LAZİSTAN
ETNOGRAFYASI
Maalesef bugüne
kadar Lazistan etnografyası araştırma ve inceleme konusu olmamış.
Akademisyen Niiko Maar’ın “Coğrafya- Etnografya Tetkikleri” ve Zakaria
Tçiçinadze’nin “Rusya Lazları” adlı eser dışında bugüne kadar Lazların
yaşantıları, gelenek, görenekleri konusunda eksiksiz bilgi veren
olmamıştır. Lazların yaşantılarını, örf ve akidelerini tetkik ve tespit
etmek bize onların kardeşleri olan Megrelleri, İmeretlilerle,
Kartilelilerle, Kahlalılarla olan soy ve gelenek bağlarının mukayesesi
ile öğrenmemize yardım edecektir. Bilginlerimiz bu noktadan hareketle
önce Lazca öğrenmek ve bu dilin Gürcüce ile ortak yanlarını saptamak
çalışmalarına giriştiler. Niko Maar, Türkiye Lazistan’ına araştırma
görevi ile giden ilk bilim adamımız olmuştur. İlk Laz lisanı gramerini
düzenleyen de odur. Bu çalışmalara katılan başka bilim adamları da
olmuştur sonraları. Profesör İ.Kipşidze, akademisyen Arnold Çikobava ve
Profesör S. Jğenti bunlardan bazılarıdır. Bu çalışmalar, Laz Gürcü
yakınlığının tayininde çok büyük rol oynamıştır. Bu çalışmalar sonunda
La edebiyatına ait çok değerli metinler yayınlanmıştır. Bu belgeler
henüz Gürcüceye çevrilmemiştir. Bu bakımdan Lazca bilmeyen Gürcüler için
bu halleriyle yararlı olmayabilirler. Bu metinleri Gürcüce
karşılıklarıyla okuyucuya sunmak ilk görevimiz olavcaktır. Laz ve
Megrelce metinlerin karşılaştırılması bu iki lehçenin tek dilin ögeleri
olduğunu ortaya apaçık koymuştur. Bu iki kardeş halkın ortak yurtlarında
kan ve kültür bağlarının araştırılması için yeterli gerekçe elde
edilmiştir.
Laz ulusunun
coğrafi yayılışı epeyce geniş bir sahayı kapsar. Sarp Köyü ile Kemer
köyü arasında kalan sahil şeridi, güneydeki dağ silsilesi ve bir çok
vadiler bu sahanın kapsamı arasındadır. Vahuşti’ye göre bu topraklar:
Baiburt ile Borçka’nın güneyi, Tçaneti dağları ardına kadar olan saha
Tçaneti arazisidir. Artık bu sahaya Tçaneti değil, Lazistan diyorlar.
Sahilden ise:Goniodan Trabzon’a kardar uzanan kıyıboyunu içine alır. Bu
sınırlar içerisinde yaşıyan halk Laz’dır. Lazca konuşur. Bazı yörelerde
Osmanlı etkisi ile üslup bozulmuştur.Niko Maar’ın ifadesine göre: Tüm
bölgelerde en temiz lisanı kullananlar kadınlardır. Eski gelenekleri en
güzel şekilde yaşatanlar da yine Laz kadınlarıdır. Köylü kesimi kentliye
nazaran daha arı Lazca konuşmaktadır. Fortuna vadisinde konuşulan Lazca
en bozulmamış Lazcadır. Atina yöresine nazaran burada daha temiz Lazca
konuşulmaktadır. Osmanlı lisanı Lazca üzerinde ağır bir etki yapmıştır.
Bugün Lazcayı Türkçenin yardımı olmaksızın konuşabilmek hemen hemen
olanaksızdır. Türkçenin dışında Yunanca da Lazca üzerinde etki
yapmıştır. Bu nedenle Laz lisanı birçok ağızlara bölünmüştür. Yine bu
nedenle Lazcanın edebi lehçesini tespitte güçlük çıkmaktadır. Lazlar’In
politik bağımsızlıktan yoksun nolmaları edebi lehçe tespitinde başka bir
engelleyici problemdir.
Lazcayı iki
farklı lehçeye indirgemek mümkündür. Bu iki lehçe birbirinden o
derece uzaklaşmıştır ki, nerdeyse konuşanlar birbirini anlayamaz duruma
gelmiştir. Bu iki lehçenin coğrafi sınırları şöyledir: Doğuda, Sarp,
Hopa, Viçe, batıda Viçe’den Kemer’e kadar olan saha ve Atina Batısı. Bu
ağız farkları o derece yakınlık göstermektedirki bir ara Niko Maar’ı
bile yanlış kanaate götürmekteydi. Niko Maar bir yazısında: “Megrelce
ile Lazca aynı kökene bağlı iki dil olmasına rağmen bu gün müstakil iki
ayrı dil görünümü vermektedirler” demişti. Niko’dan sonra yapılan
Laz- Megrel dillerinin gramatik analizleri bizi kesin ve sağlam sonuca
götürmüştür. Arnold Çikobava’ya göre: Lazca ile Megrelce’nin aynı
kökenli dil olduğu konusunda yeterli kanıt elde edilmiştir. Bu tek
ulusun iki ayrı evladı tarihi kaderleri nedeniyle birbirlerinden ayrı
düşmüşler, dilleride zamanla başkalaşıma uğramıştır. Onların başlangıç
tarihlerine inildiğinde aynı ailenin fertleri olduğu açıkça görülür.
Zugdidi ve Gali dolaylarında yaşlı Laz ve Megrellerle yapılan görüşmeler
bizim bu düşüncemizidoğrulamıştır. “Arnold Çikobava devamla Lazca ve
Megrelce tek bir Zan’canın iki ayrı lehçeleridir. Öyleki farkları
Gürcücedeki Gur, Hevsur, Lenteh ve Bal-kvemo ile Svan lehçelerinin
birbirleriyle olan uzaklığı, Lenteh ve Beço lehçelerinin birbirleriyle
olan uzaklığı, Laz- Megrel uzaklığından daha fazladır. Fakat tüm bu
lehçeler tek bir Gürcücenin lehçeleridir.
Bugün Laz –
Megrel lehçelerinin tek bir lisan olan Zancanın iki ayrı ağzı olduğu
hususunda ihtilaf kalmamıştır. Zancanın da Gürcücenin ta kendisi
olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyoruz.
Burada
karşılaştırmalı bir kaç sözlük örneği verelim:
|
Lazca |
Megrelce |
Gürcüce
|
Türkçe |
|
|
Koçi |
Koçi |
Katsi |
Adam |
|
|
Toli |
Toli |
Tvali |
Göz |
|
|
Toma |
Toma |
Tma |
Saç |
|
|
He |
He |
Heli |
El |
|
|
Pici |
Pici |
Pici |
Yüz |
|
|
Tsheni |
Tseheni |
Tseheni |
At |
|
|
Hortsi |
Hortsi |
Hortsi |
Et |
|
|
Kva |
Kva |
Kva |
Taş |
|
|
Tskari |
Tsari |
Tsakari |
Su |
|
|
Aşo mohti |
Aşo mohti |
Ase modi |
Buraya gel |
|
|
Tkebi
|
Tkebi |
Tkavi |
Deri (Gön) |
|
|
Otskertu |
Otskertu |
Utskerda |
Bakıyordu |
|
|
Mtskiri |
Tskiri |
Rtskili |
Pire |
|
|
Kvari |
Kveri |
Kveri |
Çörek |
|
|
Kona |
Kvana |
Kana
|
Tarla |
|
|
Gza |
Gza |
Gza |
Yol |
|
|
Kineri |
Kini |
Kinuli |
Dondurma |
|
|
Tçkoni |
Tçokoni |
Muha |
Meşe |
|
|
Kurdzeni |
Kurdzeni |
Kurdzeni |
Üzüm |
|
|
Mu tku? |
Mu tku? |
Ra tkva? |
Ne dedi? |
|
|
Hoci |
Hoci |
Hari |
Öküz |
|
|
Kotumi |
Kotumi |
Katami |
Tavuk |
|
|
Puci |
Puci |
Puci |
Düve |
|
|
Cuma |
Cima |
Dzma |
Erkek Kardeş |
|
|
Dğa |
Dğa |
Dğe |
Gün |
|
Tçkinti |
Tçkinti |
Tçikinti |
Süt mısır,
fasülye |
Dha sayısız
benzerlikler bulunan Laz ve Megrel sözcüklerinin cümle içinde
kullanılışları görmek için bir fıkranın bu iki dilden anlatılışını
gözden geçirelim burada.
Nanak Mu Tku?
(Lazca)
Ar dğas, nanakala
konaşi mendaptit. Ek kai Lazuti çantu. Ma Tçkintiş otohus kogevuçki do
buliş kerkitenoşve tsantsas dolovobğabpi. Nanakti kalatite tçinti lobia
tsiluptu. Jur saatişkule çkimi çuta çuma Alioşa kapineri şur dololaperi
çkinda komohtu do mitsves:
-
Pucik çereli geni kodorinuia.
-
Hoci vana mozari? Kithu nanak.
-
Hocia...utsu Alioşak,
-
Pote kai dzira do pinpili dihaşa gegihta. Mozari tukonna kai
tuia. Ma gomakvirdu do nana bkithi:
-
Moro dadis kulani-na aku muyeni pati gatsonuma?
Nanak mu Tku?
(Megrelcesi)
Arti dğas nanatskuma
kvanaşa midabrdit. Tek cgiri laiti çandu. Ma tçinkintişi tahuva kidipçi
do buliş kerkit natsua kalats dinmuvorğvandi. Nana kalatit tçinti lebias
tsilundu.Jiri saatiş ukuli çkimi çize cima Aliokaş rulat şuladirki
çkinda kumortu. Mitsues, puciak tçangagini kodabadua.
Hocire do pucire?
Kithu nanak.
-
Hocire.utsu Alioşak
-
-İrmeri cgirik gağolu. Primuli dihaşah mordudas. Puci
koopenduktan cgiri ikuapudu.
-
Ma gamakvira do nanas vkithi:
-
-Aba bitsos (dzğabik) aşuni, muşeni getskinu?
-
Titskuma muthu nanak?
Annem ne dedi?
(Türkçesi)
Bir gün annemle
birlikte tarlaya gittik. Orada güzel mısırlar vardı. Süt mısırları
kırmaya başladım. Kiraz kabuklarından örülmüş sepete doldurdum. Annemde
eteğine taze (süt) fasülye dolduruyordu. İki saat geçmişti. Küçük
kardeşim Alioşa soluk soluğa koşarak yanımıza geldi:
-
İneğimiz alaca buzağı doğurdu, dedi.
-
Erkek mi dişi mi? Sordu annem,
-
Tosun, dedi Alioşa
-
Allah iyiliğini versin. Sakalın yerlere kadar uzansın. Ama dişi
olsaydı daha iyi olurdu.
-
Annemin bu sözüne hayret ettim. Sordum:
-
Öyleyse yengem kız doğurduğunda niçin üzülmüştün?
-
Annem buna ne cevap verdi bilir misiniz?
Lazcanın üç şivesi
vardır. 1-Atinuri, 2.Vitsur- Arkabuli, 3.Hopuri. Atinuri lehçesi de
(Bulepuri) (Artaşanuli) olarak ikiye ayrılmaktadır. Hopuri lehçesinin
hareket noktası (Çhaluri) dir. Vitsur- Arkabuli lehçesinin oluşumu ise
bu iki bölgenin karışımından meydana gelmiştir.
Şimdi burada bu üç
değişik Laz lehçesinin karşılaştırmasını görelim:
|
Hopuri |
Vitsur-Arkabuli |
Atinuri |
Türkçesi |
|
Tsakari |
Tsari |
Tsari |
Su |
|
Tkebi |
Tebi |
Tebi |
Deri |
|
Kuci |
Uci |
Uci |
Kulak |
|
Çkoni |
Mçokoni |
Mçoni |
Meşe |
|
Matskunen |
Matskunen |
Matsunen |
Darılırım |
|
Tkobaşa |
Tkobaşa |
Tkobaşe |
Gizlice |
|
Kvaoci |
Uaoci |
Kvaoci |
Karga |
|
Kvali |
Kvali |
Kvali |
Peynir |
Bugün coğrafi ve
politik engeller yüzünden Lazca ile Megrelce gitgide birbirinden
uzaklaşmaktadır. Megrelce Gürcüceni, Lazca ise Rumca ve Türkçenin etkisi
altında kalmaktadır. Bunun sadece Gürcüceye ilişkin yönüne örnek olarak
bakalım:
|
Lazca |
Megrelce |
Gürcüce |
Türkçesi |
|
|
Eskiden |
Bugün |
|
|
|
Markvali |
Markvali |
Kvertshi |
Kvertshi |
Yumurta |
|
Nana |
Nana |
Dida |
Deda |
Anne |
|
Noğa |
Noğa |
Kalaki |
Kalaki |
Kent |
|
Dzikva |
Dzikva |
Şarvali |
Şarvali |
Şalvar |
Bugünkü Türkiye
Lazistan’ının nüfusu bir türlü 240.000’i aşamamaktadır. Bu nüfus
içerisinde Lazca konuşanların sayısı da 160.000 geçmemektedir.
Bu durumu şu
şekilde açıklamak mümkündür: Kentsel yaşam koşulları Lazları ana dilde
konuşma olanağı tanımamaktadır. Kentteki tüm ilişkiler Türkçe üzerine
kurulmuştur. Anadolu’nun iç ve uzak kentlerine göçe zorunlu bırakılan
Laz kesimi anadillerini kullanma olanağından yoksundur. Lazcanın ayakta
tutulduğu yerler ise. Türkçe konuşmakta güçlük çeken kırsal kesim
kadınlarının dünyasıdır.
Yukarıda
belirtildiği gibi: Lazistan sahası, Çoruh vadisinden Trabzon kentini
içine alacak şekilde sınırlanmıştır. 1925 yılına değin bu bölge
Türkiye haritasında Lazistan olarak gösterilmekteydi. Buna göre
Karadeniz sahilboyunca Laz kentleri olarak kabul edebileceğimiz yerleşim
birimleri şunlardır: Trabzon (Lazcası Tramtra), Rize (Rizini), Mapavre
(Mepeuri), Pazar (Atina Sürmene, Vitse, Hopa ve bunlara bağlı köyler.
Tüm bu yerleşim birimlerinin adları yakın tarihe değin Lazca- Gürcüce
olarak kullanılmaktaydı.
Bugünkü
Gürcüstan’da Sarp köyü dışında daha bir hayli Laz nüfusu yaşamaktadır.
Bunlar: Batum kent merkezinde, Gonio bucağında, Thilnari, Maho ve
Simoneti köylerinde oturmaktadırlar.
Bunun dışında
Abhazya’da bir miktar Laz nüfusu bulunmaktadır.Gudauta, Oçamçire, Sohum
kentleri çevrelerinde dağınık olarak yaşayanların dışında topluca
bulundukları kesimlerde vardır. Bu topluluk Gulripşi kenti yakınındadır.
Toplam nüfusu 2500’den fazladır. Son yılların getirdiği tarımsal ve
sınai gelişmeler paralelinde Lazların sosyo-ekonomik güçleri bölgedeki
Gürcülerle birlikte yükselmiştir. Gürcüstan’da en az lise tahsili
görmemiş Lazla karşılaşmak mümkün değildir. Türkiye Lazlarının % 98’i
okuma yazma bilmemektedir.
Lazlar işlek
hafızaları ile tanınırlar. Türkiye devlet organlarında çok sayıda aydın
Laz hizmet görmektedir. Buna rağmen bunlar diğer Gürcülere uygulanan
kısıtlama etodu yüzünden sonuna değin yükselme olanağından yoksundurlar.
Tarımcılık ve Kültür
çeşitleri
Çoruh vadisi
ile Trabzon arasında uzananLaz topraklarının güney sınırı geniş yaylak
ve ormanlarla çevrilidir. Bunlardan. Liman, Azlağa, Hopa, Bucak ve
Beğlevan- Cipoka arasındaki sıra dağlar pek güzel ve ünlüdürler.
Lazistan’In çok güzel sahil şeridi, iğneyapraklı ormanları, sağlam doğa
havası ve buz gibi berrak suları Gürcüstan’ın sayfiye yerlerini
anımsatmaktadır.
Lazistan
doğasının güzelliğine turuçgiller, portokal, limon, mandalina, narenciye
bitkileri de ayı bir güzellik katmaktadır. Buna incir, fındık ve çay
bitkilerini de katabilirsiniz. Doğasının bunca zengin ve bereketli
olmasına rağmen Lazistan, bu gün ekonomik yönden geri kalmış bir bölge
olarak görülmektedir.
Lazların baş
uğraşı hala balıkçılık ve sanaatkarlıktır. Sarp köyü arazisi dalgalı bir
yerdedir. Bu köyde yaşayanlar arazilerini çapa ile (Bergi) işlemek
zorunda olduklarından yetiştirdikleri ürün yıl içinde yeterli olmuyordu.
Gürcüstan’da Cumhuriyet dönemine girildikten sonra Lazların geleneksel
uğraşlarına (Balıkçılık, deniz taşımacılığı, toprak işleyiciliği,
sanatkarlık) yeni boyutlar kazandırılmıştır. Laz balıkçıların avlanma
sahası: Çoruh havzasından Liman önlerine değin uzanmaktadır.
Lazistan’da:
Orça, Vitze, Talaketi ve daha bir çok köy halkı tümüyle el sanatlarıyla
ekmeğini kazanmaktadır. Azlağa, Ortahopa, Arhavi ve daha birçok köy
halkı ise ticaretle uğraşmayı yeğ tutmaktadır.
Laz balıkçılar
(Peluki) dedikleri araçlarıyla kendi yörelerinden çok uzaklara değin
açılırlardı avlanmak için. Trabzon /Tamtra), Sinop, Poli
(Konstantinepol) vb. Birçok uzak sahiller onların uğrak yeri olmuştu.
Gürcüstan’Da Cumhuriyet yönetimi kurulduktan sonra yeni olanaklarla
Poti, Anaklia, Sohum, Oçamçire ve hatta Kerç sahillerine değin uzanıp
bereketli ürün elde etmek daha kolaylaşmıştır.
Lazistan’da 15
Nisandan sonra pirinç ekimi başlar.Bu işin baş emekçileri kadınlardır.
Pirinç ekimi için toprak güzden hazırlanmaktadır. Lazların başta gelen
ekmeklik hububatları mısırdır. Mısıra Lazca’da Lazuti denmektedir.
Bazı
araştırmacılara göre: Anadolu’Nun diğer bölgelerine mısır bitkisi
Lazistan’dan götürülüp tanıtılmıştır. Mısır ekmeğine Türkler Laz
ekmeği adı vermektedir. Anadolu’da mısır ve diğer bazı tarımsal
ürünlerin geliştirilip yaygınlaştırılmasında Lazların çok büyük payı
vardır diyebiliriz.
Mayıs ayı
başlarında mısır ekimi başlamaktadır. Bu mevsimde imeceler oluşturulur,
türlü çeşitli oyunlar oynanır, şarkılar söylenir hoşça günler yaşanır.
Evlenme çağındaki gençler gelecekteki eşlerini böyle günlerde beğenip
seçerler. Laz gençleri beğendikleri kimseye duygularıı türkülerle
anlatmaya çalışırlar. Bu türkülerden bir örnek (1937 yılında Sarp
köyünden 62 yaşındaki Bayramali Hiraloğlu’ndan derlenmiştir):
|
Lazca |
Türkçesi |
|
İazi mulun
noderpe ivasen
Kimik iazma kimi
kvala goitvasen
Giuli çkimi
sivaredo muivasen
Si komohta
iriholo divasen
İazi mulun
noderpe ivasen
Sivarataşi Giuli
mutu vaivasen
Mik iazma do
mikti kazi goitsaven
Pukuri ren
mindoris dadiçkimi
Bazi oncğoroni
dido nezuği
Giari var
açkomen koren iazuği
Gotsakiruş
podias uğun azuği
Aşo bozope renan
dedi çkimi
Bazi tembeli ren
belis giacaben
Ondğener giarişa
meper dvaçapen
Kinon kitepes
bureği konaçaben
Panta sarma
iveni dadiçkimi
Bazi keskini ren
eihorons belis
Varti eludgitun
eşo tembelis
Dirduila
gaçkinen getgidaş belis
Sum tsanaçkva
unon edediçkimi |
Yaz geliyor
artık imeceler olur
Kimi yazma, kimi
bürgü örtünür
Sen olmadan
gülüm elden ne gelir
Sen yanımda
olsan elimden herşey gelir
Yaz geliyor
artık imeceler olur
Yaz geliyor
artık hiç bir şey olmaz
İmi tülbent kimi
yazma bağlıyor
Kırlarda çiçek
açtı anneciğim
Kimi utangaç naz
ediyor
Yemek yerken ne
kadar günah
Eteğinde yiyecek
taşımak
Böyle kızlarda
var teyzeciğim
Bazıları çok
tembel bele yığılmış
Ama öğlen yemeği
için eli tez olur
Kınalı ellerine
börek bulaşır
Herzaman dolma
bulunur teyzeciğim
Bazısı
becerikli, bele yapışır
Tembelle bir
olup asla dikilmez
Bel üzerinde
sanki boyu uzanmış gibi
Daha üç yıl
gerek teyzeciğim oysa |
Yaz ekimlerine de
Laz gençleri bu tür şarkı ve eğlencelerle giriyorlar. Önce toprağın
yüzünü otlardan arındırıyorlar, sonra beş santim kadar çukurlar
açıyorlar. İçine tek tek mısır taneleri gömüyorlar. Topraklarını
bilimsel metodlarla işleyip ürünün arttırılmasını bilmiyorlar. Ürünü
arttırmak için topraklarını 4-5 yıl kadar dinlenmeye bırakıyorlar. Bu
dinlendirme işinide sıra ile yapıyorlar. Bir kısım arazi dinlenmeye
bırakılırken diğer bir kısmı ekime ayrılıyor. Bu iş böylece sürüp
gidiyor. 4-5 yıl boyunca dinlendirilen tarlaya Ağremi deniyor Lazcada.
İki üç yıl süreyle ekilip biçilen tarlaya da Moduli deniyor. Yukarıda
belirttiğimiz gibi pirinç işçiliği kadınlara özeldir. Ağremi toprağında
pirinç ekmek doğru değildir. Önce iki yıl üst üste mısır ekmek gerek
buraya. Üçüncü yıl pirinç ekimi için elverişli duruma gelecektir artık.
Nisan ayı pirinç ekim ayıdır. Önce erkekler toprağı temizler. Mayıs
sonuna değin ekim işi bitirilmelidir. Ardından mısır ekim zamanı
gelmektedir. Bu işi de kadın erkek imece usulü ile gerçekleştiriyorlar.
Mısır ekimi tamamlanmamış tarla tırmıkla düzeltilmektedir.
Mısır ekimi de
bittikten sonra sıra pirinç tarlalarını otlardan arındırmaya geliyor. Bu
işi de kadınlar yapıyor. Ardından mısır çapalama işi yetişiyor. Mısır
ürünü (Psumari) denilen otuz okkalık ölçü birimiyle ölçülüyor. Bu ölçüyü
ekim sırasında da kullanıyorlar. Laf arasında (Bu yıl yirmi psumarlık
arazi ektim) derler.
Güz
başlangıcında pirinç hasadı başlamaktadır. Saplar demet yapılır.
Demetler erkekler tarafından eve, tavan arasında taşınır. Eğer ürün bol
olmuşsa, bunlar yığınlar halinde bir yere toplanır, kurutulur. Sonra da
kelleleri sopalarla dövülür. Ürünün samandan ayrılması rüzgara karşı
yabalarla savurmakla olmuyor. Bu savurma işine de Lazca Ohintsu
denmektedir. Bazen de bu demetleri kış aylarında öküzlere ya da
beygirlerle düğvenleyip ufalıyorlar.
Pirinç
hasadından sonra iş sırası mısır toplamaya geliyor. Toplanan koçanlar
evlere taşınıyor, ayıklanıyor, Bagen denilen özel ambarlarda muhafaza
ediliyor. Mısır sapları ve koçanlardan çıkma kabuklar hayvan yaygisi
olarak değerlendiriliyor.
Mısır
koçanlarını ayıklama işi de çoğu kez imece işidir. Bu işte çocuklar da
büyük ölçüde yardımcı olurlar. Bagende kurutulmuş mısır koçanlarının
dövülmesi kalın topuzlu sopalarla yapılmaktadır. Üçbeş bagenin ızgaralı
döşemesi üzerinde yığılı koçanları dövüyor, tanesi ızgaralardan aşağıya
dökülüyor, boş somaklar ise orta yerde kalıyor. Mısırın un haline
getirilmesi genellikle köy yakınında, bir ırmak üzerinde kurulu Mskibu
denilen su değirmenlerinde olmaktadır. Aşağı yukarı Lazlarda her aile
grubu bir özel değirmene sahiptir. Bazen de bir kaç değişik aile ortak
bir değirmen kurmakta, sıra ile bundan yararlanmaktadır.
Darı da
biçildikten sonra tavan arasına depolanıyor. Başakları kurutma işi Ovle
adı verilen çubuk örme kaplarda, baca içinde asılmakla yerine
getiriliyor. Başaklar baca içinde iki günde ufalanmaya hazır hale
gelmektedir. Darının harmanlanması Onçamure’De pirinçte olduğu gibi
Onçhavre yapılmaktadır. Ürünün bol olduğu yıllar harmanlama işi için su
ile işleyen bir çeşit çarklı makine sisteminden de yararlanılmaktadır.
Toplumsal iş
hayatında imecenin, karşılıklı yardımlaşmanın pek önemi vardır
Lazistan’da.Gniş arazilerdeki ekim (Otasu) ya da (Ohaçku), çapalama
(Gomalu), ayıklama (Okinu) işleri hep bu tarz dayanışmalarla
yürütülmektedir. Küçük arazilerdeki sebze, meyve yetiştirme işlerinde
imeceye gerek duyulmamaktadır. Çalışma sırasında karşılıklı türküler
söylemek, şiirler okumak Laz iş hayatında önemli yer tutmaktadır. İş
sırasında gençler iki gruba ayrılmakta, karşılıklı iğneleyici şiirli,
türkülü sözlerle atışmalar zincirini sürdürüp götürmektedirler. Bu
atışmalı türküler sık sık balıkçı ağı eğiren kızlar arasında da
yapılmaktadır.
İmeceler sıra
ile yapılmaktadır. Önce bir kaç imeceye gidilip gün kazanılmakta, 15-20
iş günü kazanılınca da imecetoplanmaktadır. Bazen de önceden imece
çağrılmakta, sonraki günler bunun karşılıkları ödenmektedir. Buna adam
kazanmak (Koçi mogaperi) ve adam borçlamak (Koçiş gedvaleri)
denilir.İmece de borç savma işine (Gedvaleri), gün kazanma işine de
(Ugedvalu) denmektedr.
İmece
çeşitlerini de şöyle sayabiliriz: Ekme imecesi (Ohaçkuşnoderi), Çapalama
İmecesi (Gomoluşnoderi), Mısır Toplama (Otahuşnoderi), Ayıklama İmecesi
(Okinuşuoderi), Devşirme İmecesi (Otsiluşnoderi), vb. Bu imecelerde
kadın erkek birlikte çalışılır.
Yeni kurulan
bir evin ağaçlarının taşınmasında, yeni inşa edilen bir deniz aracının
suya indirilmesinde (Pelukaş gelençeşi), Ağ ipliğinin eğrilmesinde
(Masas nokapeş othu) borçlandırmadan, karşılık beklemeden imeceye
katılınmaktadır. İnşaat araçlarının taşınması, av araçlarının suya
indirilmesi işi erkeklere, iplik eğirme işi de kadınlara aittir. Burada
kadın erek işbirliği yoktur.
Bir köyde
değişik bir kaç imece aynı gün çağrılabilir. Bu köyün büyüklüğüne,
yapılacak işin önemine göre değişir.
İmece günü ve
adam sayısı imece sahibince önceden belirlenir. Ona göre yemek
hazırlığına girişilecektir. Sabah erkenden imece sahibi köy içinde
yüksekçe bir yere çıkar, çevreye (Hayde,hayde) der, çalışma saatini
bildirir. Kimi zaman nişanlı kız ile (noğami) nişanlı erkek karşılıksız
olarak birbirinin işine koşmaktadır.
Laz evleri
genellikle meyilli arazide kurulduğundan temel yerini kazımak büyük
işgücünü gerektirmektedir. Bu tür işte de karşılıksız yardımlaşma
görülmektedir. İmeceye katılanlar 8 saatten fazla işte tutulmazlar.
Şarkı, türkü, şiir okumada geçen süre de buna dahildir.
İş araç gereçleri:
Bugün Türkiye
Lazistanı’nda yaşayan halk ekonomik ve kültürel gerikalmışık nedeniyle
tarım araçlarını babadan, atadan kalma biçimleriyle kullanmaktadır.
Bunlar arasında karasapan (Hocikokari) örnek gösterilebilir. Bu alet
kambur bir ağaçtan yapılmakta, ucuna demir susta takılmakta, çift öküz
koşulup kullanılmaktadır.Mısır ekiminde kullanılan araçlardan dar ağızlı
(Çapabergi) ile geniş ağızlı (Palabergi) de hala tarihi karakteriyle
yaşamını sürdürmektedir. Toprak kazıma işinde kullanılan araçlardan biri
de (Obelusbari) denilen bel’dir. Bu araç demirden yapılmış, iki dişli
bir nesnedir. Tezeklerin ufalanmasında kullanılan bir çeşit tırmık
(Potshi) de ilkel haliyle yaşamaktadır. Hast işinde kullanılan bıçkı ise
bildiğimiz el orağıdır. Tüm bunlar, kuşaklar boyunca değişmemiş,
geliştirilmemiştir.
Lazlar bahçecilikle
de uğraşmaktadırlar. Yetiştirilen sebze türleri: Lahana, fasulye,
pırasa, soğan, salatalık, nane, maydanoz, reyhan, domates, biber,
patlıcan gibi ürünlerdir. Tavukların saldırısından korunabilmesi için
bahçeler en az 500 metre kadar köy dışında olmalıdır. Patlıcan, taze
fasülye, salatalık, domates gibi sebzeler kışa saklanmak üzere konserve
edilir.
Lazların
uğraşıları arasında meyvecilikten de söz edebiliriz. Şeftali, elma,
armut, üzüm, erik, defne, fındık, nar, ayva, incir , dut, vb. Meyveleri
Lazistan’da bolca rastlanan meyveleridir. Kış için, elma, armut, erik,
incir gibi meyveler güzden dilimlenip kurutulabilir. Üzümden pekmez,
ekşimik ve sirke (Cumori) yapılmaktadır. Üzüm pekmezi şöyle
çıkarılmaktadır. Olgun salkımlar devşirilip torbalara doldurulmakta,
torbalar tahta sandıklara yerleştirilmekte, sandıklar masa gibi yüksekçe
ve temizce bir yere oturtulmakta, sandığın altına geniş ağızlı bir kazan
yerleştirilmekte, sabunla yıkanıp iyice temizlenmiş ayaklarla sandık
içindeki üzüm torbaları çiğnenmektedir. Çıkan şıra kaynatılıp pekmez
elde edilmektedir. Torbalarda kalan cibre ise bazen üzerine su, tuz,
ekmek hamuru ve bir miktarda demir çivi kaynatılarak sirke yapımında
kullanılıyor. Demir çivinin bu karışıma atılması “Çivi gibi sert olsun”
biçiminde yorumlanıyor. Tuz ilave edilmesinin anlamı da kaynatılan şeyin
“Şaraba” benzetilmemesi ve kullanılmasının helal olması biçiminde
açıklanıyor. Ekmek hamurunun anlamı da çıkacak olan şeyin ekmekle
ilişkili ve nimetten sayılmasındandır.
Kazanda
biriken üzüm suyu sert ateşte kaynatılmaya bırakılıyor. Kaynama
sırasında, üzerine bir miktar kül bırakılıyor.Külün ekşiliği alacağı
söylenir. Bu mayi koyulaşıp katılaşıncaya değin ateşten indirilmiyor,
sık sık karıştırılıyor. Kıvamı yeter dereceye geldiğinde de ateşten
indirilip soğumada bırakılıyor.Pekmez bir kaç çeşit yemek yapımında
kullanılabilen bir maddedir. Bunların en ünlüsü ise Lazların özel yemeği
olan Termoni” dir. Termoni yemeği, pekmeze bulgur ve fasülye
karıştırılarak macun haline getirilmekle elde edilmektedir. Pekmez uzun
zaman korunması kolay olan yiyeceklerdendir.
Mart
başlarında Lazistan’da narenciye bahçelerinde temizlik ve toprağı
kabartma işi başlıyor. Bitkilerin kuru ve zayıf dalları ayıklanır,
çevrelerindeki parazit bitkiler ortadan kaldırılır, ağaçdipleri
gübrelenir. Seyrekte olsa kar yağdığı zamanlar narenciye ağaçlarının kar
yüklü dallarını silkelemek ihmal edilmez bir iştir Lazlar için. Kışların
ağır geçtiği yıllar taze narenciye fidanlarının sarılıp sarmalanması,
soğuktan korunması gerekir. Lazların portakal ağacı yetiştiriciliği ve
aşı sistemi şöyledir: Yaşlı portakal ağacı üzerinde genç bir dal
seçilir, bu dala “Pilisi” denir Lazcada. Pilisinin dip kısmından 5
santim kadar genişlikte bir kabul şeridi çizilip çıkartılır. Pilisinin
dip kısmından 5 santim kadar genişlikte bir kabuk şeridi çizilip
çıkartılır. Soyulan bu kabuksuz kısım çakı ile iyice kazınır. O kadar ki
bu kısımda kabukaltı nemi, kayganlığı kalmamalı. Pilisiye kestane
kabuklarından bir saksı yapılır, çevresi ince ve kuvvetli toprakla
doldurulur. Mayısta yapılan bu operasyon, sonbaharda açılıp bakıldığında
Pilisinin soyulan yerin üzerinden saksı içinde kök saldığı görülür.
Köklü pilisi ana ağaçtan kesilerek toprağa dikilir. Bu sistem aşılara
Lazcada “Dolukidu” denmektedir. Narenciyenin diğer türleri ise normal
kalem ya da göz aşısı sistemiyle yapılmaktadır.
Lazlar’ın baş
uğraşları balıkçılık ya da sanatkarlık sınırı İşi için evden
uzaklaşanlara “gurbete gitti” denir.Gurbetçi Lazlar arasında:
Balıkçılar, gemi yapım ustalaraı, inşaat ustalaraı, ilk sırayı
almaktadır. İkinci sırayı tutanlar ise sahilboyu, liman işçiliği
yapanlardır. Bunlar Poti’den başlayarak tüm Doğu Karadeniz yarımdairesi
boyunca Kerç (Kırım) boğazına kadar yayılmaktadır. Bu arada Lazların
bulunmadığı, bir kent düşünülemez. Üçüncü sırayı alanlar, inşaat
yapımcıları, dülgerler vb.dir. Bunların çoğunluğu Gürcüstan’ın değişik
yörelerinde, Acar’da, Gurya’da, İmerite’de, Samegrelo’da iş
tutmaktadırlar.
Yeni evli Laz
gençlerinin ekmek parası peşinde gurbete gidip yıllarca yuvalarına geri
dönmedikleri bilinen bir gerçektir. Gurbete gidip aile yaşamından yoksun
kalan Lazların ağzından söylenmiş türkülere bu yüzden çokça rastlanır.
Bunlardan işte bir örnek:
|
Lazca |
Türkçesi |
|
İri kurbetis
vore |
Her zaman
gurbetteyim |
|
Edo pçopup
kipali |
Kefal tutuyorum
ben |
|
İrai
bdziraminoni |
Yarimi
görebilecekmiyim diye |
|
Govontskapare
pali |
Falcıya fal
baktırıyorum |
|
*** |
|
|
Elabaru kalaşi |
Hafiften bir yel
esti |
|
İari dililu paşi |
Aldı yarimi
Potiden (Kocamı) |
|
Nosis vulu
movulu |
Nasıl aklım
başımda olsun |
|
İa gomaşinaşi |
Yarimi
hatırladıkça ben (kocamı) |
|
*** |
|
|
Tsana mot
gulukter |
Yıllar, bitmek
bilmiyorsun |
|
Şuri mohtu
kalişa |
Canım boğazıma
dayandı |
|
Nisa ohoris
ikten |
Gelin evde
şaşkın şaşkın dönüyor |
|
Toli uğun
mzoğaşi |
Gözleri hep
denizlere doğru |
|
*** |
|
|
Sandali
ielkenoni |
Ey yelkenli gemi
(sandal) |
|
Aşo mot var
golitsker |
Niçin bu tarafa
bakmıyorsun |
|
Noğame so ikoni |
Niçin sevgimi
getirmiyorsun |
|
Panta guris
memakten |
Yürekler
ıztırapta |
Uzun zaman evini
dönemeyen Laz balıkçının eşi de ardından şunları söylemektedir:
|
Lazca |
Türkçesi |
|
Peluka ialkenoni |
Ey yelkenli gemi |
|
Gehti menda
mikoni |
Gel beni de al
götür |
|
Kurbetişa nuluna |
Gurbete
gidiyorsan |
|
Kimoci momikoni |
Yarimi de
algetir |
|
Hekti
dişilerenna |
Eğer orada
evlenmişse |
|
Gureli momikoni |
Onun ölüsünü al
gel bana |
|
Juris toki
kogiudvi |
İkisine de ip
bağla |
|
Goturi guikoni |
Onları
sürükleyerek getir |
Yaz bitimi, güz
başlangıcında Laz balıkçılar ağlarını gözden geçirmektedirler. Gürcüstan
Lazları Cumhuriyet döneminden önce köhnemiş teknikle avlanmaktaydılar.
60 yıllık tecrübesiyle 75 yaşındaki Laz denizci Ali Reis Numanişi bize
şunları anlattı:
“On yaşımda
balıkçılığa başladım. Kullandığımız araçlar dededen kalma şeylerdi.
Bugünkü modern teknik olanaklarımız yoktu. Sandallarımız “Nuşi” denilen
bir çeşit araçlardı. Bunlar kalın bir kütüğün yontulup kayık biçimine
sokulmuş ve içi oyulmuş ilkel şeylerdi. Ağlarımızda öyle. “Suakişmosa”
dediğimiz serpme ağlardan ibaretti. Bunun yanısıra olta da kullanırdık.
Her balıkçı evinde ağ örebilirdi. Oltayı demirci ustalarından satın
alırdık. Gürcüce Nuşi denilen kayıklar zamanla gelişt, biçim değiştirdi.
Yeni şekline de Tçirniği diyorduk. Daha da geliştirilen bu araçlara
bugün Peluki diyoruz işte. Oltalar bugüne dek modadan kalkamadı, hala
işe yaramaktadırlar. Bugünkü oltalar eskilerine göre çok daha güzel ve
kullanışlı. Demircinin kaba elinde yapılanla fabrikada üretilen olta bir
olurmu? Bugünküler fabrikasyon oltalar. “Suakiş mosati” dediğimiz başka
bir çengel daha var. Buna da sadece “Suaki” dediğimiz balık türünü
yakalamakta kullanıyoruz. Bunların dört keskin çengelleri var. Biz
“Kamangi” diyoruz buna. Bununla da “Sparo” adı verdiğimiz türden
balıklar avlıyoruz. Sarp köyü önünde deniz içinde kocaman kayalıklar
var. Bunlardan birinin adı “Kvamoahzi” dir. Kvamoahzinin bir
kenarınadenizden avladığımız “mantai” yani “Medüz”ü – bir tür sünger,
bağlayıp balıkların buraya üşüşmesini beklerdik. Elimizde çengelli
mızraklar olduğu halde. Çok geçmeden balıklar medüzün üzerine üşüşür
emmeye başlarlardı. Bizde süratle elimizdeki çengelli mızraklarla
saldırır, şişleyebildiğimizi çıkarırdık. Bu mızraklara Lazca “Kamangi”
diyorduk.
Bir tür
aletimiz yine var. Bunuda Zargana balığı avında kullanıyoruz. Üç metre
sopadan oluşur, basit bir şey. Üç adet sopayı ucuca birbirine bağlar,
sargılarla sıkıca sarardık. Sopalar dipten uca doğru incelirdi. Bu
aletin elde tutulan ilk bölümüne “Tudeni”, ikinci, ortadaki bölümüne
“Şkaşi”, üçünce uç bölüüne de “Komurişi” diyorduk. Ucuna 12 metre kadar
uzunlukta, renkli ipek bir ip bağlanırdı. Bu ipek ipin hazırlanışı da
şöyle olurdu: İpekböceği kozaları kaynatılır, yumuşatılırdı. Sonrada bu
şaplı suya yatırılırdı. Yaban elması 8ahlat) ağacı kabukları bakır bir
kapta iyice haşlanır, renkli suyu çıkarılırdı. Sonra da ibrişim bu suya
yatırılırdı. Bundan açık kırmızı bir ernk elde edilirdi. Bu renk iplikle
yapılan av sezonunun başlarında mümkündü. Bir ay kadar sonra ise artık
renk değiştirir, daha koyu sarıya boyanması gerekirdi. Koyu sarı rengi
veren bir başka bitki vardır. Bunada Lacza Tskipili diyoruz. Bu bitki
ince ince kıyılmakta, içine soğan kabukları karıştırılmaktaydı. Sonrada
iyice karıştırıp kaynatmak gerekti. Bundan koyu sarı bir renk boya elde
edilirdi. İbrişimleri bunun içine yatırır boyarlardı. Bu iplikten hamsi
benzeri taklit yemlik balıklar örülürdü. Bunlar 12 metreye kadar
halatlara bağlanır suya bırakılırdı.Halat çekilip sürüklendiğinde hamsi
sürüsünü andıran aldatmaca balıklar (Tkomili) zarganaların saldırısına
uğrar. Bu yalancı hamsilerin yüzeyi ipek iplikciklerle örtülü olduğundan
zarganaların dişeri bu iplikciklere takılır, artık kurtulamazlardı. İyi
bir av metodu olmasına rağmen bu usul çoktan terkedilmişti. Ancak bazı
deneyimsiz genç balukçılar bunu seyrekte olsa kullanmaktadırlar. Ciddi
ve büyük çaptaki balıkçılık bugün modern teknolojilerle donatılmış
araçlarla yapılmaktadır.
Eskiden
balıkçılık bugüne bakınca çok daha zordu. Bazen buz tutan sahillerde biz
yalınayak dolaşmak, çalışmak zorundaydı. Şimdiki balıkçılık, balıkçılık
değil, eğlence. Ayakta balıkçı çizmeleri, sırtta özel giysiler. Ne var
böyle çalışmaya.” Ali REİS Numanişi sözlerini bitiriyor böylece.
Eskiden elde
edilen balık ürünün bölüşülmesi de bir başka türlüydü: Örneğin: tekne
hakkı 2 pay, Ağ ve edevat hakkı 4 pay, bunların sahibi olan kişiye 1
pay. Etti 7 pay. Kalan ürün de ava katılan kişi başına bir pay olarak
dağıtılırdı. Yani bu aşamada bir kişiye düşen balık miktarının 7 misli
araç gereç sahibine verilirdi. Şimdiki sistemde biraz değişiklik
görülmektedir. Ava katılan her kişiye aynı oranda pay verilmekte,
bunların başında duran, yönetici uzman kişilere de biraz farklı pay
çıkarılmaktadır. Eskilerde Yunus avı için Çakmaklı tüfeklerden
yararlanırdı. Ağır ağır seyreden tekne içinden saatte en çok beş atış
yapılabilirdi. Bundan 4’ü isabet alırdı. Şimdilerde süratlı motorlu
araçlarla 25 kadar atış yapılıyor, bunun 23’ü isabet ettiriliyor.
Şimdiki tüfekler eskiler gibi ağızdan dolma değil, modernhartuçlu
otomatik tüfeklerdir.
Lazistan’da
dere balığı avcılığı da yapılır. Ancak bu tür avcılıkta henüz bir
gelişme görülmemiştir. Eski usullerle ve basit gereçlerle bu iş
sürdürülmektedir. Bu işte Kalati örme çubuk sepet ve Helehi iki sopa
arasında gerilmiş ağ geniş çapta kullanılmaktadır.
Lazcada Kopsia
adı verilen hamsi balığı gırgır ve parapati usulü ile avlanmaktadır.
Parapati denen ağın diğerlerinden değişik yanı. 150 metre kadar
uzunluktaki tarama ağın bir ucu teknede, diğer ucu karada sabit bir
noktada bulunması, balıkların görüldüğü yönde tekne ile kovalanıp
çevrilmesi ve ağa doldurulmasıdır. Dört kişilik ekip tarafından
yürütülen bu tür avlanmada Çapala, Gorce, Portso, Kvaçhami, Labusi,
Zargana, Gulari, Sparo, Levreki, Koteği ve Maraşkil türü balıklar
avlanmaktadır.
Muruna ve
Zuthi diye adlandırılan balıklar da olta ile elde edilmektedir.
Yunuslara sıkılan gülle kurşun 12 milimetre çaplıdır. Tüfekle yunus avı
kolay iş değildir. Hareket halindeki araçtan, hareket halindeki hedefe
isabet kaydetmek ustalık isteyen iştir.
Yunus
balıkları sık sık suyun yüzüne çıkıp nefes alırlar. Yavruları da su
üstüne çıkarır soluklandırırlar. Yunus avcıları işte böyle anlarda
onlara kurşun sıkar. Yaralanan yavru yunussa anne yunus asla yavrusunu
bırakıp kaçmaz. Bu sırada anne yunusunda vurulmaı gayet kolay olur.
Yaralı bir yunus yavrusu tekneye alınıp karaya doğru hareket
ettirildiğinde anne yunus teknenin peşinden gelmekten asla çekinmez.
Yaralı yavrunun anasını da vurmak Lazlarca çok günah sayılmaktadır.
Yunuslar aslında insan canlı yaratıklardır. Bazı özellikleri de
insanlarınkine benzer. Örneğin: Yaralı bir yunus yüksek sesle ağlama
sesleri çıkarır, gözyaşları döker. Onun iniltileri insana ızdırap
veriri.
Laizstan
sahillerinde Mutika diye bir balık vardır. Bu balık da
yunusgillerdendir. Mutikaların yunustan farkı gagalarının biraz daha
kısa oluşudur. Bu balık yunustan daha değerli tutulmaktadır. Mutikalaın
yağı yunuslarınki kadar ağır kokmamakta, kullanımı daha hoş olmaktadır.
Mutikaların ve
yunusların derileri 5-6 santim kalınlığında yağ tabakasıyla kaplıdır.
Bunların derileri küçük parçalar halinde doğranmakta kazanlarda
kaynatılıp yağı deriden ayrılmaktadır. Yağı alınmış deri parçacıklarına
Lazca’da Thiçiki adı verilmektedir. Bunun dahi insan için yararlı besin
olduğuna inanılmaktadır. Bir çok ailede sıcak sıcak yenmektedir. Kara
içlerinde yaşayan Lazlar sahilboyu Lazlarına Çihiki yemelerinden ötürü
türküler yakmışlardır. Örneğin:
“ Sarpeli ar tanape,
Çihikiş mşkomalepe”
“Sarp köylünün her
biri Çihiki yiyicileri”
Ya da
“Sarpeli tambalaği,
Mteli Delpinaş yaği, Mohvedsana var mogçaş, Ar kandelişi yaği”
“Sarp köyün
tombalağı, Safi yunusun yağı, Yalvarsan da vermem, bir kandillik yağı”
Yunus yağı bugün
Türkiye’De yararlanıldığı gibi, eskiden Gürcüstan’da aydınlanma işinde
kullanılırdı. Yağ kandilleri çok tehlikeli aygıtlardır. Sık sık
patlamakta, yangınlar çıkarmaktadır. Bugün Lazlar arasında bnun
kullanılmadığı görülmektedir.
Eskiden Laz
balıkçıları arasında batıl inançlara pek rastlanırdı. Örneğin: Av
sezonunun açılmasını cumartesiye rastlatmakta uğur, hayır umarlardı.
Herkes teknesine bir muska yazdırmayı ihmal etmezlerdi. Bunu teknenin
bir kıyısında saklar, artık koruyucu güçlerin kendisine kayıracağına
inanılırdı. Birkaç gün avdan eli boş dönen avcı “Tüfeğim nazar olmuş der
onu hocaya (Cinciye) okutmaya götürürdü. Tüfekler okunmuş bezler, kömür
parçaları bağlanır bundan hayır umulurdu. Bugünkü Lazlarda artık bu tür
çağdışı inanışlara raslanmamaktadır.
Her Laz evinde
daima tuzlanıp salamura yapılmış bolca balık konservei bulunur. Bu
konservasyonu da şöyle yapıyorlar Lazlar: Kelleleri alınmış, içleri
temizlenmiş hamsileri tuzluyorlar. Üzerine yine bolca tuz ekliyorlar,
kapağını sıkıca kapatıyorlar. Zargana ve benzer balıklar da bu şekilde
uzun süre saklanabilmektedir. Sudak türü denilen birçeşit balık da daha
ilginç yöntemlerle saklanmaktadır. Bunları temizleyip tuzladıktan sonra
baca içindeki bir çengele asıyorlar. Kurutuyorlar. Bunun da uzun süre
bozulmadan kaldığı görülmektedir.
Sahilboyu
Lazları arasında çulluk, turaç ve benzeri kuş çeşitlerinin avlanması da
pek yaygındır. Bu av sonbahara doğru olmaktadır: Avlanma yöntemleri
şöyle: 8-10 adet at kuyruğu kılı bükülüp kement yapılmakta, bir metre
kadar uzunluktaki çonak üzerine sıkıca bağlanmaktadır. Bu çomak toprağa
eğik biçimde çakılmakta, kemetler arasında da canlı bir çekirge ya da
böcek bağlanmaktadır. Çekirge çomak üzerinde çırpındıkça üzerine çulluk,
turaç ve bu irilikteki başka kuşlar saldırmakta, ayakları kıl kementlere
takılıp yakalanmaktadırlar.
Şahin, aytmaca
ve buna benzer avcı kuşların elde edilip eğitilmesi de Lazlar arasında
bilinen bir iştir. Bu iş şöyle olmaktadır. Açık bir arazide çalı
çırpıdan bir klübe yapılmaktadır. Kulübenin içinde pusuda bekleyen kişi
elindeki değnek ucuna bir ayağıyla bağlı bir kuş tutmaktadır. Klübenin
üstü tor (ağ)la örtülmektedir. Uzaktan bu yabani avcı kuşu görüldüğünde
değnek ucuna bağlı kuş havada sallanmakta, avcı kuşun ilgisi
çekilmektedir. Avcı kuş hızla avına çullandığında da tor üzerine kapanıp
yakalanmaktadır. Tabii saldırgan yırtıcı kuşun avına çullanması
sırasında değnek ucundaki kuş klübenin içine doğru çekilmektedir.
Yakalanan avcı
kuşların eğitilmesi
Şahin türünden avcı
kuşların ayağına ipekliden bir ip bağlanır. Omuzda oturtulup et, yumurta
gibi yiyecekler verilir. Sonra kol üzerinde durması öğretilir. Bu arada
kollar keskin pençelere karşı korunmalıdır. Tuzlu ete ve yumurtaya
dadanan şahin artık sahibini kolay kolay terketmemektedir. Bunların
avlanmakta kullanılması da yavaş yavş verimli olmaktadır. Önceleri 50
metre kadar uzunlukta bir ip ayağına bağlanır. Havaların yağışlı gittiği
üç gün üsre ile hayvan aç bırakılır. Sonra ava çıkartılır. Avlanacak
kuşlar bazen köpekler tarafından aranıp kaldırılmakta, bazen sopalarla
çalı çırpı çırpıştırılıp ürkütülmektedir. Havalanan kuş üzerine şahin
bırakılmaktadır. Bazen emniyet ii saldırı mesafesi için yeterli
olmamaktadır. Buyüzden şahinin ardından koşturmak gerekmektedir. Bu tür
bir avlanmada 15-20 kilometrelik bir alan tarandığında 150-200 çulluk
vb. Elde edilmektedir. Bereketli bir av dönüşü “Şahine nazar değer”
korkusu ile köye gece girilmektedir. Şahine türlü çeşitli nazar
boncukları da bağlanmaktadır. İyi bir avcı şahinlerin değerini gözlerine
bakarak, göğüs yapısına ve rengine bakarak anlıyabilir.
Bazı kuş avlama
yöntemleri
Lazlarda kuş avlama
yöntemleri çok çeşitlidir. Burada kısaca bir kaç çeşidinden söz
edeceğiz. Teferruata girmeuyeceğiz. Sırasıyla bu yöntemler: 1.Neperi
2.Okvinçe 3. Ragi 4.Kandara vb.dir.
-
Neperi:
Bu araç ağdan yapılmıştır. Ormanda, yeşillik, karanlıkça bir alanda
yol biçiminde bir şerit ağaçlardan temizlenir. Akşam karanlığında
aydınlık veren bu geçit yerini kuşlar uçuş yolu olarak kullanırlar. Bu
geçidin iki yakasına ağ gerilir. Hızla gelen kuşlar bunun farkına
varamazlar. Hızla ağa çarparak üzerinde kalırlar. Gün batımından gün
doğumuna değin bu yolla 200 kadar kuş avlıyan avcılar görülmüştür.
-
Okvinçe:
Kış aylarında, karlı havalarda evin avlusunda üçgen biçimli bir klübe
yapılır. Bu klübeye bir kapı birde pencere bırakılır. Pencereye dıştan
torba gibi sarkan fakat altına ağaç konmakla şişkin gibi tutulan bir
ağ torbası bağlanır. Klübeye bırakılan zahireye üşüşen kuşlar kapı
yönünden ürküptülüp pencereden dışarıya doğru kaçırılır. Pencere
deliğine dalan kuşlar ağ torbanın içinde hapsolacaklardır.
-
Ragi:
Ragiler genellikle ayı, çakal, domuz ve diğer dört ayaklı memelilerin
avlanmasında kullanılır. Ancak seyrekte olsa kuş türü içinde
kullanılmaktadır. Burada kuş türü için kullanılan raginin sadece
tarifini yapacağız. Karlı havalarda, genişçe bir alana bir miktar yem
dökülür. Yemin üzerine büyükçe bir leğen kapatılır, leğenin bir
kenarına 30 santim uzunluğunda bir çomak dikilir, bu çomağa uzunca bir
ip bağlanıp pusuya yatılır. Kuşlar leğenin altına girdiğinde ip
çekilir, kuşlar yakalanır. Memeli hayvanların avlanmasında kullanılan
Ragiler bu sistemin geliştirilmişi ve de büyük boyutlusudur.
-
Kandara:
At kuyruğu kıllarından bükülmüş kementler yer yer kertilmiş sopa
üzerine bağlanır. Kış aylarında armut vb. Gibi ağaçlarda görülen
parazit, yemişli bitkilerin arasına bu sopa yerleştirilir. Bu
yemişleri yemeğe gelen kuşlar sopadaki kementli kısımlara basmak
zorunda kalacaklardır. Böylece de kementlere takılıp
yakalanacaklardır.
Bazı hayvan ve bitki
isimleri
|
Lazca (Hopa
Ağzı) |
Lazca
(Viçe-Arhavi) |
Türkçesi |
|
|
Mtuti |
Tuti |
Ayı |
|
|
Mgeri |
Ngeri |
Kurt |
|
|
Mkipu |
Nkiapu |
Çakal |
|
|
Mskveri |
Skveri |
Geyik |
|
|
Metkuri ğeri |
Tkaş ğeri |
Yaban domuzu |
|
|
Mtkaş kotume |
Tkaş kotume |
Yaban tavuğu |
|
|
Mtkuri katu |
Mtkuri katu |
Yaban kedisi |
|
|
Mtkuri luği |
Tkuri luği |
Yaban inciri |
|
|
Mtshuli |
Shuli |
Armut |
|
|
Panta mshuli |
Panta shuli |
Yaban armudu |
|
|
Uşkiri
|
Uşkiri |
Elma |
|
|
Mzoğa kulani |
Zuğa bozo |
Deniz kızı |
|
|
Kui |
Kui |
Karga |
|
|
Tiaspironi |
Tiaspironi |
Baykuş |
|
|
Simsi kokai |
Simsi kokai |
Kuyruk sallayan |
|
Ğalişmzesku |
Ğaliş mzesku |
Su karatavuğu |
Lazlarda Kıyafet
Eskiden Laz yaşlı
erkekleri başlarına “Başlık” sararlardı. Gençler ise Papak (Kalpak)
kullanırlardı. 60-70 yıl kadar önce Lazlar arasında fes modası çıktı.
Fakat bu moda burada fazla tutunamayıp ortadan kalktı.
Bugün Türkiye
Lazista’nında geleneksel başlık ve kalpak kullanmak yasalarla
yasaklanmıştır. Gürcüstan sınırları içerisindeki Lazlar ise başlık,
kalpak ve kabalak gibi başörtülerini kullanmakta serbesttirler.
Lazlarda
ayakkabı (Tsuga) burunları yukarıya kalkık bir çeşit postalı andırırdı.
Pantolon yerine bir çeşit dar şalvar kullanılırdı. Adına da “Dzikvi”
denilirdi. Dzikvinin üst tarafı kıvrışık, bolca bırakılır. Alt tarafı,
bacakları kavrar derece de dar bırakılırdı. Üst giysi ise bir çeşit
yakasız montu andırırdı. Bu yakasız montun altına sarı yada kırmızı
renkte gömlek giyilirdi. Kırmızı renkler siyah altında daha bir çekici
görünürdü. Siyah üst giysinin dirseklerine, yenlerine ve omuz başlarına
meşin şeritler dikilirdi. Bunlar hem giysiye güzellik katar hemde
dayanıklılığını arttırırdı. Belde, kalça üzerine kadar inen yün kumaştan
dolak dolanırdı. Kama ve zincir gibi şeyler de bu dolama üzerine
iliştirilirdi.
Laz kadın
giysileri daha bir zengin görünüşlüydü. Çeşitli renklerden rahat
giysilerdi bunlar. Bele, uçları aşağıya sarkıtılmış kumaştan bir bellik
sarılırdı. İş Zamanları genellikle atlastan dikilen bu giysilerin
etekleri yukarıya doğru toplanır, bellemeye iliştirilirdi. Bazen ibrişim
bir kuşak da bele bağlandığı olurdu. Buna Lazcada “ortkapu” kemer
denirdi. Kadınlar günlük yaşamlarında bazen basma entariler de
giyerlerdi.
Boyun ve
kulaklara ilancuği ve boğa kisti denilen değerli takılar da takarlardı.
Gümüş zincir üzerine dizilmiş altın liralardı bunlar. Başlarına altın
işlemeli bir tabla konur, alın kısmına yine altın pullu bir gobğapule
sarkıtılırdı.
Gürcüstan
bölümünde yaşayan Lazlarınlerini bugün artık Gürcüstan’ın diğer
bölgelerinde yaşayan soydaşlarından ayırtetmek güçtür. Türkiye kesimi
Lazları arasında bu eski tip giysileri koruyup bugüne değin yaşatabilen
kimselere rastlamak mümkündür. Orça, Çhala vb. Köyler bunlar
arasındadır. Gürcüstan’ın Sarp köyündeki Lazların sosyo-kültürel
gelişme, değişme evrimi yanısıra giysilerinde de çağdaşlaşma kaçınılmaz
olmuştu.
Lazlarda El
Sanatları
Coğrafi zorunluluk
nedeniyle azların başuğraşları denizle ilişkilidir. Karada gelişen el
sanatlarının büyük bölümü de denizle bağlantılı işlerdir. Büyük Gürcü
coğrafyacısı Vahuşti Bagrationi eserlerinde bunu açıkça belirtmiştir.
Vahuştiye göre: “Laz-Tçani ulusu ağaç işlemeciliğinde pek ileri düzeyde
ustalığa ulaşmıştır.İrili ufaklı gemi inşaatında bunlara rakip
bulunmamaktadır.”
Gerçekten gemi
yapımcılığında Lazlarla boy ölçüşebilecek ulus azdır. Gemi
yapımcılığında iskelet (Ege) kurma işi çok önemli hesaplar
gerektirmektedir. Kişi yaşamı da bu hesaba bağlı olacaktır kuşkusuz.
Yapımı tamamlanan gemi son kez gözden geçirilir. Aralık, delik gibi
yerler kendir lifleriyle doldurulur, kalafat edilir. Aracın kendisi ve
donanımı çeşitli renklerde boyanır. Aracın koruyucu yan tahtaları
(talazi), çapa (hope), çapa zinciri (skamemozi), dümen, vb. Boyananlar
arasındadır. Gemi aksesuarlarından, yelken, halatlar, direk vb. Şeyler
de Laz ustaların ellrinde biçimlenmektedir.