LAZLARIN GERÇEK
TARİHİ
Ildiko Beller Hann*
Etnik
konuların önem kazanması artık sıradan bir durum haline gelmiştir.
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki eski politik sınırların yeniden
çizilmesi, yeni bağımsız ‘ulus devletlerin’in sayısında dramatik bir
çoğalmayı sağlamıştır. Kültürel ve etnik bilincin ortaya çıkması,
Sovyetler Birliği veya başka bir yerdeki, belirli derecede otonomiyi
önceden kullanabilme yeteneğine sahip olan sayıca daha büyük gruplarla
sınırlı değildir. Daha küçük gruplar da derinden etkilenmiştir. Yakın
zamana kadar etnik bilinç etnik bilinç belirtisi göstermeyenler bile.
Bu makalenin
konusu, Türkiye’nin kuzeydoğu köşesinde yaşayan Lazlardır. Tarihleri ve
etnik kimlikleri, çeşitli çağdaş yazarlar tarafından çelişkili ele
alınma konusu olmuştur. Son aylarda Laz entellektüelleri, Lazların
tarihinde şimdiye kadar benzeri olmayan bir hareket, kültürel tanıma
için bir çalışma başlattılar. Kendi kültürel miras ve tarihlerine olan
yeni bir ilgi, belirli bir derecede Gürcüstan ve eskiDoğu Bloku
ülkelerinde başka yerlerdeki olaylardan etkilenmiş olabilir ama diğer
etkiler de bu duruma katkıda bulunmuştur.
Laz tarihi ve
kimliğini oluşturmaya yönelik çeşitli girişimleri inceleyecek ve bu
konularda yerel tavırları da tartışacağım. Bu makale, parçalanmış ve çok
sayıda küçük gruplar arasında bilekültürelbilinci arttıracak yeni
ideolojilerin bina edilmesinin nasıl mümkün olduğun bir çerçeve
çalışması olarak tasarlanmıştır. Etno-milliyetçi hareketler ve daha
genel olarak etnik çekişmelerin incelenmesi için bir karşılaştırma
olabilir.
Bildiğim
kadarıyla, şimdiye kadar Lazlar konusunda eleştirel bir değerlendirme
girişimi olmamıştır. Zira daha aşırıya kaçan görüşlerin bazı
temsilcileri, diğer araştırmacılar tarafından ciddiyetle hiç ele
alınmamıştır. Bilimsel kesinlik ve geçerliliklerine bakılmaksızın bu
alandaki bütün görüşler göz önünde bulundurulmalıdır. Böyle ‘tarih’lerin
yaratıcıları, uluslararası bilimin ayrı dünyası tarafından ciddiye
alınmamalarına rağmen, kendi ülkelerinde çok ciddiye alınabilirler ve
yerel grupların etnik bilinci yanı sıra ulus devletlerin ideolojisi
üzerine aşırı etki ederler.
Lazlar (1),
Kafkasya orijinlidir. Megrelce ve Gürcüce’ye akraba olan dillerini
(Lazuri Nena) günümüze kadar korumuşlardır. Lazca konuşanların sayısıyla
ilgili resmi istatistik veriler bulunmamasına rağmen, bütün olarak bu
dili konuşanların sayısı 250.000’den daha fazla gözükmüyor. Türkiye’nin
Doğu Karadeniz kıyıları boyunca olan yerleşimleri, Batı Anadolu’daki
bazı muhacir köylerini, Türkiye’nin büyük çaptaki diaspora’yı ve
Gürcistan’da yaşayan az sayıdaki halkı kapsar (Feurstein, 1983, s.26,
1992,s.206, Andrews, 1989,s. 430-433).
(Osmanlı)
Lazistan(ı), politik ve idari bir birim olarak, tarih boyunca değişen
sınırlara sahip olmuştur. (bkz. Bryer, 1966, 1980). Bununla beraber,
Lazca’yı konuşanların çoğunun yaşadığı bölge, Doğu Karadeniz kıyılarının
hemen hemen daha kısa uzantısıyla sınırlıdır. Yani, doğuda Sarpi sınır
köyü ve batıda Pazar’ın Melyati köyü arasında. Kuzeydeki doğal sınır
Karadeniz ile oluşur. Güneyde ise denk bir rol Kaçkar dağlarına
atfedilebilir. Br yer’e göre, Lazların anavatanlarının Abhazya’Nın
kuzeydoğu sınırlarında uzanması mümkündür. Bazı klasik dönem
coğrafyacıları ‘Lazları Kolhlar ile bir tutarlar. Bunun, Karadeniz’in
doğu hilali halklarını işaret eden geniş bir terim olduğunu da not eder
(Bryer, 1966,s.175). Kaçkar dağları, Karadeniz Bölgesi ve Anadolu
platosu arasında gerçekten doğal bir coğrafi sınır teşkil ederken,
kuzeydeki meyilli, bir dereceye kadar Laz köylerinden daha yukarıda
Hemşinliler yaşadığı için etnik sınırları göstermezler. Hemşililer de
Lazlar gibi Müslümandırlar ve en azından bazı yerlerde dillerini ve grup
kimliklerini korumuşlardır. Hemşinliler, geleneksel hayvancılıkla ilgili
hayat tarzıyla bağlantılı olarak, “Kıyı Lazları” esas olark tarımcı ve
balıkçı yaşam tarzlarıyla anılmıştır. Bununla beraber, Bryer şunları
belirtiyor:
“...Doğu ve orta
Pontos Lazları ve kıyı vadileri Grekleri arasındaki en büyük fark etnik
değil ekonomiktir. Prokopyus’un zamanından bu yüzyıla kadar, kıyı halkı
büyük ölçüde tarımcıyken, Lazlar ekseriya hayvancılıkla ilgiliydiler”
(Bryer, 1966, s.180).
Feurstein’e
göre Bizanslı ve diğer yazarlar, Trabzon’u bir Laz lianı olarak
yanlışlıkla andılar ve bu yanlışlık daha sonra Osmanlı
yazarlarıtarafından tekrarlandı (2) (Feurstein, 1983, s.22).
Hemşinlilerin bugün yaşadıkları yörede ortaya ilk çıkışlarını, Batı’ya
diğer halkların göçüyle tesadüf eden Arap işgalleri zamanlarından
başlatır. Araplara karşı doğu sınırında tampon bir bölge yaratmaya
istekli Bişzans bu eğilimi destekledi. (Feurstein, 1983,s.21-23). Bryer,
Lazlar ve Tzanların güney ve batı Karadeniz kıyıları boyunca sürekli
hareketlerini de tartışır (Bryer, 1966,s.174). Bu kolay anlaşılır
aykırılıkların ikna edici bir açıklaması, ‘Laz2 teriminin geç Bizans
dönemlerinde bazı durumlarda değişikliğe uğradığını belirten Meeker
tarafından veriliyor:
“Laz” terimi
yabancılar tarafından Pont halklarını topluca ifade etmek için
kullanıldı. O yörede yaşayanlar tarafından da, tamamen Bizanslaşmış,
Grekçe konuşan Pontikliler’den (Rhomaioi) ayırt etmek üzere, yeterli
derecede Bizans kültürü alamamış (Lazoileri) işaret etmek için
kullanıldı. (Meeker, 1971,s. 337).
Laz teriminin
ilk yüzyılları, onların Hristiyanlığa geçirilmelerine tanık oldu, ama bu
bile onların Bizans İmparatorluğuyla birleşmelerine yol açmadı.
Bizanslılar ve Persler arasındaki husumet yüzyıllar boyunca, Lazların
bir derece bağımsızlıklarını korumuş oldukları gözüküyor.. Bryer’in
sözleriyle “7.yüzyıldan sonraki Laz tarihi Bizanslılaşmış ve Türkleşmiş
bir azınlığın tarihidir yalnızca” (Bryer, 1966,s.178). Lazların yaşadığı
bölge daha sonra Trabzon İmparatorluğu’na dahil edildi. Trabzon’un
1461’de Türklerin eline geçmesinden sonra bile bir dereceye kadar
otonomilerini sürdürmeyi başardılar ve yerel derebeylerinin yönetimi
altında kaldılar.
Pontik Türk
toplumunun teşekkülü, yerel halkın İslamiyete geç(iril)mesiyle ardarda
ilerledi. Muhtemelen Hemşinlilerde 15.yüzyılın başlarından, Lazlarda
16.yüzyılın sonlarından başlamak üzere gerçekleşti (Bryer,1966, s. 181;
1980, s.42; Bryer-Winfield, 1985,s.337; Meeker, 1971,s.341). Meeker,
Pontos’ta Türk nüfusunun daha kademeli olduğu ihtimalini ileri sürerken
(1971,s. 340, Feurstein, sıkıştıran ekonomik faktörler üzerinde
durmaktadır. Yani, gayri-müslim tebaadan istenen vergiler (haraç)
ödemede halkın zorlanması, Lazların din değiştirerek İslamiyete geçmeye
zorlandı. (Feurstein, 1983, s.23).Meeker, yerel Pont halkının, gelen
Türklerle karışmasının, Anadolu’daki benzer durumdan onları farklı kılan
özellikli, karışık durumlar yarattığını iddia eder(Meeker, 1971, s.
320). Bölgenin doğuya doğru olan coğrafi açıklığı, Pazar’ın doğusundan
başlamak üzere Lazca’nın, Bizans, Osmanlı ve modern Türkiye dönemleri
boyunca korunmasına muhtemelen katkıda bulunmuştur. 20.yüzyıldan önce bu
bölge, hiç bir zaman tamamıyla büyük bir imparatorluğa entegre edilmedi,
ama tampon bir bölge işleviyle onlara gevşek bir yapıda müttefik kaldı.
Bu bçölgenin modern tarihi bir dereceye kadar klasik dönemlerdeki
tarihiyle benzerlik gösterir: Pers-Bizans tehditleriyle Osmanlı- Rus
konfliktleri yer değiştirmiştir. Geçmişte olduğu gibi, Lazlar Batı’ya
çekilme eğiliminde olmuşlardır. Bunun için tek nedeninin Lazların dini
ilişkileri olduğu düşünebilir. Grek ortodoks dinine döndürülmelerinden
itibaren Bizanslı komşularına daha yakınlık hisstemiş olabilirler.
Osmanlı – Rus ihtilafı alevlendiğinde çoktan Müslümanlaştırılmışlardı.
19.yüzyılın
başları, merkezi Osmanlı hükümetine karşı kendilerini başarıyla kabul
ettiren yerel derebeylerinin güçlenmesine tanık oldu. 1878’de Güney
Kafkasya bölgeleri Rusya’nın bir parçası haline geldi. Ruslar derhal
Müslüman nüfusu hristiyanlığa dönmeye zorladılar. Bu durum bir çok
Lazın, Batı Anadolu’ya şimdi topluca yaşadıkları yörelere göçünü teşvik
etti.(Pleczek, 1987, s. 26). Birinci Dünya Savaşı boyunca Lazlar
Osmanlılara ayrı bir sadakat gösterdiler. 1924’te Lazistan Sancağı idari
bir birim olarak kaldırıldı ve Lazların yaşadığı yöre Türkiye
Cumhuriyeti’nin ayrılmaz bir parçası oldu.
Bu tarihsel
hatlar, Doğu Karadeniz bölgesinin etnik ve ekonomik açılardan hiç
homojen olmadığını göstermektedir. Bu durumun aksine olarak, yaygın
olarak kullanılan Laz teriminin bütün Doğu Karadeniz kıyısıyla ilgili
kullanımı tamamen de temelsiz değildir. Meeker, yerleşim modelinde
(dağınık köyler), evlerin tipi ve bir dizi soyla edet (üretimde kadının
rolü de dahil) Anadolu’nun diğer yerlerinden tamamen farklı özellikler
gösterdiğini inandırıcı bir şekilde gözler önüne seriyor 8Meeker, 1971,
s.326-330). Bu benzerlikler, coğrafi faktörlerle, Kafkasya ile olan
yakın bağlarla ve bütün bölgenin karmaşık rtnik, birbirini etkileyen
tarihiyle de açıklanabilir.
Yunanistan’da
yaşayan Pont Greklerinin de, modern Türkiye’nin Lazları gibi Lazoi
olarak adlandırılmaları birrastlantı değildir (Meeker, 1971, s.332). Laz
terimi aynı zamanda bölgenin etnik çeşitliliğini de saklar. Çoğu kişi
yalnızca, yazılı eserlerde Türkçeleri acaip aksanlı ve komik, zeki ama
kurnaz karakterli olarak geniş ölçüde tartışılan, bir dereceye kadar
aykırı stereotiplerden haberdardır. Enerjik, cesur, vahşi, kadınlarına
karşı zalim ama çocuklarının eğitimine düşkün oldukları düşünülür. Bu
genel streotip, daha doğuda yaşayan küçük farklı grupların (Laz, Gürcü,
Hemşinli) bilinmesi için küçük bir alan bırakır. Bununla birlikte,
Melyati’nin doğusundaki doğal vadilerinde Lazca konuşanlar arasında daha
uzun bir ikamet, yalnızca Lazca diyalektler arasındaki farkları değil,
sosyal adetler, ahlak ve ideallerdeki anlamlı bölgesel değişmeleri açığa
çıkarır. Bu değişme, ayrı vadilerin nispeten birbirlerinden
izolasyonunun ve 1960’ların başlarında inşa edilen sahil yolundan önce
taşıma ve iletişim zorluğunun direkt bir sonucudur.
Bu bölgede,
başka yerlerde olduğu gibi kişi ve yer adları Türkçeleştirilmiştir. Yer
adlarının Türkçeleştirilmesi nispeten yakın bir dönemde
gerçekleştirildiği için, eski yer adları hala halk arasında
kullanılmaktadır. Toumarkine, Lazların asimilasyonuna ilşkin faktörleri
şöyle sıralıyor: Kişi ve yer adlarının tamamıyla Türkçeleştirilmesi, Laz
olmayan gruplardan evlilikteki artış, hükümet tarafından Lazca’nın
kullanımının ‘desteklenmemesi’, Lazca konuşanların Türk toplumuna milli,
dini ve ekonomi entegrasyonları (Toumarkine, 1991, s.110). Lazca’nın
kullanımı ve kültürün yaşatılmasını kesecek sıkı tedbirlerin gereksiz
olduğunu çünkü asimilasyon prosesinin her halükarda vuku bulduğunu da
ekliyor 8Toumarkine, agy). Bu münasebetle Lazları Türkiye’deki azınlık
politikasının kurbanı olarak gören Feurstein’in görüşünü aktarır
(Feurstein, 1983,s.29-35).
Bu bölümde
fikirleri üzerinde durduğum yazarların her birinin Lazlara yönelik
bakış açı ve yaklaşımları var. Bryer, Greek Ortodoks araştırmaları ve
Bizans tarihi açısından bir arka plana sahip. Lazlara olan ilgisi,
derinlemesine Pontos çalışmalarının bir yan dalı düzeyindedir. Meeker
bir antropoljisttir. Toumarkine bir öğrenci; Feurstein Laz Dili, maddi
kültürü ve mitolojisiyle ilgili tutkulu bir araştırmacı. Ama bu
insanların hepsi temel olarak ‘gerçekten olduğu gibi’ Laz tarihini
anlamaya çalışıyorlar. Mevcut delilleri eleyerek ve desteklenemeyecek
iddiaları bir kenara bırakarak tarih biliminin standart metodlarını
uygulamaya çalışıyorlar. Şüphesiz tarafsız değiller, ama çalışmaları
araştırma ve eleştiriye açıktır. Onların ki, mitoloji ve ideolojiye
karşı koyan ‘objektif tarih’ yazma girişimidir.
‘Türk Milliyetçisi’
Bir Görüş
Batı biliminin en
iyi geleneklerine göre Laz tarihini incelemeye yönelik yukarıda
bahsedilen girişimlere ilaveten, bu geleneklerin dışında iki çalışma, bu
konu üzerinde keskin bir iddiaya sahiptir. Profesör M.Fahrettin
Kırzıoğlu, kuzeydoğu Türkiye ve Kafkasya tarihi üzerine 40 yıldır
yazmaktadır. O’nun çalışması yalnızca resmi ideolojiyi takviye etmiyor,
böyle ideolojilerin, üzerine bina edilebilecek temeli sağlıyor.
Kırzıoğlu,
düşüncelerini diğer kanallardan yaymada da aktiftir. 1990’da, Rize ve
Acara tarihi üzerine bir konuşma yaptı. Kültür Müdürlüğü çalışanları, bu
konuşmanın bir seri konuşmanın sonuncası olduğunu söylediler.
Kırzıoğlu’nun
makalesinin özü şöyle özetlenebilir. Bütün bölgenin tarihi (yani, güney
Kafkasya ve komşu bölgeler) yalnızca Türkik halkların konteksti içinde
tartışılabilir. Bu yalnızca Lazları değil, Gürcü ve Acaralara da
uygulanır. Görüşleri sıklıkla karışık ve birbirlerini tekzip eder
mahiyettedir. Bir önceki makalesinde Gürcülerin Çinden gelen Moğol
orijinli halklar olduklarını iddia eder, bir sonraki makalesinde
Gürcüstan’ın antik dönem ahalisinin Türkik orjinli olduğunu ispatlamaya
çalışır. (Kırzıoğlu, 1976). Laz tarihinin hiç birşey olduğunu, ancak
Orta Asya’lı Türkik bir halkın tarihi olduğunu göstermeye de çalışır.
Bir çok sayfa, yalnızca Lazların Türkik soydan geldiklerini ispatlamaya
değil, onların Megrel ve Gürcülerle akraba olmadıklarını ispat etmeye de
tahsis edilir (Kırzıoğlu, 1986). Yazdıklarının çoğu, politik ithamlı
Sovyet-Gürcüstan görüşlerine karşı kasten yapılan probaganda
anlamındadır. Altı makaleden oluşan ilk serisi Gürcü Profeörlere Cevap
başlıklıdır (1946). Sonraki makaleleri Gürcü ve Sovyet bilimadamlarına
hücum eğilimindedir (1972,s.422; 1976,s:144-145; 1986,s.10).
Kırzıoğlu’nun
en geniş kapsamlı Laz tanımı şöyledir:
İslamlığın
çıkışından beri yazılı kaynaklar, ‘Laz’ adlı boyun, şimdiki Çoruk
ırmağı ağzının batısında ve Karadeniz kıyısındaki ormanlık ve balkanlık
dar bir bölgede yaşadığını gösterir. İslamlık çıkmadan 150 yıl önce...
Roma İmparatorluğu’na bağlı bir Laz Krallığında yaşıyorlardı. Yuvarlak
başlı, çoğu kumral, düz ve dalgalı saçlı güzelce yüzlü olan Lazlar,
bitişkin dilli olup, bugün aralaında üç lehçe ile yazısız bir folklor
dili konuşan ufak bir topluluktur. Sarp köyü ile Çayeli ve Pazar
ilçelerini ayıran Kemer Burnu arasındaki küçük kasaba ve köylerde
yaşarlar. (Kırzıoğlu, 1972, s. 423).
Daha sonra
Borçka’yı önemsemeyerek ve yine muhacirLazların yaşadıkları Batı
Anadolu’daki köyleri atlayarak, kıyı boyunca Lazların çoğunluğunun
yaşadığı beş ilçeyi (Hopa, Arhavi, Fındıklı, Ardeşen, Pazar) tanımlar.
Daha sonra...Lazların yörede komşuları Hemşinlilerle yaşadıklarını
anlatarak yerel etnisite temasını geniletir.Gürcülerin yöredeki
varlığını tamamen atlar. Yukarıda bahsedilen beş ilçenin, 1518 tarihli
bir Osmanlı dökümanında 25 köyü kapsayan ‘Laz’ ve ‘Laz-Meğal’ adı
altında bahsedildiğini ilave eder. Sonunda da, geçmişte toprak
azlığından dolayı gurbete çalışmaya giden Lazlaın, çay tarımının
uygulanması sonucu zenginleştiklerin ve köylerine ilgi göstermeye
başladıklarını iddia eder (1972, s. 424).
Yukarıda
bahsedilen fikirlerin çoğu şüphe götürür. Bununla birlikte,
Kırzıoğlu’nun az çok tam tamına, bugün Lazların yaşadığı yöreyi
tanımlaması ve yine tamamıyla konuşulan bir ‘folk’ lehçesi olarak
bağımsız birLaz dilinin varlıpını onaylaması da dikkate değerdir. Böyle
yaparak, çalışmasının hedefinin, ana etnik özelliği ayrı bir dili olan
Lazca konuşan grup olduğuna kabul eder. Daha sonra, Lazların
Gürcü/Kartveli soyundangelmediklerini ispatlayacağı düşünülen 10 delili
sıralar. Bundan sonra da Lazların Türkik/Turani soydan geldiklerini
tezini ispatlayacak delili ortaya koyar. Çalışmalarındaki kaynakları
kullanması seçici, peşin hükümlü ve tam doru olmayan bir özelliktedir.
Lazları, Megrellerden ve Gürcülerden ayırmaya aşırı önem verir. Megrelce
ve Gürcüce konuşanlar arasında karşılıklı anlaşmanın olmadığını iddia
eder (1972, s. 428; 1994). Lazların yuvarlak başlı ve güzel yüzlü
olduklarını, Megrellerin ortabaşlı ve çirkin olduklarını söyleyerek
görüşünü ispatlayacak hayal mahsülü ırksal stereotipleri kullanır (1972,
441). O’na göre, ‘Megrellerin tembelliği yüzyıllardır dillere destanken,
Lazlar çok çalışkan insanlardır (1972, s.441-442). Megrellerin 2.500
yıldır öz evlatlarını ya vergi ya da kazanç için sattıkları suçlamasına
devam eder (1972,s.442). Kırzıoğlu, Megrellerin hastaları öldürmeyi
hürmete layık bir davranış gören bir halk olduklarını ispat edecek
kaynakları da aktarır (1972, s.443). Son olarak namus üzerinde
yoğunlaşır. Oldukça haklı olarak, Lazların namuslarına, esas olarak
kadınlarının namuslarına duyarlılıklarını belirtir ve kan davalarından
bahseder. Yalnızca, Lazların namus ve utanç konularında duyarlılıklarını
bilenler, Kırzıoğlu’nun bu temayı sunmasının tam olarak netyi ima
ettiğini değerlendirebilirler: ‘Lazlar, hırsızlık nedir bilmezler ve
dürüstlükleri iyi bilenir. Bununla beraber Megreller tarihleri boyunca
alçaklıklarıyla bilinirler... ve hırsılık ve eşkiyalık yapmışlardır
81972, s.443). Kırzıoğlu, bundan sonra Lazların Megrellerle aynı soydan
geldiklerini düşlemenin Lazları aşağılama olduğu kararını verir.(1972,
s. 445). İddialarını desteklemek için alıntı seçimi (Busbecq gibi) iyi
bilien kaynakların yanı sıra kontrol edilmeleri zor olan (Süleymaniye-
Esadefendi Kütüphanesindeki bir el yazması gibi) kaynaklardandır.
Amacım,
Kırzıoğlu’nun argümanlarını tek tek ele alıp yanlış, olduklarını
ispatlamak değildir.
1 Birbirini tekzip
eden ‘tarihsel argümanları;
2 Aşikar yapısal,
gramer ve leksikal farkları bilmezden gelerek ve Lazca ve Türkik diller
arasında yakın bir ilişki arayarak
3 hem birinci hem
ikincil bir çok kaynağı bilmezlikten gelerek
4 Argümanlarda da
peşin hükümlü, ıklıkla öfkeli tarzda ileri sürülür
5 Etnik grupların
belirli bir imajını yaratacak argümanların sıralanması
Kırzıoğlu’nun kendi
kendisini şüpheye düşürmesi için yeterli gözükmektedir. Lazlar ve diğer
kartveluri (Megrel, Gürcü, Svan) dillerini konuşanlar arasında kabul
edilen linguistik ve tarihsel bağları şüpheye düşürmek için hem maddi
hem de ahlaki terimlerle iyi tanımlanmış streotipleri yeniden
tanımlamaya ve tutumlarını sağlamaya çalışır. Son zamanlarda Said (1978)
tarafından maruz bırakıldığı gibi, en kötü batılı emperyalist-
orientalist geleneğin ilginç bir uygulamasınaki ‘Biz’ ve ‘Onlar’
imajlarını yaratır. Kendi görüşlerini yaratmış desteklemek için, zalim,
şehvet düşkünü, cahil ve tembel doğulu imajını yaratmaya yaramış aynı
kaynaklardan alıntılar yapar. Lazları namuslu, temiz ve çalışkan Türkler
olarak tanımlar. Megrelleri ve Gürcüleri, temiz hiçbir halkın kendisiyle
bağlantı kurmayı istemeyeceği, acınacak, vahşi, merhametsiz, namussuz
olarak tanımlar. Bu, gerçekten batılı orientalistler ve yazarların
metodlarının bir Türk tarihçisi tarafından tuhaf bir adaptasyonudur. Bu
durum, Said’in tezleriin geliştirilebileceği ve işlenebileceğini ve
peşin hükümlü yanlış takdimin suçlusunun yalnızca batılı “ Orientalize
eden” yazarlar olmadıklarını ispat ederler. Kırzıoğlu tamamen aynısını
yapıyor. Pozitif imajlarını ortaya koyarak, Lazların gururunu okşamaya
çalışıyor, onları Megrellerle ahlaki açıdan zıt gibi göstermeye
çalışarak etnik kartı oynuyor. Şüphesiz bütün bunlarda gizli bir başka
hesap vardır. Yani, Lazlar istenildiği şekilde bağlantılandırıldıkları
sürece kendilerini namuslu ve temiz görebilecekler, Kırzıoğlu’nun
teorilerinden herhangi bir ayrıış onları Megrellerin düzeyine
indirecektir!
Lazlar,
Megreller ve Gürcüler arasındaki genetik’ ve linguistik bağlarla ilgili
teoriyi zayıflatmak durumunda olmasına rağmen, Kırzıoğlu bir dereceye
kadar kendisini tekzip eder bir tarzda, Gürcü dil ve folklorunun
Türklere çok şey borçlu olduğunu ispat etmeye çalıştığı bir makale de
yazmıştır. Bunu, Gürcüstan toprağındaki Türkik dili konuşan halkların
erken dönemdeki varlıklarına dayanarak açıklar (Kırzıoğlu, 1976). Bunda
şovenist ideolojisine bir adım ileri atırdığı görülüyor. Megrel-Laz ve
Gürcü bağına karşı iddialaraı, Lazların kayıtsız şartsız
asimilasyonlarını meşru kılmak amacına hizmet ettiği; Gürcüler
üzerindeki hatırı sayılır Türk kültürü etkisiyle ilgili uzun makalesi,
ekspansiyonist politik bir kaynak olabileceği görülür. Bildiğim
kadaruyla, bu iddialar Türk bilim adamları arasında pek ciddiye
alınmamıştır. Bununla birlikte, yazdıkları Türkiye’deki etniklere
yönelik geçerli olan politikalarla kesin olarak uygunluk göstermiş ve
yerel olarak da tesirli olmuştur. O’ nun makaleleri, yalnızca kıyı
bölgelerin yerel kütüphanelerinde değil, Rize Kültür Müdürlüğü’nde de
bulunmaktadır. O’nun yazdıkları, başka kaynakları olmayan yerel
öğretmenler tarafındann hazırlanan başka tarihsel taslakları
doğurmuştur. Feurstein ve Bennighaus gibi ciddi araştırmacılar,
Kırzıoğlu’nu, küçük bir grubun asimilasyonunu destekleyen bir tarih
maniplatörü olarak dışlarken, O’nun yerel düşünmedeki etkisi ve resmi
ideolojideki potansiyel etkisiniin hesaba katılması gerektiği görülüyor.
Hem linguistler hem de Lazca konuşanların bizzat kendilerine göre,
birbirlerinin dillerini karşılıklı anlayan ve aralarındaki esas farkın
dini çizgi olduğu anlaşılan, yakından akraba Lazları ve Megrelleri
bölmeye yönelik ümitsiz teşebbüsü, Sıplarla Hırvatlar arasında yaratılan
kin örneği gibidir (Feurstein- Berdsena, 1987,s.38; Bennighaus,
1989,s.501).
‘Gürcü Milliyetçisi’
Bir Görüş
Yakın zamanlarda,
Gürcüce bir kitabın Türkçe çevirisi yayınlandı. Kitap, Lazlar’ın Tarihi
başlığını taşıyor. Bu kitap Laz orijinli Muhammed Vanilişi ve Ali
Tandilava tarafından yazılmış. Kitabın ilk yayın tarihi 1964 olmasına
rağmen, Türkiye’De 1992’de ortaya çıkması manidardır.
Yöredeki son
ikametim sırasında, Türkiye’de yayın tarihi nispeten yeniydi ve yöredeki
çok az kişi bu kitap hakkında bilgi sahibiydi. Yörede bu kitabı okumuş
olanların sayısı ise daha azdı. Kitaptaki bilgiler demode olmasına
rağmen, ulusal basında bazı reaksiyonlara yol açmış ve bazı Laz
entellektüelleri üzrinde de etkili olmuştur. Kitabı yazanların Sarpi
köyünden oldukları belirtiliyor. Sarpi, 1921’de Sovyetler Birliği ve
Türkiye arasında sınır çizildiğinde bölünmüş olan bir köydür. Yazarlar,
Laz tarihinin ana hatlarını ve etnografyasını verirler. İkincisi,
araştırılmamış Laz etnografyası açısından önemli materyaller sunar.
Baştaki bölüm, Lazların Megreller ve Gürcülerle yakın
geneteik-linguistik bağlarına dayanan Laz tarihinin girişidir. Bu
durum, tarihsel gerçeğe, Kırzıoğlu’nun çalışmasından daha yakın
olabilir. Ama ne yazık ki, M. Vanilişi ve A.Tandilava da, kaynak seçimi,
milliyetçi sloganlar, aktarılan görüşle ilgili dipnotta kaynak
belirtilmemesi (Kitabın, Gürcüce baskısında, alıntı yapılan kaynaklar
dipnotta belirtilmesine rağmen, Türkçe çeviriyebu dipnotlar alınmamış)
ve aşikar peşin hüküm gibi benzer metod ve hükümleri seçmişler. ‘Gürcü
milli topraklarından koparılamayan bu küçük mıntıka ahalisi ana
dillerini, milli karakter ve değerlerini koruyabilmiş ve günümüze kadar
yaşayabilmiştir’ diye yazmaktadır 8Vanilişi- Tandilava, 1992, s.36) ve
bir başka yerde de Lazların, Megrellerle akrabalıklarının ve ortak
tarihlerinin farkında olduklarını ispatlamak için, teyid edilmesi zor
çeşitli sözlü kaynaklardan alıntı yaparlar. 1990’ların başlarında, böyle
bir bilincin izlerini araştırıp bulmak zordu.(age,s.48). Osmanlı
periyodunda bölgenin tarihini çizen bölüm özellikle dikkate değerdir.
Kırzıoğlu’nun yaptığı gibi, özel dikkat dini faktörlerle
yoğunlaştırılıyor: Lazlar Bizanslılarla aynı dini paylaşıyorken,
Osmanlılar müslüman’dı. ‘Bu din ayrılığı Lazların durumunu daha da
güçleştiriyordu (age,s.43). Ayrıca yazarlar Osmanlıların kültürel yönden
geri kalmış bir toplum olduklarını ve bunun içinde Lazların İslama
geçirilmelerinde telkin ve ikna yolu yerine kaba güç kullanıldığını
ısrarla savunurlar(age,s.43-47). İslamlaşma ve Türkleşme çok yakından
bağlantılı olaylar gibi tanımlanır ve Osmanlı mollaları, Lazların
arasında onların Gürcülerle akraba olmadıklarının sahte propaandasına
inandırmaya çalışan bütün şerlerin temsilcisi olarak snulur. Yine bu
mollaların, zengin bir dil ve edebiyatın gelişmesini başarıyla
önledikleri iddia edilir 8age, s.48,55,74). Lazların orifin ve pozitif
milli karakterlerini ispatlamak için aktarılan başlıca kaynaklar,
Kırzıoğlu tarafından aktarılanlardan oldukça farklıdır. Bununla beraber,
Palgrave, Osmanbey, G.Kazbegi, N.Marr gibi yazarlar okuyucuya ırki
stereo tipleri sağlar. Burada tipik bir aktarma şöyledir: ‘Lazların ayrı
bir dili vardır. Bu dil, Gürcüce’Nin bir dialektidir. Lazlar fiziksel
olarak da Gürcülere tıpatıp benzerlik gösteriyorlar. Lazlar
çalışkanlıklarıyla tanınırlar (age, s.56). M.Vanilişi ve A. Tandilava,
Lazları süreç içinde önem ve bağımsızlıklarını kaybetmiş, bir zamanlar
önemli bir güç olarak tanımlamayı yeğlerler. Lazlar, tarihleri ve
kahramanlıklarıyla açıklanabilecek, ama nihayet çevreleyen güçlerin
(Bizans-Persiya, Osmanlı-Rusya) arasında otonomi için başarısız bir halk
olarak tanımlanır.
Burada
gördüğümüz, bir grubun tariini yazmak için, iki çok tehlikeli
milliyetçiliğin temsilcileri tarafından ortaya konulan iki girişimdir.
Yukarıda bahsedilen yazarlar, yalnızca kendi ülkelerinde ‘konu’ hakkında
yazanlar olarak küçümsenemez, çünkü potansiyel etkileri önemlidir. Zıt
konuları tartışıyor olmalarına rağmen, aynı tarihsel basitleştirme ve
tahrifat repertuvarına dayanarak aynısını yapıyorlar.
Otonomist görüş
Daha önceki bölümde
tartışılan yazarlar, Lazların daha büyük bir etnonasyonal toplumun bir
parçası olduklarını göstermekle ilgilidir. Ama diğer araştırmacılar
farklı bir görüşü savunurlar. Wolfgang Feurstein, Laz dili ve maddi
kültürü üzerinde yetkin uzmanlardan biridir. 1960’lardan beri sistematk
olarak konuyu araştırmaktadır. Çalışmalarının çok azını yayınladı.
Lazların maddi kültürleri üzerine mükemmel tezleri yayınlanmayı
bekliyor. Onun fedakar çalışması, kendisinin akademik olarak
yükselmesine değil, Lazlara ve kültürlerine hizmet eder. Esas olarak bir
fotoğraf arşivini içeren, kısıtlı kaynaklardan oluşan bir merkezi, Laz
kültürüne katkıda bulunmak amacıyla Almanya’da organize etti. Laz dili
ve bir dilin kültürünün yaşamasında esas engelin, Lazlar arasında yazılı
bir dilin eksikliğinden kaynaklandığını anladı. Feurstein, yeni bir
alfabe oluşturdu (Feurstein, 1984, 1991). Lazuri Ambarepe (Lazca
Haberler) adlı bir dergi yayınladı. Daha önce Gürcü (Kortuli)
alfabesine dayalı bir alfabe ile Lazca’Yı yazmak için bazı girişimler
olmuştur. Bazen halk, Latin alfabesini kullanarak Lazca’yı yazmayı
denemiştir. Yerel bir arkadaş tarafından yardım edilen ve Türkiye
Lazlarına tamamen yabancı bir yazı sistemini teklif etme girişiminin
başarısızlıkla sonuçlayacağını anlayarak, Laz alfabesini küçük
değişikliklerle Türk alfabesine dayandırdı. 1992’ye kadar bu alfabenin
bir çok kopyası Lazlar arasında elden ele dolaşıyordu. O sıralarda alan
çalışması yaptığım Pazar’da reaksiyonlar farklıydı. Halkın çoğu bu
alfabeyi okumayı oldukça zor buldu. Bunun nedeni kısmen, genelde Lazca
yazılı textleri okumadaki tecrübesizlikleri, ama daha ziyadae
Feurstein’in tekstlerinin Arhavi (Arkabi) diyalektinde olmasıydı. Arhavi
diyalektinin, Pazar’da kaybolmuş bir çok kelimeyi içeren en saf Lazca
olduğu hem bilim adamları hem de halk tarafından yaygın olarak kabul
ediliyor. Bu yayınların Almanya’da basıldığı açıkça belli olmasına
rağmen, çoğu kişi bunların Tiflis Üniversitesinden bir profesör
tarafından hazırlandığına emindi. Böyle algılama, en azından bir
düzlemde, yerel halkın kendisini Gürcülerle kültürel olarak
bağlantılandırma eğilimini ifade eder. Yerel entellektüeller, Lazca’nın
okunup yazılması ve Laz kültürünün yeniden canlanması için Gürcü bilim
adamlarına, belki batıdan daha çok muhtaçtırlar. Ama yerel Lazlar, sınır
kapısı açıldığı 1988’Den beri gelen Gürcü ve Ruslar tarafından
başlatılan ‘bavul ticareti’ ve fahişelikle ispatlanmış olan ahlaki çöküş
ve fakirlikten dolayı sınırın öbür tarafından gelen herhangi birinden
kendilerini ayrı tuttuklarından, kendilerini bir başka düzlemde
Gürcülerden ayrı tutmaya çalışıyorlar (Hann anad Hann, 1992).
Feurstein,
kendisininki gibi böyle dıştan aktiviteler olmaksızın, Laz dili ve
kültürünün çok geçmeden kaybolacağından emindir. Lazebura adlı örgütü
hem Türkiye’deki Lazlar hem de Almaya’da yaşayan misafir işçiler
arasında Laz dili ve kültürünün yaşanması için bilinci arttırırken,
amacı Gürcüce’nin ve Kafkasya’nın bütün küçük dil ve kültürlerinin
yaşatılması olan Kaçkar Kültür Çevresi’nin (Kaçkar Kulturkreis)
çalışmalarını yakın zamanda başlatmıştır. Örgütünün hiç bir ticari ve
politik amacı bulunmamaktadır. Feurstein’in kendisi bir efsane figür
haline geliyor, 19.yüzyıldan kalma, pozitifist bilimin bir yadigarı.
Independent on Sunday’in ünlü gazetecesi N.Ascherson, Feurstein’ın
Lazlar adına yaptığı hümanistik aktivitelerini duyarak bir makale yazdı:
Feurstein,
Lazların yaşadığı yöreye ilk defa 1960’larda gitti. Köylerinde dolaştı
ve dillerini öğrendi. Bu kibar, sarı sakallı adamın başına gelen, dini
vahiy gibi bir şeydi. Almanların Volk dedikleri, zengin bir folk
kimliğine sahip otantik bir grup olan Lazları keşfetti. Ama bu halkın
kimliği ebediyen yok olmak üzereydi. Kurtarmaya karar verdi.(Independent
on Sunday, 1993).
Ascherson da,
Feurstein gibi, Grek efsanesi Jason ve Argonotları (çoğu Lazın
bilmediği, kollektif hafızlarından silinmiş bir dönemde geçer) seve seve
aktarır. Öyle devam eder: “... Mitolojide cenetten harfelri getiren
Tanrılardır... İleride romanlar, şiiler, aileye ve sevgiliye yazılan
mektuplar, belki bir gün gazeteler ve bildiriler, belki kanunlar bile
olacak’ (Independent on Sunday, 1993).
C.Hann,
Feurstein ve O’nu izleyenlerin, Lazlar arasında etnik bilinci sağlayacak
iyi maksatlı girişimlerdeki farzedilen tehlikelere karşı uyarmıştır.
Şunları ekliyor:
Eğer gerçekten
ilerki yıllarda pekiştirilirse, Laz etnik kimliği mucize eseri, ‘doğal
olarak’ linguistik veya diğer temellerde ortaya çıkmayacak. Dış etkiler
şimdiden canalıcı bir rol oynamış olacak ve Almanya’daki ‘Siyah Orman’
daki Kaçkar Kültür Çevresi’nin çok yetkili bilimsel sesleinden gelen
rehberliği hesaba katan, bir rehberliğe ihtiyaç göstermeye devam edecek
(Hann, 1993).
Karadeniz’in
küçük kasaba ve köylerinde yaşayan sıradan Lazlar, uykuda olan etnik
bilinçerini uyandıracak bu bilimsel aktivitelere hakkında çok az şey
biliyor. Lazca konuşulan bölgedeki köylüler ve kasabalılar arasında
tekrarlanan ziyaretler ve uzun süreli ikametler, Lazların esas etnik
belirtilerinin dilleri olduğu açığa çıkarmıştır. Bölgenin etnik
farklılığı ve Lazca konuşan vadiler arasındaki yöresel farklılıklara
rağmen, yüzlerce yıllık İslamlaşma ve Türkleşme süreciyle belirli bir
derece homojenlik hasıl olmuştur. Bu homojen durum, modern Türk
Devletinin azınlık politikasıyla da artmıştır. 20 yıl önce Feurstein’in
‘en saf’ Arhavi yöresinde bulduğu farklı özellikler, günümüzde Pazar ya
da Fındıklı’da bulunamaz. Tahta sabanı Lazların geleneksel olarak
reddetmeleri veya süt ürünlerini satmakta iddi edilen gönülsüzlükleriyle
ilgili iddiaları, bugün destekten yoksun gözüküyor (Feurstein, 1983, s.
35-37; Hann, 1993a).
İstanbul’dan sesler
Birçok kişi Vanilişi
vee Tandilava’nın (Lazlar’ın Tarihi) kitabını satın aldı. Bu kitabın
yayınlanması ulusal basında da bazı reaksiyonlara sebep oldu. Kitabın
yayınlanması ulusal basında da bazı reaksiyonlara sebep oldu. Kitabın,
Lazların Tarihi adıyla yayınlanması bizzat anlamlıdır. Bir topluluk
olarak, kendi ayrı tarihleriyle varlıklarının aleni bir kabulüydü.
Cumhuriyet Kitap’ta yayınlanan makale gibi, oldukça milliyetçi örnekleri
seslendirecek bir bahaneye neden oldu (Cumhuriyet Kitap, 1992). Bu
makaleyi yazan, Lazların kendi kimliklerini keşfetmekle önemli bir
açılım olarak kitabı övdü. Bekelenen eleştiri yerine, yazar kitabın
yayınlanmasını, Türkiye’deki etnik grupların varlıklarının tanınmasıyla
ilgili sevincini açıklamak için bir bahane olarak kullanıyor.
Lazların yarı
gönüllü asimilasyonundan bahsediyor ve Kürtlerin ‘dağ Türkleri’
olmadıklarının ve bütün Karadeniz halkının Laz olmadıklarını söylemenin
kabul edilir bir hale geldiği yeni bir çağın başlangıcı olduğunu iddia
ediyor. Yazar ayrıca, Kürtlerin aktivitelerinin diğer gruplar içim
önemini de vurguluyor. Bu durumun, ne Türk ne de Kürt olan sessiz etnik
grupları için bir hatırlatma olduğunu söylüyor. Gürcüstan ile olan sınır
kapısının yerel tüccarlara açılması üzerine de yorumda bulunur. Bu yeni
kullanılmaya bailanan kontaktların ticari çehresini bir tarafa
bırakarak, iki taraf Lazlarının birbiriyle karşılaşmalarıyla ilgili
kültür şoku ğzerinde dikkatini topluyor: ‘Türk Lazları,kendilerini hem
Türk hem Laz olarak tanımladıklarında, Gürcüstan Lazları bu Türklüğün
nereden geldiğini anlamıyor. Türkiye Lazlarına sorarsanız, diğer
Lazların kendilerini yalnızca Laz olarak nasıl gördüklerini
anlamıyorlar. (Cumhuriyet Kitap). Son olarak, uzmanlaşmamış,yerel
araştırmacıların yayınları, Türkiye’De büyük ölüçüde bulunacak
uzmanlaşmış yabancı (Batılı, Gürcü v.b.) bilim adamlarıyla gelişecek bir
Laz kültür rönesansından bahseder. Bu aktivitelerde, büyük şehirlerde
yaşayan, iyi sosyal prestiji olan Lazca konuşan entellektüellere
sorumluluk atfeder. Türkçe vasıtasıyla, büyük şehirlerde Laz dili ve
kültürünün yaşatılacağı paradoksunun farkına varmasına rağmen!
Bu kehanet,
İstanbul’da Ogni adlı ilk Laz yayınının Kasım 1993’de yayınlanmsıyla
doğru çıktı. Etnik kimliğin bir ifadesi olarak, Lazca’ya büyük rol veren
(üç ayda bir yayınlanan), “Dilini Duy” anlamına gelen Ogni Skani Nena.
Şimdiye kadar üç sayısı yayınlandı (Yazar 1995’i kastediyor) Dergide
yayınlanan makalelerin çoğu Türkçe olmasına rağmen,her sayı, bazı Lazca
bölümleri de kapsıyor. Dergi, Jason ve Argonotlar efsanesi, Laz
tarihinin çeşitli periyodları üzerine çeşitli bölümler, şiirler, halk
hikayeleri, Laz maddi kültürü, anadilin önemi, bireyin kimliği, laz
tarihi ve dili üzerine bibliyografya, Kadınlar Günü vb. Konuları içeren
başlıkları içermiyor. Makaleler cesur ve çoğunlukla Lazlar arasında
etnik bilinci sağlamaya odaklanmasına rağmen, yazarlar amaçlarının
bölücülük olmadığını ısrarla vurguluyorlar. Türkiye’deki Lazların ve
diğer etnik kültürlerinin tanınmasının Anadolu mozayiğini
zenginleştireceğini ve etnikler arasında barışın artmasına katkıda
bulunacağını tartışırlar. İkinci sayı, W.Feurstein’in bir makalesini de
içerir. Hem o hem diğer yazarlar, Laz tarih ve kültürüne yönelik
manipilasyonları mahkum ederler (Feurstein, 1993; Ogni 2, s.43-44).
Birçok sayfa Lazca’nın gelişmesine ayrılmıştır. Ama kadınların durumları
veya yerel seçimler gibi konulara yoğunlaşan makalelerfazla bir biçimde
etnik konularla doldurulur. Bir makaleye göre, seçimlerde Laz kültürüne
hizmet edecek politikacılar desteklenmelidir (Ogni,1994, 3.s.19). Laz
kadınları üç kat sömürülen olarak düşünülür: Kadın olarak, çay üreticisi
olarak ve Laz olarak (Ogni, 1994,3.s.19). Derginin amacı etnik bilincin
sağlanmasıyla ilgili bilimsel doğruluk olmasına rağmen, bu denge her
zaman korunmaz. İlk sayıdaki bir makalede, büyük bir ciddiyetle Lazların
bugün Nuh’un dilini kullandıkları ve Grekçe ve Mısır dilinde bir çok
Lazca kelimenin bulunduğu iddia edilir. Bu yaklaşım, daha önce
Feurstein’in doğru olarak eleştirdiği ‘Güneş dil teorisi’ni çağrıştırır
(Feurstein-Berdsena,1987,s.38).
Türkiye’deki
etnik politikalara karşı bir protesto sembolü olarak Ogni’nin rolü,
dikenli telle çevrili dar bir yolu gösteren bir karikatürle en iyi
şekilde anlatılır. Tabelada: Tek dil, tek kültür, tek ulus. İki çift
(kadınlardan biri tipik bir Karadeniz başlığı örtmüş), ‘Lazuri Nena
(Lazca) yazılı olan yan bir yola sapmaya çalışıyorlar. Ama dikenli tel
onları engelliyor (Ogni, 1933,1,s.33). Derginin birinci sayısı,
bölücülük iddiasıyla İstanbul DGM tarafından toplatıldı ve dava açıldı.
Dava daha sonra beraatle sonuçlandı (1994,4,s.1).
Yöreden Sesler
Lazlar, geçmişleri,
bugünleri ve en önemlisi geleceklerini kuşatan bilimsel tartışmaların ne
kadarını biliyor? Gayet açıktır ki, dilleri ve halklarının tarihine veya
lokaliteye ilgilerini ifade eden bazı yerel entellektüeller çıkmıştır.
Etnik bir grubun kültürüne ilgi göstermek için politik iklimin uygun
olmadığından korktukları için bu insanlar sessiz kalmıştır. Yöredeki
bazı öğretmenler ve Halk Eğitim Merkezi çalışanları yerel kültürle
ilgili verileri yazıya döktüler. Bunlar genellikle, çalışmanın odağı
olarak günümüz idari birimini ele alırlar. Böylece, Rize el sanatları
üzerine böyle bir çalışma, Doğu Karadeniz’deki yöresel ve etnik
adetlerin daha geniş bir örneklemesini başarıyla gözden saklayacaktır.
Yabancı yayınların girişi kısıtlıolduğu için, ihtiyaç duyulduğunda bu
boşluk resmi tarihin ruhuna uygun yayınlarla doldurulur. Örneğin,
İlçenin Tarihi başlığını taşıyan daktilo edilmiş bir çalışma, Pazar
halkının Türklerle birlikte, yani 1054^te İslamiyete geçtiğini iddia
eder.
1992 ve 1993’te
yerel entellektüellerle yapılan çeşitli sohbetler, kendi kültürlerine
ilginin yanı sıra, belirli bir derecedeki şaşkınlık ve korkuyu açığa
vurdu. Aralarında üniversite mezunu olanlar da bulunan bazıları,
Lazların linguistik ve kültürel bağlarının nerede aranacağını çok iyi
biliyorlardı. En ünlü ailelerden bir kişi, fırsat verildiğinde bilfiil
birçok ayı Gürcüstan’da geçirdi ve Gürcüce öğrenmeye girişti. Laz dili
ve folkloruyla ilgili makalelerin kopyalarını topladı ama tecrit edildi.
Lazca konuşan bir başka yörede yerel adet ve dille ilgili çalışma yapan
bir başka amatör araştırmacı, şimdiki çevresince tecrit edilmesine
rağmen, bazı yabanzı bilimadamlarıyla birlikte çalışmasına devam
etmektedir. Bununla birlikte, Lazca’nın Latince veya Grekçe ile
bağlantılı olduğuna inanan insanlarla da karşılaşmak mümkündür. 1992’de
Lazca konuşulan bir yöreden bir grup genç insan, cidi olarak bir Laz
kütüphanesi kurmayı planlıyorlardı ve bir Laz Kültür Merkezi kurmayı da
düşünüyorlardı. 1993’te bu aktiviteler açık biçimde yasaklanmamasına
rağmen, yetkililer tarafından tasdik edilmedikleri için bu tür çabalar
meyve vermedi. Bir öğretmen, bir başka yörede bir öğretmenin sohbeti
sırasında, birisinin böyle bir derneğin kurulması ihtimali hakkında
konuşmaya başladığında nasıl oradan derhal ayrıldıklarını anlattı.
Hayal
kırıklığına uğratan bu belirtilere rağmen, yörede belirli şeyler
olmuştur. Feurstein’ın alfabesi, en azından küçük kasaba
entellektüelleri arasında elden ele geçmektedir. Demode olması bir yana,
Vanilişi- Tandilava’nın kitabının yayınlanması yerel etkiyi de
sağlamıştır. Büyük şehirlerle yakın kontaktları sayesinde bir çok yerel
entellektüellerin, İstanbul’daki entellektüellerin çabaları hakkında iyi
bilgilerinin olduğu muhtemeldir. Fkat daha az eğitim görmüş olanların
konunun farkında veya ilgili oldukları şüphelidir. Artvin ve Rize’nin
küçük kasaba ve köylerinde yaşayan çoğu Laz’ın, Kafkasya orijinli
oldukları konusunda bazı bulanık fikirleri vardır. Bununla beraber, bazı
insanlar Orta Asya’dan geldiklerine inanıyor. Bu tür inanışlar şüphesiz
soğuk savaş yıllarının becerikli çalışmalarına atfedilebilir. Ama Lazca
konuşanların ve yörede yaşayanların çoğu, Lazca’nın Türkçe’den taamen
farklı bir dil olduğunu çok iyi biliyor. 1988’de Sarpi sınır kapısının
açılmasından bu yana, gelen Megrellerle ilişkilerin canlanması bu
bilincin güçlenmesine katkıda bulunuyor. Orta Asya Türkleri olduklarına
inanan aynı insanlar, şu anda yaşadıkları yöreye Kafkasya üzerinden
geldiklerini, bunun için şimdi farklı bir dil konuştuklarını ileri
sürerler. Dışarıdan olan bizler için, onların en öenmli, gerçekte tek
‘objektif’ etnik özellikleri, farklı dilleri gözükürken (Hann,1993),
onlar için kimlik, yerel diyalektleri, kendi köyleri, vadileri veya
illeri ve kendilerini komşularından farklı gördükleri diğer
özellikleriiçeren çeşitli faktörlerden kaynaklanmaktadır Bu faktörlere
Türkçe’yi telaffuz etmeleri, belirli evlilik adetleri veya ahlakla
ilgili düşünceleri ve dine bağlılık dereceleri de eklenebilir.
Belirtildiği gibi, Hristiyan geçmişleri hafızalarından uçup gitmiştir ve
kendilerini Kolh halkı veya klasik zamanların Lazika Krallığı’yla
tanımlamıyorlar (Feurstein, 1993,s.24; Toumarkine,1991, s. 144).
Yörede,
İslamiyet öncesi döneme ait bütün arkeolojik kalıntılar, Lazlara değil,
Grekler, Venedikliler, Cenevizliler gibi yabancılara atfedilir
8Toumarkine, 1991,s.147,149). Türk olmakla ayrılmaz bir şekilde birleşen
İslam ile hüviyet beirlemelerinin, etnik bilincin ortaya çıkmasını
gerçekten engellediğini gösteriyor. Feurstein, bu ‘doğal’ etnik bilinç
eksikliğini, resmi görüşün bir etnik grup olarak Lazlara yönelik
gözdağına bağlıyor (Feurstein, 1983, s.29-35). Bana göre, bu argümanlar,
yerel kütüphanelerdeki, yetersiz ve niteliksiz kaynaklardan (kendi etnik
grupları olmasada) kendi yerel tarihlerini ortaya çıkarmaya çalışan
(çoğu erkek) bazı yerel öğretmenlere ve memurlara yönelik olarak
düşünülebilir, ama bu argümanlar elbette köy kadınlarının durumuyla
ilgili değildir. Köy kadınları, kesinlikle çok az formal eğitim
gördükleri veya hiç eğitim görmedikleri ve bu yüzden soğuk savaş
propagandalarına çok daha az maruz kaldıklarından dolayı, yerel dil ve
adetlerin devamlılığını sağlayanlar olarak kabul edilirler.
Aşağıdaki iki
örnek bu konuya açıklık getirecektir. Okul eğitimi çok az görmüş bir
köylü kadın bana, Atatürkten önce Türkiye’de herkesin Arapça konuştuğunu
anlattı. O’na göre, yalnızca uygulanan reformlardan sonra, onların
İslami umma ile bağlarını kopartan farklı dilleri konuşmaya başlamış
olmalıydılar! Bir köy yolunda, bir kadınla yaptığım kısa bir sohbet
benzer özellikteydi. Nazik selamlaşmadan sonra kadın bana baktı, açıkça
şaşkın bir ifadeyle: ‘Sen Müslüman değilsin, değil mi? Dedi. Cevabımın
‘hayır’ olması üzerine: ‘Eğer Müslüman değilsen, Türkçe’yi nasıl
konuşabiliyorsun? dedi.
Bu örnekler,
birçok yerel insan için Müslüman ve Türk kimliğinin nasıl ayrılmaz bir
hale geldiğini ve Türkiye, Karadeniz kıyısı, il, öre veya köyle belirli
bir yerlliğe ait duygularıyla bunların nasıl birleştiğini gösterir
(Hann, 1993b, s.79. Birleşen kimliklerin böyle internalizasyonu, 70
yıllık cumhuriyet döneminin uygulamalarının değil, yüzlerce yıllık
İslamlaşma ve Türkleşme sürecinin bir sonucudur. 2Laz rönesansı’ tamamen
resmi tanınmaya mashar olursa veya olduğunda, Laz dili ve kültürünün
entellektüel destekçilerinin dinden kaynaklanan ‘engelle’yine karşı
karşıya gelmek zorunda kalacakları gözüküyor. Bu durum, günümüz Laz
hayat ve gerçeğinin çok önemli bir parçasıdır, ama Ogni’nin bütün
yayınlarında göze çarpan eksikliktir. Bunun nedenlerinden biri, kültürel
hakların yanı sıra demokrasiye adanmış bir yayında dini konuların
tartışılmasının yeri bulunmadığı olabilir. Bir başka neden, yalnızca
etnik Türkler arasında değil, Lazlar gibi diğer gruplar arasında da Türk
ve müslüman kimliğinin yüzyıllardan ayrılamaz hale gelmesi olabilir.
Lazların İslam ve Türkle derin kimlik tespitinin kabulü, özellikle bir
Laz kimliği dökmeyle ilgilenenler için elverişsizdir. Yüzyıllardan beri
Lazca, Türkçe’den ağır bir şekilde etkileniyorken, böylece bugünkü Laz
kültürü büyük ölçüde İslam-Türk ögelerle birleşmiştir. Bugün Türkçe’yi
saflaştırmak için çalışmalar yapılırken, Lazca için bunun nasıl
geçekleşeceğini hayal etmek zordur.
Sonuç
Bugün, Lazların bir
kimlik kriziyle karşı karşıya geldikleri görülmektedir. Kim oldukları
konusunda karar vermelidirler. Bu, şimdiye kadar çeşitli nedenlerden
dolayı çoğunu rahatsız eden bir konudur. (Son zamanlara kadar habersiz
oldukları) tarihlerinin çeşitli versiyonları yabancılar tarafından
kendilerine sunulmuştur. İnteligentsiaları yalnızca şimdi, hangi
versiyonu seçecekleri ve geliştireceklerini tartışacak daha iyi bir
pozisyondadır. Şimdi bile esas araç olarak Türkçe’ye dayanmalıdırlar.
Kendi dillerindeki okuma-yazma eksikliği, şüphesiz diğer ‘dış’
kaynaklara fiilen bağımlılığa yol açmaktadır. Entellektüeller açıkça en
iyi mevcut pozisyonları seçmek için ellerinden geleni yapmaya
çalışırken, toplumsal hafızalarından silinmiş kendi tarihlerinin bir
versiyonunu halka kabul ettirmeye çalışmaları bir anlamda yapay bir
seçim olacaktır. Antik dönemlerdeki tarihleriyle ilgili halkın kolektif
hafızasının ‘yeniden canlanması’, sonucu oldukça şüpheli bir girişimdir.
Ayrıca, dha sonraki yüzyıllarda çoğalmış diğer kimliklerin pahasına bu
kültürel çalışma yol tuttuğunda,kimse yardımcı olmaz ama, bu iyi amaçlı
aktiviteleri yeni mitoloji yaratılması olarak tanımlanır.
‘Laz
Rönesansının destekleyicileri, kendi dillerinin canlanması ve onun
vasıtasıyla kendi kültürlerini ilerletebililerken, büyük ölçüde İslam ve
Türk öğesi taşıyan günmüz Laz gerçeğine göre bunun uygunluk arzetmesi
gerektiğini kabul etmelidirler. Bunun yanı sıra, Lazlardan tamamen
homojen bir grup olarak bahsetmek için bir yer bulunmamaktadır. Bu
durumu bazı Lazların kendileri de farketmektedir.Halkının kültürünü
araştıran hararetli bir araştırmacı olan, yerel bir Laz, Lazların
orijinleri ve bugünkü kompozisyonu sorulduğunda ‘çifte asimilayon’dan
bahsediyor. Biri küçük, biri büyük. Lazlar Osmanlı İmparatorluğunda
kademeli olarak asimile olurlarken buna paralel Anadolu’nun başka
yerlerinden, Bosna’dan ve Kafkasya’dan göçmenlerin asimilasyonunun küçük
bir ölçekte gerçekleştiğini iddia eder. Bu gözlem başkaları tarafından
teyid edilmiştir: Pazar’In bir köyünde, bir kaç kişi ailelerinin
izlerini Samsun’a götürüyor bugün hepsi Lazca konuşmasına rağmen.
Kollektif hafızalarının yanısıra mezra, orijinlerinin anısını korur.
Oldukça çarpıcı bir örnek, yörede ünlü bir ailenin tarihiyle ortaya
çıkar. Bu aileden bir genç, en yaşlılarından başlıyarak aile ağacını
kaydetmiştir, yerel olarak ünlü derebeylerinden biri olmalarına ve hepsi
bugün Lazca konuşmalarına rağmen, aile geleneği açıkça Bosna’dan göçü
akla getirir.
Bu gelenek,
Lazları bir etnik grup olarak geliştirmeye çalışanlar tarafından,
Lazlara yönelik atfolunan homojenlik iddiasının nasıl şüpheli olduğunu
gösterir. Verilen bu yerel çeşitlilik, yerel halkın İslam, ‘Lazlık’,
Türklük ile kompleks internalizasyonu ve Karadeniz veya daha özellikle
Doğu Karadeniz Bölgesi veya Rize İli’Yle hüviyetlerini tespit
etmeleriyle birlikte, büyük şehirlerdeki Laz entellektüellerinin ortak
bir Laz bilinci dökmede başarılı olup olamıyacaklarından şüphe duyulur.
Avustralya’daki Türk topluluğu gibi, başka ülkelerdeki göçmen işçi
çocukları arasında yapılan araştırma, daha yaşlıların Türk kimliğiyle
bağlantılarıı sürdürmek için daha duyarlıyken, Avustralya’da doğan genç
Türklerin kendilerini Avustralya konteksitinde Türk olarak
tanımladıkları, Türkiye’de bulundukları sürelerde kendilerini marjinal
hissettiklerini ve Avustralya ile daha fazla tanımladıklarını ortaya
koymuştur (Elley, 1993). Evlilik tercihlerinde iyice görülenözellikle
bir Avustralyalı Türk kimliği geliştirdikleri görülür. Aileleri
çocukların eşlerini Türkiye’Den seçmelerini tercih ederken, çocukların
tercihi Avustralya’da doğmuş ve büyümüş Türkler arasındadır. Böylece iki
toplum arasındaki marjinal pozisyonları kendilerini her iki kültürle
tanımlamalarına izin verir ve bir anlamda kendi gerçeğinde yeni bir
‘etnik kategori’ geliştirdikleri görülür. Benzer eğilimler Londra’daki
Polonyalı ve Kıbrıslı Türkler gibi diğer topluluklar arasında da
görülebilir.
Lazların
durumu farklı gözükmesine rağmen, farklı dillerini yaşatarak
yüzyıllardır güçlü bir İslam-Türk kimliği duygusu geliştirmiş
olduklarını tartışacağım. İslamlaşma ve Türkleşme sürecinde kendi
kültürel özellikleri şüphesiz kaybolmuş ise de, bu değişiklikler basit
olarak, son bir kaç onyılda izlenen azınlık politikasının bir sonucu
değil, geriye çevirilemeyecek daha uzun bir prosesin sonucudur. Eğer
günümüzün aktivistleri Laz kültürünü korumak istiyorlarsa, bunu öyle
İslam öncesi/ Türk öncesi ‘saf’ formunda yapamazlar. Lazların İslam’a
geçirilmesinin 500 yıl önce zorla gerçekleştiğini ispat edebşlseler
bile, bu süreç yüzlerce yılı aldığı için, bu durum Lazların kollektif
hafıza ve bilinçlerini silmeyecektir. Klasik zamanlardaki Lazların
büyüklüklerini hissettirmek, halkın kimlik duygusunda yeri olmadığı için
asla yeniden yaşanmayacak bir geçmişin romantik bir araştırmasıdır. Eğer
Laz entellektüelleri ve gerçek araştırmacılar Lazca’yı korumak ve
Lazların bilincini yakalamak ve uynadırmak istiyorlarsa, bugün halkın
kimliğinin parça ve bir tarafı olan, İslam ve Türk değerlerinin Lazlara
yönelik internalizasyonuyla başlamalıdırlar.
Ogni’nin
yazarları bugüne kadar Lazların klasik zamanlardaki rolleri ve Kafkasya
miraslarına daha fazla işaret ettiler. Hiyerarşik olmayan bir şekilde,
onların çeşitli kimliklere hapsolmalarını kolaylaştırmış olan, halkın
yüzlerce yıllık eski deneyimlerinin birleşimi hakkında sessiz
kalmışlardır. Halkın bu yeteneğini kabul etme ve dış etki olmaksızın,
kültürel mirasından dilediğini koruyacak bir grubun hakkını kabul etme,
etnik kimliğin daha toleranslı bir kavramını gelişmesine katkıda
bulunabilirdi. Böyle bir kabul etme olmaksızın Laz otonomistler küçük
bir ölçekte Türk ve Gürcü milliyetçilerinin oyununu yeniden oynamaya
mahkum edilirler. Birgün ‘hayal edilen’ Laz toplumunu oluşturmada
başarılı olabilirler (Anderson, 1993), ama bu, öyle dizayn edilen,
halkların gerçek tarihlerini içeren kompleks kültürel akımlarla çok az
bağlantılı bir yapı olacaktır.
1- İngilizce metinde Laz yerine Lazi lullanılmıştır. Yazar, bu konuyla
ilgili açıklam yapıyor (çn.). Bkz. Meeker, 1971,s.321; Feurstein-
Berdsena, 1987, s.s.36; Benninghaus, 1989, s.497
Lazların kendilerini tanımlamak için Moxti Laz terimi kullanıklarına
ilişkin delil bulamadığımdan, Bennighau’un önerdiği bu terimi makalemde
benimsemiyorum(Bkz. Benninghaus,1989, s.497)
2- Feurstein’in Bizanslı yazarlara yönelik müphem referansı burada
hatalı olabilir: Bryer’e göre, Trabzon’u bir Lazlimanı olarak tanımlayan
10.yüzyıl Arap coğrafyacısı Abul Feda idi. (Bryer,1966,s.179)
.....
* Ildiko Beller Hann, Canterbury, Kent Üniversitesin'nde halen öğretim
üyesi olarak çalışmaktadır. Bu, makale, 1992-93'de Chris Hann ile
ortaklaşa yapılan çalışmasının bir sonucu olarak kaleme alınmıştır.
Çalışma, Büyük Britanya Ekonomik ve Sosyal Araştırma Konseyi tarafından
desteklenmiştir.