Kuzey Kafkasya’dan göçler; kimi zor ve baskıya dayalı göç ve sürgün şeklinde, kimi dini ya da ekonomik farklı sebeplerle gerçekleşmiştir.
Makale: Yahya Duman
Türkiye’nin zengin kültür ve etnik mozaiğinde kendi iç dinamikleri ve özgün folklorik özellikleriyle ön plana çıkan topluluklar, Kuzey Kafkasya kökenli top-luluklardır. Onaltıncı yüzyılın başlarından beri sürekli olarak Kuzey komşusunun tehdit, saldırı, soykırım ve işgal gibi insanlık dışı hareketlerinin baş hedefi olmuş Kuzey Kafkasya halklarının bir diğer kaderi de sürgün olmuştur. Onsekizinci yüzyılda özgürlük ve bağımsızlık savaşlarının yerli halklar aleyhine sonuçlanması ülkeyi terk etmeyi gündeme getirmiş ve Kuzey Kafkasya nüfusunun savaşlardan arta kalan kısmının neredeyse yüzde 40’ının ülke dışına çıkmasına neden olmuştur. Kuzey Kafkasyalılar’ın sığındığı tek ülke Osmanlı İmparatorluğu’ydu. Os- manlı toprakları, ülkesini terk eden Kuzey Kafkasyalılar’ın ikinci vatanı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu yıkılarak parçalandıktan sonra Kuzey Kafkasyalı göçmenler henüz yeni kurulmuş 8 genç ülkeye bölündüler: Yugoslavya, Türkiye, Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Mısır… Bu ülkeler içinde Türkiye nüfus oranı açısından başı çekmektedir. Diğer yedi ülke içindeki göçmenler toplam göçmen nüfusun ancak yüzde 10’u kadardır. Tüm göçmenler içinde yüzde 90’lık oranla Türkiye Kuzey Kafkasyalılar için gerçek bir ikinci vatan olmuştur. İkinci vatan tartışmalı bir deyim olarak değerlendirilirse de, demokratik açıdan doğru bir tanımlamadır.
Kuzey Kafkasya’dan göçler, kimi zor ve baskıya dayalı göç ve sürgün şeklinde, kimi dini ya da ekonomik farklı sebepler-le gerçekleşmiştir. Kesin olmamakla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun yaklaşık yüzde 7’sine yakınını Kuzey Kafkasya göçmenlerinin çocukları oluşturmaktadır,
1864 Büyük Çerkes sürgünü ile 1877- 1878 Kuzey Kafkasya ayaklanmalarından sonra gelişen göçme ve göç ettirme hareketleri içinde en geniş kitleleri barındıran hareketlerdir. Osmanlı topraklarına göç eden 1 milyon civarında Kafkasyalının yarıdan fazlasını (Türkiye ve dünyadaki Çerkes sınıflamasının tam oturduğu ad-landırma ile) Adıge’ler oluşturur. Adıge etnik grubu içinde Şapsuğ boyu, neredey-se anavatanlarında kalmamacasına sürülmüşlerdir. Anadolu toprakları üzerinde Şapsuğ’lar Adıge etnik grubu içinde en büyük nüfus yoğunluğunu oluşturur. Şap- suğları Abhazlar (Ahzek-Abadzeh) izler. Bugün dilleri kaybolmuş Ubıh’lar ise Ab- hızların ardından, Kabartaylara yakın sayıda Anadolu’da yerleşik durumdadır. Ubıhça, Çerkesya ile Abhazya arasındaki topraklar üzerinde göçe kadar yaşamış bir Kafkas halk dilidir. Son temsilcileri artık Ubıh dili ile ilgili çok az bilgiye sahiptirler. Bilim çevrelerinde Ubıhçanm, Ab- hazcaya ya da Adıgeceye yakın bir dil olup olmadığı tartışmalı bir konu olsa da, biz bütün bu söz konusu dillerin beraberce Kuzey Batı Kafkas dil ağacının ayrı dalları olduğunu kabul etmekteyiz. Ka- bartaylar ise bilindiği gibi Kafkasya’da Çerkeş boylan içinde en kalabalık topluluğu oluşturmaktadırlar. Kabartayca Çerkescenin doğu lehçesidir. Oysa Türkiye’de Çerkeslerin çoğunluğu batı lehçelerini konuşmaktadır.
Şapsuğ, Abhaz, Kabartay dışında az sayıda insan tarafından temsil edilen Çerkeş boyları da vardır. Bunlar arasında Kemguey, Bjeduğ’lar sayılabilir. Bu kü-çük boylar arasında değerlendirdiğimiz Besleneyce gerek Kabartaycaya çok yakın olması, gerekse de çok küçük bir top-luluk olduğu için ana Kabartay toplumu içinde değerlendirilebilir. Oysa batı di- alektlerinden birini konuşan ile Kabartay-ca anlaşabilmek zordur. Fakat örneğin bir Abhaz ile bir Kabartay birbirlerini ancak yavaş ve anlaşılır şekilde konuştukları zaman zor da olsa anlayabilirler. Sonuçta bütün bu boylar Çerkeş toplumunun parçası sayılmaktadır.
Elimizde net bilgiler olmadığı için yerleşim bölgelerine, köy sayılarına, ilk göç bilgilerine göre yaptığımız değerlen-dirmede, Türkiye’deki tüm Çerkeş boyları ve Ubıhların nüfusunun iki buçuk ile üç milyon arasında olduğunu tahmin et-mekteyiz. Söz konusu topluluk içinde anadilini koruyanların oranı muhtemelen yüzde 20-25’dir.
Çerkescenin batı lehçelerini konuşan-lara hemen hemen Türkiye’nin her yerin-de rastlayabiliriz. Ancak yoğun olarak bulundukları kentler şunlardır:
Tokat, Adapazarı, Bolu (Düzce), İz-mit, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Sam-sun, Sinop, Kahramanmaraş, Sivas, Gü-müşhane, Kars, Ordu, Niğde, Aksaray, Afyon, Kütahya, İzmir, İstanbul, Ankara, Çorum, Amasya, Hatay, Adana, Antalya, Kayseri, Konya, Mersin gibi…
Çerkescenin doğu lehçesi ise; Kayseri, Kahramanmaraş, Sivas, Yozgat, Ban-dırma, Kütahya, Tokat, Amasya, Samsun, Yalova ve büyük şehirlerde konuşulmaktadır. Yerleşik oldukları kasaba, köy, kent ve mezranın sayısı 650 civarındadır. Ubıh nüfusu ise Çerkeş ve Abhaz nüfusunun bulundukları bölgelerde karışık olarak yaşamaktadır. Yoğunlukla bulundukları iller; Balıkesir, Adapazan, Kahramanmaraş vb. yörelerdir.
Kuzey Kafkasya göçmenleri içerisin-de Çerkesleri nüfus açısından Abhazlar izler. Abhazca da batı ve doğu lehçesi olarak ikiye ayrılır. Batı lehçesini konu-şanlar -ki bunlara Abhazyaa da Absuvva denir- gerek Kafkasya’da, gerekse de Türkiye’de çoğunluğu oluşturur. Doğu lehçesi ise Aşuwa ve Aşkarovva adında iki dialektle temsil edilir. Doğu dialektle- rini konuşanlar Abazın diye de adlandırıl-maktadır. Absuvva genellikle Türkiye’nin batı bölgelerinde yerleşiktirler. Özellikle Marmara bölgesini mesken tutmuşlardır. Adapazarı, Bolu, Eskişehir, Bilecik, İzmit, Sivas, Tokat, Yozgat ve büyük şehirler… Abhazalar da diğer KafkasyalI toplu-luklar gibi hızla kentlileşmektedirler. Abazinler ise İç Anadolu ve Doğu Ana-dolu bölgelerinde ağırlıklı olarak yerleş-mişlerdir. Yozgat, Tokat, Kayseri, Sivas, Çorum, Adana ve büyük şehirler… Batı ve Doğu dialektlerine bağlı bütün Abhazların Türkiye’deki sayısının 700 ile 800 bin arasında olduğunu tahmin etmekteyiz. Türkiye’de yaklaşık 140 civarında yerleşim biriminde Abaza varlığı sürmektedir. Abazince Abazca kökenli olduğu halde gerek Kafkasya’da, gerekse Türkiye’de Abazinlerin Çerkeş topluluklarıyla çok sıkı ilişkiler içinde yaşıyor olmaları nedeniyle, Çerkesce etkisinde gelişerek değişmiş ve Abhazca ile farklılaşmıştır.
Türkiye’ye yerleşen Kuzey Kafkas göçmenleri içinde Dağıstanlılar tıpkı ana-vatanlarında olduğu gibi burada da deği-şik dil ve lehçe farkı sebebiyle dağınık bir görünüm sergilerler. Türkiye’ye Dağıs-tan’dan göçler 18. yüzyıldan 20. yüzyıl ortalarına kadar süregelmiştir. (Bilimsel açıdan araştırmaya açık bir konu olarak, Sultan Selim döneminde Anadolu ile Azerbaycan arasında karşılıklı nüfus değişimi sırasında Azerbaycan’daki Sünni halk ile Anadolu Şii Alevi Türkmen göçleri değerlendirilebilir. Bilindiği gibi Azerbaycan’da Sünni toplumun çoğunlu-ğunu tarihin hemen her döneminde Dağıs-tanlılar oluşturmuştur. Muhtemeldir ki, nüfus değişimi sırasında Kafkasya’dan, Adadolu’ya Dağıstanlılar gelmiştir. Fakat bu konuda elimizde hiçbir bilgi ve belge olmadığından Dağıstanlıların ilk göçünün o dönemde olduğunu söyleyemiyoruz.)
Türkiye’deki Dağıstanlılar arasında da, aynı Dağıstan’da olduğu gibi Avar’lar Ma’arula nüfus açısından en büyük etnik gruptur. Avarca yer yer diğer Dağıstanlı gruplarca da kullanılmaktadır. Yalova’da yerleşik Avarlar arasındaki Dargi’lerin (Tsadah) dil ve kültür yakınlıklarının faz-la olması sebebiyle Avarcayı da kullan-maları yaşanılan bir gerçektir. Avarları, Lezgi’ler (Khural) takip etmektedir. Lez- giler Anadolu’nun genellikle batı bölge-lerinde kasaba büyüklüğünde köylerde yaşamaktadırlar. Bütün Dağıstan dil grupları gibi Lezgice de trajik bir sona doğru (yok oluş) gittikçe yaklaşmaktadır. Lezgice yavaş yavaş günlük yaşam dili olmaktan uzaklaşarak, salt yaşlı insanların konuştuğu dil haline gelmektedir. Benzer sorunu Dargi, Kumuk, Lak ve Tatlar daha ağır biçimde yaşamaktadırlar.
Lezgileri nüfus yoğunluğu açısından Kumuklar, Dargiler, Lak ve Tatlar takip etmektedir. Dağıstanlı topluluklar Türki-ye’nin hemen hemen 1Ü0 yerleşim biri-minde yaşamaktadırlar. Yaklaşık sayıları ise 200 binin üzerindedir. Ancak anadili kullanım oram tahmini olarak yüzde 10 civarındadır. Dağıstanlıların yerleşik bulundukları iller, büyük şehirlere ek olarak. Yalova, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Denizli. Adana, Aksaray, Kahramanmaraş, Kars, ıMuş, Erzurum, Sivas, Tokat, Samsun, Hatay, Kayseri, Diyarbakır, Artvin, Trabzon gibi…
Çeçen ve İnguşlar Dağıstanlıları taki-ben Anadolu’da varlıklarını sürdürmektedirler. İnguşlar kendilerinin Çeçenlerle farklarını vuıgulasalar da, diller birbirine çok yakındır. Çeçenler (Nokhço) Kuzey Kafkasya’nın en kalabalık ulusudur. Daha da ileri gidersek, ilk uluslaşmış toplumdur. Abhazları nüfus açısından çok gerilerde görmemize rağmen, Çeçen halkından sonra ikinci sıraya koyabiliriz. Oysa Avar, Lezgi, Oset, Çerkeş ve Dargi halkları nüfus açısından Abhazlardan kat kat daha fazla oldukları halde uluslaşma aşamalarında daha geride durmaktadırlar.
İnguşlar Türkiye’de oldukça azınlıktadırlar. Çoğunluğu oluşturan Çeçenlerle birlikte İnguşlar yaklaşık 150 bin civarında bir nüfusa ulaşmaktadırlar. Çeçenler de Dağıstanlılar gibi ülkelerini karayoluyla terk etmişlerdir. Fakat Dağıstanlılar gibi küçük gruplar olarak değil de, büyük gruplar halinde göç etmişlerdir.’ Yaklaşık 80 yerleşim birimine dağılmışlardır. K. Maraş, Muş, Sivas, Konya, Kars, Kayseri, Erzurum, Çanakkale ve büyük şehirlerde yaşamaktadırlar.
Osetler ise İron ve Digorin adlı iki lehçelidirler. Kafkasya’da olduğu gibi Türkiye’de de îronlar çoğunluktadır. Osetler Türkiye’de yaklaşık 65 yerleşim biriminde yerleşiktir ve sayıları 100 ile 120 bin arasında değişir. Yaşadıkları ille-rin başında Kars, Muş, Yozgat, Tokat, Er-zurum, Sivas, Kayseri gelmektedir. Hint- Avrupa dili konuşan Osetler, anavatanlarında çoğunlukla Hıristiyan, Türkiye’de ise tamamen Müslümandırlar.
Yukarıda sözünü ettiğimiz toplulukla-rın halk kültür, gelenek, görenek, birlikte-likleri çok açıktır. Ancak doğu kendi için-de, batı da kendi içinde tam anlamıyla ortak güdü ve yaşam biçimi geliştirmişler
dir. Bu halkların ortak değerlerinden en önemlisi dindir. Kafkasya’da yüzde 90’lık Müslüman çoğunluk, Türkiye’de yüzde lOO’liik bir orana çıkmaktadır. İslam Türkiye’deki Kuzey KafkasyalIların yaşamında önemli bir yer tutmaktadır. Ancak Kaf kaslılann yaşantısında tutuculuk, aşırılıklar ve müdahaleci din anlayışı yerleşmemiştir. En tutucu gruplar Dağıstanlıların arasından çıktığı halde, sosyal, politik ve mesleki alanlarda kendilerini gösteren in-sanlar da yine bu gruplar içinden çıkmak-tadır. Örneğin Türkiye’nin işçi ve sendika-cılık tarihine adım altın harflerle geçilmiş Abdullah Baştürk Dağıstan kökenlidir.
Çerkeş, Abaza, Ubılı ve Osetler İslam dininin Sünni-Hanefi mezhebindendirler. Bu toplumların tamamı OsmanlI’nın 16. yy’da başlayan Kuzey Batı Kafkasya’daki misyoner faaliyetleri ile Hanefi mezhebini benimsemişlerdir. Bu bölgede İslam diniyle tanışma çok eski dönemlere dayansa da. genel olarak Müslümanlığa geçişin 3 5 yy’iık bir geçmişi vardır Kuzey Doğu Kafkaya’da ise İslam hakim olmuştur. Dağjstan’a hakim olan Arap-İslam orduları ve misyoner örgütleri 11 yy’da çekilip gittikten sonra, Dağıstan ve Çe- çenya’da İslamın yaygınlaştığı görülmektedir. Çeçen ve Dağıstanlılar Sünni-Şa- fii’dir. Ancak Dağıstanlı Tatlar (Farsçanın Pehlevicesinden türemiş ve Yahudilerle, İranlıların melezlenmesi yoluyla oluşmuş bir etnik grup) Şii-Caferidir. Türkiye’de bir yanılgı olarak Tat topluluğu kimi zaman Azeri, kimi zaman Acem olarak anılmaktadır.
Kuzey Batı Kafkasya’da İslamla ilk tanışma biraz aşağıda Abhazya’da, Arap- İslam orduları ile başlamış, fakat bu akınlar küçük dalgalar halinde gerçekleşmiş ve gerek Çerkesya, gerek Abhazya, gerekse de Ubıh topraklarına yerleşim olmamıştır. Ardından gelen barışçı Dağıstan misyonerleri başarılı olamamış, Kırım Tatar hanlığının kılıç ve ateşle İslamı yayma girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Osmanlı Hıristiyanlığa karşı Çerkeş, Ubıh, Abazin ve bir kısım Abha- zı bir araya getirmiş ve Müslümanlık yaygınlaşmıştır. Belki de bu yüzden bu toplulukların İslam anlayışı oldukça zayıf kalmış ve örfün gölgesinde gelişmiştir.
Anadolu topraklan Kafkasya’dan yüzyıllardan beri göç almaktadır. Olduk-ça büyük yekun tutan bakiyeler -kültürel kırılmalarla- ana kütlenin dev dalgaları arasında damlalara dönüşmüştür. Köklerini kaybetmiş Kuzey KafkasyalI insan sayısı çoktur. Bu kayıp bakiyelerinin bir kısmı Osmanlı harem yaşamına, ordusuna alman köle ve cariyeleıden oluşmakta dır. Öyle ki aynı anda yüzlerce Kafkas kökenli cariye padişahın hareminde yer tutmaktaydı. Köle ve cariyeler dışında politik, ekonomik ve dini sebeplerle vatanlarını terk ederek Anadolu’ya yerleşen onbınlerce KafkasyalI olmuştur. 1800’lü yıllarda Surhay Han önderliğinde yüzlerce Lak, Dağıstan’dan politik sebeplerle göçerek Diyarbakır’a yerleşmişlerdir. Yine 1500’lü yıllar sonrasında çok sayıda Osmanlı devlet adamı ve paşa, Kuzeybatı Kafkasya’dan göçlerden çok önceki tarihlerde, küçük gruplar şeklinde olsa da göç etmişlerdir.
Asimilasyonun boyutları o kadar bü-yüktür ki, ülke çapında bütün etnik grup-ların ana kütle içinde erimesi gerçekleşirken, örneğin Doğu ve Güneydoğu’da Kürtleşen Osetlere rastlanmakta, adını Dağıstan olarak koruyan birçok insanla karşılaşmaktayız. Ubıhların kısmen Çerkeş ve Abhazlar arasında gönüllü eridik-leri kesindir. Ubıhların Kafkasya’da Rus- lar’a karşı verilen bağımsızlık savaşı sıra-sında tek dile geçtikleri tartışmalı bir ko-nudur. Gurbette ise dilin kullanım alanı darala darala yok olmuştur. Ubıhçayı tam olarak konuşabilen Tevfık Esenç adlı kişinin Balıkesir’in Hacı Osman köyünde birkaç yıl önce vefat etmesi ile bir dil tarihin derinliklerine defnedilmiştir. Ancak Tevfik Bey’le bazı batılı dilbilimcilerin yıllar süren çalışmaları sonucunda hazırlanan sözlük ve gramer kitapları sayesinde, kaybolmakta olan bir dil hiç olmazsa sayfalara geçirilmiştir.
Asimilasyonun boyutu küçük toplu-luklarda ve değişik dil ve lehçeleri konu-şan toplulukların birbirlerine çokça karış-tığı yörelerde genişlemektedir. Bunun en açık örneği Dağıstan göçmenleri arasında görülmektedir. Avar, Dargı, Lak ve Ku- muk gibi Dağıstan toplulukları, aynı köy-de bir arada yaşadıklarında eğer aralann- da bir dil nüfus ve etki yönünden ağırlığı-nı koyamıyorsa, dil kaybı ortaya çıkmaktadır. Bir Lak ile bir Kumuk’un evlenerek yaşamlarını birleştirdiklerini varsayarsak, evde anlaşma dili doğal olarak resmi dil olarak kesinleşmektedir. Yine bir Abhaz ile ile Adige evliliğinde de aynı sonuç oluşmaktadır. Fakat ilginç istisnalara rast- lanmaktadır. Değişik Kafkas dillerinin aynı anda evlerde konuşulabildiğine tanık olmaktayız. Adana Tufanbeyli yöresinde Abazinler anavatanlarında olduğu gibi burada da hem Abazinceyi, hem Kabar- tay lehçesinde Adıgeceyi konuşabilmek-tedirler. Yine Yalova’nın Dağıstan kökenli 3 köyünde bazı aileler içinde hem Avarca, hem Dargice konuşulmaktadır. Sonuçta Türkiye’deki Kuzey kafkaslılar anadillerini korumada gittikçe zorlanmaktadır. 1950’li yıllardan sonra gelişen teknoloji ve kitle iletişim araçları bütün bu dil gruplarının gerilemesine sebep ol-muştur. Okul eğitimi olmayışı ve kentleş-me bu gerilemenin diğer belli başlı ne-denleridir.
Kuzey Kafkaslılann Türkiye’de kırsal kesimdeki göç sonrası yerleşim bölgeleri, Anadolu’yu ortadan bölen Sinop-Hatay hattı, Çanakkale-İstanbul Boğazı ve eski başkent İstanbul kentini güney ve batıdan kuşatan stratejik bölgelerdir. Ayrıca bir zamanlar Hıristiyan azınlıklara karşı kalkan olarak düşünülmüş Doğu Anadolu’da Sivas, Muş, Kars, Maraş yerleştirilmeleri gerçekleşmişti. Bu yerleştirmeler, Osmanlı inisiyatifiyle oluşmuştur. Osman-lI’nın gerileme ve zayıflama döneminde belli ki idareciler bu gelen genç göçmen nüfusu denge, tazelik ve değişim olarak değerlendiriyordu. İç ve dış tehlikeleri bertaraf edecek bu taze kan sayesinde to-parlanma ve güçlenme ihtiyacını giderecekti. Sonuçta, Osmanlı’ya değil de, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne yaradı göçmen nüfus. Nitekim Türk Ulusal kurtuluş Sa- vaşı’nda, cumhuriyetin kurulma aşamalarında bu gelen nüfusun katkısı, olması gerekenden çok daha fazladır. Bunun bir filmini çekersek, Atatürk’ün yakın silah arkadaşlarının çoğu Kuzey Kafkasya kökenlidir. Rauf Orbay, Refet Bele, Bekir Sami, Yusuf İzzet, Ethem Bey ve kardeşleri ve daha birçokları.
Osmanlı’nın Kafkaslıları nitelikli ve yetenekli bir unsur olarak görmesi, Ana-dolu’ya Kafkasya’dan göçleri teşvik etmesinin en büyük nedenidir. Osmanlı’nın bu politikası toprakları üzerinde karma bir millet ya da ümmet yaratma savaşının bir parçasıydı. Osmanlı ve onun doğal mirasçısı Türklerin ulus olarak özelliklerinde Kafkasyalılığa yoğun bir biçimde rastlamaktayız. Orta Asya Türklüğü ile Anadolu Türklüğü arasında birçok açıdan geniş farklar bulunmaktadır. Genel tipo- loji bir yana, yaşam tarzı ve kültürde uçurumlar ortaya çıkmaktadır. Anadolu Türküne hakim fizik neredeyse Kafkas fiziğidir. Bunda salt Kafkaslıların değil, Doğu Avrupa (Balkan) ülkelerinin, Yunan, İran, Kürt, Arap, Ermeni toplumlarının da katkısı olmuştur.
Tarih öncesi dönemlerden bugüne, Anadolu’nun eski halklarından pek de ciddi bir bakiye gözükmemektedir. Fiilen ortadan kalkmış kültürler ve topluluklar Anadolu Türklerine karışarak, kaynaş-mışlardır. Belki gözden ırak noktalarda sönük de olsa varlıklarını sürdürmekte olanlar vardır.
Türkiye toplumu içinde iyice kaynaş-mış varlığı ile K. Kafkaslılar artık ailenin asli unsuru olarak ülkede yerini almışlar-dır. Fakat bu, bütün sorunları gözardı et-memizi sağlamıyor.
K. Kafkaslılar Türkiye’de bağımsızlık savaşma katılmışlardır. Ülkenin diğer in-sanlarıyla birlikte acısında, sevincinde ortaklaştılar. Herhangi bir Türk vatandaşı gibi seçme, seçilme, çalışma, mülk edin-me vs. hakları vardır. Ancak kültürel hak-lar çıkmazdadır. Kültürün ve dilin yaşaması büyük organizasyonların desteğiyle olabilir. Vergi veren, askerlik yapan, can veren, okulunda öğretmen, camisinde imam, devlet dairesinde memur, fabrikasında işçi, tarlasında rençber olan bu in-sanların kendi anadillerini, kültür ve gele-neklerini sürdürmek istemelerinden daha doğal ne olabilir ki? Şimdi her geçen gün yokolmakta olan kültürlerine sahip çıkmak için çeşitli çalışmalarda bulunu-yorlar. Kültürel etkinlikler konusunda devletin katkısını görmeyi istiyorlar.
Anavatanlarını terk etmiş olsalar da K. Kafkaslılar oradaki bağlarını en azın-dan manevi olarak sürdürmektedirler. Kafkasya’da yaşanan üzücü olaylar burada büyük yankılar bulmakta ve vatandaşı oldukları devletin duyarsızlığı infiale yol açmaktadır. Kafkasya’da Oset-İnguş, Oset-Gürcü, Çeçen-Rus, Abhaz-Gürcü çatışmaları rahatsızlık yaratmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin olaylara ilgisizliği ve nemelazımcı tavrı buradaki insanları derinden yaralamaktadır. Birleşik ve Bağımsız Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni tarihte ilk tanıyan ülke iken Türkiye’nin olaylara sessiz kalması ve beklentilere yanıt vermemesi tarihsel misyonuna da ters düşmektedir. Bugün bağımsızlık yolunda ağır adımlarla ilerle-yen K. Kafkas halkları, bölgesinde örnek bir ülke olarak Türkiye’nin rehberliğini arzulamaktadırlar. Türkiye’nin bilgi biri-kimi ve yol göstericiliğinden faydalan-mak istemektedirler.
K. Kafkaslıların yaşadıkları ülkenin politik ve demokratik güçlerinden haklı istekleri bulunmaktadır:
1) Kafkaslıların etno-kültürel haklan tanınmalıdır.
Dünyanın neredeyse her yerinde ta-nınmış, Türkiye’nin de Avrupa Topluluğu, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlara gözetiminde altını imzaladığı antlaşmalara sadık kalarak çeşitli kültürel hakları uygulamaya koyması beklentiler içinde başı çekmektedir. Okul-eğitim-ba- sın-yayın, kendi dillerini yaşatma ve geliştirme gibi konular önceliklidir.
2) Türkiye’de eğer bir etnik sorun var ise, ülkenin bütün sivil toplum kuruluşla-rının bir araya gelerek, uygarlık ölçüleri içinde konuların tartışılmasını, özgürce düşüncelerin ortaya konulmasını ve devletin öncülüğünde bütün halk kitlelerinin desteğini alarak konsensüse varılmasını arzulamaktadır.
3) Türkiye’nin belli başlı üniversitele-rinde Kafkasoloji kürsüleri kurulmalı,’ Kafkas kültürü, dilleri ve tarihi öğrencile-re verilmelidir.
4) Eğer devlet ağırlığına dayalı mevcut eğitim sisteminde ısrar edilecekse Kafkas dil ve kültür dersleri seçmeli ders olarak öğrenime girmelidir. Fakat gelişen dünyadaki çağdaş politikalar gereği, devletin olabildiğince ağırlığının azalıp sivil toplum organları ve özel eğitim kuramlarının gelişmesine önayak olacak liberal bir sistem geliştirilecekse (Türkiye’nin geleceği nokta budur) özel kuramlarda Çerkesçe, Çeçence gibi az sayıda insan tarafından konuşulan diller de, birinci dil olan Türkçe’nin yanında eğitim-öğretim
dili olarak okutulmalıdır. Ve bu özel okullara vergi ve prosedür kolaylıkları tanınmalıdır.
5) Her şeyden önce Türkiye’de insanlarımız hangi kökenden gelmiş olursa olsun, önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, sonra Laz, Çeçen ya da Boşnak kökenli olduğunu vurgulamalıdırlar. Kuzey Kafkasya kökenli insanlar belki de her kesimden daha çok bu konuda istekli ve ısrarcıdırlar. Bu samimi, vefalı ve mağrur insanların Türkiye’den bir toprak talebi olmamıştır. Ayrıca Kafkasyalılar Türki-ye’deki sorunun bir toprak anlaşmazlığı olmadığına da emindir. Var olan sorunla-rın, bireylerin ve özgün cemaatlerin kendi kültür dokularını yaşayarak, koruyarak ve evrensel kültür ile bağdaştırarak giderileceği kesindir. Birlik ve bütünlükten ödün vermeden, tartışma konularını şiddete dökmeden, bütün farklı düşünceleri anlayış içinde değerlendirerek, banş dolu bir geleceğe yürünmelidir.
6) Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kuzey Kafkasya’daki sorunlara da duyarsız kalmamalıdır.
Kafkasya Yazıları
1997 Yaz İki