Yazı: Rıfat Karabacak
Oyuncak mağazaları çeşit çeşit oyuncaklarla doludur. Elektrikle işleyeninden tutun da plastikten topuna kadar ne ararsanız bulunur. Ancak bunlar genellikle çok pahalı ve çocuğun gelişimine öncelik tanımamış oyuncaklardır. Evde yapabileceğiniz, sizin buluşunuza dayanan oyuncaklar ile evden ve çevreden bedava ya da çok ucuza sağlayabileceğiniz araçları, çocuğunuzun fizik, ruh ve zeka gelişimi açısından çarşıdan alacağınız oyuncaklardan daha yararlı olacaktır.” Böyle diyor Dr. Fitzhugh Dodson “Çocuk Yaşken Eğilir” adlı kitabında… Eğer doğruysa Dr. Dodson’un söyledikleri, belki de farkında olmadan, çocukken yaptığımız oyuncaklar ve oynadığımız oyunlar sayesinde doğru olanı yapmışız.
Çocukluğum döneminde Balıklı Mahallesinin denizle iç içe olması ve boydan boya kumsalı, bizlere deniz ve kumsalda oynanabilecek çok çeşitli oyunlar oynama imkânı sağlamıştır.
Çocukluğumuzun ilk yıllarından itibaren deniz ve kumsal tehlikesiz ve özgürce oynayabileceğimiz oyun alanlarımız olmuştur… Çocukluğumdan bugüne unutamadığım oyunları; unuttuklarımı da çevremdeki o günlere tanıklık etmiş büyüklerime, arkadaşlarıma sorarak hatırladığım oyunların bazılarını yazmaya çalışacağım. Bu
oyun ve oyuncakları yazarken geçmişe nostaljik bir yolculuk yaptım. Siz okurlarımız da Tekne’yi okurken bu yolculuğu yaşayacağınızı umuyorum…
VİYA!
“Viya: Karadeniz dalgalarında yüzükoyun aletsiz sörf yapmak.” 1
Çocukluğumuz oyunlarından beni en çok etkileyen ve bugün dahi fırsatını ve viya çekme ortamını bulsam çekinmeden kendimi Karadeniz’in serin sularındaki azgın dalgalarına atacağım bir oyun, belki de bir spor… Viya çekmek için her şeyden evvel denizin sığlık yapısı ve sahili kumsal olmalıdır. Karayolunun geçmesiyle kaybolan sahillerimizle birlikte
viya oyunumuz yok oldu diyebilirim… Deniz kültürümüzün en önemli oyunlarından birisi olan viya, fırtınalı havalarda ve dalgaların kıvamında olduğu dönemde yapılan harika bir deniz sporudur. Dalgalar ne çok büyük olmalı ne de çok küçük. Orta boy dalgaların üzerinde yüzükoyun uzanıp araçsız olarak metrelerce kaymanın zevkini anlatmam mümkün değil. Ben burada viyayı anlatmaya çalışıyorum, ama bence viya yaşanması gereken bir oyundur… Viya yüzükoyun araçsız yapıldığı gibi yine yüzükoyun tahminen 1-1,5 metre boyunda 30-40 cm genişliğinde bir tahtayla da yapılır. Araçsız yaparken yüzükoyun ellerimizi öne uzatır ve kafamız suyun içerisinde dalga ile giderken iki ayağımızı da pervane gibi kullanırız… Yine araçsız olarak, yüzükoyun kafamız ensemize doğru ve vücudumuz da geriye doğru yay gibi kasarak, yani vücut önden arkaya hafif kamburumsu olarak dalganın üzerinde adeta, uçarcasına dalga ile kayılır. Dalga ile dans etmek gibi bir şey. Bir sevda, adeta iki sevdalının birbiri ile kucaklaşması gibi dalgayla kucaklaşmaktır viya!… Tahta ile viya çekerken bazen tahtanın standart olmasını aramaz, zaman zaman kullanılmayan eski evlerin kapılarını ve pencere kepenkleri- ni söker ve bunlarla da viya çekerdik… Çok aşırı dalgaların olmadığı zamanlarda ise küçük sandallarla da viya çektiğimiz olmuştur… Ama bu yazdıklarımızın içerisinde benim gerek viya çekerken gerekse dışarıdan viya çekenleri seyrederken en çok hoşuma giden şekli kam- burlama yapılan viyadır… Deniz uzun süre artmayınca (fırtına olmayınca) fırtına olsun diye dua eder, mezarların kenarındaki taşlardan denize atardık. Böyle yapınca denizde fırtına çıkacağına dair bir inanç vardı… Çocukluğumuz ve gençliğimiz dönemlerinde doya doya yaşadığımız bu mükemmel deniz oyunundan günümüz çocuklarının yoksun olmasını içime sindiremiyorum… Umarım kaybolan viyamız geri döner…
VİYA KULLANMA
Bu oyunu, denize girmekten çekindiğimiz, dalgaların azgın olduğu fırtınalı havalarda ve de denize girmediğimiz kış aylarında oynardık. 3-4 metre boylarında üç sırığı 3. metresinde sağlam bir iple birbirlerine bağlar ve çadır şeklinde açarak uçlarında dalgaların sahile patladığı yere 4-5 metre gibi mesafede kuma geçirirdik. Çadır gibi olan üç sınğın kesiştiği son 1 metrelik kışıma bir kişi çıkar otururdu. Azgın dalgalar sahile patlayınca altımızdan gelip geçer, kendimizi adeta fırtınalı havalarda denizde yüzen kayıktaki biri gibi hisseder, heyecanlanırdık… Bu oyun her zaman olumlu sonuçlanmaz, çok azgın dalgaların etkisiyle çadır şeklindeki sırıklar çöker ve sırıkların üstünde tutunan çocuk suya düşerdi. Doğal olarak sırılsıklam olurdu… Bu durum yaz aylarında pek sorun olmazdı, ama kışın soğuğu ıslandığımızda adeta iliklerimize işlerdi… Bu oyunun benzeri, sahile yakın bir kayanın üzerine çıkarak oynardık. Kayaya patlayan dalgalar bize her zaman şans vermez, bazen baştan aşağı ıslatırdı. Bu durum yazın çok zevkli olurdu.
DALGALARLA DALGA GEÇME
Yine fırtınalı havalarda ve özellikle kış aylarında, dalgaların azgın olduğu zamanlarda denizin kıyısına kadar gider ve dalga sahile patladığı gibi dalganın önünden kumsalın başına doğru koşardık. Koşarken, “dalga beni tutamaz” diye bağırırdık… Ama her zaman dalgaların önünden kaçmayı başaramazdık ve aniden gelen dalgalar kaçmamıza fırsat vermeden bizi yakalar ve ıslatırdı…
KUMDAN KAYIKLAR
Bu oyunu da fırtınalı havalarda ve deniz kenarında kumsalda oynardık. Dalgaların sahile patladığı yerden uzakta, dalgaların ulaştığı son noktaya yakın yere kumdan kayıklar yapar ve içerisine girerdik. Kumsala gelen dalgalar yaptığımız kumdan kayıkların etrafını dolaşır, o anda kendimizi denizin ortasındaki bir kayıkta gibi hissederdik… Tıpkı denizde yan yana avlanan kayıklar gibi 5-10 kumdan kayığımız suda yüzer gibi haz verirdi bize… Bu oyunda azgın dalgalara dayanamayan kumdan kayıklarımız genellikle su alır ve denizde su alıp batan kayıktaki balıkçıların ıslandığı gibi ıslanırdık…
DENİZDE BAZI OYUNLAR
Denizde yüzme yarışları, denizin dibine dalıp kum çıkarma, derine dalma oyunu oynardık. Bu oyundaki ölçümüz saatimiz olmadığından sayı olurdu. Denizin dibinde uzun süre duran birinci olurdu… Tekdüzelikten kurtulmak için olsa gerek, bütün tehlikesine rağmen, zaman zaman denizde boğmalı oyunları oynardık… Deniz kenarında tek oltalı misinalarımızla balık yakalamak da avdan çok oyun gibi gelirdi bize. Çünkü büyük balığın karaya sıkıştırdığı hamsileri elle yakalamanın zevki oyundan da güzel olsa gerek çocuklukta…
ÇAMURDAN KAYIKLAR
Mahallenin belirli bölgelerinde bulunan ve oyuncak yapmaya yarayan çamurluklar vardı. Bunlardan çamur alır ve deniz kenarına gelir kayık ağırlıkta olmak üzere araba vb. oyuncaklar yapardık. Çamurdan yaptığımız kayıklarla genellikle kumsalda (daha çok yaz aylarında) balıkçılık ve navlonculuk (nakliyecilik) gibi oyunlar oynardık… Kumsalın insanların ayak izlerinden dalgalı dalgalı olması çamurdan kayıklarımızın kumsalda hareket ederken fırtınalı denizlerde başvuran kayıkların durumunu andırırdı bize. Çamurdan kayıklarımız kumsalın sarı sıcağında fırında pişer gibi sertleşir, adeta kaya gibi olurdu. Kendi ellerimizle yaptığımız kayıklarımızı oyundan bıktığımız zaman birbirine çarptırır (deniz kazası gibi) ve kırardık. Yeni kayık yapmak için çamur boldu ve bizlerde de beceri vardı…
SAKLAMBAÇ (ŞAMBOLİ)
Bizim çocukluğumuzda oynanan saklambaç oyununu bugün ilginç kılan, kumsalda ve otluk gugullannda oynamamızdı. Msır otluklarının bağlarını kurutmak için kumsalda çadır şeklinde birleştirirler ve kumsal yüzlerce otluk guguluyla dolardı. Tıpkı Amerikan filmlerindeki Kızılderililerin çadırı gibi. Bizler de bu kalabalık otluk gugullarına gizlenir ve saklambaç oynardık… Mısır otluklarının ve denizin kokusuyla kaplı kumsalda saklambaç oynamak her çocuğa nasip olmaz kanısındayım. Bu oyunu kayık bannal-darına ve sahildeki onlarca kayığa saklanarak da oynardık
UÇURTMA
Büyüklerimizin yardımıyla uçurtmalarımızı yapardık. Uçurtmalarımızın kâğıt kısımlarını yapıştırmak için beyaz undan hamur yapar ve bu hamuru yapıştırıcı olarak kullanırdık. Bazen ham hurma meyvesini de yapıştırıcı olarak kullandığımız olurdu… Sahilde onlarca çocuk ve kumsalla denizin üzerinde havalanmış onlarca rengârenk uçurtma… Çocukluğumun ruh haliyle gökyüzünde gökkuşağı, deniz ve kumsalda bayram havası olurdu adeta…
LOT OYUNU
Deniz kenarından normal bir elma büyüklüğünde yuvarlakça bir taşı bir daire içine koyar ve yine deniz kenarından aldığımız avuç içi genişliğinden daha büyük, düz şekildeki taşlarla daire içindeki yuvarlak taşı belli uzaklıktaki mesafeden atıp vurmaya çalışırdık. Amaç, daire içindeki taşı daireden dışarı çıkartmaydı.
KOPÇA (DÜĞME) VE CİCİ OYUNU
Toprak zemine tahminen 2 metre aralıklarla düğmeleri yıkılmayacak şekilde toprağa fide diker gibi koyar, oyunun başlangıç noktası olan emen dediğimiz yerden (ilk sıradaki düğmeden 4-5 metre kadar uzaklıktan) deniz kenarından özenle seçerek aldığımız top şeklindeki taşları, dikili düğmelere uzaktan atarak yıkmaya çalışırdık. Düğmeyi yıkmayı başaran oyuncu topun darbesiyle yıkılan düğmeyi kazanmış olurdu. Bazı yaramaz çocuklar, kadınların kuruması için dışarıya astıkları çamaşırlardan gizlice kopça koparırlardı. O yüzden kopça oynarken sinirli anneler tarafından baskın yediğimiz çok olurdu. Kadınlar bu oyundan sebep dışarıya çamaşır asamaz olmuşlardı.
Cici dediğimiz, midyeye benzeyen beyaz deniz kabuklarını kıyıdan toplar ve tıpkı düğmeyle oynadığımız oyunu cicilerle de oynardık… Bu oyunun en büyük özelliği elimizdeki topla, dikili düğme ve cicileri uzaktan atarak vurmak, yani hedefi tutturmak. Oyunda kul-landığımız taştan yaptığımız topu, başka bir taşla vura vura yontmak da özel bir ustalık isterdi. Bazı çocuklar bunu çok iyi becerdiğinden, beceremeyenler taştan topunu onlara yaptırırdı…
KUMLARA KUYU KAZIP TUZAK KURMA
Kumlarda en az 1 metre derinliğinde, yarım metre genişliğinde ellerimizle kuyu kazar ve üzerini otlarla kapatırdık. Otların üzerine çevreye uyum sağlayacak şekilde kum koyar ve düzlerdik… Bu tuzaktan haberi olmayan bir arkadaşımızı alır, ona bir şeyler söyleyerek dikkatini dağıtır ve kurduğumuz kuyu tuzağına doğru yürütürdük. Tam kuyunun üzerine geldiğinde kendini kuyunun içerisinde bulurdu… Tuzağı hazırlayan çocuklar bu oyuna kahkahalarla gülerdi. Tabiî ki bir başka gün aynı oyuna kendileri de gelirdi… Bu oyunumuzun en iyi yönü çocukların bir anlık kızmasına rağmen oyunu hoşgörüyle karşılayıp, kavga etmemeleriydi…
BİRDİRBİR VE UZUNEŞEK
Ellerini.dizlerine dokundurup eğilen oyuncunun üzerinden başka bir oyuncu iki eliyle eğik duran oyuncunun sırtına dokunarak ve bacaklarını açarak atlaması… Uzuneşek ise grup halinde ve en az 3-4 kişinin birbiri ardı eğik şekilde birbirinin peşi sıra dizilerek eşek şeklini almasıyla oynanır. Eğik ve eşek şeklini almış grubun üzerine karşı grubun oyuncuları atlayarak eşeğe biner şekilde yerleşir. 4 oyuncuyu eşek şeklinde duran oyuncular belli bir zamana kadar
yıkılmadan taşıyabilirlerse oyunu kazanırlar. Aynı zamanda eşeğin üzerinde duran oyuncular da o belli zaman bitene kadar düşmeme mücadelesi verirler. Çünkü üstteki oyunculardan birinin eşeğin üzerinden düşmesi grubun oyunu kaybetmesine neden olur… Bu iki oyunu kumsalda oynardık. Oldukça yorucu oyunlardır… Özellikle uzuneşek çok yorucudur. İsmi üzerinde, eşek gibi adam taşıyorsun adeta. Ama oynanan oyun olur ve bunu da çocuklar yaparsa yorgunluk umurlarında olmaz. Hele de yanı başlarında deniz var ise atarlar kendilerini denize, ne yorgunluk kalır ne bir şey. Alır yorgunluklarını deniz…
LAHTA OYUNU
Günümüz tekvando oyununun bir benzeri olan lahta (tekme atma) oyununu da kumlarda oynardık. Bazen aldığımız tekme darbeleriyle yerlerde kıvrandığımız olmuştur… Ama yine de zevkli olurdu çocukluğumuzdaki bu oyun…
GÜREŞ
Kumlarda oynadığımız oyunlar arasında güreş oyunu da vardı. Oyunu kumlarda oynamamız sakatlanmaları engeller, hatta hiç önem arz eden arızalar olmazdı…
BEŞTAŞ VE DAMA
Beştaş oyunu bilindiği gibi beş taşla oynanır. Biz genellikle bu oyunu da kumlarda, deniz kenarından topladığımız taşlarla oynardık. Kuru kumu kazıyıp altından yaş kumu bulur, bu alanı elimizle düzeltirdik. Düzelttiğimiz alana çalı parçasıyla dama oyun alanını çizerdik. Oyuncuların biri siyah diğeri ise beyaz çakıl taşı kullanırdı dama oynarken…
KUYU OYUNU (LÜÇ)
En az iki, en çok dört kişiyle oynanan bir oyundur. Genellikle kumsalda oynanırdı. Her oyuncu avuç içi kadar üçer kuyu açar içerisine altışar adet mile (bilye) büyüklüğünde çakıl taşı koyardı. Oyuna başlamak için bir koşul yok. Herhangi bir oyuncu sağdan sola doğru kendini kuyularından herhangi birinden başlayarak taşları birer birer kuyulara dağıtır. Sağ taraftaki ikinci oyuncu da istediği kendi kuyusundaki taşlardan başlamak üzere yine sağdan sola birer birer dağıtır. Sıra üçüncü ve dördüncü oyuncuya gelince tıpkı birinci ve ikinci oyuncunun oynadığı gibi aynı işlemi yapar… Bu arada taş dağıtırken kuyuların herhangi birisinde bir, üç, beş taş yakalanınca son koyduğun taşla çift hale gelince bunlar o oyuncu tarafından kazanılmış kabul edilir. Sağdan sola devamındaki kuyulardaki taşlarda altı sayıya kadar çift ise onlar da alınır. Bu durum her kuyu için geçerlidir. Yalnızca lüç edilmiş kuyu bu akışı bozar. Yani oradan ileriye geçilemez (lüç; herhangi bir oyuncunun taşları sırayla kuyulara dağıtması esnasında elindeki en son taşın koyulacağı kuyuda iki taşla buluşmasıyla meydana gelir. Lüç edilen kuyunun bütün taşları oyun sonunda lüç eden tarafından kazanılır. Oyuncu kendi kuyularında lüç etme hakkına sahip değildir.) Oyun kuyulardaki taşlar bitinceye kadar devam eder. Oyun sonunda üç taştan az taşı olan oyun dışı kalır. Aynı şekilde geri kalan üç kişi oyuna devam eder, ta ki bir kişi kalıncaya kadar. O son bir kişi oyunun galibi olur (Oyunu derleme anında lüç oyununu anlatanlar, çocukluk-larında zevkle oynadıkları lüçün zekâ oyunu olduğunu ve beceri istediğini belirttiler. Bana göre çok ilginç bir şey daha söylediler. Tekne Dergisinin üçüncü sayısında kaleme aldığımız ‘Serseri Mayın’ öyküsünde yaşamını kaybeden ve zekâ özürlü gibi olduğu söylenen Hakkı bu oyunu çok güzel oynarmış ve zekâ isteyen bu oyunu genellikle de kazanırmış. Bu bizi çok duygulandırdı).
Kaynak: Sürmene Tekne dergisi