Türk Sinema Tarihinde Sınırlılıkları Aşmanın Yolları

KURTULUŞ KAYALİ

 Türk sinema tarihinin yeni baştan yazılmasının gereğini yayınlanan metinlerin niteliği ortaya çıkarmaktadır. Yaygınlaşmış somut değerlendirmeler sinema tarihinin eleştirel bir yaklaşımla önemli ölçüde değiştirilerek yazılmasını gündeme getirmektedir. Hemen her gün yeni yönelimler belirmekte ve yeni yazılanlar farklı arayışları meşrulaştırmaktadır. Türk sinema tarihi konusunda geçmişin bir kalem geçilmesi şeklindeki genelleşmiş anlayışların aşılması gerekmektedir. Genelde sinemanın ve özel olarak da Türk sinemasının yüzüncü yılda sorgulanması sağlanmalıdır. Fakat bunun vasatı, bunun ortamı oluşturulmaya çalışılmalıdır. Yoksa Türk sinema tarihinin yeniden yazılması durup dururken, nedenleri saptanmadan gündeme giremez. Bir şekilde sinema tarihinin yeniden yazılmasının eleştirel anlamda somut nedenleri üzerinde düşünülmelidir. Türk sinema tarihi yazma gereğinin hangi tarihlerde ve neden belirdiği konusu derinlemesine incelenmelidir. Konunun geniş kapsamlı bir şekilde düşünülmesi mevcut sinema tarihlerinin gerçekçi tahlilinin yollarını açacak gibi görünmektedir.

Sinema Tarihi Yazma Denemeleri

Türk Sinema Tarihi başlığını taşıyan ilk kitap 1962 yılında Nijat Özön, İkincisi de 1987/1988 tarihlerinde Giovanni Scognamillo tarafından yazılmıştır. 1990’lı yıllarda da Oğuz Makal ve Alim Şerif Onaran Türk sinema tarihi yazmayı denemişlerdir. Oğuz Makal’ın kitabı 1991 yılında Âlim Şerif Onaran’m iki ciltlik kitabı da 1994 ve 1995 yıllarında yayınlanmıştır. Bu tarihler çerçevesinde konu irdelenip araştırıldığı zaman çoğu hususlar sert bir şekilde tartışıl- sa da bunun sinemanın geçmişine yönelik yeni değerlendirmelere dönüşmediği görülmektedir. Burada dikkati çeken ilk nokta, Türk sineması konusundaki tartışmaların yoğun olmadığı dönemlerde sinema tarihlerinin yazılmasıdır. Sonraki tarih kesitlerinde gündeme gelen temel sorunlar Nijat Özön’ün yazdığı ilk Türk Sinema Tarihi yapıtında hemen hiç tartışılmamıştır. Türk Sinema Tarihi kitabı toplumsal-gerçekçi olarak nitelenen filmler döneminin hemen öncesinde yazılıp tamamlanmıştır. Hatta temel mesajlarını içeren bölümü, kitabın tam piyasaya çıktığı sırada dönemin radikal sayılabilecek dergisi Yön’de yayınlanmıştır. Zaten Nijat Özön de bu dergide sinema eleştirileri yapmıştır. Türk Sinema Tarihi kitabı sinemanın kökten denilebilecek, radikal olarak nitelenebilecek değişiklikler geçirmediği bir zaman kesitinde gündeme girmiştir. Üzerinden geçen otuz üç yıl içinde de temel yaklaşımları kabullenilip hiç tartışılmadığı için de gündemdeki yerini korumuştur.
Benzeri bir durumu ikinci sinema tarihi yapıtının yayınlandığı dönem açısından da düşünmek mümkündür. Scognamillo’nun tarihiyle ilk sinema tarihi yapıtının yayınlandığı tarih arasında yirmi beş yıllık bir süre vardır. Sözü edilen bu çeyrek yüzyıllık süreç sinemanın yüz yaşında olduğu düşünüldüğünde hiç de kısa bir zaman aralığı olarak telakki edilemez. Ancak ilginç olan husus çeyrek yüzyıllık süre içinde birkaç kez sinema üzerinde yoğun tartışmalar olmasına karşın hiçbir yazarın Türk sinema tarihi yazma denemesinde bulunmamasıdır. Bir başka şekilde belirtmek gerekirse iki dönem arasında sinema üzerine şöyle ya da böyle düşünenlerin sinema tarihine yönelmedikleri görülmektedir. Birinci tarihin yazıldığı dönemde olduğu gibi ikinci tarihin yayınlandığı zaman aralığında da Türk sinemasının gerek o günkü pratiği, gerek geçmiş dönemdeki uygulamaları/somut gelişmeleri konusunda duyarlılık sözkonusu değildir. Son dönemde yayınlanan son iki sinema tarihi yapıtı da -her ne kadar sinema tarihi olduğu tartışılabilirse de- gene aynı şekilde sinema konusunda duyarlılıkların hemen hiç olmadığı zaman kesitlerinde gerçekleştirilmiştir. Duyarlılık olmadığı için de konu değişik ölçütler gündeme getirilerek irdelenmemiştir. Aslında Âlim Şerif Onaran ve Oğuz Makal’ın bu kitaplarını sinema tarihi olarak nitelememek gerekmektedir. Burada bu iki yapıtın anılmasının nedeni sinema tarihi savında olmalarından kaynaklanmaktadır. İkisinin de herhangi bir önemli temel dayanağı olmadığı gibi, özellikle geçmiş dönemler açısından Nijat Özön’ün yorumlarına katıldıkları görülmektedir. Aslında sorunu değişik ölçütler çerçevesinde formüle edip, tartışmak gerekmektedir. Dolayısıyla sorunun geniş veçheli bir çerçevede tartışılması daha anlamlı olabilir. Bunu gerçekleştirmenin yolları bulunmalıdır. Yolun nasıl bulunacağı da önemsenmesi gereken bir sorun olarak, tartışılması gereken bir sorun olarak ortada durmaktadır.
Üzerinde kısa nitelemeler yapıldığı takdirde anlaşılabileceği gibi her dönemin belirgin öncelikleri konunun farklı şekilde sunumunu gerektirmektedir. Ancak her dönemde de aynı yaklaşımlarla konular değerlendirilmemektedir. Diğer dönemlerin, bir şekilde yirmi beş yılın sinema düşüncesi bakımından getirdiklerinin bir muhasebesi yapılmalıdır. Daha doğrusu bu zaman aralığındaki değişik ölçütler esas alınarak -ama her tür değişik ölçüt- bir sinema tarihi yazılması denenmelidir. Bir yanıyla, bir biçimiyle böyle bir sinema tarihi ya da tarihlerinden ziyade bu tür bir sinema tarihini yazmaya yarayacak materyal vardır. Ancak sözü edilen materyal dört sinema tarihi yapıtı ölçüsünde çerçevesi belirlenecek tarzda kurgulanıp kaleme alınmamıştır. Yirmi beş yıllık sürede yazılanların polemik niteliği daha belirgin olarak öne çıkmıştır. Belirtilen dört kitapta da örtük siyasal kabullenimler bulunmasına karşın açık siyasal tercihlere, açık siyasal imalara rastlanmamakta- dır. Ancak sözü edilen türde çalışmalarla diğerleri, sinema tarihleri arasında çakışma noktaları bulunmakla beraber, önemli farklılaşmalar da vardır. Aslında bir biçimde bu benzeşme ve ayrışmaların üstünde durmak gerekmektedir. Özellikle 1960’lı yıllarda ulusal sinema, 1970’li yılların başında devrimci sinema, daha sonra da yeni sinema, millî sinema, Islâmcı sinema ve giderek beyaz sinema kavramları bazı konuların bir ölçünün ötesinde tartışılmasını bera-berinde getirmektedir. Çakışma ve ayrışma noktalarıyla birlikte bu zihniyet yapısının da anlaşılması gerekmektedir. Gerçekliğin bir kısmı böylelikle daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarılabilir. Değişik türdeki yaklaşımların bağlantı noktaları nerededir ve siyasetle ilintilendirilmesi durumunda nasıl genellemeler yapılabilir?

Türk Sinema Tarihlerini Şekillendiren Zihniyet

Burada üzerinde durulması gereken husus değişik dönemlerin zihniyetlerinin nasıl birbirleriyle uyuşabil- diğidir. Bir başka deyişle değişik değerlendirmelerle yazılan sinema tarihlerindeki anlayışların çelişmemesi önemsenmelidir. Bu sorunun genel siyasal yaklaşımlarla bağlantıları var gibi görünmektedir. İkisinin, zihniyet sorunu ve siyasal yaklaşımların, daha doğrusu iki ayrı yönelimin nasıl bir bağdaşıklık içerdiği önemlidir. İki ayrı yaklaşımın nasıl bağdaşabileceği önemli bir sorun olarak görülmelidir. Belki de anahtar her iki konunun güne tutunarak, şimdiki zamana sığınarak çözümlenmeye çalışılmasında yatmaktadır. Temel konu şu sıralarda gerçekleştirilenler olduğu için geçmiş dönem pek belirgin bir şekilde gündeme getirilmemekte sadece olumsuz anlamda değerlendirme konusu yapılmaktadır. Sorunun çözümlenmesi bunun nedenleri üzerinde dururken mümkün olabilir. Konunun kavranılmasının yolu zihniyet sorununun anlaşılmasından geçer. Değişik dönemlerde aynı konunun incelenmesindeki mantalite benzerliği mantıklı bir bütünsellik içinde anlatılmalıdır. Onun için bazı so-mutluklar açıklıkla hikâye edilmelidir. Bu da sorunun geniş bir perspektif çerçevesinde değerlendirilmesiyle mümkün olur.
Zihniyet sorununun çözümünün konunun anlaşılmasını sağlayacağı söylenirken hemen her dönemde başka sanat alanları da dahil olmak üzere güne tutunmanın, gündelik gelişmeleri öne çıkarmanın amaçlandığının hatırdan çıkarılmaması gerekmektedir. Sinema da güncel somut pratikler çerçevesinde düşünülmektedir. Hemen herkesin temel ilgi odağı bugünlerde çevrilen filmlerdir. Bunun en ilginç göstergesini bir sinema eleştirmeninin 1967 yılında Türk sineması üzerine yazmaya baş-laması nedeniyle miladının aynı yıl olmasında yakalamak kabildir. Yazılan genel mahiyetteki ya da belirli sorunlar üzerinde odaklaşan yapıtlarda da günün revaçta olan yaklaşımları esas alınmaktadır. İnsanların yaklaşımları günün ortamından etkilendiği için farklı yönelimleri olup, farklı düşünceleri de yansıtsalar çoğu yaklaşımın ortak paydası bulunmaktadır. Örneğin, burada anılan kitapların ikisinde, Oğuz Makal ve Âlim
yaşanan günün somut gündemi öncelikli bir yer tutmaktadır. Değişik ölçülerde bulunmakla beraber bu nitelik başka yapıtlarda da görülmektedir. Dünün geçip gitmiş olduğu zihniyeti bireyleri ister istemez böylesi bir noktaya getirmektedir. Bu durumun öncelikle tespit edilmesi gerekmektedir. Bu suretle de geçmiş bir biçimde sorun olarak gündeme girmemektedir. Haliyle insanların günümüzün mercekleriyle geçmişi değerlendirmelerinin bir ölçüde doğal bir tarafı vardır. Ancak bunun da bir sınırı bulunmalıdır.
Sınırı sonradan tekrar telaffuz etmek üzere bir kenara bırakıp aynı durumu güçlendiren bir başka özelliğe daha dikkat etmek gerekmektedir. Vurgulanacak bu ikinci özellik güne tutunma şeklindeki ilk özelliği güçlendirmekte, geçmişe dönük bazı hususların bir şekilde karikatürize edilmesine yol açmaktadır. Bu husus daha önce belirtildiği gibi sinema üzerinde düşünürken de siyasette odaklaşmaktır. Aslında belirtilen özellik sinema dışındaki alanlar için de geçerlilik taşımaktadır. Siyasette odaklaşan bakış açısı ister istemez güncelleşecektir. Bunun göstergelerini sinema alanında fark etmek oldukça kolaydır. Genelde değerlendirildiği zaman belli bir doğrultuda gelişen sinema düşüncesinin kendi geçmiş doğrultusuna net siyasal yaklaşımlarla karşı çıktığı görülmektedir. Devrimci sinema oluşumu içinde Yılmaz Güney kendi geçmiş sinema pratiğine, bu pratik içindeki devrimci sinema örneklerine de eleştiri yönelttiği gibi, Yılmaz Güney sinemasının uzantısı olarak telakki edilen sinema da benzeri bir eleştiriyi gerçekleştirmiştir. Aynı içerikteki tu-tumu geçmiş dönem millî sinemasına eleştiri yönelten, konuyu İslâmî sinema, İslâmcı sinema ya da beyaz sinema diye adlandıran bugünün muhafazakâr doğrultudaki sinemacılarında da görmek mümkündür. Bu konuda çok sayıda başka örnekler vermek zor görünmemektedir. Zaten verilen örnekler haleti ruhiyeyi olanca açıklığıyla sergilemektedir. Hatta bunun ilginç örneklerinden birini de Metin Erksan sürekli olarak vurgulamaktadır. Türkiye’de marksistler düşünce hayatında olağanüstü etkin ve bunların bir kısmı da sinemayla ilgiliyken hiç kimse Nazım Hikmet’in Türk si-nemasındaki pratiğini araştırmaya çalışmamıştır. Dahası bunu önemse- memiştir: “Yutkueviç, daha yeni öldü. Burada sinema tarihi kitabı yazanlar Yutkueviç’e bir mektup yazıp Ankara Türkiye’nin Kalbi filminin üzerindeki esrarı kaldırmayı düşün-mediler. Nazım Hikmet Türk sinemasında çalışmış bir isim. Bu adam sinemada ne yapmak istedi? 1962’deki ölümüne kadar kimse yazıp sormadı.” Burada somut olarak siyasette odaklaşan düşüncenin tavır alışı gün-deme gelmektedir. Dolayısıyla siyasal duyarlılıkları fazlalaşanlar ve bu konuda radikalleşenler her şeye yeniden başlamayı amaçlamaktadırlar. Geç-mişte sadre şifa hiçbir şeyin bulunma-dığını düşünmektedirler. Anlatılmak istenen hususu somutlaştırabilmek açısından verilebilecek bazı örnekler açıklayıcı olabilir. Söylenmek istenen husus Birleşen Yollar ve özellikle Memleketim ile Minyeli Abdullah I, II ya da farklı bir yönetmenin daha radikal bir filmi Bize Nasıl Kıydınız? arasındaki farkı görebilmektir. Tipkı bunun gibi Yol ve Duvar ile Umut ve özellikle Arkadaş arasında büyük fark vardır. Bu aşamada benimseyici bir tutum takınılıp örneklerin değiştirilmesine mukabil mantık değiştirilmediği zaman sonraki tarihte gerçekleştirilen filmlere olumlu, erken tarihlerde çekilen filmlere ise olumsuz, en azından eleştirel yaklaşılmaktadır. Zaten siyasete duyarlı ya da siyasette odaklaşan yaklaşımlar bakımından güncellik bile bir yana bırakılıp tasarlanan türde yapımlar bir biçimde çoğu idealleri ileriye havale etmekte, ileriye ertelemektedir. Aynı tür bir tavrı siyasal konuları önemseyen Ulusal Sinema Kavgası yapıtında da yakalamak mümkündür. Tüm bunlar konunun kavranılış biçimini, geçmişe dönük yoğun eleştirel tavrı anlaşılır kılmaktadır. Zaten bu durum başka alanlarda olduğu gibi sinema alanında da geçmişten tümüyle kopuşun gerektirdiği haleti ruhiyeyi ortaya çıkarmaktadır. Bu iki husus geçmişin anlaşılma gerekliliğini ortadan kal-dırmakta, sinemadaki ya da başka bir sanat dalındaki başkalaşımın önem-senen yakın dönem tarih kesitinde belirdiği şeklinde bir düşünceye yol açmaktadır. Ancak bunun gerçekçi olduğu şeklindeki bir yaklaşımın sorgulanması gerekmektedir. Çoğu gerçeklikleri bu sorgulama eğilimi ortaya çıkaracak gibidir. Bu hususların detaylı olarak sergilenmesine çalışılmalıdır. Dolayısıyla sınırlılıklara derinlikli olarak bakmak gerekmektedir. Bu noktada geçmişin toptan ihmal edilerek iptal edilmesi şeklinde bir sakat anlayış oluşmaktadır.

Türk Sinema Tarihi Yazarları

Bu aşamada bir husus konunun tam da can alıcı bir yerinde somut-laştırılmasını mümkün kılmaktadır. Yukarıda bahse konu olan Türk sinema tarihine dair dört yapıtı bu çerçevede değerlendirmeli anlamlı görülebilir. Dört yapıttan ilkinin yazarı 1951 yılında gerçekleşen komünist tevfikatında tutuklanmıştır. Bir anlamda Türkiye’nin sosyalist geleneğinden -ona bir biçimde karşı çıkmış, onunla yolları bu tevfikat dolayısıyla ayrılmış olsa da gelmektedir. Diğeri Scognamillo da ulusal sinema konusundaki tartışmaların yoğunlaştığı sıralarda 1968 yılında temel yapıtını, Türk Sinemasında 6 Yönetmen’i kaleme almıştır. Teknik nedenlerle kitap 1975 yılında yayınlanmıştır. Onun Türk sinemasının geçmişiyle bir ilgisi varsa da, fazla bir sorunu yok gibi görünmektedir. İlk temel yapıtında doğal olarak önemli bir sinema yönetmeninin, Yılmaz Güney’in bulunmaması tartışmanın belli bir tara-fında olmadığının da göstergesi ma-hiyetindedir. Sonraki dönemdeki ge-lişmeler bağlamında sorunun kavra-nılması açısından yapıtın önceki dönemlere dair bir problemi yoktur.
Çünkü Türk sinemasının o zamana kadarki önemli tüm yönetmenlerini incelemiştir. Diğer iki yazardan biri ise uzun süre Sansür Kurulu’nda görev yaptıktan sonra sinema üzerine akademik çalışmalar yapmaya başlamıştır. Oğuz Makal da daha ilk genç-liğinde radikal sayılabilecek sinema ve siyasal dergilerde heyecan dozu yüksek radikal sinema yazıları dök-türmüştür. Bu yazarların içinden bir başkası da dönemin etkin gazete ve dergilerinde yazmıştır. Nijat Özön Kim ve Akis gibi dönemin siyaset/aktüalite dergilerinde yazmasının yanında Yön ve Devrim örneği daha radikal yayın organlarında da sinema eleştirileri yayınlamıştır. Diğer iki yazarın böylesi bir pratikleri yoksa da sinemaya ilişkin yaygın genellemelere yatkın bir anlayış içinde oldukları düşünülebilir. Bu genel nitelik hatırlandığı zaman sinema tarihlerinin güncelliklerin ve siyasetin, güncel siyasetin etkilerinde kalmaları doğaldır. Dolayısıyla kitapların bu özelliklerinin gözden kaçırtlmayıp, genel değerlendirmelerde hesaba katılması gerekmektedir. Kitapların içeriklerinde haliyle bu niteliklerin de etkileri bulunmaktadır. Bunların bir biçimde değerlendirilmesi icap etmektedir. Anılan dört kitabın benzeri özellikleri taşıması vurgulanan nedenlerden kaynaklanmaktadır. Sözü edilen kitapların bu çerçevede değer-lendirilmesi genel özelliklerin kitaplara nasıl yansıdığını da gösterecek mahiyettedir.
Aslında sinema tarihleri arasında bazıları biraz farklılık da arzetmektedir. Nijat Özön’ün yazdıkları bu anlamda belli bir nitelikte görülmelidir. Sorunlar geniş açıdan değerlendiril-melidir. Ancak sinema tarihlerinden birinin bir başka özelliği de gözlemle-nebilir. Scognamillo, geçmiş dönemlerdeki nitelemeleri, değerlendirmeleri diğerlerine göre daha fazla önem- semıştir: “Gene dikkat edilecektir ki, bu kitap, yer yer bir ‘antoloji’ niteliğini taşımaktadır. Sık sık başka yazarlara konuşma olanağını tanıdık, gerek belirli bir dönemi canlılık ve heyecanla yansıttıkları için, gerekse tartışılmaz yorum ve değerlere vardıklarından. Okur, sanırız, belki bir ‘tarih’ kitabına daha doğrusu ‘geleneksel’ bir tarih kitabına uymayan, gereksiz sayılabilecek örneklerle karşılaşacaktır. Sözünü ettiğimiz bazı hatta birçok filmleri, değil tarih, o günün seyircisi ve eleştirmeni değerlendirmiştir zaten, unutarak, saymayarak. Ne ki, bizce, yanlış bir atılma bile zamanla belirli bir dönemin, bir yılın, havasını daha etkileyici bir şekilde vermektedir.” Zaten sinema tarihlerinin farklılaşma noktalarından birini de bu özellikte aramak gerekmektedir. Geçmiş dönemdeki gelişmelerin önemsenmesi dönemin, o dönemlerdeki somut gelişmelerin sorgulanmasını da beraberinde getirmektedir. Zaten belirgin problemler olmaması da geçmiş dönemin bayağı gelişigüzel aktarılmasıyla sonuçlanmaktadır. Bu-nun böyle olduğuna en olmadık sinema araştırmacıları bile işaret etmiştir.

Geçmişe Yönelme Düşüncesinin Geçmişin Yüzeysel Yorumuyla Sonuçlanması

Özellikle 1980’lerin başında Türkiye’de başlayan popüler kültür araştırmaları, eski sinemaların, genellikle de 1960’lar dönemi Türk sinemasının gündeme getirilmesiyle sonuçlanmıştır. Popüler kültür araştırmaları çerçevesinde sinema konusuna yaklaşılmaya çalışılmıştır. Bu yaklaşma denemesi Türk sineması üzerinde somutlaştırılmaktan ziyade Batı sineması konusundaki genellemelerin aktarılmasını yeğlemiştir. Bu tür çalışmaların bâriz olarak derinleştirilmesi gerekmektedir. Aynı doğrultuda bakıldığı zaman örneğin, Çağdaş Farıtazya kitabının aktardıklarından kalkarak popüler kültür bağlamında yerli sinemanın değerlendirilmesi mümkün değil gibi görünmektedir. Ancak bu tür yapıtlardaki yaklaşımları andırır tarzda biraz önce de belirtildiği gibi afaki, anlık değerlendirmeler daha yoğun olarak gündeme girmektedir. Sinema tarihi kitaplarının hemen hepsinin yazıldığı dönemde apolitikleşme, siyasetten uzaklaşma yaygın olduğu için, bariz olarak keyfî, gelişigüzel bir geçmişe dönük değerlendirme yapılmak durumunda kalınmıştır. Sorunu bir de bu bağlam çerçevesinde mütalaa etmek gerekmektedir. Bunun değişik nedenleri gözönünde tutularak yorumlanması icap etmektedir.
Etkileri açıklıkla görülebileceği gibi dönemin yaygın eğilimleri hesaba katılmalıdır. Bazıları geçmişin bir bi-çimde anlaşılmasına yönelmekte, buna mukabil diğerleri hemen günümüze gelmeyi yeğlemektedir. Geçmişin gündeme getirilmesiyle amaçsız, flu bir fon oluşturulmaktadır. Bu nedenle de geçmiş konusunda belli noktalar üzerinde odaklaşmayan değimlerde bulunmaktadır. Bunlar da iki tarzda gelişmektedir. Biri dönemin önemli yönetmenleri üzerine yapılan çalışmalarda görünmektedir. Burada da çalışmalar genellikle dönemin yayın organlarında ifade edilen görüşler tarafından şekillenmektedir. Böylelikle biraz önce ifade edilen sınırlılık bir nebze aşılmaktadır. Dolayısıyla dönemin zihniyetinin gerçekleştirilen çalışmalara önemli ölçüde yansıdığı görülmektedir. Aslında bu sistemli bir şekilde gerçek- leşmemekte yazılan genel mahiyetteki kitaplarla da takviye edildiği için amaçlanması gereken sonuca kolayına ulaşamamaktadır, ikinci husus daha belirgin bir noktaya varılmasını sağlamaktadır. Konu siyasal yorumla-rın bir ölçüde düzelttiği bir şekilde formüle edilmektedir. Sözü edilen sorunun dışındaki mesele ise bir başka biçimde değerlendirilmelidir. Bu sorun da siyasal mahiyetteki çalışmaların sorgulanmasıyla ortaya çıkarılabilir. Siyasal mahiyetteki yaklaşımların sorgulanması geçmiş dönemin si-nemasının tüm şartlarıyla tüm çeşit-liliğiyle anlaşılmasının yolunu açmaz. Hele bugünün mantalitesiyle geçmiş dönemlerin anlaşılmaya çalışılması pek mümkün olmaz. İnsanlar geçmiş dönemlerde telaffuz edilen bazı düşünceleri anlamlandırmakta zorluk çeker. Genelde geçmiş dönemin mantalitesiyle konunun anlaşılmaya çalışılması ve siyasal duyarlılıklarla sinemayı çözümleme denemesi önemli aşamalara ulaşmayı sağlayıp bazı konulara açıklık kazandırabilir. Ancak nesnel sayılabilecek bir sinema tarihinin yazılmasının tüm koşullarının oluşumunu doğal olarak ger-çekleştiremez. Anlatılmak istenen i- ki tür denemenin tam tekmil, kusursuz bir şekilde gerçekleştirilmesi halinde bile -ki böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir- Türk sinema tarihinin bütün veçheleriyle ortaya çıkarılmasının mümkün olmadığıdır. Siyasal nitelemelerin, yorumların anlık olduğunu, zamanın etkisi altında kaldığının tebarüz ettirilmesi ge-rekmektedir. Bü nedenle geçmiş dö-nemin salt bugünkü önceliklerle an-laşılmaya çalışılması gerçekçi bir tavır değildir. Bir biçimde bunun aşılması denenmelidir. Bu konunun aşılmaması bazı önemli sorunların anlaşılmasının önüne önemli bir engel oluşturmaktadır. Bunun dışında da önemli sınırlılıklar gündeme gelmektedir. Değişik anlamlara gelmek üzere sürekliliğin temel bir özellik olduğu belirtilse de bazı filmlerin büyük oranda birbirlerine benzediği bir vakıadır. Bu vakıanın anlamlandırılması Türk sineması hakkında pek telaffuz edilmeyen gerçekliklerin belirtilmesini sağlayabilir. Böylesi bir anlayış da Türk sinemasının siyaset merkezli ya da güncel tercihlerle ifadelendirilmesinin aşılmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla da kültür ve kültürel sorunlar Türk sinema tarihinin merkezine yerleştirildiği zaman  ortaya daha değişik, ifade mazur gö-rülürse daha gerçekçi, bir parça daha doğru bir sinema tarihi çıkartılabilir. Yeni dönemde yazılabilecek sinema tarihlerinde bu hususun öncelikle göz önünde tutulması zorunludur. Her iki dönemin eksiklerinin aşılması olsa olsa siyasete daha duyarlı yeni bir tarihin ya da bâriz bir biçimde ayrıntılarda dikkatli bir çalışmanın oluşturulmasını sağlayabilir. Bunun ötesinde anlık, belirgin, beylik sorulara yanıt verme anlayışının fazla önemsenmemesi sorunların belki de olanca boyutlarıyla belirmesine yol açacaktır. Zamanların, değişik dönemlerin ortak ve farklı ölçütlerle değerlendirilmesi sorunun çözümlenmesini olsa olsa kolaylaştıracaktır.

Kültür Perspektifli Bir Türk Sinema Tarihi

Kültürle endekslenmiş bir sinema tahlili de ortaya bir başka, daha gerçek bir sinema tarihi çıkmasının yolunu açacak gibidir. Artık daha önceki tarihlere, kimi siyasal yorumlarla bir ölçüde düzeltilmiş tarihlere yeni bir veçhe verilmesi mümkündür. Çünkü somut hayat, daha doğrusu kültür merkezli bir tarih öncelikle son dönemin olmak üzere Türk sinemasının genel gelişimine bir başka perspektiften bakmayı gerektirecektir. Böylelikle de Türk sinema tarihinin merkezinde olmayan konular, filmler ve yönetmenler bir şekilde merkeze yerleşeceklerdir. Bu tür bir tarih de daha önceki tarihlerin aksaklıklarının önemli ölçüde aşılmasını beraberinde getirecektir. Çünkü Türk sinemasının tarihine siyasetin başat olduğu bir perspektif dışından bakılmaya başlanacaktır.
Kültür eksenli bir sinema tarihinin yazılması iki değişimi, iki oluşumu bir arada getirecektir. Vurgu yapılacak iki nokta da konunun değerlendiriliş biçimini kökünden değiştirecektir. Bunlardan biri konunun mevcut dönemde nasıl şekillendiğinin bir kenara bırakılıp geçmişe ciddi olarak yönelinmesidir. Şimdiki anın önceliklerini bir kenara bırakıp ya da daha doğru ifadeyle sorunun bütünü olarak görmeyip geçmişe yönelme önemli bir gelişme olarak düşünül-melidir. Şimdiye kadar somut bilgi ve tekerleme haline gelmiş genelleme aktarma denemesinin ötesinde geçmiş dönemin geniş kapsamlı bir şekilde araştırılmaya çalışıldığı görülmemiştir. Bu eğilimi bir ölçüde derinleştirip geliştirecek olan tutum geçmiş döneme geçmiş dönemin mantalitesi, zihniyeti çerçevesinde bakmaya yönelinmesidir. Geçmiş dönem konusunda bir tür bilgilenme amaçlı çabalar az da olsa bulunmaktadır. Ancak bu tür çabalar genellikle bilinen türde yaklaşımları destekleyecek mahiyette olmaktadır. Bu konuları, temel yaklaşımları sorgulayan, hatta giderek bu tür anlayışları eleştiren nitelikte çalışmalar, düşünce denemeleri olağanüstü azdır. Az olan bu çalışmalar içinde en ilginç olanlarından biri Metin Erksan’a aittir. “Sinemanın 100. Yılı” makalesi de dahil olmak üzere son altı-yedi yıldır yazdığı düşünsel içerikli metinlerde Türk sinema tarihinin dönem- lendirilmesini de içerecek şekilde Türk sinema tarihinin elifbası olduğu kabullenilen yaklaşımların sorgulanması ve eleştirilmesi amaçlanmıştır. Konuya ilişkin saptaması gerçekçi görünmektedir: “Hiçbir sanat, içinde oluştuğu; siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel, sanatsal, hukuksal, yönetsel, teknolojik olgulardan ve ortamdan soyutlanarak, kendi iç dinamiğini oluşturan; dönüşüm, devinim, etkileşim, yaratma, yetenek, beceri, mesleki türdeşlik gibi öğeler değerlendirilerek ve yorumlanarak tarihsel dönemlere ayrılamaz.” Bu-rada anlatılmak istenen husus olağa-nüstü açık gibi görünmektedir. Onun dışında hiçbir başka sinema ilgilisinin bu tür konularla meşgul olmadığı görülmektedir. Bunun ötesinde geçmiş dönemin sinemaya ilişkin pratiklerini, o dönemin şartları ve sinemayı şekillendiren yönetmenlerinin, daha doğrusu sinema adamlarının konuları algılayış biçimi çerçevesinde düşünmek daha da nadir olarak gündeme girmiştir. Bu çerçevede de yerli sinemaya düşünceyi getirme endişelerini hesaba katmak gerekecektir. Aynı başlık altında mütalaa edilen bu iki amaç şu veya bu şekilde Türk sinema araştırmacılarının önünde önemli, birincil bir görev olarak durmaktadır. Bu hususları nazarı dikkate alan yeni sinema çalışmaları Türk sinema tarihinin gösterilmeye çalışıldığı gibi tekdüze olmadığını, daha zengin, önemsenmesi gereken yoğun bir birikim içerdiğini kanıtlayacaktır.
Ancak asıl önemlisi kültür endeksli bir sinema tarihi rahatlıkla güncel taraflılıklara, güncel siyasete çevrile-meyen bir sinemanın var olduğunu ortaya koyacaktır. Böylelikle de geçmiş dönemin daha derinlikli bir izahının gerçekleşmesi sağlanacaktır. Nitekim son dönem Türk sinemasının anlaşılmasının yolu da buradan geçecektir. Çünkü yakın zaman ara-lığında ilginin odaklaştığı genellikler dışındaki konulara doğru da bir yö-nelim başlamıştır. Bunların bir şekilde somutlaştırılması gerekmektedir. İki hususun bir arada düşünülmesi halinde haliyle farklı bir Türk sinema tarihi ortaya çıkacaktır. Örneğin ölçütler farklılaşmadığı zaman geçmiş dönemin uluslararası düzeydeki başarıları hakettiği düzeyde değerlendirilir olacaktır. Bir şekilde Türk sinema tarihini değerlendirirken yapılan fahiş yanlışlar ortadan kalkacaktır. Böylesi bir genelleme denemesi her dönemin bir yanıyla da aynı
ölçütlerle, çifte standarttan uzak bir şekilde yorumlanmasının yolunu da açacaktır.
Aslında temeldeki somut yanlış bir-iki garip değerlendirmeden ya da birkaç nitelemeden kaynaklanmaktadır. Bazıları ölçüyü iyice kaçırıp Yılmaz Güney’e, yaptığı başka çalışmalar yanında sanat ve siyaset alanında yazdıklarını da kapsayacak fakat sinemasını öne çıkaracak tarzda filozof demektedir. Buna karşın diğer yönetmenler için bu tür genellemeler yapılmamaktadır. Bir zamanlar da Lütfi Akad’a ilişkin olarak yazamadığı romanların filmini çektiği söylenmişti. Dikkat edilecek nokta bu tür nitelemelerin söz konusu yönetmenlerin yoğun olarak gündemde olduğu sıralarda dile getirilmesidir. Daha doğrusu belirtilen tarzdaki yorumların zamanlamasına dikkat edilmelidir. Tam 1970’li yılların ortalarında da Türkiye’nin ilk sinema profesörü Lütfi Akad için onun Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde 28 Mayıs 1976 tarihinde verdiği konferansta söylediklerinden kalkarak düşünceyi sinemaya kattığı ya da bir tür düşünür-sinemacı olduğu şeklinde yaklaşımda bulunmuştur. Konferansta Lütfi Akad’ın söyledikleri bilindiğinde durum daha gerçekçi bir şekilde değerlendirilebilir: “Sinemanın da aynı yapısal özellikte olması bakımından romanla eş bir görevi olması gerek. Göstericiden çok düşünür sanatçıların uyguladığı bir sanat olmalıdır sinema… Günün sorunlarını açıklayan, toplumun geleceğe dönük sorunlarına yanıt getiren düşünür sanatçıların… Sinema, sanat yoluyla bir düşün aracı olmalıdır. Gösterinin amacı bu olamaz. Gösteri bir boşalım aracıdır. Yaygın olmamakla birlikte çağımızda sinemayı bu anlamda kullanan ustalar var. Bunlardan ikisinin adını verebiliriz örnek olarak: Visconti ve Antonioni. Bu ustaların yapıtları gerçek roman yapısındadır. Sinema yeni sanatçıların elinde romanın yerini almaya hazırlanıyor.” Bu yaklaşımın söylenen, belirtilen tarihe rastlaması tesadüfi değildir. Söz konusu tarih kesiti Yılmaz Güney’in hapishanede olduğu, Lütfi Akad’m ise belki de bu nedenle fazlasıyla önemsenen Gelin, Düğün, Diyet üçlemesini çektiği zaman aralığına isabet etmektedir. Ancak tüm bunlar, her i- ki yönetmen hakkında yapılan değerlendirmeler sadece, salt filmlerinden ve düşüncelerinden kaynaklanmamaktadır. Onların genel anlamda filmlerinde ifadelendirdikleri düşüncenin ülkenin genel düşünce ortamına uyumundan da kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla filmlerin çözümlenmesini gerektirmemesi yanında, yönetmenin yaygın düşünsel eğilimlerine yönelen, o tür düşünceleri benimseyen sıradan biri olduğunu göstermektedir. Bunun getirdiği sonuçlardan biri de sinemanın başka sanat alanlarının tasallutu altında kalmasıdır. Temeldeki sorunun anlaşılması  bakımından düşünülebilecek esas kriter konusunda ısrarlı olunmalıdır. Entellektüel, sinema yönetmeni olarak da birey olmak durumundadır. Bu durum başkalarıyla ilişkileri ve karşılaştırılması çerçevesinde de dü-şünülmelidir. Mevcut yaklaşımlara, yaygın genellemelere eleştirel bakması da farklılığının bir başka tarafını göstermektedir. Tüm bunların ötesinde toplumun mevcut düşünsel atmosferine eleştirel bakabilecek yö-netmenler muhtemelen vardır. Bir yönetmenin sinemayı, özellikle de yönetmeni her şeyin merkezine koyan tavrı itibariyle bugün söyledikleri önemsenmeden neredeyse kırk yıl önce belirttikleri bir şekilde değer-lendirilmelidir: “Ben sinemaya ilkin rejisör olarak girmedim. İlk gençliğimde roman alanında çalışmaya eğilim duyuyordum. Romanda hazırlığımı tamamlamaya yararlı olacak bir sanat ve dünya görüşüm vardı. Kültürümün yönlerini tayin etmiştim. Romana göre sinemanın olanakları daha da geniş olduğu için sinema sanatını seçtim. Sinemacının yazar, düşünür ve rejisör olmaya zorunlu olduğuna inanıyorum. Bu bütün dünyada da böyledir zaten.” Bu genellemenin yanında Türk sinemasının tarihi bakımından dikkat edilmesi gereken bir husus aydınların Türk sinemasına genelde, hepten, toptan eleştirel bakmalarına karşın kendi doğrultularında, Türkiye’nin düşünsel gelişimi, yönelimi çerçevesinde bir Türk sinema tarihi oluşturma çabalarından vazgeçmemeleridir. Şimdiye değin gösterilen tarzdaki öznel sinema tarihini aşmanın yolu da bu çelişkinin giderilmesinden geçer. Gerçekleri ifadelendirecek bir Türk sinema tarihinin başlangıç sayfasını tam da burada açmak gerekmektedir.

4 Âlim Şerif Onaran, Lütfi Ömer Akad’ın Sineması, Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yay., İzmir, 1977, s. 217.

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)