Kültür
Konuralp Beldesin antik Roma Kenti olan “Prusias Ad Hypium” üzerine kurulmuştur. Antik Kente ait eserlerin korunmasını sağlamak ve sergilemek amacı ile 1977 yılında inşaatına başlanan müze binası1992 yılında tamamlanmıştır. 1993 yılında eser teşhir-tanzimi yapılan Konuralp Müzesi 18.11.1994 tarihinde ziyarete açılmıştır. Konuralp Müzesinde 1825 adet arkeolojik, 456 adet etnoğrafik ve 3837 adet sikke olmak üzere toplam 6118 adet eser bulunmaktadır.
Söz konusu eserler müze bahçesi, arkeoloji, etnoğrafya, taş eserler salonları ile sikke bölümlerinde sergilenmektedir.
Müze bahçesinde tamamı Konuralp çevresinde ele geçen ve Roma dönemine ait mimari parçalar, mezar stelleri, lahit, sütün ve sütün başlıkları bulunmaktadır.
Arkeoloji salonundaki eserler Neolitik, Eski Tunç, Helenistik ve Roma dönemlerine ait olup, pişmiş toprak, bronz ve cam eserlerin değişik fonksiyon ve türdeki örnekleridir.
Aynı salonda Konuralp yakınlarındaki Çavuşlar Köyündeki mezar buluntuları sergilenmektedir.
Etnoğrafya salonunda yakın geçmişimize ait, 19-20.yy’a ait Osmanlı kültürü kıyafet, ev eşyası ve silahlardan oluşan eserler sergilenmektedir.
Taş eserler salonunda Prusias kentine ait olan ve Konuralp’te ele geçmiş mermerlerden yapılmış çeşitli heykel ve mimari parçalar bulunmaktadır.
Sikke bölümünde Grek Şehirleri, Roma İmparatorları ve Osmanlı Padişahlarına ait altın, gümüş ve bronz sikkeler kronolojik olarak sergilenmektedir.
ANTİK ŞEHİRLER
KONURALP
İlk çağlarda “Dusae Pros Olypum” diye anılan en önemli arkeolojik buluntular Konuralp (Üskübü) Bucağında ortaya çıkarılmıştır. Üskübü ve çevresinde Antik Dönemden kalma çok sayıda yapıt bulunmuştur. Bunlar arasında bronzdan ve pişmiş topraktan kandiller, sikkeler, yüzük taşları, heykelcikler, ünlü Milo Venüs’ünün benzeri bir heykelcik sayılabilir. Bu buluntuların en ilginçlerinden biri Tepecik yöresindeki mezarlıkta bulunan I. yy’dan kalma büyük bir mermer lahittir. Uzun yüzleri çelenk, öküz başları ve çeşitli hayvan kabartmaları ile bezenmiştir. Buluntuların en önemlisi kentin koruyucu tanrıçası Tyche’nin II. yy.’dan kalma 2,60 m boyundaki dev heykelidir. Bunların yanı sıra, III. yy’dan kalma mermer bir çocuk başı, Sophocles biçimi giyimli bir erkek heykeli sayılabilir. Bu yapıtların bir bölümü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde, bir bölümü de Üskübü Müzesi’nde sergilenmektedir.
Prusias Ad Hypium: Roma Döneminin ünlü yerleşme yerlerinden biri olan bu antik kentin adı “Kieros”du. Kentin özellikle II. yy’da geliştiği ve surlarının dışına yayıldığı surlardan ve kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Tiyatro: Purisias ad Hypium’un günümüze uzanan en önemli yapıtıdır. Tiyatro bir tepenin yamacına kurulmuştur. Özelliği yarım daire planının iki ucu kesik oluşudur. Sahne yıkılmış olmakla birlikte basamaklar ve kapısı günümüze ulaşmıştır. Yörenin ak kalkerli taşından yapılmıştır. Oturma yerleri aslan pençeleri ile süslüdür. Sahne dikdörtgen biçimindedir. Kemerli geçitlerden yanlızca biri, ayrıca üç büyük mermerli kapıdan bir tanesi sağlam durumdadır. Ön cephede korniş altındaki Yunanca yazıtın ancak bir parçası korunabilmiştir. Yapım tekniğinden ve kemerlerin biçiminden I. yy’da yapıldığı sanılmaktadır.
Köprü: Kentin Batısında, Efteni Gölü’ne dökülen küçük bir çay üstündedir. Üç kemerli köprünün güneyi sağlamcadır. Ak, büyük mermer bloklarla, harç kullanılmadan yapılmıştır. 10 metre boyundaki köprü tiyatro ile aynı döneme aittir.
Mozaikler: Konuralp’in güneyindeki tarlalarda Roma Döneminden kalma iki önemli mozaik döşeme bulunmuştur. Bunlardan birinde Yunan mitoloji kahramanı Akilleus ve annesi Thetis’le (deniz tanrıcası) ilgili bir sahne, diğerinde ise Yunan mitolojisinin destansı ozanı Orpheus ve mevsimler temsil edilmektedir. Banaş köyünde buna benzer mozaik döşemelere rastlanmıştır. Burada kare biçimli bir alan, birbirine geçmeli yuvarlaklarla bölünmüş, her yuvarlağın içine kuş resmi işlenmiştir. Bir başka döşemede ise yuvarlak bir alanın ortasına madalyon içinde meyve dollu dallar ve kuşlarla bezenmiş bir sepet çizilmiştir.
Surlar: Roma Döneminde yapılan kale günümüze ulaşmamıştır. İmparator Gallienus’un III. yy’da bastırdığı sikkelerde Prusias ad Hypium’un iki kuleli kent kapısı gösterilmiştir. Bizans dönemi surlarının 200 metrelik bölümü günümüzde de ayaktadır. Bu surlar antik köprüden hamam Sokağına dek izlenebilir. Güneyinde üstünde bir at kabartması bulunan “Atlı Kapı” vardır. Bu duvarlar güneydoğuya doğru uzanarak, kale biçiminde bir kule ile son bulur. Kale duvarlarında daha önceki dönemin kalıntıları kullanılmıştır.
Tyche Heykeli: 1931 yılında Konuralp’te bulunan eser, İstanbul Arkeoloji Müzelerinde sergilenmektedir. Bereket Tanrıçası Tyche’yi tasvir eden 2.60 metre boyundaki heykel M.S. 2. yy’a ait muhteşem bir Roma eseridir. Ayakta tasvir edilmiş olan Tyche, sol elinde çeşitli meyveler bulunan bir bereket boynuzu ve elinde üzüm salkımı olan bir çocuk tutmaktadır.
Antoninus Pius Büstü: 1991 yılında Konuralp Beldesinin güneyindeki bir tarlada bulunmuştur. Roma İmparatoru Antoninus Pius’un (M.S. 13-161) mermer bir büstüdür. Konuralp Müzesi Taş Eserler Salonunda sergilenmektedir.
Lahit: Konuralp Beldesinin batısındaki Tepecik Nekropolünde 1937 yılında bulunmştur. Eser Konuralp Müzesi bahçesinde sergilenmektedir. Mermerden yapılan bu eser 1.20 metre yükseklik, 1.22 m. genişlik ve 2.47 m. uzunluğa sahiptir. Lahit’in tüm yüzeylerinde kabartma boğa başlarıyla birbirine bağlanan girlandlar içinde rozet ve insan başları işlenmiştir. Ön yüzde, içinde kitabesi olmayan bir tabula ansata ile altta aslan, kartal, yaban domuzu ve balıkçıl kuşu tasvirleri bulunmaktadır. Lahit M.Ö. 1. yüzyılla tarihlendirilmektedir.
Mezar Stelleri ve Heykel Kaideleri: Genellikle dikdörtgen prizma şeklinde altı ve üstü profilli olan bu eserler; üzerinde yer alan kitabeleri ile antik Konuralp hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Üskübü Surları: Kentin yüksek kesiminde Arkapol’ü çevreleyen, Osmanlı döneminden kalma duvar kalıntıları vardır.
Konuralp Camisi: Bu cami bir Bizans Kilisesinin yerine yapılmıştır. Kilisenin mermer taban döşemeleri müzeye kaldırılmıştır. 1323’te camiye dönüştürülen yapı XIX. yy’da Dilaver Ağa tarafından onarıldığından ilk biçimini tümüyle yitirmiştir. Konuralp’in türbesi caminin yanındadır. Yeni bir yapı olup içinde üç mezar vardır.
Konuralp Hamamı: Kentin en eski Türk yapısıdır. Yazıtı yoktur, yapım tarihi ile ilgili bilgiler kesin değildir. Hamam tonozla örtülü altı küçük bölmeden oluşmaktadır. Güney duvarı büyük mermer antik bloklardan yapılmıştır.
Konuralp Su Yolları: Akropol Tepesi ile arkasındaki surlar arasında, onbir destek ayağı bulunmaktadır. Bunlar üzerinde ahşap bir su kanalı bulunduğu sanılmaktadır. Moloz taştan yapılmış ayaklar Osmanlı Döneminden kalmadır.
AKÇAKOCA
Akçakoca tarihinin başlangıcı belli değildir. Hakkında ilk yazılı vesikalar 1112 yıllarına aittir. Toprak ve mezarlardan çıkarılan paralar, süs eşyaları, heykeller ile kilise, kale ve bina artıkları mazisini aydınlatmakta ve günümüze dek uzanan bilgilerde rivayetlere dayanmaktadır.
Bolu ili ile Akçakoca toprakları; Kocaeli yarımadasından Bolu’ya kadar uzanan Bitinya-Bitonya denilen mıntıkada idi.
M.Ö. 1200 tarihlerinde bölgeye ilk önce gelenler Track ve Frik’ lerdir. Tarihçi Pilne ve coğrafyacı Strabon bölgenin ilk sakinlerinin Track kollarından Bebrycs’ ler olduklarını yazar.
M.Ö. 650 tarihinde Yunanistan’ ın Beotya Tangar, Megaris bölgelerinden göç ederek Bitinya ve Karadeniz kıyılarına yerleşen Coucon-Kokones kabilesinin şimdiki Akçakoca merkezine yerleşerek Dia şehrini kurdukları Yunan ve Grekc tarihçileri yazmaktadırlar.
Bölge sırayla M.Ö. 1900-1400′ de Hitit, Frikya, M.Ö. 670-547 Lidya krallıkları ile, M.Ö. 500′ de Pers İmparatorluğu, M.Ö. 280′ de Pontus Krallığı, M.Ö. 395-1453′ de Bizans Krallığı, 1204′ de Latin İmparatorluğu, 1071-1308 Selçuklu Devleti, 1323-1923 Osmanlı Devleti sınırları içinde kalmıştır.
Coulonlar kıyılarının beyaz kayalarla kaplı oluşu sebebiyle kurdukları şehrin adını, parlak anlamına gelen Dia koymuşlardır. Bizans himayesinde Poly (Şehir) eklenerek Diapolis olmuştur.
Osmanlı hakimiyetine geçince de kelimenin tam anlamı olan Akçaşar denilmiştir. Asırlar süren bu isim 1934 yılında Akçakoca olmuştur.
Selçuklular zamanında 1085 yıllarında Artuk Bey kuvvetlerinden Üçok’lu obalardan bazıları Koçar Bey tarafından Diapolis dağlarına yerleştirilmişlerdir.
Bizanslar tarafından Dobuca’ dan Gaguz ve Geçen Türkleri sahildeki Rum köyleri korumak üzere 1167-1185 yılları arasında kıyılara yerleşmişlerdir.
Moğollar’ dan kaçarak Bolu’nun Cortlan dağlarına sığınan Oğuz boylarından Bozok’ lara ait obalar Hypium ant Prusias arazilerine yerleşmişler. (1243-1317 tarihleri arasında) 1788 Tatarlar, 1864 Çerkezler, 1877 Abzaha-Laz, Gürcü, 1916 yılında Sürmene Muhacirleri daha sonraları Doğu Karadeniz’ den normal göçler olmuştur.
Ceneviz Kalesi: Akçakoca’nın 3 km Batısında koya egemen bir burunda yükselen küçük bir kaledir. Yöre halkının “Ceneviz Kalesi”diye adlandırdığı bu küçük savunma yeri, moloz, taş ve kiremit kırıkları ile yapılmıştır. Kalenin kara yönünde yüksek bir kulesi vardır. Avluda kare biçiminde bir sarnıcı bulunmaktadır. Bu kalenin XIV. Ve XV. yy’larda Karadeniz kıyılarında iskeleleri bulunan Cenevizlilerce yapılıp yapılmadığı kesinlikle bilinemiyor. Kaleyi Selçukluların yaptırdığı, sonradan Osmanlılarca onarıldığı sanılmaktadır.
Akçakoca Bey’in Türbesi: Baba Köyünde, Karadeniz’e egemen bir tepe üstündedir. Yöreye özgü mimari tekniğe uygun olarak, yontularak birbirine kenetlenen ağaç kütüklerinden yapılmıştır. Sonradan yıkılan mezarlığın çevresi parmaklıklarla çevrilmiştir.
FOLKLOR
Yaşam Biçimi:
Düzce, yüzölçümü ve nüfusu bakımından küçük bir il olmasına karşın, değişik yaşam biçimlerini barındırır. İlin doğu ve güneyindeki ilçeler kültürel açıdan birbirine benzer. Akçakoca Düzce’ye göre oldukça büyük kültürel ayrılıklar göstermektedir.
Akçakoca nüfusunun yarıdan çoğunu Doğu Karadeniz göçmenleri oluşturmaktadır. 1877’de başlayan göç, yakın zamanlara kadar sürmüştür. Bunlar gelenek, görenek, dil ve törelerini yerleştikleri yerlerde de korumuş ve sürdürmüşlerdir. Örneğin diğer ilçelerde pek az rastlanan “kan davası” Akçakoca yöresinde oldukça yaygındır. Göçmenler yerleştikleri çevreyi de kendi alışkanlıklarına göre biçimlendirmişlerdi. Hemşinköy, Vakfıkebir, Ordulu Dağı, Hemşinli Yeri gibi yer adları Doğu Karadeniz kültürünün Akçakoca yöresindeki en belirgin izleridir.
Göçmenlerin yöreye getirdikleri en köklü değişiklik ise ekonomik alanda gözlenmektedir. Geçmişte temel ekonomik etkinlik olan tahıl üretimi, göçmenlerin gelmesiyle birlikte yerini önce mısır, daha sonra fındık üretimine bırakmıştır. 1935’ten sonra giderek gelişen fındık üretimi, zamanla yörenin yaşam biçimini belirleyen tek öge durumuna gelmiştir. Tahıl, keten, kenevir ekim alanlarının fındık bahçelerine dönüşmesi, yörenin beslenme bakımından kendine yeterliğini ortadan kaldırdığı gibi, dokumacılığın da unutulmasına neden olmuştur. Sonuçta bazı köyler ekmeklerini bile kasabadaki fırınlardan almaya başlamışlardır. Bunun yanında fındıktan elde edilen gelirin diğer ürünlerden elde edilenden fazla olması ve fındık üretiminin çetin bir çalışmayı gerektirmemesi, yöre halkına oldukça yüksek bir yaşam düzeyi sağlamıştır.
Bu zenginlik köylerin ilçe ve il merkeziyle olan ilişkilerini yoğunlaştırmış, kent yaşamına olan ilgiyi arttırmıştır. Ayrıca; Akçakoca’da turizm çevre köylerinin halkını pansiyonculuğa yöneltmiştir. Yabancılarla bu bağlamda kurulan toplumsal yaşamda önemli değişikliklere neden olmuş, birçok alışkanlık ve davranış biçiminin yerini yenileri almıştır.
Son yıllardaki hızlı gelişme ve hızlı nüfus artışı, Düzce’nin önemini daha da arttırmıştır. Temel ekonomik etkinliğin endüstri bitkileri tarımına yönelmesi, köylerin dış pazarla ve Düzce ile olan ilişkilerini sıkılaştırmıştır. Buna bağlı olarak, geleneksel tarım toplumu yapısı gözle görülür bir çözülme sürecine girmiştir. Düzce’nin başka bir özelliği de nüfusun bir bölümünün Çerkez, Abaza ve Gürcülerden oluşmasıdır. Bu topluluklar, gelenekleri ve töreleri bakımından bağımsız birer bütün oluşturmaktadır. Sıkı aile bağları, topluluk içi evlenmeleriyle geleneksel yapılarını korumuşlardır.
HALK MÜZİĞİ
Düzce ve Akçakoca’da Doğu Karadeniz’den göç edip buraya yerleşen halk arasında kemençe, tulum, gibi sazlara da rastlanmaktadır. Kına gecelerinde; yörede nara denilen darbuka çalınır, kına manileri söylenir. Bunların dışında yörede Karadeniz kemençesi, davul, tef, nara, (dümbelek) kaşık, zil akordeon ve mızıka’da çalınmaktadır.
GELENEKSEL OYUNLAR
İlde Azeri, Çerkez oyunları ile Akçakoca yöresinde horonlar göze çarpmaktadır. Akçakoca’da görülen horonların büyük bir bölümü Rize, Hemşin, Hopa yörelerinde oynananlardır. Bunların bazılanda Gürcü özelliği de görülür. Azeri oyunlarında başta Şeyh Şamil olmak üzere genellikle Kars yöresinde oynanan oyunlara rastlanmaktadır.Oyunlara türüne göre; bağlama, kaval, davul, kemençe, tulum, mızıka ve zurna eşlik eder.
Yöremiz halkı yaşayış bakımından nasıl bir mozaiği andırıyorsa halk oyunları yönünden de böyledir.
Yörenin kendine has bir oyunu yoktur. Düğünlerde çıngırdaklı def, mızıka, akordeon, kemençe ve bağlama eşliğinde yöresel türküler söylenir. Çiftetelli, üçayak, rinna, abhaz oyunları oynanır. Düğünlerde çeşitli şenliklere de yer verilir. At yarışları, yağlı güreşler, çengi ve köçekler gelen davetlileri karşılarlar. Düğün gecelerinde muhabbet tertiplenir, gençler geç saatlere kadar muhabbete devam ederler. Çerkez ve abaza muhabbetlerinde ‘capşu’ denilen meşhur oyunları oynanır. Ayakta duran genç kimin eline vurmuşsa ayakta o kalır, diğerleri oturur. Oyun böylece devam eder. Muhabbet esnasında en büyük kimse onun izni alınmadan odadan çıkılmaz.
YEMEK ÇEŞİTLERİMİZ
Yörenin kendine has yemekleri mevcuttur. Arnavutların Arnavut böreği, Tatarların şıl böreği, göbete ve mantısı, Muhacırların katlama, sarı burma ve su böreği, Boşnakların Boşnak tatlısı, yerli Türklerin gözleme ve höşmelisi, tavuklu keşkeği, Gürcülerin lepsi, Çerkez ve Abazaların mamursa, Çerkez tavuğu ve halujları meşhurdur.
KIYAFETLER
Düzce köylerinde kıyafet farklılıkları görülmektedir. Bir köyde Karadeniz’de olduğu gibi peştamal, yün kuşak, çorap ve lastiği olan köylümüz; diğer bir köyde şalvarı ve feracesiyle değişik giysi sunmaktadır. İşlemeli cepkenler, pembe şalvarlar, iğne oyalı yemeniler, tel kırmalı örtüler, dokuma önlükler, heybeler maddi kültür unsurlarımızdandır.
EL SANATLARI
Düzce’de oymacılık, demircilik, halı ve kilim dokumacılığı el sanatlarımızı oluşturmaktadır.
TÜRKÜLERİMİZ
Geline kına yakılırken söylenir.
Ayağına giymiş nurdan lalini
Kimse bilmez bunun halini
Gelin gelin Asiye gelin
Gelin dostlar bize varalım
Hadi halimizce gelin alalım
Gökte yıldız beşyüzelli
Eli ayağı kınalı, başı telli
Gelin olduğu şimdi belli
Gel anam gel ben garip oldum
Ellerin içinde mahçup oldum
Anneler döver hurma ile
Eller döver yarma ile
Gel anam gel ben garip oldum
Ellerin içinde mahçup oldum
Kına mı yaktın eline emine
Gelin mi gideceksin elin evine
Evimiz ıssız kaldı koca bakırlar susuz kaldı
Ayağında çoraplar A boydarlık boydarlık
Kapkara zeytin gibi Yel vurur sallanırsın
Beni bırakıp gittin Koma beni kalbura
Anasız yetim gibi Gece rüyalanırsın
Buğdayı biçeceğim Dik aşağu oturiyir
Var elimle çiçeğum Doruğun budakları
Geçmedi benden yarim Bal olmuşta akayir
Ben nasıl geçeceğum Yarimin dudakları