Makale:ESRA KESKÎNKİLİÇ
Dört kişilik atlı araba hamamın kapısına yanaştığında, narin bir bayan eli, pencerelere asılmış, gayet ince saçaklı, ipek astarlı, ağır işlemeli çuha örtüyü hafifçe aralamış; iri ve çekik bir çift meraklı göz, üç kubbeli taş binayı şöyle bir süzmüştü. İçi bilmece tarzındaki şiirlerle ve çiçek sepetleriyle süslenmiş; oturma yerlerine minderler dizilmiş; camları, boyalı ve yaldızlı kafeslerle örülmüş arabanın kapısı açıldığında içeriden zarif ve asil hatlara sahip bir İngiliz inmişti. Tanınmamak için hızlı adımlarla hamamın kapısına doğru yürüyen bu kadın, Türk hamamlarının methini duyduğundan beri merakını yenemeyen Lady Mary Montagu’dan başkası değildi.
1717-1718 yılları arasında, İstanbul’da İngiliz elçiliği yapan Edward Wortley Montaqu’nun eşi olan Lady Montagu’nun sahip olduğu bu yeni tecrübe, “büyük bir zevkle” kaleme aldığı mektupta, şu satırlarla ölümsüzleşiyordu:
Edirne 1 Nisan 1717
“Lady ’ye
(…) Sofya’nın meşhur sıcak hamamları sıhhate çok faydalı. Buralar çok kalabalık. Herkes oldukça eğleniyor. Bir gün Sofya’da hamamları görmek için kaldım. (…) Hamama geldiğimde saat ona gelmişti ve kadınlar dolmuştu. Hamam, aydınlığı üç tane kubbesinden alan taş bir bina. İçerisi gayet aydınlık. İçeri girer girmez görülen ilk kubbe biraz küçük. Burada hamamcı hanım oturuyor. Kibar hanımların verdiği beş, hatta altı şilini ben de verdim. Daha sonraki mermer döşeli kısmın etrafında, yine iki sıra mermerden, birbiri üzerinde oturacak yerler var. İki tane de soğuk su çeşmesi var. Sular, mermer kurnalara dökülüp sonra yine yere akıyor, oradan ufak kanallarla yandaki kısma geçiyor. Burası ötekinden küçük ve yine oturacak yerler mevcut; fakat yanındaki hamamdan gelen kükürtlü sular burayı o kadar ısıtıyor ki, elbiseyle durmak imkânsız. Diğer kubbelerden ikisi de halvet. Burada sıcak suyu aşlamak için soğuk sular var. Sırtımda ata bindiğim zaman giydiğim elbise bulunduğu için Türk hanımlarına pek garip göründüm. Yine de hiçbiri bana hayret eden veya küçümseyen bir merakla bakmadılar. Bilâkis hepsi de nezaketle karşıladılar. Hiçbir Avrupa sarayı düşünemem ki, bu derece namuslu hareket etsinler. Hamamda aşağı yukarı iki yüz kadın vardı. Hiçbirinde değişik kıyafetle içeri giren birine gösterilen küçümseme tebessümüne, fısıldaşmalarına tesadüf etmedim. Aksine benim için ‘Güzel, hem de pek çok…’ dediklerini işittim. Öndeki sıralarda yastıklar ve kıymetli halılar vardı. Cariyeler arka sıralara, hanımlar da buralara oturuyorlar. Onları birbirinden ayıracak kıyafetlerini çıkarmışlar; hepsi de güzellikleri ve çirkinlikleri ile meydanda çırılçıplaklar. Fakat dürüstlüklerini ve namuslarını bozacak en küçük hareket ve tebessümleri yok.”
“İnsanların Çırılçıplak Gezmeleri Adet Hâlini Alsa Yüze Pek Aza Ehemmiyet Verilir” Sözünün Doğruluğuna Bir Kere Daha İnandım
“Bazıları Milton’un Havva’da tasvir ettiği vakarlı bir tarzda giyiniyorlar. Bir kısmı ise Git’in ve Tmen’in fırçasından çıkan ilâhe resimleri gibi boylu poslu. Tenleri, hemen hepsinin göz alacak kadar beyaz. İnciler ve kordelalarla süslenmiş birkaç örgü hâlinde zarif saçlar, omuzlarından aşağı sarkıyor. Hepsi güzellik perilerine benziyorlar. ‘İnsanların çırılçıplak gezmeleri âdet hâlini alsa, yüze pek az ehemmiyet verilir.’ sözünün doğruluğuna bir kere daha inandım. Vücudu güzel, tenleri güzel kadınları, yüzleri fevkalâde olanlardan daha fazla seyrediyorum. O sırada Mösyö Gervaise kimse görmeden gelseydi, çeşitli durumlarda çırılçıplak bir yığın güzel kadın seyrederek sanatını daha fazla ilerletirdi, diye düşündüm.”
Velhâsıl Bu Hamanlar Bir Nevi Türk Kadınlar Kahvehanesi
“Ekseriyetle on yedi, on sekiz yaşın-daki cariyeleri saçlarını örerken bu kadınların kimi görüşüyor, kimi düşünüyor, kimi kahve ve şerbet içiyor, kimi de yastıklara uzanmış yatıyor. Velhasıl bu hamamlar bir nevi Türk kadınlar kahvehanesi. Şehrin bütün dedikodusu burada anlatılıyor. Kadınlar, böylece burada haftada bir kere eğleniyorlar. Dört beş saat kalıp, sıcak halvetten soğuğa geçtikleri hâlde hiç nezle ol-muyorlar. Buna hayret ediyorum.
Korsemi Görünce Eşimin Beni Oraya Hapsettiğini Zannedip Daha Fazla Zorlamadılar
“İçlerinden en seçkin olanı, beni yanına okurmam için zorladı. Soyunmam için ısrar etti, hatta yardım teklif etti. Ben bir müddet çekindim, fakat bütün diğerleri de aynı şekilde ısrar edince elbisemi çıkardım. Korsemi görünce eşimin beni oraya hapsettiğini zannedip daha fazla zorlamadılar. Hislerine ve inceliklerine hayran oldum. Kendileriyle daha uzun zaman kalmayı arzu ederdim; ama Lord Montagu ertesi günü erken harekem etmeye karar vermişti. Zaten ben de Justinyanus harabelerini görmek istiyordum. Zira bunların manzarası da, bıraktığım manzara kadar güzel. Kilisenin yerinde ancak bir taş yığını kalmış.
Adiyo Milady. Size anlattığım, öm-rünüzde göremeyeceğiniz ve hiçbir seyyahın yazılarında bahsedemeyece- ği bir manzaradır. Zira buralara girecek bir erkek derhâl hayatından olacaktır.”
Gelin Hamamı
Mayıs 1718
Kontes de ‘ye
(…) Mr. Hill ve onun gibi seyahat-name yazarlarının Türk kadınlarının esaretine acıdıklarını okurken şaşıyorum. Burada kadınlar, diğer ülkelerde olduklarından daha hür ve serbest olarak ömürlerini daima eğlence içinde geçiriyorlar. Bütün meşguliyetleri, komşuya, hamama gitmek, devamlı masraf ederek modayı takip etmektir. Karısına biraz idareli harcamasını söyleyen kocaya deli gözüyle bakılıyor. Bu meselede tek hâkim kadının istekleri. Velhâsıl kocanın vazifesi para kazanmak, kadınınki de harcamaktır. En adi tabakadan kadınlar bile bütün bu haklara sahip. Sırtında işlemeli çevre satan bir satıcının karısı bile sırmasız elbise giymiyor. Onların da kürkleri ve başlarına takmak için elmasları var. Kadınların hamamdan başka toplantı yerleri yok. Oraya da erkekler giremiyorlar; ama burada çok güzel eğleniyorlar.
Uç gün önce şehrin (İstanbul’un) en güzel hamamına merak ettiğim için gittim. O gün oraya yeni bir gelin gelecekmiş; bu sebeple yaptıkları merasimi büyük bir zevkle seyrettim. Ve Teokrites’in Epithalome d’Helene’ini hatırladım. Bana öyle geldi ki bu merasim o zamanlar neyse şimdi de o. Yani akrabalık kuran iki ailenin dostları, akrabası, hatta tanıdıkları hep hamama geliyorlar. Bazıları da sırf seyretmek için geliyorlar. Velhâsıl hamamda iki yüze yakın kadın vardı. Evli ve dullar, hamam dairelerinin kenarla rındaki mermer setlere oturuyorlar. Genç kızlar çabucak soyunuyorlar, üzerlerinde inciler ve kordelalarla süslü saçlarından başka bir şey kalmıyor. İki tanesi yeni gelini karşılamak için kapıya doğru gittiler. Gelini, annesi veya akrabasından birisi getiriyordu. Gayet güzel ve ancak on yedi yaşındaydı. Elbiseleri hep mücevherlerle süslü, ağır bir kumaştan yapılmıştı. Gelini çabucak anadan doğma hâle getirdiler. O sırada genç kızlardan meydana gelen alayın önünde iki kız kırmızı kaplardan etrafa kokular saçıyorlardı. Diğer otuz kız da ikişer ikişer arkadan geliyorlardı. Öndekiler bir şarkı söylüyorlar; öbürleri de bunu tekrarlıyorlardı. En geriden gelen gelinin yanında iki kız vardı. Gelin gözleri öne doğru, gayet alçak gönüllü bir tavırla yürüyordu. Bu pek hoşuma gitti. Kızlar böylece hamamın üç büyük salonunu dolaştılar. Bu manzaranın güzelliğini anlatmak çok zor. Hemen bütün kızların vücutları çok düzgün ve tenleri göz kamaştıracak kadar beyaz. Hamama sık gitmekten şeffaflaşmış. Alay bitince, gelin, hatırlı hanımlara takdim edildi; herbiri tarafından iltifatlı sözler ve mücevher, kumaş, mendil ve buna benzer hediyelerle tebrik edildi. Kendisine hediye verenin elini öpüyor ve hediyeyi kabul ediyordu. Bu merasimi gördüğüme pek sevindim. Artık bütün bu sözlerimden sonra Türk kadınlarının fikir sahibi, nazik ve bizler kadar hür olduklarına itimat edersiniz.”*
Lady Montagu’dan altmış sekiz yıl sonra, yani 1786’da, Osmanlı dünyasına adım atan Elisabeth Craven da, bu seyahatin cazibesine karşı koyamayarak gördüklerini kaleme alıyor ve yazdıkları, bu dünyanın başka bir köşesini, 17. yüzyılda, Atina’dan bir hamam manzarasını gözler önüne seriyordu:
Bu Kadar Sıcağa Nasıl Tahammül Ediyorlar!
“Atına hamamları romatizmaya bi-rebirdir. Fakat kadınlar bu kadar sıcağa nasıl dayanıyorlar. Fransız konsolosunun zevcesi Madam Gaspari ile kadınlar hamamının soyunma yerine girdik. Sedirlerin üstünde kadınların bir kısmı saçını çözüyor, bir kısmı saç örüyor. Bazıları tuvaletini tamamlamış, altın bir ile mil ile rastığını çekiyor. Tek kelime ile, ben bu hamamda, Türk ve Rum kadınlarının vücutlarını, en saf, en tabiî hâllerinden derece derece tuvalet ile değişerek nasıl bozulduğunu ve ne şekle girdiğini gördüm.”
Hamamdan Sanki Haşlanmış Gibi Çıkıyorlar!
“Asıl hamamı teşkil eden iç salondaki kadınlar çırılçıplak idiler. Hamamdan da haşlanmış gibi çıkıyorlardı.
Hamam kadınların en büyük eğlencesi! Yıkanarak ve süslenerek hamamda beş saat kalıyorlar. Bu kadar tombul kadını bir arada görmediğim gibi bu kadar tombul kadınlar da görmemiştim.
Pek kokot giyiniyorlar ve fevkalâde özeniyorlar. Soyunmamız ve yıkanmamız için çok ısrar ettiler. Madam Gaspari söyledi; güzel bir kadının yıkan maya gelmesi, hamamda olay olur, güzelliği ifrat ile öğülürmüş.”*
* Lady Montaqu; Türkiye Mektupları 1717-1718, Çeviren: Aysel Kurutluoğlu.
Bu mektuplar ilk defa Ahmet Refik tarafından 1912 yılında. Şark Mektupları adı altında neşredilmiştir.
Takvimler 1585 yılını işaret ediyordu. Seyyah Nicola de Nicolai da methini duyduğu Osmanlı hamamlarını ziyarete gidiyor ve seyahatnamesinin (The Navigations, peregrinations and voyages, made into Turkie, Çeviren: T. Washington, London 1585) birkaç sayfasını bu hamamlar hakkında bilgi vermek için kullanıyordu: “Türkiye’de, bütün İslâm memleketlerinde olduğu gibi birçok hamam var. Bu umumî hamamlardan başka, büyüklerin evlerinde hususî hamamlar mevcut; şüphesiz bunlar da güzel. Ama şehirlerde hususî bir surette yapılmış, büyük ve umumî hamamlarla kıyas edilemezler. Bütün bu umumî hamamların zemini ve duvarları mermerle kaplıdır.”
“Türk kadınları hamama gitmeyi severler. Bu, hem sıhhat hem de güzelliği muhafaza noktainazarından yapılır. Bunun için yalnız fakirlerin değil, en büyük mevki sahibi olanların zevceleri de hamama giderler. Bu sonuncuların evlerinde güzel hamamlar vardır. Türklerde zengin hanımlar haftada üç gün yıkanırlar. Fakirler ise hiç olmazsa haftada bir defa hamama giderler. Haftada hiç olmazsa bir defa hamama gitmeyenler, pis, sağlığına dikkat etmeyen bir kimse telâkki edilir.”
* Elisabeth Craven: 1786’da Türkiye. Çeviren: Reşat Ekrem Koçu, İstanbul 1939.
Hanımlar Hamama Daima Bir İki Cariye Refakatinde Giderler
“Hanımlar hamama daima bir iki cariye refakatinde giderlerdi. Öğle yemeklerini de götürürlerdi. Bu hâlde cariyenin başı üzerinde hamam takımları bulunurdu. Bütün bunlar bir ipek bohçanın içine konurdu. Üzerine de sırma işlemeli bir kumaş örtülürdü. İkinci cariye de güzel bir halt taşırdı. Hamama gidilerek soyunulduğu zaman bu halının üzerine oturulur; içeri girildiği zaman üstten çıkarılan çamaşır vesaire bunun içine sarılırdı. Cariyeler, hamama girince hanımlarını soyarlar; içeri girince de kendisini ovar, yıkar ve sonra dışarı çıkarıp giydirirlerdi. Bazen bütün komşu hanımların birleşerek cemaat hâlinde hamama gittikleri de olurdu.’’*
Sene 1681… Doğu gezisinden dönen Fransız Seyyah Josephus Grelot, krala sunduğu ‘‘Relation nouvelle d’un Voyage de Costantinople”
isimli seyahatnamede Osmanlı hamamlarını şöyle tasvir ediyordu:
“ (…) Türkiye’nin büyük kentlerinde çok sayıda hamam vardır; hatta eski Roma imparatorlarından kalmış birçok kaplıca bulunur. Ancak doğal sıcak suyun aktığı Bursa kaplıcaları çok ünlüdür. Su büyük mermer havuzlara gelir; havuzların etrafı yine mermerden oturma yerleriyle çevrilidir. Diğerleri gibi iki yüksek kubbenin altında, hava ve su sıcaklığı farklı iki büyük oda vardır. Öndeki giriş yerinden sonra daha serin olan geniş bir salonda soyunulur. Bu binaların tümünde en az üç büyük salona ihtiyaç vardır. İçeriye ilk salondan girilir; havası çok ılık olmak
la birlikte sokaktakinden daha sıcaktır; burası soyunma yeridir. İkincinin havası biraz daha sıcak; üçüncünün ise çok sıcakktır ve içeride terlemeden durulmaz.”
Hamamlar Kamu Yararı, Toplumun Temizliği ve Sağlığı İçin İnşa Edilmişlerdir
“Bu tür hamamlara herkes, Türkler gibi Hristiyanlar ve Yahudiler de kabul edilir. Çünkü kamu yararı, toplumun temizliği ve sağlığı için inşa edilmişlerdir. Böyle hamamların, doğuluların da bizim gibi hastalanmalarına yol açtığını, seyrek giderlerse daha az hastalanacaklarını düşünüyo-
rum. (…) Doğunun her yerinde hamamlar böyledir. Hiç değilse ayda bir kez gidilseydi daha iyi olurdu. Ama Tiirklerin hemen her gün yıkanmaları kafalarının sürekli ıslak kalmasına yol açar ve pek çoğu ciddî rahatsızlık veren göz iltihabı çeker.”
* Feridun Dirimtekin; Ecnebi Seyyahlara Nazaran 16. Yüzyılda İstanbul, İstanbul 1964.
Hamam Ücretleri ve Yıkanma Saatleri
“ (…) Berberlerdeki gibi farklı uygulamalar yapıldı-ğından, hamam ücreti değişir; ancak on sekiz denier ya da iki sou eden dört beş aspre’ı geçmez. Frenkler yani Avrupalılar daha fazla öderler. Beş altı yaşına kadar küçük çocukların dışında, her
kesten, efendilerden ve kölelerinden para alınır. Anneler küçük çocukları hamama götürdüklerinde genellikle birkaç aspre öderler. Ama hamama ailece gidilmez; çünkü kadınlar asla erkeklerle birlikte yıkanmazlar. Yıkanma saatleri ayrıdır; erkekler gün ağarırken açılan hamamlara öğlene kadar giderler. (…) Gerek eskiler gibi kadınlarla aynı yerde ve zamanda yıkanmanın erkekler için sağlıksız olduklarına inandıklarından, gerek ayıp kavramı izin vermediğinden, hamamda birlikte görünmeleri bile ağır cezalarla ya-
saklanmıştır.”
Kadınlar Hamama İhtiyaçtan Çok Eğlenmek İçin Giderler
“Erkek çocukların en çok yedi sekiz yaşma kadar anneleriyle ya da öteki akrabalarıyla hamama gitmelerine izin verilir. Ancak yaşlarının küçük olması, aralarından, çevrede olup biteni
kavrayacak kadar zeki birinin çıkmasını engellemez; çünkü kadınlar hamama ihtiyaçtan çok eğlenmek için giderler. Ben de para ödememek için daha ileri
bir yaşta kadınlar hamamına götürülen ve gördüklerini oldukça iyi hatırlayıp anlatan kişiler tanıdım. Dinlediklerimin bir kısmı doğulu hanımların hepsine mal edilemez. O yüzden, susmayı ve bunların, hama-
ma bedava yıkanması için götürülen küçük çocukların masalları ve gevezelikleri olduğunu söylemeyi tercih ediyorum. Mantıklı biri anlatılanlara inanmaz. Juvenalis böyle şeylerden söz eder:
Nec pueri credunt, nisi qui non- dum oere lavantur (Söylenenlere parayla yıkanacak çağa gelmiş çocuklar da inanmıyor)”
Kimsenin Eşyası ya da Parası Çalınmaz
“Hamamın açıldığını duyurmak için, eskiden Romalıların yaptıkları gibi çan çalınmaz. Kapılar saatin dördünde açılır ve yaklaşık akşamın sekizinde kapatılır. Bu süre boyuna hamamda ne bir gürültü duyulur, n de bir kavga çıkar. Kimsenin eşya ya da parası çalınmaz. Bu yüzden, kapıda eşyaları bekleyecek birine geri duyulmaz.