlerinin topraklarına dağılmış olarak yaşayan bütün Rumları içine
alacağı noktaya kadar yayılmasından yanadır. Bu seçenek hem Venizelos'un
politikasıyla hemde sonradan Britanya İmparatorluğu'nun Lloyd George'un
başkanlığı sırasında benimseyeceği liberal politikayla özdeşir. Daha çok
eski (paleo) emperyalist diye görülebilecek olan ikinci eğilim ise
kilise hiyerarşisinin çevresinde ve Ortodoks Patriği'nin denetimi
altında Bizans İmparatorluğu'nun yeniden kurulmasını hedeflemektedir. Ve
Patrik 3. Yuvakim'in güçlü kişiliği ve kilit noktalara yerleştirdiği
sadık adamları sayesinde ağır basan eğilim bu ikincisi olacaktır.
Yunanistan'ın Osmanlılardan kopardığı her vilayetteki metropolit
makamının, Yunanistandaki bağımsız kiliseye bağlanmak üzere Patrikliğin
denetiminden çıktığı gözönüne alınırsa, oraya buraya dağılmı, Rum
halkının İstanbul'daki Kutsal Sinod'u (Patrikhane meclisini) neden mutlu
etmediğini almak kolaylaşır.
Samsun makamından sorumlu
Amasya metropoliti Ghermanos Karavangelis ilk eğilimden yanadır.1900 ile
1907 yılları arasında Kastoria (Kesriye) metropoliti iken, Osmanlıların
Makedon topraklarında Rumlarla Bulgarların birbirine karşı verdikleri
gizli savaşı kışkırtanlardan biri de odur. Yörede Yunan etkisinin
artmasından çekinen Rus elçisinin ısrarı üzerine Türk Hükümeti
metropolitin merkeze alınmasını itemey karar verir, ama Karavangelis bir
yıl sonra, 1908'in Ocak ayında Amasya metropoliti olarak atanır. Yeni
atandığı görevinde de eski faaliyetlerine başlamakta gecikmiyecektir.
Kadıköy, halkının çoğunluğu hatta tümü kısa bir süre önce kırdan göç
etmiş Rumlardan oluşan Samsun'un bir varoşudur. Germanos, 1908
devriminin ardından, görünüştebir öz savunma örgütü kurmayı gerektirecek
herhangi bir yerel huzursuzluk yokken, ilk silahlı milis teşkilatını bu
mahallenin gençleri arasında kurar....Yunanlı Destounis şirketinin bir
gemisiyle getirilen ve Kadıköy'de Mercanis'in kahvehanesine depolanan
elli kadar Manlicher marka tüfek, Pontus'ta ilk milis teşkilatını
silahlandırmaya yarayacaktır. Ortada dolanan rivayete göre metropolit
iki siyah atın çektiği kapalı arabasınbda güya kimliğini gizliyerek,
kırda çalışan birliklerini denetlemeye gidermiş ve Balkan savaşı patlak
verince de milislerinde yirmi kadarını Yunan ordusunun yanında çarpışmak
üzere cepheye göndermiş.
Aslında Pontus meselesi
denilen olay dizisinin kökeninde Balkan savaşı yer almaktadır. Anadolu
köylüleri tarafıondan bir bütün olarak hiç de iyi karşılanmayan
seferberlik, kkilise ve okulun probagandasının kurtarıcı olarak
tanıttığı ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğunda Pontuslu
Rumlar tarafından daha da kötü algılanmıştır.O tarihe kadar silah altına
alınmamamış insanların düzenli orduya besledikleri nefretle, ulusal
duyguların bunda ne kadar etkili olduğunu birbirinden ayırmak zorsa da,
savaşın ilk aylarında askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları
bir olgudur. Silahlarıyla yada silahsız olarak memleketlerine dönen
köylüler, köylerinde yaşamaya cesaret edemezler ama, yine de ailelerini
korumak ve tarla işlerine yardımcı olmak amacıyla köylerinin civarında
kalırlar. Böylece kendiliğinden kurulur.
Hükümetin bölgede Balkan
göçmenlerinin bir bölümünü yerleştirmeye çalışmasıyla, olayların
ikincibir aşamasına geçilir. Rum köylülerin göçmenleri kendi köylerine
kabul etmemekte kararlı olmalarıi otoritelere ilk başkaldırı eylemlerini
başlatır. Çarşamba yolu üzerindeki Kirazlık köyüne bir grup göçmenin
yerleştirilmek istenmesi girişimi, jandarmalarla silahlı çetelerin ilk
kez karşı karşıya gelmelerine yol açar. Göçmenlerin Çırahman, Ökse,
Tevkeris, Çinit, Andreandon, Çınarlı köylerine yerleştirilme
girişimleri de aynı şekilde, silahlı çatışmalkara neden olur ve sonunda
söz konusu köylerin eşrafına uygulanan baskıya rağmen göçmenn
yerleştirme girişimi önlenir. Böylece Birinci Dünya Savaşı'na, yalnızca
Samsun yöresiyle sınırlı görünmekle birlikte bir ön ayaklanma havasında
girilir.
Birinci Dünya Savaşı
öncesinde başlatılan genel seferberlik ve Hristiyan yükümlülerin "amele
taburlarına "yazılmaları da doğal olarak asker kaçaklarının sayısını
ıarttırır. Kaçakların köylerin civarında saklandıklarını ve ailelerince
beslendiklerini bilen jandarma, ailelerr üzerinde baskı yapar, bu da
çetelerin bireysel ya da örgütlü olarak cezalandırma eylemlerine
girişmelerine neden olur; böylece her baskı ve eylemin etnik açıdan
yorumlandığı şiddet eylemleri giderek tırmanmaya başlar.
Aynı dönemde metropolitde
kaçaklara mali yardım sağlamak üzere devreye girerek Samsun'lu eşrafı
seferber eder. Hükümetin işe karışması bunlardan bazılarını yeraltına
geçerek çetelere katılıma zorlar ve bu da çetelerin ekonomik olduğu
kadar siyasi bakımdan yapılanmalarını doğurur.
Durumun vehameti karşısında
hükümet 1915 sonbaharında, olaylara eb fazla karışan ve göçmenlerin
yerleştirilmesini önlemiş olan köylere karşı ( Ökse, Çirahman ve
Tevkeris) ilk cezalandırma harekatına girişir. Köyler ateşe verilir,
nüfus dağıtılır ve işe yarar erkekler, en tanınmışı Vasil Usta olan
şeflerin etrafında örgütlenmeye başlayan çetelere katılırlar. Karısnın
namusunu korumak için çeteci olan bu asker kaçağı, doğrulanması zor bazı
bilgilere göre1915'te Sivas askeri hapishanesine saldırmış ve bir Rus
generalini kurtarmıştır.Kimin hesabına ? Bunu cevaplamaya olanak yoktur
ama, ister gerçek ister efsane olsun bu eylem, Pontus olaylarının ilk
aşamsına damgasını vuran bir siyasetin niteliğini ele veren bir
eylemdir: Rusya etkisi.
1916 yılının başında,
Ruslar Karadeniz kıyısında Trabzon'un işgali ve Çarlık ordusunun
Tirebolu yakınlarındaki Harşit nehrine kadar ilerlemesiyle sonuçlanan
bir saldırı başlatırken, Londra'da Sir Mark Sykes ve François Georges
Picot, Osmanlı İmparatorluğu'nunbölüşülmesiyle ilgili taslağın son
rötüşlarını yapar ve Rus hükümetinin onayını almak üzere Petrograd'a
giderler. Görünüşte gafil avlanmış olan Rus hükümeti konuyla ilgili
tavrını belirtmek amacıyla alelece toplanır. Tartışılacak sorunlardan
biride Anadolu'nun Karadeniz kıyısındaki Rus - Türk snırıdır. 17 Mart
1916'da yapılan ilk bakanlar kurulu toplantısında Donanma sınırın
Sinoptan başlamasını ister, fakat Kara Kuvvetleri gerisi sağlama alınmış
olmayan çok uzun bir kıyı konusunda endişelidir...
Sazanov Petrograd'daki
Fransa elçisi Paleologue'a Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılmasıyla
ilgili İngiliz- Fransız - Ru anlaşmalarında "Trabzon'un batısında
belirlenecek bir nokta" ibaresine yer verilir. Bununla beraber 2.
Nikolas bu belgeye şu notu düşmüştür: İlk nokta hariç ( yukarıda
belirtilen durum ) katılıyorum. Eğer ordumuz Sinop'a ulaşmayı başarırsa,
sınırımız bu şehirden başlamalıdır. Demek ki söz silahlara bırakılmakta
ve bu bağlamda Tirebolu ile Sinop arasında kalan topraklardaki yerel
koşullar özel bir önem kazanmaktadır.
Bunun üzerine Trabzon'a
yerleştirilen karşı casusluk teşkilatı, hiç vakit kaybetmeden, yeni
kurulmakta olan Pontus gerilla hareketinin en önemli şahsiyeti olan
Vasil Ustayla ilişkiye geçer. Vasil Usta on kadar adamıyla Türk
hatlarını seçerek,1916 Haziran sonuan doğru Trabzon'a gelir.Orad karşı
casusluk teşkilatının şefi albay Artatov'la buluşur ve 3 Temmuz'da bir
Rus torpido gemisiyle Samsun yakınlarındaki Devrent limanına çıkarılır;
kendisine Rus hattının gerisinde çeteler kurma görevi
verilmiştir.Bölgede gizlenen Vasil Usta başta 1915'te jandarmalarca
yıkılan köylerden kaçanlar olmak üzere 35 kişilik bir birlik kurar.
Zamanla Rumlarla Ruslar
arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkar; Rumlar hemen yapılacak
müdehaleden, Ruslar ise Türk ordularının uzun dönemde oyalanmasından
yanadır.
Sonradan Vasil Usta
anılarında, Sivas'a kadar gidip Niksar, Tokat, Reşadiye havalisinde
"genel ayaklanmayı" başlatmak üzere 10.000 kadar gönüllü toplandığını
ileri sürmüştür.Çatışmalar eylül ayına kadar yeterince ilerlemiş
olmalıki, Vasil Usta Batı Pontus gerilalsının şefi ilan edilir...
En sonunda Rusların onu
oyalamalarından endişe eden Vasil Usta, 24 Eylül'de büyük bir darbe
indirmeye karar verir. 80 adamıyla hem bir cezalandırma eylemi hem de
Rusları etkilemeyi amaçlayan bir eylem tasarladığı bir harekat
başlatır. Gerçekte bunun, Rusları müdahaleye zorlamak için Türkleri bir
şiddet eylemine kışkırtmak üzere girişilmiş bir eylem olduğu
anlaşılmaktadır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki devrimciler tarafından,
her zaman aynı sonucu vermemekle beraber sık sık kullanılan bir
yöntemdir. Bu kez Vasil Usta'nın yanındaSamsun'daki Yunan
konsolosluğunun sekreteri Lazaros Melidis de vardır. Vasil Usta ve
adamları Türk köylerinden geçerken Rumlara eziyet ettikleri varsayılan
insanları öldürüp evlerini yakarlar. Vasil Usta jandarmaya saldırma
cüretinde bulunur. Sonunda Ordu yakınlarında askerler onları yakalar ve
yapılan bir meydan muharebesinin ardından Vasil Usta ve 9 adamı 18
Ekim'de Trabzon'a sığınırlar; savaşın sonuna kadar orada kalacaktır.
Türklerin bu olaya iki
farklı tepkisi olacaktır: Türk çetelerinin giriştikleri karşı saldırılar
ve sürgün. Bunlardan birincisi daha çok yerel kuvvetlerin eseri gibi
görünmektedir. Müslümanlar arasında da Hristiyanlar kadar asker kaçağı
vardır ve İttihat ve Treakki Partisine bağlı eşraf, partinin milliyetçi
ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır. Türk çeteleri arasında en ünlüsü
Topal Osman'ınkidir, ancak Yunan kaynaklarındaki tanıklıklara göre onun
Tirebolu ve Giresun yöresindeki Rum köylerine yaptığı ilk saldırıların
1916 kasımında gerçekleştiğine bakılırsa, bunlar Vasil Usta'nın
eylemlerinden sonraya rastlar.
Sürgün ise resmi
yetkililerce kararlaştırılmış ve uygulanmıştır. Bunlardan ilki o sırada
bir sınır şehri olan Tirebolu Rumlarıyla ilgili olarak, muhtemelen ekim
ayı sonunda kararlaştırılmış, halka 9 kasım'da duyurulmuş ve 16
Kasım'dan itibaren uygulanmaya başlamıştır. Rum nüfus ilk aşamada
Giresun'a sürülmüş, ardından içerdeki Şebin Karahisar'a yönlendirilmiş
ve sürgünler şehre 3 Aralıkta varmışlardır. ...
Bu durumdan endişelenen
metropolit Germanos, Kafkasya cephesi kumandanı Vehip paşa nezdinde bir
girişimde ulunur, ama hiç bir sonuç alamaz ve aralık ayı başında
Bahattin Şakir'in Samsun'a gelmesiyle birlikte sürgün politikası
sistemli bir biçimde uygulanır. Bundan sonra Türk çeteleri Samsun
bölgesindeki köylere saldırırlar. Aralık sonuna kadar 18 köy tamamen, 15
köy de kısmen yakılmıştır. 9 Ocakta 80 kişi tutuklanır ve ertesi gün
Havza'ya gönderilir. Aynı güngenel sürgün uygulaması, Karavangelis'in
ilk çetelerini örgütlediği, Samsun Rum varoşundan, Kadıköyden
başlatılır.4.000 kişi önce Havza'ya, ardından Çorum'a gönderilir.
Giresun çevresindekiRum köylerinin nakli de aynı tarihte başlatılır.Onu
Ocak sonunda Bafra çevresi, şubatta da Çarşamba ve Ünye izleyeceklerdir.
Buralarda yaşayan 30.000 kadar insan Ankara vilayetine doğru yola
çıkarılır.Ordulu Rumlar 1917 Ağustosunda, Sinop Rumları ise 6 Temmuzda
nakledilirler. En son olarak metropolit Germanos ile ilgili olarak
İstanbuldaki evinde gözaltında tutulma kararı alınır.
Rum techiri, bir yıl önce
Ermenilere uygulanandan farklı olarak katliama yol açmamıştır; ne Rum ne
de başka hiç bir kaynak bu konuda herhangi bir iddia öne sürmüş
değildir. Buna karşılık Yunanlı yazarlar sürülenlerin toplam nüfusun
üçte birinden fazla olduğunu ve kayıpların da sürülenlerin toplam
nüfusun üçte ikisine ulşatığını ileri sürerek, techiri, amacı sürülen
nüfusu yoksunluk ve hastalıklar yoluyla ortadan kaldırmakolan "kansız
bir katliam" olarak nitelendirmektedirler. Eldeki doğrudan tanıklardan
elde edilen bilgiye göre, sürgünün kendisi çok sayıda ölüm olayına yol
açmamış olmakla birlikte, sürgünlerin iç bölgelerde yerleştirmelerinden
sonra, salgın hastalıklar, özellikle tifüs pek çok kişinin hayatını
almıştı...
Daha önce kurulan çeteler
Rum nüfusun techirini önlemeyi bnaşaramamış olmakla beraber, yerlerine,
aralarından en önemlisi, Vasil Usta'nın yerini aldığı anlaşılanDimitrios
Haralambis'in yönettiği Ayıtepe çetesi olmak üzere, özellikle yakılan
köylerden kaçan Rumları biraraya getiren ve dağlarda "kurtarılmış
bölgeler" oluşturan yeni çeteler kuruldu. Türk ordusunun peşpeşe
saldırıları Ayıtepe'de başarılı olmadı ama, Otkaya'da başkaldıranlar
yokedildiler, abşka yerdekiler iç bölgelere çekilmek zorunda kaldılar.
Türk ordusunun bu ayaklanma odakları karşısında etkisiz kalması ve
başkaldıranların Türk köylerine saldırılarını sürdürmeleri karşısında,
yerel bir uzlaşma sağlandı ve türk köylüleri kendi güvenliklerini
sağlamak üzere çetelerle Yunan sürgünlerinin yiyecek gereksinmelerini
karşılamayı kabul ettiler. Savaş bittiğinde bu "modus vivendi" hala
geçerliydi ve 1918'de techire uğrayan Rumlar yavaş yavaş kendi köylerine
dönmeye başladılar.
Anlattığımız bu olaylar
Pontus'un batı kesimiyle, Samsun sancağına tekabül eden bölgesiyle
ilgilidir; Trabzon'un kaderi ise çok farklı olacaktır. Bu bölgede
yaşayan Rum topluluğu Samsun'daki metropolitin tam tersi bir tutum
benimseyen Trabzon metropoliti Hrisatos Flippidis yönetimindeydi.
Leipzig ve Lausanne'de tamamladığı parlak felsefe eğitiminin ardından
32 yaşında Trabzon kilisesinin başına getirilen Flippidis, Ortodoks
kilisesinin Bizansçı çizgisindeydi. Rum topluluğunun Türk topluluğuyla
işbirliği yaparak barışçıl bir şekilde ilerleyebileceğine ve böyle bir
evrimin kaçınılmaz olarak İmparatorluk bünyesinde Rum ögesinin
üstünlüğüne yol açacağına inanmaktaydı.
Bu ilkelerden yola çıkarak,
göreve seçilir seçilmez, kendi topluluğuna yönelik yoğun bir kültürel
gelişme ve Türk yetkililerle iyi geçinme politikası uygulamaya başladı.
1914 seferberliği sırasında Trabzon valisi Cemal Azmi Bey'le görüşerek
şehrin silah altına alınan Rum halkının, Trabzon'da sivil görevlerde
görevlendirilmesini sağladı ve böylece Rus vatandaşlığına geçmiş olan
Rumların techire uğramasını önledi. İster Rus, ister Alman olsunlar
yabancılar karşısında aynı endişeyi paylaşan vali ile metropolit, şehri
birlikte yönetmeye başladılar ve 1916'da Rusların şehre girmeleri
üzerine buradan ayrılmadan önce Cemal Azmi Bey, şehrin idaresini
metropolite bıraktı.
Valiyi yolcu ettikten sonra
Hrisantos Büyük Dük Nikolay Nikolayeviç'i kabul etti. 1917'de Trabzon
Sovyetine katıldı.Rusyanın Kafkasya cephesinin çökmesinin ardından
batılı müttefiklerin temsilcileri bu bölgede Türk ilerlemesini
durduracak bir kuşak oluşturmaya çalıştılar; bu kuşağa kuzeyden güneye
doğru Pontus Rumlarının, Gürcülerin, Ermenilerin ve Urumiye
Nasturilerinin katılmaları söz konusuydu. 1917 yazında Hrisantos Trabzon
Rum Ulusal Birliğinin oluşturulmasında başı çekti ve bölgenin iç
kesimlerindeki köylüleri Rusların bıraktıkları silahlarla donatmaya
girişti. Ancak Hrisantos müttefiklerin Tiflisteki girişimnlerine fazla
bir başarı tanımıyordu.... Silahlı Rum köylüleriyle Osmanlı ordusunun
öncü güçlerini oluşturan Türk çeteleri arasında ilk çatışmalar
başlayınca Hrisantos Vehip Paşa'ya bir heyet göndererek Türklerin
memleketlerinegeri dönme koşullarını müzakere etmeye karar verdi. Bu
sırada iç kesimlerde de silahlı Türk ve Rum köyleri arasında bir barış
yada ateşkes anlaşmasına varılmıştı.
Çatışma alanında bu olaylar
Rusya, Yunanistan ve Avrupa'ya dağılmış olan Pontuslular arasındaheyecan
uyandırmaktaydı. Eski Giresun belediye başkanı olan Kaptan Yorgi'nin
Marsilya'da ticaret yapan oğlu Constantin Constanidis, görünüşte,
Sovyetlerin Rus İmparatorluğunda yaşayan halkların kaderini kendilerinin
belirlemeleri yolundaki deklorasyondan esinlenerek Marsilyada bir "tüm
Pontuslular" kongresi toplamaya karar verdi.Ama bu kongrenin
toplanmasından bir süre önce, 1917 Ekim ayı ortasında Atina'da
Karadeniz kıyısında yaşayan tüm Rumları bağımsız bir devlet içerisinde
birleştirme amacını güden başka bir konferans toplandı. 4 Şubat 1918'de
Marsilya'ya gelemeyen Pontuslular, katılmaksızın toplanan kongrede
Troçkiye hitaben bir mektup gönderilerek Sinop'un doğusunda bağımsız bir
devlet talebi iletilir.Bu mektup müttefikler ve Fransa tarafından iyi
karşılanmaz.....
MÜTAREKE VE BÖLGEDEKİ DURUM
30 Ekim 1918'de imzalanan
Mondros Mütarekesi müttefiklere, çıkarlarının tehlikede olduğu her yerde
duruma müdahale etme hakkını veriyordu (7.madde).Bu hüküm, bir yandan
müttefiklerin müdehale etmelerini sağlamak üzere Hristtiyan nüfusun,
diğer yandan da böyle bir müdehaleyi önlemek için Müslüman nüfusun
harekete geçmesine neden olarak, ağır bir takım sonuçlar doğurdu.
Müterakenin hemen ertesinde
Osmanlı hükümeti asker kaçaklarıyla ilgili olarak bir af ilan etmekle
birlikte bu kararın ne Pontus'ta ne de başka yerlerde pek etkili olduğu
söylenemez. Bazı asker kaçakları köylerine dönerler ama, dağlarda
yaşadıkları sürece edindikjleri başkaldırı alışkanlığından ve
otoritelere karşı takındıkları bağımsız ve başına buyruk tavırlardan
vazgeçmezler. Bu nedenle, ilan edilen af, çeteleri tasfiye etmek yerine
kurumlaştırmaya yarar. Öye yandan, İmparatorluğun teslim olmasından
ötürü moralleri bozuk olan Türklerin tersine Rumlar, geleceğin
kendilerine ait olduğu duygusuna kapılırlar. Rum kilisesinin dini
hiyerarşisinde üst mevkide bulunan görevlileride bu amaçla, bu unsurları
ileride kurulacak bir askeri gücün çekirdeği olarak örgütlemeye
çalışırlar.
TRürkler Rum çetelerini, 13
ve 23 Kasım tarihlerinde Merzifon bölgesindeki iki köye saldırmak ve
onları yağmalamakla suçlarlar.Rumlar ise, İstanbuldaki Yüksek Müttefik
Komiserliğine , Müslümanların bir katliam hazırlığı içinde bulunduğundan
bahsedferler. Tabii şehirli ve kırsal kesimden Müslümanlar, techire
uğrayan Rum ve Ermenilerin mallarını geri vermekten de pek memnun
değildirler ve bunu olabildiğince dile getirirler, ama o sırada güçlü
konumda olanlar Rumlardır. Bu yüzden Kafkasya ordusu komutanı Yakup
Şevki Paşa, aralık ayı içinde emrindeki 15.tümene bağlı bir alayı, Rum
çetelerine karşı Samsun'a göndermek zorunda kalır ve ona Yüksek
Komiserlerin şikayetini aktaran Harbiye'ye, bu yanlı haberlerin Rumların
faaliyetlerini gizlemeye hizmet ettiği cevabını verir.
Ocak 1919'dan itibaren
müttefiklerin bölgeye yeni görevlerle gönderdikleri "political officals"
yada eski görevlerine dönen Merzifon Amerikan Koleji'nin misyonerleri ve
Samsundaki Amerikan Tobacco Co. şirketinin memurları, Hristiyan eşrafla
görüş birliği içinde, müttefik müdahalesi kartını oynamaya başlamış
görünürlerken, londra ve özellikjle Washington'un temkini elden
bırakmadıkları dikkati çekmektedir.11 Ocak'ta Amerikan Tobacco Co.'nun
ajanı P.E.King, Amerikan yüksek komiserliğine gönderdiği raporda,
Türklerin ve özellikle köylülerin silahlandıklarını bildirir...Bir kaç
gün sonra Samsun'u ziyaret eden İngiliz ordusundan yüzbaşı Harty, aynı
mealde bir rapor göndererek savaş gemilerinin limanlara gelmeleriyle
sınırlı kalan bir operasyonun ancak kıyı kesiminde düzeni
sağlayabileceğini belirtir. 30 Ocak'ta ise Nikopolis ( Şarki karahisar)
metropoliti Gervasios, İstanbuldan yaptığı bir çağrıda, Pontus'a askeri
kuvvet gönderilmesini ister.
Konu 6 Şubat'ta Yüksek
komiserlerin haftalık görüşmelerinde gündeme gelir ve Fransız temsilcisi
amiral Amet, kırsal kesimde Rumların ve Ermenilerin katledildiklşerinden
söz eder. Ancak 1923'de İstanbul'da Türklerin yayınladıkları Pontus
Sorunu adlı karşı kitapta Rum çetelerinin gerçekleştirdiği 25 kadar
öldürme ve bir o kadar da hırsızlık olayının ayrıntısına girilmesine
karşılık, Pontuslu Rumların uzun martirlik savlarında, 1919 kışı ve
yazıyla ilgili olarak tek bir somut örnek yer almamaktadır.
Endişe verici haberlerin
artması üzerine Foreign Office 9 Mart'ta Samsun'a 200 Gurka gönderir.
Samsun'a13'ünde gelen ve sonra Merzifon ve Amasya'ya kadar uzanan teğmen
Perring, gözlemlediği sukuneti bu birliğin orada
bulunmasınabağlamaktadır. Ancak teğmen Hamdi'nin, mitralyözü ve
birliğine bağlı askerle birlikte çetecilere katılması, onun bu ziyareti
sırasında gerçekleşecektir...
İngiliz istihbarat
ajanlarının Milne'ye gönderdikleri raporlarda, Samsun bölgesinde,
Osmanlı ordusunun silahlandırdığı Türk köylülerine saldıran 300 silahlı
Rum'un varlığından söz edilir.Batum'u boşaltarak, düzeni sağlamak üzere
bölgeye gönderilen Kafkasya ordusunun 5.tümeni Amasya'ya bu sırada
gelir...
7 Nisanda Samsunlu Rumlar
Yunan Bağımsızlığını büyül şamata ile kutlarken, Samsun'daki İngiliz
temsilcisi Salter, başlarında metropolit Germanos bulunan eşraf arasında
bir komite örgütler...
Bir sonraki aşama, Rumların
örgütlenmesini önleyebilecek tek yerel muhalefet odağı olan Türk askeri
güçlerinin sınırlandırılmasıdır.Amiral Calthrope, 21 Nisan'da Osmanlı
Hariciyesi'ne bu doğrultuda bir mektup gönderir. 25 Mayıs'ta Hariciye
Nezareti bu mektuba verdiği cevapta, uzun bazı açıklamalardan sonra
imparatorluk hükümetinin düzeni sağlamak üzere mirliva Mustafa Kemal'i
bölgeye gönderdiğini bildirir.
Herşeyi altüst eden bu
kararın ardında kuşkusuz, Mütarekenin 7.maddesi uyarınca müttefiklerin
bölgeye askeri güç çıkarmalarını önlemek ve bunun yanısıra daha önemsiz
görünen, parlak ve parlak olduğu kadar da endişe verici bir paşadan
kurtulmak gibi bir niyeti vardır. Bu karar aynı zamanda Mustafa Kemal'e
ulusal hareketi bailatmak üzere ideal bir fırsat yaratmaktaydı.
Mustafa Kemal Samsun'a 19
Mayıs'ta 100 kişilik yeni bir Hintli birliğinin ve Novorossisk'ten gelen
580 Rum göçmeninin gelmelerinden iki gün sonra varmıştı; dört gün önce
ise Yunan ordusu İzmir'e çıkmıştı. Mustafa Kemal'in orda bulunuşu,
Pontus'u birden hem aktüalitenin hemde tarihin ilgi odağı haline
getirdi...
Samsun'a gelir gelmez
yüzbaşı Hurst'le tanıuşan Mustafa Kemal toplulukların başkanlarını evine
davet etti. Mustafa Kemal'in 22 Mayısta İstanbul'a gönderdiği üç raporda
genel durumu özetlemektir. Ona göre, Germanos'un yönettiği Rum
çetelerinin Mütarekeden sonra siyasi bir hedef güttüklerinden şüphe
edilemezdi; buna karşı müslüman çeteleri adi çapulculuk yapıyordu.
Raporda otuzüçü doğrudan Samsun havalisinde bulunan kırk kadar, iyi
bilinen Rum çetesi sayılmakta, buna karşılık müslüman çeteleri sayısının
altısı Samsun'da olmak üzere ancak onüç olduğu belirtilmektedir. Bu son
çetelerin Müslüman kçylerini Rum saldırılarına karşı savunmayı da
üstlendikleri belirtmektedir. Mustafa Kemal'e göre İngilizler durumdan
haberdardırlar ve bölgede bir oldu bitti hazırlığı içindedirler.... Buna
karşılık Trabzon Vilayetinde durum daha sakindir; burada bir kaç
müslüman çetesi ve Santa bölgesinde üstlenmiş bir Rum çetesi vardır.
Aynı tarihte Hurst de
Samsun'dan bir rapor yazarak, iki Türk çetesinin teslim olduklarını
bildirmiştir. Hurst raporunda düzenlediği asıl, aralarında hiç bir ayrım
gözetmeden köylere saldıran Laz çetelerinin yarattığını da kabul
etmektedir.
Ancak olaylar hızla
tırmanacak ve her iki tarafın içinde bulundukları ruh durumunu gözler
önüne serecektir. 29 Mayıs'ta terhis edilmiş yedi Türk askeri Mahmutlu
köyü yakınlarında, bir çetenin yardımını alan Rum köylüleri tarafından
öldürülür. Dört kişi hapse atılır ve Mustafa Kemal, Erzurum'da kumandan
olan Kazım Karabekir'e, Karadeniz kıyı şeridindeki Rumların
ayaklanabileceğini, buna karşın Türk köylerini silahlandırarak ve
jandarmadan yararlanarak karşı koymak niyetinde olduğunu yazar.Ayın
31'inde Germanos, Havza piskoposundan aldığı bilgilere göre Mustafa
Kemal'in direnme hareketini örgütlediğini ve bir çok Rum'u hapsettiğini
söylemek üzere Hurst'un Samsun'daki bürosuna gelir. Bir gün önce
Yunanlılar'ın İzmir'i işgaline karşı Havza'da büyük bir miting
düzenlenmiştir. Hurst ertsei gün yola çıkar ve akşam Havza'ya vardığında
endişe verici haberler alır. Rivayete göre Mustafa Kemal cuma namazı
sırasında camide zehir zemberek bir söylev vermiştir ve ardından
Dereköy köyünde üç Rum öldürülmüştür. Ama sonradan sözü edilen bu
söylevi kimsenin işitmediği ve aslında bu konuşmayı belediye önünde
eşraftan birinin yaptığı, Dereköy'deki kavgada ise iki Türk'ün öldükleri
ortaya çıkar.
Ertesi gün Hurst Merzifon'a
geçer. Yüzbaşı Levien ona Mustafa Kemal'in 24 Mayıs tarihli raporunda
önemli bir çetenin varlığından söz ettiği Gümüşhacıköy'ün askerlerle
sarıldığı, Amerikan koleji G.E.White'de açık açık, otuz yıllık
deneyimine göre içinde bulundukları durumun tam bir katliam öncesi durum
olduğunu söyler.
Hurst'un, Mustafa Kemal ile
buluştuğu Havza ziyareti, M.Kemal'i temkinli olmaya davet etmiştir. Ayın
dördünde Türk çetelerine, bir müttefik müdehalesine yol açmamak için
eylemlerden kaçınma tavsiyesinde bulunduğunu, Laz çetelerinin bölgeden
kovulduğunu ve Hristiyanları yatıştırmak üzere de Fransız ve İngiliz
subaylarının nüfuzuna güvendiğini belirten bir telgraf çeker.Ama bir
yandan da, Merzifon'da Müslümanların silahlanmasıyla ilgili endişe
verici raporlar alan Hurst'u Amerikan Koleji çatısı altında Ermeni ve
Rumları devrimci komitelerde örgütlenkele suçlar. Merzifon'da İzmir'in
işgaline karşı bir miting düzenlemek isteyen M. Kemal'i Müslüman
mahallelerinin abluka altına alınmasını emreden Hurst engeller. Sonunda
Hurst Samsun'a gitmek üzere ayın 10'unda Merzifon'dan ayrılır, ama yolda
Lazlar tarafından, ayakkabılarına varılana dek soyulur ve M. Kemal
13'ünde Amasya'ya gitmek üzere yola çıkar.
22 Mayıs tarihli
raporlardan birinde Mustafa Kemal Rusya Rumlarının zorla Pontus'a
sürüldüklerini, amacı oradaki Rum nüfusun kalabalıklaşması olan bu
uygulama sırasında savaş sırasında askerden kaçan çete reislerininde
onların arasına karıştıklarına dikkati çekmişti. Trabzondaki Fransız
konsolosu Lepissier de bu görüşleri desteklemektedir...Aynı şekilde 17
Haziran'da Tiflis'te kaleme alınan bir Fransız raporunda : "Samsun
bölgesinde yüzbaşı Salter 400 kadar şimdilik olay çıkarmayan Rum
komitacısı, 200 kadar Laz komitacısı ve 150 Türk eşkiyası saymaktadır.
Lazlar artık Rum şehirlerinin düzenli ordu tarafından korunduklarını
düşünmektedirler ve komitacılar bu yüzden Türk köylerini yağmalamaya
başlamışlardır" denilmektedir.
Aynı tarihlerde Karadeniz'e
yaptığıı bir turdan dönen Yunan torpidosu "Velos" un komutanı, Yunan
hükümetine iki rapor sundu. Bu raporlarda, kırsal alandaki Rumlar
güvenliğinin sağlanamadığından şikayet edildikten sonra, Trabzon
bölgesinde kırsal kesimin savunmasına yönelik örgütlenmenin henüz
başladığı, buna karşılık Samsun bölgesinde şimdiden 2000 kadar silahlı
adam bulunduğunu belirtmektedir. Raporda son olarak göçmenlerin
yerleştirilebilmeleri için müttefiklerin kırsal alandaki düzenin
korunmasına yardımcı olmaları istenmektedir...
Amerikalılar da gerek tütün
gerek buradaki misyonerleri nedeniyle bölgeyle ilgilenmektedirler.
Yüksek Komiser Amiral Mark Bristol, Karadeniz'e yaptığı bir inceleme
gezisinden sonra yazdığı bir raporda, "Rum eylemlerinin yarattığı
anarşi ortamından " duyduğu rahatsızlığı belirtmekte ve İzmir'in
Yunanlılar tarafından işgali sırasında uygulanan yöntemlerin burada da
uygulanmasına "çok "kesin biçimde" karşı çıkmaktadır. Ağustos başında
kıyı şeridini ziyaret eden Amerikan konsolusu Chessbroughda Trabzon'lu
Rumların pragmatizmi ve tutuculuğu ile Samsun'lu Rumların heyecanı
arasındaki farka dikkat çekmektedir. "Patrik olabilmek için her şeyi
yapmayı göze almış, hırslı, dalevereci, gözü kara biri" dediği
Germanos'u kötülemeye nerdeyse kelimelerin yetmediğini söylemekte ve
Samsub çevresinde faaliyet gösteren bazı Rum çetelerinin İngiliz
ajanları tarafından oluşturulduklarını, onlar tarafından
beslendiklerini" düşünmektedir. Buna karşılık ağustos sonunda Samsun'a
gelen U.S.S Olympia" gemisinin kumandanı, Amerikan Tobacco Company'nin
müdürü Mr. Johnson'a göre "Rum eşkiyalarının başında piskopos, Türk
çetelerinin başında ise Hükümet bulunmaktadır" diyerek herkesi aynı
kefeye koyar.
DIŞARDAKİ ÖRGÜTLENME VE
DİPLOMATİK SAVAŞ
... Ne kadar heyecanlı
olursa olsun, içerdeki hareket çatışma alanındaki güçler dengesini göz
önünde bulundurmak zorundaydı ; buna karşılık dışardaki, aralarında
bölünmüş, müttefiklerin ve Yunanistan'ın elde ettiği başarılardan sarhoş
olmuş Pontuslu Rum örgütleri, kendilerini, başarı şansını ve bölgedeki
yurttaşlarının kaderini her geçen gün daha fazla tehlikeye atan ütopik
taleplere ve tedbirsiz açıklamalara kaptırmıştı.
Venizelos gerek gerçkçi
olduğu gerekse inançları bu doğrultuda olduğu için Yakın Doğudaki Rum
ticaret kolonilerinin olduğu gibi varolmalarını, doğrudan Yunanistan'a
bağlanmalarından daha yararlı buluyordu. 2Kasım 1918'de Lloyd George'a
verdiği memorandumda yalnızca Küçük Asya'nın batısıyla ilgili bir talep
öne sürmüş ve Pontus'tan tek bir söz bile etmemiştir. Buna karşılık
Marsilya kongresi tarafından temsilcisi tayin edilen C.G.Constantinidis,
1918 kasımında kaleme aldığı Pontus'un ulusal talepleri konusunda Büyük
güçlere verilen notada şöyle yazmaktadır: "Sınırları doğuda Kafkasya ve
Batum, güneyde Ermenistan çizilen ve batıda Sinop'un batısına kadar
uzanan muhteşem Pontus eyaleti, adalet ve ulusların kendi kaderlerini
belirleme ilkelerine dayanarak, müttefik kuvvetler ve Amerika Birleşik
Devletlerinden eski Trabzon İmparatorluğu'nun ihyasını ve özerk bir
cumhuriyet yapılmasını istemektedir. Constantinidis buradaki Rum nüfusu
"yaklaşık iki milyon kişi" olarak vermektedir. Bu memorandum 2 Aralık'ta
Foreign Office'e ulaşır ve Arnold Toynbee ayın 4'ünde onu kayıtlara
şöyle geçirir : "İstatistikler ve sınırlar gerçek dışıdır. Pontus
Ermenistan devletine bağlanacak, böylece Pontuslu Rumlar, tatminkar bir
ulusal odak bulabilecektir".
Bu görüşü Barış
konferansının açılışında müttefikler de paylaşmaktadırlar. İngiliz
kabinesinin Türkiye hakkındaki 7 şubat 1919 tarihli memorandumu,
Giresun- Sivas- Mersin hattının doğusunda kalan toprakları Ermenistan'a
vermektedir. 21 Ocak'ta Amerikan delegasyonu için hazırlanan "tavsiye
raporunda", Trabzon'un Ermenistan'a bırakılması gerektiği" ifade
edilmekte ve Fransız savaş bakanlığı 1 Mart'ta albay Chardigny'ye,
Ermenilere Trabzon'da bir deniz kapısı tanınacağını yazmaktadır. Tabii
Ermeni delegasyonunun istekleri de bu doğrultudadır ve Bogos Nubar
Paşa'yı Paris'te ziyaret eden C.G.Constantinidis, paşanın Trabzon'un
ilhakı konusunda çok kararlı olduğunu saptamıştır.
Venizelos'un, istese bile
böyle bir oybirliğine karşı çıkması, hele onun da İzmir'i elde etmek
için elindeki bütün kozları kullanmak niyetinde olduğu gözönünde
bulundurulursa, söz konusu değildi. 16 Ocak't aParis'li Ermeniler
tarafından şerefine verilen bir ziyafette kadehini, Doğu'daki iki halk
arasındaki derin işbirliği ve dayanışma için kaldırdı ve Barış
Kongresinin 3 ve 4 Şubat tarihli oturumlarında yaptığı konuşmada
Trabzon'un Ermenilere verilmesini gerektiğini savundu.
Pontos'un çeşitli
delegasyonlarında Venizelos arasındaki bitmeyen çekişmenin temelinde bu
yatmaktadır. 15 Ocak 1919'da Batum'da kurulan Pontus Rumları derneği,
ertesi günü yaptığı toplantıda İstanbul'da bulunan Yunan Yüksek
komiserinden, Patriklikten ve Constntinidis'ten, Pontus'un bir başka
devletin yani Ermenistan'ın egemenliğine girmek zorunda kalmadan
özgürlüğüne kavuşabilmesi için izlenmesi gereken politikayla ilgili
direktiflerin sorgulanmasına karar verdi. İstanbul Patrikliği de benzeri
bir karar alarak 1Şubat'ta Venizelos'a Trabzon'un terkedilmesini
protesto eden ve Patrikliğin delrgasyonununParis'e gelmekte olduğunu
haber veren bir telgraf gönderdi. Bir kaç gün önce dini yetkililer bu
delegasyona katılmak üzere Hrisantos'a bir davetiye göndermişti.
Bu girişimden hayli
rahatsız olan Venizelos Kanellopulos aracılığıyla delegasyonun
gönderilmesini erteleyebilmek için bir telgraf gönderdi, ancak Patriklik
Anadolulu Rumların çıkarlarının savunulması gerektiği konusunda
karalıydı ve kararında ısrar etti. Bu arada Paris'tede homurdanmalar
başlamıştır. Constantinidis ile "Paris"teki Pontus Ulusal Birliği
Başkanı Socrate Oeconomos tarafından imzalanan ve şubatta sunulan yeni
bir memorandumda eski Komnen krallığının Kafkasya'dan Sinop'un batısına
kadar uzanan bölümünü, art bölgeleriyle birlikte içine alan topraklarda
bağımsız bir cumhuriyet kurulması üzerinde durulur...Bütün mart ayı
boyunca yabancı ülkelerdeki Pontuslu Rum toplulukları yada Sivas
yakınlarındaki Akdağ madeninde yaşayan "gizli hristiyan" Stavriotlar
gibi ülke içi gruplar tarafından gönderilen ve Pontus'un bağımsızlığını
talep eden telgraflar yağar.
Hrisantos İstanbul'a oradan
da Paris'e gitmeden önce Batum'u ziyaret eder. Orada İstanbul'a ve
Paris'e temsilciler gönderme çabaları İngiliz kumandanlığı tarafından
engellenen Dernek yçneticileriyle görüşür ve onlara Türklerle her türlü
temastan kaçınmaları ve Ermenilere karşı eylemlere girişmemeleri yönünde
talimat verir. İstanbul, Atina ve Marsilya üzerinden Paris'e giderken
yolda Pontuslu Rumların çeşitli dernekleriyle görüşme fırsatını bulur ve
bu görüşmeler ona yalnızca belirli bir fikir oluşturmakla kalmayıp
temsil yetkisini artırma olanağını verir. Bu nedenle 29 Nisan'da Paris'e
gelişi Pontus meselesinde bir dönüm noktasına tekabül edecektir... Ancak
Hrisantos Paris'e gelir gelmez Venizelos'la üstüste bir kaç kez görüşür,
onun görüşlerine karşı çıkar, kendisinden bir rapor istenince de, ona
Rum nüfusunu 850.000 yani Constantinidis'in 2 milyonundan daha makul bir
sayıda, ama yine de 1914 öncesi tahminlerinin bir katı olarak gösteren
ve Ermeni devletiyle yakın işbirliği içinde bulunmakla birlikte bağımsız
bir devletin kurulması talebini dile getiren 2 Mayıs tarihli Pontus
meselesi başlıklı memorandumu verir. Din adamının kişiliği ve görece
uzlaşmacı bir tavır takınması Venizelos'u etkiler, öyle ki 6 Mayıs
tarihinde düzenlenen akşam yemeğinde Venizelos Constantinidis'e alenen
özürlerini sunarak, görünüşte Pontus Rumlarının taleplerini benimsemiş
gibi davranır.
6 Mayıs hem Venizelos'un
kariyerinin hem de bölgenin tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu
tarihte sabah 11 ile öğle saatleri arasında Lloyd George, WEilson ve
Clemenceau, Lloyd George'nin önerisi üzerine, İtalyanlarınİzmir'e
çıkmalarını önlemek üzere buraya Yunan kuvvetlerini sevketmeye karar
verir...Bu arada Venizelos'un talimatına uygun olarak Atina Albay
Kateniotis'i Pontus güçlerinin örgütlenmesiyle görevlendirmiş ve onu
Pontus Rumları Komitesiyle temasa geçmek üzere İstanbul'a
göndermiştir...
... Hrisantos bunun üzerine Ermenilerle
pazarlıklara girişir. Müttefiklerin desteğine yaslanan Ermeniler
Venizelos'unardına saklanarak tutumlarında direnirler.
Olay yerinde de durum pek
açık değildir. Mayıs ayı başında Yunan Kızıl Haçı'yla birlikte Batum'u
ziyaret ettiği saırada Germanos, bu şehirdeki Pontus Rumları Derneği'ne
devrimci bir hareket ve geçici bir hükümet oluşturmalarını tavsiye
etmişlerdir. Ama İstanbul Komitesi'nin de aynı doğrultuda tavsiyelerine
rağmen, Trabzon'un daha ılımlı etkisi altında kalan Batumlu Rumlar
Hrisantos'un görüşünü almayı yeğlediler ve o da onlara şimdilkik hiç bir
şey yapmamalarını söyledi. Bununla birlikte haziran ayında Patrikliğin
ve Yunan yüksek komiserliğinin aracılığıyla, Batum'daki Pontuslu
Rumların katılacakları bir genel kongre toplanması konusunda uzlaşmaya
varıldı. Bu kongre 6 temmuz da ilk kongre toplantısını yaptı, ancak
Trabzon yalnız buraya temsilci göndermemekle kalmadı, Pontus'a karşı
Türklerin eylemlere girişmelerine yol açan silahlı çeteler göndermekle
suçladığı Kongre'nin dağıtılmasını istedi. Burada muhtemelen Giresun
açıklarında karaya çıkan ve 13 Temmuz'da Türk ordusu tarafından yok
edilen Rum çetelerine atıf yapılmaktaydı.Burada, hem iki iki farklı
anlayış hem de iki farklı kişilik, Germanos'la Hrisantos arasındaki
çatışma söz konusu idi....
TÜRKLERLE VE ERMENİLERLE
YAPILAN PAZARLIKLAR
Hrisantos, beraberindeki
Kateniotis ile birlikte Paris'ten 2 Eylül'de ayrıldı. Anılarında
anlattıklarına göre son günlerin gelişmeleri düşüncelerinin
değişmelerine yol açmıştı. 31'inde Trabzonlu Türklerin Mustafa Kemal'i
desteklemediklerini ve Büyük Ermenistan önerisine karşı Rumlarla bir
uzlaşmaya varmak istediklerini bildiren bir telgraf almıştı. Hrisantos
bunun kendi programlarının bir parçası olduğunu yazar. İki gün sonra da
Kafkasya'daki Yunan Komiseri, Erivan'daki Amerikan Yüksek Komiseri
Ermenilere askeri yardım amacıyla Yunan kuvvetlerinin gönderilmesini
isteyen mesajını aktarır. Hrisantos Türklerin karşı tepkisine yol
açacağı için Ermenilerle herhangi bir işbirliğine girilmesine karşı
çıkar. Böylece Rumlarca Ermeniler arasında bir ittifak kurulması yerine,
Hrisantos'un ilkelerine daha uygun olan Pontoslu Rumlarla , Türklerin
bir federasyon oluşturmaları fikri, Hrisantos daha Paris'ten ayrılmadan
olgunlaşmaya başlar.
Zaten Türklerle temaslara
da bir süredir başlamıştır. Trabzon ve yöresi ile ilgili, Hürriyet ve
İtilaf Partisine yakın, dolayısıyla Jön Türklere karşı ve Müttefiklerden
yana bir kuruluş olan Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyet-i
Ocak 1919'da İstanbul'da kurulmuştur. Mart ayında bu dernek Paris'e
Pontus federasyonu fikrini birlikte savunmak üzere ortak bir delegasyon
göndermek amacıyla İstanbuldaki Pontus komitesi ile temasa geçer. Rumlar
arasında bu çözüme en yatkın kişi bir başka din adamı, Giresun'da oturan
Gümüşhane metropoliti Lavrentios'tur. İstanbul'Da başlatılan temaslarla
ilgili haberleri 30 Mart'ta ilk kez yayınlanan gazete de Giresun'da
çıkan bir Türk gazetesidir. Bu haber, Lavrentios'un, Hrisantos'un
1913'te Trabzon'a atanmasından yararlanarak Giresun bölgesini kendisine
bağlamış olması yüzünden ortalığı daha da kızıştırır. Öyleki köylerde
yaptığı bir gezi sırasında Hrisantos yanlıları ayin yaparken
Lavrentios'a saldırırlar ve bunun ardından patlak veren çatışmalarda 163
kişi yaralanır. Bu olay, o sırada İstanbul'da olan Hrisantos'a ortak
delegasyon girişimini söndürme imkanını verir. Ancak, Trabzon'Da onun
vekili ve Osmanlı Parlementosunda Jön Türk Mebusu olan Matteos
Kofidis'e, Trabzon'Da 12 Şubat'ta başka yerlerde Jön Türk Partisi'nin
kadroları tarafından oluşturulan ve sonradan Kemalist hareketin
çekirdeğini oluşturacak olan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ilk kongresini 23
Şubatta yapmış ve Paris'e bir delşegasyon gönderilmesi hazırlıklarına
katılmak amacıyla İstanbul'a bir komisyon göndermeye karar vermiştir.
Rakip derneğin Rumlarla ilişkiye geçmek istemesinin nedeni de muhtemelen
bu girişimi baltalamaktır.
Trabzon Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti ikini kongresini 28 Mayıs'ta yaptı ve Doğu illerini temsil eden
genel bir kongrenin Erzurum'da toplantıya çağrılmasına karar verdi.
Mustafa Kemal'in Erzurum'da kumandan olarak bulunan Kazım Karabekir'in
yardımıyla kontrolüne alacağı ve Türk ulusal hareketinin temelinde olan
kongre işte bu kongreydi. Ancak kongrenin Mustafa Kemalin kontrolüne
girmesi Kongredeki Trabzon delegeleri arasında memnuniyetsizliğe ve
Mustafa Kemal'e karşı ilk muhalefet hareketinin oluşmasına yol açtı...
Hrisantos ve Kateniotis 11
Eylül'de Atina'daDışişleri Bakanı Diomidis'le buluşur. Pontus
birliklerini Selanik'te oluşturmaya karar verir ve oradan Yunan mereşali
Parskevopoulos'la görüşmek üzere Selanik'e giderler. Bütün ayrıntıların
halledilmesinden sonra İstanbul'a 4 Ekim'de döneceklerdir. Ancak bundan
dört gün önce Sultan'ın ve müttefiklerin en tuttukları vezir-azam olan
Damat Ferit Paşa, işgal altında bulunmayan bütün Anadolu'yu kontrol
altına almış olan ulusal hareketin baskısıyla istifa etmiştir...
21 Haziran'da Sivas ve
Erzurum'a gitmek üzere Amasya'dan ayrılırken, Mustafa Kemal orada 3.
ordu komutanı Refet Bey'i bırakmıştı. Refet Bey Merzifon'a yeni bir
Gurka birliğinin geldiğini haber alınca 7 Temmuz'da Samsun'da görevli
İngiliz subayına çektiği telgrafta, merkezi hükümetin onaylamadığı bir
durumda kendisinin kamu düzenini sağlamasının söz konusu olamıyacağını
bidirdi. İngiliz Yüksek komiserliği bunun üzerine onu İstanbul'
çağırarak yerine başkentten özel bir görevli atamaya karar verdi. Ancak
Refet Bey, komutayı ondan devralan subayın Mustafa Kemal'e sadık
kalmasını güvenceye aldıktan sonra istifa etti ve Erzurum'a geçti.
Böylece Mustafa Kemal'in ordunun desteğine güvenebileceği ve bölgeyi
denetimi altında tuttuğu ortaya çıktı. Böylece yaz boyunca sükunet
bozulmadı, ancak Türkler Rumların eski topraklarına dönmelerine ve
bölgeye yeni göçmenlerin yerleştirilmesine kesinlikle karşı çıktılar. 11
Eylülde göçmenlere refakat eden Gurka askerleri Amasya yolu üzerinde
yollarının kesildiğini gördüler. Öte yandan Giresun bölgesinde Topal
Osman'ın çeteleri Rum çetelerini temizlemeye başlamıştı bile.
13 Eylülde Sivas
kongresinin tamamlanmasından sonra Mustafa Kemal İstanbul'la ilişkisini
kesmeye karar verdi ve Milne, çatışmaları önlemek için askeri
birliklerini yavaş yavaş Samsun bölgesinden çekmeye karar
verdi...Bölgedeki İngiliz varlığı kendini ancak kıyı boyundaki
ziyaretlerde duyurmaktaydı. Bu sırada yazılan raporlar Kemalist
hareketin düzeni koruduğu ancak , iki topluluk arasındaki uçurumun
giderek derinleştiğini ve birarada yaşayabilme şartlarının her geçen gün
biraz daha fazla ortadan kalktığını göstermektedir...
...Bu durumda metropolit
Kemalist hareketin İstanbuldaki temsilcileriyle, eski Trabzon
milletvekilleri ve Trabzon Müdafa_ i Hukuk derneği'nin kuruculrından
Hafız Mehmed Bey'in aracılığıyla temasa geçmeye karar verdi.Hrisantos 20
Ekim dolaylarında İzzet Paşa'yı evinde ziyaret etti ve bir Cemiyetİ
Akvam mandasının kabulu durumunda ülke genelinde iki topluluk arasında
geçerli olacak ilişkilerle ilgili olarak 10 maddeli bir protokol kaleme
alındı. Prtokol kiliseyle okulların statüsünün olduğu gibi korunmasını,
özel hukukta özerkliği, idare hukuku mahkemelerinin iki topluluk
tarafından birlikte oluşturulmasını, yerel meclislerde ve jandarmada iki
topluluğa eşit bir katılım sağlanmasını, parlamento ve bakanlar
kurulunda nüfusa orantılı bir temsil hakkını, orduda iki topluluğun ayrı
birlikler oluşturmalarını ve Rumcanın resmi dil olarak tanınmasını
öngörmekteydi...
Hrisantos bundan sonra
Stavridakis ile birlikte, Ermenilerle bir anlaşmanın yapılabileceğine
kani olmuş göründüğü Tiflis'e gitti. Oradan Venizelos'a Kateniotis'in
çok acele olarak Tiflis'e gönderilmesini isteyen telgrafı çekmesinin
nedeni buydu...
Yıl
sonunda tam bir keşmekeş hüküm sürüyordu. Yunan yetkilileri Trabzon
konusunda Rumlarla Ermeniler arasında bir federasyon kurulmasını
dayatmaya çalışmaktaydılar. Batum Derneği 14 Aralıkta Clemenceau'ya,
Pontus'a tam bağımsızlığın tanınmasını, 19'unda ise sorunun metropolitin
memorandumuna uygun olarak çözülmesini isteyen telgraflar gönderdi.
Londra'da toplanan Barış Konferansı, 20 Aralık tarihli oturumunda
Berthelot'Nun Konferansa ayın 12'sinde gönderdiği ve " Trabzon
vilayetinin Ermenistan'a katılmasını kabul edemeyiz" diyen notası
hakkında bilgi sahibi oluyordu. Bir kaç gün sonra da Hrisantos ve
DIŞARDAKİ ÖRGÜTLENME VE
DİPLOMATİK SAVAŞ
... Ne kadar heyecanlı
olursa olsun, içerdeki hareket çatışma alanındaki güçler dengesini göz
önünde bulundurmak zorundaydı ; buna karşılık dışardaki, aralarında
bölünmüş, müttefiklerin ve Yunanistan'ın elde ettiği başarılardan sarhoş
olmuş Pontuslu Rum örgütleri, kendilerini, başarı şansını ve bölgedeki
yurttaşlarının kaderini her geçen gün daha fazla tehlikeye atan ütopik
taleplere ve tedbirsiz açıklamalara kaptırmıştı.
Venizelos gerek gerçkçi
olduğu gerekse inançları bu doğrultuda olduğu için Yakın Doğudaki Rum
ticaret kolonilerinin olduğu gibi varolmalarını, doğrudan Yunanistan'a
bağlanmalarından daha yararlı buluyordu. 2Kasım 1918'de Lloyd George'a
verdiği memorandumda yalnızca Küçük Asya'nın batısıyla ilgili bir talep
öne sürmüş ve Pontus'tan tek bir söz bile etmemiştir. Buna karşılık
Marsilya kongresi tarafından temsilcisi tayin edilen C.G.Constantinidis,
1918 kasımında kaleme aldığı Pontus'un ulusal talepleri konusunda Büyük
güçlere verilen notada şöyle yazmaktadır: "Sınırları doğuda Kafkasya ve
Batum, güneyde Ermenistan çizilen ve batıda Sinop'un batısına kadar
uzanan muhteşem Pontus eyaleti, adalet ve ulusların kendi kaderlerini
belirleme ilkelerine dayanarak, müttefik kuvvetler ve Amerika Birleşik
Devletlerinden eski Trabzon İmparatorluğu'nun ihyasını ve özerk bir
cumhuriyet yapılmasını istemektedir. Constantinidis buradaki Rum nüfusu
"yaklaşık iki milyon kişi" olarak vermektedir. Bu memorandum 2 Aralık'ta
Foreign Office'e ulaşır ve Arnold Toynbee ayın 4'ünde onu kayıtlara
şöyle geçirir : "İstatistikler ve sınırlar gerçek dışıdır. Pontus
Ermenistan devletine bağlanacak, böylece Pontuslu Rumlar, tatminkar bir
ulusal odak bulabilecektir".
Bu görüşü Barış
konferansının açılışında müttefikler de paylaşmaktadırlar. İngiliz
kabinesinin Türkiye hakkındaki 7 şubat 1919 tarihli memorandumu,
Giresun- Sivas- Mersin hattının doğusunda kalan toprakları Ermenistan'a
vermektedir. 21 Ocak'ta Amerikan delegasyonu için hazırlanan "tavsiye
raporunda", Trabzon'un Ermenistan'a bırakılması gerektiği" ifade
edilmekte ve Fransız savaş bakanlığı 1 Mart'ta albay Chardigny'ye,
Ermenilere Trabzon'da bir deniz kapısı tanınacağını yazmaktadır. Tabii
Ermeni delegasyonunun istekleri de bu doğrultudadır ve Bogos Nubar
Paşa'yı Paris'te ziyaret eden C.G.Constantinidis, paşanın Trabzon'un
ilhakı konusunda çok kararlı olduğunu saptamıştır.
Venizelos'un, istese bile
böyle bir oybirliğine karşı çıkması, hele onun da İzmir'i elde etmek
için elindeki bütün kozları kullanmak niyetinde olduğu gözönünde
bulundurulursa, söz konusu değildi. 16 Ocak't aParis'li Ermeniler
tarafından şerefine verilen bir ziyafette kadehini, Doğu'daki iki halk
arasındaki derin işbirliği ve dayanışma için kaldırdı ve Barış
Kongresinin 3 ve 4 Şubat tarihli oturumlarında yaptığı konuşmada
Trabzon'un Ermenilere verilmesini gerektiğini savundu.
Pontos'un çeşitli
delegasyonlarında Venizelos arasındaki bitmeyen çekişmenin temelinde bu
yatmaktadır. 15 Ocak 1919'da Batum'da kurulan Pontus Rumları derneği,
ertesi günü yaptığı toplantıda İstanbul'da bulunan Yunan Yüksek
komiserinden, Patriklikten ve Constntinidis'ten, Pontus'un bir başka
devletin yani Ermenistan'ın egemenliğine girmek zorunda kalmadan
özgürlüğüne kavuşabilmesi için izlenmesi gereken politikayla ilgili
direktiflerin sorgulanmasına karar verdi. İstanbul Patrikliği de benzeri
bir karar alarak 1Şubat'ta Venizelos'a Trabzon'un terkedilmesini
protesto eden ve Patrikliğin delrgasyonununParis'e gelmekte olduğunu
haber veren bir telgraf gönderdi. Bir kaç gün önce dini yetkililer bu
delegasyona katılmak üzere Hrisantos'a bir davetiye göndermişti.
Bu girişimden hayli
rahatsız olan Venizelos Kanellopulos aracılığıyla delegasyonun
gönderilmesini erteleyebilmek için bir telgraf gönderdi, ancak Patriklik
Anadolulu Rumların çıkarlarının savunulması gerektiği konusunda
karalıydı ve kararında ısrar etti. Bu arada Paris'tede homurdanmalar
başlamıştır. Constantinidis ile "Paris"teki Pontus Ulusal Birliği
Başkanı Socrate Oeconomos tarafından imzalanan ve şubatta sunulan yeni
bir memorandumda eski Komnen krallığının Kafkasya'dan Sinop'un batısına
kadar uzanan bölümünü, art bölgeleriyle birlikte içine alan topraklarda
bağımsız bir cumhuriyet kurulması üzerinde durulur...Bütün mart ayı
boyunca yabancı ülkelerdeki Pontuslu Rum toplulukları yada Sivas
yakınlarındaki Akdağ madeninde yaşayan "gizli hristiyan" Stavriotlar
gibi ülke içi gruplar tarafından gönderilen ve Pontus'un bağımsızlığını
talep eden telgraflar yağar.
Hrisantos İstanbul'a oradan
da Paris'e gitmeden önce Batum'u ziyaret eder. Orada İstanbul'a ve
Paris'e temsilciler gönderme çabaları İngiliz kumandanlığı tarafından
engellenen Dernek yçneticileriyle görüşür ve onlara Türklerle her türlü
temastan kaçınmaları ve Ermenilere karşı eylemlere girişmemeleri yönünde
talimat verir. İstanbul, Atina ve Marsilya üzerinden Paris'e giderken
yolda Pontuslu Rumların çeşitli dernekleriyle görüşme fırsatını bulur ve
bu görüşmeler ona yalnızca belirli bir fikir oluşturmakla kalmayıp
temsil yetkisini artırma olanağını verir. Bu nedenle 29 Nisan'da Paris'e
gelişi Pontus meselesinde bir dönüm noktasına tekabül edecektir... Ancak
Hrisantos Paris'e gelir gelmez Venizelos'la üstüste bir kaç kez görüşür,
onun görüşlerine karşı çıkar, kendisinden bir rapor istenince de, ona
Rum nüfusunu 850.000 yani Constantinidis'in 2 milyonundan daha makul bir
sayıda, ama yine de 1914 öncesi tahminlerinin bir katı olarak gösteren
ve Ermeni devletiyle yakın işbirliği içinde bulunmakla birlikte bağımsız
bir devletin kurulması talebini dile getiren 2 Mayıs tarihli Pontus
meselesi başlıklı memorandumu verir. Din adamının kişiliği ve görece
uzlaşmacı bir tavır takınması Venizelos'u etkiler, öyle ki 6 Mayıs
tarihinde düzenlenen akşam yemeğinde Venizelos Constantinidis'e alenen
özürlerini sunarak, görünüşte Pontus Rumlarının taleplerini benimsemiş
gibi davranır.
6 Mayıs hem Venizelos'un
kariyerinin hem de bölgenin tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu
tarihte sabah 11 ile öğle saatleri arasında Lloyd George, WEilson ve
Clemenceau, Lloyd George'nin önerisi üzerine, İtalyanlarınİzmir'e
çıkmalarını önlemek üzere buraya Yunan kuvvetlerini sevketmeye karar
verir...Bu arada Venizelos'un talimatına uygun olarak Atina Albay
Kateniotis'i Pontus güçlerinin örgütlenmesiyle görevlendirmiş ve onu
Pontus Rumları Komitesiyle temasa geçmek üzere İstanbul'a
göndermiştir...
... Hrisantos bunun üzerine Ermenilerle
pazarlıklara girişir. Müttefiklerin desteğine yaslanan Ermeniler
Venizelos'unardına saklanarak tutumlarında direnirler.
Olay yerinde de durum pek
açık değildir. Mayıs ayı başında Yunan Kızıl Haçı'yla birlikte Batum'u
ziyaret ettiği saırada Germanos, bu şehirdeki Pontus Rumları Derneği'ne
devrimci bir hareket ve geçici bir hükümet oluşturmalarını tavsiye
etmişlerdir. Ama İstanbul Komitesi'nin de aynı doğrultuda tavsiyelerine
rağmen, Trabzon'un daha ılımlı etkisi altında kalan Batumlu Rumlar
Hrisantos'un görüşünü almayı yeğlediler ve o da onlara şimdilkik hiç bir
şey yapmamalarını söyledi. Bununla birlikte haziran ayında Patrikliğin
ve Yunan yüksek komiserliğinin aracılığıyla, Batum'daki Pontuslu
Rumların katılacakları bir genel kongre toplanması konusunda uzlaşmaya
varıldı. Bu kongre 6 temmuz da ilk kongre toplantısını yaptı, ancak
Trabzon yalnız buraya temsilci göndermemekle kalmadı, Pontus'a karşı
Türklerin eylemlere girişmelerine yol açan silahlı çeteler göndermekle
suçladığı Kongre'nin dağıtılmasını istedi. Burada muhtemelen Giresun
açıklarında karaya çıkan ve 13 Temmuz'da Türk ordusu tarafından yok
edilen Rum çetelerine atıf yapılmaktaydı.Burada, hem iki iki farklı
anlayış hem de iki farklı kişilik, Germanos'la Hrisantos arasındaki
çatışma söz konusu idi....
TÜRKLERLE VE ERMENİLERLE
YAPILAN PAZARLIKLAR
Hrisantos, beraberindeki
Kateniotis ile birlikte Paris'ten 2 Eylül'de ayrıldı. Anılarında
anlattıklarına göre son günlerin gelişmeleri düşüncelerinin
değişmelerine yol açmıştı. 31'inde Trabzonlu Türklerin Mustafa Kemal'i
desteklemediklerini ve Büyük Ermenistan önerisine karşı Rumlarla bir
uzlaşmaya varmak istediklerini bildiren bir telgraf almıştı. Hrisantos
bunun kendi programlarının bir parçası olduğunu yazar. İki gün sonra da
Kafkasya'daki Yunan Komiseri, Erivan'daki Amerikan Yüksek Komiseri
Ermenilere askeri yardım amacıyla Yunan kuvvetlerinin gönderilmesini
isteyen mesajını aktarır. Hrisantos Türklerin karşı tepkisine yol
açacağı için Ermenilerle herhangi bir işbirliğine girilmesine karşı
çıkar. Böylece Rumlarca Ermeniler arasında bir ittifak kurulması yerine,
Hrisantos'un ilkelerine daha uygun olan Pontoslu Rumlarla , Türklerin
bir federasyon oluşturmaları fikri, Hrisantos daha Paris'ten ayrılmadan
olgunlaşmaya başlar.
Zaten Türklerle temaslara
da bir süredir başlamıştır. Trabzon ve yöresi ile ilgili, Hürriyet ve
İtilaf Partisine yakın, dolayısıyla Jön Türklere karşı ve Müttefiklerden
yana bir kuruluş olan Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyet-i
Ocak 1919'da İstanbul'da kurulmuştur. Mart ayında bu dernek Paris'e
Pontus federasyonu fikrini birlikte savunmak üzere ortak bir delegasyon
göndermek amacıyla İstanbuldaki Pontus komitesi ile temasa geçer. Rumlar
arasında bu çözüme en yatkın kişi bir başka din adamı, Giresun'da oturan
Gümüşhane metropoliti Lavrentios'tur. İstanbul'Da başlatılan temaslarla
ilgili haberleri 30 Mart'ta ilk kez yayınlanan gazete de Giresun'da
çıkan bir Türk gazetesidir. Bu haber, Lavrentios'un, Hrisantos'un
1913'te Trabzon'a atanmasından yararlanarak Giresun bölgesini kendisine
bağlamış olması yüzünden ortalığı daha da kızıştırır. Öyleki köylerde
yaptığı bir gezi sırasında Hrisantos yanlıları ayin yaparken
Lavrentios'a saldırırlar ve bunun ardından patlak veren çatışmalarda 163
kişi yaralanır. Bu olay, o sırada İstanbul'da olan Hrisantos'a ortak
delegasyon girişimini söndürme imkanını verir. Ancak, Trabzon'Da onun
vekili ve Osmanlı Parlementosunda Jön Türk Mebusu olan Matteos
Kofidis'e, Trabzon'Da 12 Şubat'ta başka yerlerde Jön Türk Partisi'nin
kadroları tarafından oluşturulan ve sonradan Kemalist hareketin
çekirdeğini oluşturacak olan Müdafa-i Hukuk Cemiyeti ilk kongresini 23
Şubatta yapmış ve Paris'e bir delşegasyon gönderilmesi hazırlıklarına
katılmak amacıyla İstanbul'a bir komisyon göndermeye karar vermiştir.
Rakip derneğin Rumlarla ilişkiye geçmek istemesinin nedeni de muhtemelen
bu girişimi baltalamaktır.
Trabzon Müdafa-i Hukuk
Cemiyeti ikini kongresini 28 Mayıs'ta yaptı ve Doğu illerini temsil eden
genel bir kongrenin Erzurum'da toplantıya çağrılmasına karar verdi.
Mustafa Kemal'in Erzurum'da kumandan olarak bulunan Kazım Karabekir'in
yardımıyla kontrolüne alacağı ve Türk ulusal hareketinin temelinde olan
kongre işte bu kongreydi. Ancak kongrenin Mustafa Kemalin kontrolüne
girmesi Kongredeki Trabzon delegeleri arasında memnuniyetsizliğe ve
Mustafa Kemal'e karşı ilk muhalefet hareketinin oluşmasına yol açtı...
Hrisantos ve Kateniotis 11
Eylül'de Atina'daDışişleri Bakanı Diomidis'le buluşur. Pontus
birliklerini Selanik'te oluşturmaya karar verir ve oradan Yunan mereşali
Parskevopoulos'la görüşmek üzere Selanik'e giderler. Bütün ayrıntıların
halledilmesinden sonra İstanbul'a 4 Ekim'de döneceklerdir. Ancak bundan
dört gün önce Sultan'ın ve müttefiklerin en tuttukları vezir-azam olan
Damat Ferit Paşa, işgal altında bulunmayan bütün Anadolu'yu kontrol
altına almış olan ulusal hareketin baskısıyla istifa etmiştir...
21 Haziran'da Sivas ve
Erzurum'a gitmek üzere Amasya'dan ayrılırken, Mustafa Kemal orada 3.
ordu komutanı Refet Bey'i bırakmıştı. Refet Bey Merzifon'a yeni bir
Gurka birliğinin geldiğini haber alınca 7 Temmuz'da Samsun'da görevli
İngiliz subayına çektiği telgrafta, merkezi hükümetin onaylamadığı bir
durumda kendisinin kamu düzenini sağlamasının söz konusu olamıyacağını
bidirdi. İngiliz Yüksek komiserliği bunun üzerine onu İstanbul'
çağırarak yerine başkentten özel bir görevli atamaya karar verdi. Ancak
Refet Bey, komutayı ondan devralan subayın Mustafa Kemal'e sadık
kalmasını güvenceye aldıktan sonra istifa etti ve Erzurum'a geçti.
Böylece Mustafa Kemal'in ordunun desteğine güvenebileceği ve bölgeyi
denetimi altında tuttuğu ortaya çıktı. Böylece yaz boyunca sükunet
bozulmadı, ancak Türkler Rumların eski topraklarına dönmelerine ve
bölgeye yeni göçmenlerin yerleştirilmesine kesinlikle karşı çıktılar. 11
Eylülde göçmenlere refakat eden Gurka askerleri Amasya yolu üzerinde
yollarının kesildiğini gördüler. Öte yandan Giresun bölgesinde Topal
Osman'ın çeteleri Rum çetelerini temizlemeye başlamıştı bile.
13 Eylülde Sivas
kongresinin tamamlanmasından sonra Mustafa Kemal İstanbul'la ilişkisini
kesmeye karar verdi ve Milne, çatışmaları önlemek için askeri
birliklerini yavaş yavaş Samsun bölgesinden çekmeye karar
verdi...Bölgedeki İngiliz varlığı kendini ancak kıyı boyundaki
ziyaretlerde duyurmaktaydı. Bu sırada yazılan raporlar Kemalist
hareketin düzeni koruduğu ancak , iki topluluk arasındaki uçurumun
giderek derinleştiğini ve birarada yaşayabilme şartlarının her geçen gün
biraz daha fazla ortadan kalktığını göstermektedir...
...Bu durumda metropolit
Kemalist hareketin İstanbuldaki temsilcileriyle, eski Trabzon
milletvekilleri ve Trabzon Müdafa_ i Hukuk derneği'nin kuruculrından
Hafız Mehmed Bey'in aracılığıyla temasa geçmeye karar verdi.Hrisantos 20
Ekim dolaylarında İzzet Paşa'yı evinde ziyaret etti ve bir Cemiyetİ
Akvam mandasının kabulu durumunda ülke genelinde iki topluluk arasında
geçerli olacak ilişkilerle ilgili olarak 10 maddeli bir protokol kaleme
alındı. Prtokol kiliseyle okulların statüsünün olduğu gibi korunmasını,
özel hukukta özerkliği, idare hukuku mahkemelerinin iki topluluk
tarafından birlikte oluşturulmasını, yerel meclislerde ve jandarmada iki
topluluğa eşit bir katılım sağlanmasını, parlamento ve bakanlar
kurulunda nüfusa orantılı bir temsil hakkını, orduda iki topluluğun ayrı
birlikler oluşturmalarını ve Rumcanın resmi dil olarak tanınmasını
öngörmekteydi...
Hrisantos bundan sonra
Stavridakis ile birlikte, Ermenilerle bir anlaşmanın yapılabileceğine
kani olmuş göründüğü Tiflis'e gitti. Oradan Venizelos'a Kateniotis'in
çok acele olarak Tiflis'e gönderilmesini isteyen telgrafı çekmesinin
nedeni buydu...
Yıl
sonunda tam bir keşmekeş hüküm sürüyordu. Yunan yetkilileri Trabzon
konusunda Rumlarla Ermeniler arasında bir federasyon kurulmasını
dayatmaya çalışmaktaydılar. Batum Derneği 14 Aralıkta Clemenceau'ya,
Pontus'a tam bağımsızlığın tanınmasını, 19'unda ise sorunun metropolitin
memorandumuna uygun olarak çözülmesini isteyen telgraflar gönderdi.
Londra'da toplanan Barış Konferansı, 20 Aralık tarihli oturumunda
Berthelot'Nun Konferansa ayın 12'sinde gönderdiği ve " Trabzon
vilayetinin Ermenistan'a katılmasını kabul edemeyiz" diyen notası
hakkında bilgi sahibi oluyordu. Bir kaç gün sonra da Hrisantos ve
Stavridakis, gelecekte
oluşacak Rum- Ermeni federasyonu ilgili zorlu tartışmalara başlamak
üzere Erivan'a gidiyordu...
Beklenebileceği gibi, ayın
10'unda kaleme alınmış ve Tiflis'e 13'ünde ulaşan Ermeni cevabı Rumların
önerilerinden çok uzaktı: " Pontus, Ermenistan Cumhuriyetine, aynı
orduya, aynı para birimine, posta ve telgraf ağına, kara ve su
yollarına, tek bir dış politikaya ve tek bir parlementoya sahip olan
bir federe devlet olarak dahil olacaktır.(...)İki tarafın üzerinde
anlaşabildikleri tek konu, müttefiklerin yada Yunanlıların acele olarak
askeri yardım göndermeleri için bir çağrının kaleme alınmasıydı...
İşte Venizelos'un ,
Konferansın Trabzon'u Ermenistan'a vermeyi reddetmesinden sonra çektiği
ve Pontus üzerinde hiç bir gücün manda uygulamayı kabul etmediği,
dolayısıyla Pontus'un Türkiye'ye yapılacak barış anlaşmasında dahil
edilecek olan azınlıkların korunmasıyla ilgili genel hükümlerle
yetinmesi gerektiğini bildiren telgraf tam bu sırada gelir. Batum
Derneği Venizelos ile Clemenceau'ya bir dizi protesto telgrafı çekerek
tepkisini ortaya koyar, ama bu vesileyle içindeki bütün bölünmeleri de
koyar. Dernek üyelerinin bir bölümü Hrisantos'a karşı Kateniotis'i, bir
bölümü ise Venizelos'a karşı Hrisantos'u destelemektedir. Sonunda
Hrisantos Trabzon'daki makamına döner ve çoğunluk Kateniotis'i
destekleme kararı alarak Venizelos'a, Pontos'un olabildiğince geniş bir
bölümünü Ermenistan'a dahil ettirmeye çalışmasını isteyen bir telgraf
gönderir ; azınlık ise, bu karar Türkleri Ermenilere yeğlediklerini
söyleyerek omuz silker.
DİPLOMATİK ÇABALARIN SON
AŞAMASI
Kemalist hareketin kendini
ortaya koyduğu ve Kilikya'da Fransız işgalinin ardından Türk direnişinin
başladığı 1919 yılı sonunun , Pontus'un bağımsızlığını savunanlara hiç
de iyi haberler getirmediği açıktı...Constantinidis ile Oeconomou'nun 15
Kasım' da yönelttikleri memorandumda bile, bir katliamın an meselesi
olduğunun vurgulanmasına rağmen, talep edilen yalnızca "Türk
hakimiyeti"nden kurtarmaktı.
Konferansın Fransızların
önerisiyle Trabzon'un Ermenilere verilmemesini kararlaştırmasının
ardından İngilizlerin Batum'u boşaltacaklarına dair bir rivayetin
ısrarla tekrarlanması, havatı daha da ağırlaştırdı...
Bununla birlikte, durumun
ağırlaşması ne Rum delegelerinin kendi aralarında nede Rumlarla
Ermeniler arasındaki ilişkilerin sıkılaşmasını sağlamış değildi. 25
Ocakta Tiflis'te Yunanlılar'la Ermeniler arasında varılan bir askeri
anlaşmayı imzaladıktan sonra İstanbul' agelen Kateniotis, 2 Şubatta
Milne ile görüştü ve ona "Ermenistan ordusunun Büyük Britanya dışındaki
herhangi bir gücün etikine girmesi durumunda", İngiliz Yunan
ordusunun kurulmasına katkıda bulunmak üzere Pontos ordusu" nu
Ermenilerle birlikte oluşturulan ordudan geri çekmeyi öneren bir
memorandum verdi.Ayrıca İstanbul Komitesine Atina'ya Pontus'un
olabildiğince geniş bir bölümünün Ermenistanla birlikte ayrılmasını
talep eden bir telgraf çekilmesini dayattı. Kateniotis böylece herkesi
Pontus - Ermeni federasyonu konusunda birleştirdiğini sanıyorduki,
Paristen gelen bir telgraftan, Bogos Nubar Paşa'nın Yunan elçisi
Romanos'u ziyaret edip Erivan ve Tiflis anlaşmaları sanki hiç yapılmamış
gibi Pontuslu Rumların Ermenistan'a dahil olmayı kabul edip
etmediklerini sorduğunu öğrendi. Romanos da aynı oyunu oynayarak ona
hükümetinin kabul ettiğini ama Pontuslu Rumların aynı görüşte olmadığını
söylemişti...
...Yinede Londra
konferansı, 27 Şubat tarihli oturumunda Trabzon'u ileride kurulacak
Ermeni devletinin dışında bıraktı. Kateniotis bunun üzerine, Lazistan'ı
yani Rize bölgesini isteyen ve Ermenilerle Rumlar arasında yapılmış olan
anlaşmalardan endişelenen Gürcü delegasyonuyla temasa geçti. Onlara
güvence vererek Ermenilere Ermenilere karşı bir ittifak kurmaya çalıştı.
En son olarak da 4 Mart 'ta War Office'i ziyaret ederek, Yunan mandası
altında ve Yunan ordusu tarafından korunacak, yalnızca, yalnızca Giresun
ve Trabzon bölgelerini içeren küçük bir Pontus devletinin kurulmasını
öngören bir memorandum verdi...
Sorun 22'sinde Konferans
gündemine gelecektir.Ama daha önce, 16 Şubat oturumunda, Trabzon'un
Ermenistan'a ilhakına karşı çıktıkları için Rum taleplerini gülünç
bulduklarını çoktan açıklamış bulunmaktadır. 22'sindeİngiliz delegesi
Vansittart Hrisantos'un memorandumuna bölgede 312.00 Rum'a karşılık,
1.830.000 Müslüman'ın yaşadığını gösteren rakamlara karşı çıkar.
Konferans, konuyu görüşmeye gerek olmadığına karar verir...
ASKERİ MACERA
... Müttefiklerin
kendilerini ne şu ya da bu milleti korumak ne de mütareke öncesinde
işgal edilmiş olanların dışında herhangi bir toprak parçasını savunmak
için ortaya atmayacaklarını düşünmelerinde aramak uygun olur. Bu nedenle
Türklerle Yunanlıların er geç karşı karşıya kalmaları kaçınılamz
olacaklardı. Böyle bir olasılıkta Venizelos müttefiklerin lojistik ve
mali desteğine güveniyor, Mustafa Kemal ise Sovyetlerden böyle bir
destek sağlayabileceğini umuyordu...
Bu bağlamda
VenizelosPontus'un geleceğine güvenle bakmaktadır. Yunan ordularının
Anadolu'nun iç bölümlerine doğru adım adım ilerlemelerine bağlı olarak
Pontus sorununun çözümü bir zaman meselesidir ve Venizelosâ göre bu işte
kilit kişi Mustafa Kemal'dir. Böylece, insiyatifi bir askere bırakması
politikacının hayati hatası olacaktır.
Bu düşünce tarzı askeri
faktörü ister istemez ön plana çıkarmaktaydı. İngilizlerin onlara arka
çıkmayı reddetmesi üzerine sayıları 2.000'e ulaşmış olan Pontus
Birlikleri 1920 Şubatında İzmir cephesine gönderildiler. Askerlere her
ne kadar Pontus yolunda oldukları anlatılmaya çalışıldıysada,
astsubaylara arasında homurdanmalar önemli boyutlara vardı. Nitekim
bunlardan biri, asteğmen Karaiskos, Atina Komitesi ile anlaşarak
Samsun'a giderek bölgedeki dağınık güçleri biraraya getirmeye karar
verdi. 1920 Martında Samsun'a vardığında Zilon (Zile) piskoposu
Eftimios'un silah ve cephane toplama konusundaki gayretinden
etkilenmekle birlikte bu çalışmaların hiç bir gizlilik kaygusu
güdülmeden yapılmasına çok şaşırdı. Çete reisleri gece gündüz
piskoposluğa girip çıkıyorlardı ve bir gün Karaiskos, piskoos'un
telefonda şehrin valisine tutuklanmış olan bir çete reisini salıvermez
ise 5.000 silahlı adamını şehre göndereciğine tanık olmuştu. Piskopos'un
bu heyecanlı davranışı, eşraf konseyinin kaygılanmasına, mesafeli
davranmasına yol açmaktaydı. Öte yandan piskoposun bazı çete reislerini
kayırması, başkalarının onları kıskanmasına sebep oluyordu.
Stavridakis, gelecekte
oluşacak Rum- Ermeni federasyonu ilgili zorlu tartışmalara başlamak
üzere Erivan'a gidiyordu...
Beklenebileceği gibi, ayın
10'unda kaleme alınmış ve Tiflis'e 13'ünde ulaşan Ermeni cevabı Rumların
önerilerinden çok uzaktı: " Pontus, Ermenistan Cumhuriyetine, aynı
orduya, aynı para birimine, posta ve telgraf ağına, kara ve su
yollarına, tek bir dış politikaya ve tek bir parlementoya sahip olan
bir federe devlet olarak dahil olacaktır.(...)İki tarafın üzerinde
anlaşabildikleri tek konu, müttefiklerin yada Yunanlıların acele olarak
askeri yardım göndermeleri için bir çağrının kaleme alınmasıydı...
İşte Venizelos'un ,
Konferansın Trabzon'u Ermenistan'a vermeyi reddetmesinden sonra çektiği
ve Pontus üzerinde hiç bir gücün manda uygulamayı kabul etmediği,
dolayısıyla Pontus'un Türkiye'ye yapılacak barış anlaşmasında dahil
edilecek olan azınlıkların korunmasıyla ilgili genel hükümlerle
yetinmesi gerektiğini bildiren telgraf tam bu sırada gelir. Batum
Derneği Venizelos ile Clemenceau'ya bir dizi protesto telgrafı çekerek
tepkisini ortaya koyar, ama bu vesileyle içindeki bütün bölünmeleri de
koyar. Dernek üyelerinin bir bölümü Hrisantos'a karşı Kateniotis'i, bir
bölümü ise Venizelos'a karşı Hrisantos'u destelemektedir. Sonunda
Hrisantos Trabzon'daki makamına döner ve çoğunluk Kateniotis'i
destekleme kararı alarak Venizelos'a, Pontos'un olabildiğince geniş bir
bölümünü Ermenistan'a dahil ettirmeye çalışmasını isteyen bir telgraf
gönderir ; azınlık ise, bu karar Türkleri Ermenilere yeğlediklerini
söyleyerek omuz silker.
DİPLOMATİK ÇABALARIN SON
AŞAMASI
Kemalist hareketin kendini
ortaya koyduğu ve Kilikya'da Fransız işgalinin ardından Türk direnişinin
başladığı 1919 yılı sonunun , Pontus'un bağımsızlığını savunanlara hiç
de iyi haberler getirmediği açıktı...Constantinidis ile Oeconomou'nun 15
Kasım' da yönelttikleri memorandumda bile, bir katliamın an meselesi
olduğunun vurgulanmasına rağmen, talep edilen yalnızca "Türk
hakimiyeti"nden kurtarmaktı.
Konferansın Fransızların
önerisiyle Trabzon'un Ermenilere verilmemesini kararlaştırmasının
ardından İngilizlerin Batum'u boşaltacaklarına dair bir rivayetin
ısrarla tekrarlanması, havatı daha da ağırlaştırdı...
Bununla birlikte, durumun
ağırlaşması ne Rum delegelerinin kendi aralarında nede Rumlarla
Ermeniler arasındaki ilişkilerin sıkılaşmasını sağlamış değildi. 25
Ocakta Tiflis'te Yunanlılar'la Ermeniler arasında varılan bir askeri
anlaşmayı imzaladıktan sonra İstanbul' agelen Kateniotis, 2 Şubatta
Milne ile görüştü ve ona "Ermenistan ordusunun Büyük Britanya dışındaki
herhangi bir gücün etikine girmesi durumunda", İngiliz Yunan
ordusunun kurulmasına katkıda bulunmak üzere Pontos ordusu" nu
Ermenilerle birlikte oluşturulan ordudan geri çekmeyi öneren bir
memorandum verdi.Ayrıca İstanbul Komitesine Atina'ya Pontus'un
olabildiğince geniş bir bölümünün Ermenistanla birlikte ayrılmasını
talep eden bir telgraf çekilmesini dayattı. Kateniotis böylece herkesi
Pontus - Ermeni federasyonu konusunda birleştirdiğini sanıyorduki,
Paristen gelen bir telgraftan, Bogos Nubar Paşa'nın Yunan elçisi
Romanos'u ziyaret edip Erivan ve Tiflis anlaşmaları sanki hiç yapılmamış
gibi Pontuslu Rumların Ermenistan'a dahil olmayı kabul edip
etmediklerini sorduğunu öğrendi. Romanos da aynı oyunu oynayarak ona
hükümetinin kabul ettiğini ama Pontuslu Rumların aynı görüşte olmadığını
söylemişti...
...Yinede Londra
konferansı, 27 Şubat tarihli oturumunda Trabzon'u ileride kurulacak
Ermeni devletinin dışında bıraktı. Kateniotis bunun üzerine, Lazistan'ı
yani Rize bölgesini isteyen ve Ermenilerle Rumlar arasında yapılmış olan
anlaşmalardan endişelenen Gürcü delegasyonuyla temasa geçti. Onlara
güvence vererek Ermenilere Ermenilere karşı bir ittifak kurmaya çalıştı.
En son olarak da 4 Mart 'ta War Office'i ziyaret ederek, Yunan mandası
altında ve Yunan ordusu tarafından korunacak, yalnızca, yalnızca Giresun
ve Trabzon bölgelerini içeren küçük bir Pontus devletinin kurulmasını
öngören bir memorandum verdi...
Sorun 22'sinde Konferans
gündemine gelecektir.Ama daha önce, 16 Şubat oturumunda, Trabzon'un
Ermenistan'a ilhakına karşı çıktıkları için Rum taleplerini gülünç
bulduklarını çoktan açıklamış bulunmaktadır. 22'sindeİngiliz delegesi
Vansittart Hrisantos'un memorandumuna bölgede 312.00 Rum'a karşılık,
1.830.000 Müslüman'ın yaşadığını gösteren rakamlara karşı çıkar.
Konferans, konuyu görüşmeye gerek olmadığına karar verir...
ASKERİ MACERA
... Müttefiklerin
kendilerini ne şu ya da bu milleti korumak ne de mütareke öncesinde
işgal edilmiş olanların dışında herhangi bir toprak parçasını savunmak
için ortaya atmayacaklarını düşünmelerinde aramak uygun olur. Bu nedenle
Türklerle Yunanlıların er geç karşı karşıya kalmaları kaçınılamz
olacaklardı. Böyle bir olasılıkta Venizelos müttefiklerin lojistik ve
mali desteğine güveniyor, Mustafa Kemal ise Sovyetlerden böyle bir
destek sağlayabileceğini umuyordu...
Bu bağlamda
VenizelosPontus'un geleceğine güvenle bakmaktadır. Yunan ordularının
Anadolu'nun iç bölümlerine doğru adım adım ilerlemelerine bağlı olarak
Pontus sorununun çözümü bir zaman meselesidir ve Venizelosâ göre bu işte
kilit kişi Mustafa Kemal'dir. Böylece, insiyatifi bir askere bırakması
politikacının hayati hatası olacaktır.
Bu düşünce tarzı askeri
faktörü ister istemez ön plana çıkarmaktaydı. İngilizlerin onlara arka
çıkmayı reddetmesi üzerine sayıları 2.000'e ulaşmış olan Pontus
Birlikleri 1920 Şubatında İzmir cephesine gönderildiler. Askerlere her
ne kadar Pontus yolunda oldukları anlatılmaya çalışıldıysada,
astsubaylara arasında homurdanmalar önemli boyutlara vardı. Nitekim
bunlardan biri, asteğmen Karaiskos, Atina Komitesi ile anlaşarak
Samsun'a giderek bölgedeki dağınık güçleri biraraya getirmeye karar
verdi. 1920 Martında Samsun'a vardığında Zilon (Zile) piskoposu
Eftimios'un silah ve cephane toplama konusundaki gayretinden
etkilenmekle birlikte bu çalışmaların hiç bir gizlilik kaygusu
güdülmeden yapılmasına çok şaşırdı. Çete reisleri gece gündüz
piskoposluğa girip çıkıyorlardı ve bir gün Karaiskos, piskoos'un
telefonda şehrin valisine tutuklanmış olan bir çete reisini salıvermez
ise 5.000 silahlı adamını şehre göndereciğine tanık olmuştu. Piskopos'un
bu heyecanlı davranışı, eşraf konseyinin kaygılanmasına, mesafeli
davranmasına yol açmaktaydı. Öte yandan piskoposun bazı çete reislerini
kayırması, başkalarının onları kıskanmasına sebep oluyordu.
Karaiskos'un gelmesi üzerine, Eftimios'un ekonomik
meseleleri hallediş tarzını da pek onaylamayan eşraf piskoposu görevden
alıp çetelerin örgütlenmesi sorumluluğunu asteğmene verirler.Asteğmen o
sıralardaki sürtüşmaler en üst düzeyine ulaşmış olan çeteleri
dolaştıktan sonra, karargahını Samsun'dan yarım saat mesafedeki
Hacıismail köyüne kurmaya karar verdi. Bu arada, bir süre önce Mustafa
Kemal'in otoritesine başkaldırmış olan Çerkezlerle de ittifak kurdu.
Ayrıca Karaiskos bölgeye gelişinin ilk iki ayında Rum çeteleriyle Türk
köylüleri arasındaki anlaşmazlıklarda arabuluculuk yapmış, hatta Türk
köylerinden birine saldırmış olan bir Ermeni çetesine karşı bir harekat
düzenlemişti.
...Trabzon meselesi görüşme
masasına Konferans'ın sonuna doğru bir kez daha, kendi kamuoyunu
Ermenistan üzerinde manda uygulama konusunda ikna etmeye, bu nedenle de
Trabzon'un Ermenistan'a bağlanmasını sağlamaya çalışan Amerikan yönetimi
tarafından gerçekleştirilecektir. State Departmanın bu doğrultudaki bir
notasına Curzon 19 Nisan'da böyle bir şeyin Ermenistan'ın çıkarı
bakımından bile kabul edilemez olduğu cevabını verir. Sorun bir kez de
San Remo konferansının 22 Nisan oturumunda tartışılır ve Curzon burada
da Erzurum Türklerin elinde olduğu sürece Ermenilerin Trabzon'da hiç bir
zaman tutunamıyacağını söyler ve sonunda 24 Nisan oturumunda
Ermenistan'ın sınırlarının çizilmesi için Başkan Wilson'a başvurulmasına
karar verilir. San Remo Konferansını izleyen Hrisantos ile
Constantinidis, 30 Nisan tarihli memorandumlarında artık sadece, yeni
kurulacak Türk devleti bünyesinde Pontus'u içine alan bir idari birim
kurulmasını ve bu birimin başına Cemiyet-i Akvam tarafından bir vali
atanmasını talep edebilmişlerdir. Bunun, Venizelos'un o sırada uzun
vadede gerçekleşeceğini düşündüğü çözümün temelini oluşturduğu,
Constantinidis'e San Remo'da sorunun ancak yirmi ya da otuz yıl sonra
çözülebileceğini söylemesinden anlaşılmaktadır...
Artık moralin en kötü
olduğu devreye gelinmiştir. Batum, Venizelos'un açıklamalarını kınayan
protesto telgrafları gönderir ve İstanbul'da bulunan Hrisantos artık
yapılacak tek şeyin bütün komiteleri lağvetmek olduğunu söyler. Ancak bu
sırada Lloyd George Venizelos'u Türkiye'ye barış anlaşmasını askeri
yoldan ona vermek üzere Londra'ya çağırır...
Yunan kuvvetlerinin 22
Haziran'da başlattıkları askeri harekat, neredeyse bir yürüyüşmüş gibi
ilerler ve 8 Temmuzda Bursa işgal edilir...
11 Ağustos'da yani Sevr
Anlaşmasından bir gün sonra Venizelos'la buluşan Aharonian , ona Trabzon
üzerindeki iddialarından vazgeçtiklerini bildirir. Karşılığında Yunan
başbakanı "Türklerin Ermenistanı tamamen boşaltarak Başkan Wilson
tarafından çizilen, sınırların gerisine çekilmelerine kadar, Yunan
ordusu, işgali altında bulunan, anlaşmaya uygun olarak işgal
ettiklerinin dışındaki bütün topraklarda işgali sürdürecektir."
açıklamasını yapar. Bir kaç gün sonra Constantinidis'e Türk hükümetinin
anlaşmayı uygulamayı başaramazsa Yunanistan'ın Pontus'u 3 yada 4
birlikle işgal edeceği güvencesini verir...
PONTUS İSYANINI BASTIRMA
HAREKATI
Çatışma alanında 1920
yılının tamamı bekleyiş içinde geçer. Rum çeteleri dışardan bir müdehale
yapılmasını beklerken civardaki Rum köylerini denetimleri altında
tutmaya çalışır. Türk köylülerini silahlandırmaya çalışan Ankara
hükümetinin ise eli kolu hem çeşitli ayaklanmalar hem de Yunan ordusunun
ilerleyişi nedeniyle bağlıdır. Türk çetelerinin varlıklarını
dayatabildikleri tek bölge Topal Osman'ın hüküm sürdüğü Giresun
bölgesidir. Topal Osman'ın Türkler üzerinde de terör uygulamayı
sürdürerek Rum eşrafını sistemli bir biçimde tasfiye etmeye giriştiği
görülmektedir. Yine de Giresun'da uygulanan baskının Topla Osman'ın
kişiliğinden mi yoksa, Giresun'un aynı zamanda Rumlar tarafından bir
operasyon alanı olarak seçilmiş olması nedeniyle bölgenin
özelliklerinden mi kaynaklandığına karar vermek zordur...
Ankara hükümetinin Pontus
hareketine uyguladığı ilk resmi baskı, 8 Kasım 1920'de 72 Samsunlu Yunan
vatandaşı Rum'un tutuklanarak, ertesi gün bir Avusturya gemisiyle sınır
dışı edilmesidir. Bu tarihte Ankara kuşkusuz Venizelos'un
hazırlıklarından haberdardı ve ona yönelteceği karşı harekatın
hazırlıkları içerisindeydi. Bu bakımdan belirleyici olan adım bir ya
sonra, 9 Aralık kararnamesiyle Pontus hareketini bastırmak üzere Merkez
ordusunun kurulmasıyla atıldı. Ancak başlangıçta 10 bin askeri bulunan
ve 1921'in ilk yarısı boyunca Koçgiri Kürt ayaklanmasını bastırmakla,
temmuz ve eylül ayları arasında ise Yunan ilerlemesine karşı koymakla
meşgul olan bu ordu asıl amacı bakımından etkili olmayaancak 1921
sonbaharında başlayabildi...
4 Şubatta Rum eşrafından
Samsun'lu 72 ve Bafralı 11 kişi tutuklandı. Zilon piskoposuda
tutuklananlar arasındaydı ve piskoposlukta yapılan bir aramada harekete
mali katkıda bulunan eşrafın adlarını gösteren bir liste bulunmuştu. 12
Şubat'ta Merzifon Amerikan Kolejinde öğretmen olan bir Türk öldürüldü.
16'sında Kolejde yapılan aramanın ardından dört profesör ve iki Rum
öğrenci tutuklandılar. İçişleri Bakanlığından gelen bir emir üzerine
Kolej 22 Martta kapatılacak ve iki kişi dışında Amerikalıların hepsi
sınır dışı edileceklerdi...
5 Nisanda Merkez ordusu
Bafra bölgesindeki Rum çetelerine karşı ilk operasyonlarını başlattı.
Türk kaynaklarında bu operasyonlarla ilgili fazla bir bilgiye sahip
değiliz; Yunan kaynakları ise operasyonun başarılı olmadığını, Topal
Osman'ı kanlı müdehalesine iten nedeninde bu başarısızlık olduğunu
yazmaktadırlar. Ancak bu kaynaklarda Topal Osman'ın söz konusu baskıyı
uyguladığı dönem nisan ayı olarak belirtilmektedirki- buna olanak
yoktur; çünkü aynı tarihte Topal Osman, Ankara Büyyük Millet Meclisi'nin
protestosuna yol açacak kadar amansız bir şiddetle Koçgiri Kürt
ayaklanmasını bastırmakla meşguldür. Demekki onun devreye girmesi daha
geç bir tarihte, muhtemelen mayıs ve temmuz arasında olmuş olmalı.
Yunanlıların büyük taarruz hazırlıkları ilerledikçe Rumlar üzerinde
uygulanan baskının belirginleşmesi de şaşırtıcı olmazdı.
Topal Osman köylere
doğaldır ki hem çetelerin gerideki güçleriyle bağlantılarını kesmek hem
de kendi birliklerinin moralini yükseltmek için saldırıyordu...
Aynı dönemde, biraz
tereddüt edildikten sonra bölge dışına sürgün etme kararlarıda alınmaya
başlar. 22 Mayıs'ta Samsun'da yerleşmiş bulunan Kayseri kökenlilerin
doğdukları yerlere gönderilmeleri kararlaştırılır; bu şekilde sürülenler
arasında şehrin en zengin aileleride bulunmaktadır. Ancak kadınların
vilayet konağı önünde düzenlediği gösteri ve muhtemelen Türk eşrafında
araya girmesiyle karar iptal edilir...
İki gün sonra Yunan
kruvazörü Kilkis Ankara hükümetinin ( Sovyetlerden gelen cephanenin)
giriş limanı olan İnebolu'yu bombalar. Bunun üzerine Merkez ordusu
komutanı Nurettin Paşa aynı gün Rumların sürülmesini emreder. Ankara'da
ayın 12'sinde toplanan Bakanlar kurulu, bir Yunan çıkarmasının an
meselesi olduğu sonucuna vererek bütün Karadeniz şeridini savaş bölgesi
ilan eder. ...
Aynı gün Samsun, Bafra ve
Alaçam şehirlerindeki 15 ila 50 yaş arasındaki bütün erkekler
tutuklanır. Ertesi gün ilk göçmen kafilesi iç bölgelere gitmek üzere
Samsun'dan yola çıkarılır. Yunan kaynaklarının hepsi, kaçanların
tanıklıklarına dayanarak, bu ilk kafilenin , ilk durak olan Kavak'ta
kafileye eşlik edenlerce kurşun yağmuruna tutulduklarını, kafilenin
büyük bölümünün katledildiğini yazmakta ancak ölü sayısı üzerine
anlaşılamamaktadır. Pavlidis'e göre 330 olan ölü sayısı Gavrilidis'e
göre 701 dir. Türk yetkililere göre Kavak'ta ölüm olaylarının meydana
geldiğini kabul etmekte ama bunları Rum çetelerinin saldırısına
bağlamaktadır. Ancak bu düşük bvir ihtimaldir; her şeyden önce bu sürgün
operasyonları sırasında başka bir Rum çetesinin varlığına
ratlanmamaktadır; öte yandan böyle bir saldırıda sürgün edilenler
arasında bu kadar çok sayıda ölü olması ancak, sürgünlerin, onlara
nezaret edenlerce ön saflara itilmeleriyle açıklanabilirki, böyle bir
durum olsa, Rum tanıklar bunu belirtmekten kaçınmazlardı.
İkini, 700 kadar kişiden
oluşan kafile Samsun'u ertesi gün, 117 Haziran'da terketti ve salimen
Amasya'ya ulaştı. Buna karşılık bin kadar oluşan üçüncü kafile, 20
Haziran'da, Gavriilidis'e göre nezaretçilerin işbirliğinden yararlanan
Topal Osman çetelerinin saldırısına uğradı; Samoilidis'e göre bu
saldırının amacı, Topal Osman'ın, ona Samsun'a girmeyi yasaklamış olan
validen öç almayı istemesiydi ve saldırı sonunda kafilenin büyük bölümü
öldürüldü. Aynı gün verdiği bir raporda Türk kumandan olayların
doğruluğunu, kim oldukları belirtilmeyen "çetelere" atfederek teyid
etmekteydi. Yunan kaynakları, Samsun'dan 25'inde hareket eden dördüncü
kafile ile Bafra'dan 17,21 ve24 tarihlerinde hareket eden ve her biri
500-600 kişiden oluşan üç kafile ile Alaçam'dan 18,21 ve 22 sinde yola
çıkan üç kafilenin de aynı akibete uğradıklarını yazmaktadırlar.
Gavilidis'e göre kafilelerin katledilmesine, Ankaradan 25 Haziranda
gönderilen bir emirden sonra son verilecekti....
Yunan kaynakları bu
tarihten sonra artık sürgüne giden kafilelerin katlinden söz etmiyorlar.
Ancak bundan sonra gündeme bir başka olay giriyor: kadınlar ve
çocukların sürülmesi. Bu uygulama Nureddin Paşa'nın 12 Temmuz tarihli
bir emriyle başlamıştır, ancak bu karar, böyle bir uygulamaya karşı
çıkan Samsun'lu Türk eşrafın protestoları sonunda Ankara tarafından
iptal edilmiştir.
... Eskişehir'in
Yunanlılarca işgal edilmesinden sonra İstanbul'daki Pontus Komitesi o
sırada İzmir'de bulunan Yunan başbakanı Gunaris'i ziyaret ederek,
Pontus'a asker çıkarması yolunda bir talepte bulunur. Bu talep, Ankara
yönünde ilerlemeyi yeğleyen Yunan Genelkurmayı tarafından
reddedilir.Sürgüne gönermeler temmuz ve ağustos aylarında daha yavaş bir
tempoyla sürdükten sonra eylülden itibaren yine hızlanacak ve bu kez,
yaşlı, kadın, çocuk demeden tüm Rum nüfusu içine alacak şekilde
uygulanacaktır. Bunun yanısıra Ankara hükümeti Amasya İstiklal
mahkemesinde Pontus ayaklanmasına karş bir dava açarak büyük bir gözdağı
vermek istemektedir....21 Eylülde Amasya'da 174'ü Rum 177 kişiye ölüm
cezası vererek idam etmiştir; bunlardan74'ü Samsun, 5'i Trabzon, 5'ide
Giresun şehirlerinin Rum eşrafındandır.
Sonrası, Anadolu kışında
Malatya ve Harput yörelerine sürgüne gönderilenlerin kaçınılmaz olarak
uğradıkları telefatla sürüp giden sonu gelmeyen sürgünler, düzenli
orduların 1923 yılına, yani Yunanlıların Anadolu'yu boşaltmalarından çok
sonrasına kadar, dağlara çekilmiş Rum çetelerine karşı yürüttükleri
operasyonlara süren bir öyküdür.
Türk Genelkurmayı
tarafından yayınlanan resmi raporlarda düzenli orduyla yapılan
çatışmalarda ölen Rum çetecilerin sayısı 11.118, Rum çetelerince
öldürülen Türk köylülerinin sayısı ise 1817 olarak verilmektedir. Fakat
sürgüne giderken ölenlerle başıbozuklar tarafından öldürülenlerin
sayısını saptamanın olanağı varmıdır. 1914'te Trabzon Vilayetinde
yaşayan Rumların nüfusunun 350.000 olduğu tahmin edilmektedir; bunlara
Sivas ve Kastamonu vilayetlerindeki Rumlar da eklendiğinde, yaklaşık
450.000 sayısına ulaşılmaktadır. Bunlardan 86 bin kadarı 1. Dünya savaşı
sırasında Rusya'ya göç etmiş ve 322.500 kişide nüfus mübadelesi
sırasında, 1923'te Yunanistan'a ulaşmıştır. İki sayı arasındaki farkl
65-70 bindir ki bunların üçte biri silahlı erkekler ve üçte ikisi yada
eli silah tutmayan insanlardır.
Pontus meselesi ulusal
ilkelerin, çok uluslu bir devlete uygulanmasından kaynaklanan
sapıtmaların iyi bir örneğidir. Pontus'un uzun vadede, farklı etnik
kökenlerden gelen, Büyük İskenderin imparatorluğu döneminden Komnenoslar
İmparatorluğuna kadar gelen dönemde Hristiyanlaşan ve büyük ölçüde
Helenleşen, daha sonra Osmanlıların yönetimi altında İslamiyeti
benimseyen ve büyük ölçüde Türkleşen ve 19. yüzyılda ulusal ideolojinin
etkisiyle dini bölünmeleri etnik bölünmelere dönüştüren halkların
tarihidir. Böylece genellikle Laz diye adlandırılan Pontus ahalisi,
Atina, İstanbul ve daha sonra Ankara'nın politikalarına boyun eğen
Rumlar ve Türkler şeklinde ayrışacaklardır. Bizi ilgilendiren dönemin
başından beri bu uayrışma kesin bir biçim almıştır. Daha 1912'de
taraflardan her biri uzun vadede, Balkanlarda olup bitenlere benzer
ancak diğerini dışalayan bir çözümü hayal edebilir duruma gelmişti.
Gerisi bu yazıda aşamalarını ele almaya çalıştığımız bir uluslararası
konjonktür ve strateji meselesinden ibarettir.
Bu ayrışmayı izleyen
savaşta Yunan tarafı kendi hayallerinin, yanılgılarının kurbanı oldu.
Bunların başında geniş kitleler tarafından ne ölçüde benimsendikleri
ayrıca tartışılması gereken bir dizi değere gönderme yapmanın ulusal bir
dinamiği başlatmaya yettiği zehabı yatıyordu. Ne varki, ekonomik
bakımdan önemli bir rol oynadıklarından kuşku edilmiyecek, kültürel
bakımdan da oldukça etkili oldukları açık olan Pontuslu eşraf, harekete
önderliğini kabul ettirmekte ve herkesin saydığı bir otorite ağı
oluşturmakta yetersiz kaldı. İkinci hayal barbarlığın ta kendisi olarak
tasavvur edilen şeyin karşısında kendisinin doğal olarak uygarlığın ta
kendisi olan şeye ait olduğu inancıydı. Bu önce hasımlarını küçümsemeye,
sonra da bu hatanın yol açtığı sonuçlara katlanmak zorunda kalınmasına
yol açtı. Son yanılgıda Yunan uygarlığıyla hristiyan dininin taşıyıcısı
olmanın Batılı güçlerin otomatik olarak onlara arka çıkacakları ve
onları koşulsuz olarak destekliyecekleri gafletine düşmelerinden
kaynaklanıyordu. Sınırsız bir iyimserlikle, ayakların ancak iş işten
geçtikçen sonra suya ermesini bu yanılgı açıklayabilir.
Karşılarındaki Türk
milliyetçiliği ise görünüşte mütevazi bir hedefi, imparatorluktan 1918
mütarekesiyle arta kalan topraklarda bir ulus oluşturma hedefini
gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Savaşın galipleri ona karşıydılar ama o,
hem imparatorluğun ulusal davayı benimseyen idari ve askeri çarklarında
yararlanabildi hem de, Müslüman topluluğunu Türk ulusuyla özdeşleştiren
ve farklı olanı dışlayan bir görüşü benimseyerek halkın desteğini
kazanmayı başardı. Böyle savaşın tek bir galibinin olması ve her bir
topark parçası üzerinde yalnızca bir ulusun yaşaması amacına ulaşmaya
çalışan taraflar hasım tarafa yönelttikleri taleplerini karşılıklı
olarak gidebileceği son noktaya kadar zorladılar.
*Paris Üniversitesi Öğretim
görevlisi