Kendine özgü yapısı ve atmosferi ile dünyamız o kadar ilginç bir gezegen ki, milyarlarca yıllık evrim sonucu ortaya çıkan canlı türleri her köşesini işgal etmiş durumda. Yaklaşık her santimetrekare yeryüzü parçası birçok canlı organizmayı barındırmakta. Biyologların tahminlerine göre canlı türlerinin yarısından fazlası yağmur ormanlarında yaşıyor. Örneğin, Brezilya Atlantik ormanlarında sadece 2.5 dönümlük bir alan içerisinde 425 değişik ağaç türü bulunmakta veya Peru’nun Manu Milli Parkı’nın bir köşesinde 1.300 kelebek türü yaşamakta. Bu oranlar Avrupa veya Kuzey Amerika’ya göre en azından 10 kat daha fazla.
Diğer yandan ise, Antartika gibi canlıların yaşamlarını sürdürmelerinin oldukça zor olduğu ortamlarda bile değişik türler bulunmakta. Bunlar arasında bakteriler, mantarlar ve mikroskobik omurgasız hayvan türleri sayılabilir. “Extremophiles” denilen inanılmaz türler ise dondurucu kutup sularında ve kaynama derecesinin iki katı sıcaklıktaki volkanik termal kaynaklarda yaşıyabiliyorlar. SLIMES (Subsurface Lithoautotrophic Microbial Ecosystems) adı verilen bakteri ve mantarlar ise 3 km. derinlikteki okyanus diplerinde güneş ışınlarından uzak şartlarda enerjilerini inorganik kimyasal maddelerden elde ederek yaşıyorlar. Gezegenimizdeki biyolojik çeşitlilik konusunda bildiklerimiz henüz bilmediklerimizden çok daha az. Biyologlar şu ana kadar sadece 1.5 milyon kadar canlı türünü tanımlamışlar. Toplam olarak kaç canlı türü bulunduğu konusunda ise bir tahmin bile yapmak pek olanaklı değil. Bazı bilim adamları yeryüzünde en azından 3.6 milyon tür olduğunu savunurken diğerleri bu sayının 100 milyona kadar çıkabileceğini öne sürüyor. En az bilinen türler ise en küçük organizmalar. Böcekler ve kurtların sadece yüzde 10’unun bilindiği, bakteri ve diğer mikroorganizmaların ise yüzde 1’inin tanımlanabildiği sanılıyor. Daha büyük boyuttaki canlı türlerinin bile birçoğu henüz tam olarak tanımlanıp sınıflandırılmış değil. Örneğin, son olarak Vietnam-Laos sınırındaki ormanlarda 4 yeni tür canlı türü keşfedildi. Bunlardan, ineğe benzeyen bir cins hayvan, o kadar kendine özgü idi ki, biyologlar bunu ayrı bir familya olarak sınıflandırılmak zorunda kaldılar. Uzman biyologlara göre dünyamızdaki biyolojik çeşitlilik gözlerimizin önünde yok olup gitmekte. Hesaplamalara göre günümüzde türlerin yok olma hızı insanlığın ortaya çıkışından önceki döneme göre 100 ile 1000 kat daha hızlı seyretmekte. Ancak, bu olumsuz etki kendisini sadece varolan türlerin yok olması şeklinde değil, evrim ile oluşan yeni tür sayısındaki azalma ile de göstermekte. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise doğal çevrenin bozulup, yok olmakta olması.
Yok edici faktörlerin başında ise; tabii, insanoğlu gelmekte. Yağmur ormanları yeryüzünün yüzde 6’sını, yani Avusturalya kıtası kadar bir alanı kapsamakta. Günümüzde her yıl Tazmanya adasının yarısı kadar bir yağmur ormanı alanı yok olmakta. Bunun yanında, denizlerdeki yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan mercan kayalıklarının üçte ikisi önemli oranda zarar görmüş durumda. Bu hızlı yok olma sürecinde küçük canlı türleri daha fazla etkilenmesine rağmen sıradan insanların ilgisini genellikle daha büyük türler, özellikle memeli hayvanlar çekmekte. Pandaların, kaplanların, gorillerin, gergedanların yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olması sempati toplarken, hergün onlarca küçük türün bir daha görülmemek üzere yeryüzünden silinmekte olduğu gerçeği pek ilgi uyandırmıyor. Yeryüzünün son 500 milyon yıllık sürecinde canlılar 6 kez toplu yok olma olayı ile karşılaştılar. Bunların en sonuncusu 65 milyon yıl önce bir meteorun Meksika Körfezi’ne düşmesi sonucunda gerçekleşti ve bilindiği gibi özellikle dinazorların yok olmasına yol açtı.
Tabii, diğer türlerin çoğu da bu olaydan nasibini aldı. Geride kalabilen bitki ve hayvan türleri 2 ile 5 milyon yıl gibi uzun bir evrim süreci sonunda biyolojik çeşitliliği yeniden ortaya çıkardı. Bilim adamları yeryüzünün 7’inci toplu yok olma olayı ile karşı karşıya olduğuna inanıyor. Eğer ormanların ve mercan kayalarının yok olması bugünkü hızı ile devam ederse 21’inci yüzyılın sonunda bitki ve hayvan türlerinin yarısı yok olmuş olacak. Daha az sayıda tür daha yaygın olarak dünyayı kaplamış olacak. Bunlar arasında karıncaların ve farelerin başta geleceği tahmin ediliyor. Bundan sonra, sadece günümüzde var olan tür sayısına ulaşabilmek için aradan milyonlarca yıllık bir evrim sürecinin geçmesi gerekecek. Yani, bir asır içerisinde yapılan tahribatı giderebilmek için doğa, milyonlarca yıl çalışmak zorunda kalacak. Bu gidişi durdurabilmek için insanlığın ortak olarak hareket etmesi gerekiyor. Bilim yolu ile yeryüzünün ve üzerinde yaşayan canlı türlerinin tanınıp anlaşılması ve türlerini devam ettirmeleri için gerekli ortamların korunması gerekmekte. Doğadaki türler ile aramızda daha yakın bir ilişkinin kurulması zorunlu. Aslında bu ilişki önceleri daha olumlu bir şekilde varolduğu halde insanlık tarihinin son zamanlarında hızla kaybolmaya başladı. Örneğin, tarih boyunca insanlar yaklaşık 7.000 tür bitkiyi yetiştirdikleri veya toplayıp kullandıkları halde günümüzde dünya nüfusunun yüzde 90’ı sadece 20 tür bitkiyi kullanarak besleniyor. Hatta, bunlardan üçü; buğday, pirinç ve mısır tüm nüfusun yarısını beslemekte. Bitkilerden ilaç elde edilmesi konusunda da insanların çok yetersiz kaldığı kesin. Doğadaki milyonlarca bitki türü arasından sadece birkaç yüz tanesi antibiyotik, kanser ilaçları, ağrı kesiciler gibi amaçlarla kullanılmakta. Ama, ilaç elde edilebilecek daha o kadar çok potansiyel bitki var ki, bunun farkına varan ilaç firmaları ilkel kabilelerde yıllardan beri kullanılmakta olan şifa verici bitkileri öğrenmek üzere amansız bir yarışa giriştiler bile. Bilimin ve teknoloji yardımı ile insanlığın ve birçok diğer canlı türünün gelecekte yok olma aşamasına gelmesi engellenebilir. Bunun için toplumun tam anlamı ile bilinçlendirilmesi ve desteğinin sağlanması şart. Ancak dünyayı tamamen etkisi altına almış görünen kapitalist ekonomi ve yönetim sistemi, bir taraftan doğanın ve çevrenin yok olmasını önlemek ister görünse de, gerçek yapısı gereği kısa dönemde materyalist çıkarları uğruna her yoldan kâr sağlamayı hedeflediğinden bu tip sorunları ikinci planda tutmak zorunda kalmakta. Şu an için kısa sürede doğanın korunmasına yönelik köklü değişiklikler olabileceğini beklemek sadece bir hayal. Ancak, uzun dönemde bu sistemin ya kendi evriminden geçmesi veya yıkılarak yerine yeni bir sistemin gelmesi sonucunda yeryüzünün geleceğini korumaya yönelik etkin önlemlerin alınmaya başlayacağını umabiliriz. Bu yolda gittikçe artan baskılara şahit oluyoruz. Örneğin, geçtiğimiz aylarda Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü ve geçenlerde Washington’da IMF ve Dünya Bankası toplantıları sırasında yapılan eylemler gittikçe artan sayıda, çoğunlukla genç insanın, bugünkü sistemden, özellikle küreselleşme denilen kavramdan duydukları rahatsızlığı dile getirmesini gördük. Bu tip tepkilerin giderek artması yavaş yavaş ekonomik düzenin de evrim geçirmesine ön ayak olabilir.
Kaynak:Dr. Bülent TURMAN