Aşar Vergisinin Kaldırılma Nedenleri

DR. NEVİN COŞAR

AŞARIN TARİHÇESİ

Aşar Vergisi, geleneksel Osmanlı vergi sisteminin önemli bir parçasıdır. Geleneksel iktisadi ve idari yapı içinde aşar, tımar sistemiyle tahsil edilirdi. Geleneksel yapının bozulmasıyla birlikte, aşar vergisinin toplanma biçiminde büyük değişiklikler meydana geldi. Aşarın toplanmasında, iltizam usulü daha geniş bir biçimde kullanılmaya başlandı. İltizam usulünün yaygınlaşmasıyla birlikte köylülerin şikâyetleri arttı. Devlet, gelir kaygısıyla uzun bir süre bu konuda duyarsız kaldı. Malikâne usulü, aşar konusundaki şikâyetleri azaltmak üzere geliştirildi, ancak olumlu bir sonuç alınamadı.


19. yüzyıla gelindiğinde, aşarın tamamına yakın bölümü iltizam usulüyle toplanıyordu. Aşar vergisi tarım kesiminden tahsil edilmekte, yıllık gayri safi hasat üzerinden alınmakta ve oranı toprağın verim kabiliyeti, sulama şartları, ziraat çeşitleri, mahalli örf ve âdetlere göre büyük değişiklikler göstermekte, %10 ile %50 arasında değişmekteydi (Barkan, 1966:485). Bu farklılıkları gidermek, eşitliği sağlamak ve refahı yükseltmek üzere, Tanzimat Feımanı’yla aşarın oranı %10 olarak belirlendi (Şener, 1990:129). Ancak, daha az verimli topraklara sahip olanlar için tek oranlı vergi pek adil olmadı. Öte yandan, iltizam usulünden vazgeçilerek, emanet usulüne geçilmesi benimsendi. Ancak pek başarılı olunamayınca iltizam usulüne geri dönüldü. Tanzimat döneminde, sancak sancak devlet gelirleri iltizama verilir, mültezimler aldıkları iltizamı bölerek daha küçük mültezimlere ihale ederlerdi. Bu şartlarda, köylünün ödediği vergi, ödemesi gereken vergiden çok daha fazla olurdu; bu dunun, köylülerin şikâyetlerinin artmasına, sorunlarının büyümesine yol açardı. Aşar vergisinin mükellefi köylüydü, küçük köylü devletin mali temelini ve en önemli vergi kaynağını oluşturuyordu. Aynı zamanda, devletin meşruiyet kaynağı küçük üreticilik idi (İslamoğlu-Inan, 1991:75; Pamuk, 1982:22). Ancak devlet, mali ihtiyaçları nedeniyle uzun süre köylülerin şikâyetlerini önlemek konusunda herhangi bir düzenlemeye gitmedi.
Aşar vergisi, uzun süre %10 oranında alındı.
1883 yılında ulaşım-haberleşme ve eğitim-öğretim yatırımlarına kaynak ayırmak üzere %1,5 artırılarak, %11,5’a yükseltildi. Buna “maarif ve menafi hissesi” denirdi. Bu oranda, maarif hissesi yarım, menafi hissesi bir idi. İkinci Meşrutiyet yıllarında ise paylar arasında tam tersi bir bölüşüm yapıldı (Pelin, 1937:321). 1896-97 yılı bütçe açığını kapamak üzere aşarın oranı %12’ye, 1900 yılında ise %12.6’ya çı-karıldı (Duran, 1989:335). 1906’dan itibaren ise, %12.5 olarak belirlendi. Bağımsızlık Savaşı sırasında %12 idi (Müderrisoğlu, 1988:106).
Aşar vergisini daha adil bir biçime büründürmek üzere, iltizam usulü ve emanet usulü arasında sürekli gidiş gelişler yaşandı.1 II. Abdülhamid döneminde, “Aşar ve Ağnam Emaneti” kuruldu; kazalara aşar memurları tayin edilerek, aşar devlet hesabına toplanmaya başlandı. Ancak bir süre sonra bundan vazgeçildi. Bazı Rumeli ve Anadolu kazalarında, bir köyün son beş yılda gerçekleşen aşar hâsılatının ortalaması alındı (tahmis-i aşar); köy sakinlerinden bu ortalama kadar bir vergiyi nakdi olarak ödemeleri bekleniyordu. Bazı yörelerde, üç taksitte uygulanarak teslis-i aşar adını aldı. Ancak bu çabalar vergiyi karmakarışık hale getirdi. Ne köylü ezilmekten kurtuldu, ne de devlet hâsılatını artırabildi (Akarlı, 1982:232).
Verginin %90’ı iltizam usulüyle, sadece %10’u emaneten toplandığından (Du Velay, 1978:454), aşarın iktisadi ve sosyal açıdan olumsuzluklarını ih-mal etmek pek mümkün değildi. Şikâyetleri önlemek üzere, aşarın toplanmasında 1302 (1886) tarih
li Aşar Nizamnamesiyle, köy köy ve idare meclisleri tarafından aşarın ihale ve iltizam edilmesi usulü benimsendi (Pelin, 1937:320). 1905 (1321) yılında neşredilen Aşar Nizamnamesi’nde iltizam ve ihale usulü aynen korunurken, talep görülmeyen veya asgari haddi bulmayan yerlerde aşarın emaneten idaresi esası kabul edileli (Eklem, 1970:248). Bu Nizamname’de suiistimalleri önlemek ve iltizamı denetim altına almak üzere sıkı önlemler alındı. Örneğin ürünün tarlada bozulmasını önlemek üzere ve gecikmeye karşı birtakım önlemler alındı; mültezim ve adamlarının ancak parasını vererek, yiyecek ve yem alabilmeleri öngörüldü. Bu Nizamname, çeşitli değişiklikler yapılarak, 1925 yılında aşar kaldırılana kadar yürürlükte kaldı.2 Aşar nizam nameleri ve bunlarda yapılan değişikliklerde, devlet-mültezim, devlet-köylü ve mültezim-köylü ilişkileri düzenlendi. Kısmen de olsa, iltizam ile aşar toplanması bazı kurallara bağlandı.
Meşrutiyetin ilanının ardından, mali alanda geniş çaplı araştırmalar yapıldı; karmakarışık bir görünüm arz eden mali sistemin düzen içine konulması amaçlandı. Meclis, üreticiyi mültezimlerin baskısından ve hâzineyi zarardan kurtaracak bir nizamnamenin hazırlanmasının Maliye Nezaretine teklifini kabul etti (7.12.1909). “Aşar Nizamnamesinin Tadilatına Dair Kanun Teklifi” Meclis-i Mebu- san’da görüşüldü (18 Mayıs 1910), ancak kanun ile sadece devlet ile mültezimler arasında ortaya çıkmış olan mali karmaşayı çözmek üzere düzenlemeler yapıldı.3 Öte yandan, 1905 Nizamnamesinde bazı değişiklikler yapılarak suiistimal ve baskıyı önleyecek hükümler konuldu. Getirilen bir dizi düzenlemeye rağmen iltizama ilişkin şikâyetler azalmadı,4 savaş yıllarında artarak devam etti.
Aşardan en büyük faydayı mültezimler elde etti. Devlet, umduğu gibi gelirlerini iltizamla artıramadı; köylü ise, sömürülmekten kurtulamadı. Çeşitli so-runlarına rağmen, aşarın iltizam sistemiyle toplan-masına 1924 yılına kadar devam edildi. Oysa 20. yüzyılın ilk çeyreğinde aşar tipi vergiler, Avrupa ül-kelerinin vergi sistemlerinden tamamıyla çıkmıştı.
AŞAR KONUSUNDAKİ TARTIŞMALAR
Bağımsızlık savaşının en çetin günlerinde, An-kara’da hükümet ek gelir kaynakları ararken, aşar konusundaki şikâyetler meclis görüşmelerinde de-falarca gündeme geldi. Savaş yıllarında aşarın kaç taksitte toplanacağı, düşman işgali altındaki yörelerde aşarın toplanması gibi konularda birçok düzenleme yapıldı. Sık sık gündeme gelen aşara ilişkin şikâyet ve eleştirilere karşılık, Maliye Vekili Ferit Bey (1920), vergiler üzerinde köklü bir düzenleme yapmamaya karar verdiklerini, bugünkü mali ihtiyaçların bunlarla oynamaya uygun olmadığını ifade etti. Ferit Bey aşar konusunda değişiklik önerilerine ve eleştirilere karşı, “aşarın gerek tespiti suretine, gerek tahmin suretine tebdiline veya arazi vergisine çevrilmesine, bunlar gayet azim ve derin mesaili maliyedir ki bunlarla inşallah karşımızda bulunan düşmanla kozumuzu paylaştıktan ve istikbalimizi temin ettikten sonra uğraşacağız” dedi. Savaş yıllarında para basma, borçlanma gibi araçlardan mahrum olan veya bu araçları kullanmaktan kaçınan hükümet için en acil konu öncelikle orduyu finanse etmekti. Vergiler ve vergilerin önemli bir payını oluşturan aşar gelirleri, çok önemli bir kaynaktı. Bu nedenle, aşar konusunda köklü bir düzenlemeye gitmek, hem mali, hem de siyasi açıdan mümkün değildi. Bundan ötürü, savaş sırasında şikâyetler konusunda pek bir şey yapılamadı. Bağımsızlık Savaşı sonrasında, aşar konusunun gündeme gelmesinde, biriken sorunlar ve şikâyetlerin etkisi büyük olmuştur.
Bağımsızlık Savaşı sonrasında çözümlenmesi gereken birçok siyasi, iktisadi ve mali konu bulun-maktaydı. Aşar konusu, çözülmesi gereken öncelikli mali konulardan birisiydi. Aşara ilişkin gelişmeleri üç yönden izlemek mümkündür: Birincisi, yeni kurulan rejimin ideolojisi doğrultusunda yapılan düzenlemeler bağlamında. İkincisi, aşar konusunda sosyal sınıfların yaklaşımları ve ekonomik bağlamda. Üçüncüsü ise, mali bağlamda. Birincisi, daha çok siyasi ve ideolojik gerekçeleri ve düzenlemeleri içerirken; İkincisi ekonomik, siyasi ve sosyolojik amaçları; üçüncüsü ise, aşarın devlete gelir sağlama fonksiyonu ile ilgilidir.
Aşar vergisinin kaldırılmasına ilişkin ilk öneri, İzmir İktisat Kongresi’nde Çiftçi Grubu tarafından yapıldı. Aşarın kaldırılarak Türkiye’de yaşayan tüm halka taksim edilecek bir verginin konulması istendi. Amele grupları hazırlanan tasarıyı desteklerken, ticaret ve sanayi grupları, aşar usulünün kaldırılması ve yerine adil bir usulün konulmasını teklif etti (Ökçün, 1971:375). Kongrede önce aşarın kaldırıl-masını istemeyen ticaret ve sanayi grupları, daha sonra aşarın kaldırılmasını destekledi; ancak yerine konacak verginin tüm ülkeye yayılmasını istediler. Kongrede aşarın kötü bir usulle toplandığı, sorunları olduğu konusunda bütün çiftçi üyeler ve çeşitli kesimler ittifak halindeydi.
Aşar konusu, kongre sonrasında basında büyük ölçüde yer aldı. Verginin kaldırılması desteklenirken, önemli bir gelir kaynağı olduğu konusu da göz ardı edilmiyordu. Ahmet Hamdi Başaı’a göre (1971:379) hükümet, aşarın düzeltilmesine ilişkin görüşünü 1923 yılı bütçe gerekçesinde ifade etmişti. Buna göre aşarı ağır bir yük olmaktan çıkarmak için onu maktu bir şekle sokmak gerekiyordu, “savaşın ilk yılından geriye on yıl aşarın ortalaması alınıp altına göre fark eklenerek elde edilecek miktar maktu öşür yerine ikame edilmeliydi. Bu miktar beş dereceye ayrılarak her yöredeki arazinin değerine uygun olarak bölüştürülmesi esasının kabul edilmesi tavsiye edilmekteydi.” Kongrede aşarın kaldırılması yönünde bir karar çıkmış olsa da, başlangıçta hükümetin görüşü, aşar vergisini kaldırmak yerine, iyileştirilmesini sağlamaktı.
Aşar konusunda ilk öneriler, kuruluş hazırlıkları yapılan Halk Fırkası’nın ilk programı olarak kabul edilen Dokuz Umde’nin arasına da girmişti. Birinci umdenin ikinci fıkrasında hukuki, kurumsal, her türlü idari ayrıntıda, eğitimde, ekonomide temel alınacak ilkenin “hâkimiyet-i milliye” olduğu ifade edilmiş, emniyet ve asayişten sonra aşarda yapılmak istenen düzenlemeye ilk sırada yer verilmişti. Beşinci umdenin ilk fıkrasında ise, aşar usulünde halkın şikâyet ve mağduriyetine neden olan hususların yeniden düzenlenmesi ve tarıma ilişkin alınacak önlemler kredi, makineler konusu ele alınıyordu (Tunçay, 1981:354-6). Dokuz Umde içinde aşar vergisi konusu önemli bir yer tutmakta, ancak kal-dırılması değil, yeniden düzenlenmesi öngörül-mekteydi.
Fethi Okyar başkanlığında oluşturulan 5 Eylül
1923 tarihli İcra Vekilleri Heyeti’nin programında, aşar vergisinin %12,5’tan %10’a indirilmesi konusu yer aldı (Arar, 1968:15). Ayrıca programda aşar ver-gisinin toplanma usulünü düzeltmenin ve tarımın gelişmesine uygun bir şekle dönüştürmenin, hükü-metin temel ilkelerinden biri olduğu, ancak bunun gelir bütçesini altüst etmeden uygulamaya konulması için uzun ve etraflıca dikkatli bir incelemeye gerek bulunduğu, bu incelemenin sonucunda bir kanun teklifinin Meclis’e gönderileceği ifade ediliyordu. Programda aşarın köylü üzerinde ağır bir yük olduğu, çalışma şevki ve isteğini yok ettiği, bu nedenle konuya hem adalet hem de üretim artışını sağlayacak bir teşvik unsuru olarak bakıldığı vurgulanmaktaydı. Fethi Okyar hükümeti yerine, 30 Ekim 1923’te kurulan İsmet İnönü hükümetinin programında da aşarın kaldırılmasından değil, uygun bir biçime dönüştürülmesinden söz edilmekteydi.
Aşarın kaldırılmasına ilişkin ilk teklif hükümetten gelmedi. 17 Ekim 1923’te “Aşar Vergisinin İlgasıyla Arazi Vergisinin Tatbiki Hakkında Bir Kanun Teklifi” adı altında Diyarbekir Mebusu Zülfi Bey tarafından yapıldı.5 Bu teklif, basında ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nda destek buldu (Kııkpınar, 1992:115). Tasarı, Kavanin ve Muvazene-i Maliye Encümenlerine gönderildiyse de, daha sonra gündeme alınıp görüşülmedi.
Hükümetin önemli bir uygulama aracı olan,
1924 Yılı Genel Bütçe Kanunu’nun mazbatasında,
1925 yılı içinde memleketin başında ortaçağın en insafsız belası olarak hâlâ musallat duran aşarın makul bir biçime sokulmasının planlandığı ifade ediliyordu. Mali politika bölümünde, “halkın mevcut servetinin bir kısmını alarak bütçe açıklarını ka-patmak usulünün artık ebediyen tarihe karıştığı, gelir artışının vergi ve rüsumu artırmakta değil, memlekette sınai zirai, iktisadi teşebbüsü teşvik ve çalışan bazılara yardım ederek serveti umumiyeti çoğaltmakta aranması gerektiği” vurgulanıyordu. Devletin gelir siyasetinin temeli buydu.
Cumhuriyet hükümetleri, devletin amacının sa-dece mali olmadığını, aynı zamanda ülkede yaşa-yanların refahını artırmayı hedefleyen iktisadi bir amacının da olduğunu; mali politikanın, vergilemenin temel ilkelerinin buradan hareketle oluşturulacağını belirtmişlerdi. Ancak aşarın kaldırılması konusunda, içinde bulunulan mali darboğazlar nedeniyle hükümet pek de acele etmiyordu.
Aşarın kaldırılması konusunda teklifi, İnönü Hükümeti 20 Ekim 1924’te yaptı, ancak bir hükümet değişikliği meydana geldi. İkinci Fethi Okyar Hükiimeti’nin 27 Kasım 1924 tarihli programında, aşarın ilgasına doğru atılmış olan adımları takip etmek ve sonuçlandırmanın hükümetin tek isteği olduğu ifade ediliyordu (Arar, 1968:41). Aşar konusunda hükümetin bakış açısı, başlangıçta olumsuz taraflarını telafi ederek vergiyi yeniden düzenlemek iken, 1924 yılının son çeyreğinde verginin kaldırılmasına dönüştü.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDEKİ TARTIŞMALAR
20 Ekim 1924’te Meclise verilen “Aşarın İlgası Hakkında Kanun Tasarısı” 7 Şubat 1925’te gündeme alındı. Hükümet tasarısı aşar vergisi oranını %10’a indiriyor ve yeni verginin, yalnız nakden ve pazara satış için taşınan tarımsal ürünlerden alınmasını ön-görüyordu. Verginin kapsamı daraltılıyor; oıtaya çı-kacak vergi açığının ise, arazi vergisine sekiz kat zam yapılarak karşılanacağı ifade ediliyordu.
10 Şubat 1925 tarihinde tasarı görüşülmeye baş-landı.6 Görüşmelerde aşar vergisinin uygulama bi-çiminden kaynaklanan idari, ahlaki, sosyal birçok olumsuz etkilerinin bulunduğu ifade edildi. Mültezim zulmünün sosyal alanda kabul edilemeyecek bir şekle geldiğinin bilindiği ileri sürülerek, tasarının Ziraat Encümenine gönderilmesi teklifine bir yıllık gecikmeye yol açacağı gerekçesiyle karşı çıkıldı. Mecliste genel eğilim verginin bir an önce iptaliydi, birçok milletvekili bu kadar kötü etkileri olan bir verginin bir yıl daha uygulanmaması gerektiğini ifade ediyordu. Sonunda tasarının Ziraat Encümenine gönderilmesi, üç gün içinde incelenerek geri iade edilmesi şartıyla kabul edildi.
15 Şubat 1925’te yapılan görüşmede müzakere-nin yeterli olduğu ve maddelere geçilmesi gerektiği ifade edilirken, Trabzon mebusu Ahmet Muhtar Bey, görüşmelerin yeterli olmadığını aşarın ilga edilmeyerek tadil edilmesi ve başka bir şekle konsa neler olacağı konusunun tartışılmasını önerdi. Ancak genel görüşmeye son verilerek, maddelerin görüşülmesine başlandı. Ahmet Muhtar Bey, ülkenin acil gereksinimler içinde olduğunu, tedrici bir ıslahata gidilerek verginin daha mutedil bir orana çekilmesini teklif etti; aşarın da ağnam vergisi gibi beyannameye tahvil edilmesini önerdi. İlginç olan konu, Ahmet Muhtar Bey bu önerilerini açıklarken, milletvekillerinden son derecede ilgisiz bir tutum ve peşin yargılı bir tepki görmesiydi. Mecliste egemen görüş, aşarın kaldırılması yönündeydi. İltizam kötüydü ve bu yolla çiftçi sömürülmekteydi, daha ötesi ise önemli değildi. Tasarının kabulünden sonra uygulama aşaması, hükümetin tasarıyı fazla araş-tırmadan oluşturduğunu gösterdi. Öyle ki konuyu köklü çözmek aşarı kaldırmaktı; uzun vadeli hedefler ve iktisadi kalkınma açısından doğuracağı sonuçların ne olacağı ise hiç hesaplanmamış ve tartışılmamıştı. Bu konu, Meclis’te incelenmemiş, milletvekillerince tartışılmamış ve irdelenmesine fırsat da verilmemişti. Meclis’te son sözü alan Meclis başkanı, “sonuç iyi olacak, hem de gayet nafi ve hayırlı olacaktır” biçiminde bir iyimserlikle tartışmaya noktayı koymuş ve maddelerin görüşülmesine geçilmişti. Aşar vergisinin kaldırılmasını öngören kanun teklifi görüşülürken, aşarın niteliği ve toplanma biçimi ve olumsuz sonuçları ile ilgilenil- mişti, vergi konusundaki kötü izlenimler ve tarım kesiminin yoksulluğu ve geri kalmışlığı, tarımın nasıl vergilenmesi gerektiği konusunun ihmal edilmesine yol açmıştı; kaldırmak yerine arazi hâsılatından %10 alınmasını öneren Ahmet Muhtar Bey’in teklifi hafife alınmıştı.
Aşar vergisi bu ortamda kaldırıldı. Aşarın ilgasını içeren birinci madde kabul edildikten sonra eleştiriler aşara tabi alanlarda mahsulden vergi alınması ve arazi vergisine sekiz kat zam yapılması üzerinde yoğunlaştı. Her milletvekili kendi seçim bölgesinde yetişen ürünlerden alınacak aşarın düşürülmesine veya muaf tutulmasına çalışıyordu. Sonuç olarak, aşar vergisi 17 Şubat 1925’te kaldırıldı ve yerine daha dar kapsamlı bir vergi olan Mahsulat-ı Aıziye vergisi konuldu.
AŞARIN KALDIRILMA NEDENLERİ
Türkiye 1920’lerde tarım sektörünün egemen olduğu bir ekonomiye sahipti. Milli gelirin büyük bölümünü tarım sektörü yaratıyor, nüfusun %80’den fazlası kırsal kesimde yaşıyor, ihracatın tü-münü tarımsal ürünler ve hammaddeler oluşturu-yordu. Uzun süren savaşlar sonucunda en büyük zararı tarım kesimi görmüştü. Bu nedenle, Ba-ğımsızlık Savaşı sonrası yeniden inşa çabalarında en büyük yeri tarım kesimi almaktaydı. Köylünün durumu çok kötüydü. Devletin aşarı iltizam yoluyla toplayarak tarım kesimindeki en büyük soyguna ortak olduğu sık sık vurgulanıyordu. Aşarın çeşitli siyasi, iktisadi ve ideolojik uygulamalar içeren uzun bir tarihi geçmişe sahip olması nedeniyle, kaldırılmasında iktisadi önceliklerin yanı sıra, tarihsel, ideolojik ve siyasi etmenlerin de önemli rolü olmuştur.
Tarihi Etmenler
Aşar, toprak mahsullerinin onda birini oluşturduğu ve ağır olmadığı halde, hâzinenin fevkalade ihtiyacı neticesinde fazlalaşmakta ve umumiyetle tahsil tarzı nedeniyle ağırlaşmaktaydı (Du Velay, 1978:37). İltizam ve aşar birbirinin ayrılmaz parçalarıydı. Geçmişte aşarda iltizam uygulamasının hiçbir zaman anlayış, hüsnüniyet ve ahlaka bağlı tatbikatlar olmadığı, düşük ahlaklı ve miitegallibe zihniyetine açık olduğu görülmüştü (Sakaoğlıı, 1986:421-4; Boıatav, 1982). Uygulama, iltizamın ne kadar denetim altına alınırsa alınsın mahzurlarının ortadan kalkmadığını, iltizamı kaldırmanın da mümkün olmadığını göstermişti. Aşar ve iltizam adeta birbirinin lazım ve melzumu idi. Aşarın iltizam olmadan toplanamayacağı konusunda yaygın bir kam bulunuyor ve iltizama acımasız bir sömürü aracı olarak bakılıyordu.
Kırsal ve kentsel vergi yükü arasındaki farklılık-lar, vergi yükünün daha çok köylüler üzerinde yo-ğunlaşması, köylünün mültezimle karşı karşıya bu-lunması, mültezimin eziyetleri karşısında yalnızlığı, devletin mültezimin yanında yer alması sık sık eleştirilen konulardı.
Köy ve şehir halkının vergi yükü arasında büyük eşitsizlik vardı. 15. ve 16. yüzyıllarda, vergilerin daha çok tarımdan alınması, şehirli kitleden gelir ve kazanca göre çok az vergi alınmasına yol açmıştı. Reayanın en yüksek %50 ile en düşük %12,5 vergi ödediği göz önüne alınırsa, çiftçi halkın kazançları üzerinden alınan vergilerin ortalaması %50’yi bulmakta, buna karşılık şehirli halkın ödediği vergiler %10’dan başlayıp sıfıra kadar inmekteydi (Akdağ, 1974:289). 19. yüzyılın sonları ile Yirminci yüzyılın başlarında köy ve şehir halkının vergi yükü Tablo l’de görülmektedir.
Köylülerin ödediği vergiler şehirlilerin ödediğinden yedi kat fazlaydı. Köylüler üç ana vergi, aşar, ağnam ve arazi vergisi, şehirliler mussakkafat vergisi ile temettü vergisi ödemekteydi. Şehirlilerin ödediği iki verginin toplamı ise, aşarın %20’siııe bile karşılık gelmemekteydi. Vergi yükünün ortalama %87’si milli gelirde hissesi yarının altında olan köy halkına yüklenmişti (Eklem, 1970:246). Tanzimat- tan sonra Osmanlı vergi sistemi değiştirilmek, gelire dayanan bir yapı kazandırılmak istense de, vergilerin şehir ve köy arasındaki dağılımdaki dengesizliği değiştirmek hiç kimsenin aklından geçmemişti. Ekonomik kesimler arasında dengesizlik sürerken, ticaret en hızlı gelişen sektör olmasına rağmen kapitülasyonlar nedeniyle vergilenemiyordu. Yabancılar, dini kesimler, İstanbullular, tüccarlar, sanayiciler, işadamları ve diğerleri vergiden muaflardı veya çok az vergi öderlerdi. Türkiye’de tarım alanındaki küçük üretici dünyanın en yüksek vergilenen insanıydı. En zengin sarraf bile fakir bir köylü kadar vergi ödemezdi (Aktan, 1966:112).
Köylülerin kamu harcamalarına olan katkısının doğrudan vergiler ele alınarak yapılan bir hesapla-mada, 1903 yılında köylülerin %84,7 oranında kamu harcamalarına katkıda bulunduğu, bu oranın çiftçi aleyhine yükselerek 1910 yılında %87,2’e ulaştığı görülmüştür (Aktan, 1966:112). Devlet vergilerin çoğunu köylüden almış olmasına rağmen köylere çok az hizmet götürmüştü. Kamu harcamalarından köylüler dışında kalanların yararlanma oranı %54 iken, köy dışındaki kaynaklardan elde edilen gelir %l6 düzeyinde bulunmaktaydı (Aktan, 1966:113). Bu durum da önemli bir adaletsizliğin kaynağıydı.
Şehirlilerin, ticaret, hizmet ve sanayi kesimlerinin vergi vermemesi, özellikle ticarette canlanma yaşanan 19. yüzyılda devlet mâliyesi için önemli bir açmaz yaratmıştı. Yabancıların ve gayrimüslimlerin ticari gelirlerinden, dış ticaretten kapitülasyonlar nedeniyle vergi alınamaması ve vergi yükünün kırsal kesimde yoğunlaşması, bir yandan devletin mali kaynaklarını sınırlıyor, öte yandan devlet gelirlerinde esneklik sağlanamamasına yol açıyor, devletin gelirlerini artırma kapasitesini sınırlandırıyordu. Cumhuriyet dönemi yöneticileri Osmanlı dönemindeki uygulamalara karşı, ülkenin mali, iktisadi ve siyasi bağımsızlığını yitirmesine neden olduğu gerekçesiyle büyük bir tepki duyuyorlardı. Bu nedenle, tarihi bir birikimin getirdiği sorunlar ve başarısız geçmişten kurtulma isteği aşarın kaldırılmasında etkili olmuştur, denilebilir. Bunun sonucunda, kırsal kesim üzerindeki vergi yükü hafifletilerek, vergilerin kentsel alana kaydırıldığı söylenebilir.
İktisadi Etmenler
Savaştan en büyük zararı tarım kesimi görmüştü ve Bağımsızlık Savaşına en büyük destek, tarım ke-siminden gelmişti. Tarım kesiminde toprakların bü-yük kısmı ekilemiyor, tarımsal üretim düzeyi çok düşük bulunuyordu. 1920’lerde tarımsal üretim clü- zeyi on yıl öncesinin çok gerisinde kalmıştı. Burada, aşarın düşen üretim düzeyi üzerindeki etkilerinin ayrıca sorgulanması gereklidir. Tarımsal üretimdeki düşüşün esas nedeni nedir? Aşar vergisinin ağırlığı mı, iltizam mı, yoksa ilkel üretim teknikleri ve savaşlar nedeniyle önem verilemeyen, harap olan tarım kesimi mi? Kuşkusuz bunları birbirlerinden ayırt etmek güçtür. Ancak savaş ortamında özveride bulunan köylülerin içinde bulundukları durumun, aşara karşı gelişin tonunu artırmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz.
Aşarın tarımda üretim artışını engellediği konu-sunda yaygın bir izlenim vardı. Aşar nedeniyle çift-çiler çalışmaktan kaçınmaktaydı, parası çok olandan çok para alınacağı bilindiğinden, açlıktan ölmeyecek kadar ekerek onunla yetiniliyor, bunun sonucunda birçok arazi boş kalıyordu. Bu tarzda vergileme sürdükçe, üretimi artırmak, tarımı geliştirmek mümkün olmadığı gibi, vergilerin tarh ve tevzileıinde adalet sağlamak da mümkün değildi (Birinci Köy ve Ziraat Kongresi, 1938:66-7).
Tarh ve tahsil yöntemi olarak aşar önemli sorunları içinde taşıyordu. Aşar, vergi matrahı olarak gayri safi ürünü kapsadığından, safi ürüne göre he-saplanan vergi yükü daha ağırdı. Girdi fiyatları dikkate alınmadığından, bu ürünlerdeki bir fiyat artışı safi ürün üzerindeki vergi yükünü ağırlaştırıyordu. Aşar vergisi matrahının gayri safi ürün olması ve tarh ve tahsil aşamalarında iltizam usulünün uygulanması, bir yandan tarım kesimine yapılabilecek yatırımları olumsuz yönde etkilerken, diğer yanda mültezim kârını araya sokarak pazara çıkacak nihai ürün içindeki maliyetlerin artmasına yol açıyordu. Mültezimin aradan çıkartılması ile, ürün maliyetlerinin düşeceği ve üretimin artacağı varsayılıyordu. Örneğin buğday maliyeti dışarıdan ithal edilenlere göre çok yüksekti.
Kırsal kesimde aşar ile ilişkisi kurulan kredi me-kanizması, aşarın kaldırılmasında etkili olan bir diğer etmendi. Zor duruma itilen köylü, murabaha mekanizmasıyla büyük çiftçiyi besliyordu. Kredi alıyor, krediyi ödeyemeyince toprağını alacaklıya devretmek zorunda kalıyordu (Silier, 1981; Önder, 1988). Kredi mekanizmasının ne ölçüde aşarla veya mülkiyet ilişkileriyle bağlantılı olduğu, aşar kal-dırıldıktan sonra ortaya çıktı. Tanında eski kredi ilişkileri değişmedi.
Savaş sonrası yeniden inşa hareketinde, tarımsal üretimin artırılması, Cumhuriyet hükümetlerinin öncelikli hedeflerinden birisiydi. Devlet, üretimi ar-tırmak üzere tarımsal girdilerin sağlanması, pazaı- lanması ve pazar fiyatlarına müdahale edilmesinin yanı sıra, vergileri araç olarak kullanabilirdi (Keyder, 1982:42). Devlet bu politikaların tümünü uyguladı. 1923 yılında çıkan bir kanunla makine ithalatını düzenledi, daha sonra tarıma ve kırsal kesime ilişkin düzenlemeleri, vergi indirimlerini, teşvikleri ve kredileri kapsayan Köy Kanunu 18 Mart 1924’te, İtibar-ı Zirai Birliği Kanunu 21 Nisan 1924’te çıktı. Hükümet, traktör ve diğer tarım makinelerinin ithalatı için, doğrudan veya başka yollarla önemli miktarda sübvansiyon verdi. Ancak teşvikler daha çok ticari ürünler ve büyük toprak sahiplerini özendirmeye yönelikti. Örneğin 1927 yılında toplam 43.637.727 dönüm ekilen arazinin 39.093-220 dönümü hububat ekimine ayrılmıştı. Köylülüğün tamamına yakın bir bölümünün geçim ve gelir kaynağı olan hububat ekimi hava koşullarının etkisi altındaydı, maliyetler yüksek, verimlilik ise düşüktü. Hububat üretimi teşvik edilmişti, ancak teşvikler bu işin ticaretini yapanlar ile değirmencilerin lehine gelişmişti; büyük üreticiler fayda sağlamıştı, ancak geniş köylü kitlesine çok fazla olumlu etkileri olmamıştı (Silier, 1981:29-30). Öte yandan, 1920’leıde ticari tarım ürünleri hububata göre daha fazla destek görmüştü. Devlet, pazar ekonomisini geliştirmek için büyük çiftçileri desteklemekteydi. Zhukovsky (1951:828) üretimi artırmak için tarımda aşar vergisinin kaldırılmasının bir başına teşvik unsuru olduğunu ileri sürse de, aşarın kaldırılması konusu üretimi artırıcı, sınıfsal ve sosyolojik ilişkilere ilişkin alman önlemlerin bir parçası olarak düşünülmeli ve kısa ve uzun dönemli iktisadi etkileri tartışılmalıdır.
Siyasi Etmenler
Aşarın kaldırılmasında siyasi etmenlerin rolü büyüktür. Şeyh Sait isyanının başladığı sırada aşarın kaldırılmasına ilişkin kanunun alelacele gündeme alınıp 17 Şubat 1925’te çıkartılması tesadüf değildir (Küçük, 1989;95). Aşar kaldırılarak, doğudaki ağalara, aşiret reislerine kolaylık sağlanmak istendiği ileri sürülmüştür. Gerçekten de isyan aşarın kal-dırılmasını çabuklaştırmış olabilir, ancak aşara ilişkin kanun teklifinin 20 Ekim 1924’te Meclise verildiğini ve hükümet değişikliği nedeniyle teklifin gö-rüşülmesinde gecikme olduğunu göz önüne alırsak Meclise verilmiş bir kanun teklifinin gündeme alın-masının sadece isyan dolayısıyla olmadığını söylemek daha doğrudur.
Toprak ağaları aşar vergisinin kaldırılması konusunda hükümete ne ölçüde baskı yaptılar? Bu soruya verilecek cevap, hükümetin genel iktisat politikası çerçevesinde değerlendirilmelidir. İktisat politikası, tarımsal üretimi artırmayı hedeflemekte ve ticari ürünlerin üretimini teşvik etmekteydi. Bu yönüyle, toprak ağaları ve aşar arasında doğrudan ilişki kurulabilir. Ancak toplam toprağın %5’inin fiilen ekilebildiği (Keyder, 1982:41) göz önüne alınırsa, ağalar büyük topraklara sahip olsalar da, ekilmeyen topraklar için aşar ödemiyorlardı (Palamut, 1987:76). Bu durum, ağaların aşarın kaldırılması konusunda büyük baskı yaptıklarını doğrula- mamaktadır. Hükümet, toprak ağalarının siyasi desteğini alıyordu; bu yönüyle aşarın kaldırılmasında toprak ağalarının rolü olduğu söylenebilir, ancak bürokrasinin tüm toplumsal sınıflara dikte ettiği yaptırımlar daha ağır bastığından, aşarın sadece ağaların yaptığı siyasi baskı nedeniyle kalktığını ileri sürmek pek yeterli görünmemektedir.
Geçimlik üretimi bile mümkün kılmayan küçük işletmelerin ve büyük toprak sahipliğinin yaygın olduğu bir tarımsal yapıda, aşarın olumsuz etkileri küçük işletmelerce ağır bir biçimde hissediliyor ve köylü-toprak ağası-mültezim-sarraf-devlet düzeninde, devlet aradan çıkmak istiyordu. Bu yönüyle aşarın kaldırılmasını genel iktisat politikasının bir parçası olarak düşünmek, sadece toprak ağaları için değil, tüm köylüler için Bağımsızlık Savaşındaki desteklerine karşılık bir siyasi jest olarak değer-lendirmek daha uygun olmaktadır. Ayrıca iktisadi etmenlerin yanı sıra devletin kırsal kesimdeki sö-mürü mekanizmasından çekilerek köylüye moral destek sağlamak istemesinin aşarın kaldırılmasında etkili olduğu söylenebilir.
İdeolojik Etmenler
Aşarın şeriat kuralı olduğu, bu nedenle kaldırılamayacağı konusunda eleştiriler yapılmaktaydı. Aşarın bir şeı’i vergi olması, şeriatın ayrılmaz bir parçası gibi algılanmasına yol açmış, bu iki sözcük arasında demagojiler yapılmıştı. O yıllarda şeriat din olarak lanse ediliyor ve aşarın bir dini vergi olması nedeniyle kaldırılması, şeriatın dolayısıyla dinin kaldırılması olarak yorumlanıyordu. Oysa aşarın kaldırılmasında önemli etmenlerden birisi miil- tezimlik sistemiydi. Mültezimlerin çoğu ve mültezimlere kefalet sağlayan sarraflar gayrimüslimdi. Osmanlı devleti bunların finansal tekeli altındaydı. Beıkes’e göre (1982:152-5) “aşar şeriat kuralıdır kaldırılamaz demek, Müslüman halkı gavurlarla çıfıtların sömürüsü altında yaşatmak için din buyruğudur anlamına gelmekteydi.” Aşarın kaldırılması ekonomiyi laikleştirmek, modern hukuk kuralları temelinde bir iktisadi yapılanmayı gerçekleştirecek altyapıyı hazırlamak anlamına geldiği gibi, ekonomiyi mil-lileştirmenin bir parçası olarak da düşünülebilir.
Palamut’a (1987) göre aşarın kaldırılması konusuna ekonomik ve teknik olgular açısından değil, fakat
19. yüzyılın başlarından beri giderek artan bir şekilde şartlandırılan Batıya dönük kafa yapısı itibariyle yaklaşmak gerekmektedir. Batı kapıkulları durumundaki yarı ya da tam Cumhuriyet aydınları, kuruculara, tamamen Osmanlının toprak düzeninden ve onun manevi değerlerinden kaynaklanan aşarı zaman ve kamu mâliyesinde meydana çıkan teknik şartlara uyacak bir tarzda yeniden düzenleme yerine, tamamen kaldırmayı önermişlerdir. Böylece aşar Türk vergi sisteminden sökülüp atılmış ve Batı kapıkullarının aşırı gayretkeşliği sayesinde gerçekleştirilen bu olumsuz olayın adı da Türk finansında en büyük, en radikal bir inkılap (Pelin,
1937:327) olarak nitelendirilmiştir.
Batılılaşmak, tüm devlet mekanizmalarını siyasi, iktisadi, mali yapıyı içine alan genişlikte bir yaklaşımdı. Aşar gibi eski toplumsal örgütlenmeye ait bir vergi, Türkiye’ye
20. yüzyılda bir nevi derebeylik hayatı yaşatıyordu (Pelin, 1937:326). Batılı ülkeler vergi sistemlerinde yer almayan, ayni, mültezimliği içeren ortaçağdan kalma bir vergiye, üstelik tarihsel olarak ağır bir sömürü mekanizmasına ön ayak olmuş olması ne-deniyle, pek olumlu bakılmamaktaydı.


Yüzyıllar süren devlet maliyesine istikrar ve düzen sağlama çabalarına Cumhuriyet kurulduktan sonra özel bir önem verildi. Devlet mâliyesinin modernizasyonu 1920’leıde devletin güçlülüğünü ve ülke ekonomisinin istikrarını gösterecek tek araçtı. Bu doğrultuda “denk bütçe” ilke olarak kabul edildi, mali işlemler, kanunlar ve mali teşkilat yeniden düzenlendi. Tek hazine ve merkezi bütçe sistemi tam anlamıyla Cumhuriyet döneminde başarıldı. Bu süreç, II. Mahmud döneminde başlayan mâliyenin merkezileştirilmesi sürecinin son durağıydı.
1924 Mayısında yürürlüğe giren ve ulusal ege-menlik temelinde oluşturulan Teşkilat-ı Esasiye Ka- nunu’nda “vergi devletin umumi masarifine halkın iştiraki” olarak tanımlanarak, hakiki veya hükmi şa-hıslar tarafından veya onlar namına rüsum, aşar ve diğer vergilerin alınması yasaklandı. Bu madde ile yüzyıllar boyunca dokunulamayan vakıfların vergi toplama yetkisi elinden alınıyordu. Devlet hizmet-lerinde ve savaşlarda bazı yararlılıklar gösterenlere, bazı şeyhlere, bazı yerlerin aşar gelirleri müstesna evkaf diye tahsis edilirdi. Bu vakıfların bazıları çok güçlü idi ve aşara kimsenin taarruz etmemesi için padişah fermanlarında kesin ibareler vardı. Daha sonra, müstesna vakıflar istismar edildi, müstesna vakıfların sayısı ve ayrıcalıkları artırıldı. Tanzimatta iltizam kaldırıldığında bu araziler, kurumlar ıslahat dışında tutularak, bunlara dokunıılamadı. Daha sonra vakıflardan bir kısmı zapt olundu, zapt olu-namayanların iltizam senetleri mütevellilerine ciro edildi. Bunlara, Meşrutiyet de dokunamadı (Pelin, 1937:324). Cumhuriyet kurulduktan sonra, yukarıda sözü edilen değişiklikle vakıfların ayrıcalıklarına son verildi. Bu gelişme devletin gelirlerini merkezileştirme hareketinin bir parçasıydı. Devlet eğitim, hukukta olduğu gibi mali alanda da ikili yapıyı ortadan kaldıracak düzenlemelere öncelik verdi.
Bu mantık silsilesi içinde aşarın kaldırılması, ya-pılan geniş kapsamlı modernleşme hareketinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Yeni rejimin ideolojisi doğrultusunda bir mali düzen kurulmak isteniyordu. Modern bir toplumda ise, ayni vergilerin yeri yoktu; bu nedenle vergi sistemi modernleş-tirilmeli, merkezi idare ise vergilerin tek toplayıcısı ve uygulayıcısı olmalıydı. Bu yönüyle aşarın kaldırılması, her şeyden önce bir ideolojik yaklaşım me- selesiydi. Öte yandan, Osmanlıdan farklı bir hükümet biçimi öngörüldüğünden, Osmanlıdan farklı davranmak, özellikle mali konularda halka karşı duyarlı olmak, halkı fazla sıkmayacak vergilere öncelik vermek, yeni vergiler getirmek yerine vergileri ıslah etmek, vergi politikasının temel ilkeleri olarak kabul edilmişti. Bütün bu yaklaşımlar ve ilkeler, aşarın kaldırılmasında etkili oldu.
AŞARIN KALDIRILMASI VE HALKÇILIK
İzmir İktisat Kongresi başlamadan önce Ahmet Cevdet, “İktisat Kongresinden Halk Fırkası İçin Fa- ide” (Ökçiin, 1971:359) isimli yazısında, Halk Fır- kası’nın çiftçi ve köylü hakkında pek açık bir genel politikasının olması ve tarımı himaye etmesi gere-ğinden söz etmekte, böyle bir politikanın ilk mad-desinin çiftçi ve köylüyü ağır ve gayri adilane vergi yükünden kurtarmak olduğuna işaret etmekteydi.
1923 yılı boyunca Mustafa Kemal çeşitli yerlerde yaptığı konuşmalarda tarımın ve köylünün önemi üzerinde durdu. Tarımın ekonominin temeli olduğu, çiftçilerin ulusun temelini oluşturan önemli bir kesim olduğunu ifade ederek, köylünün refahını artırmanın ve köylüyü verimli kılmanın iktisat politikasının temeli olduğunu vurguladı. “Köylü milletin efendisidir” sloganı o dönemde benimsendi. Aşarın kaldırılmasına ilişkin hükümet teklifinin komisyon tutanağında “halkçı bir ülkenin temel prensibi olan yüce bir amaç namına komisyonun böyle bir fedakârlığa cesaretle katlanma gereğine inandığı” belirtilmişti (Baydar, 1978:33). Yapılan her düzenlemede halkçılık vurgu-lanmış ve köylü övülmüştü, ancak ICeyder’e (1988:110) göre popülizm tabanla hiçbir şekilde eklenmemekteydi. Popülizm, köylülerin kendiliğinden hareketi olmadığından yüzeysel kalmıştı. Bu nedenle Cumhuriyet’in köylüden yana olduğu (Toprak, 1988:22) konusundaki etkinin abartılmaması gerekmekteydi. Daha sonra devletin tarıma ilişkin yaklaşımı ve tarımsal alanda üretimi artırıcı önlemlerin eksik bırakılması nedeniyle aşarın kaldırılmasının Cumhuriyet’in köylüden yana bir politika izlediğini gösteren bir faktör gibi ele alınmasının yanıltıcı olabileceği söylenebilir. Ancak Cumhuriyet’in ilk yıllarında “halkçılığın” yüzyıllardır ezilen köylüye yakın bakılmasına olanak verdiğini ve aşarın kaldırılmasının, küçük köylüyü de gözeten yegâne düzenlemelerden birisi olduğunu söylemek mümkündür.
SONUÇ
Aşarın kaldırılması, dönemin şartları içinde, siyasi amaçlı iktisadi kararlardan en önemlisidir. Aşarın kaldırılmasında elde edilecek sonuçlardan çok, nedenlerin etkili olduğu görülmektedir. Tarihsel, iktisadi, siyasi ve ideolojik nedenler aşar vergisinin kaldırılmasında rol oynamıştır. Aşarın kaldırılması, yerinde bir karardır, ancak uzun dönemde yerine bir vergi konmaması, tarım kesiminin dolaysız vergi alanı dışında tutulması büyük bir hatadır. Aşar vergisinin kaldırılması ile, döneminin siyasi ve iktisadi ortamında aşarla ilgili fert grup veya çevrelere kısa dönemli yararlar sağlanmış (Önder, 1981:85), ancak uzun dönemde tarımı vergileyecek uygun bir verginin konmaması, olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmış ve iktisadi gelişmenin niteliğini belirlemiştir. Başlangıçta tarım kesiminin fakirliği, küçük üreticiliğin ve geçimlik üretimin yaygınlığı, bu kesimin vergi alanı dışında tutulmasına yol açmıştır. Ancak tarım kesimindeki büyüme dönemlerinde, aynı siyasi yaklaşım biçimi devam etmiş, tarım gelirleri vergilenememiştir.
Gelişmeyi siyasi varlığının temeline koymuş bir rejimin, aşarın kaldırılmasından kısa bir süre sonra tarım kesimini içine almayan bir finansman politikası uygulaması, önemli siyasi ve iktisadi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Türkiye’de devlet giderlerinin fi-naıısmanı sorunu çözülememiştir. Bunun nedeni, aslında sadece aşarın kaldırılmasından sonra tarım kesiminin vergilenmemesi değil, iktisadi gelişme düzeyine uygun tüm kesimleri kapsayan bir vergi yapısının da kurulamamış olmasıdır. Aşarın kaldırıl-ması, sonuçlan hesaplanmamış ve bertaraf edilmemiş, vergi yapısını etkileyen önemli bir düzenlemedir. Türkiye vergi konusunu daha sonra çok partili siyasal hayat içinde çözümleyememiştir. Bu durum, aşarın kaldırılmasıyla ortaya çıkan etkileri, iki binli yıllara kadar taşımıştır. 

Notlar


1. iltizam usulü: Devletin, vergi ve resimleri toplama imtiyazını, belli bir süre için, kendi belirlediği yöntemlerle özel kişilere devretmesidir. İltizamı alan kişinin (mültezim) görevi, devlete taahhüt ettiği gelirleri hâzineye ödemektir. Mültezim, bir tüccar, sarraf, devlet adamı olabilirdi. Mültezimin topladığı vergi ile devlete ödediği vergi miktarı arasındaki fark, mültezimin kârını oluşturur.
Emanet usulü: Devletin gelirini maaşlı devlet memurları (emin) aracılığıyla toplamasıdır. Emanet usulünün yaygınla-şabilmesi için, etkin ve güçlü bir idari yapı gereklidir. Ta-nımlar için bkz. Ahmet Tabakoğlu (1985), Gerileme Döne-mine Girerken Osnuınlı Mâliyesi, İstanbul: Dergâh; Yavuz Cezar (1986), Osmanlı Mâliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul: Alan; Niyazi Beı kes (1969), Yüz Somda Türkiye İktisat Tarihi, c. II, İstanbul: Gerçek.
2. Aşar Nizamnamesi, 9 Haziran 1321, Düstur, Birinci Tertip, c. 18, s. 265.
3. Meclis-i Mebıtsan Zabıt Ceridesi, c. 2, 1:101, s. 624-8.
4. Örneğin 1909 yılında Kastamonu vilayetine bağlı Kengri kazasının mültezimlere ilişkin şikâyetleri Meclis-i Mebusan’da görüşülürken, tüm mebuslar mültezimlerin mezalimini dile getiriyordu; hükümetin gücünü iyi kullanması halinde bu sorunun çözülebileceğini, köylünün himaye edilebileceğini ileri sürüyorlardı. Uzun tartışmalar boyunca devlet memurlarının rüşvet aldığı, devletin biraz daha gelir elde etme uğruna mültezimleri tazyik ettiği, yüksek fiyatlarla alınan müzayedelerin acısının köylüden çıkarıldığı, bu yüzden üç beş kazanın mahvolduğu, bu durumun düzeltilmesi gerektiği ifade edildi (Meclis-i Mebıtsan Zabıt Ceridesi, c. 3, 1:81, 14 Mayıs 1325). Ancak aşara ilişkin köylülerin şikâyetleri, Meşrutiyet Meclisinde defalarca ifade edilse de, çözüm bulunamadı. Ayrıca aşar konusundaki şikâyetlere ilişkin bkz. Ahmet Şerifin (1909, 1977) Anadolu’da Tanin, İstanbul: Kavram yayınları). Ahmet Şerif, gezi notlarında köylülerin son derecede kötü durumda olduğunu, hizmet beldediğini, idarenin ise umursamaz ve ihmalkâr olduğunu, yetersiz kaldığını vurgulamaktadır.
Ahmad’a göre (1995:65) İkinci Meşrutiyet dönemi iktisat politikaları tarıma çok az önem verdi. Geleneksel yapının dönüşmesini kolaylaştırıcı, geniş köylü kitlesini etkileyecek önlemler almak yerine, toprak sahiplerinin köylü üzerinde-ki denetimlerini arttıran, toprak temerküzünü kolaylaştıran düzenlemelere gidildi.
5. TBMM Zabıt Ceridesi, c. 2, 1:37.
6. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, c. 13/1, 1:52, 10 Şubat 1924; c. 14, 1:56, 15 Şubat 1924; c. 14, 1:58, 17 Şubat 1924.


KAYNAKLAR


Ahmad, Feroz (1995). Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Sarmal.
Ahmet Şerif (1977). Anadolu’da Tanin, Birinci Gezi 1909, İstanbul: Kavram.
Akarlı, Engin Deniz (1982). “1872-1919 Bütçeleri Işığında Osmanlı Mâliyesinin Sıkıntıları”, İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi Dergisi, Cavit Orhan Tütengil’e Armağan, özel sayı 1.
Akdağ, Mustafa (1974). Türkiye ‘nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Cilt II, İstanbul: 1974.
Aktan, Reşat (1966). “The Burden of Taxation on the Peasants”, The Economic History of the Middle Hast 1800-1914, der. Charles Issawi, Chicago: The University of Chicago Press.
Arar, Ismail (1968). Hükümet Programları 1920-1965, Istanbul: Burçak.
Barkan, Ömer Lütfü (1966). “Öşür”, İslam Ansiklopedisi, 9, An-kara: Milli Eğitim Bakanlığı.
Baydar, Ertuğrul (1978). “Aşarın Kaldırılması (Belgeler)”, Maliye Delgisi, 34, Temmuz, Ağustos.
Berkes, Niyazi (1969). Yüz Soruda Türkiye iktisat Tarihi, Cilt II, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Berkes, Niyazi (1982). “Aşarla Şeriat”, Atatürk ve Devrimler, İstanbul: Adam Yayınları.
Boıatav, Korkut (1982). “Anadolu Köyünde Savaş ve Yıkım”, Toplum ve Bilim.
Cezar, Yavuz (1986). Osmanlı Mâliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, İstanbul: Alan Yayıncılık.
Duran, Biinyamin (1989). “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Türkiye Tarımındaki Gelişmeler (1870-1914)”, Beşinci Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Tebliğler, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Dıı Velay, A. (1978). Türkiye Maliye Tarihi, Ankara: Maliye Bakanlığı Maliye Tetkik Kumlu.
Eklem, Vedat (1970). Osmanlı İktisadi Şartlan Hakkında Bir Tetkik, İstanbul: İş Bankası Yayınları.
Islamoğlu, Huricihan (1991). Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Köylü, İstanbul: iletişim.
Keyder, Çağlar (1982). Dünya Ekonomisi içinde Türkiye (1923- 1929), Ankara: Yurt Yayınları.
Keyder, Çağlar (1988). “Zafer Toprak, İlhan Tekeli-Selim İlkin ve Şevket Pamuk’un Tebliğlerine İlişkin Yorum”, Türkiye’de Tarımsa! Yapılar, der. Zafer Toprak ve Şevket Pamuk, Ankara: Yurt Yayınları.
Kırkpınar, Kenan (1992). “Aşar Vergi Sisteminin Kaldırılışı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Delgisi, 1: 2.
Küçük, Yalçın (1989). Türkiye Üzerine Tezler 1908-1998, I, İstanbul: Tekin Yayınevi.
Morawitz, Charles (1978). Türkiye Mâliyesi, Ankara: Maliye Bakanlığı Maliye Tetkik Kumlu.
Müderrisoğlu, Alptekin (1989). Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, Cilt I, İstanbul: Kastaş.
Ökçün, Gündüz (1971). Türkiye İktisat Kongresi 1923, İzmir, Haberler, Belgeler, Yorumlar, ikinci baskı, Ankara: SBF
Önder, İzettin (1981). “Aşarın Kaldırılması”, Toplum ve Bilim, 13, Bahar.
Önder, İzettin (1988). “Cumhuriyet Döneminde Tarım Kesimine Uygulanan Vergi Politikası”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), der. Zafer Toprak ve Şevket Pamuk, Ankara: Yurt Yayınları.
Palamut, Mehmet E. (1987). “Aşar ve Düşündürdükleri”, İktisat Fakültesi Mecmuası, S. F. Ûlgener’e Armağan, 43.
Pamuk, Şevket (1982). “Osmanlı Tarımında Üretim İlişkileri 1840-1913”, Toplum ve Bilim, Bahar.
Pelin, İbrahim Fazıl (1937). Finans İlmi ve Finansa! Kanunlar, İstanbul.
Sakaoğlıı, Necdet (1986). “Mültezimlerin Aşar Toplama Yöntemleri”, Tarih ve Toplum, 5: 25, Ocak.
Silier, Oya (1981). Türkiye’de Tarımsal Yapının Gelişimi (1923- 1938), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Şener, Abdiillatif (1990). Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, İstanbul: İşaret Yayınları.
Tabakoğlu, Ahmet (1985). Gerileme Dönemine Giıvrken Os- matılı Mâliyesi, İstanbul: Dergâh.
Toprak, Zafer (1988). “Türkiye Tarımı ve Yapısal Gelişmeler (1900-1950)”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar, der. Zafer Top-rak ve Şevket Pamuk, Ankara: Yurt Yayınları.
Tıınçay, Mete (1981). Türkiye Cumhııriyeti’nde Tek Parti Yöne-timinin Kurulması (1923-1931), Ankara: Yurt Yayınları
Zhukovsky (1951). Türkiye’nin Zirai Bünyesi, Anadolu, çev. Celal Kıpçak, H. Nouıuzhan ve S. Türkistanlı, Ankara: Ziraat Vekâleti.


Birincil Kaynaklar
Meşaıtiyet Dönemi Meclisi Mebusan Zabıt Cerideleri
1325, 1326.
Aşar Nizamnamesi, 9.6.1321, Düstur, Birinci tertip, Cilt 18.
Bağımsızlık Savaşı Dönemi Millet Meclisi Zabıt Cerideleri, 1919- 1923
TBMM Zabıt Cerideleri, 1923-29-
1340, 1341, 1926, 1927 Yılları Muvazenei Umumiye Kanun Layihası Hakkında Mazbatayı Umumiyeler,
Maliye Vekillerinin Bütçe Sunuş Konuşmaları, 1924, 25, 26, 27.
Birinci Ziraat Kongresi Tebliğleri, 1938

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)