Mehmet Akif BAL[1]
Kurulduğu tarihten bu yana önemli bir şehir olan Trabzon, Osmanlı Devleti için de büyük önem taşımış ve Trabzon’a yönetici gönderilirken keyfiyeti olanlar seçilmişti. Bundan dolayı Trabzon’a Osmanlı Devleti zamanında gönderilen 65 vali içinde; Zağanos Paşa, İskender Paşa, Yavuz Sultan Selim, Hazinedar Süleyman Paşa, Sırrı Paşa, Kadri Bey, Süleyman Nazif Bey, Samih Rifat, Mehmet Ali Avni ve Cemal Azmi Bey gibi başarıları ve meziyetleriyle Osmanlı ülkesinde öne çıkmış pekçok şahsiyet bulunmuştu[2]. Yöneticileri başarılı uygulamaları Trabzon’a nefes aldırırken diğer yandan, Trabzon’da görev yapmak birçok yönetici için ise daha üst görevlere yükselmenin ciddi bir referansı haline gelmişti.
Trabzon’da valilik yapan ünlü isimler içerisinde yer alan Kadri Bey, 1843 yılında İstanbul’da doğdu. Zamanın bilginlerinden özel dersler aldı. Birçok devlet görevinde bulundu. 1892 yılında Trabzon Valiliği’ne atandı. Kadri Bey’in Trabzon Valiliği görevine atandığı yıllar, genelde ülkenin ve buna paralel olarak Trabzon’un sıkıntılı yıllarına rastlamıştı. Kadri Bey zor bir vilayette valilik yapacaktı. Bu sebeple Kadri Bey Trabzon Valiliği süresince şehre yönelik yatırım işlerinden ziyade asayiş meselelerine eğildi. Asayiş meselelerini çözmek için kanun yanında kendisine mahsus yöntemler de geliştirdi.
Trabzon’daki valiliği süresinde “Tüfekli Kadri”, “Deli Kadri” ve “Pilavcı Kadri” adlarıyla bilinen Vali Kadri Bey Trabzon’da önce halkla iyi bir diyalog kurarak işe başladı. Halkın önemsediği ve önemsendiği çeşitli kültürel konularda halkla yan yana durdu. Örneğin, bayram günlerinde şehrin her tarafında mahalli kıyafetlerle oynanan milli oyunlar (horonlar) bilhassa Kadri Bey zamanında rağbet buldu. Kadri Bey bayramlarda köy delikanlılarını toplar, onlara muhtelif horonlar, bıçak oyunları oynatır ve her birini ayrı ayrı taltif ederdi. Oyuncuların alınlarına altın yapıştırdığı ve kendilerine mintan, zıpka hediye ettiği çok olmuştu. Hatta, kendi ailesiyle ilgili önemli adımları dahi Trabzon halkının katılımıyla gerçekleştiren Kadri Bey, oğlu Hüseyin Kazım’a kırk gün süren bir düğün yapmış, şehir adeta bir masal hayatı yaşamıştı[3]. Halkla yüz yüze geldiğinde gerçekleşen bazı diyaloglar ilginçlikleri de barındıracak düzeydeydi[4]: Birgün Kadri Bey, sırtına bir çuval kömür yüklenmiş perişan kıyafetli bir köylüye rastgeldi. Yanına çağırarak sordu: ‘Baba, bu kömürden bari bir şeyler kazanabiliyor musun, geçimini temin edebiliyor musun?’. Köylü zaten içi yanmış bir adamdı: ‘Ah, halimi sorma efendim’ dedi. ‘Kadri Bey isminde birini buraya vali diye göndermişler, herif tütün kaçakçılarına aman vermiyor. Biz de şimdi on okka kömür satıp beş on para kazanmaya uğraşıyoruz’ diyen köylü, sözlerine devam ederek valiye bir hayli sövüp saydı. Bunun üzerine Kadri Bey köylüye; ‘Beni dinle. Ben Kadri Bey’i tanırım. Hakikaten sövülmeye layıktır’ dedi ve sonra köylünün eline bir altın bırakarak oradan ayrıldı. Bu garip tavırlı adam, köylünün tuhafına gitti. Oradaki dükkancılardan sorup, bunun Vali Kadri Bey olduğunu öğrenince, sırtındaki kömürü hemen oraya bırakarak köyüne doğru koşmaya başladı. Fakat Kadri Bey sonradan bu adamı buldurdu ve ona her ay bir altın lira maaş tahsis etti.
Tekke Mahallesi’nde oturan Kadri Bey, her zaman Meydan’a Taksim Mezarlığı’ndan iner, oradan Boztepe’ye giden caddeyi takiben Şeytan Ömer Hanı ve Çayır Mahallesi’ndeki Ali Baba Türbesi önünden geçerek evine giderdi. Bir gün evine giderken bir kömürcü ile karşılaştı. Kömürcü, sattığı kömür parası elinde olduğu halde düşüne düşüne gidiyordu. Kadri Bey durdurduğu kömürcüye: ‘Ne düşünüyorsun, zorun nedir?’ diye sordu. Kömürcü; ‘Şu dağdan kömür getirdim, sattım. Köyden gelirken karım benden bir entarilik basma istedi, gelinim de entari ve çember istedi. Sen gel de elindeki bu para ile onları al. Şimdi düşünüyorum bunların hiçbirisini alamayacağım. Köye dönüp bir kömür daha alıp gelip satacağım, belki o zaman istediklerini alabilirim’ dedi. Kadri Bey ise köylüye; ‘Baba kolay’ dedi. Çıkardı bir lira verdi; ‘Bu gece burada kal, karının, kızının, gelininin istediklerini al, köye git. Köye gittin mi bir yük kömür yapıp bana getirirsin’. Kömürcü hayrette kaldı ve sordu; ‘Baba sana kim derler, nasıl adamsın’. Kadri Bey cevaben; ‘Bana Deli Kadri derler’ dedi. Kömürcü bu sefer evini sordu ve ‘Tekke Mahallesi, Çayır Sokak, Ali Baba Türbesi karşısındadır’ cevabını aldı. Kömürcü; ‘Sen deli olmasan tanımadığın adama bir lira verir miydin, haydi uğurlar olsun’ dedikten sonra Kadri Bey de uzaklaştı, gitti. Aradan biraz zaman geçti. Kömürcü bir yük kömür ile, karısının hazırlamış olduğu bir külek yoğurdu doğruca Kadri Bey’in evinin önüne getirdi, oradan bağırarak sordu; ‘Burada Deli Kadri’nin evini bilen var mı, neresidir?’ diye sordu, bunu işitenler adamı susturmaya çalışınca; ‘Yahu adresini bana öyle vermişti’ dedi. Vakit sabah olduğundan Kadri Bey bu sesleri duydu ve pencereden başını uzatarak; ‘Bırakın gelsin’ dedi. Bunun üzerine kömürcü serbest bırakıldı, eve girdi. Getirdiği kömürü evin girişine bırakıp, yoğurt küleği ile Kadri Bey’in yanına çıktı; ‘İşte hediyem’ dedi. Kadri Bey bundan memnun kaldı, adamcağızı güzel karşıladı. Kadri Bey, her sabah pilav yermiş (Bir rivayete göre, kendisine Pilavcı Kadir de derler), hemen ahçıbaşına seslenmiş, sabahki pilavı getirtmiş ve kömürcü ile beraber güzelce yemişler. O gün Hükümet Konağı’na geldiğinde Kadri Bey’in pek neşeli olduğu görülmüş. Sorulunca Kadri Bey, o günkü neşesinin kömürcü ile yediği pilavdan olduğunu etrafındakilere anlatmış”.
Halkla kurduğu diyalog yanında devlet otoritesinin temini için de taviz vermeyen Kadri Bey, devlet memurlarının çalışmasını engelleyenlere olduğu kadar, görevinde aciz kalan devlet memurlarına da çok sert davrandı. Aile nüfuzunu kullanarak yasal olmayan hareketlerde bulunan bazı zengin ailelere ise tolerans göstermedi[5]. Oğlu Hüseyin Kadri Bey’e[6] göre; “Bir gün, müthiş surette dayak yemiş, üstü başı parçalanmış bir zaptiye neferi gördü ki, kopan palaskasının kayışını elinde tuttuğu halde ağlayarak memur olduğu Müstantık Dairesi’ne (Savcılık) gidiyordu! Meğer bu zavallı adamı Müstantık, ifadesini almak istediği bir zatın nezdine göndermiş imiş. Herif de bundan hiddetlenerek, zaptiyeyi alamelei’n-nâs (halka örnek şekilde) dövüp rezil etmiş! Pederimin hiddetine pâyân yoktu. Herifi ayağına ip taktırıp Hükümet Konağı’na getirtti. Zaptiye’ye ise; ‘…seni ilk ve son defa affediyorum. Bundan sonra hükümeti temsil eden bir zabıta memuru böyle bir tecavüze maruz olduğu zaman kendini müdafaadan geri durursa, o zaman benim ne yapacağımı görür!’ dedi. Trabzon’da bunu, daha mühim akisler yapan başka bir hadise takip etti. Sandıkçıoğlu adında bir katil, mahkemece aranılıyor ve bir türlü ele geçirilemiyordu. Nihayet Kadri Bey, katilin memleketin kibar-ı eşrafından bir zatın evinde saklı olduğunu haber aldı ve bu zatı çağırıp: ‘Bey! Siz memleketin büyük bir ailesine mensupsunuz. Bir caniyi evinizde saklamak size yakışmaz. Ben, size bu adamı teslim ediniz demem ve şimdi evinizi basıp onu oradan almak suretiyle vakar ve haysiyetinizi de ihlal etmek istemem. Siz, kendisini hükümetin aradığını ve daha ziyade saklayamayacağınızı söyler ve bırakırsanız, ben de onu nerede olsa tutarım’. Bu teklifi canına minnet bilerek lüzumunu takdir edemeyen Bey, külliyyen inkar etmiş ve gizlice Sandıkçıoğlu’nu bir sandala koyup Rusya’ya kaçırdı. Kadri Bey bu hale tahammül edemedi. Ertesi günü de bu pek muhterem zatı Hükümet Konağı’nda yatırıp, layık olduğu surette bir ders-i te’dip verdi. Zevcesi; kocasının mevki-i içtimaisinden (sosyal konumundan), ailelerinin şeref ve haysiyetlerinden bahisle ve Padişah’a (II. Abdülhamid) müracaatla tazallümde (yakınmada) bulundu”.
Trabzon’daki asayiş meseleleri arasında önemli bir yer tutan diğer bir mesele ise sosyal ve ekonomik yaşamı derinden etkileyen kömür ve tütün kaçakçılığı idi. Tütün kaçakçılarına göz açtırmayan Kadri Bey ile tütün kaçakçıları arasındaki mücadele de Trabzon’da dilden dile dolaşmıştı[7]. Hatta “o zamanlar tütün kaçakçılığı ile şöhreti dillerde dolaşan biri, Kadri Bey’e bir gün haber göndermiş: ‘Beni takip ettirmekten vazgeçsin, ben istersem onun gözü önünde tütün kaçakçılığı yaparım. O farkına bile varmaz’. Bu haberden bir kaç gün sonra Kadri Bey, Bakioğlu Kahvesi’nin[8] önünde otururken önünden bir cenaze alayı geçer. Cenazeye hürmeten Kadri Bey de halkla beraber ayağa kalkar ve alay bütün kalabalıklığı ile önlerinden gider. Ertesi gün o meşhur kaçakçıdan Kadri Bey’e şu haber gelir: ‘Dün önünüzden geçen tabutta ölü yoktu. Sizin bile hürmetle ayağa kalktığınız tabut kaçak tütünle dolu idi’. Kadri Bey tahkikat yapar, hakikaten böyle olduğunu anlayınca fevkalade kızar ve daha şiddetle mücadeleye koyulur”. Kadri Bey’in oğlu Hüseyin Kazım Kadri Bey, babasının Trabzon valiliği günlerinde tütün kaçakçıları ile mücadelesine dair hatıralarında şunları anlatmaktadır[9]: “Trabzon Vilayeti’nin tedavisi müşkül dertlerinin biri de ‘kaçakçılık’ idi. Memleketin dinç ve cesur evladını bu fena sanat ve ticarete sevk ve icbar eden sebepler de eksik değildi. Sûfiyyenin tevil ettikleri tarzda ‘Hırsızın ihtiyaçtan eli kesilmek’ daha doğru olurdu. Pederim, kaçakçıları şiddetle tenkile (uzaklaştırmaya) uğraştığı kadar, buna saik olan sebepleri de ortadan kaldırmaya çalıştı. Trabzon Vilayetinin bilhassa Lazistan (Rize) Sancağı dağlık ve taşlık yerlerdir. Nüfusu başka sancaklara nispet edilemeyecek derecede çoktur. Buna mukabil ziraata elverişli yerler pek azdır. Bundan dolayı, sürü sürü insanlar Kafkasya’ya, Rusya’nın cenup vilayetlerine, Romanya’ya, Bulgaristan’a, İstanbul’a İzmir’e giderek ve enva-ı şedâide göğüs gererek çalışmaya mecburdurlar. Kaçakçılığın, birçok müşkilât ve mezahimle beraber, bu yerlerde revaç bulmasının en belli başlı sebebi budur’. ‘Pederim, kaçakçılara karşı mukabil bir teşkilat vücuda getirdi ve bu kuvvetle takibata başladı. Kaçakçıların gelecekleri mühim noktaları tutturdu. Bir taraftan da belli başlı kaçakçıları Reji’ye[10] ve Duyûn-ı Umumiye’ye[11]yerleştirdi ve bu tarzda onların ihtiyaçtan ellerini kesti.
Kaçakçılığı engellemek için özel yöntemler geliştiren Kadri Bey, birgün İmamkızoğlu denilen meşhur bir kaçakçının büyük bir barhane (yük kervanı) ile Erzurum yolunu tuttuğunu haber aldı. Barhane, Sera Deresi’nden[12] hareket etmişti. Maçka Nahiyesi üzerinden geçecekti. Pek çok sevdiği ve mühim meselelerde kendileriyle istişare ettiği Müftü İmadüddin ve Eşref efendileri, kaçakçılara nasihat vermek ve köylerine avdet ettikleri surette tütünlerinin değer fiyatıyla satılacağını kendilerine temin eylemek maksadıyla yolladı. Bu iki zat, Maçka civarında İmamkızoğlu’na tesadüf etmişlerdi. Aldıkları cevap; ‘Artık ok yaydan çıktı, benim için avdet imkânı yoktur. Çünkü bu haysiyetime dokunur. Fakat bundan sonra düşünür ve belki bu işten vazgeçerim’ sözlerinden ibaret oldu. Bu halde, bu adamın ve avanesinin üzerine bir kuvve-i askeriye sevk etmek ve onlara hadlerini bildirmek lazım gelirdi. Ne çare ki, böyle bir sürü müsellah eşkiyaya karşı gönderilecek bir kuvvet yoktu. Dördüncü Ordu’dan asker göndermek için Padişah’tan müsaade almak da mümkün olamazdı”. “Aradan bir hafta geçti. Kadri Bey birgün Meydan-ı Şarki’deki[13] karakolda bermutad (alışıldığı gibi) oturuyordu, karşısındaki yeri de pek çok sevdiği Belediye Reisi Hasan Bey işgal etmişti. Uzaktan bir süvarinin dörtnala geldiği görüldü. Pederim; ‘Bu, Maçka süvarilerindendir, İmamkızoğlu’nun akıbetini bundan öğreneceğiz’ dedi. Filhakika (gerçekten) süvari pek mühim bir haberle geliyormuş. Sincan Mesahor köylüleri vadettikleri hizmeti yerine getirmişler ve İmamkızoğlu’yla avanesini tutarak Maçka hükümetine teslim etmişler. Pederim; ‘Onlar yarın akşam buraya gelirler’ diyordu. Filhakika, ertesi günü yine karakolda olduğumuz sırada, İmamkızoğlu ve avanesinin kolları arkalarına bağlı olarak süvari jandarmaların muhafazaları altında geldiklerini gördük. Pederim, serbest bırakılmalarını emretti ve İmamkızoğlu’nu çağırdı. Süklüm büklüm ilerleyen şaki (eşkıya) diz çöküp Kadri Bey’in ayaklarını öptükten sonra karşısında durdu. Aralarında böyle bir muhavere geçtiğini hala hatırlarım: ‘Nasıl oldu İmamkızoğlu, bu defa haysiyetini gözetmedin?’. ‘Efendim, Cenab-ı Hak dünyada iki zâlim yarattı, biri Haccac, biri de sen!’ ‘Nerden bildin!’ ‘Nerden bilmeyeyim? Sincan Mesahor köylerini[14] bize taslit etmek (saldırtmak) nereden hatırına geldi?’ ‘Pekiyi nasıl oldu? Anlat bakalım’: ‘Efendim! Biz o köylerin hududuna yakın bir yerde biraz dinlenmek istedik. Yüklerimizi yıktık, oturuyorduk. Bir çocuk gelip beni sordu gösterdiler. Bana dedi ki: ‘Sincan Mesahorlular etrafınızı sardılar. Buradan kurtulmak sizin için mümkün değildir. Silahlarınızı, tütünlerinizi, paralarınızı, her şeyinizi burada bırakacaksınız. Sizin de kollarınızı bağlayıp Maçka hükümetine teslim edecekler. İki taraftan sarılan bu boğazda bulunuyorduk. Sincan Mesahorlularla çarpışmak kabil değildi. Nihayet düşündük, taşındık, teslime razı olduk ve işte bu hale geldik!’. Herkes bu adamlara karşı ne yapacağını bekliyordu. O hiçbir şey yapmadı ve İmamkızoğlu’nu ve avanesini affederek köylerine gitmelerine müsaade verdi. Eski kaçakçılar, Keleş Osman Reis gibi Karadeniz’in Barbarosu sayılan yiğitler onun sayesinde birer iç ve dirlik sahibi oldular ve kaçakçılıktan vazgeçtiler. Bu sayede emniyet ve asayiş tekarrur edebildi ve herkes aradığı huzur ve istirahata kavuştu”.
Kadri Bey’in asayiş uygulamaları artık öyle bir hal almıştı ki, artık her problemin çözümü için askeri çaba gerekmez olmuştu. H. Kazım Kadri, babasının Trabzon ve civarı üzerindeki etkisine dair şu ilginç olayı da anlatmaktadır: Nemlizade Osman Efendi bir gün merhuma giderek, Torul’a göndereceği fırıncı bir Ermeniye bir iki süvari jandarma tefrikine (ayrılmasına) müsaade edilmesini rica etti. Ohan ismindeki bu fırıncı, onun adamı idi ve Torul’a bin lira para götürüyordu. Pederiniz, süvari tefrikine lüzum olmadığını ve götüreceği parayı doğruca götürmesini söylediği halde, kendisine bir mektup vereceğini ve şayet bir taraftan tecavüze uğrarsa bu mektubu göstermesini söylemiş. Fırıncı ertesi günü konağa giderek götüreceği parayı ona göstermiş ve o da dediği mektubu yazıp vermiş. Ohan, oradan bir arabaya binip gider ve Torul’a yakın bir yerde korktuğu başına gelir. Burada üç beş şaki, arabayı durdurup Ohan’ın getirdiği bin lirayı alırlar. Arabasının üzerinde buldukları yirmi lira da gasb edilir. O aralık Ermeninin aklı başına gelir ve ‘Benim yanımda valinin bir de mektubu var’ deyince, eşkiyanın reisi; ‘Nasıl mektup? Sen kim oluyorsun ki vali sana mektup veriyor, göster, bakalım!’ der. Ohan çıkarıp mektubu verir. Bu kağıt, bir sihir kuvvetini haiz imiş ki hemen oracıkta Ermeni’nin parasını iade eder; ‘Sakın bizi gördüğünü bir yerde söyleme’ derler ve en garibi, arabacının parasını da geri verdikten başka beş lira da hakk-ı sükût (Sus hakkı) olarak ihsan ederler”.
Kadri Bey’in Trabzon’daki asayişi ve düzeni sağlama çabaları birçok yabancı gözlemcinin de dikkatini çekmişti. Türkiye’deki İsviçreli şirketlerin mali meseleleriyle ilgili olarak 1902 yılında Türkiye’ye gelen ve 10 Mayıs 1902 tarihinde Trabzon’a da uğrayan İsviçreli hukukçu Ramber’in[15]: “Bugün idare ettiği bölgede halk sükun içindedir. Çiftçiler, amele, tüccar müsterihtir. İkiyüzlülerle, başkalarının sırtından geçinmeye alışık olanlar şüphesiz kendisinden memnun değildir. Fakat doğru kişiler namını takdis ediyorlar. Ve bunlar çoğunluktadır. Yollar muntazamdır. Şahsi emniyet koruma altındadır. Hükümetin ve Düyun-ı Umumiye’nin varidatı çok artmıştır. Reji’nin geliri ise beş yılda yüzde kırk nispetinde artmıştır. Bu adam hodbin ve aç gözlü değildir. Münzevi gibi yaşar. Şüphesiz müstebittir (başlı başına davranandır). Fakat çok yüksek seciye (karakter) sahibi bir müstebittir” dediği Kadri Bey, zekasıyla ve kendine özgü tedbirleriyle karışıklıkları düzeltti, eşkiyaya göz açtırmadı. Mizacı ve idari hareketleri belki Köprülü Mehmed Paşa’yı, Kuyucu Murat Paşa’yı ve İkinci Mahmud zamanındaki valilerden Hakkı Paşa ile Kaptanıderya Çengeloğlu Tahir Paşa’yı hatırlatsa da yine de halka kendini sevdirdi ve saydırdı. Eski haydutları jandarmalıkta ve eski kaçakçıları da tütün kolculuğunda kullandı. Kadri Bey, zekasını ve kudretini Trabzon’un imarına ve halkın terakki ve inkişafına sarf edebilseydi bunda da muvaffak olurdu. Gerçek şu idi ki, kendini halka sevdirmesini ve saydırmasını bilmişti. Bu nedenle adı uzun yıllar Trabzonluların dilinde saygı ve sevgi ile yaşadı[16].
Padişah dışında kimseye hesap vermeyen Kadri Bey, bazen kanunla bağlı kalmadı, kendine özgü kestirme yollar buldu. Vilayet içi yazışmalardaki formalitelere fazla uymadı. Valiliği zamanında Vilayete verilen şikayet dilekçelerinin (istida) üstüne, oldukça nükteli ve zarif emir notları (derkenar) yazdı. Hatta birgün vilayete Of ilçesinden bir kadının, kocasının kendisine nafakasını vermediğine dair dilekçesi gelmişti. Kadri Bey de şikayeti okuduktan sonra dilekçenin üzerine; “Sahib-i istida kadının bahçesini ekip biçen heriften nafakasını al, kadına ver! Şayet vermezse, adama şekerli kahve ikram et ve neticeyi bildir” diye yazarak, Jandarma Kumandanı Çürüksulu Süleyman Paşa’ya dilekçeyi havale etti[17]. Kadri Bey, orta boylu, şişman, kırmızı yüzlü, siyah top sakallı, keskin bakışlı biri idi. Kuvvetli bir hafızası vardı. Yalanı sevmez, yalancıyı bağışlamazdı. Görevine bağlı, uygulamada sert huylu idi. Çalışkan, dürüst, yiğitliği sever, samimi olduğu söylenen Kadri Bey, 1903 yılında görevi başında iken öldü. Sultan II. Abdülhamid’in 450 altın lira göndererek Trabzon’da Hatuniye Camii yanında yaptırttığı türbeye[18] defnedildi. Padişah II. Abdülhamid zamanında Trabzon’a damgasını vuran ve Trabzon’da rekor bir süre yani on bir yıl valilik yapan Kadri Bey’in menkıbeleri 1970’li yıllara kadar Trabzon halkının arasında dilden dile dolaştı.
[1]Mehmet Akif BAL, İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni.
[2]Trabzon’da görev yapmış birçok valinin faaliyetleri ile ilgili olarak bkz. Mehmet Akif BAL, Hatıralarda Trabzon’un Yakın Tarihi, Trabzon 2004.
[3]http://www.karalahana.com/makaleler/tarih/trabzon_kudret2.htm
[4]Ömer AKBULUT, Trabzon Tarihi-Cumhuriyet’ten Evvel Tarih ve Valiler, C. 1, Trabzon 1955, s. 171-176.
[5]Hüseyin Kazım Kadri, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatıralarım (Hazırlayan: İsmail Kara), İstanbul 1991, s. 43-45.
[6]Kadri Bey’in oğlu, devlet ve fikir adamı Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934).
[7]AKBULUT, a.g.e., s. s.171-176.
[8]Uzunsokak’tan Şehir Müzesi’ne dönülen yerdeki eski kahvehane (Y.N.).
[9]Hüseyin Kazım Kadri, a.g.e., s. 52-56.
[10]Reji (Tütün) İdaresi, Meydan semtinde ve şimdiki Zorlu Otel’in bulunduğu yerdeydi (Y.N.).
[11]1881 yılında kurulan ve Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlere olan borçlarını, belirli Osmanlı gelir kaynaklarından tahsil eden kuruluş. Trabzon’daki Duyun-ı Umumiye İdaresi’nin binası şimdiki Uzunsokak’ta bulunan Trabzon Öğretmenevi’nin yerindeydi (Y.N.).
[12]Akçaabat’ın Yıldızlı Köyü. Bugün burada, 1950 yılında meydana gelen toprak kayması sonucu oluşmuş Sera Gölü bulunmaktadır. Sera bölgesi, Trabzon’da seracılığın yapıldığı ve tütünün ilk kez yetiştirildiği yerdir (Y.N.).
[13]Bugünkü Atatürk Meydanı (Y.N.).
[14]Arsin ilçesinin Başdurak Köyü (Y.N.).
[15] Lui RAMBER, Gizli Notlar (Hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu), İstanbul 1975, s. 131-134.
[16]Mehmed ALDAN, İz Bırakan Mülki İdare Amirleri, C.2, Ankara 1990, s. 41.
[17]Haşim ALBAYRAK, Of ve Çaykara, 2. Baskı, İstanbul 1990, s. 223.
[18]Kadri Bey’in türbesi CHP Doğu Vilayetleri Müfettişi Tahsin Uzer ve Trabzon eski milletvekili Arif Sayıl beyler tarafından yıkılmıştır. Türbenin yıkım kararı, Uzer’le Sayıl’ın birgün Atatürk Köşkü’nde otururken verdikleri karar üzerine gerçekleştirildi. Bu yıkım kararında Uzer ve Sayıl’ı biraraya getiren ortak yanlar bulunmaktaydı. Kadri Bey’in Abdülhamid’ bağlı yönetici olması yanında, her ikisinin de Kadri Bey’e olan kişisel husumeti etkili vardı. Tahsin Bey’in Balkanlardan beri Kadri Bey’e duyduğu husumet ile, Sayıl’ın babasının intiharından Kadri Bey’i sorumlu tutması yıkım kararına sebep olmuştu (Arif Sayıl Bey’in oğlu Sn. Mustafa Kemal Sayıl Beyefendi’yle 22.02.2008 tarihinde Teşvikiye’deki evinde yaptığım özel görüşme notlarından).
Düzeltme
“Kadri Bey makalesinin dipnotunda yanlışlıkla Kadri Bey’le Tahsin Uzer Bey aynı dönemde yaşamış olarak verildi. Tahsin Uzer Bey’le aynı dönemde yaşamış olan Kadri Bey değil, oğlu Hüseyin Kazım Kadri’dir. Okuyucularımızdan özür dileriz”