BULUTLARIN ÜZERİNE BİR YOLCULUK ÇAMLIHEMŞİN YAYLARI
Hava kararmaya başlarken Pazar ilçesini geçip, Ardeşen’e 2 km. kala anayoldan sağa döndük. Yakın zamanda yapılmış asfalt yoldan Çamlıhemşin’e doğru ilerliyoruz. Fırtına deresi, Ağustos ayı olmasına rağmen yine de gürültülü bir coşkuyla Karadeniz’e doğru akıyor… Tam yağmur çiselemeye başladığında Çamlıhemşin‘e geliyoruz. Kasaba merkezine hiç girmeden, misafir olacağımız Aşağıçamlıca (Aşağıvice) köyüne yöneliyoruz. Köyün eteğine kurulduğu dik yamacı toprak bir yoldan tırmanırken, burnumuza kahve kokusu geliyor. Sonradan bunun, şimşir ağacının kokusu olduğunu öğreniyoruz.
Çamlıhemşin’in şimdi hayatta olmayan ilk Belediye Başkanı “İbran” Osman Kurtuluş’un evine ulaştığımızda yağmur da hızını arttırıyor. Ahşap, iki katlı, tipik bir Doğu Karadeniz evi… Evin ilk yapıldığı dönemde kullanılan malzeme ve işçilik, sonradan onarılan bölümlere göre çok daha gözalıcı. Sofada yorgunluk çaylarımızı içerken, ertesi günün programını konuşup Çamlıhemşin’den söz ediyoruz.
Çamlıhemşin’in ilçe nüfusu 2500. Bu rakama bağlı köylerin nüfusu da dahil edildiğinde 10 bini aşıyor. Yazın ise, ilçe dışındaki Hemşinlilerle birlikte nüfus 30 bini buluyor. Öğrendiğimize göre, Çamlıhemşinlilerin önemli bir bölümü tatillerini “memleketlerinde” geçiriyorlar. Yurdun dört bir yanına dağılmış yöre halkı, ne yapıp edip yılda bir hafta bile olsa buraya geliyorlar.
Halkın bir bölümü geçimini çay üretiminden sağlıyor. Ancak bu üretim, doğal olarak sahil şeridindeki kadar yoğun değil. Nitekim, bölgenin dağlık olması nedeniyle tarıma elverişli arazi miktarı hayli sınırlı. Bu durum, Hemşinlileri geçen yüzyıldan beri “gurbetçiliğe” zorlamış. Misafir olduğumuz evde, yaşlı bir Çamlıhemşinli’den bu gurbetçilik serüveninin kısa bir öyküsünü dinliyoruz. Yüzyılın başında, Rusya’ya fırıncı olarak giden iki amcasından biri, Ekim Devrimi’nden sonra Polonya’ya göçüyor; diğeri ise Tacikistan’a sürülüyor. Yıllar sonra birbirini bulan bu iki kardeş, evvelki yıl Çamlıhemşin’e, ata diyarına gelmişler. Hatta bir ara yerleşmeyi de düşünmüşler ama iklime uyum gösteremeyip geri dönmüşler. Çamlıhemşinlilerden buna benzer birçok “dram” dinlemek mümkün. Kısacası, Hemşinliler büyük kentlerle çok erken tanışmışlar. Sonuçta, eğitim düzeyi yüksek, açık fikirli bir topluluk olmuş Hemşinliler.
Ertesi sabah saat 07.00’de ayaktayız. Birgün önce uzun bir yolculuk yapıp geç bir saatte yattığımız halde kendimizi gayet zinde hissediyoruz. Anlaşılan, buralarda temiz hava nedeniyle birkaç saatlik uyku yeterli oluyor.
Yaylaya yürüyerek gitmek mümkün değil. Gerçi yıllar önce, on saati aşan bir yürüyüşle çıkılırmış yaylaya ama artık genellikle jip türü araçlar tercih ediliyor. Biz de öyle yapıyoruz. Bir jip kiralayarak yola koyuluyoruz.
Çamlıhemşin Yaylaları Gezisi
Çamlıhemşin’in çıkışında yol ikiye ayrılıyor. Sol taraf Ayder, Kavron ve Kaçkar’a gidiyor. Biz, gece kararlaştırdığımız gibi Çat, Kale yol ayrımından Çiçekliyayla’ya gitmek için sağa dönüyoruz. 5-6 km.’lik bir bölüm asfalt. Fırtına deresini izleyerek ilerliyoruz. Şenyuva (Çinçiva) köyüne yaklaştığımızda, “Sisi” levhası gözümüze çarpıyor. Derenin karşı kıyısında, ancak teleferikle ulaşılabilen bungalovların, 1993 yılında bir trafik kazasında hayata veda eden Savaş Güney’e ait olduğunu öğreniyoruz. Yöreyi iyi bilen kılavuzumuz, Savaş Güney’in Çamlıhemşin yaylarında “trekking”i ilk başlatan bir doğa tutkunu olduğunu söylüyor.
Yol, bölgenin geçit vermez doğal koşulları nedeniyle, Fırtına deresi üzerien kurulmuş köprülerden, derenin bir o yanına, bir bu yanına geçiyor. Bölgeye özgü kemerli taş köprülerden ilki Şenyuva köprüsü… Üçyüz yıllık köprü, doğal çevre ile mükemmel bir uyum içinde. Dahası, sadece Şenyuva köprüsü değil, Fırtına deresi üzerindeki, birbirinin benzeri tüm tarihî köprüler sanki Doğu Karadeniz coğrafyasının doğal bir parçası gibi… Asfalt yol bitip ormanın içinden Ülkü (Mollaveys) köyünü sağımıza alıp rampaya vurduğumuzda, toprağın her noktasından yeşilin adeta fışkırdığı, karanlık, sisli ama büyüleyici bir dünyanın içinde buluyoruz kendimizi. Yüksek dağ yamaçlarından dökülen küçük şelaleler Fırtına deresi karışıyor. İlerde, sislerin arasından Zil Kalesi’nin silüeti beliriyor. Osmanlılar döneminde de kullanılan Zil Kalesi’nin 13. yüzyıldan önce Komnenoslar döneminde inşa edildiği sanılıyor.
Dozkaban’da küçük bir kır kahvesinde çay molası veriyoruz. Kır kahvesi diyoruz ama aslında ahşap bir ev; ön cephesi de mütevazi bir köy bakkalı olarak kullanılıyor. Çaylarımızı içip yola devam ediyoruz; ikinci molamız Çat düzünde… Öğle yemeğini Toşi Tesisleri’nde yiyoruz. Mönü, yörenin “klâsiği” mıhlıma.
Kale köyünü geçip Çiçekliyayla’nın zirvesine yaklaşıyoruz (bölge halkı “zirve” yerine “sırt” kelimesini tercih ediyor); yola çıkalı üç saate yakın bir zaman geçmiş. Artık bulutların üzerindeyiz. Zirve, yaylanın adına yakışır bir görüntüye sahip. Rengarenk çiçeklerle bezeli, düz bir arazi. İrtifa 2000 metrenin üzerinde… Kimi ziyaretçilerin, uygun hava koşullarında, çadır kurarak birkaç günlerini zirvede geçirdiklerini öğreniyoruz. Bir saat önce bulutların içinden geçerek çıktığımız sırtta, görüntünün bu kadar açık olması şaşırtıyor bizi… Tam beş vadiye hakim bir zirve burası. Sol taraftan, Hemşin ve Başhemşin yaylalarından doğan bir dere, Çat düzlüğünde Elevit deresi ile birleşip Fırtına deresine karışıyor. Derenin doğduğu tepelerin arkasından Çayeli yaylarına iniliyor. Arkamızda Verçenik silsilesi… Tatos krater gölünden doğarak vadiye inen dere ise Kale köyünden geçerek Hemşin deresiyle birleşiyor. Kılavuzumuz, Tatos’un muhteşem güzellikte bir göl olduğunu söylüyor ama zamanımız yok. Aklımız Çiçekliyayla’nın zirvesinde kalıyor; Çat düzüne geri dönüyoruz.
Elevit Yaylası Gezisi, Çamlıhemşin
Bugün, ikinci güzergâhımız Elevit yaylası. Çat düzündeki yol ayrımından sağa dönüp yarım saat kadar yol aldıktan sonra Elevit’e giriyoruz. Elevit’deki yayla evlerinin son derece bakımlı ve yeni görünümlü olmaları dikkatimizi çekiyor. Çay içtiğimiz kahvede öğreniyoruz: Yaylada 5 yıl önce çıkan yangının ardından bir kısım evler yeniden inşa edilmiş. İnşaatı süren evler de var. Elevitliler ballarıyla övündüklerinden olsa gerek, çayın ardından süzme yoğurt ve bal ikram ediyorlar. Dostlarımızın konukseverliğine teşekkür edip Çamlıhemşin‘e dönüyoruz.
Ayder ve Kavron Yaylası Gezisi, Çamlıhemşin
Ertesi sabah, Kavron yaylasına çıkmak üzere ilçe merkezinden Ayder’e doğru gidiyoruz. Ayder yaylası, şifalı kaplıcaları nedeniyle olsa gerek, bölgenin en çok turist çeken yeri… Yerli turistlerin yanısıra yabancı turistler de Ayder’e yapılaşmaya yeni kurallar getirilmiş. Sadece ahşap yapılaşmaya izin verildiğinden, daha önceki yıllarda inşa edilen beton yapılar da ahşapla kaplanmışlar.
Ayder’de fazla oyalanmayıp yola devam ediyoruz ve yaklaşık bir saat sonra Aşağı Kavron’a ulaşıyoruz. Buradaki evlerin tamamı çığ tehlikesi nedeniyle tek katlı, alçak yapılar. Yine de her yıl bir-iki evi çığın götürdüğü söyleniyor.
Yukarı Kavron’a yaklaştıkça orman örtüsü giderek azalıyor. Yol boyu Kaçkar’da zirve yapmayı plânlayan dağcılara rastlıyoruz. 2200 metre irtifaya ulaştığımızda yol da bitiyor. Kaçkar silsilesi, artık bütün ihtişamıyla karşımızda…
Birkaç günlük Çamlıhemşin gezimizde, deniz-kum-güneş üçgeninin yegane tatil biçimi olmadığını, farklı bir tatil düşü kuranlar için Türkiye’nin ne kadar çok seçenek sunduğunu anlıyoruz. Bir dahaki sefere, bu gezide görme şansı bulamadığımız krater göllerine gitmeyi kararlaştırarak dönüş hazırlıklarına başlıyoruz.
Yazan: Oktay CİHANGİR
Kaynak: SKYLIFE Türk Hava Yolları Dergisi Eylül 1997