Reşid Paşa’nın Notlarından: II. Abdülhamid'in Son Günleri ve Ölümü

MUSTAFA ŞAHİN


Abdülhamid Padişah’tı; diğer Osmanlı padişahları gibi, Zıllu’l-lahi fi’l-Arz/ fi’l-Âlem’di (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi), âlenı-i İslâm’ın zât-ı haz- ret-i hilâfetpenahîsi’ydi, kimilerinin velinimeti, sebeb-i saadeti; kimileri ise onun abd-i sâdık-ı hümayunları, abd-i ahkârları, abd-i memlûkleri, abd-i asdakları, azat kabul etmez kullan, köleleri, abd-i sadıkları, sadık bendeleriydi. Herşeye rağmen, ona kızıl sultan, müstebit, kuşkucu, evhamlı, câhil, sadece zâtım düşünür, saltanat muhterisi, hakan-ı mahlu’, hakan-ı sabık gibi sıfatlar da lâyık görüldü.1 Ne ki, bu lehte ve aleyhte sa’y ii gayretlerin onun doğumu, tahta cülûsu, hal’i, saltanat süresi, ömrü, ölümü üzerine serdedilen tarihler üzerinde de sürüp gittiği bir gerçek.2


Selânik’ten gelirken bindirildiği vapur, ilk muayenesini yapan doktorların adları, muayene raporlarındaki ifade-çeviri tutar-sızlıkları da keza.3
Konuyla ilgili olarak bakılan birkaç makale ve örnekleme babmdan atf-ı nazar edilen yazılar bunu gösteriyor. Hemen her konudaki tarih karışıklığının baş müsebbibi Osmanlı topraklarında farklı farklı takvimlerin kullanılmış olmasıdır demek derde deva, II. Abdülhamid’i farklı farklı tarihlerde doğurtup öldürmek reva mıdır?
Nitekim, II. Abdülhamid’in son günleri ve ölümü üzerine notlarından aşağıda çevrimyazısım verdiğimiz Reşid Paşa4 da bu tarihî belirsizlikten nasip alanlardan.
Takvimi ıslah çalışmalarının ferdî kal-ması, eski tarihlerin (hicrî, kamerî, şemsî, rumı, malî) günü gününe Miladîye çevrilmemiş olması, ya-yımlanan bir iki kılavuzun herkesçe kolayca kullanılabilir olmaması ve herkesin birinci el kaynaklara ine-memesi durumu iyice zorlaştırıyor.
Belki bunu hesap ederek Reşid Paşa, yazısının sonunda hicrî, şemsi, kamerî ve miladî karşılıklarını ayrı ayrı veriyor.
Burada bütün bunları vuzuha kavuşturmak durumunda değiliz, belki hatalar dizgesine bir iki katkı bile yapmış olabiliriz. Aktardığımız bölümün okuma sıhhatinden emin olduğumuzu da söyleyememekle beraber, umarız âlem-i matbuata çıkan her yeni şey gibi, yeni bir ses, yeni bir nefes olur.
Uzunçarşılı’nm naklettiğine göre cenaze Divanyolu’ndan geçerken halktan bazıları (bilhassa kadınlar) biz senin zamanında aç değildik diye bağırmışlar 5 (Belleten X /40, s.709). Kendisini haraca kesenler de üzülmüştür sanırız, gelir kaynakları kesilince. Rulıaniyetinden6 bile medet umulmamış mıydı?


Hakan-ı Sabıkın Bakıyye-i Hayat ve Mematı 


Sultan Abdülhamid han-ı saninin geceyarısı Sirkeci mevkiinden rakib olduğu [bindiği] katar-ı mahsus [özel tren] ertesi gece Selanik mevkiine vasıl oldu. Hükûmet-i mahalliye vürud etmek üzre bulunduğunu hafi [gizli] tuttuğu cihetle kimse haberdar olmayıp fakat birkaç memur bi’l-istikbal Alatini Köşkü denilen haneye götürüp iskân ettiler. Şehrin nihayetinde ve sahile karib bir bahçe derununda bulunan kasr-ı mezkûrun tahsisini münasip gördüğünden hükümet-i seniyye sahibinden iştira eyledi [satın aldı]. Eğerçi ihtilattan [kanşıp görüşmeden] men’ olundu ise de kendisi münze- viyane hayatı sevdiği cihetle bundan müteessir olmayıp belki bu badire-i inkılabda taarruzdan salim olan hayatından ba’dema dahi emin olunacağı cihetle müsterih oldu.
Sultan Mehmed Reşad han hazretleri Arnavutluğa kadar gitmek üzre Selanik’e teşrifinde memur-ı mahsus iğramiyle istifsar-ı hatır lütfunda bulunduğu gibi icab-ı siyasî olarak geldikleri cihetle bir gûna mütalaaya mahal olmadığını tebliğ etmeleri üzerine müşarünileyh “Bilakis teşrifleri iltifatlarına vesile olduğu cihetle teşekkür ederim. Muvaffakiyat-ı celilelerini görüp işittikçe memnun olmaktayım.” buyurmuştur.
Balkan Harbi’nin vukuunda müşarünileyhin ibtida İstanbul’a avdeti ve ba’de tahvil-i karar ile Bursa’daki kasr-ı humayunda ikameti tensib olunduğu halde müşarünileyh o aralık memuren Selanik’te bulunan âyandan Ferik Rıza Paşa’ya Selanik’ten çıkmayacağım suret-i katiyede beyan buyurmasıyla7 bu vazifeyi ifa etmek üzre Sultan Abdülaziz hanın damatlarından Mehmed Şerif Paşa’yla kendisinin damatlarından Arif Hikmet Paşa’nın iğramı hey’et-i vükelaya bi’t-tensib icra-yı icabî hakkında ira- de-i seniyye şerefsadır olmuştur. Fakat İstanbuİ-Selanik demiryolu Bulgar-ların ve Akdeniz Yunanlıların tehdidi altmda kaldığından hakan-ı sabıkın selamet-i seyahatini te’minen Almanya Devleti’nin Desaadet sefareti maiyetine memur Lorlay vapurunun gönderilmesi iltimas olunmakla muvafakat edildiğinden paşa-yı müşarünileyha bu vapura irkâben [bindirilerek] yola çıkarıldı.


İfade buyurdukları veçhile Selânik valisi Nazım Paşa ile ba’de’l-mülâkat kasr-ı mezkûre azimetle şeref-misüle nail olduklarmda “Sizi buraya kangı rüzgâr attı” deyüb sebeb-i vürudlanm istizah eylemesiyle [sormasıyla] “Biraderleri dest-i hümayunlarını takbil eylediklerini [ellerini öpmek istediğini] ve kendilerinin rahatsız olduğunu hiçbir vakit arzu etmez ise de hükm-i kader bu suretle cilveger olarak dört devlet ile muharebe zuhur eylediğinden rahat ve selametlerini te’minen İstanbul’a teşrifini rica buyurduğunu ve Almanya impara-torunun sefaret maiyetine memur vapuru rükub-ı şahanelerine tahsis ettiğini ve vapurda kendi misafir-i hassı [özel misafiri] olacağım süvarisi aldığı emre tevfikan tebliğ eylediğini ifade eylediklerinde “Ben evvelce dahi söyledim. İbtida İstanbul’a sonra Bursa’ya azimetim teklif olunduğu halde ihtiyarımla gitmem dedim. Memlekete düşman tarafından taarruz vukubulduğu surette bu kadar üm- met-i Muhammed’e ne olur ise bana da o olur” buyurmuş ve teklif-i vâkn adem-i kabulde ısrar eylemiş ise de paşalar zat-ı âlileri efrada mukayyes olmayıp hudanegerde [Allah saklasın] öyle bir hal vukuunda nefs-i humayunları muhatarada kalacağı gibi devlet için dahi mahzur-ı siyasîyi mucib olacağını arz ve beyan eylemeleri üzerine “Bu iş muhtac-ı teemmüldür düşüneyim.” buyur-duğundan paşalar huzurundan çıkmıştır. Muahharan efrad-ı aile ve eşya-yı zatiyesini birlikte götürmek şartıyla yarm sabah 3’te hareket edeceğini bildirmesiyle vakt-i mezburda Lorlay vapuruna îsal edilir iken Hamidiye Cami-i şerifini irae eyleyerek “Vaktiyle Müşir Hayri Paşa’nın delaletiyle inşa edilen bu ca-mi-i şerifin masarıfına iştirak ile iane ettiğimden vefatım vukuunda buraya defnimi vasiyet etmiş idim” buyurmuş ve vapura muvasalatında süvarisi bi’l – istikbal Almanya imparatoru II. VVilhelm’in selamını tebliğ ile ta’zimat-ı faikada bulunmuştur.


Lorlay [Lorelei] vapuru 1330 senesi Zilkadesinin 22’sinde İstanbul’a vasıl olmakla müşarünileyh ikametine tahsis edilen Beylerbeyi Sahilsa- ray-ı humayununda mâdâme’l-hayat hoşça zaman geçirdi. Eğerçi taht-ı tarassutta bulunduruldu ise de memur olanlar tarafından bir gûna sû-i muamele görmedi. Zat-ı hazret-i padişahı Aralık’ta istifsar-ı hatır ederek arzularım terviç eylediğinden şehzade ve sultanlan ile ekseriya cuma günleri bi’l-vasıta muhabere edip sıhhat ve afiyetlerinden haberdar olduğu gibi senede bir defa tertib-i îd-i saîd için ziyaret ettiklerinden kendilerini görüp memnun olur idi. Zîrde beyan kılınacağı veçhile tekarrub-ı mevtini hisseyledikte büyük şehzadesi Selim Efendi’yi istemekle arz ve istîzan olundukta hazret-i padişah cümlesinin gitmesini emreyledi.
Abdülhamid han vefat ettiği günün sabahı bermutad hamama gidip gasl ile yatak odasına gelip eda-yı salat ve tilavet-i Kur’an ve salavattan soma Selim Efendi’nin geldiği haber verildikte -çünkü gecelik libasıyla kimseyi huzuruna kabul etmediği cihetle- gündüzlük libasım giydikten sonra “Gelsün!” buyurduğu anda hatm-i enfas-ı hayat eylediğinden ne Selim Efendi ne de akıbet-i irtihalinde vürud eden şehzade ve sultanları son nefesinde hazır bulunamadı.


Etıbbanın Raporu


“10 Şubat sene 1334 Pazar günü sabahleyin Harbiye Nezaret-i Celilesi’nden telakki ettiğimiz üzerine bir müddetten beri hasta olan ha- kan-ı sabık Sultan Abdülhamid han-ı sani hazretlerini muayene ve tedavi için Beylerbeyi Sarayı’na geldik. Orada tabib-i hususisi Dr. Atıf Bey ile Beylerbeyi Hastanesi etıbbasından Dr. Alkibuyadis ve Dr. Nikolaki Parasküvayidis efendilerden malumat-ı âtiyeyi aldık: Hakan-ı sabık hazretleri 5 Şubat’tan beru hasta olup nezlesi ve sık sık midesinden şikâyet etmekte bulunduğunu ve 9 Şubat Cumartesi akşamı rahatsızlığı kesb-i şiddet ettiğinden gece zevali saat 8,5’ta tabib-i hususileri Atıf Bey gelinceye kadar Beylerbeyi Hasta- nesi’nden isimleri bervech-i bâlâ zikrolunan iki tabibin celbi iktiza ettiğini ve bu zevat hakan-ı sabık hazretlerini şiddetli usret-i teneffüsden muzdarip bulduklarını ve aded-i teneffüsün 65 olduğunu ve muayenede her iki riede ve bilhassa sol riede pek şiddetli ihtikan bulunduğunu ve kalbin pek zayıf olup nabzın müşkilatla hissedilmekte ve aded-i darabânm 130 olduğunu ve idrarın pek az geldiğini gördüklerini ve be- ra-yı tedavi kuru mihcemler tatbikini ve dahilen mukavvi-i kalb ve müdrir olarak Spartein ve Teobromin verdiklerini ve bunun üzerine hastanın ahvalinde biraz salah hasıl olmuş ise de enzar vahim olduğu cihetle bir müşavere-i tıbbiye icrasına lüzum hasıl olduğunu beyan etmişlerdir. Zirde vazıu’l-imza etıbba saat ll’deki muayenemizde müşarünileyh hazretlerinin şiddetli usret-i tenef-füsden muzdarip olup nabzın dakikada 120 ve zayıf olduğunu ve sol rienin kaidesinde asammiyet ve teneffüsde huşunet ile beraber pek çok harâhir-i vak’ıye-i dûniyenin mevcut bulunduğunu ve her iki rienin aksam-ı sairesinde ta zirvelere kadar aynı harâhirin işitildiğini ve ha- kan-ı müşarünileyh hazretlerinin müdmin kışaat-ı muhâtî ifraz etmekte olduğunu gördük. Etraf soğumuş olup magbenlerde derece-i harareti 36.5 müşahade ettik. Müşarünileyh hazretleri en ziyade nahiye-i şersufiyyedeki sıkıntıdan şikâyet etmekte idi. Derakap zahre mih- cem-i mibzag tatbik ederek bir miktar kan alınmış ve dahilen olmak üzre Digalen ve Asilbendiyet-i sud ile kafein güllaçları tavsiye edilmiştir. Mihcemlerin tatbikini müteakip ha- kan-ı sabık hazretleri ıztırabmın biraz kesb-i sükûnet ettiğini ve bizlerin çekilebileceğimizi söylemiştir. Müşarünileyh hazretlerinin son 12 saat zarfındaki idrarları pek az olup bize irae olunan idrar 150 cm mik’abı idi. Bu idrarda eser halinde albumin mevcut ve şeker mevkud olup kesafetin 25 olduğu görülmüştür. Hakan-ı sabık hazretlerinin bizzat kendisinden ve etrafından dün akşam fazlaca miktarda et, balık ve börek ve pirinç unlu hamur tatlısı eki etmiş olduklarım ve rahatsızlığın bundan 2 saat sonra zuhur etmesiyle müshil olarak manyezi ve sinameki almış bulunduklarını öğrendik. Müşarü-nileyh “Taamda ihtiyat eder idim. Birkaç gündür zayıf olduğumdan kuvvetlenirim zannıyla çok yedim hata ettim” buyurmuştur. Hastanın mukaddema bir kaç defa hunnak-ı sadr nöbetleri i’râzım ibraz ettiğini tabib-i hususisi Dr. Atıf Bey ifade etmiş olduğu da nazar-ı itibara alınarak enzann gayet vahim olduğu beyan edilmiş ve ba’dezzeval l’de Beylerbeyi Sarayı’ndan müfarakat edilmiş olduğunu müş’ir işbu rapor tanzim ve takdim kılındı.”


10 Şubat 1334 Tıp Fakültesi reisi müderris Âkil Muhtar Beylerbeyi Hastanesi etıbbasından ihtiyat yüzbaşı Alkiboyadis Taksim Hastanesi sertabibi Rıfat
Hakan-ı müşarüniley-h hazretlerinin tabib-i hususisi kaymakam Âtıf Hüseyin


Diğer Rapor


“1334 senesi Şubat’ın 10. Pazar günü akşamı saat 10’da vukubulan davet üzerine zîrde vazıu’l-imza etıbba Beylerbeyi Sahilsarayı’na azimetle harem dairesinde hakan-ı sabık Sultan Abdülhamid han-ı sani hazretlerinin yatak odalarma dahil olduğumuzda aramızda bazıları tarafından teşhis olunan bir zatın istimâ-ı zahrî-i tabiîde giyinmiş olarak yatmakta olduğunu gördük. Kalb ve nabzının tamamen tevakkuf etmiş ve saml-ı meytînin tekarrur eylemiş bulunduğu ledelmuayene anlaşıldıktan sonra vücudun her tarafı anz ve amik tetkik ve muayene olunarak kübadet-i meyyite âsârıyla tedavisine memur olan etıbba tarafından arka ve göğsüne lieclittedavi tatbik olunan 13 kadar mihcem yerin ve vefatmdan bir saat evvel müşarünileyh hazretlerinin kendi tarafından yapıldığı maiyetleri erkâm canibinden ifade edilen nahiye-i şersufiyedeki sathî ve gayri muntazam küçük âsâr-ı key’iyeden başka hiçbir eser-i cebr ve tarzız ve cerhe tesadüf olunmadı.
Hakan-ı sabık hazretleri Şubat’ın 5’inden beri hasta bulundukları ve melfuf rapor müeddasmdan anlaşılacağı veçhile müşarünileyh Sultan Abdülhamid han hazretlerinin ihtikanü’r-rie ve uzîmâ-yı rievî neticesi tehaddüs eden bir zaaf-ı kalb sebebiyle irtihal ettikleri tebeyyün etmiş olmağla işbu müşterek raporumuz bittanzim takdim olunmuştur.”


Beylerbeyi Sahilsarayı 10-11 Şubat 1334
Tıp Fakültesi reisi müderris Âkil Muhtar
Sıhhiye müdir-i umumî vekili Mustafa Adnan
Harbiye Nezareti sıhhiye dairesi 3. şube müdürü miralay Sadık
Gülhane Seririyat Hastanesi sertabib ve müdürü kaymakam A. Zelling
Dersaadet Alman Hastanesi sertabibi Dr. Schleib
Sahra Sıhhiye müfettiş-i umumî muavini binbaşı İbrahim Refik
Taksim Hastanesi sertabibi Dr. Rıfat
Hakan-ı sabık hazretlerinin tabib-i hususisi Mehmed Âtıf Hüseyin
[Gazetelerin Haberi]


Müşarünileyhin vuku-ı vefatı pazartesi günii neşrolunan gazetelerde resmen bu veçhile ilan edildi:
“Hakan-ı sabık Sultan Abdülhamid han-ı sani hazretlerinin dünkü pazar günü irtihalleri vukuuna binaen na’ş-ı mağfiret-nakışlarmm deeb-i dîrîn-i saltanat-ı seniyyeye tevfikan [eski âdetlere uyarak] bu sabah Beylerbeyi Saray-ı hümayunundan suret-i hususiyede Topkapı Saray-ı âlîsine nakliyle teçhiz ve tekfinleri icra ve salât-ı cenaze eda edildikten sonra ezanî saat 9 [ikindi zamanı] raddelerinde tertip olunacak âlâ-yı vâlâ ile kaldırılarak cedd-i emcedleri Sultan Mahmud han-ı sani hazretleri türbe-i şerifesine definleri mukte- za-yı irade-i seniyye-i cenab-ı padişahiyeden bulunmuştur.
Resm-i mezkûrde veliahd-ı saltanat ve bilcümle şehzadegân hazerâtı ve zât-ı sâmi-i vekâletpenâhî sadrazam vekili Enver Paşa ve hıdiv-i Mısır paşa hazretleri ve şeyhülislam ve vü- kelâ-yı feham ve sadaret ve meşihat ma’zulleri ve Âyan ve Meb’usan reisleri ve süfera-yı ecnebiye ve da- mad-ı hazret-i şehriyari paşa ve beyefendiler hazerâtı ve ümera-yı askeriye ve meclis-i âyan ve mebusan âzâ-yı kirammdan lâzım gelen zevat ve İttihat ve Terakki Cemiyeti mer- kez-i umumisi âzâsı ve rical-i ilmiye ve rüesa-yı ruhaniye ve devair müsteşarları ve şehremini vekili ve İstanbul vali vekili ve polis rnü- dür-i umumîsi ve dahil-i teşrifat olan memurîn-i devlet ve cem’iyyât-ı muhtelife rüesası ve müessesat-ı maliye ve nafıa ve ticariye müdiram ve büyük üniforma iktisası ve ni- şan-ı âlîler ve kordon ta’liki ile hazır bulunacaklardır.”


[Cenaze Alayı]


Müşarünileyhin na’şı bir sedye üstünde mevzu’ ve örtülü olarak Beylerbeyi Sarayı’ndan istimbot ile Sarayburnu’na ve oradan Hırka-i Saadet daire-i fahiresine getirilerek hacet penceresi önünde Sultanahmed Cami-i şerifi kürsü şeyhi Hacı Şerif Efendi ve rüfekası tarafından gasl ve vasiyeti mucibince Hırka-i Saadet’e mesh edilmiş destimallardan bir kıt’ası vechine ve “ahidnâme” denilen ed’ıye-i me’sûreyi [hadiste geçen duaları] havi bir varaka göğsüne konularak tekfin ile tabuta vaz’ edildikte bunun üzerine de Kâbe-i ulya sitare-i şerifesinden bir kıt’a ile hanedan-ı saltanata mahsus murassa’ kemerler konulduktan ve tezkiyesi icra ve Şeyhülislam Musa Kâzım Efendi imametiyle namazı eda edildikten sonra önde sıra ile süvari polisleri, süvari asâkiri, inzibat askeri memurları, bahriye musıkası, bahriye asâkiri, piyade küçük zabit mektebi, sahra topçu mektebi, itfaiye alayı, harbiye musıkası kemal-i sükûn ile yürüdükleri ve harem-i humayun ağavâtı [ağaları] tehlil-hân oldukları [Lâilâhe illallah dedikleri] ve Şazeli ve Mevlevî ve turuk-ı aliye-i saire meşayilı ve dedegân ve dervişam zikir ve tekbir ettikleri halde müşarüni-leyhin tabutu saray-ı humayun ağavatı ve teberdaran ve baltacılar tarafından elleri üzerinde götürüldü. Tebliğ-i resmîde zikr ve ta’dat buyurulan zevat arkası sıra yürüdü. Saray-ı âlîden Ayasofya ve Sultanahmed mey-danlarıyla Divanyolu’nda yüz binlerce halk îstâde-i ihtiram olup [saygı duruşuna geçip] dua-yı hayriyesinde bulundular. Mezkûr türbede Sultan Abdüllaziz hanın kabri yanında defn olundu.
Sultan Mehmet Reşad hazretlerine Osmanlılar arz-ı ta’ziyet ettikleri gibi hükümdaran-ı müttefika ve muhibbe tarafından dahi telgrafnameler ile ta’ziye edildi ve merhumun namı ta’zim ile zikrolundu.


[Şahsiyeti]


Hakan-ı mağfurun diyanet ve semahatiyle beraber harikulade olan zekâ ve faaliyetini tezyid-i şan ve şevket-i saltanat ve imar-ı memleketle refah-ı raiyyet emrinde layıkıyla sarf ve istimal etmiş oldu. Hakikaten eâzım-ı hükümdaran [ulu hüküm-darlardan] addolunur idi. Lâkin pe- der-i cennetmekânının neşrettiği Tanzimat Hatt-ı Humayunu ile öteden beri mer’i ve câri olan bilamuhakeme kati ve idam ve nefy [sürgün] ve iclâ [uzaklaştırma] ve müsadere-i emvalin men’ine binaen makam-ı saltanat taahhüdat-ı vakıaya riayet ettiği ve buna mukabil ba’dema hal’in icra kılınmayacağmdan gerek hanedan- ı saltanat gerek umum-ı millet emin oldukları halde bazı garazkârânın eser-i siyaseti olarak Sultan Abdülaziz hanın hal’i, müteakiben katli [bu iki sözcüğün üstünü çizmiş], Sultan Murad’ın tecennünü ile inhilâı, Suavi Vak’ası ve sair pek çok teşebbüsat ve tasavvurattan muhbirlerin ekseriya hilaf-ı hakikat maruzatıyla miişev- veşii’l-efkâr olarak umumdan selb-
i emniyetle pek sıkı tarassudatta bulunmuş ve bundan müteessir olanlar kendisini hal’ etmiştir. Ancak cild-i sabıkta beyan kılman 31 Mart Vak’ası’nda medhali olmadıktan başka Hareket Ordusu’nun tekarrübünde efrad-ı askeriye silahlarıyla muka-beleye şitap etmekte olduklarım işittiği anda Şeyhülislam Ziyaeddin ve fetva emini Nuri efendileri ve diğer bazı zevatı kışlalara gönderip icra-yı nasihatle men’ etmesi, mezkûr ordunun vürudunda hal’ edileceğini anladıkta “Ne yapalım kader böyle imiş” buyurup kazaya nza-dâde [razı] olması, ittihat ve Terakki Cemiyetine muhalif olarak İ’tilaf ve Hürriyet namı ve sair sanlar ile cemiyetler teşekkül ettiği halde bunlardan birine meyi ile diğerini mahva çalışmaması velhasıl gerek Selanik ve gerek Beylerbeyi Sarayı’nda sükûnet ile imrar-ı hayat etmesi muhafaza-i asa- yiş-i memleket ve selamet-i devlete medar olmuştur. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsia.
Müşarünileyh 1258 senesi Hicrisi Şaban’ınm 16. günü tevellüd ve 1293 senesi Şaban’ınm 11’inde cülus ve 1327 senesi Rebiulahırmm 7’sinde hal’ edilip 1336 senesi Rebiulahırmm 28. Pazar günü vefat etmesine nazaran ömrü 78 ve saltanatı 34 sene-i kameriyeye baliğ olmuştur. Sene-i Miladiye hesabıyla dahi 1842 senesi Eylül’ünün 22’sinde tevellüt ve 1876 Ağustos’unun 31’inde cülus ve 1909 Nisan’ınm 27’sinde infikak ve 1918 Şubat’mm 10’unda irtihal etmesine nazaran ömrü 76 ve saltanatı 33 sene-i Şemsiyeye resîde olmuştur. ☆
‘ Alatini Köşkü Selanik’in en meşhur zenginlerinden birininmiş; Abdülhamid’le birlikte bu köşk de espri, nükte, hicv, mizah malzemesi olmuş. M.S. Çapanoğlu, zamanın mizah dergilerinden birinde “Ateş” imzasıyla çıkan bir dörtlüğü aktarıyor: Mevsim-i Hac’da Selânik’ten isen, yoksa işin, Neşvenâk ol, o güzel beldede et keşt-ü güzar, Alatin köşküne uğrarsa yolun at yedi taş, Çünkü şeytan yeridir kâbe-i ahrare civar.
Edebiyat Âlemi, no. 15, s. 5 İstanbul, 28 Temmuz 1949
Sedat Nuri’nin bir karikatürünün altyazısı:
– Alo… Alo.. Alatini… Abdülhamid….
– Alo! Benim Kim?
– Manuel.. acaba bendeniz için dairenizde bir yer var mıdır?
– Alfons için hazırladığım daire boştur. Oraya buyurun..
Kalem dergisi, sayı 102, s.8
2 Konuyla ilgili olarak bakılan makaleler: İ.H. Uzunçarşılı, Belleten, c.x, sayı 40, s. 705-748 (1946); Ziya Şakir (Soko), Resimli Tarih Mecmuası, c.2, sayı 13-18, Ocak-Haziran 1951 (6 sayılık tefrika) ; Halûk Y. Şehsuvaroğlu, Resimli Tarih Mecmuası, c.6, sayı 61-70, Ocak-Ekim 1955 (10 sayılık tefrika).
“Sultan Abdülhamid han-ı sâni, 1258 Şaban’da (1842 ekim) doğmuş, 1293 Şaban
11 (1 Eylül 1876)’da biraderi beşinci Sultan Murad’ın yerine pâdişâh olmuş ve 7 rebiulâhir 1327 (27 nisan 1909) senesinde Milâdî hesabı üzere 32 sene 7 ay 3 gün hükümdarlık ettikten sonra 1336 rebiulâhir
28 (23 şubat 1918) pazar günü akşamı 77 yaşında vefat etmiştir. “Uzunçarşılı, agd. s. 729
“Bunun üzerine 1334 senesi şubatının 3
otuzuncu (zuhul ya da mürettip hatası olsa gerek) pazar günü (23 şubat 1918)”
Uzunçarşılı, agd. s. 727, ayr. bk. s. 743,
745 (Yılların verdiği 13 gün ekleme alışkanlığı. Oysa 8 Şubat 1332/21 Şubat 1917 tarih ve 125 sayılı kanunla bu fark kaldırılmıştı.)
“…. 22 Eylül 1844’te (1258 Şabanının 16’ ncı çarşamba günü saat 11 ‘i 15 dakika geçe) eski Çırağan sarayında dünyaya gelmiştir.”Şehsuvaroğlu, agd. sayı 61, s. 3628, Ocak 1955
“32 sene, 7 ay, 3 gün hükümdarlık eden II. Abdülhamit bu suretle 77 yaşında bulunduğu halde 23 Şubat 1918’de vefat eylemiş bulunuyordu. “Şehsuvaroğlu, agd. sayı 7o, s. 4131, Ekim 1955 (doğumunu saati ve dakikasına kadar belirten
– doğruysa?- Şehsuvaroğlu’nun verdiği ölüm tarihi acaba ne kadar doğru?)
“10 Şubat 1918 Pazar” Ziya Şakir, agd. sayı 17, s. 757, Mayıs 1951
Tabii Uzunçarşılı ve Şehsuvaroğlu 24 Şubat 1918 Pazartesi, Ziya Şakir ise 11 Şubat 1918 Pazartesi kaldırıyor cenazeyi.
Ayıkla tarihin_taşını. İşin garibi Şehsuvaroğlu, Dr. Âtıf Bey’e 10 Şubat 1918 gününü anlattırıyor ve aynı gün öldüğü anlaşılıyorken, agd. sayı 70, s. 4130, bir sayfa sonra-karşı sayfa- 23 Şubat 1918 diyor: agd. s. 4131
“Abdülhamit II. (21 Eylül 1842-10 Şubat 1918) 10 Şubat 1918’de 76 yaşında olduğu halde akciğer kanlanması’ndan ölerek…”
Türk Ans. c.1, s. 55, 58
“21 Eylül 1844’te İstanbul’da doğdu. 10 Şubat 1918’de akciğer iltihabından öldü. 5
Öldüğünde 74 yaşındaydı. “E.Z. Karal,
Aylık Ans. c.1, s. 291-92, İstanbul 1945
” Doğumu; 11 Eylül 1842, padişah olduğu tarih; 31 Ağustos 1876, tahttan indirildiği tarih; 27 Nisan 1909, ölümü; 10 şubat 1918” Resimli Tarih Mecmuası c. 7, ek. s. 92.
” II. Abdülhamid 21 Eylül 1842’de doğmuştu… Saltanatı 32 yıl, 7 ay ve 27 6
gündür… 10 şubat 1918’de öldü. 5,5 yıla yakın bir müddetten beri Beylerbeyi Sarayı’nda yaşayan II. Abdülhamid 75,5 yaşındaydı. ‘T Öztuna, Resimlerle Türkiye Tarihi, s. 242, 255, 272. Hayat Y. İstanbul 1970
“Sultan Hamid 10 Şubat 1918 (1334)’de vefat etmiştir. ” S. Ünüvar, Saray Hatıralarım, s. 59, İstanbul 1964
II. Abdülhamid, 36. hükümdar. Abdülmecit ile Tirimüjgân’ın oğlu, 21 Eylül 1842’de doğdu,31 Ağustos 1876 perşembe günü 34 yaşında padişah oldu, 32 sene 7 ay,
27 gün padişahlık yaptı, 27 Nisan 1909 salı günü 67 yaşında tahttan indirildi, 9 yılın 3,5 yılını (aynı dergi sayı 19, s.4’te,
Şubat 1965; 3 sene diyor) Selânik’te Allatini köşkünde, geri kalanını İstanbul Beylerbeyi sarayında mahpus geçirdi,
10 Şubat 1918 Pazar günü 76 yaşında öldü. Fedai, sayı 7, s.10, Şubat 1964 İzmir.
” 9 Şubat. Bu tarih Osmanlı imparatorluğunun otuz dördüncü hakanı, II. Abdülhamid Han’ın ölüm yıldönümüdür,
neferisin; yıkıl, yıkıl…” iki Fehim Pürfehm Arasında
“- Be adam! Bu surat ne, bu çehre ne? Şimdi herkes şen, herkes şâtır..”
“-Benim bu halim, ey bî-behre… Cinayetlerden, süfliyetlerden, vicdansızlıklardan, bayağılıklardan nefret…”
“-Dünya halk olalı beri nice zaleme gelmiş, nice Timurlenkler her tarafı hercümerc etmiştir. Milyonlarca insan kanı dökmüşler, sath-ı araziyi kana boyamışlardır…”
“-Evet Neronlar, Hulagûlar, Timurlar kan içtiler. Fakat hâşa dini vasıta-i tezvir etmediler. Bu menfur, müstekreh hunriz ise… ah! ne söyleyeyim beni bırak… Selanik,in bulanık suyuyla ateş-i kinini Allah söndürsün.”
(Yeni) Resimli Roman Mecmuası, No. 3,
1. sene, s. 217, 1 Mayıs 1325/1909
7 Selânik ve İstanbul işgal edilse bile, bu yerleri terketmeyeceği hk. bknz. Fedai, sayı 7, 14, Şubat 1964, Şubat 1965.
işgal orduları Selânik’e yaklaşırken, Abdülhamid’i düşman eline terketmektense öldürmeyi düşünenler bile olmuş. Yeni İstiklal, sayı 283, s.3, 1 Şubat 1967.
8 Okuyucumuzun da belirttiği gibi, ne hikmetse bu şiirin tümü bir türlü yayımlanmamış, herkes kendince birkaç kıt’a seçip aktarmıştır: Fedai dergisi 3,4,5. (sayı 7, s.14, Şubat 1964; noktalama farklarıyla aynı kıt’aları aynı dergi sayı 19, s.5’te tekrarlıyor- Şubat 1965). Yeni İstiklal,.3,5,6. (sayı 283, s.2,1 Şubat 1967), Âsaf Tuğay, 1,15. (İbret, c.1, s.233), kupür olduğu için adını, tarih ve sayısını tespit etme fırsatını bulamadığımız bir dergi/gazete
1, 3,5-10. kıt’aları sayfalarına almıştır./ Kıt’a no.ları şiirin tam metnindeki dizilişe göredir/
Rıza Tevfik, sürgünden memlekete avdetinde, bu şiiri yüzünden savcılıkça sorguya çekilmiştir. Osman Turan’ın bir günlük gazetede çıkan makalelerindeki tarihî hatalara cevap veren R.C. Ulunay’ın Milliyet\e yayımlanan yazısını iktibas eden Yeni İstiklal, sayı 283, s.2,
1 Şubat 1967.
Süleyman Nazif’in de benzer kıt’aları var.
II. Abdülhamid’e övgü:
Pâdişâhım, gelmemişken yâde biz işte geldik, senden istimdâde biz Öldürürler başlasak feryâde biz Hasret olduk eski istibdâde biz
Dembedem coşmakta fakr ü ihtiyaç Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç Memleket matemde, öksüz taht ü taç Hasret olduk eski istibdâde biz
ittihat ve Terakki’ye hücum:
Halt edip durduk siyaset nâmına Türkü mahv ettik celadet nâmına Mülkü yıkdık aşk-ı millet nâmına Milleti soyduk hamiyet nâmına
R.C. Ulunay’ın Milliyetteki yazısını iktibas eden Yeni İstiklâl, sayı 283, s.2 

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)