İlk Çağ Döneminde Trabzon ve Çevresi

Prof. Dr. Mehmet ÖZSAİT

Yurdumuzun Eskiçağ Tarihi ve Arkeolojisi yönünden az araştırılan bölgelerinden bir tanesi de Karadeniz Bölgesidir. Bunda en önemli etken, onun dağlık bir yapıya sahip olması yanında, sahile bakan topraklarının yılın hemen dört mevsimi yeşil bitki örtüşü ile kaplı olmasıdır. Trabzon’un tarihine geçmeden önce, Trabzon’un da içinde bulunduğu Karadeniz Bölgesi tarihinin araştırmalar sonucunda gün ışığına çıkan bazı kültür merkezlerini ana özellikleriyle, tarihi bir kesit içinde vermeye çalışacağız.
13. yüzyıldan itibaren seyyah-araştırıcıların oldukça yoğun ilgi alanı olan Karadeniz Bölgesinde bilimsel sayabileceğimiz çalışmaların 1800’lü yıllarda başladığını söyleyebiliriz. İlk ayrıntılı incelemeler ve değerlendirmeler ise, Ed. Meyer, G. Perrot, Th. Reinach, M. Rostovtzeff, J.G.C. Anderson (Studia Pontica I, Bruxelles 1903), F. Cumont – E. Cumont (Studia Pontica II, III, Bruxelles, 1906, 1910), H. Gregoire (BCH 33, 1909, s. 1-41) gibi araştırıcılar tarafından yapılmıştır. Yüzyılımızın başındaki bu araştırmalardan hemen sonra, bölgede birçok araştırıcı değerli çalışmalar yapmışlardır.
Karadeniz Bölgesi’nin uygarlık yönünden en eski tarihinin M.Ö. 1.000.000-100.000 yılları arasındaki Alt Paleolitik (Yontma Taş) dönemde başladığı, araştırmalar sonucunda anlaşılmıştır. Bu devre tanıklık eden aletler bölgede üç yerde ele geç­mişlerdir.
1-) 1951 yılında Kastamonu’nun Tahta ve Malak köylerinde (Achelleen ve Mousterien tipte aletler). Bkz. E. Bostancı, DTCFD V/2,1952, s.224 vd.
2-) 1960 yılında İ.K. Kökten tarafından Ünye’nin Yüceler Köyü Ceviz Deresi sekilerinde (Achelleen tipte el baltası). Bkz. İ.K.Kökten, DTCFD XX/3-4, 1962, s.275 vd. Lev.I-II.
3-) 1979/1980 yıllarında, Trabzon’un kuzeyinde, Bayburt’un 13 km güneydoğusunda, Çoruh ırmağının kollarından biri olan Gez Deresi kıyısındaki Gez Alanında N. Gündüzalp ve ekibi tarafından Achelleen tipte el baltası, Levalloisien-Mousterien tipte kazıyıcılar ve yonga aletler bulunmuştur. Bkz. N .Gündüzalp, TTKong. IX, 1981, s.49-54, Lev.7-23, Res.1-32. Bu son buluntular Trabzon KTÜ Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenmektedir.
Bölgede M.Ö. 100.000-10.000 yıllarma tarihlenen Orta Paleolitik safhaya ait aletler Kastamonu Gölköy Enstitüsü yakınında bulunmuştur, (Levalloisien tipte aletler). Bkz. M. Şenyürek, DTCFD 11/2, 1944, s.349-352.
M.Ö. 40.000-12/10.000 yılları arasına tarihlenen Üst Paleolitik Safhaya ait buluntular İ. K. Kökten tarafından Ünye-Tozkoparan mevkinde yapılan sondaj sonucunda ele geçmiştir. Aynı yerleşmede Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı buluntuları da görülmüştür.
İ.K. Kökten 1940 yılında Samsun-Tekkeköy’de Fındıcak ve Çınarlık vadilerindeki volkanik karakterli arazide 2 mağara, 30’dan fazla sığınak ve inler tespit eder. T. Özgüç ve N. özgüç ile birlikte burada “A. Mağarasi’nda yaptıkları kazıda Mezolitik olduğunu söyledikleri aletler bulmuşlardır, Samsun ve çevresindeki kazı ve araştırmalarla ilgili olarak bkz. Belleten DC/35. 1945, s.361-^00, Lev. 63-74;
TTKong. III, 1943, s.393 vd.
Karadeniz Bölgesi’nde henüz Neolitik olabilecek bir yerleşmeden söz edemiyoruz. Buna karşılık az sayıda da olsa, Kalkolitik Çağ yerleşmelerine ait buluntuları Dündartepe, Horoztepe, İkiztepe gibi kazılarda Ch. Burney’in Batı ve Orta Kara­deniz Bölgesi’nde, U.B. Alkım ve ekibinin Samsun İli’nde, M. Özsait ve ekibinin Amasya, Ordu ve Tokat’taki yüzey araştırmalarında ele geçmiştir.
Bartın’dan Ünye’ye Ordu’ya kadar olan sahil kesiminde az, iç kesimlerde ise çok sayıda İlk Tunç Çağı yerleşmesi tespit edilmiştir. Buna karşılık dağların bir sur gibi uzandığı Ordu-Giresun-Trabzon-Rize sahil kesimini 1945 yılında sistematik olarak araştıran l. K. Kökten “…Terme, Ünye, Ordu, Harşit ve Trabzon geriler inde de en az 35 km derinligine (güneye) kadar araştırdım. Tarihöncesi çağları aydınlatacak tek bir ize rastlamadım..” demektedir. Bkz. l. K. Kökten, DTCFD III/5. 1945, s.478.
M.Ö. II. binyihn ilk yarısında Anadolu’da Kızılırmak kavsinde Hitit Krallığının kurulduğunu (M.Ö. 1675’lere doğru) biliyoruz. Aynı şekilde, M.Ö. III. binyilından beri de Anadolu’nun doğusunda Hurri Devleti bulunmaktaydı. Bugün Trabzon – Rize illeri yerleşim alanlarının Hititler devrinde Hayaşa (daha doğuşu Azzi) ismim taşıdığı bilinmektedir. Buna karşılık, bugüne kadar Giresun-Rize arasında M.Ö. 11. binyıl yerleşmesinin izine rastlanılmamıştır. Muhakkak ki, zamanla, araştırmalar ilerledikçe konu birçok yönleriyle açıklık kazanacaktır.
M.Ö. II. binyilı sonları ve M.Ö. I. binyilı başları, ya da genel anlamıyla ilk Demir Çağı’nda (M.Ö. 1275/1200-700), batıda Firig Devletinin, Doğu Anadolu’da Urartu Devletinin kuruluşlarım tamamlayıp gelişmelerinin doruk noktasına ulaştığı zaman diliminde, yine Doğu Karadeniz Bölgesi’yle ilgili yok denecek kadar bilgiye sahibiz.
M.Ö. 9. yüzyılda İskitlerin baskısıyla yerlerinden oynayan bir Kimmer kolu daha sonraki yıllarda Güney Karadeniz kıyılarına yerleşmişlerdir. Bu göç sonucunda Kimmerler, batıda Herakleia Pontika’dan (Karadeniz Ereğlisi) Sinop dahil, doğuda Trabzon’a kadar olan kıyı kesimine yayılmışlardır, Bkz. M.T. Tarhan 1972: 121-126.
Karadeniz dünyasının sağlayacağı gümüş, demir, bakır, çelik vb maden kürk, yapağı, gemi yapımı için çok gerekli olan kereste gibi nimetlerin önemi anlaşılmış ki, Karadeniz’in haşin dalgalarına ve yılın her mevsimindeki tehlikelerine ve ona önce “misafir sevmeyen” anlamındaki “Pontos Axeinos” demelerine rağmen, bölgeye çok erken devirden itibaren seferler yapılmış ve yerleşilmişdir. Bu seferler sırasında yaşanan bazı olaylar efsanelerle birleştirilmiştir. Edebi kaynaklarda Karadeniz’in güney kıyılarındaki toplumlarla ilgili ilk bilgiyi destan şairi Homeros’un eserinden (İliad II, 856-857 ) alıyoruz. Burada, Troialılara yardıma gelen ulusları sıralarken Alizonlar için “… ta uzaklardan gelirler, gümüşün yurdu AIybe’den…” ifadesi bulunmaktadır. Bu ifadeden, Giresun ile Trabzon’un çevresinde yaşadıkları söylenen ve çeliğe (Khalyps) adlarım veren Khalybeler anlaşılmıştır. Bunlar, M.Ö. 400’de bu bölgeden geçen Ksenophon‘da (Anabasis IV 7. 15 – 17; V 5.1) KhaIybe (IV 3.4; V 5.17) ve Khaldia isimleriyle verilmişlerdir. Strabon’da (XII, 3.19) “Bugünkü Khaldai kavmine eskiden Khalybes denirdi…” kaydı bulunmaktadır.
Kolonizasyon yıllarında Karadeniz’de yerli halk topluluklarıyla buraya gelen kolonistler arasındaki ilişkileri pek bilemiyoruz. Sinope örneğinden pek dostça olmadığı anlaşılıyor. Buraya yapılan ilk seferlere ait efsaneler (Argonoutlar ve Amazonlar gibi.) antik yazarların eserlerinde günümüze kadar ulaşmıştır. Argonoutların “Altın Postu” aramak için Korinthos’dan Karadeniz’in güney sahil şeridini izleyerek Sinope, Trapezos üzerinden Kolkhis ve Phasis’e kadar gidişleri, Rodoslu Apollonios tarafından, destan şairi Homeros’un tarzında anlatılır. Eserin bir özelliği de Korinthoslu lason’un başkanlığındaki gezi grubunun uğradıkları ve kaldıkları yerlerle ilgili önemi coğrafi ve kültürel bilgiler vermesidir. Valerius Flaccus da aynı konuda bir eser vermiştir. Buradan çıkarılacak bir tarihi örneklerden önce Doğu Karadeniz Bölgesi’nin de boş olmadığı, yani iskan edilmiş olduğudur.
M.Ö. 8. yüzyıldaki keşif seyahatleri ve ilk koloni kurma teşebbüsleri Kimmer istilasıyla kesintiye uğramıştır. Kimmerlerin Karadeniz Bölgesindeki varlığım göste­ren arkeolojik ve filolojik kanıtlar mevcuttur. Ünye’de bulunan bir gümüş kap (pfziale) E. Akurgal (Akurgal 1969: 224vd. P1.67) tarafından M.Ö. 6. yüzyılın sonuna tarihlendirilmekte ve Kimmer sanatının son eserlerinden biri olarak nitelendi­rilmektedir.
Yine Strabon’daki (VII, 4, 3) bir kayıda göre “… Trapezos Dağı ve aynı isimde şehir yer alır. Aynı dağlık bölgede Kimmerius Dağı vardır…”. Kimmerius Dağı şim­diki Ağarmış Dağı olarak belirlenmiştir (Tarhan 1972: 123; Tarhan 1979: 367).
Herodotos’tan öğrendiğimize göre (II 104; IV 86,110; IX 27) Thermedon Irma­ğı (Terme Çayı) üzerinde yer alan Themiskyra (Terme) ve çevresinde Amazonlar yaşamaktadır. Savaşçı kadınlar “erkeksiz kadınlar’ olarak efsanelere konu olan ve kaynaklara geçen Amazonların Kimmer kadın savaşçıları oldukları bugün artık bilinen bir gerçektir, Bkz. Tarhan 1972:124 vd.
Miletosluların ancak M.Ö. 7. yüzyılın ortalarına doğru bu bölgeye tekrar nüfuz ettikleri anlaşılmaktadır. Karadeniz sahillerinin kolonizasyonuna Miletosluların yanı sıra Korinthos ve Megara gibi kentlerin de katıldığı sanılmaktactır. Plinius Naturalis Historia (V 112) isimli eserinde burada 90 koloni kurulduğunu yazmaktadır. Herhal­de bunların çoğu, küçük pazar yerleri (emporion) idi. Bu yayılma sonucu kendilerine avantaj sağlayan Karadeniz için, önceki sevimsiz ifade değiştirilmiş ve “misafir seven deniz” anlamındaki Pontos Eukseinos kullanılmıştır.
Esasen Karadeniz kolonizasyonuyla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmamaktadır. Bizi ilgilendiren Sinope ve Trapezos kolonilerinin kuruluş tarihleri de çok tartışmalı­dır. Bazı kaynaklarda Trapezos’un M.Ö. 756’da, Sinope’nin 631’de kurulduğu kayde­dilmiştir. Bu tarihin birçok araştırıcı tarafından çok erken olduğu düşünülmüştür. Yukarıda, Kimmer istilasıyla ilgili olarak verilen bilgilerin ışığı altında Miletos kenti kolonistlerinin M.Ö. 670 yılından itibaren Karadeniz sahillerinde koloniler kurduğu kabul edilmektedir. Bir Miletos kolonisi olan Sinope’nin de Kotyora (Ordu-Bozukkale), Kerasos, Trapezos kolonilerini kurduğunu biliyoruz. İfade edildiği gibi, anakent Sinope’nin Kolkhislilerin bölgesinde kurdukları bir koloni olan Trapezos, ad olarak pek çok kaynakta geçmekle birlikte, kaynaklarda kentin tarihi gelişimini, ekonomik durumunu açıklayacak çok sınırlı bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgileri tarihi bir düzen içinde vermeye çalışacağız.
Tarihçi Ed. Mcyer M.Ö. 440’larda Trapezosun da Kerasos gibi Attika Delos Deniz Birliği’ne katıldığı düşüncesindedir. Bildiğimiz kadarıyla bugüne kadar bu düşünceyi destekleyecek bir kanıt ele geçmemiştir.
Ksenophon (Anabasis V.5.10) M.Ö. 400’de, Onbinlerin Dönüşü sırasında buraya geldiğinde anakent ve kolonisi arasında bir bağlantının olduğunu ve Trapezos’un Sinope’ye belirli bir vergi ödediğini kaydetmektedir. ine Ksenophon (Anabasis V.1.13 vd) Trapezos’dan batıya hareket etmeden önce, deniz kıyısındaki şehirlere, kötü durumda olan yolların onarmalarını, yolları iyi durumda olursa, kendilerinden daha çabuk kurtulacakları haberini gönderir. Buradan, Trabzon’un o devirde de sahilden batıya doğru, pek iyi olmasa da kara yoluyla bir bağlantısının olduğunu öğreniyoruz.
Trapezos, Boztepe’nin denize doğru uzanan eteklerinde, etrafı surlarla çevrili, pek büyük olmayan koloniydi. Ksenophon’dan öğrendiğimize göre Trapezos’un batısında Kerasos ile Trapezos arasında Tibarenler, Mosynoikler, hemen güneyinde Makronlar, Sanniler, doğu ve kuzeydoğusunda Byzerler, Moskhiler ve daha kuzeyde Kolkhisliler gibi toplumlar oturmaktadır. Kentin yakın çevresinde oturanların bir kısminin da pek dost olmadığı yine tek kaynak olan Ksenophon’da görülmektedir. Böylece Trapezos kenti ana karadan tamamen kapanmış durumdaydı ve kente geliş -gidişler zorunlu olarak deniz tarafından yapılıyordu. Ancak, limanı da pek elverişli değildi. Trapezos, gemilerin ancak tehlike anında sığınabilecekleri küçük bir limana sahipti, fırtınalı havalarda hiç de korunaklı değildi.
Koloni Trapezos, Maikop, Kuban yani Trankafkasya’daki madenlerden gelen demir ve bakırın nakli için önemli bir limandı. Yine Trapezos, güney ve doğudan gelen iki büyük ticaret yolunun sonunda bulunuyordu. D.J.G. Slattery hinterlandın zenginliklerinin kıyı kentlerine taşınmasını şöyle anlatır. “… Önemli zengin kay naklara sahip iç bölgelerde kazanç elde etmek için ticari etkinliklerde bulunduğu sanılan Grek kolonileri vardır. Değirmen Dere ‘nin denize döküldüğü yere yakın bir konumda bulunan Trapezos bunlardan biridir. Bu nehir, zengin maden kaynaklarının olduğu Gümüşhane bölgesinin yanından geçer ve aslında iyi bir ticari taşımacılığa uygun oldugundan, ticareti kolaylaştırır, kolonistlere kolay kar saglardı…M.P. Charlsworth, yerleşmedeki ticari ürünleri şöyle vermektedir: “…Karadeniz kıyısındaki Trapezos, Phamakia, Sinope gibi limanlar, bölgelerinde yetişen kaliteli gemi kerestesi, balık, tahıl ve diğer zengin malları ihraç ederlerdi.
Güneydoğu Karadeniz kıyı kentleri Pers merkezlerinden uzak ve filo dışında ulaşılması güç oldugundan Persler zamanında çoğunlukla bağımsız yaşamış olmalılar. Pers İmparatorluğu içindeki şatrap ayaklanmalarından da Trapezos ve çevresinin etkilendiğine dair bir kaynak mevcut değildir.
Persler, M.Ö. 360 yılında, geniş toprakları kapsayan Kappadokya satraplığını kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Güney Kappadokya’nın satraplık merkezi Mazaka (bugün Kayseri), Kuzey Kappadokya’nınki ise Gaziura (bugün Turhal) idi. Karadeniz’in güney kıyılarını da içine alan Kuzey Kappadokya önce Pontos kıyısındaki, yani deniz kıyısındaki Kappadokya, zamanla antik yazarlar tarafından yalnızca Pontos sözcüğü ile ifade edilmeye başlamıştır. Burası daha sonra, Romalılar zamanında Pontus Polemoniacus olarak isimlendirilmiştir.
Pers kralı III. Dareios’la mücadele etmek ve çabuk kesin sonuç almak isteyen Makedonya kralı Büyük İskender (III. Aleksandros) doğu seferi sırasında Karadeniz sahil kesimine çıkmamıştır. Ancak asıl Kappadokya’nın merkezi olan Mazaka’yı (Kayseri) zapt etmiş ve buraya kendisine sadık kalan Sabiktas isminde bir Pers’i satrap olarak atamıştır, (Bkz. Arrianos, Anabasis II, 4,2).
Büyük İskender’in ölümünden sonra, M.Ö. 323’de Babyion’da (Babil) yapılan toplantıda görev taksimi yapılırken. İskender’in arşivisti Eumenes’e Paphiagonya ve Trapezos’a kadar olan Kappadokya verilmişti. Bunlardan Kuzey Kappadokya İskender zamanında zapt edilmediğinden buranın şatrabı I. Ariarathes bağımsızlığım ko-rumuştu. Eumenes ve İmparatorluk Naibi Perdikkas I. Ariarathes’i yenerek Kuzey Kappadokya’nin bir kısmım zapt ederler. Ancak diadokhiar (halefler) arasında iç mücadele başlamış oldugundan Trabzon’un da içinde bulunduğu sahil kesimine ini­lememiştir. Görüldüğü gibi. Büyük İskender’in ölümünden hemen sonra, onun generalleri arasında başlayan mücadeleler sırasında Doğu Karadeniz’de yer alan kentler bağımsızlıklarım korumuşlardır. Perdikkas’ın seferi sırasında kaçan I. Ariarathes’in manevi oğlu II. Ariarathes, M.Ö. 301 yılında Antigonos’un îpsos Savasi’nda yenilmesinden sonra. Güney Kappadokya’ya dönerek devletinin yeni kurucusu olmuştur. Aynı yıllarda Kuzey Kappadokya’da yeni bir devlet kurulmak üzereydi.
M.Ö. 3. yüzyılın basında, Olgassis (Ilgaz) Dağlarının eteklerinde Kimiata’da Pers kökenli I. Mithradates tarafından kurulan Pontos krallığı kısa zamanda Kızılırmak (Halys) ile Yeşilırmak (İris) arasındaki verimli bölgeyi işgal eder. Amisos (Samsun) alınır, İris Irmağı geçilerek devletin sınırları Thermedon Çayı’na kadar genişletilir. Güneyde ise Amasia, Gaziura, Zela ve çevresi ele geçirilir, başkent Amasia’ya taşınır. M.Ö. 183’de Sinope’nin alınmasından sonra bu kent başkent olacaktır, (Strabon XII, 3,1). Egemenlik alanım doğuya doğru genişleten VI. Mithradates Eupator, Trabzon’un da içinde olduğu sahil kesimin! ve Kuban-Kolkhis bölgesini kontrolü altına alır, (Strabon XII, 3,28).
III. Mithradates Savaşı (M.Ö. 74-64) sonunda, M.Ö. 64/63’de Bithynia Pontos çift eyaletini kuran Romalı komutan Gn. Pompeius, Pontos krallığının, eyalet dışında kalan, Haiys’tcn, Trapezos dahil, Kolkhis’e kadar olan Kuzey Kappadokya toprakla­rım Mithradates’in güneye inen ordusunu yenen Galatların Tolistoag boyu prenslerin-den Deiotaros’a verir.
Gaius Julius Caesar ile Gn. Pompeius arasındaki iç savaş ve sonra da Caesar’ın Mısır’da bulunmasından yararlanan VI. Mithradates’in oğlu II. Famakes Kınm’dan Kolkhis bölgesine girince, Pompeius’un M.Ö. 63 yılında buraya atadığı vasal kral Aristarkhos kaçar. Böylece Farnakes batıya doğru ilerler ve Deiotaros ile Caesar m Küçük Asya’nın güvenliğini sağlamak için bıraktığı komutanlarından Gn.Domitius Calvinus’la karşılaşır. M.Ö. 48 yılında, Farnakes; Pompeius’un, babası VI. Mithradates’i Kelkit (Lykus) vadisinde yendiği Nikopolis kenti yakınında, Roma kuvvetlerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Fakat halkına zalimce davranan Farnakes onların desteğini sağlayamadı. Bu sebeple de, kısa süre sonra İskenderiye’den (Aleksandria) dönen G. J. Caesar’a, M.Ö. 47 yılında Zela’da (Zile) yapılan savaşta yenildi.
Roma’da Gaius Julius Caesar’in katlinden (15 Mart 44) sonra yapılan iç savaşlarda C. Octavianus ile M. Antonius Roma’da yönetime hakim olmuşlardı. Aralarındaki anlaşmaya göre devletin doğusundaki işleri M. Antonius yürütecekti. Bununla ilgili olarak M. Antonius, M.Ö. 39’da Roma toprakları ile Parthiar arasında tampon bir bölge oluşturacak vasal krallıklar kurmuştur. Böylece o, Pontos bölgesini VI. Mithradates’i n torunu ve II. Farnakes’in oğlu olan Dareios’a; Pisidia ve çevresini Galat soyundan gelen Amyntas’a; Kilikia’nın bir bölümünü de Polemon’a vermiştir.
M.Ö. 26 yılında Polemon‘un, İmparator Augustus tarafından Pontos’a vasal kral olarak atandığım görüyoruz. Polemon, egemenlik alanım doğuda, Kafkaslarda genişletmek için yaptığı savaşlar sırasında ölür. Bunun üzerine karışı Pythodoris oğullarından biri ile krallığı idare eder, bir süre sonra da Kappadokya’nın vasal kralı Arkhelaos ile evlenir. Böylece, Roma Eyaletlerinin doğusunda, yani Roma dünyası ile bu tarihlerde Fırat Nehri’nin güneydoğusun bulunan Parthiar arasında, Orta ve Güney Karadeniz sahilinden başlayan, Pontos, Kappadokya, Kommagene ve Kilikya (Kilikia Trakheia) vasal krallıklarının topraklarıyla Akdenize kadar uzanan geniş bir alanda tampon bölge oluşturulmuştur. Bu genelde, henüz yeterince huzura kavuşmamış topraklarda, Roma’nın tarihi boyu uyguladığı bir stratejisiydi.
İmparator Gaius (Caligula) (M.S. 37-41) yaptığı düzenlemeler sırasında, Pontos’a vasal kral olarak çocukluk arkadaşı olan Polemon’u (II. Polemon) atamıştır. imparator M.S. 38’de II. Polemon’a Bosporos’un (Kırım) vasal krallığım da vermiştir. Claudius (M.S. 41-54) imparator olduktan sonra 41 yılında bazı değişiklikler yaptı. Bosporos krallığım II. Polemon’dan aldı, bunun yerine ona, Pontos’a ek olarak Dağlık Kilikya’nın (Kilikia Trakheia) vasal krallığım verdi.
İmparator Nero (M.S. 54-68) zamanında Parth Kralı Tridates’e karşı 58 yılında yapılan sefer sırasında Trapezos Romalıların ikmal üssü olmuştur (Tacitus Annales XII 39). Yine Nero zamanında, 63 yılında II. Polemon’un ölümü üzerine tüm Pontos, Pontus Polemoniacus ile birlikte Roma’ya bağlanır. Böylece, kentin birçok sikkesi üzerinde görülen “Era^sı başlar. Polemon’un kurduğu deniz gücü durmaktadır. M.S. 64 yılma kadar II. Polemon’un deniz kuvvetleri komutanı olan Anicetus isyan eder, Trapezos’u işgal eder ve gemilerin bir kısmım yakar. Ancak o, İmparator Vespasianus (M.S. 69-79) tarafından gönderilen Virdius Geminus tarafından etkisiz hale getirilir, (Tacitus Historia III, 147 vd.). Bu olaylardan sonra, Roma’nın deniz üssü olan kente, özgür şehir (liberum oppidum) imtiyazı tanınmıştır. Bu tarihten sonra Trapezos için güzel günler başlamıştır. Vespasianus’un döneminde askerî yolların yapımına başlan­dı. Bu bayındırlık etkinliği içinde, kent için son derece önemli olan Trapezos-Satala yolu yapıldı. Böylece Kelkit ve Çoruh vadisine açılan bu yolla kentin hinterland ile bağlamışı sağlanmıştır. Bir süre sonra da sahil yolu açılmıştır.
İmparator Hadrianus (117-138) muhtemelen II. seyahati sırasında, 131 yılında kenti ziyaret etmiştir. Bu sırada limanla birlikte, saraylar, tapınaklar, su kemerleri yaptırılmıştır. İmparator adına bunları denetleyen Arrianus (Periplous Pontou Euxeinou 24 M=16, 6 R.), Trapezos’daki Hadrianus heykelinin, iyi bir işçilik gös­termediğim de yazmıştır.
Limanın elverişsiz durumu ve hava şartları gibi olumsuzluklardan dolayı Grek kolonistler için kentin pek çekici olmadığına değinen W. Ruge’de (RE,VI A 2, 1937, S.2216), “…Trapezos halkının üzerindeki Grek etkisi de pek güçlü olmamıştır. Hadrianus zamanında bile, Trapezos ‘da grekçe bir yazıtı tasa hatasız yazabilen bir kişi bile çıkmamıştır. Burada grekçe birkaç yazıtın dışında da yazıt ele geçmemiştir..” kaydı bulunmaktadır.
Karadeniz’in güneydoğu kesiminde, gerek ticaret ve gerekse Kafkaslara açılan önemli bir geçit yolu üzerinde olmasına rağmen kentten günümüze gelen fazla bir kalıntıya rastlanılmamıştı. Son yıllara kadar Hadrianus limanının dalgakıranının su­yun altında göründüğüne işaret edilmekteydi. Biz bu kalıntıyı görmek istediğimizde, denizin antik liman kesiminin bir süre önce doldurulduğunu, dalgakıranın da molozların altında kaldığım öğrendik. Bugünkü Trabzon, antik çağ kentinin üzerinde yer almaktadır. Bu da yeni binaların yapımı sırasındaki temel kazılarında görülmektedir. Nitekim Nisan 1998’de Cumhuriyet Mahallesindeki bir temel kazısı sırasında bazı antik fragmanların bulunması üzerine, Trabzon Müzesi Müdürlüğünce kurtarma kazısı yapılmıştır. Çalışmaları yürütmüş olan Arkeolog Elmas Kaya (Müze Kurtarma Kazıları Semineri IX, 1998), kazı sonucunda, bir tapınağa ait olabilecek sütun gövdeleri, iki adet korint sütun başlığı, arşitrav ve üstüne gelen diş kesimli kasetler, üçgen alınlığa ait parçalar gibi bazı mimarî elemanlar ile bronz çıplak bir erkek heykeli ve geç devir duvar kalıntısının ortaya çıktığına işaret etmektedir. Kaya, in situ olarak ele geçmeyen bu parçaların buluntu yerinin yanındaki Tabakhane Camisinin öncesinde, Hadrianus döneminde yapımına başlanan Hermes tapınağının ve bronz heykelin (Hermes) de yine aynı devire ait olabileceğini, Arrianus’un raporuna dayanarak, belirtmektedir.
Vespasianus ve Hadrianus’un yardımlarıyla başlayan huzur ve refah devri yüz yıldan fazla sürer. Ancak 257 yılında Gotlar tarafından işgal edilen Trapezus kenti yakıldı, yıkıldı ve yağmalandı. Bu talan ve tahrip devrinden senra kent bir daha kendini toparlayamadı.Trapezos bundan sonraki yüzyıllarda, sınıra yakın olduğu için, daha çok garnizon kenti oldu. Bölgenin kontrolünü yapan Legio I Pontica burada bulunuyordu. Justinianus devrinde Sasani savaşları sırasında kent yeniden imar edilmiş ve su şebekesi genişletiletilerek onarılmıştır. Kentin yönetimi hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Sikkeler üzerindeki tasvirlere, Trapezos’ta tapınım gören tanrıları şöyle sıralayabiliriz: İlk sırayı Mithras, sonra Tykhe, Dionysos, Sarapis, Hermes, Asklepios, Hygieia, Nemesis gibi. ( Pontos Bölgesi kültleri için bkz. E. Oishausen, ” Gotler, Heroen und ihre Külte in Pontos-ein erster Bericht”, ANRW II, 18/3, 1990, S.1865-1906. Kaynaklardan anlaşıldığına göre, Trapezos’da Hıristiyanlık çok sonraları yayılmıştır.
Kentin Sikkeleri: Kentin en eski sikkeleri M.Ö. 4. yüzyıla aittir. Gümüş sikkelerinin ön yüzünde hafif sakallı bir erkek başı; arka yüzünde bir masa ve üzerinde şimdiye kadar, üzüm salkımı olarak yorumlanan bir yığın vardır. Burada, Trabzon bölgesinin doğal bitkisi olan kara yemiş gösterilmiş olmalı. Yığının sağından çıkan ve masa üzerine paralel görünen çizgi de kara yemişin dalıdır. O. Tekin bunu sikke yığını olarak görmektedir. Grekçe trapeza masa demektir ve kentin sikkeleri üzerinde TRA lejandı ile birlikte çokça görülmektedir. Sikke tipi ile kentin adı benzeştiğinden “konuşan tip” gurubuna girer, (Tekin 1997: 115, Res.134). Kent Traianus döneminde yeniden sikke basmaya başlamıştır. Severus Aleksander (222-235); Gordianus (238-244) zamanında sikkeler basmıştır. Philippus Araps (244-249) zamanında sikke ba­sımı durmuştur.
İfade ettiğimiz gibi, kentin adı pek çok kaynakta geçmesine rağmen, ancak çok sınırlı bilgi edinebiliyoruz. Kentin konumu son derece iyi olmasına ve Roma imparatorlarının yardımlarını almasına rağmen, ele geçen kalıntı ve epigrafık malzeme yok denecek kadar azdır. Bu durumu W. Ruge gibi bazı araştırıcılar, Bizans döneminde antik kalıntıların yok edildiğine bağlamaktadırlar. Zamanla, araştırmalar ilerledikçe ya da tesadüfi buluntular arttıkça, kent hakkındaki bilgilerimizin de çoğalacağı umudundayız.
*İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi

Kaynakça:
ÖZSAİT, Mehmet, “Eskiçağ Tarihinde Trabzon ve Çevresi”, Trabzon Tarihi Sempozyumu, Trabzon, 6 – 8 Kasım 1998, Zorlu Grand Otel – Trabzon 1999, s. 35 – 45.

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)