
KARADENİZ’DE YAYLA ZAMANI
UĞUR
BİRYOL
[email protected]
Şehrin
meşakkatli hayatından bunalanlar için doğa
bulunmaz bir nimettir. Doğanın en zengin
hallerinin bulunabileceği “ yağmur, güneş, kar,
rüzgâr, bulutlar, sis” bir yer var: Doğu
Karadeniz yaylaları. Kelimenin tam anlamıyla
dört mevsimin yaşanabileceği bir bölge olan
yaylaları bütünüyle hissedebilenler bence
çadırıyla kamp kurmaya gelenlerdir. Neden diye
sorulacak olursa? Çünkü kampçılık, gelenlere
daha çok yer gezme fırsatı verir. Daha çok yer
gezen insan da daha fazla şey görür.
Ben, bunu size Doğu Karadeniz
yaylalarının en güzellerinin bulunduğu Kaçkarlar
üzerinden anlatmaya çalışayım. Mesela Kavrun
Yaylası’nda pansiyonda kalıyorsanız ve
gezmiyorsanız, Kaçkar’ın eteklerindeki gölleri
nasıl göreceksiniz? Ya da Kaçkar’a yakın
tepelerden zirveyi nasıl izleyeceksiniz? Ayder’e
insanlar daha ziyade piknik yapmaya gider. Çokça
da kaplıcaya girmek için. Oysa Ayder’den Kavrun,
Avusor, User gibi yaylalara araçlarla
gidilebileceği gibi yürünerek de ulaşılabilir.
Üstelik yürüyüş güzergâhında çadır kurulabilecek
alan çoktur. Çamlıhemşin yaylalarında Ayder,
Kavrun, Amlakit gibi yerlerde pansiyon vardır.
Ayder’de oteller de vardır ve bu nedenle daha
çok insanın gelmesini sağlar.
Yürümeyi ve kamp kurmayı seven turistler için
Fırtına Vadisi’nde oldukça uygun güzergâhlar
mevcut. Zilkale ve Çat köprüsüne yürüyüşler
yapılabilir ve Çat köprüsü geçilerek kamp
yapılabilir. Çat’ta iki de pansiyon var.
Dileyenler oralarda da kalabilir. Çat’tan sonra
araçla ya da yürüyerek Elevit-Karunç-Trovit-Palovit-Amlakit
güzergâhında, yaylalarda kalınabilir. Eğer
şanslıysanız yaylacılara konuk olabilirsiniz. Bu
arada yöreye gezmeye gelenlerin dikkat etmesi
gereken iki önemli husus var ki, bunlardan biri
yöreyi bilmeyenlerin mutlaka rehberle yola
çıkması ikincisi de olumsuz hava
koşullarına(aniden bastıran yağmur, fırtına)
karşı tedarikli olmaları.
Çamlıhemşin, turizm alanında yeni yeni adını
duyurmaya başladığından, altyapı sorunları ve
ödeneksizlikten dolayı donanımlı konaklama
alanlarına sahip değil ama özellikle kampçılar
için çok uygun bir coğrafya. Zaten Çamlıhemşin
gibi dik yamaçlardan oluşmuş bir bölgeye yatak
kapasitesi yüksek oteller yaptırmak yörenin geri
dönülemez çevre sorunlarıyla baş başa kalması
demektir. Bunun yerine yaylalarda ev
pansiyonculuğu geliştirilebilir ya da kampçılık
için daha çok yürüyüş rotası belirlenebilir.
Çamlıhemşin’i ve Karadeniz yaylalarını yakından
tanımanın en iyi yolu onu araçla baştanbaşa
gezmek değil aksine kapı kapı, yayla yayla
dolaşıp, bulutlara daha yakın olmaktan geçer.
YAYLADA
ÇOCUK OLMAK
Çocukluğu yaylalarda geçmiş
biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki,
yaylada yaşamak biraz da bu zamanın dışında
yaşamak gibi bir duygu tattırır insana.
Öncelikle, büyük kentlerden yaz tatili için
gelen insanlar köylerinde buluşur. Daha sonra da
uzun yürüyüşlerle ulaşılabilen yaylalarına
kavuşmak için sabahın erken saatlerinde yola
çıkılır. Günümüzde artık hemen her yaylaya
araçla ulaşılabildiği için bu adetten bahsetmek
mümkün değil ama şunu özellikle belirtmek
gerekir ki, yaylaya ulaşmanın tadı yürüyerek
çıkar. Uzun ve yorucu olmasına rağmen yürüyüş
yaparak gidildiğinde hem daha çok yer görme
fırsatı olur hem de buz gibi pınarlardan su içme
imkânı. Oysa şimdilerde araçlarla 1-2 saat süren
yolculuklarla, yaylaya ulaştığınızda nereye
geldiğinizi bile hissedemiyorsunuz.
Biz de çocukken sabah erkenden
büyük bir heyacanla kalkıp, hazırlanırdık.
Katırlara yüklenen erzaklar ve giyeceklerin
ardında, inekler ahırdan çözülür ve onlar önde
biz arkada yolculuğumuza başlardık. Tam 8
saatlik bir tırmanışla yaylamıza çıkar ama adım
attığımız andan itibaren de yorgunluğumuzu
unuturduk. 3 ay boyunca kalınan yaylalarda,
diğer şehirlerden gelen, uzun süre görmediğimiz
arkadaşlarla buluşur, kendimizi dağların
rüzgârına bırakırdık. Sabahları ineklerin
boyunlarına takılan çıngıraklarla kuşların
sesleri birbirine karışır, güneş penceremize
doğmadan kalkardık. Kuzinede pişirilmiş sıcacık
ekmekler, bir peynir ve tereyağı kombinasyonu
olan muhlama ve çayla taçlanan kahvaltıdan sonra
kendimizi evden dışarı atardık. Kapı kapı
dolaşır, eski yaylacı kadınlardan hikâyeler
dinlerdik. Kimi artık yılların vermiş olduğu
yorgunlukla yerinden bile doğrulamadan öylece
uzandığı sedirinden bize peri masalları anlatır,
kimi de hayvanlarını salıverdikten sonra kendini
ev işlerine verirdi. Bizim içinse her şey oyun
içinde gelişirdi. Çam kozalakları, kurumuş
çamurlar ve ağaç dallarıyla kendimize saf bir
dünya kurmuştuk. Çocukluğumuzda hafızamıza
kazınan görüntülerse sanırım unutamayacağımız
anıların başında geliyordu.Sis de denilen
yerdumanı bir gün tüm dağları kaplayıp, bizi
evlere hapsediyordu ama ertesi gün açan güneşle
yine kendimiz dışarıda buluyorduk. Akşama kadar
dışarıda geçirilen bir zamanın ardından,
yorgunca eve dönüyorduk, tıpkı akşama kadar
otlayıp karnını doyuran inekler gibi. Onlar da
içeriye alınmayı bekliyordu bizim gibi. Onlar
ahıra biz eve girdikten sonra, yemek faslı ve
ardından gaz lambasında ya da şanslıysanız lüks
lambasında oturup, muhabbete dâhil olmaktı
gecenin finali. Yaylada bizim için günler
böylece geçip gider ve bir daha ki seneye
buluşmaya söz vererek ayrılırdık birbirimizden.
GİDİYORUM YAYLADAN, GÜZ GELDİ ONUN İÇUN
Böylesine dolu dolu geçen bir
yaz dönemi yaylacılığının ardından, eski
yaylacılar gibi bizim için de yayladan ayrılmak
sadece bir dönemi kapatmak değildi elbette.
Kapıların birbiri kapanması çok büyük hüzün
verirdi bize de. Herkes bire ikişer yollara
düşer ve bir sonraki seneye gelmenin hayaline
kapılırlardı. Biz de büyüklerimiz gibi aynı
hayalleri kurardık ve hepimiz ayrılırken
ağlardık. Çünkü bilirdik ki, yaylasız bir sene
çok ama çok zor geçecek. Okul sıralarımızda bile
hayali bir an olsun gözümüzde gitmeyen, apayrı
bir dünyanın kapılarını aralayan bu cömert
mekânlar anladık ki hayatımızın bütünü
Ne damgasını vuracaktı. O
nedenle türkülerde de yaylalara çokça yer
verilir olmuş. Bir Hemşin türküsünde, “
Gidiyorum yayladan/Güz geldi onun içun/Her
puğardan su içtum/Sevduğum senun içun…”
Yaylacılar, kulaklarında çardaktan gelen tulumun
ağlatan sesi ve arkalarında bıraktıkları “gözü
yaşlı” dağlarla vedalaşırlar… Hele hava açıksa
gitmek oldukça zordur. Son bir kez daha bakılır
ve iki damla gözyaşıyla bağırlara taş basılır.
ŞİMDİ
YAYLA TURİZMİ VAR
Şimdiye kadar yazdıklarım bu
yazıyı okuyan herkese abartılı gelebilir ama
Karadeniz’e gittiğinizde dilediğiniz kişiye
sorun, aynı hisleri paylaşacaktır. Ancak artık
günümüzde yaylacılık denen kültür de
teknolojinin kurbanı oldu ne yazık ki. Şöyle ki,
artık birçok yaylaya araçla ulaşılabildiği için,
insanlar kentlerde edindikleri alışkanlıkları
yaylalarına taşımakta beis görmüyor. Misal,
yaylada artık buzdolabı, çamaşır makinesi ve
televizyon gibi modern hayatın tüm gereçlerini
bulunduruyor insanlar. İşin ilginç olan bir
tarafı da daha düne kadar yaylacılık yapan
insanların kendilerini bu moderniteye hapsedip,
yaylacılık kültüründen hızla kopmaları. Oysa çok
değil on yıl öncesine kadar hayvanlarından süt
sağan, onlara yaylalarda çobanlık eden, leğende
çamaşır yıkayan, kuzinede yemek pişiren cevval
kadınlar ne kadar çabuk kayboldular! Hayır,
elbette bunun bir de çile boyutu var ama keyifli
tarafları da gitti. Dolayısıyla turizm işi doğru
yapılamadığından insan ilişkileri de yozlaştı.
İki evin arasının 1 metre olduğu yaylalarda
insanlar televizyon izlemekten birbirine gitmez
oldu. Tabii, bunun istisnasız yaşatıldığı yerler
de yok değil. Yaylada bir gelenek vardır ve iş
olduğu kadar eğlence de daimdir. Akşamları horon
çardaklarında ya da açık alanlarda tulum,
kemençe ya da akordiyonun sesiyle mest olan
yüksek dağların sahibi yaylacılar, yaşadıkları
alanları korumak için mücadele etmezse, geriye
artık hiçbir şey kalmayacak.
YAYLACILIK NASIL KURTULUR?
Doğu Karadeniz’de, özellikle
Trabzon, Rize ve Artvin’in yaylaları usta işi
pazarlamayla turistlere gezdiriliyor ancak bu
geziler sırasında kimse burada bir yaşam
kültürünün olduğunu düşünmüyor. Manzaralar güzel
de, buraların yaşaması için neler yapılabilir,
kimse uzun vadeli bir gelişim planı yapmıyor.
Bir kere yaylada eski evler bakımsızlıktan
çürüyor. Yaylalara gelişigüzel açılan yollar,
çevreye çok büyük zararlar veriyor. Altyapı
olmadığı için her şey birbirine karışıyor.
Yaylalarda bile içme suyuyla ilgili problemler
yaşanıyor. İnsanlara kamp yapabilecekleri bir
alan tahsis edilmiyor. Bunlar gibi çok büyük
sorun yaşayan ve genel karakteristiğini kaybeden
yaylalar için en acil çözüm, pilot bölgeler
seçip yayla pansiyonculuğunu teşvik etmekten
geçiyor. Böylece hem evlerin kurtuluşu sağlanmış
olacak hem de yaylalar hayvancılık yapılamasa da
yaşam belirtisine sahip olacaktır. Bunu, ilgili
illerin il turizm müdürlüklerinin, rehberlerin,
yöre insanının da gündemine alması, yayların
selameti açısından olmazsa olmaz gibi görünüyor.
Ayrıca Oku:
Fırtına
Vadisi Kaçkarlar gezisi
|