Marx ve Engels’ten Sepoy İsyanı
Çeviren: VEDİİ İLMEN
1848 yılı neredeyse tüm Avrupa’da devrim sarsıntılarıyla geçmiştir. Marks ve Engels tarafından yazılan Komünist Manifesto da 1848 yılında yayımlanmıştır. Manifesto’nun yayımlanışının 150. yıldönümünde, Marks ve Engelsin Hindistan’a ve İngiliz yayılmacılığına bakışını aktaran bir çeviri yazı aşağıda yer alıyor. Manifesto’yu değerlendirirken, işçi sınıfı hareketinin ve genel sonuçlarının çok iyi tahlil edilmiş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak, Manifesto’da yapılan varsayımların aksine kapitalizm tüm dünyada 1848’den sonra daha da yayıldı ve güçlendi.
1857 yılında Hindistan’da yaşanan Sepoy İsyanları ve İngilizler’in buna müdahelesi, kapitalizmin ve emperyalizmin yayılışına ilişkin küçük bir örnek teşkil eder.
Doğu Hindistan şirketinin, yerlilerden derlediği paralı askerlere Sepoy adı veriliyordu. Sepoyların isyanına sebep, sirkelin dağıttığı fişeklerin, herhalde, suda ıslanıp zarar görmemesi için, yağlı kâğıtların içinde bulunması idi. Fişekleri çıkartmak için, yağlı muhafazanın ağıza alınıp, ucunun ısırarak kopartılması gerekiyordu. Fişeklerin dağıtılma tarihi hakkında elimizde bir bilgi olmamakla beraber Marx ve Engels’in bu konudaki yazılarını toplayarak yayınlayan “Marxism-Leninism Enstitüsü” kitabın arkasında verdiği notlarda, isyanın 1856 yazında hazırlanmaya başladığını yazmaktadır. İsyan 1857 yazında patlak verdi. Şom ağızlılar Hindulara, bu kâğıtların inek yağıyla yağlandığını, Miislümanlara ise, domuz yağıyla yağlandığını fısıldıyorlardı. İşin hoş tarafı, Hindularla Müslümanlar aralarındaki düşmanlığı unutup Ingilizlere birlikte isyan ettiler.
Dolayısıyla dış görünüş, bir askerî isyandan ziyade, milli bir isyan şeklini aldı. İsyanın görünmeyen sebepleri, Ingilizlerin uyguladığı aşırı sert sömürü usullerinde idi. Bunlar genellikle yüksek vergiler, nerdeyse yağma denilebilecek el koymalar, derebeylerinin ellerindeki toprakları zapt etmeler, Maharacaların elindeki özgür bölgelerin, İngiliz sömürge alanına zorla sokulmaları, vergi almak için işkence yapılması ve sömürgeciler tarafından ahalinin gelenek adetlerinin hiçe sayılması idi.
İsyan, Kuzey Hindistan’daki Bengal ordusunda patlak verdi. Sepoylar bölgedeki kilit mevkileri elde tutuyor ve topçunun büyük kısmını kontrol ediyorlardı. Bu nedenle Sepoylar isyanın askeri çekirdeğini teşkil ettiler.
Sepoy ordusu, Brahmin ve Rajput lar gibi üst kast sınıflarından ve Miisllimanlardan oluşuyordu. Bu ordudaki isyan, Hint köylüsünün memnuniyetsizliğini yansıtıyordu. Sepoy ordusunun subayları da, toprak ağalarından olup veya onlarla ilişkisi olan sosyal düzeydeydi. İsyanın amacı yabancı sömürgecileri Hindistan’dan atmaktı. İsyan bütün, Kuzey ve Orta Hindistan’a yayıldı. İsyanın gerçekleştiği şehirler Delhi, Lucknow, Cawnpore, Rohilkhand, Orta Hindistan ve Bundelkhand idi. Köylüler ve fakir esnaf isyanın tabanını teşkil ediyordu, fakat is-yanın yönetimi derebeylerin elindeydi. İngilizler 1858 yılında, derebeylerin mülklerine dokunulmayacağını vaad edince, hepsi isyana ihanet etti. İsyanın bastırılabilirle sebebi, tek bir liderin ve askerî harekât planının olmayışı idi. Bunun sebebi de Hindistan’ın etnik ve dinî bölünülmüşlüğü idi. İngilizler bu durumdan alabildiğini yararlandılar. İsyanı bastırmakta derebeylerin çoğunluğundan destek aldılar. En önemli faktör, isyan edenlerin teknik ve askerî bilgisi, talimlerde öğrendikleri kadardı. Yani yetersizdi. İngilizler isyanın, Pencap, Bengal ve Güney Hindistan’a yayılmasını önlediler.
Karl Marx 1849 yılından 1883 yılında, ölünceye kadar, Londra’da yaşadı. Hesabını bilmemekten ve kitaplarını hazırlamak için para getiren bir işte çalışmadığından Sohon’un fakir mahallelerinde zaruret içinde yaşadı. Fakirlik, açlık ve bakımsızlık, Marx’ın üç çocuğunun ölümüne sebep oldu. Bu zaman zarfında Engels’in yardımıyla yaşadı. Engels’in babası Almanya’da kumaş fabrikatörü idi. Engels, İngiltere’de babasının fabrikasını temsil ediyor, yani onun kumaşlarını satıyordu. Bundan dolayı, paralı ve lüks bir bayat sürüyordu. Ancak endüstri devriminin getirdiği eşitsizliğe, acıya ve sefalete tahammül edemiyordu. Romalıların “Böl ve Yönet” kuralı, İngiltere’nin yaklaşık olarak yüzelli sene Hint imparatorluğu’nu elde tutmak için kullandığı kaide idi. Çeşitli ırkların, kabilelerin, kastların, hükümdarlıkların, bir arada olmasından meydana gelen, Hindistan denilen coğrafi birimde, ingilizlere üstünlüğü sağlayan bu genel prensipti. Daha sonraki zamanlarda bu üstünlüğün şartları değişti. Pencap ve Sindin işgaliyle, Hind-İngiliz imparatorluğu tabiî hudutlarına varmış ve son özgür Hind devletlerini de ortadan kaldırmıştı. Bütün cengaver yerli kabileler sindirilmiş, bütün ciddi iç çatışmalar bitirilmiş ve Cudh eyaletinin dahil edilmesiyle özgür denen Hind prensliklerinin geri kalanı, ingilizlerin hoşgörüsüne bağımlı olarak, yaşar olmuşlardı. Dolayısıyla Doğu Hindistan şirketinin durumunda büyük bir değişiklik olmuştu. Artık Hindistan’ın bir bölgesine diğerinin yardımıyla hücum etmiyor, fakat, kendini Hindistan’ın başında ve bütün Hindistan’ı da ayağında buluyordu. Bu durumda o fetih eden değil, fatih ol-Engels, Karl Marx’a New York Daily Herald Tribune gazetesinde haber yorumculuğu işini buldıı. Bu gazeteye daha çok Marx, fakat biraz ila Engels yazdı. Burada, Sepoy isyanı ile ilgili, bir tane Marx’tan, bir tane ile Engels’ten yorum tercüme edip örnek olarak sunuyoruz.
muştu. Elindeki ordular ülkeyi büyütmek için değil, fakat elde tutmak için gerekli idi. Yani askerler polis kuvveti gibi olmuştu.
200.000.000 Hintli nüfus, İngiliz subaylarının yönettiği, Hintlilerden ku-rulmuş 200.000 kişilik bir orduyla baskı altında tutuluyordu. Bu orduyu da 40.000 kişilik İngiliz ordusu kontrol ediyordu, ilk bakışta Hintliler bağımlılıklarını, Hint ordusunun sadaka-tine dayandırıyordu. Bu yerli orduya ne kadar güven duyabileceği, yakın zamandaki isyanlarla belli oldu. İran’la olan harp dolayısıyla, Bengal eyaletinde AvrupalI asker kalmamıştı. Bu isyandan evvel de Hind ordusunda isyanlar olmuştu, fakat bu isyan karakteristik ve yok edici tarafıyla değişik oldu, ilk defa Sepoy alayları, Avrupalı subaylarını öldürdüler. Müslümanlar ve Hindular, birbirlerine olan anti-patilerini bırakıp, müşterek efendilerine karşı isyan ettiler. Hindularla başlayan karışıklıklar, Delhi’de tahta oturtulan bir Müslüman şahla sona erdi, isyan birkaç bölgeye mahsus kalmadı ve Asya ülkelerinin, ingilizlerin üstünlüğüne karşı duyduğu hoşnutsuzluğu gösterdi. Bengal ordusundaki isyanın, muhakkak İran ve Çin muharebeleriyle bağlantısı vardır.
Bengal ordusunda, dört ay evvel ya-yılmaya başlayan huzursuzluğun sebebi yerlilerin, hükümetin dinlerine müda-hale etme korkusu idi. Fişeklerin dağı-tımında, kâğıdın inek ve domuz yağıyla yağladığının söylenmesi ve ısırılma mecburiyeti, yerliler tarafından dini emirlere tecavüz addedildi ve yerel ka-rışıklıkların işaretini verdi. 22 Ocak’ta Kalküta’dan kısa mesafede olan kışlalarda yangın çıktı. 25 Şubat’ta, Behrampore’daki 19. alay isyan etti. As-kerler fişeklere itiraz etti. 31 Mart’ta o alay dağıtıldı. Mart sonunda, Barrack- pore’daki 34. Sepoy alayından bir er iç-tima alanında, dolu tüfekle ön sıraya çıktı ve arkadaşlarını isyana davet ede-rek, alayın emir subayını ve başçavu-şunu yaraladı. Göğüs göğüse çarpış-malar başladı, yüzlerce Sepoy hareketsiz bakarken, diğerleri, çarpışmaya işti-kak ederek, tüfeklerinin dipçikleriyle subaylara hücum ettiler. Bu durumdan sonra o alay da dağıtıldı. Nisan ayında Bengal ordusunun Allahabad, Agra, Ambala’daki kışlalarında yangın çıkar-tıldı ve Meerut’taki Hafif Süvari’nin 3 alayı isyan etti. Aynı şekilde Madras ve Bombay ordularında da huzursuzluklar oldu. Mayıs başında Cudh eyaletinin baş şehri Lucknow’da bir isyan hazırla-nırken, Sir H. Lawrence’in çabuk dav-ranmasıyla bastırıldı. 9 Mayıs’ta Hafif Süvari’nin isyankârları hapse atıldı ve muhtelif hapis cezalarına çarptırıldı.
Ertesi günün akşamında, 3. süvarinin erleri, iki yerli alayla birlikte 11 ve 20. alaylar, içtima yerinde toplandılar, onları teskin etmeye gelen subayları öl-dürerek, kışlaları yaktılar ve yakalaya-bildikleri ingilizleri öldürdüler. Tugayın İngiliz kısmı, bir piyade ve süvari alayı ile üstün topçu kuvvetlerine sahip ol-duğu halde, gece basıncaya kadar ha-rekete geçemedi. Bundan dolayı da asilere pek bir zarar veremedi. Asiler kendilerini açık araziye attılar ve Me- erut’tan 64 km. uzaklıktaki Delhi’ye girdiler. Orada kendilerine 38, 54 ve 74. alaylar ve bir topçu bölüğü iltihak etti. İngiliz subaylarına hücum edildi, asilerin ulaşabildiği bütün ingilizler öl-dürüldü. Babür Şah’ın torunlarından, veliaht Bahadır Şah tahta geçirilip Hin-distan kralı ilan edildi. Meerut’u kurtar-maya gelen birliklerden, ki orada asa-yiş, tekrar temin edilmişti, 15 Mayıs’ta gelen istihkâm bölüğü, subayları binba-şı Frazer’i öldürüp, açık araziye kaçtılar. 6. Dragon Muhafız Alayı ve koşulu topçu askerleri tarafından takip edilerek 50-60 tanesi öldürüldü, fakat diğerleri dahiliye yollarını buldular. Pen- cap’ta, Ferozpore’da 57. ve 45. piyade alayları isyan ettiler, fakat zorla bastırıldılar. Lahor’dan gelen özel bir mektupta, bütün yerli birliklerin açıkça isyanda olduğu belli olmaktadır, diye yazılıdır. Kalküta’daki Sepoylar St. William Kalesi’ni zapt etmek istediler, fakat başara-madılar. Bombaya Bushir’den gelen üç alay, derhal Kalküta’ya gönderildi.
Olaylar gözden geçirildiği vakit, Meerut’taki İngiliz kumandanının tutumu-na hayret etmek gerekir. Harp sahasına geç gelişi bir yana, asileri zayıf bir şekilde takip edişi insana hayret ver-mektedir.
Delhi, Jumma Irmağı’nın sağ ve Meerut sol kıyısındadır. iki kıyı Delhi’de bir tek köprü ile birbirine bağlıdır. Bu durumda kaçakların yolunu kesmekten kolay bir şey yoktur.
Bu arada isyan olmayan yerlerde, örfî idare ilan edildi. Çoğunlukla yerli-lerden olan kuvvetler, Delhi’ye kuzey-den, doğudan ve güneyden geliyorlar. Civardaki Maharajalar İngiliz tarafını tutmaktadır. Seylan’dan Çin’e gitmekte olan Lord Elgin ve General Ashbur- nam kuvvetlerine durmaları için mektuplar yazıldı. Nihayet İngiltere’den
14.0 İngiliz askeri on beş gün içerisinde Hindistan’a doğru yola çıktılar. Bu mevsimdeki iklim şartlarının en-gellenmesi ve nakliye şartlarının güç-lüğü İngiliz kuvvetlerini zorlayacak olmasına rağmen, Delhi’deki asiler uzun süre mukavemet etmeden teslim olacaklardır. O vakit büyük bir trajedi başlayacaktır.
Bu yazı K. Marx tarafından 30 Haziran 1857’de yazılmış ve New York Daily Heraltl Tribune ün 5065. sayısında 15 Temmuz 1857’de başyazı olarak yayımlanmıştır.
Delhi’yi hücumla ele geçiren birlik-lerin kahramanlığını, İngiltere’de gök-lere varan gürültüyle bağıran koroya katılmayacağız. Kahramanlık konu ol-duğunda, Fransızlar dahil, kimse, ken-dini övmekte ingilizlere yetişemez. Mamafih, olayların analizi, yüzde dok-san dokuz, bu kahramanlığın büyüklü-ğünü çok alelade boyutlara indirmek-tedir. Delhi’yi Sivastopol ile karşılaştı-rırsak, Sepoyların Rus olmadığında anlaşırız. İngiliz kışlalarına hücumları, inkerman’a hiç benzemiyordu, Delhi’de General Todtleben de yoktu. Se- poylar kişisel olarak cesurane, fakat tugay olarak, tümen olarak değil, tabur olarak bile, tamamen liderlikten yoksun harp ettiler. Bölük dışında bir- leşip harp edemediler. Bugün bir orduya gerekn teknik bilgiden yoksun, tam olarak güçsüz ve bir şehrin savunmasında tamamen ümitsiz durumdaydılar. Gene sayılardaki orantısızlık ve hareket vasıtalarının yokluğu, Se- poyların AvrupalIlara göre, iklime dayanıklı oluşu, Delhi önündeki kuvvetin zaman zaman son derece de zayıf duruma düşmesi, bu farklılıkları azaltmakta ve iki muhasaranın karşılaştırmasını mümkün kılmaktadır. Gene biz F. Engels tarafından 16 Kasım 1857’do yazılmış ve 5188 sayılı New York Daily Tribune gazetesinde başyazı olarak 5 Aralık 1857’de yayınlanmıştır.
Delhi’ye hücumun fevkalade bir kah-ramanlık olduğuna kani değiliz. Mamafih her muharebede olduğu gibi her iki taraftan da kahramanca hareketler olmuştur. Bizce Delhi önündeki İngiliz-Hint ordusu Sivastopol ve Balaklava arasındaki İngiliz ordusuna göre, daha fazla sebat, karakter gücü, kararlılık ve ehliyet göstermiştir. Fransızlar olmasaydı, İngilizler gemilere binip kaçmak arzusunda idiler. Halbuki diğeri, iklim dolayısıyla meydana gelen hastalıklar, iletişimin kesilmesi, acele takviye imkânının hiç olmaması ve bütün yukarı Hindistan’daki bu durum, çekilmeye zorladığı halde, ki çekilmesi daha uygundu, gene de genelde yerini terk etmedi. Kullanılabilecek iki kuvvet vardı. Havelock’un küçük kuvveti, ki yetersiz olduğu hemen anlaşıldı ve Delhi’nin önündeki kuvvet. Bu durumda Delhi’nin önünde beklemek, askerî bir hata idi. Elindeki mevcut gücü, yenilmez bir düşmana karşı, anlamsız çarpışmalarla tüketiyordu. Hareket halindeki bir ordu, duran bir orduya göre 4 kere daha kıymetli olurdu. Yukarı Hindistan’ı temizler iletişimi tekrar sağlar, asilerin her topladığı kuvveti ezer ve bu durumda Delhi’nin kolayca düşmesini sağlardı. Bunun aksi iddia edilemezdi. Fakat siyasi nedenler Delhi önündeki kuvvetin çekilmesini önledi. Suçlanacak olan genel karargâhtaki ukelâlardı, yoksa oradaki ordunun yerinde tutunmaya çalışması değil.
Yağmur mevsiminin bekle-nenden hafif olduğunu da ihmal etmemeliyiz. Bu devrede, hastalığın aktif operasyonlara etkisi daha fazla olsaydı, ordunun çekilmesi veya dağılması kaçınılmazdı. Ordunun bu tehlikeli vaziyeti Ağustos sonuna kadar devam etti. Takviyeler gelmeye başladı, asileri de aralarındaki ihtilaflar zayıflat-maya devam etti. Eylülün başında muhasara aletleri geldi ve müdafaa durumu taarruz durumuna geçti. 7 Eylül’de ilk batarya ateşe başladı ve 13’ün akşamı iki gedik açıldı.
Şayet haber almayı General Wilson’un resmî tebliğine dayandırsaydık işin içinden çıkamazdık. Kırım’daki İn-giliz karargâhının tebliğleri gibi, bu tebliğ de çok karışıktır. Hiç kimse bu tebliğden gediklerin yerini bulamaz ve-ya hücuma geçen birliklerin sırasını anlayamazdı. Özel raporlar ise daha karışıktır. Talihimiz var ki, başarının bütün hikâyesini, bir Bengal istihkâm ve topçu subayının The Bombay Gazette’e verdiği, olanı biteni anlatan, raporundan anlıyoruz. Bütün Kırım Harbi süresince, böyle akıllıca rapor yazan bir İngiliz subayı çıkmadı. Bu subay da hücumun ilk günü yaralandı ve bir daha yazamadı.
ingilizler Delhi’nin müdafaasını As- yatik bir ordunun muhasarasına mu-kavemet edecek şekilde hazırlamışlardı. Modern anlayışımıza göre Delhi bir kale olarak düşünülemezdi. Taş duvarın yüksekliği 5 metre, kalınlığı 3.5 metre idi. Çepeçevre, 1 metre eninde 2.5 metre yüksekliğinde, bir mazgalı vardı. Mazgalın yanı da 2 metre taş perde ve sahra şevi olarak taarruz ateşine karşı idi. Taş duvar mazgalının darlığı, kale burçları ve yuvarlak kuleler hariç, topların konmasını engelliyordu. Yuvarlak kuleler duvarın yanlarını tam kapamıyordu. Bir metre kalınlığındaki taş duvar muhasara toplarıyla kolayca yıkılıp, müdafa
ayı susturabilirdi. Bilhassa yan taraftan, çok kolaydı. Kalenin önündeki çukurla, duvarın arasında toprak bir yol vardı. Bu yol gedik açmayı kolaylaştırıyordu. Hendekte de karışan birlikleri yeniden intizama sokmak mümkündü.
Kaleyi her taraftan saracak yeterince bir kuvvet olsa da, muhasara usullerine göre, siperler kazarak ilerlemek çılgınlık olurdu. Müdafaanın durumu, asilerin bozulan moralleri, dolayısıyla, uygulananın dışındaki bütün hücum usullerini hatalı hale getirirdi. Ağır top-lar olmadan açık bir hücum yapılamaz-sa, kalenin içi devamlı olarak topçu ateşine tutulur ve müsait bir zamanda birlikler hücuma geçerdi. Bataryaların seçildiği yerler ve kullanışları takdire şayandı, ingilizlerin 50 topu ve havanı vardı. Bunlar güçlü bataryalar halinde, sağlam siperler arasında, konuşlandı-rılmışlardı. Sepoyların, resmî tebliğlere göre 55 topu vardı, fakat küçük burçlara ve yuvarlak kulelere dağıtılmışlardı. Bir metrelik mazgal da topları iyi örtmüyordu.
Ayın 8’inde 1 no.lu batarya, 10 top, duvara 700 metreden ateş açtı. Ertesi gece kalenin önündeki hendek, bir siper şekline sokuldu. Ayın 9’unda, bu hendeğin önündeki evler, mukavemet görmeden ele geçirildi. Ayın 10’unda 8 topluk 2. batarya meydana çıkartıldı. 2 no.lu batarya, duvardan 500 veya 600 metre uzakta idi. Ayın l’inde 3 no.lu batarya çok cesurane ve akıllıca olarak, engebeli arazide su kulesinden 200 ınetıe uzakta 6 topla ateş açtı. Buradan 10 ağır havanda, şehrin içine ateş ediyordu. Ayın 13’ünde. Kişmir burcunun sağ tarafında ve su kulesinin sol tarafında birer gedik açıldı ve buralardan hücum emri verildi. Sepoylar ayın ll’inde bir karşı taarruz yaptılar. İngiliz bataryalarının önünde bir siper kazdılar. Bu durumda da Kabil Kapısı’nın önüne ilerleyerek, yan cepheden hücumu denediler. Fakat aralarında birlik olmamasından dolayı sonuç alamadılar.
Ayın 14’ünde gündüz İngilizler, beş sıra halinde hücuma başladılar. Biri sağdan, Kabil Kapısı önündeki kuvveti yok etmek başarıldığı takdirde Lahor Kapısı’nı zorlamak için, bir sıra Kişmir Kapısı’nı uçurmak için, bir sıra da her iki gedikten girmek için harekete geçti. Bir sıra da yedekte bekledi. Birinci sıra hariç, hepsi başardılar. Gedikler hafifçe müdafaa ediliyordu, fakat kale önündeki evleri inatla savundular. Bir istihkâm subayı ve üç çavuşunun kahramanlığı ile (burada kahramanlık vardı), Kişmir Kapısı infilakla açıldı ve oradan da şehre girildi. Akşam üstü bütün Kuzey cephesi İngilizlerin elindeydi. General Wilson burada durdu. Karmaşık hücum durduruldu ve toplar şehrin güçlü pozisyonuna karşı getirildi. Cephane deposuna hücumun dışında, pek bir mücadele olmadı. Asiler şehirden kütle halinde kaçıyorlardı. 17’sinde General Wilson şehre dikkatle girdi, fakat çok az mukavemet gördü ve şehri 20’sinde tamamen işgal etti.
Taarruz için yorumumuzu bildirdik. Savunma için, karşı taarruz çabaları Kabil Kapısı’ndan yan cepheden sarma teşebbüsü, Sepoyların da bilimsel harp usulleri hakkında bir fikri olduğunu göstermektedir, ancak ya tam an-laşılmamış veya güçlü olmadığından sonuç alınamamıştır. Şayet başlarında bir AvrupalI subay olsa idi, bu teşebbüslerden sonuç alınırdı.