SABAKOL’UN KAHVESİ:
Samsun köylerinin türkülü oyunlarındandır.
SALLAMA:
Konya yöresinden Akşehir ilçesinin meselâ Engili köyünde oynanan Sallama bambaşkadır. 4 – 8 kadar kadın tarafından tef eşliğiyle yürütülür. Adı, sallantılı hareketlerinden mülhem (ilham alınarak konulmuş) görünmektedir. Yine o bölgede Bozkır’ın Sarku köyünde Sallama ve Sektirme oyunları yalnız erkeklere mahsustur (özgüdür).
Saideli’nin (şimdi Kadıhanı) Kolukısa köyünde Sallama oyunu tef ve kaval eşliğiyle 2 – 4 erkek tarafından yürütülür. Kadınlar ayrı oynarlar. “İyi oynayanlar, burada itibar kazanıyor” denilmektedir. Akşehir ilçesinin (Konya) Akait köyünde de Sallama oyunu vardır.
Güneyden Isparta’nın Sütçüler köyünde (şimdi il) Kesik Zeybek ile birlikte Sallama adlı bir çeşit de gün görüyor. Antalya köylerinde kez’ (böylelikle) vardır.
Kuzeyden Ordu yöresinde Sallama dört erkek tarafından kemençe eşliğiyle oynanılarak Pazar ilçesinin Sallamasıyla bir gibidir
Kars’ta tek kişilik Sallama dahi vardır.
SAMSUN MERKEZ MÜBÂDİL KÖYLERİNDE OYUNLAR:
Kadın oyunları düğünlerde oynanır. Bayramlarda oyun oynamazlar. Kızlar salıncak kurar, yahut bir evde toplanırlar veya harman yerinde toplanarak köy türküleri söylerler. Gençlere (delikanlılara) m’niler de atarlar. Meselâ;
Erenler tuz katar
Ekşi ayrana
Hoş geldin bre Hasan
Bizim bayrama
Ayrıca harman yerinde kızlar türkü ve hareketleriyle gelin almayı canlandırırlar:
- Düğünlerde oynanan kadın oyunları şunlardır:Kız Saçların, Cimdallı, Süt İçtim Dilim Yandı, Debreli Hasan, Kanberim, Gelin Havası, Kadriyem, Hüseyin Ağa (İseyina), Hatice, İsa Bey, Çiftetelli, Arada Boyu, Oklava Oyunu, Bıçak Oyunu, Hop Hop Bir Danem, Mendili Küçük Hanım, Ördek Türküsü, Çadırımın Direği.
Şu oyunlar da arzuya göre bayramlarda bazen oynanır: Alaylar, Karşılama, Yanir Aylerim.
- Erkek oyunları, düğünlerde yürütülür:Çamaşır, Cuguş, Hora, Kasap, Harmandalı, Hüseyin Ağa, Debreli Hasan, Köroğlu, Kadriyem, Kanber, Çiftetelli, Hoşbilezik, Halvacı, Sepetçioğlu, Çarşamba Oyun Havası, Bıçak Oyunu, Kız Saçların, İsa Bey, Sito, Paşa Dudu, Çadırımın Direği, Arabistan Kızları, Samsun Sallaması.
Adı geçenlerden şunlar, Çırakman köyü ve çevresindeki göçmen köylerinin birlikte gelmiş öz oyunlarıdır. Kız Saçların, Cimdallı, Debreli Hasan, Kanberim, Haticem, İsa Bey, Arda Boyu, Oklava Oyunu, Hop Hop Bir Danem, Medili Küçük Hanım, Çadırımın Direği, Alayları, Adı geçenlerden şunlar, Çırakman köyü ve çevresindeki göçmen köylerinin birlikte gelmiş öz oyunlarıdır. Karşılama, Yanir Aylerim, Çamaşır, Cuguş, Hora, Kasap, Hüseyin Ağa, Köroğlu, Kanber, Helvacı, Sito Paşa Dudu, Arabistan Kızları.
Kadınlı – erkekli karma oyun yoktur. Ayrılık, eski zihniyete uygun göreneğin alışılmış eseridir.
Oklava Oyunu, Çamaşır ve Bıçak Oyunları tek kişiyle; Kız Saçların, Cimdallı, Süt İçtim Dilim Yandı, Arda Boyu, Çiftetelli, Kasap, Köroğlu, Helvacı, Çarşamba Oyun Havası ikişer kişiyle; geri kalanlar hora oldukları için altı ve daha fazla kişiyle oynanırlar.
Oyun oynanırken tempo ‘leti olarak tabanca, bıçak, kaşık kullanılır.
Erkek oyunları davul – zurna, ince çalgı (keman, cümbüş, klarnet, ut ve caz davulu) eşliğiyle yürütülürler. Kadın oyunlarında hiçbir çalgı desteği yer almaz. Sırf türkü çağırarak oynarlar.
Tek ve iki kişiyle oynananlarda türkü söylenir. Horanlar, türküleri olduğu halde söylenmeden oynanırlar. İyi söyleyici bulunursa horanlarda da birlikte türkü söyleme olur. Yeni: kimi oyundakiler kimi de seyircilerden bir – ikisi birlikte söylerler.
KANBERİM
Kanberim Kanberim
Bahçelerde gezersin
Gülleri başına dizersin
Dizme gülleri başına
Sen güllerden güzelsin
İSA BEY
Tekkeköy’den yollandım
Fındıklık’ta dayandım
Vurma beni İsmail
Gençliğime doymadım
CİM DALLI
Keçi taşta yayılar
Kemikleri sayılır
Çıkma gelin dışarı
Seni gören bayılır
Haydi de yavrum cimdallı
Kızlar giyer bindallı
Bindallının üstüne
Altın kemer olmalı
ALİMEM (HALİMEM)
Entarisi şal yaka
Alimem bayıldım baka baka
O yârimin cebinde
(Alimem) olsam naylon tabaka
DEBRELİ HASAN
At martini Debreli Hasan dağlar inlesin
Drama hapsinde Debreli Hasan adın söylensin.
PAŞA DUDU
Arenler satara ana okkayla kına (aman aman)
Kızlara ilâyık Paşa Dudu davulla zurna
Arenler satara ana okkayla yünü (aman aman)
Ne vakit yapacan Paşa Dudu davulla düğünü
Göçmen köylerinde oyunlar karşılıklı olarak hep birdir (ayıdır). Yalnız ayrı olan oyunlar da vardır. Antyeri köyünde Yeşil Kurbağalar oyunu oynanmaktadır. Tekkeköy’de cirit, Karadeniz Oyunları, Çerkes Oyunları ayrı özellik gösterirler. Şimdi bucak (nahiye) olan bu köy; yerli, mübâdil (Rumelili göçmen), Doğu Karadeniz’den gelip yerleşenler ve Çerkeslerle karışık bir köşedir. En iyi oyuncular Çırakman, Asarağaç, Ökse, Çinik ve Alibeyli köylerinde bulunur. Çırakman köyü oyuncuları toplu takım hâlinde düğünlerde oynamaya ve oyun göstermeye giderler.
Hora, Sallama gibi genel oyun adları vardır. El ele tutuşularak yürütülen oyunlara Sel’nik Türklerince de Hora denildiği için kelime göçmenlerle bu köylere de gelmiştir. Şimdi bir çeşit hâlindedir.
Her oyunun sözlerinden birer kıta yukarıda yazıldı. Yerlilerin oyunlarında söylendiği gibi bir türkü (m’ni) her oyunda söylenmez. Her oyunun türküsü ayrıdır. Samsun Sallaması hariç bütün oyunların türküleri vardır.
Yerli oyunlarına göçmenlerin Horaları benzer. Bir de Sito, Simsim’e kısmen benzer. Öbür oyunlar hiç benzemezler. Pek alımlı ve özgül (özgün) oyunlardır.
Yerli halk ve Trabzon, Rize taraflarından gelenler de bayramlarda çalgılı oyunlar tertiplemektedirler.
Köyün gelinlik yetişkin ve daha küçük kızları, Rumeli’de de yapıldığı gibi harman yerinde toplanırlar. Çünkü harman yeri bomboş ve düzdür. Küçük – büyük kız çocukları harman yerini çevrelerler. 13 – 18 yaşlarındaki kızlar harman yerine çıkarlar ve dizilirler. Bir tarafta iki kız, öbür tarafta 8 – 14 arasında kız sıralanır. Karşılıklı yanaşır ve teksor geri geri saf oldukları yere kadar varırlar. Tekrar ileri yürüyüşe geçerler. Kol koladırlar ve türkü söyleyerek adım atmaktadırlar. İkinci yanaşmada türküsü bitmiş olur. İki kız, çok olan taraftan adını söyledikleri kızı kendi saflarına alırlar. Bu kalabalık kız safı, iki kişiye düşünceye kadar gidip gelmeler sürer. Ondan sonra, kalan iki kız, bu sefer öbür taraftan kızlar almaya başlar, türkü söyleyerek. Ancak, her iki tarafın sözleri aynıdır:
Türküsü
A – Alaylar, alaylar bizim alaylar!
B – Ne istersin, ne istersin sizin alaylar!
A – O karşıda, o karşıda bir güzel gördük, onu isteriz.
B – O güzelin, o güzelin adı nedir? Bildirin bize.
A – O güzelin, o güzelin adı Nevi’dir Nevin.
B – Altın arabasız, gümüş tekerleksiz gelin vermeyiz biz.
A – Altın arabayla gümüş tekerlekle gelir alırız biz.
Sel’nik’te k’milen (tamamen) oynanan oyunlar şunlardır: Cuguş (ikişerli), Debreli Hasan (6 ve daha fazlası), Kanber (6 kişiyle), Paşa Dudu (6 ve daha fazla), Ağacının Fatmesi, Karşılama (İkişerli), Gümülcine Oyunu (İkişerli), Köroğlu (1 – 2) Telefonun Telleri, Titfom (İkişerli), Kasap (1, 2, 3, 4…), Bulgar Horanı, Huyina (6…), Çadırımın Direği (1, 2, 3, 4…), Cuguş’un Harmanları (2, 3, 4…) Karşı ki Dağda (1, 2) Alay Bey., parantezler içinde kaçar kişiyle oynandıklarına işaret edildi. “İkişerli” sözünden ikişer ikişer birçok kişinin oynadığı anlaşılmaktadır. (6…) altı ve altıdan daha fazla kişiyle demektir. Hora, sıra oyunudur (1 – 2) bir veya iki kişiyle (1 – 2 – 3) oyun yerinde birkaç kişi ayrı olarak, yani el ele tutunmadan oynarlar (1- 2- 3- 4- 5). Olanlarda ayrı ayrı ve oyun yeri dolana kadar oyuncu oynar demektir. Tittom Kavala oyunu, Hüseyin Ağa da Şav, Şaban’ım Çaylek köyünün oyunudur. Debreli Hasan, Sarı Şaban’ın Muratlı köyüne aittir. Bu oyunu Trakya göçmenlerinde ve Ege’de bilmeyen yoktur. Debreli Hasan efsaneleşmiştir. Fakir halkın koruyucusu olan bir eşkıya sıfatıyla anılmaktadır. Debreli Hasan’ı öldürenin akrabaları şimdi Samsun’un köyündedir.
Hoşbilezik ve Sepetçiolu gibi oyunları, göçmenler Samsun’a yerleştikten sonra yerli halktan öğrendiler. Askere giden göçmen çocukları yurdun her yerinden çeşitli oyunları aralarına getirdiler.
Adı geçen köyde çoğunluk Rumeli göçmenleridir. İkinci planda az olarak Karadeniz göçmenleri gelir. Erzurum’dan gelenler, parmakla gösterilecek kadar azdır.
Sel’nik göçmenleri Horan yerine Hora diyorlar ve iki kelimeyi bir (aynı anlamlı) sanıyorlar. Hora adını bölgeye aşılıyorlarsa da maya tutturamazlar. Horan daha yaygın ve başkadır. Yukarıda adları sayılan oyunlardan parantezi içinde (6-) yazılı oyunları geliyor. Sel’nik sıra oyunlarına katiyetle Hora diyorlar. Hora ve Horan kelimelerinin bu sefer (kez) Samsun’da andırışması yeni bir tesadüfi karşılaşmadan ibarettir ve durum gariptir.
Düğünlerde bilhassa ortada yanan ateşin çevresinde 2 yahut 4 kişiyle karşılıklı oynanır. Oyuncuların pek atik olması gerekir. Oyun yerini çemberlemiş durumdaki seyircilerden biri oyuna gireceği zaman oyunculardan birine ansızın arkadan vurup düşürebilir. Oyuncunun hep tetikte durması l’zım. Oyuna katılacak olan herhangi bir oyuncu oynayanlardan birine vurmağa çalışır. Oyuna katılacak olanın pek canlı ve hep tetikte kalması gerekir. Oyun sırasında oyunculardan çeşitli taklalar atanlar da olur. Simsim Rumeli’de oynanmaktadır.
Pıçak. Köroğlu oyununda birbirine vurularak, tabanca da oyun sırasında davulun tokmağı uyarak atış yapmak suretiyle tempo ‘leti olarak kullanılır.
İnce Çalgı, Samsun’a yerleşildikten sonra kurulan çalgı takımıdır. Sel’nik’te böylesi yoktur. (Köy sekenesi “halkı” ‘mübadilâ yerine ‘müb’dir’ kelimesini kullanıyorlar!).
Hora çekelim, yahut Hora oynayalım veya Hora tutalım demektedirler. Hora tepelim, katiyen demiyorlar ki mühimdir. Toprak, nimet yaratır, onu tepmek nimeti tepmek demektir.
Sel’nik’te de oyunlarda çalgı davul – zurnadır. İki – üç zurna ile bir davula “bir çete” t’bir olunur. On çete Davul’a düğün yapan olurmuş. On çetede; on davul ile 20 – 25 zurna bulunur ki bir nevi (çeşit) Mehterh’ne demek olur. Zurnalar da ikiye ayrılır: Cura Zurna, Kaba Zurna.
Bir çete Davul’da iki zurna olursa biri “kaba”, öbürü “cura” (curna) zurnalarıdır. Üç zurna varsa ikisi “kaba” biri “cura” zurna olurmuş.
SAMSUN’DA OYUN:
Dışarıdan gelen çeşitli etkilerle fazla temastaki merkezlerde daima görüldüğü gibi, Samsun merkezinin âdetlerinde de meselâ çeyrek asır öncelerin daha eskiye uygunluğu bulunmaması gerektir. Dış mahallelerde ve yöre köylerinde oyun çeşitleri az olmakla beraber, Halay ve Sinsin gibilerinde güneydeki çeşitlerle olan r’bıta (bağ) da mahfuzdur (saklıdır).
SİNSİN OYUNU:
Köy düğünlerinde delikanlılarca oynanan bir tertiptir. Zamah Yeri dedikleri bir harman meydanlığında toplanırlar. Ortada Maşalama dikilidir ki, bu iki – üç metre uzunluğundaki bir kazığın tepesindeki müdevver (yuvarlak) bir saça doldurulmuş çıraların meş’alesinin titrek ve sönük ışıkları etrafında oynarlar.
HALAY:
Düğünlerin “kına alma” âdetinde kız evi önünde halay çekilir.
SARHOŞ BARI:
Doğumuzdan göçme olarak bazı Sivas köylerinde de tutunmuş sıra oyunun çeşitlerindedir.
Asıl Erzurum barları faslında, bar tutulduğu zaman ilk yürütülen çeşit mutlaka bu bardır. “Ser” ve “Hoş” kelimelerinin birleşimiyle “baş güzellik” anlamında olup figürlerce de sarhoşlukla herhangi bir taklit al’kası yoktur.
Sarhoş Barı’nda eller taraklanarak omuz hiz’sından yukarı kaldırılırlar. Söylenen havaya göre hareketler ayaktan başlayıp hızlanır. Ayaklarda en çok taban kısmı iş görür. Bu oyunda aranacak ilk vasıta (özellik) vücudun muntazam tutulması ve oyunun hareketlerinde olduğu kadar bakışlarda da delikanlılık gururunu belirtecek tavırlar alınmasıdır. Süzgün ve mütebessim (gülümser) bakışlarla güzelliğin im’sına da (hatırlatılması da) çalışılır.
Oyunun sonuna doğru en mühim (önemli) rol bacaklara ve ayakların ayrı ayrı ökçe ve tabanlarına geçer. Oyunun sonunda oturma kısmı da vardır: Bu hareketler bilhassa hızlı yapılıp, bir oturup bir kalkma tarzında birkaç defa tekrarlanır.
Nihayetleniş (sona erdirme) “barbaşı”nın arzusuna bakar. Barbaşı ayağa kalkıp daha oynanmayacağını işaret etmek üzere mendilini havaya kaldırınca, zurna da havayı değiştirir.
Bar devam ederken, oyuncuların seyirci arkadaşlarından biri kendi kiraz ağızlığına bir cigara (sigara) takarak yakar. Barbaşı’ndan başlamak üzere her barcıya sırasıyla birer – ikişer nefes çektirir. Cıgarayı içirtirken, sağ elini oynamakta olan Dadaş’ın omzuna koyarak delikanlının hareketlerini bozdurmamak için kendisi de hafifçe hareketere (figürlerce) katılır ve cigarayı sol eliyle içirtir. Bir arkadaştan öbürüne geçerken ağızlığın ağıza gelen ucunu ya yanağına veya avucu içine sürerek bir nevi nef’set amaçlı güzel nef’set (temizlik) yapmış olur. Diğer barlarda da birer arkadaş böylece yerinden kalkarak dizidekilere cigara (sigara) çektirir.
Sarhoşlukla ilgisi bulunmayan Sarhoş Barı’nın Erzurum’da bir adı da Baş Bar’dır.
SARHOŞ ZEYBEK:
Bu sözsüz Kütahya havası zurnada çalınırken oyuncu kaşıklarla harekete geçer.
Bilecik ve Söğüt üzerinden Bolu’nun kuzeydoğu mıntıkasına kadar kaşıklarla zeybek oynamak çığırı köylere kadar yaygın ve kıdemli görünüştedir. Aralarda bu çığırı unutmuş görünen köyler de vardır.
SARI ÇİÇEK:
Çoruh bölgesi oyunlarındandır. Yıllarca sevişip ancak neden sonra kavuşabilen iki yavuklunun sevinç içinde karşılıklı yürüttükleri oyun çeşididir. Kız ve erkek böyle bir saadetin hâtırasını tasavvurla oyuna kalkarlar. Hızlı, fakat yumuşak hareketli bir oyundur. Ayak hareketleri pek muntazamdır. Çoruh bölgesi oyunları arasında yaşanmış olayları yaşatan çeşitlerden epey vardır. Bunlar yarı konulu tertiplerdir. Horonlar, sert ve fazla canlı olduğu için, kadınlar horanlarda (ancak bazı horonları figürlerce yumuşak yürütmek suretiyle) kendi aralarında olmak üzere nâdiren yer alırlar.
Aman aman sarı kız
Ben yapamam yalnız
Sarı Çiçek adlı Artvin oyunu ya iki kişiyle yahut dört kişi tarafından oynanır. Tercihen bir kız, bir erkek veya iki kız – iki erkek tarafından yürütülür. İki veya dört kişiyle yürütülüşüne göre bazı değişiklikler yapılıyor. Değişiklik, daha ziyade figürlerin tertip ve sıralanışında vukua (meydana) gelmekle beraber tahavvül de (değişimde) bazı figürler de müessirdir. (etkilidir) Ayrıca, kız ve erkeğin oynayışlarında da farklar görülür.
Sarı Çiçek bir kız – bir erkek tarafından oynandığında el, kol ve vücut hareketleri önem kazanır.
SARI GELİN:
Kars köylerinde çok yaygın olarak söylenen güzel havalı Sarı Gelin Türküsü’nü bundan 35 yıl önce Kars’ın ilk kurtuluşu üzerine ilimize vazife ile gelen rahmetli tarihçi Ahmet Refik (Altınay) Bey tespit etmiştir: Bir Türk delikanlısı, köyünde yaşayan bir Hıristiyan kızını seviyor. Sabahları tarlaya giderken peşinden ayrılmıyor. Akşamları sürüleri ağıllarına dönerken sevgilisinin hüsnünü (güzelliğini) seyrederek ruhunun ateşini teskine (yatıştırmaya çalışıyor) fikren, hissen o derecede meşgul oluyor ki, nihayet taptığı haç’ı, sevdiği şalibi (haç’ı) görmek istiyor. Kalbi heyecan içinde çarparak bir Pazar sabahı kalkıyor. Kiliseye gidiyor. Bir köşeye çekiliyor. Sevgilisinin taptığı haçı, kilisede yapılan ‘yini seyrediyor. Türkü şöyle başlıyor:
Vardım kilisesine, baktım haçına
Mail oldum bölük bölük saçına
Kız seni götürem İsl’m içine
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Şarkının nakaratı o kadar hazîn (hüzünlü, kederli, üzüntülü), o derece müessir (etkili, duygulandırıcı) ki… Ali, elini şakağına koymuş, gözleri gür nem (nem dolu), ruhundan kopan teessürle (üzüntüyle) feryat ediyor:
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Dedikçe gûya (sözde) ağlamak istiyor. Sarı Gelinler orada da mı bedbaht (kötü talihli)
‘şıkları bu derecede teshir etmişlerdir (büyülemişlerdir).
Bu Sarı Gelin Türküsü’nün ikinci h’nesi (bölümü, dörtlüğü) şöyledir:
Vardım kilisesine kandiller yanar
Kıranta Keşişler perv’ne döner
Tersa sevmiş deyin, el beni kınar
Vay Sinan ölsün Sarı Gelin
Seni saran neyler dünya malını
Bu türkünün Kars ve Şüregel’de Revan’daki başka bir varyantı da:
İravan çarşı Pazar
İçinden bir kız geçer
Elinde divit kalem
Dertliye derman yazar
diye başlayıp;
Sarı Gelin, Sarı Kız
Ettin ömrüm yarı kız
Nakaratıyla ve Bar – Halay oyun havası olarak da söylenir. Erzurum’dan tespit edilerek radyolarımıza geçen varyantında mânasız (anlamsız) bulunan “Hoy Sinan ölsün” sözleri değiştirilerek “hoy ninen ölsün” kılığıyla, gûya (sözde) “kibarlaştırılıp mâna verilmiş”tir!
Kars yöresinde meselâ Dikme köyünde daha ziy’de tek kadın tarafından kadın meclislerinde yürütülen oyunlardan biri de Sarı Gelinâdir. Adını türküsünden almıştır.
SARI GÜL:
Kars’ın Dikme köyü civarında gün gören tekli kadın oyunlarındandır. Adını türküsünden almıştır.
SARI KIZ:
Ordu ilinin merkezinde Sarı Kız hem erkek, hem de kadınlarca 2 – 10 kişi tarafından kemene veya davul – zurna eşliğiyle ayrı meclislerinde yürütülen oyun çeşididir. Yer yer, böylece, sıra oyunlarından olarak da vardır.
Sarı Kız’ın ayağında yemeni
Yaz gelende bekler çayır çemeni
Aman aman Sarı Kız
Ben yatamam yalnız
Sarı Kız’ın ayağında kundura
Yürüdükçe düşmanları öldüre
Aman aman Sarı Kız
Ben yatamam yalnız
Sarı Kız’ın ayağında nalini
Zannedersin kaymakamın gelini
Aman aman Sarı Kız
Ben yatamam yalnız
Sarı Kız’ın ayağında çizmesi
Ne hoş olur o yâr ile gezmesi
Aman aman Sarı Kız
Ben yatamam yalnız
SARI ZEYBEK:
Isparta yöresi köylerine kadar güneyde yaygın olan bir oyunun çeşidinin adıdır.
Bitlis’te bile oynandığı biliniyor.
Sarı Zeybek, inip gelir inişten
Her yanları görünmüyor gümüşten
Habarım yok dün geceki cümmüşten (cümbüşten)
Sarı Zeybek inip gelir dereden
Heryanları görünmüyor bereden
Hekim napsın iyi olmaz yareden
Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır
Yağmur yağar silâhları paslanır
Benim yârim küçücükten uslanır
Sarı Zeybek şu dağlara yaslanır
Yağmur yağar silâhları paslanır
Deli gönül bir gün olur uslanır
Yazık olsun, telli doru, şanına
Bir kere bak mor cepkenin kanına
Allah dedim yatağına dayandım
Yurdun için al kanlara boyandım
Dört yanıma düşman almış uyandım
Yazık olsun, telli doru, şanına
Bir kere bak mor cepkenin kanına
Sarı Zeybek bu dağlara büyüdü
Şu dağları kara duman bürüdü
Üç yüz atlı, beş yüz yaya yürüdü
Yazık olsun, telli doru, şanına
Bir kere bak mor cepkenin kanına
Eski Sarı Zeybek türküsünün ezgisi olduğunda hiç şüphe bulunmayan başka bir Sarı Zeybek Havası, bu ad ve ayrı oyunuyla doğu illerimize kadar yer yer yayılmıştır. Ege yörelerinde yerini tamamiyle yeni havaya kaptırmış görünen bu eski ezgi ve oyunun, Sivas’tan öteye Çorum, Erzurum, Bitlis ve hatt’ Van köylerine kadar bilâkis tanınıp oynandığı oluyor.
Bir kadın veya başına yazma örtünerek kadın rolünü üzerine alan bir erkek, iskemleye oturup süzülür. Oyuncu efe, iki elinde birer kama olduğu halde oyuna kalkar. Saz başlayınca da 9 / 8 tartımındaki aksak ezgili ve kıvrakça oyununa girer. Bazı harekelerle, önce ortadaki kadına aşkını il’n eder, yerlere çöker (başı kadının ayaklarına eğilecek surette), etrafında dolaşır. Az sonra da gördüğü al’kasızlıktan canı sıkılmış halde, tehdide geçer. Elindeki kamalar ikide bir sevgilinin başı etrafında fırıldanmaya başlar. Kadın, buna da aldırış etmeyince, kamalar artık seyircileri bile ürpertecek bir hırçınlık ve sabırsızlıkla sevgilinin büsbütün yanı başında parıldarlar. İşte bunun üzerinedir ki, kadın nihayet amana (imana) gelmiş görünüp gülümser ve yerinden kalkarak yürür, erkeğin oyununa ayak uydurur.
SASA:
Çoruh bölgesi oyunlarındandır. Erkek, kadın, çoluk çocuk hep birlikte oynarlar. Bu çeşide Kağos adı da verilmektedir. Bağ bozumu zamanında oynanır.
SAYA:
Köylerimizde baharın gelişini kutlama yollu olarak takribî (yaklaşık, ortalama) bir günde yapılan, içinde raks unsuru da bulunan, fakat hakkında hiçbir tarihî vesikaya rast gelinmeyen bir görenektir. Saya, öyle bir vaktin adıdır ki, ondan elli gün sonra köyün keçileri yavrulamaya başlar. İşte o yavrulama zamanına da “döl” denir. Saya, döle elli gün kala bir neşe gecesi olarak anılır.
Saya’nın belli günü gelip çatınca, o akşam çocuklar bağıra çağıra sokaklarda neşeyle türküler çağırır ve bir evin kapısı önünde sabırsızlık al’metleri (belirtileri) gösterirler. İçerde Sayacılar giyiniyorlardır.
Nihayet kapı açılır ve beklenenler dışarı çıkar. En önde uzunca bir paltoya bürünmüş, elindeki kocaman sopayla göğsüne kadar inen ak sakalını sallaya sallaya yürüyen bir ihtiyar vardır. İşte sayacıların babası budur. Belinden sıkıştırılmış bir iple bağlanmış kamburu, bir deve hörgücü gibi gözükür. İki koluna birer küçük çan takılmıştır. Yürüdükçe çanların sesini duyanlar t’ uzaktan Saya’nın geldiğini anlarlar.
Saya, ihtiyar olmasına rağmen o kadar çeviktir ki, bütün çocuklar kendisinden korkar. Erkeklerden birine kızıp da bir sopa vuracak olsa, hiç kimse karşı gelmez, susar. Çünkü, görenek bunu gerektirir.
Saya’nın peşi sıra sevgilisi yürümektedir. Bu hatuncağız tamamen Saya’nın aksinedir. Yani, güzel bir “kuntu” (ipekli entari) nun üzerine giydiği kollu “salta”sı (yeleği) ile, ince beline doladığı şal kuşağı ile, genç ve güzel bir hatundur. Hatunun, çevresindeki erkeklerden hiç çekindiği yoktur. Başına dizilediği beşibirliklerin altındaki yüzünü işlemeli beyaz örtüsüyle kapatmamıştır.
Epeyce bir kalabalığın önünde yürüyen her iki sevgili, köyün bütün evlerini tek tek dolaşırlar. Davul – zurnanın ezgisini çaldığı yalnız Saya’ya has bir oyunu oynar ve çılgınca eğlenirler.
Bir evin kapısına geldiklerinde çift yavuklular önce kol kola girmiş olarak ortada mahallî oyunlardan oynarlar. Sonra da etraflarını kadınlı – erkekli bir halka kuşatıp hep birlikte oyuna devam ederler. Köy, geç vakitlere kadar eğlenir, bu bahar habercilerini hareketle karlayıp uğurlar. Kapıdan kapıya k’file büyür.
Bütün bu oyunlar boyunca ne gelinin, nede Saya’nın ağzından tek kelime çıkmaz. Şayet, çıkarsa; “keçiler yavrularını ölü doğurur” kanaatı vardır. Bu inanış sayesinde, kez’ (böylece) gelinin de bir erkek olduğu aynı zamanda mükemmelen maskelenmiş olur.
Bütün bu eğlence gecesinin sonunda yemekler yenir. Her evden toplanıp bir kısmı fakirlere dağıtılan bulgur, yağ ve yumurta bu yemeği teşkil eder.
Kısaca, iki delikanlıdan biri ak sakallı kambur Saya, öbürü ise süslü püslü nefis bir gelin olmuşlardır. Kapı kapı ya ikili oyunlar gösterirler, yahut da onlar oyundayken çevreyi çocukların şen halkası kuşatıverip elbirliğiyle yürütürler. Davul – zurna hep eşliktedir. Oyun burada kısmî bir unsur vücuda getirmekle beraber, ayrı bir havası bile vardır. Neşesi ve temsilî mahiyetiyle bir bale sahnesine konu olmak üzere iki oyuncunun dilsizlik durumu bile kareoğrafın emrindedir.
Kastamonu yöresinde süslü kadın elbisesine “saya” denilmekte bulunuluşu, belki de Saya giyimi hâtıralarından kalmadır.
SEDİR KENARI:
Erzincan’ın merkez ilçesindeki düğün ve şenlik günlerinde, eldeki bir veya iki herhangi bir mahallî çalgının eşliğiyle yürütülen yalnız kadın meclisine (toplantılarına) mahsus (özgü, has) tek kişilik kadın oyunudur. “Çayırın Tez Yüzünde” türküsü de aynı çeşittendir.
SEĞMEN:
Yurt bölgelerinde S’men, Selmen, Semen, Seymen şekillerinde söylenişçe çeşitlenebilmiştir.
- a) Seğmen (S’men): Güney bucaklarından Malatya yöresine kader ki nice köylerin düğün adetlerinde, başka köylerden gelerek gelin alma alayına katılan ve k’filenin önünde giden atlılar.
- b) Köy düğünlerinde gelin almaya giden alaya yaya olarak katılan davetliler (Bazı Tokat yöresi köylerinde görüldüğü üzere).
- d) Gelin geleceği gün için yapılan at koşuları ve oyunlar (Maraş tarafında)
- Selmen (Seymen): Sırmalı aba giyip silâh kuşanarak ve başına poşu sararak düğün ve alaylara katılan delikanlılar (Gaziantep yöresinde).
- Seymen: Köyden gelin almaya giden davullu – zurnalı, atlı silâhlı, cepken giymiş delikanlı alayı. (Güneyden Kilis’te, Çanakkale’den Eceabat köylerinde).
SEYSENE:
Gelin çeyizi. Seysene alay ile düğün evine götürülür. Delikanlılar, alay önünde oyun oynarlar. Bu çeyiz, kız evinde halka teşhir olunur (sergilenir). Teşhir gününe ‘Seysene Günü’ derler (Gördes – Manisa). Bu sonuncu görenek, oyuna vesile olmasına rağmen, Seymenlikten ayrı bir konudur. Esasen, bu Ege tarafının köylerinde ayrıca Seymen ve Seymene de vardır.
SEKME:
Isparta’nın Eğridir (doğrusu Eğirdir) ilçesinin Sarkımacak köyünde Düz Oyun, Sarı Zeybek ve Kol Oyunu denilenlerden başka Sekme oyunu da vardır. Cümlesi (tamamı) ikişer ikişer (iki kişiyle) yürütülür. Sekme adı kendi ana motifinden mülhemdir (dolayı konmuştur).
Bursa yöresinde bir – iki köyde de Sekme adlı oyun vardır. Eskişehir’in Mihalıççık ilçesinin köy oyunları arasında da Sekme adlısı vardır. Balıkesir’de oynanılıp, sözsüzdür.
Doğumuzdan Bingöl ilinin bu isimdeki sıra oyununda el ele tutuşulur. Her darpta (vuruşta) ayak değiştirerek yürüyüş halinde başlar. El ele devam eder. Sonra halka olurlar (Meyrem – Kürt’ün kızı); daha sonra el bırakılır. Çapular (karşılıklı ellere vurmalar) ve diz vuruşlar başlar.
SIĞSARAY:
Samsun merkez ilçesinin Çırakman köyünde ince çalgıyla veya davulla iki kişi tarafından yürütülür. Erkeklere mahsustur.
r. |
SIK SERA:
Sık Saray.
SIRA OYUNLARI:
Bir toteme veya tanrıçaya topluca tapınmak üzere çevresinde halkalanılıp vecd anları geçirilmek yahut bir zaferin veya ferah herhangi bir günün sevincini paylaşıp kutlamak üzere, vesilenin duyurduğu ihtiyaçtan en başta sıra oyunları doğmuştur. En geri kabileler arasında hala çeşitleri görüldüğü gibi, daha ileri kültlerde de emsali (benzeri) devamdadır. Tekli ve çiftli oyunlarımız yanında kamil (olgun, gelişmiş) sıra oyunları o arada bizde de elbette ki gün görmektedir. Bazan karanlığa uğrasa da aydınlık yeniden doğabilmektedir. Moda sönme ve ayılmaları (uyanmaları, dirilmeleri) olmaktadır. Bir kısmının mistik menşeden (kaynaktan) kalmalığı besbellidir. Bu ciheti (yönü), kimi adlarından sezinliyor kimi de varlığını cezbe unsurunda yaşıyor.
Zil anlamındaki eski türlere “Çang” kelimesinin Şark’ta (Doğu Dünyasında) “Zang” şeklinde de kullanılmışlığı dolayısıyla metindeki “zankı” kelimesinden maksadın “çangı” (Çengi) olacağı akla yatkın geliyor.
Toblak dediğine gelince; bununla toplu oyun kastedildiği büsbütün açıktır.
Toplu oyunlara yan bakma zihniyeti belirli bir zümre arasında yüzyıllar boyu yaşamıştır. Ferhenk (Farsça sözlük) mütercimlerimizi (tercüman, çevirmen) arasında bu çeşitlerin tümünü “antik ve paiyen (çok tanrılı) toplu oyunlar” demek olan Horea (Xorus) ile karşılaştırmak, onları ancak onlara yakışır görüp göstermek tecellisiyle kitaptan kitaba aktarılıp durmuştur. Osmanlı sözlüklerine ve Tanzimat edebiyatından tek tük metinlere geçen bu görüşe göre; Türk’ün kendi Asyai sıra oyunları yoktu ve oynadıkları çeşitler Hristiyanlarca da yürütülen antik horusların kalıntılarından ibarettir. Medreseli mütercimlerimiz bu oyunları Türk’ün erkeğinden bile uzak göstermişlerdi. İranlı sıra oyunu yürütür fakat Türk erkeği oynamaz demeye sözü getirirler, tarif tercümelerine bu manada katımcıklar yapmadan edemezler. Farkına varılmadan adeta şu yolda acip (tuhaf, şaşılacak) bir kaziyye (teorem) kurulmuştu: “Kuşlar uçar. Teyyare de uçar. O halde uçak da bir kuştur”. Oyun konusuna çevirirsek şöylesine bir garabet (tuhaflık) ortaya çıkar; “Horalar toplu oynanır. Sıra oyunlarımız da birlikte yürütülür. Şu halde sıra oyunu Horus’un ta kendisi veya kalıntılarından ibarettir. ”
Antepli lûgatçımız Asım Efendi, Burhan-ı Kaatı tercümesinde aynı maddenin tarifine kendi kattığı cümlede aynı karşılaştırmayı lafa karıştırmakla beraber, hiç olmazsa çeşit farkı işaretlenmiş, yani mukayeseden ileri gidilmemiştir; “Destbend, sıra raksı dedikleridir (dediklerimizdir demek istiyor veya istemiyor!), bir neviine (çeşidine) Hora tabir ederler.” Asıl ferhenklerin Farsçalarında hora kelimesi hiç geçmez, çünkü bu kelime Farsçaya koymamıştı.
Fehrenk tercümelerinin en eskilerinden sayılarından Bahr’ül Gar’ib’in katım (ekleme) cümlesine gelince, orada; “Destbend; horan teperler, Rum avratları anna derler” deniliyor. (Horan dedikleri oyun ki Rum kadınları oynarlar, demek istiyor.) İran’da horan adlı, Anadolu’da da destbend adlı sıra oyunu işitilmediğine göre, tercümedeki; “Sadece Rum kadınlarının horanı” ifadesi bir benzetmeden ibaret kalıyor. Rum tabirinden maksat XV. yüzyıl anlayışınca Anadolu’dur. Horan imlasının kullanılıp hora denilmeyişi ayrıca dikkate değer. Demek ki Doğu Karadeniz yakımızın fethinden önceki bizim Anadolu’da da horan adı ve oyunu vardı. Fakat mütercim “Horan teperler” birleşimini “Hora teperler” alışkanlığından daha eski bilmiştir. Karadenizlilerimiz “Horan çevirmek, Horan düzmek” derler. Şu halde mütercimin demek istediği şuydu: “Sadece Anadolu kadınlarının yürüttüğü sıra oyunudur. ”
Şimdi, az yukarda Antepli Asım’ın bir maddelik tercüme tarzını gördüğümüz Burhan-ı Kaati ferhenginden metnin aslını, Farsça’sını bularak, konuyla ilgili maddeler şöyledir:
- “Destbend: Kadınların kol bağına denir. Lal ve yakut gibi cevherlerden dizip kollarına geçirirler. Hem de, insan ve sair (diğer) hayvanların çerge(çadır) kurup halka ve daire olmasına denir. Ve, el ele tutuşarak raksetmeye derler.”
- “Pençah: … Köçekler arasında sıra raksı tabir olunan raksa dahi ıtlak (söylenmiş) olunur; el ele yapışarak raksederler.” Asım Efendi, kendi tercümesine buna şu cümleyi de katıyor;
“Fenzeç (fenzek), muarrebidir (Arapçalaşmışıdır).” (Arapça’da p ve ç sesleri olmayışı eserleridir.)
Oğuzlarla Anadolu’ya geçen “sağu salmak”(Ölüleri ağıtla anmak) yahut “Sarı Satuk günlerinde semağ yürütmek” gibi eski görenekler Orta Asya kaynağından gelmeydiler. Batı îlliğin istihale (başkalaşma, gelişme) menşelerinde görüldüğü gibi.
Evliya Çelebi’nin defaatla yazdığı ve az aşağıda tekrar göreceğimiz Sağu tabiri Yenisey’in Orhun Yazıtlarında geçer. Saru Saltuk ile Horasan Erenleri bahis konusu olur.
Ferhenklerden öğrendiğimiz Farsça sıra oyunu adları arasında bir de Serbend tabiri zımnen (dolaylı olarak ) vardır.
Şimdi de, lûgatçılar dışındaki eski ve yeni metinlerden birer açıklama örneği olarak, sıra oyunu karşısındaki bir sınıf halk zihniyetinin yorumculuğa aynı indiyatla (kişisel görüşle) nasıl karıştığı görülür. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda Batı Rumeli’deki Ergiri Alevilerinin şu iki göreneğine dikkati çekmiştir:
- Ölüleri anarak sağu salmak.
2. Sarı Saltuk günlerinde ve emsal (benzeri) vesilelerde semağa kalkarak oynamak. Diyor ki: “Ekser halkı muhibb-i hanedan (tarikat sever) olup “Ya Ali” der oturur, “Ya Ali” der kalkar. Cümle farisîhvan (Acem Dostu) olup muhibb-i hanedan olduklarından bir fırkası nih’nîce (gizlice) Muaviye’ye sebb (söğüp edip) Yezid’e ‘şikare ederlermiş amma istima (işitmedim) etmedim. Halk gayet ehl-i zevk ve îş ü işrete (yemeye ve içmeye) mail olup bade-i n’b (halis şarap) ve rahaniye (şarap) nam mukavvî şeyleri nûş edip (içip) serhoş olurlar.
Ergiri ‘hâlisinin diğer ayinleri:
Bunlar düğünlerde, Hıdırellez’de, Nevrûz’da, kasım günlerinde, Sarı Saltık gününde ve bayramlarda şarap içip pençe-i afitab dilberan (güzel yüzlü dilberleri) ile aşıkları el ele verip ayin-i kafir (Müslüman olmayanların ayini) gibi koç kucak olup Horus tepip, kuşak kuşağa yapışıp hora tepme ile semağ ederler. Bu dahi, bed (kötü) ayindir ki kim ayin-i keferedir.
Seyyahımızın Dobruca tekkelerinden bazısında Sarı Saltuk erkanından bakiye semağ oyununu ayrıca gördüğü biliniyor. Engiri’deki aynı tarikat sıra oyununu nasıl olup da Horus ile bir tuttuğu şaşılacak şeydir. Şükür ki; “Semağdakiler bu oyuna Hora adını verirler” demediği gibi “Semağ ederler” fiilini duyup yazmaya da dikkat etmiştir. Hora kelimesine yine Türkçe tepmek yardımcı fillinin meşhur surette katılmışlığını pek eski alışkanlık halinde biliyor. Türk sıra oyununun paiyen Horus üzerindeki etkisi ‘Horus tepme’ birleşimine münhasır (sınırlı) kalmış da değildir: Davul- zurna, nice tartım ve figürlerin de onlarca Türk oyun motiflerinden alınmış olmak gerekti. Sarı Saltuk’un, Barak Baba’nın “ta-bılhaneleri vardı semağ da çalardı.
Hüseyin Hüsameddin Efendi’nin Akd’ül Ceman’dan naklen verdiği etraflı bilgiye göre Barak Baba’nın iri gövdeli ve gayet pis bir adem olup şehirden şehire gezdiği belirtiliyor: Belinden yukarısı çıplak olup aşağısına kırmızı bezden bir futa (peştemal) bağlamış, başına hefil bir kırmızı sarık şeklinde tülbend sarmış ve iki tarafına manda boynuzları raptedmişti (takmıştı). Elinde gayet uzun ve büyük bir nefir, kabaktan mamûl büyük ve siyah bir keşkül (tas) olup ayı gibi oynar, maymun gibi söyler, gayet murdar (pis, iğrenç) idi. Aynı hal ve kıyafette daha sekiz-on refiki (arkadaşı) olup bunların elinde zilli tefler olduğu halde gittikleri yerlerde bir daire şeklinde durup bunlar çalar, Barak Baba oynardı.” Hicri 706(1328) de Şam’da öldü.
İspanyol seyyahı Klavijo’nun bir Erzurum köyü aşıkları hakkındaki müşahadesi de bu yoldadır.
Evliya Çelebi’nin kullandığı, “Refere” sözü farkında olmadan paiyen (çok tanrılı) karşılığı düşüyor. Çünkü Manastırlar, çalgı ve Horus’a oralarda da sımsıkı kapalı ve papazlar cümlesinin (tamamının) aleyhindeydi. Seyyahımız ‘sağu salmak’ sözünün Türkçeliğini tabiî biliyordu. Folkloru bu derecede Türk işi görünen bir yerdeki Sarı Saltuk semağında Horus’u hatırlaması mezhebî zihniyet farkından başka bir duyguya hamlolunamaz (bağlanamaz). “Böyle göregelmişler, bunu da ayıplamayız” deyişi açıktır. İndî (subjektif, şahsi, kişisel) mukayesesine rağmen bize Sarı Saltuk ayinindeki Horasan erenlerine has sıra oyununa dair verdiği birkaç tarifçi bilgi aydınlık ve eldeki en eski ipucudur.
Sıra oyunlarımızı Horus’a benzetmek yoluyla Türk kültürüne layık görmemek ve göstermemeye çabalamak hususunda belirli bir zümrenin zihniyeti ne mümkünse yapmış, hatta eski bir atasözü olan “Çoban çalar, kız oynar” ibaresi “Çingene çalar, Kürt oynar” düşüklüğüne bile sokulmuştur…
Halayı, köylü cezbe iniltileriyle çekerken, şehirli gaflet ünlemleriyle çekiştirmişti: Öyle ki, bu türlüden çekiştirme edebiyatının eski kayıtlarıyla belki bütün bir kitapçık bile doldurulabilirdi.
Asyai sıra oyunlarını paiyen çağ kalıntısı Horus’a bağlamak zihniyeti, tabılhaneyi Büyük İskender’e atıf rivayetinin Türkistan’da İslamiyet çağında yaşatılmışlığına benzer ki, o da tamamıyla efsaneden ibaretti: Grek-Roma arkeolojisinde tabılhanenin en ufak bir izi yoktur.
Makedonya Ordusu Asya’da İndus Suyu’na dayandığı zaman bazı yerli ayinlerini kendi Grek ayinleriyle benzer bularak bunların bir zamanlar Küçük Asya’dan ta oralara kadar yayıldığını, bizzat Yunanlılar da sanmışlardı. Mesela, Antiohus (Antiochus)un Hindistan elçisi Megasthene, hatıralarında, zamanında kuzey Hint topraklarında iki mezhep bulunduğunu, birinin dağlılarca benimsenmiş Dionissos çığırı, öbürü yüzdekilerin bağlı kaldığı Herkül yolu olduğunu yazmıştı. Arrien, Hintlilerin Makedonyalı İskender’i Hydaspe suyu yakasında barbar musikîleri ile karşılayıp ağırlamaya çalıştıklarını anlatırken: “Bunlar istisnasız olarak musikî hevesk’rlarıdır. Baküs ile arkadaşları bakanelleri Hint topraklarına götürdükleri çağdan beri raksı aşkla tatbik ederler.”
Megasthene: “Dionysos, Hintlilere ziller ve dümbelekler çalarak öbür ilahları kutlamasını bizzat öğretti. Yunanlıların kordax dediği hicivci raksı da öğretti.” diyor!
Strabon ise; “Bütün Asya’yı Hint ülkesine kadar Dionysos’un kutsallık sahası veya toprakları yapan şairler, musikîye bilakis Asyaî bir menşe göstermek davasındadırlar” diyor.
Antik Yunan medeniyetinde dans özellikle İyonya ve Pontus’ta gün görmüştü deniliyor. Baküs’ün Hindistan’a yaptığı efsanevî geziden dönüşünü temsil eden gösteri pek övülmüştür; Bu, bir cin ve peri dansıymış. Faunlar, satirler, Titanlar, Korihantlar biçiminde kılık değiştirmiş olarak memleketin en ünlü kişileri bu gösterilere katılıyorlardı. Dans, seyirliktekilere öylesine bir ilgi aşılıyordu ki, bütün bir günü temaşanın haz ve huzuru içinde geçirmeden edemiyorlardı, deniliyor.
Dans tarihinin antik Yunan metinlerinden örnek olarak aldığımız üstteki fıkraları arasında bir de sıra oyunu müşahedesine dair en eski tarih metni vardır. Müşahit (gözlemci) Yunanlılar, fakat sahne Hindistan’dandır. Arrien, Hintlilerin filleri zapturapt (disiplin) altında tutup ram etmekte (isteklerine boyun eğdirmekte) baş vurdukları usuller arasında şunu da İlkçağ sonlarında yazmıştı: “Hintliler fillerin çevresinde halka kurup çergelenerek şarkılarla davul ve ziller çala çala huylarını yumuşatmaya bakarlar.” Tarihteki en eski sıra oyunu kaydı işte budur. İkinci derecedeki kıdemli kayıt Turan ilinden, Hunlardan, yani yine Asya’dandır. Rivayetlerin en akla yakın olanları sonuncu sıra oyunlarına mütedair (ait, ilişkin) müşahadelerdir.
İlkçağ Yunan kaynaklarından seçilmiş üstteki fıkralar çoğunlukla aynı mahiyet ve kuvvetteki efsanelerdir. Bizdeki sıra oyununa karşı nefret duygusu beslemiş zümreden çağlar önce; “Asya oyunlarının Yunan menşeinden olduğuna” inanmış bir Yunanlı itikadının (inanışının) hüküm sürmüşlüğüne delildirler. Bu bir efsane idi.
Gerçekte, her ülkenin sıra oyunları duyguların topluca ifadesinden yerli yerinde doğmuş; çeşitlenişlerde yerli zevklerin türetme kabiliyeti nispetinde artmıştı. Kızılderililerin bile sıra oyunları vardır. Kavmî sekene yoğluğunun azınlık oyunlarını zevk etkisine almış olacakları her şeyden önce mantıkça açıktır.
- Afgan’ın aten tabirinin raks anlamında kullanılışına gelince; bu kelime Afgan’ın Farsça bünyeli Puşti diline ait olup, bir yandan Türkçe oyun sözüne, öte yandan da Farsça ayin tabirine yakın görünüştedir.
- Yaşula sözü, Türkçe’nin tarihi “aşula” kelimesini ve o şölenlerin kadın oyuncularını akla getirmektedir.
Asya’dan sıra oyunu hatırları hem eski asırlara hem de iç ülkelere kadar derindir. Mesela XV. yüzyıl Çağatay edebiyatına ora Türk kızlarının düğünlerde tef çalarak ve el ele tutuşarak yürüttükleri sıra oyunu Çenge adıyla anılı kalmıştır. Eski bir şahın tasallut (sataşma, taciz) ısrarlarından kurtuluşun şenliği olarak her yıl genç kızlarca kutlanan ayrı bir bayramın adı “îd-i çenge” (Çinge Bayramı ki, hep bilindiği üzere İd Farsça değildir) olarak bazı muahhar (sonraki) ferhenklere de geçmiştir. Çengi (zilbaz) kelimemiz bu “çenge” den kalmış olsa gerekir.
SIRA ZEYBEĞİ:
Kütahya’nın toplu oyunlarındandır.
SIRA ZEYBEK :
Isparta’nın Uluborlu ilçesinin İlegüp köyünde 8-20 erkek tarafından yürütülen bir sıra oyunu çeşididir. Yörenin bazı köylerinde de vardır.
Manisa’nın Kula’ya yakın Nuriye köyünde Sıra Zeybek 10-15 kişi tarafından yürütülür. Kadınlar bunu kendi aralarında oynarlar.
SİLVANİ:
Muş’un merkez ilçesi oyunlarındandır. İki kişi tarafından tefle yürütülüp kadınlara mahsustur.
SİMSİM:
- Düğünlerde ateş etrafında oynanan bir oyun. (Yeniköy-Tokat, Merzifon-Amasya)
3. Gizli, Sessiz, Sinsi (Kazmasökü-Sinop)
4. Yavaş Yavaş (Yozgat)
SİNANOĞLU:
Bu Sinanoğlu oyununa, tartımının da gerektirdiği üzere daha doğru olarak “Sinanoğlu Zeybeği” adı da verilir. Isparta’nın Kayı köyü gibi bazı yörelerinde kadınlar tarafından düğünlerde tef ve darbukayla çift çift oynanır. Oturak alemlerinde bir kadın bir erkek yürütüldüğü de olurdu. Oyuncular dönüşür ve gezinirler.
SİNOP’TA OYUN:
Yörenin erkek oyunları şunlardır: Zeybek Oyunu, Çiftetelli, Kastamonu Zeybek Oyunu, Deve Oyunu, Domuz Oyunu, Ayı Oyunu, Kasnakçı Oyunu, Arı Oyunu, Sepetçi Oyunu, Sıvır Oyunu.
Sinop’un kadın oyunları ise şunlardır: Kete Oyunu, Ninannay Oyunu, Hisarımızın Çevresi Oyunu.
Bayramlarda şunlar oynanır: Kargı Oyunu, Çömlek Oyunu, Alaylar Oyunu, Bazirgan (Bezirgan) Oyunu.
Bazılarının tarifi:
Alaylar Oyunu: Karşılıklı dizilen onar kadınlık iki kafile tarafından oynanır. Her dizinin kadınları el ele tutuşmuş zincir halindedir. Oyunun kendine mahsus sözleri, tekerlemesi ezgisiyle şöyledir. Kafileden biri söze başlar:
– Alaylar, alaylar, tortop alaylar
Öbür kafile cevap verir:
– Ne istersin, ne istersin bizim alaydan?
– İçinizde bir güzel var, onu isterim.
– O güzelin adı nedir, bize bildirin
– O güzelin adı……………. kadındır.
– Uğurludur, usludur, yalnız veremem.
Birinci kafile, bu istink’r (direnme, inat) üzerine karşılarındakilere hücumla:
– Eşimle dostumla varır alırım.
Der ve birinci kafile hangi kızın adını söylediyse onu çekip alır.
Daha ziyade Hıdırellez şenliklerinde oynanan ve sözleri yaklaşık iki üç perdelik ses tekerlemesi üzerinde tekrarlanan bu adıma göre tartımlıca oyun, edindiği küçük farklarla Anadolu’dan Rumeli’ye kadar, o kadar yaygındır ki, sadece Sinop malı sayılamaz.
Hisarımızın Çevresi: Bu da Sinop’un Hıdırellez şenliklerinde oynanır. 20-25 kadın el ele tutuşarak geniş bir halka kurup adeta hisarı temsil ederler. Sonra hep bir ağızdan:
– “Vay sizin yerde, vay bizim yerde, baharı böyle ekerler!” diye haykırışırlar. Bu oyun birkaç defa tekrarlanır.
Kete Oyunu: Boyabat düğünlerinde Çarşamba günü gerek kız, gerekse erkek evine hediyeler götürülür. İşte bu hediyelere kete derler ki, bir mahalde (yerde) teşhir olunurlar (sergilenirler). Teşhir esnasında, düğün evinde oyun oynanır. “Kete oyunu” dedikleri işte budur. Şu halde, Kete denilen bir vesilenin oyunudur.
Ninnannay Oyunu: Oyunun adı ses taklitli üç bileşik heceden ibarettir. Boyabat köylerinde, bilhassa Durağan ve yöresine hemen her dernek vesilesiyle kadınlar tarafından yürütülür. Türküsü şöyledir:
Çalıya mı gidiyon?
Ben de varıyon ardından
Niye iki evlendin?
Korkuyodun karından
Nin nan nay, tina nay nay
Oğlan adın Mehemmet
Yüzün gül, koynun cennet
Sen alursan ben varrum
Vallah canıma minnet
Nin nan nay, tina nay nay
Değirmenin taşına
Yüzüm koydum başına
Ben nereye gideyim
Bu sevdalı başıla
Nin nan nay, tina nay nay
Çiftetelli: Hem kadın, hem de erkeklerce oynanır.
Kastamonu Zeybeği: Bir adı da Sepetçioğlu Oyunu’dur. Asıl Kastamonu’da maruftur (bilinir, tanınır).
Sinop’un erkek oyunları arasında şu üç eğlenceli oyunda vardır: Ayşe Kadın Fasülyesi Satarlar, Güzel Potin Boyarlar, Suyu Suyu Oyunu.
Sinop’un gerek kadın, gerekse erkek oyunları evlenme ve sünnet düğünleriyle kına gecelerinde ve loğusa cemiyetlerinde (toplantılarında) oynanırlar. Alaylar Oyunu, Hıdırellez günlerinde kırlarda ve şahıslar değiştirilmek suretiyle uzun uzun sürdürülür.
Hisarımız çevresi oyununda; “Vay sizin yerde” sözlerini söylerken, çimen ekiyormuş gibi vaziyetler alarak elleriyle toprağa hareketler yaparlar. Genç kızlara mahsus (özgü) olarak Hıdırellez gününün bir oyunudur.
Kete Oyunu esnasında kadınlar yine tef ve darbuka çalarak türkü söylerler.
Ninnannay oyununda bazen şu kıtalar da söylenir:
Nani nani nay nana niye nay na
Ay doğar aydın değil
Vardığım zengin değil
Babam virdi (verdi) ben vardım
Vallahi dengim değil
Nakarat
Soğanlıkta büyürsün
Güzellerden güzelsin
Sana meyil vermedim
Sen askersün gidersün
Nakarat
SİRVENİ:
Maraş’ın (Kahraman Maraş) Göksun ilçesindeki iki ve 30-40 kişi tarafından davul zurnayla oynanır. Sirveni’de kadın erkek kimi ayrı ayrı kimi de karma halde dizi tutarlar.
STA STA :
Bu oyunun iki adı vardır: sta sta veya Sasa. Karadeniz doğusundan Of ilçesinin Horum denilen sıra oyunlarından biridir.
SÜNSÜN:
Elazığ’ın Hankendi ilçesinin (günümüzde belde) Dişdi köyünde Sünsün ve ayrıca Kol oyunu vardır. Tek ve çift oynanırlar. Erkek ve kadınlara mahsustur. Kelime, Sinsin adını andırıyorsa da mahiyetçe onunla andırışı (benzerliği) yoktur. Aynı ilçenin Germili köyünde toplu olarak Üç Ayak, tek ve iki kişiyle de Kol Oyunu davul zurnayla oynanır. Toplu olanı erkeklere mahsustur. Tatmalı köyünde 2-20 erkek Ağır Ayak ve Üç Ayak oynarlar.
SÜZME OYUNU:
Bitlis, Ahlat, Erciş ve Tatvan yörelerinin oyun geleneklerinden söz açılınca Süzme Oyunu en başta akla gelecek çeşittir. Düğün ve bayramlarda oyun faslına onunla başlanır.
Ağırca tartımlı ve sözlü olan Süzme oyunuyla oyun faslına girilir. Karma dizide bir kadın bir erkek sırasıyla yer almış bulunurlar. Türküsünü çağırarak hilali (aya benzer) yarım daire halinde hareket ederler. Kenardaki davul zurna, söyleyişi örtmeyecek surette mümkün mertebe hafif çalarak sözlere eşlik eder. Oyuncular, oldukları yerde hem söyler, hem de tartıma göre ahenkle sağa sola ağır ağır sallanırlar. Bir müddet, böylece iki yana sallandıktan sonra harekete geçilir. Tutumlu bir yan yürüyüşle tartıma ayak uydurulmuştur. Biraz da bu seyirde devam edildikten sonra ileri geri adım hareketleri yan yana gidişlere ilave olunur. Bu hareketler, türkünün devam müddetince sürer.
Türkü susunca yalnız davul zurna ezgiyi bir iki defa tekrarlar ve alınacak (oynanacak) oyun çeşidi için geçiş ayağını vurur ki tartım bu münasebetle nispeten hızlanır.
Figürler aynı kalmakla beraber artık hız edinmişlerdir. Canlı fıkranın (bölümün) biraz devamından sonra oyuncular Meral oyununun türküsüne geçerler. Bu birinciden daha canlı bir çeşit olmakla beraber, figürler bakımından onun aynı gibidir. Bir müddet devam edildikten sonra kadınlar saftan ayrılarak onun yerinin bir kenarında dizi halinde durur ve beklerler.
Bu ayrılış sırasında oyunun tartımı bile duraklayıp bozulmadığından alanda yalnız kalan erkekler, gayet sert tartımlı figürleri olan ve Tiringo (Diringo) denilen oyuna başlarlar. Bu oyun, önce gitgide çılgınlaşarak bir cezbenin vecdine (kendinden geçme haline ) geçmek isteniliyormuş gibi olur. Bir müddet böylece devam edildikten sonra hareket usul usul yumuşar, durulur ve aheste halini alır. Erkeklerin oyunu boyunca kenardaki kadınların münasip (uygun) zamanlarda tartım dairesinde el şaplatmaları (vurmaları) delikanlıları fazlasıyla coşturur. Yavaşlayış sırasında Tiringo havasının bir fıkrasını (bölümünü) zurna yavaş yavaş çalarken oyuncular kadınlar dizisi önüne gelmiş bulunacaklarından bu kadınlar tekrar ve tartım hiç bozulmaksızın erkeklerin safına kayarlar. Akabinde de (sonrasında da) Papuri oyununun türküsünü söylemeye koyulurlar. Bu sefer, erkekler şarkıya (türküye) katılmaksızın oyunun hareketlerine uymakla yetinirler. Diğer karma oyunlara nispetle hızlıca yürütülen bu oyun da arzu edilirse sözlerin bitimine kadar sürerek nihayet oyun faslının tamamı sona ermiş olur.
Dizi kalabalıkça olur. Bir başında erkek, öbür ucunda kadın olmak üzere iki başçekeni bulunup hareketleri bunlar idare ederler. Süzme, Meral , Tiringo ve Papuri sırasında türkülü yerleri hep kadınlar söylemekle beraber, sonuncu Papuri oyununun en nihayetinde erkekler de türküye katılabilmektedir.
Kısaca:
- Süzme, karma oyundur.
- Meral, karma oyundur.
- Tiringo, erkeklere mahsustur.
- Papuri, karma oyundur.
Dörtlü Süzme Oyunu faslından 1,2 ve 4 karma kısımlarının kadınlarca söylenen türkülerine gelince, Süzme’nin sözleri şunlardır:
Horozu kattım ayvana,
Dedim değme şu hayvana
Budur ki kilsadan (harmandan) gelir (emma gelir)
Nazlı yar erkadan gelir
Yar kaşların karasına, karasına
Yar hal vurdum arasına
Yar seni merhem demişler (yâr demişler)
Bu sinamın yarasına
Göklere yıldız serseler (yar serseler)
Yar, sevgin beni örseler
Canımı kurban ederim (ben ederim)
Yar seni bana verseler
Denizler susuz olur mu (deh çakıl daş)
Dibi de kumsuz olur mu?
Hele bir gez ki düşünün (yâr düşünün)
Bir yiğit yarsız olur mu?
Çay içindedir çakıl daş (deh çakıl daş)
Gönül, kanlı gözümde yaş
Aklımı başından aldı (emma aldı)
Orta boylu bir kara kaş
Meral oyununun türküsü şudur:
Can meral, can, eylen, eylen, eylen
Dur gelin dur, yareli bülbülüm, meralim gel
Can gülüm can, kal, eylen, eylen, eylen
Vurdun beni yareli canım, bülbülüm gel
Gel gelin gel, yar gelin, eylen, eylen
Kurban meral, yareli bülbülüm, meralim gel.
Papuri oyununun türküsü de şöyledir:
Papuri here (nereye) varam?
Halım yok seni alam
Anan hidmetin dutsun
Seni sinama saram
Çarşıda olur atlas
Atlasa iğne batmaz
Nişanlı olan kızlar
Geceleri yatamaz
Çarşıda olur kına
Okkası gelir ona
Güzel kızın ismi ne?
Kara gözlü suna (emine)
Ocakta duman olur
Günler bir zaman olur
Şu Erdic’in (Erciş)in kızları
Dağlarda (her yerde) yaman olur
Kaleden attı beni
Toprağa kattı beni
Ağem bezirgan olmuş
Götürdü sattı beni
Gökte yıldız satılmaz
Gül dikenden ayrılmaz
Sevdiğinle baş başa
Uykulara doyulmaz.
Gitgide ağırlaşan bu son fıkra (bölüm) arzuya göre birkaç kere tekrarlanabilir.
Tiringo’nun bitimi Papuri’nin başlangıcını teşkil ederek şöyle olur.
Papuri oyununun türküsü bundan sonra takriben 160 mentronom hızıyla şöylece alınıverir.
Notası verilen hava ve türküler çeşitlemelere öylesine elverişlidirler ki üstte tespit edilenler onların epey dinlendikten sonra yazılmış rastgele birer anı olmaktan başka bir şey değillerdir. Bununla beraber, icrada tecrübeli zurnacılar ezgilerin ana çizgilerini katmalara rağmen kaybettirmezler. Tartımın özü vurgularıyla açık kalır. Bunda davulun rolü kesindir.